Faruk Loğoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Faruk Loğoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Şubat 2017 Salı

ABD'nin YPG Açıklaması Ne İfade Ediyor? YPG NEDİR - PYD ABD KOALİSYONU



ABD'nin YPG Açıklaması Ne İfade Ediyor? YPG  NEDİR  -  PYD  ABD KOALİSYONU

Alparslan Esmer





    Amerika’nın Sesi’nin ulaştığı uzmanlara göre Washington’un YPG’den kopması uzak bir olasılık. Bunun birinci nedeni YPG’nin Suriye’de etkin bir kara gücü olması ve alternatifi olmaması.

    Amerika’nın Sesi’nin ulaştığı uzmanlara göre Washington’un YPG’den kopması uzak bir olasılık. Bunun birinci nedeni YPG’nin Suriye’de etkin bir kara gücü olması ve alternatifi olmaması.
    Amerika Savunma Bakanlığı’nın Suriye’nin kuzeyinde IŞİD’le mücadele eden Kürt güçlerine silah ve mühimmat yardımını kestiği açıklaması, Türkiye’de memnuniyetle karşılansa da, Amerika’nın Sesi’nin ulaştığı uzmanlar Washington’un YPG’yi gözden çıkarmasına olasılık vermiyor.

    Bununla birlikte uzmanlar,­ Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tek başına iktidarı garantilediği önümüzdeki dört yılda Amerika’yla IŞİD’le mücadelede işbirliğinin artacağına da dikkati çekiyor.

    IŞİD’le mücadele koalisyonunun Bağdat’taki sözcüsü Amerikalı Albay Steve Warren, YPG’ye silah ve mühimmat yardımına son verdiklerini açıklamış, son havadan yapılan yardımın Suriye-Arap koalisyonuna gittiğini açıklamıştı.
    YPG’nin bağlı olduğu PYD’yi, terör örgütü olarak gören Ankara, karardan memnuniyetini Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Tanju Bilgiç’in “ABD’li yetkililerin açıklamalarını memnuniyetle not ettik. Bunun sahada nasıl uygulanacağını kararlılıkla yakından takip edeceğiz” sözleriyle teyit etti.

    Amerika’nın, Suriye’de IŞİD’le mücadelenin ‘kara gücü’ işlevini yürüten YPG’ye bir süredir hava bombardımanıyla destek vermesi ve askeri işbirliği içinde olması Ankara’yı rahatsız ediyordu. Ankara, PKK’yla organik bağa sahip bir terör örgütü olarak nitelediği PYD’nin kendi sınırları boyunca Suriye’nin kuzeyinde yayılmasını ve güçlenmesini önlemeye çalışıyor. Türkiye’nin son aylarda PKK’ya yönelik operasyonlarını “nefsi müdafaa” olarak niteleyen Amerika, müttefiki olarak gördüğü YPG’yi ise hedef almasına sıcak bakmadı.

    Amerika’nın Sesi’nin ulaştığı uzmanlara göre Washington’un YPG’den kopması uzak bir olasılık. Bunun birinci nedeni YPG’nin Suriye’de etkin bir kara gücü olması ve alternatifi olmaması.
    Semih İdiz

    Semih İdiz

    ‘Türkiye’yi yatıştırmaya dönük’
    Cumhuriyet gazetesi ve Al Monitor yazarı Semih İdiz, Amerika’nın son PYD açıklamasını “Türkiye’yi yatıştırmaya dönük” buluyor:

    “Ben şahsen Amerika'nın PYD veya YPG'den sahada vazgeçmeye hazır olduğunu hiç zannetmiyorum. Orada bir Arap Demokratik Güçler (Suriye Demokratik Güçleri) şeklinde, bir örgüt üzerinden çalışıyor, ama o koalisyona baktığımız zaman Amerika ona ‘Arap Koalisyonu’ diyor. Orada ağırlıklı olarak PYD'nin olduğunu görüyoruz. Tahmin ediyorum bu açıklama, daha çok Türkiye'yi yatıştırmaya dönük. Mantık bize YPG ve PYD'Ye yapılan yardımların devam edeceğini söylüyor. Çünkü sahada Amerika açısından tek etkin güç bunlar.”
    ABD PYD’yle ilişkilerini yeniden mi şekillendiriyor?
    Semih İdiz’in “Arap Demokratik Güçleri” olarak tanımladığı Suriye Demokratik Güçleri, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’ndan (SETA) Ufuk Ulutaş’a göre “temelde YPG’den ibaret” bir güç: “Etrafında küçük küçük, Süryani, Arap gruplardan oluşsa da omurgasını YPG'nin oluşturduğu bir yapı, Suriye Demokratik Güçleri ismini verdiler. Amerika'nın da muhtemelen bundan sonra direkt olarak onlar üzerinden silah yardımı yapacağını, YPG'ye silah yardımı yapmayacağını anladım ben” diyor, SETA Dış Politika Araştırmaları Direktörü Ulutaş.

    “Böyle bir yapı, Amerika'nın Suriye Demokratik Güçleri dediği yapı. O da dediğim gibi, özünde PKK veya PYD. Araplar, içerisinde çok küçük bir azınlık. Bu sebepten işin açıkçası, ben ABD’den çok büyük bir politika değişikliği beklemiyorum. Bunu Amerikan yönetiminin Türkiye'ye verdiği bir jest olarak da görmüyorum” diye konuşan Ulutaş, Amerika’nın YPG’nin kara savaşında ‘kısıtlı bir müttefik’ olabileceğini fark ettiği görüşüşünde:

    “YPG, PYD’nin yoğun olduğu yerlerde belki kısmen, o da Amerikan hava desteğiyle etkili oldu. Fakat (ABD) özellikle Rakka'ya, Deyrezzur'a yönelik operasyonlarda çok etkili, çok verimli bir müttefik olmayacağını anladı. O sebepten YPG'nin içinde bulunduğu koalisyonu genişletme çabası içerisinde. Bu belki YPG'yle ilişkilerini yeniden şekillendirmesi açısından önemli bir veri. Fakat YPG'yle ilişkisini kaldıracağını ve silah verme meselesini durduracağın ben şahsen düşünmüyorum.”
    ‘PYD Türkiye’deki hukuk kurallarına göre terör örgütü değil’
    Amerika’nın özellikle geçen yıl Kobani kuşatması sırasında IŞİD’e karşı önemli başarı sağlayan YPG güçleriyle yaşadığı balayına son veriyormuşçasına bir açıklama yapması, Ankara’da temkinli bir memnuniyete yol açsa da, Türk dış politikasının çekirdeğinden yetişen bir diplomata göre Ankara’nın PYD’ye yönelik tavrı yanlış. Dışişleri Bakanlığı eski Müsteşarı ve 2000’li yılların ilk yarısında Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği’ni yapan Faruk Loğoğlu, Ankara’nın aksine Suriyeli Kürtler’i safına çekmesi gerektiğini düşünüyor. Loğoğlu, “Türk hükümetinin PYD konusundaki tutumunu bir gözden geçirmesi gerekecek. PYD Suriye'nin bütünlüğüne yönelik bir tehditte bulunmuyor. Suriye'nin birliği içinde belki istekleri, beklentileri var. Çok dikkat çekici bir nokta, PYD veya YPG, Türkiye'deki hukuk kurallarına göre terör örgütü ilan edilmiş bir örgüt değil. Bunun için ya bir Bakanlar Kurulu kararı lazım ya da Yargıtay kararı lazım. Ama herkes, hükümet, Sayın Cumhurbaşkanı, Başbakan, diğerleri 'PYD terör örgütüdür' deyip konuşuyorlar. Yani, Türkiye'nin bu konuda biraz daha rahatlaması lazım. Nasıl ki Barzani ve Talabani'yle ilişkiler bir zamanlar çok kötüydü, şimdi çok yakın. İlerde şartlar değişince Suriye'deki Kürtler'in de yanımızda olması lazım.”
    Faruk Loğoğlu

    Faruk Loğoğlu

    Loğoğlu, Dışişleri Bakanlığı’nın en tepe noktalarına kadar devam eden kariyerini daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi’nden milletvekili ve partinin dış politika danışmanı olarak sürdürdü. Amerika’nın YPG güçlerine silah ve mühimmat desteğini kestiğine yönelik açıklaması, “seçimleri yeni kazanan Adalet ve Kalkınma Partisi’ne bir göz kırpması olabilir mi?” diye sorduğumuz Loğoğlu, bu soruya, “Özellikle seçimlerden sonra böyle bir süreçte, çoğunlukla AKP hükümetinin hassasiyetlerini daha fazla dikkate almaya çalışacaklardır. Ama AKP'nin PYD'ye ilişkin görüşü, yani PKK'nın Suriye'deki uzantısı görüşü, biraz da Türkiye içindeki gelişmelere bağlı olarak o da değişebilir. Yeniden bir barış süreci başlatılır ise, ‘PKK'ya bakış açısı Türkiye'de değiştiği ölçüde ve değiştiği takdirde, PYD'ye bakış açısını da değiştirebilir’ diye düşünmek lazım. Her halukarda ben PYD faktörünün Türkiye-ABD arasında o kadar ciddi bir sorun olduğunu düşünmüyorum” yanıtını veriyor.
    ‘ABD-PYD-Ankara ilişkileri bir üçgen’

    PYD faktörü Türkiye ve Amerika arasında bir sorun mu, değil mi? Koalisyon çerçevesinde IŞİD hedeflerini havadan bombalayan Amerika için, Kobani kuşatmasından bu yana PYD’ye bağlı YPG güçleri dışında IŞİD’le karada mücadele edecek bir başka seçenek olmadı. Amerika’nın koalisyon ortaklarıyla birlikte, Suriye’de IŞİD’le mücadele etmek amacıyla muhalif savaşçı yetiştireceği ve milyonlarca dolar harcadığı “eğit-donat” programı fiyaskoyla sonuçlandı.

    Amerika ve koalisyonun diğer üyeleri Temmuz ayına kadar Irak ve Suriye’deki IŞİD hedeflerini Körfez’den, cıvar Arap ülkelerinden ve yakınlarda seyreden donanma filolarından kalkan uçaklarla vurdu. Türkiye bu dönem boyunca koalisyonun İncirlik Üssü’nü muharip olmayan, keşif ve istihbarat görevlerinde kullanılmasına izin verdi.

    Son bir yıl içinde Amerika’nın koalisyon özel koordinatörü emekli Orgeneral John Allen’ın Türkiye’de yürüttüğü temasların ardından Temmuz’da bir telefon görüşmesi gerçekleştiren Başkan Barack Obama ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, IŞİD’le mücadele koalisyonu çerçevesinde işbirliğinin genişletilmesi ve İncirlik Üssü’nün muharip görevlerde kullanılması konusunda anlaştı.

    Belki emekli Büyükelçi Faruk Loğoğlu’nun dediği gibi “PYD faktörü” Türkiye ve Amerika arasında “ciddi bir sorun olmayabilir” ancak İncirlik Üssü’nün kullanımıyla birlikte Amerika’nın elini kolunu bağlayan bir faktör haline gelmiş olabilir.

    Washington Enstitüsü Türkiye Araştırmaları Direktörü Soner Çağaptay, “Şimdi şunu söylemek lazım bu PYD'ye ağır silah verilmesi konusunda. Amerika açısından, ABD-PYD-Ankara ilişkileri bir üçgen. Üçgenin üç ayağının da olması lazım, yani, PYD'ye verilmesi düşünülen ağır silahlar, Amerika'nın Türkiye'deki üslerine erişimimin olmaması durumunda hiçbir şey ifade etmiyor. Üslere erişim de Türk-Amerikan ilişkilerinin olmazsa olmazı ise, ben bu ağır silah senaryosunun Türkiye'nin rızası olmadan gerçekleşmeyeceğini düşünüyorum” diyor.
    Soner Çağaptay

    Soner Çağaptay

    ‘Beyaz Saray Pentagon’un aksine PYD’ye silah verilmesine karşı’
    Amerika’nın Sesi’nin sorularını yanıtlayan Washington Enstitüsü uzmanı, Washington’un PYD’nin askeri kanadı olan YPG güçlerine ağır silah vermesinin Türkiye’nin rızasına bağlı olduğu görüşünde:

    “Bence kara gücü olarak doğru, ama eline ağır silah verilip verilmeyeceği sorusunda Amerika, Türkiye'yle PYD ilişkilerini dengeleyecektir. Çünkü arazide Amerika, IŞİD'le savaşan ve bu konuda edinimler kazanmış olan tek grup Suriye'de PYD, Irak'ta da Peşmerge. Dolayısıyla Amerika bunları biraz "boots on the ground (kara gücü)" olarak görüyor. Ama bence orada bitiyor yararlılık. PYD'nin eline ağır silah verilip verilmeyeceği sorusu, bunun Türk-Amerikan ilişkilerine olumsuz yansımaları olacağı için çok ciddi bir soru. Ben bunun Beyaz Saray'dan destek görmediğini biliyorum. Pentagon'dan bir miktar destek görse de bu fikir, onlar daha taktiksel bakıyorlar, belki de Beyaz Saray daha stratejik baktığı için ve ben nihai analizde, Türkiye'nin rızası olmadan PYD'ye ağır silah verilmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü PYD'ye verilen ağır silahlar, o ağır silahlar elinde olan gruba hava desteği olmadığı sürece hiçbir şey ifade etmiyor. O hava desteği de sadece Amerika’nın Türkiye'deki üslere erişimi durumunda mümkün.”
    Çağaptay, “eğer üsler açık olmasa, belki biraz daha PYD'ye ağır silah verilmesi argümanı kuvvetlenecekti. Üslerin açılması ve İncirlik’e yeni üslerin eklenmiş olması, Türkiye'nin bu üçlü ilişkide elini güçlendirmiş oldu bence” diyor.
    IŞİD’le Mücadele Koalisyonu’nun yeni koordinatörü Ankara’da
    Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 1 Kasım Genel Seçimleri’ni kazanmasının ardından tek parti olarak iktidarı yürüteceği önümüzdeki dört yılda, Amerika’yla IŞİD’le mücadele alanında işbirliğini genişleteceğine kesin gözüyle bakılıyor.
    Başkan Barack Obama’nın IŞİD’le Mücadele Özel Koordinatörlüğü görevini, bir süre önce emekli Orgeneral John Allen’dan devralan Brett McGurk, Twitter hesabından yaptığı duyuruda, üst düzey yetkililerle Irak ve Suriye konularında temaslarda bulunmak amacıyla Ankara’ya geldiğini açıkladı.
    Brett McGurk

    Brett McGurk

    Brett McGurk’ün “üst düzey yetkililerle temaslarının” ayrıntıları bilinmiyor. Her ne kadar “yeni” koordinatör olsa da, kendisi bu işin içinde yeni değil. Görev ilk kez Irak’ta Amerikan kuvvetlerinin komutanlığını yürüten John Allen’a verildiğinde kendisi de Allen’ın yardımcılığına atanmıştı. Ancak McGurk en az son on yılını bölgede, özellikle de Irak’taki Amerikan Büyükelçiliği’nde geçiren Dışişleri Bakanlığı’nın deneyimli bir diplomatı. Kendisi eski Büyükelçi James Jeffrey’den sonraki Bağdat Büyükelçisi olarak aday gösterilse de, Irak’ta görev yaptığı sırada haber sızdırdığı iddia edilen bir gazeteciyle yaşadığı gönül ilişkisinin bedelini ağır ödedi. Sonradan o gazeteciyle evlenmesine rağmen atamasını onaylamakla görevli senatörler kendisini affetmedi. Brett McGurk, geçen yıl Obama yönetimi tarafından IŞİD özel koordinatör yardımcılığı görevine atanıncaya kadar ABD Dışişleri Bakanlığı’nda gözlerden uzak kaldı.
    McGurk’ün yeni bir siyasi dönemde Ankara’ya gelmesine de tesadüf gözüyle bakılmıyor. Deneyimli diplomasi yazarı Semih İdiz, “Seçimlerden hemen sonra ve IŞİD'e karşı operasyonların devam ettiği ve bu arada Türkiye'nin de tabi, Kuzey Irak'ta Kandil'e karşı operasyonları devamettiği bir sırada, böyle kilit bir ismin Ankara'da olması, elbette ki hem nabız yoklamak, hem de yeni döneme dönük olarak bir altyapı hazırlamak içindir diye düşünüyorum” diyor.
    IŞİD’in son dönemde Türkiye’deki saldırılarını, özellikle kanlı intihar eylemleriyle arttırmasının ardından Ankara’nın da IŞİD’le mücadele çabalarını askeri ve emniyet operasyonlarıyla yoğunlaştırdığının altını çizen İdiz, bu konuda Türkiye “ne kadar aktif olursa Amerika'nın o kadar memnun olacağı muhakkak. Ama bunu açık olarak söyleyemiyor, çünkü hassas bir ilişki sürdürülüyor şu anda” diye ekliyor.
    Washington Ensitüsü uzmanı Soner Çağaptay’a göre de, “işbirliği güçlenecek” çünkü, “Türkiye zaten IŞİD tarafından saldırıya uğradı. IŞİD Türkiye’yi hedef alarak Ankara saldırısında zaten bir savaş başlatmış oldu. Hükümetin buna tepkisi oldukça sert olmaya devam edecek bence. İkincisi Rusya'nın Suriye'ye girmiş olması, Türkiye'nin elini biraz bağlıyor, çünkü Türkiye'nin desteklediği grupları Rusya hedef alıyor. Bu da aslında Türkiye'nin belki de enerjisini daha rahat IŞİD'e sarf edebileceğini, yönlendireceğini gösteriyor.”
    Ufuk Ulutaş

    Ufuk Ulutaş

    Türkiye ve Amerika’nın “yeni dönemde daha kapsamlı bir operasyona girişeceği öngörüsünde bulunan SETA uzmanı Ufuk Ulutaş da, McGurk’ün Ankara ziyaretiyle ilgili olarak Ankara’nın Suriye’nin kuzeyinde kurmak istediği “güvenli bölge” girişimine destek alacağı beklentisinde: “Gerçek manada güvenli bölge fikrinin hayata geçirilebileceği bir döneme gireceğiz bence. IŞİD’le mücadele koalisyonu temsilcisinin Türkiye'de bulunmasının bence büyük bir ihtimalle sebebi budur. Yapılacak son açıklama ki, Türk yetkililerden de yakın zamanda IŞİD'e yönelik operasyonda yeni bir aşamaya geçileceğine dair sinyaller verilmiş. Hatta çok net bir şekilde bunu söyleyen yetkililer de oldu. Yani ‘Şimdiye kadar ufak tefek hava saldırılarında bulunduk. Bununla birlikte IŞİD'le mücadele edecek grupları hazırlama safhası içindeydik’. Muhtemelen çok daha kapsamlı ve sahada belki oyun değiştirici mahiyette bir mücadele bence yeni başlayacak. Muhtemelen onun son organizasyonunu yapmak için geldi ve onu konuşacaklardır.
    IŞİD’le bir buçuk yıla yakın bir süredir devam eden “ zayıflat ve yok et ” stratejisi çerçevesinde Amerika birçok “ oyun değiştirici ” aktörü devreye soktu. Bunlardan en önemlisi de, cihatçı örgütle neredeyse burun buruna gelen Türkiye’yi daha aktif bir şekilde bu mücadelenin içine sokmak. Bu anlamda, gelecek hafta G20 zirvesine katılmak amacıyla Antalya’ya gelmesi beklenen Başkan Obama’nın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yapacağı görüşme merakla bekleniyor olacak.
    ‘Kafalarını kuma da gömseler IŞİD’le mücadele etmek zorunda kalacaklar’
    Adalet ve Kalkınma Partisi beş ay sonra yapılan ikinci seçimle, koalisyon ortağına gerek kalmadan tek başına bir hükümet kurma şansını elde etti. Bu fırsatın yarattığı dezavantaj ise, AKP’nin ülkenin kaderini etkileyecek konularda alacağı kararın ağır sorumluluğunu tek başına yüklenmek durumunda kalacak olması. AKP hükümeti, önceki yıl ve aylarda bilinçli olarak IŞİD’i tehdit olarak görmemekle, terör örgütü olduğunu geç kabul etmekle, IŞİD hedeflerinden çok PKK hedeflerini bombalamayı tercih etmekle suçlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan dahi, savcıların IŞİD bağlantısı tespit ettikleri 10 Ekim’deki Ankara garı önünde düzenlenen bombalı saldırının, “IŞİD, PKK, Suriye Muhaberatı ve PYD”den ibaret kolektif bir eylem olduğunu savundu. Yüzü aşkın sivilin ölümüne yol açan eylem, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşanan en kanlı saldırı olarak tarihe geçti.
    Emekli Büyükelçi ve Cumhuriyet Halk Partisi eski milletvekili Faruk Loğoğlu da, AKP hükümetinin IŞİD’le mücadeleyi genişletme sorumluluğunu kaçınılmaz bir şekilde üstlenmek zorunda kalacağına şu sözlerle dikkati çekiyor: “Şimdi Türkiye IŞİD'le mücadeleye daha fazla taraf olmak durumunda kalacak. Hükümet ne düşünürse düşünsün. IŞİD artık Türkiye'yi bir hedef ülke haline getirmiştir. Yapılan son büyük saldırılarda, hem de büyük çaplı saldırılarda IŞİD'in parmağı olduğu biliniyor. Türkiye'nin her tarafına dağılmış oldukları da yapılan operasyonlardan, tutuklamalardan belli oluyor. Dolayısıyla Türkiye devasa bir IŞİD terör tehdit ve tehlikesiyle karşı karşıya. Yani kafalarını kuma da gömseler, şu veya bu sebepten, AKP hükümeti, Türkiye IŞİD'le mücadele etmek durumunda kalacaktır. Bu da Türkiye'yle ABD arasında IŞİD'le mücadele bağlamında giderek daha fazla boyut kazanan bir işbirliğine dönüşecek. Tabi bunun sonucunda IŞİD'in ana muhatabı maalesef Türkiye olabilir, o da Türkiye için çok kötü olur. O da ayrı bir konu.”

    29 Ocak 2017 Pazar

    12 Eylül 2010 – 12 Eylül 2110?




    12 Eylül 2010


    12 Eylül 2110?

    Faruk LOĞOĞLU, 
    Emekli Büyükelçi

    Referandum olumlu sonuçlandığı takdirde, AKP tekrar iktidara gelmek için istediği zemini hazırlayacak ve uzun dönemli hamlelerle ülkede arzuladığı düzeni, denetime tabi olmaksızın, kurmaya devam edecektir. Bu nedenle, referandum 2010 yılında yapılacak ama belki Türkiye’nin 2110 yılındaki yapısını etkileyecek sonuçları olacaktır.

    Türkiye, Cumhuriyet döneminin en önemli yol ayrımına 12 Eylül 2010 sabahı varıyor. Halk oylaması, şeklen, anayasa değişiklikleriyle ilgilidir. Ancak, 12 Eylül’de yapılacak oylama Türkiye’nin hayat tarzı, toplumsal değerleri, siyaset anlayışı, dış ilişkileri, diğer bir deyişle ülkemizin geleceğini yeni baştan belirleyecek bir sonraki dönemin oylaması olacaktır. Diğer bir deyişle referandumda oylanacak olan Türkiye’nin gelecekteki yapısı, kaderi ve uygarlık iddiasıdır.
    Anayasa değişiklik paketinin içine başka unsurlarla süslenerek konulmuş olan ve iktidar partisinin asıl hedeflediği bir nokta vardır ki açık hedefi itibarıyla referandumun can alıcı noktasını oluşturmaktadır. İktidar, paketin içine yerleştirdiği malum maddelerle hukukun üstünlüğü yerine siyasi iradenin hâkimiyetini kurmayı amaçlamaktadır. Yargı, özellikle Anayasa Mahkemesi ve diğer yüksek yargı organları, bugün iktidar partisi tarafından icraatları önünde birer engel olarak görülmektedir. Yargıyı da siyasi vesayet altına alarak iktidar bilinen dünya görüşünü hayata geçirmek için mutlak (denetime tabi olmamak anlamında) bir güce sahip olmayı amaçlamaktadır. Demokrasimizin bekası bakımından bu yaklaşım yeterince tehlikelidir.

    İktidara Güvenoyu Meselesi

    Ancak iktidar partisi referandumla daha da stratejik bir iddia gütmektedir. Referandum tekrar iktidara gelmek için tasarlanmış bir ara basamaktır. Paket bilinçli olarak birbiriyle ilgisiz maddelerden oluşturularak vatandaş topluca “evet” ya da“hayır” oyu kullanmaya mahkûm edilmiştir. Bunun demokratik seçim hakkıyla ilgisi yoktur. “Ya benimlesin, ya benden değilsin” dayatmasıdır. 42 milyondan fazla seçmenin belki sadece birkaç on bininin, o da yaklaşık olarak anlayabildiği bir paket oylanacaktır.
    Dolayısıyla, konu anayasa değil, iktidara güvenoyu meselesidir. Eğer maksat daha iyi bir anayasa olsaydı, sadece birkaç yıl önce, “Türkiye’nin ihtiyacı yeni bir sivil demokratik anayasadır!” söylemiyle ortaya çıkan, hatta bir de taslak hazırlattıran bugünkü iktidarın bu savına uygun hareket eder, “genel seçimlerden sonra yeni bir anayasa” demesi gerekirdi. Oysa tamamen iktidarda tutunabilmek saikiyle bir referandum tasarlanmıştır. Referandum sürecini Türk mahkemeleri önünde süregelen çeşitli davalar ve Yüksek Askeri Şûra toplantılarına paralel bir takvim içinde götürerek de kamuoyu Türk demokrasisinin hem sözde “yargı vesayeti”, hem “askeri vesayet”ten kurtarılmakta olduğuna inandırılmaya çalışılmaktadır. İktidar partisi “askeri etkiden arındırılmış sivil demokrasi” ve “üstünlerin hukuku yerine hukukun üstünlüğü” gibi kulağa hoş gelen, ancak Adalet ve Kalkınma Partisi liderlerinin emelleri bakımından bambaşka anlamlar taşıyan bu savlarla demokrasi ve özgürlük adına hareket ettiklerini iddia etmektedir.

    AKP’nin hedefi

    Ne var ki, bu iddia AKP liderlerinin gerçek hedefini örtememektedir. Artık gizlisi saklısı da pek kalmamış olan bu hedef, “laik     değerlere”     değil, “inançlara” dayalı yeni bir toplumsal düzen yaratmak ve bu farklı Türkiye için küresel planda yeni bir adres belirlemektedir. Bu, “ikinci Cumhuriyet”, “neo-Osmanlıcılık” gibi söylemleri çok aşan, laik olmayan esaslara dayalı bir toplumsal yaşam, din ile devlet işleri arasındaki çizginin kaldırılmış olduğu, “hukuk”un üstünlüğü yerine“inanç” üstünlüğünün hâkim kılınacağı ve buna uygun bir dış politikanın izleneceği bir düzenin özlemidir.
    Demokratik özgürlükler üzerindeki kısıtlamalar sözde kaldırılarak özel alan konusu olan inanç uygulamaları kamu alanına taşınacaktır. Türbanın üzerindeki bilinçli olarak gündemde tutulan siyasi tartışma bu tasarımın kırılma noktalarından sadece birisidir. Bu sürecin anlamı, Cumhuriyetimizin temelinde yatan ve laikliğin en kesin ifadesi olan, egemenliğin bu dünyaya, insana ait bir kavram olduğunu ifade eden “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesinin anlamını yitirmesidir. Sürecin önü kesilmediği takdirde üreteceği sonuç ise laik bireylerin hür iradesine dayalı bir ulus-toplum yerine, cemaatlerden oluşan bir ümmet, laik ve eşitlikçi kuralların değil, herkesin sorgulamadan kendini tabi saydığı dini esas ve normların egemen olacağı bir toplum düzenidir. AKP sekiz yıl önce iktidara geldiği güne göre bugün daha cesurdur ve daha fazla özgüvene sahiptir. İlk dönemde AB trenine binerek çıktığı siyasi yolculuğun önemli bir merhalesini, Avrupa ve Amerika’da kendisine uzun süre devam edecek destek de sağlayarak tamamlamış, gerek kalmayınca da AB’ye katılma hedefi “Avrupalılar bizi istemiyor” bahanesiyle bir kenara itilerek trenden inilmiştir.

    Çelişkiler yumağı

    Bugün Türkiye bir çelişkiler yumağı, gerilim ve sevgisizlikle dolu bir ülke haline gelmiştir. İç ve dış açılımlarla Türkiye içerde kutuplaşmalara dışarıda ise belirsizliklere mahkûm edilmiştir. Ülke ekonomisi zenginleşirken halkı yoksullaşmış, üniversite mezunu gençlerin sayısı artarken iş bulamayanlarının sayısı büyümüş, kadın hakları kâğıt üzerinde sözde düzeltilirken kadınlar eve, tesettüre, çocuk yapma, töre ve kuma gibi çemberlerin içine sıkıştırılmışlardır. Çocuklar ve gençler çağımızın ihtiyaçlarının çok gerisinde kalan yetersiz bir eğitim sisteminin yükü altında ezilmektedirler. Etnik köken, izlenen yanlış politika ve gelişigüzel açılımlarla, birleştirici, zenginleştirici bir unsur olmaktan çıkmış, bugün toplumsal gerginliklerin ana kaynağına dönüşmüştür. Çözüm üretmesi gereken siyasetçiler ise ülke enerjisini kısır kavgalarıyla tüketmekte, toplum psikolojisini tehlikeli bir biçimde bozmaktadırlar.
    Dış ilişkilerimizde de iç dönüşüme bağlı olarak, AB ve Avrupa-Atlantik camiasından bilinçli bir uzaklaşma, buna mukabil ağırlıklı olarak Müslüman ülkelerle kararlı bir yakınlaşma politikası izlenmekte, dine dayalı bir bakış açısıyla uyumlu bir dış politika ekseni oluşturulmaktadır.
    Sonuç:
    Referandum olumlu sonuçlandığı takdirde, AKP tekrar iktidara gelmek için istediği zemini hazırlayacak ve uzun dönemli hamlelerle ülkede arzuladığı düzeni, denetime tabi olmaksızın, kurmaya devam edecektir. Bu nedenle, referandum 2010 yılında yapılacak ama belki Türkiye’nin 2110 yılındaki yapısını etkileyecek sonuçları olacaktır.
    Türkiye, laik demokratik siyasi bir yapı, güçlü bir ekonomi ve toplumsal barışla ve bu doğrultuda hazırlanıp hayata geçirilecek yepyeni bir anayasayla 21. yüzyılın yükselen yıldızlarından biri olmalıdır, olabilir. Bunu sağlayacak güç vardır. Bu güç vatandaşımızın sağduyusudur. 12 Eylül günü yapılacak olan halkoylaması, ülkemizin geleceğine sahip çıkmak için hayati bir fırsat, bu fırsatı doğru değerlendirmek ise her birimizin tarihi sorumluluğudur.

    ****


    20 Ocak 2017 Cuma

    ABD'nin YPG Açıklaması Ne İfade Ediyor?



    ABD'nin YPG Açıklaması Ne İfade Ediyor?


    ABD'nin YPG Açıklaması Ne İfade Ediyor?
    06 Kasım 2015
    Alparslan Esmer


    Amerika’nın Sesi’nin ulaştığı uzmanlara göre Washington’un YPG’den kopması uzak bir olasılık. Bunun birinci nedeni YPG’nin Suriye’de etkin bir kara gücü olması ve alternatifi olmaması.

    ANKARA — 

    Amerika Savunma Bakanlığı’nın Suriye’nin kuzeyinde IŞİD’le mücadele eden Kürt güçlerine silah ve mühimmat yardımını kestiği açıklaması, Türkiye’de memnuniyetle karşılansa da, Amerika’nın Sesi’nin ulaştığı uzmanlar Washington’un YPG’yi gözden çıkarmasına olasılık vermiyor.
    Bununla birlikte uzmanlar,­ Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tek başına iktidarı garantilediği önümüzdeki dört yılda Amerika’yla IŞİD’le mücadelede işbirliğinin artacağına da dikkati çekiyor.
    IŞİD’le mücadele koalisyonunun Bağdat’taki sözcüsü Amerikalı Albay Steve Warren, YPG’ye silah ve mühimmat yardımına son verdiklerini açıklamış, son havadan yapılan yardımın Suriye-Arap koalisyonuna gittiğini açıklamıştı.
    YPG’nin bağlı olduğu PYD’yi, terör örgütü olarak gören Ankara, karardan memnuniyetini Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Tanju Bilgiç’in “ABD’li yetkililerin açıklamalarını memnuniyetle not ettik. Bunun sahada nasıl uygulanacağını kararlılıkla yakından takip edeceğiz” sözleriyle teyit etti.
    Amerika’nın, Suriye’de IŞİD’le mücadelenin ‘kara gücü’ işlevini yürüten YPG’ye bir süredir hava bombardımanıyla destek vermesi ve askeri işbirliği içinde olması Ankara’yı rahatsız ediyordu. Ankara, PKK’yla organik bağa sahip bir terör örgütü olarak nitelediği PYD’nin kendi sınırları boyunca Suriye’nin kuzeyinde yayılmasını ve güçlenmesini önlemeye çalışıyor. Türkiye’nin son aylarda PKK’ya yönelik operasyonlarını “nefsi müdafaa” olarak niteleyen Amerika, müttefiki olarak gördüğü YPG’yi ise hedef almasına sıcak bakmadı.
    Amerika’nın Sesi’nin ulaştığı uzmanlara göre Washington’un YPG’den kopması uzak bir olasılık. Bunun birinci nedeni YPG’nin Suriye’de etkin bir kara gücü olması ve alternatifi olmaması.

    Semih İdiz

    Cumhuriyet gazetesi ve Al Monitor yazarı Semih İdiz, 

    Amerika’nın son PYD açıklamasını “Türkiye’yi yatıştırmaya dönük” buluyor:
    “Ben şahsen Amerika'nın PYD veya YPG'den sahada vazgeçmeye hazır olduğunu hiç zannetmiyorum. Orada bir Arap Demokratik Güçler (Suriye Demokratik Güçleri) şeklinde, bir örgüt üzerinden çalışıyor, ama o koalisyona baktığımız zaman Amerika ona ‘Arap Koalisyonu’ diyor. Orada ağırlıklı olarak PYD'nin olduğunu görüyoruz. Tahmin ediyorum bu açıklama, daha çok Türkiye'yi yatıştırmaya dönük. Mantık bize YPG ve PYD'Ye yapılan yardımların devam edeceğini söylüyor. Çünkü sahada Amerika açısından tek etkin güç bunlar.”
    ABD PYD’yle ilişkilerini yeniden mi şekillendiriyor?
    Semih İdiz’in “Arap Demokratik Güçleri” olarak tanımladığı Suriye Demokratik Güçleri, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’ndan (SETA) Ufuk Ulutaş’a göre “temelde YPG’den ibaret” bir güç: “Etrafında küçük küçük, Süryani, Arap gruplardan oluşsa da omurgasını YPG'nin oluşturduğu bir yapı, Suriye Demokratik Güçleri ismini verdiler. Amerika'nın da muhtemelen bundan sonra direkt olarak onlar üzerinden silah yardımı yapacağını, YPG'ye silah yardımı yapmayacağını anladım ben” diyor, SETA Dış Politika Araştırmaları 

    Direktörü Ulutaş.

    “Böyle bir yapı, Amerika'nın Suriye Demokratik Güçleri dediği yapı. O da dediğim gibi, özünde PKK veya PYD. Araplar, içerisinde çok küçük bir azınlık. Bu sebepten işin açıkçası, ben ABD’den çok büyük bir politika değişikliği beklemiyorum. Bunu Amerikan yönetiminin Türkiye'ye verdiği bir jest olarak da görmüyorum” diye konuşan Ulutaş, Amerika’nın YPG’nin kara savaşında ‘kısıtlı bir müttefik’ olabileceğini fark ettiği görüşüşünde:
    “YPG, PYD’nin yoğun olduğu yerlerde belki kısmen, o da Amerikan hava desteğiyle etkili oldu. Fakat (ABD) özellikle Rakka'ya, Deyrezzur'a yönelik operasyonlarda çok etkili, çok verimli bir müttefik olmayacağını anladı. O sebepten YPG'nin içinde bulunduğu koalisyonu genişletme çabası içerisinde. Bu belki YPG'yle ilişkilerini yeniden şekillendirmesi açısından önemli bir veri. Fakat YPG'yle ilişkisini kaldıracağını ve silah verme meselesini durduracağın ben şahsen düşünmüyorum.”

    ‘PYD Türkiye’deki hukuk kurallarına göre terör örgütü değil’

    Amerika’nın özellikle geçen yıl Kobani kuşatması sırasında IŞİD’e karşı önemli başarı sağlayan YPG güçleriyle yaşadığı balayına son veriyormuşçasına bir açıklama yapması, Ankara’da temkinli bir memnuniyete yol açsa da, Türk dış politikasının çekirdeğinden yetişen bir diplomata göre Ankara’nın PYD’ye yönelik tavrı yanlış. Dışişleri Bakanlığı eski Müsteşarı ve 2000’li yılların ilk yarısında Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği’ni yapan Faruk Loğoğlu, Ankara’nın aksine Suriyeli Kürtler’i safına çekmesi gerektiğini düşünüyor. Loğoğlu, “Türk hükümetinin PYD konusundaki tutumunu bir gözden geçirmesi gerekecek. PYD Suriye'nin bütünlüğüne yönelik bir tehditte bulunmuyor. Suriye'nin birliği içinde belki istekleri, beklentileri var. Çok dikkat çekici bir nokta, PYD veya YPG, Türkiye'deki hukuk kurallarına göre terör örgütü ilan edilmiş bir örgüt değil. Bunun için ya bir Bakanlar Kurulu kararı lazım ya da Yargıtay kararı lazım. Ama herkes, hükümet, Sayın Cumhurbaşkanı, Başbakan, diğerleri 'PYD terör örgütüdür' deyip konuşuyorlar. Yani, Türkiye'nin bu konuda biraz daha rahatlaması lazım. Nasıl ki Barzani ve Talabani'yle ilişkiler bir zamanlar çok kötüydü, şimdi çok yakın. İlerde şartlar değişince Suriye'deki Kürtler'in de yanımızda olması lazım.”

    Faruk Loğoğlu

    Loğoğlu, Dışişleri Bakanlığı’nın en tepe noktalarına kadar devam eden kariyerini daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi’nden milletvekili ve partinin dış politika danışmanı olarak sürdürdü. Amerika’nın YPG güçlerine silah ve mühimmat desteğini kestiğine yönelik açıklaması, “seçimleri yeni kazanan Adalet ve Kalkınma Partisi’ne bir göz kırpması olabilir mi?” diye sorduğumuz Loğoğlu, bu soruya, “Özellikle seçimlerden sonra böyle bir süreçte, çoğunlukla AKP hükümetinin hassasiyetlerini daha fazla dikkate almaya çalışacaklardır. Ama AKP'nin PYD'ye ilişkin görüşü, yani PKK'nın Suriye'deki uzantısı görüşü, biraz da Türkiye içindeki gelişmelere bağlı olarak o da değişebilir. Yeniden bir barış süreci başlatılır ise, ‘PKK'ya bakış açısı Türkiye'de değiştiği ölçüde ve değiştiği takdirde, PYD'ye bakış açısını da değiştirebilir’ diye düşünmek lazım. Her halukarda ben PYD faktörünün Türkiye-ABD arasında o kadar ciddi bir sorun olduğunu düşünmüyorum” yanıtını veriyor.

    ‘ABD-PYD-Ankara ilişkileri bir üçgen’

    PYD faktörü Türkiye ve Amerika arasında bir sorun mu, değil mi? Koalisyon çerçevesinde IŞİD hedeflerini havadan bombalayan Amerika için, Kobani kuşatmasından bu yana PYD’ye bağlı YPG güçleri dışında IŞİD’le karada mücadele edecek bir başka seçenek olmadı. Amerika’nın koalisyon ortaklarıyla birlikte, Suriye’de IŞİD’le mücadele etmek amacıyla muhalif savaşçı yetiştireceği ve milyonlarca dolar harcadığı “eğit-donat” programı fiyaskoyla sonuçlandı.
    Amerika ve koalisyonun diğer üyeleri Temmuz ayına kadar Irak ve Suriye’deki IŞİD hedeflerini Körfez’den, cıvar Arap ülkelerinden ve yakınlarda seyreden donanma filolarından kalkan uçaklarla vurdu. Türkiye bu dönem boyunca koalisyonun İncirlik Üssü’nü muharip olmayan, keşif ve istihbarat görevlerinde kullanılmasına izin verdi.
    Son bir yıl içinde Amerika’nın koalisyon özel koordinatörü emekli Orgeneral John Allen’ın Türkiye’de yürüttüğü temasların ardından Temmuz’da bir telefon görüşmesi gerçekleştiren Başkan Barack Obama ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, IŞİD’le mücadele koalisyonu çerçevesinde işbirliğinin genişletilmesi ve İncirlik Üssü’nün muharip görevlerde kullanılması konusunda anlaştı.
    Belki emekli Büyükelçi Faruk Loğoğlu’nun dediği gibi “PYD faktörü” Türkiye ve Amerika arasında “ciddi bir sorun olmayabilir” ancak İncirlik Üssü’nün kullanımıyla birlikte Amerika’nın elini kolunu bağlayan bir faktör haline gelmiş olabilir.

    Washington Enstitüsü Türkiye Araştırmaları Direktörü Soner Çağaptay, “Şimdi şunu söylemek lazım bu PYD'ye ağır silah verilmesi konusunda. Amerika açısından, ABD-PYD-Ankara ilişkileri bir üçgen. Üçgenin üç ayağının da olması lazım, yani, PYD'ye verilmesi düşünülen ağır silahlar, Amerika'nın Türkiye'deki üslerine erişimimin olmaması durumunda hiçbir şey ifade etmiyor. Üslere erişim de Türk-Amerikan ilişkilerinin olmazsa olmazı ise, ben bu ağır silah senaryosunun Türkiye'nin rızası olmadan gerçekleşmeyeceğini düşünüyorum” diyor.


    Soner Çağaptay

    ​‘Beyaz Saray Pentagon’un aksine PYD’ye silah verilmesine karşı’
    Amerika’nın Sesi’nin sorularını yanıtlayan Washington Enstitüsü uzmanı, Washington’un PYD’nin askeri kanadı olan YPG güçlerine ağır silah vermesinin Türkiye’nin rızasına bağlı olduğu görüşünde:
    “Bence kara gücü olarak doğru, ama eline ağır silah verilip verilmeyeceği sorusunda Amerika, Türkiye'yle PYD ilişkilerini dengeleyecektir. Çünkü arazide Amerika, IŞİD'le savaşan ve bu konuda edinimler kazanmış olan tek grup Suriye'de PYD, Irak'ta da Peşmerge. Dolayısıyla Amerika bunları biraz "boots on the ground (kara gücü)" olarak görüyor. Ama bence orada bitiyor yararlılık. PYD'nin eline ağır silah verilip verilmeyeceği sorusu, bunun Türk-Amerikan ilişkilerine olumsuz yansımaları olacağı için çok ciddi bir soru. Ben bunun Beyaz Saray'dan destek görmediğini biliyorum. Pentagon'dan bir miktar destek görse de bu fikir, onlar daha taktiksel bakıyorlar, belki de Beyaz Saray daha stratejik baktığı için ve ben nihai analizde, Türkiye'nin rızası olmadan PYD'ye ağır silah verilmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü PYD'ye verilen ağır silahlar, o ağır silahlar elinde olan gruba hava desteği olmadığı sürece hiçbir şey ifade etmiyor. O hava desteği de sadece Amerika’nın Türkiye'deki üslere erişimi durumunda mümkün.”
    Çağaptay, “eğer üsler açık olmasa, belki biraz daha PYD'ye ağır silah verilmesi argümanı kuvvetlenecekti. Üslerin açılması ve İncirlik’e yeni üslerin eklenmiş olması, Türkiye'nin bu üçlü ilişkide elini güçlendirmiş oldu bence” diyor.


    Brett McGurk 

    ​IŞİD’le Mücadele Koalisyonu’nun yeni koordinatörü Ankara’da
    Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 1 Kasım Genel Seçimleri’ni kazanmasının ardından tek parti olarak iktidarı yürüteceği önümüzdeki dört yılda, Amerika’yla IŞİD’le mücadele alanında işbirliğini genişleteceğine kesin gözüyle bakılıyor.
    Başkan Barack Obama’nın IŞİD’le Mücadele Özel Koordinatörlüğü görevini, bir süre önce emekli Orgeneral John Allen’dan devralan Brett McGurk, Twitter hesabından yaptığı duyuruda, üst düzey yetkililerle Irak ve Suriye konularında temaslarda bulunmak amacıyla Ankara’ya geldiğini açıkladı.


    Brett McGurk

    Brett McGurk’ün “üst düzey yetkililerle temaslarının” ayrıntıları bilinmiyor. Her ne kadar “yeni” koordinatör olsa da, kendisi bu işin içinde yeni değil. Görev ilk kez Irak’ta Amerikan kuvvetlerinin komutanlığını yürüten John Allen’a verildiğinde kendisi de Allen’ın yardımcılığına atanmıştı. Ancak McGurk en az son on yılını bölgede, özellikle de Irak’taki Amerikan Büyükelçiliği’nde geçiren Dışişleri Bakanlığı’nın deneyimli bir diplomatı. Kendisi eski Büyükelçi James Jeffrey’den sonraki Bağdat Büyükelçisi olarak aday gösterilse de, Irak’ta görev yaptığı sırada haber sızdırdığı iddia edilen bir gazeteciyle yaşadığı gönül ilişkisinin bedelini ağır ödedi. Sonradan o gazeteciyle evlenmesine rağmen atamasını onaylamakla görevli senatörler kendisini affetmedi. Brett McGurk, geçen yıl Obama yönetimi tarafından IŞİD özel koordinatör yardımcılığı görevine atanıncaya kadar ABD Dışişleri Bakanlığı’nda gözlerden uzak kaldı.
    McGurk’ün yeni bir siyasi dönemde Ankara’ya gelmesine de tesadüf gözüyle bakılmıyor. Deneyimli diplomasi yazarı Semih İdiz, “Seçimlerden hemen sonra ve IŞİD'e karşı operasyonların devam ettiği ve bu arada Türkiye'nin de tabi, Kuzey Irak'ta Kandil'e karşı operasyonları devamettiği bir sırada, böyle kilit bir ismin Ankara'da olması, elbette ki hem nabız yoklamak, hem de yeni döneme dönük olarak bir altyapı hazırlamak içindir diye düşünüyorum” diyor.
    IŞİD’in son dönemde Türkiye’deki saldırılarını, özellikle kanlı intihar eylemleriyle arttırmasının ardından Ankara’nın da IŞİD’le mücadele çabalarını askeri ve emniyet operasyonlarıyla yoğunlaştırdığının altını çizen İdiz, bu konuda Türkiye “ne kadar aktif olursa Amerika'nın o kadar memnun olacağı muhakkak. Ama bunu açık olarak söyleyemiyor, çünkü hassas bir ilişki sürdürülüyor şu anda” diye ekliyor.

    Washington Ensitüsü uzmanı Soner Çağaptay’a göre de, “işbirliği güçlenecek” çünkü, “Türkiye zaten IŞİD tarafından saldırıya uğradı. IŞİD Türkiye’yi hedef alarak Ankara saldırısında zaten bir savaş başlatmış oldu. Hükümetin buna tepkisi oldukça sert olmaya devam edecek bence. İkincisi Rusya'nın Suriye'ye girmiş olması, Türkiye'nin elini biraz bağlıyor, çünkü Türkiye'nin desteklediği grupları Rusya hedef alıyor. Bu da aslında Türkiye'nin belki de enerjisini daha rahat IŞİD'e sarf edebileceğini, yönlendireceğini gösteriyor.”



    Ufuk Ulutaş

    Türkiye ve Amerika’nın “yeni dönemde daha kapsamlı bir operasyona girişeceği öngörüsünde bulunan SETA uzmanı Ufuk Ulutaş da, McGurk’ün Ankara ziyaretiyle ilgili olarak Ankara’nın Suriye’nin kuzeyinde kurmak istediği “güvenli bölge” girişimine destek alacağı beklentisinde: “Gerçek manada güvenli bölge fikrinin hayata geçirilebileceği bir döneme gireceğiz bence. IŞİD’le mücadele koalisyonu temsilcisinin Türkiye'de bulunmasının bence büyük bir ihtimalle sebebi budur. Yapılacak son açıklama ki, Türk yetkililerden de yakın zamanda IŞİD'e yönelik operasyonda yeni bir aşamaya geçileceğine dair sinyaller verilmiş. Hatta çok net bir şekilde bunu söyleyen yetkililer de oldu. Yani ‘Şimdiye kadar ufak tefek hava saldırılarında bulunduk. Bununla birlikte IŞİD'le mücadele edecek grupları hazırlama safhası içindeydik’. Muhtemelen çok daha kapsamlı ve sahada belki oyun değiştirici mahiyette bir mücadele bence yeni başlayacak. Muhtemelen onun son organizasyonunu yapmak için geldi ve onu konuşacaklardır.

    IŞİD’le bir buçuk yıla yakın bir süredir devam eden “zayıflat ve yok et” stratejisi çerçevesinde Amerika birçok “oyun değiştirici” aktörü devreye soktu. Bunlardan en önemlisi de, cihatçı örgütle neredeyse burun buruna gelen Türkiye’yi daha aktif bir şekilde bu mücadelenin içine sokmak. Bu anlamda, gelecek hafta G20 zirvesine katılmak amacıyla Antalya’ya gelmesi beklenen Başkan Obama’nın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yapacağı görüşme merakla bekleniyor olacak.
    ‘Kafalarını kuma da gömseler IŞİD’le mücadele etmek zorunda kalacaklar’
    Adalet ve Kalkınma Partisi beş ay sonra yapılan ikinci seçimle, koalisyon ortağına gerek kalmadan tek başına bir hükümet kurma şansını elde etti. Bu fırsatın yarattığı dezavantaj ise, AKP’nin ülkenin kaderini etkileyecek konularda alacağı kararın ağır sorumluluğunu tek başına yüklenmek durumunda kalacak olması. AKP hükümeti, önceki yıl ve aylarda bilinçli olarak IŞİD’i tehdit olarak görmemekle, terör örgütü olduğunu geç kabul etmekle, IŞİD hedeflerinden çok PKK hedeflerini bombalamayı tercih etmekle suçlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan dahi, savcıların IŞİD bağlantısı tespit ettikleri 10 Ekim’deki Ankara garı önünde düzenlenen bombalı saldırının, “IŞİD, PKK, Suriye Muhaberatı ve PYD”den ibaret kolektif bir eylem olduğunu savundu. Yüzü aşkın sivilin ölümüne yol açan eylem, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşanan en kanlı saldırı olarak tarihe geçti.
    Emekli Büyükelçi ve Cumhuriyet Halk Partisi eski milletvekili Faruk Loğoğlu da, AKP hükümetinin IŞİD’le mücadeleyi genişletme sorumluluğunu kaçınılmaz bir şekilde üstlenmek zorunda kalacağına şu sözlerle dikkati çekiyor: “Şimdi Türkiye IŞİD'le mücadeleye daha fazla taraf olmak durumunda kalacak. Hükümet ne düşünürse düşünsün. IŞİD artık Türkiye'yi bir hedef ülke haline getirmiştir. Yapılan son büyük saldırılarda, hem de büyük çaplı saldırılarda IŞİD'in parmağı olduğu biliniyor. Türkiye'nin her tarafına dağılmış oldukları da yapılan operasyonlardan, tutuklamalardan belli oluyor. Dolayısıyla Türkiye devasa bir IŞİD terör tehdit ve tehlikesiyle karşı karşıya. Yani kafalarını kuma da gömseler, şu veya bu sebepten, AKP hükümeti, Türkiye IŞİD'le mücadele etmek durumunda kalacaktır. Bu da Türkiye'yle ABD arasında IŞİD'le mücadele bağlamında giderek daha fazla boyut kazanan bir işbirliğine dönüşecek. Tabi bunun sonucunda IŞİD'in ana muhatabı maalesef Türkiye olabilir, o da Türkiye için çok kötü olur. O da ayrı bir konu.”



    http://www.amerikaninsesi.com/a/abd-nin-ypg-aciklamasi-ne-ifade-ediyor/3041561.html






    **