Cebeci etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cebeci etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ocak 2017 Pazar

Fethullah’ın Copları BÖLÜM 2



Fethullah’ın Copları BÖLÜM 2


Hafta İzinlerinde Nurculuk Dersi
"Medrese, zaviye gibi işleyen 'Şarj Evleri'... Bu evler meçhul evlerdir. Bu evler sizin bildiğiniz gibi evler, minaresi olan, ezan okunduğu zaman herkesin içine girdiği malum evler değildir. Meçhul ev. Kelime karakteristik olarak seçilmişi ir. Belirsiz evlerdir. Bunlar belli olmazlar, çünkü o evlere girip,çıkan insanlar yakın takiptedirler. Elden geldiğince evler kamufle edilmelidir."      Fethullah Gülen
1979 yılı Polis Koleji için her açıdan Önemli bir yıldı. Polis Koleji dört yıllık Öğretim süresi uygulamasını o yıl, ilk kez başlattı. Koleje ilk hazırlık sınıfı öğrencileri geldi. Hazırlık sınıfında sadece yabancı dil eğitimi verilecekti. Haftada 50 saate yakın dil eğitimi veriliyordu. Bunun için okul kadrosuna İngilizce ve Almanca dili üzerine uzman çok deneyimli öğretmenler alındı. Dil laboratuvarları kuruldu. Yeni öğrenciler için. yeni bir sınıf katı oluşturuldu. Bu sınıflat" onarımdan geçirildi. Duvar boyaları yenilendi. Yeni sıralar getirtildi. Soft adında, o yıllarda Hacettepe Üniversitesi filoloji bölümü öğrencilerinin öğreniminde kullanılan Özel kitaplar alındı. Hazırlık sınıfı öğrencileri için hazırlanan dershaneler, eksiksiz ve tertemizdi.
Ancak bu arada, bu öğrenciler için okul dışında da yeni 'dershaneler' oluşturulmuştu. Bu dershaneler, "hayır sahiplerinin” ve vakıfların desteğiyle Ankara'nın çeşitli semtlerinde kiralanan evlerdi. Gülen'in 'Işık Evleri', 'dershaneleri' için potansiyel öğrenciler Polis Koleji'ne gelmişti ama henüz 'dershaneye' götürülecek kıvamda değillerdi. Polis Koleji'nde ders yılının başladığı ilk günlerde, 'kıvama getirme' çalışmaları başladı. Önceki yıllarda bu dershanelere giden, bu dershanelerin mevcudunun arttırılması için birilerince, "adam kazanmakla*' görevlendirilen üst sınıf ağabeyler, hazırlık sınıfı Öğrencileri arasında 'adam kapma' ya da 'şarja uygun olanları seçme' işine giriştiler. Okulun zemin katında, kalorifer dairesinin hemen üstünde ve mutfağın karşısında bulunan mescidi kendi renklerinde olan öğrencileri saptamak, kıvama getirmek için kullandılar.
Sonralar! 'imam' sıfatıyla karşımıza çıkacak bu kişiler, bir başka ve daha doğru deyişle 'Işıkçılar' gizli, sessiz ama bir o kadar da sistemli bir uğraşı içindeydi. Gürültü çıkartmıyorlar, güçlerini sergilemekten kaçınıyorlar, sürekli olarak mağrur, hoşgörülü, kaderci bir görüntüde ama sıkı bir biçimde çalışıyorlardı. Gösteriş onların işi değildi. Onlar 'ilahi bir inanışın' verdiği psikoloji içinde ve 'imamlarından aldıkları talimatlar' doğrultusunda her gün yeni bir genci saflarına katmaya çalışıyorlardı.
Bunun için mescide gelen hazırlık sınıfı öğrencileri ile derhal temasa geçiidi. Bu kişiler yakın izlemeye alındı. Bu öğrenciler aracılığıyla, mescide gelmeyen ancak, ideolojik eğilimi kendilerine yakın, ailesi dindar olan öğrencileri belirlemeye çalıştılar. İlk hafta sonu iznine çıkmadan önce eve götürülecek hazırlık ve 1. sınıf öğrencileri saptandı. Üzerinde günler, haftalar boyu çalışılmış çocukları, ürkütmemek için, "Polis Enstitü-sü'nden -yeni adıyla Poiis Akademisi- hemşehrin de gelecek. Sizi tanıştırırız. Enstitülü ağabeylerin evi var. Oraya gidip, yemek yiyeceğiz, sohbet edeceğiz" aldatmacasıyla evlere davet ettiler. Bazıları da. yabancı oldukları Ankara'yı "tanıtma", "rehberlik etme" bahanesiyle kandırılarak, 'Işık Evleırne götürüldü. Mescide gidenler ve rengini açıkça ortaya koyan öğrenciler "din alimi ağabeylerle tanışacağız" denilerek 'Işık Evleri'ne götürülmeye hazır hale getirilirdi. Bir kez götürülen ve 'Işık Evleri'ne uygun olan öğrencilere, yeni öğrenciler bulması ve üst sınıftaki deneyimli imam ağabeyleriyle tanıştırması görevi verildi.
Çoğu yoksul olan bu çocuklara, gidecekleri evde yemek yenileceğinin söylenmesi, gidilecek yerin çekiciliğini arttırıyordu. Üstelik üst sınıflarla iletişim kuruluyor, korunmaya almıyorlardı. Bu psikoloji bile genç öğrencilerin, istemeseler de evlere götürülmelerine karşı çıkmamaları için yeterliydi. Bu öğrenciler, tarikatın eğitim sorumlusu olan üst sınıftan bir 'ağabey' gözetiminde topluca okuldan çıkartılırdı. Otobüs ya da dolmuş paralan, görevli ağabeyce karşılanarak, gidilecek semte götürülürdü. Gidilen evler, kenar semtlerde, gözden uzak sokaklardaydı. Evlerin bulunduğu sokak başlarında gözcüler, eve baskın yapılması olasılığına karşılık sürekli olarak nöbet tutarlardı.
1979 yılı ve izleyen yıllarda 'Işık Evleri'ne öğrenci götürme sistemli bir hale geldi. 1979 yılında hazırlık sınıfına başlayan öğrencilere yönelik "adam kazanma' yöntemi, henüz birkaç yıllık, yeni bir uygulama olsa da, başarıyla yürütüldü. O yıldan sonra da bu operasyon hız ve güç kazanarak sürdü.
1979 yılında Gülen'in 'Şarj Evleri'ne, yalanlarla öğrenci götürenler ve bu grubun içinde olanların hemen tümü hala Emniyet Teşkilatı içinde en kritik noktalarda görev yapıyorlar. Müfettiş raporlarında, MİT kayıtlarında. MGK'ya sunulan belgelerde 'Fethullahçı' olarak gösterilen polisin, komiser, amir ve müdürlerinin büyük çoğunluğu bu dönemde ' Işık Evleri 'nde yetiştirilenlerdir. Bu polislerin adları, o dönemdeki çalışmaları ve ilişkileri gün geçtikçe daha açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu kişilerin, ilişkilerini ve çalışmalarını bugün de sürdürdükleri biliniyor.
80'li yıllarda 'Işık Evleri'ne yeni öğrenci götüren ve ders aldıranlar arasında olanlar; daha sonra Emniyet Teşkilatının ö-nemli kademelerinde görev yaptılar. Kuşkusuz, o dönemde 'Işık Evleri'ne  gidenlerin  hepsi.   Fethullahçı  olmadı.  Ama  büyük çoğunluğunun adı kayıtlara Fethullahçı olarak geçti. Bu kişilerin öğrencilik yıllarında başlayan 'faaliyetleri' kimi zaman komik denilebilecek kadar garip, kimi zaman da acılarla dolu ilginç anılar olarak belleklere yer etti.
Polis Koleji ve Polis Akademisi'nde öğrenim gördükleri dönemde ve sonraki yıllarda "Işık Evleri'ne gidenler, öğrenci götürenler ve daha sonra adları müfettiş raporlarına, yargı dosyalarına geçenler, 'Işık Evleri'ne götürüldükten sonra "tuzağa düştüm" diye şikayette bulunanlar, 'Işık Evlerİ'ni kendi çıkarı için kullananlar ve "Işık Evleri'ne yalnızca dinsel inançları için gidip, cemaatle ilişki kurmayanlarla ilgili bir çok anım var...
5 Puanlık Fethullah Duası
"'Eğer Hoca efendinin duasını okursan, sınavda 5 puanın garanti. Geri kalan 5 puanı da kendin alırsın artık" dedi, son sınıf öğrencisi Nursal Mutlu. "Bak. İsmail'in. Ayhan'ın dersleri kötüydü. Duayı ezberlediler, şimdi her sınavda yüksek not alıyorlar" dişe de duanın gücünü ve inandırıcılığını vurgulamaya çalıştı.
"Peki . Ver o zaman ben de okuyayım" dedim. Nursal, "o kadar kolay değil" der gibi. yüzüme baktı:
-   Olmaz, öyle şey! Sen. hem çok ham. hem de kapkarasın.Önce aklanman gerek. Süt gibi aklanınca duayı veririm. Bizden uzak durmamalısın, mescide gidip namazını kılmalısın, risale ezberlemelisin. Ayrıca, hafta sonlan kız peşinde koşacağına, tiyatro sinema gibi yerlere gidip, günah İşleyeceğine bizimle birlikte eve gelip, ders dinlemen gerek. Ondan sonra bu duayı sana da veririm.
-   Sen ver. Yarınki sınavda deneyeyim, Eğer dediğin gibiyse,bir daha hiçbir namazı, dersi kaçırmam, söz.  Söz verdim ama kandıramadım. "Sınıf geçiren mucize duayı" İsmail ya da Ayhan'dan alabilirdim, belki. Ama Nursal duayı kendisi vermediği gibi; yandaşlarına da duayı bana vermemeleri konusunda öğütte bulundu. "Nursal'dan izinsiz duayı elde etmem olanaksızdı...
Kuşkusuz, o yaşlarda, sınıfımı emeksiz, mucizeye dayanan bir biçimde geçmek düşü çok hoştu. Öteki arkadaşlarım da, bu "mucize duayı" elde edince: neler yapabileceklerinin düşüyle yanıp  tutuşuyorlardı.   Yalnızca  sınıf geçilmezdi   bu   duayla. Sevmediğimiz  kişilerin   başına   bela,   sevdiklerimize   mucize armağanlar sunabilirdik.  Belki, güzel kızları  kendimize aşık eder, kolay para bile kazanabilirdik. Yolculuğa çıkmadan okunursa, kazadan korunur, sigara içerken ya da nöbette uyurken, komiserlere yakalanmazdık. Bütünlemeye kalmayacağımız için güzel, kesintisiz bir yaz tatili geçirirdik.
"Mucize duayı" elde edemedim. Nursal Mutlu, bana yalnızca bu duanın varlığından ve yapabileceklerinden söz etti. Benim için gerisi gelmedi. Çünkü 'Işık Evi'ne gidişime rehberlik eden Nursal Mutlu ile o günden sonra bir daha karşılaşmamaya özen göstermiş, tüm çağrılarını karşılıksız bırakmıştım. Dahası, beni "Işık Evi'ne götürenlerle ilgili okul yönetimine şikayette bile bulunmuştum. Sanıyorum, bu konuşmayı yaparken; kendisiyle ilgili şikayette bulunduğumu bilmiyordu. Aradan geçen bir yıl içinde de bir kez bile kendileri ile konuşmamış, bir daha görüşmemiş, 'Işık Evi'ne ikinci kez gitmemiş biri olarak, şimdi, küçük bir sohbet sonrası, "büyük ödüle" konabilecek kadar şanslı olduğumu düşünmem çok da akilci değildi.
"Öğretmenlerin gözünü bağlayacak duayı" bana vereceğine hiç de inanmadan, istekte bulunmuştum. Böyle bir dua olabileceğine inanmam için onu alıp. denemem, sonucunu görmem gerekiyordu. Duayı ben alamadım ama devre arkadaşlarımdan bir çoğu. derslerinde  bu  dua nedeniyle  başanlı  olduklarına inanmamız için bize yeminler ettiler. Sınav öncesi duayı içlerinden üç kez okuduklarında, birdenbire zihinlerinin açıldığını, kitapta bir kez okuyup geçtikleri konuların gözlerinin Önüne geldiğini ileri sürüyorlardı. Belki de Nursal, gerçekten bir dua verdi bu arkadaşlarımıza. Belki de psikolojik bir etkisi vardır. Bunu bilemem. Polis Koleji öğrencilerinin, "zihin açan bir dua" okuyarak, sınavda başarılı olduklarına inanmaları, inanılmaz gelebilir. Ama bu gerçekti ve bu tür inanışlarla yetişen Polis Koleji Öğrencileri şu anda Emniyet Teşkilatının en kritik noktalarında suçlu avındalar.
Acaba şimdi de dua okuyarak suçluları bulunacaklarına mı inanıyorlardır?
21 Kuru Üzüm
O yıllarda Nursal ve yandaşlarının, " Mucizeler yaratan Dualarının " dışında başka ilginçlikleri de vardı. Örneğin; Nursal ve yandaşlarının öncülük ettiği, sabah kahvaltısından önce 21 adet kuru üzüm yemek moda olmuştu.
Neredeyse her öğrencinin dolabında kuru üzüm bulunur, sabah yataktan çıkınca ilk iş olarak üzüm yenilirdi. Ulus meydanındaki kuruyemişçi, Polis Koleji öğrencilerine kuru üzüm yetiştiremiyordu. Hafta sonlan yüzlerce öğrenci kuru üzüm. paketleri ile okula dönüyordu. Çekirdeksiz kuru üzüm bulanlar şanslıydı. Üzüm paketleri yatakhanelerdeki dolaplarda korunuyordu. Sabahlan, üzümcü öğrenciler yalağından kalkar kalkmaz, dolabını açıyor ve üzüm saymaya başlıyordu. En kötüsü, birbirine yapışan üzümlerin, uykulu gözlerle fark edilmemesiydi.
21 adet kuru üzüm yemek sünnetti. 20 ya da 22 olması sünneti bozardı. Bu nedenle sayım işlemi inanılmaz bir dikkatle yapılırdı. Yatakhane katında her sabah kuru üzüm sayan öğrenciler komik bir görüntü oluşturuyordu. Bu görüntüyü alay konusu yapanlara İse. "Amerikalı bilim adamları araştırmışlar. Sabahları ilk yenen yiyeceğin vitamini doğruca beyne gidiyormuş. Beynin gereksinim duyduğu tüm vitaminler de kuru üzümde varmış. Hafızayı güçlendiriyor, dersleri daha iyi algılamamıza yardımcı oluyor. Hazreti Muhammet her sabah 21 üzüm yerdi. Bu nedenle güçlü bir hafızası vardı. Siz de yapın. Peygamberin yaptığını yapmak, sevaptır. Hem hafızanızı güçlendirir, derslerinizde başarılı olursunuz hem de sevap kazanırsınız " diye savunma getiriyorlardı.
Modanın aşırı bir biçimde yaygınlaştığı bir gün sabah etüdünde Tuncerin, "Bu nasıl sünnet? Peygamberin de her sabah 21 adet kuru üzüm yediğini söylüyorsunuz ama Arabistan çölünde üzüm yetişiyor muydu acaba? Hiç düşündünüz mü?" diye sorması kafaları karıştırdı. Tuncer'in sorusuna yanıt veremeyen devremizin üzümcüleri, etüt arasında üst sınıf ağabeylerinden, büyük bir olasılıkla Nursal Mutlu'dan yanıtı öğrenip, bir sonraki etüt saatine yetiştirdiler:
- Üzüm ve hurma aynı türden meyvelerdir. Peygamberimiz hurma yermiş.  Biz hurma bulamayız.  Üzüm yemek sünnete aykırı değil. Beynin alacağı vitaminde de eksiklik olmaz. Çünkü, hurma da üzüm de aynı vitaminleri içeriyor. Önemli olan niyettir. Üzümü, hurma niyetine yediğinizi düşünmeniz sevap kazanmanız için yeterlidir.
Buyrun...
Tuncer'in bu tür soruları oldukça çoktu. Bir başka gün. Hz. Muhammet'in çok akıllı olduğunu söyledi. Mescitçi arkadaşlarımız, kulak kesildiler:
- Bence, o dönemde Araplar temizliğe dikkat etmiyorlar diye Muhammet, "günde 5 defa abdest alın" diyerek, hijyeni öğretti. Spor yapmıyorlar diye günde 5 defa egzersiz yapmalarını sağladı. Hac ziyaretini ticaretin gelişmesi amacıyla zorunlu saydı.
Tuncer'in bu sözleri üzerine sınıfta büyük bir tartışma hatta küfürleşme yaşanmıştı. Üzümcülerin. Tuncer'e yönelik kızgınlıkları uzun süre dinmedi.
Sanıyorum hala da dinmemiştir...

***

Fethullah’ın Copları BÖLÜM 1






Fethullah’ın Copları BÖLÜM 1




( Zübeyir Kındıra)



Şarj Evleri
Ankaralı olmayan bazı öğrenciler de gidecek bir "ev' bulmuşlardı.
Sonraları 'Işık Evleri' olarak literatüre geçecek 'Nurcu Tari-katı'nın evleri başta olmak üzere Süleymancı, Nakşibendi tarikatlarının 'dershane' adı verilen evleriydi bunlar. Bu evlere giden birçok Polis Koleji öğrencisi olduğunu tüm öğrenciler ve okul yönetimi de biliyordu. Ancak, o tarihlerde bunu engellemek ya da soruşturma açmak için doğrudan ve ciddi sayılabilecek bir girişim yapılmadı. Çünkü, henüz rahatsızlık verecek bir boyuta ulaşmamıştı ve "rejime yönelik tehlike' oluşturacak bir yanı olduğu düşünülmüyordu. Yıllar geçtikçe devletin hemen tüm kurumlarında ve yargı organlarında, 'tehlike' olarak algılanan bu evlerle ilgili inceleme, araştırma hatta soruşturma açılabildi. Ama biraz geç kalındı. Çünkü, o tarihlerde bu evlere gidenler ve orada yetişenler artık, bu 'Işık Evleri' ile ilgili açılacak soruşturmaları engelleyebilecek, amacından saptırabile-cek güce sahip oldular.
'Işık Evleri", Gülen örgütlenmesinin temelidir. Gülen, kendi ideolojisine göre İnsan yetiştirmek, genç beyinleri yıkamak için 'eğitim ve öğretim" amacıyla kullandığı bu evlere; vaazlarında ve kitaplarında İşık Evi1 dışında başka adlar da verir. 'Şarj Evleri', 'İbn-i Erkam Evleri' bu adlardandır. 'Şarj' sözcüğü bilerek seçilmiş bir sözcüktür. 'İbn-i Erkam' ise İslam tarihine dayanılarak verilen bir addır. İbn-i Erkam sahabedir. Yani. Hazret i Muhammet döneminde yaşayan Müslümanlardan biridir. İslam tarihçilerine göre; İbn-i Erkam. herkesin dışladığı, birlikte görünmekten, konuşmaktan kaçındığı bir dönemde Muhammet'i evine almıştır. Bu nedenle evi nurla, yani ışıkla dolmuştur.
Gülen. 'İbn-i Erkam evlerinde' yetişmeden, sabırla pişip olgunlaşmadan yapılan her işin "ham hayal' olduğunu savunur. Giiîen'e göre bu evler. "Müjde ve muşlunun en karanlık ve karamsar günlerinde billur bir avize gibi asılı durduğu, hiyerarşik sistemin, yaratılışa uygun prensiplerin devlet bazında temsil edilmesinin İlk adımı, ilk şartı olan evlerdir.", "Ahir zamanda gelerek dini tahrip eden deccalin bir daha hortlamak üzere Öldürüldüğü evdir.'1
Gülen'in vaazlarında ve kitaplarında anlattığı İşık Evleri', bu cemaatin hücreleri durumundadır. Fethullah Gülen'in bu evlerle ilgili söyledikleri ve yazdıkları oldukça ilginç. Gülen'in 'Günler Bahan Soluklarken Çağ ve Nesil-5' adlı kitabından "Işık Evleri' ile ilgili anlattıkları şöyle:
"Işık eyler, ışık süvarilerinin kışlaları, hak erenlerin halvet-hane ve zaviyeleri, gözlerini ilim ve marifetle açıp-kapayan kudsilerin varidat iklimleridir. Tadım. havasını, rengini, rahiya-sını ötelerden ulan ışık evler, dünyada, ıtkba yamaçlarına kurul-muş ve fızik-ötesi alemlerin rasathaneleri gibidirler. Onların aydınlık ikliminde en miiptedi insanlar bile, mikro alemin en sırlı koridorlarında rahatlıkla dolaşabilir... ve makro alemin en girift , en ürpertici derinliklerini bir solukta geçer; geçer de, hareket noktasının aydınlığı sayesinde kara deliklerin merkezine ışıktan tahtlar kurarak inanca açık sinelere tefekkür, ma 'rifet ve zevk-i ruhani tayfları salarlar, "
Gülen'in tanımlamasına bakınca bu evlerde yetişenlerin, insanüstü varlıklar biçimine dönüştüğü düşünülebilir. Gülen'in sözlerini sürdürelim:
"Işık evler, hangi şehir, hangi mahalle ve hangi sokakta bulunursa bulunsun Ötelere açık iç yapılarının renizi olan kapıları, pencereleri ve binaların ön cephesinden caddeye sarkan cumbaları gibi balkonlar/y/a, her zaman emsali evlerden birkaç adım ötede bulundukları hissini uyarır ve sonsuza açılmaya namzet ruhlar için adeta birer terminal , birer liman vazifesi gördüklerini hatırlatırlar... ışık evler çevrelerindeki bina yığınları itibariyle, tıpkı hale içindeki yıldızlar topluluğuna nur ayetini tefsir eden bir mehtap veya ebedi nur, ebedi huzur arayanların firdevslere ulaştırma yolunda kurulmuş birer han gibidirler... "
Gülen, evleri övmeyi sürdürürken, büyülü, mistik bir hava vermeyi; şiirin ve müziğin etkisini kullanmayı da unutmaz:
"Bu evlerde herkes hemen her zaman, tabii, düşüncesinin berraklığı ölçüsünde hem kendi benliğinin derinliklerinden hem de bütün varlığın ruhundan kopup gelen bir şiiri dinler gibi olur... ve yine bu evlerde, uyanık her gönül, ışık çağından günümüze kadar uzayıp gelen renk renk ve asırlara sinmiş, pek çok hatıraların, hatıraların bağrında tüllenen hülyaların inşirah veren veya inleten birer name haline geldiğini duvar hisseder...
Bv evlerde idrak edilen aydınlık gün ve gecelerin içinde insan adeta bir saadet rüyası yaşar... bu büyülü dünyada her şeyi neş 'eye , sevince çeviren Öyle sihirli anlar ve dakikalar olur ki, insan buğu buğu dört bir yandan gelip ruhunu saran bayıltıcı mutluluklar karşısında, muvakkaten dahi olsa, dünyada olduğunu unutur ve hu tatlı rüyadan kat 'iyen uyandırılmak istemez..- "
Gülen'in "Işık Evleri' ile ilgili sözleri. Hasan Sabbalvın sahte cennetine ne kadar da benziyor? Gülen, daha da ileri giderek, cennet esintilerinin bu "İşık Evlerinde" estiğini ileri sürecek kadar abartılı sözler söyleyebiliyor:
"Bu evlerde, imanı, ibadeti, duayı, zikri, fikri, uhuvveti, vefayı ötelere ait derinlikleri ile dııyup-yaşama bahtiyarlığına erenler, adeta her an yeniden doğar, baharlar gibi duygularıyla ye.şerir, derken çeşit çeşit varidatla dolgunlaşan o kendilerine has hava, bütün gönüllerin bir saadet va'diyle kaplar ve çok defa onların, hayra açık sinelerinde Cennet yaylarının ferahlatıcı esintileri duyulur.
Onların nazarında, yeryüzündeki bütün toplanıp-dağılmalar. gelip-gitmeler, askerin kışlada, talebenin mektepte toplanıp dağılmasından, gelip gitmesinden farksızdır. Toplanırken talim ve terbiye için toplanırlar; dağılırken de bu kışla ve bu mektepte elek ettikleri teiniz duygu, nezih düşünce, güzel ahlak, imanlı fazilet ve Yaradan 'la irtibatlarının mükafatını almak için dağılırlar....Işık evlerinde hava kararıp, gece o sihirli atmosferiyle her yanı sarınca, birden bire her şeyin dili ve edası değişir; her ses, her kalp atışlarının ritmine uyar, her söz bir büyü halini alır...
Açık beyan yerini remizlere, işaretlere bırakır... ve evin içi
sabah saatlerinde güneşe uyanan bir kovana döner... derken
sırlı ve sihirli gelip gitmeler başlar. Çiçek- kovan arası gelip-
giden arılar gibi ışık almak ışık vermek ve nurdan düşünce
lerle petekler örmek için bu büyülü konup kalkmalar ta gece
yarılarına kadar sürer...              

Işık evler gelmiş-geçmiş mukaddes binaların en veliidu, en doğurganıdırlar; oralarda ışığa uyanan herkes, hemen karanlıkla hesaplaşmaya geçer. Bu itibarladır ki. ışık evlerinin çoğalıp gelişmesi tasavvurlar üstü ve hendesidir...ne asırlık karanlık düşünceler ne her yerde onlar için bir tuzak kurup bekleyen karanlık ruhlar ne de onları yakın takibe alan dış kaynaklı sapık zihniyetler, birer tecelli sırrı ile zuhur eden bu aydınlık evlerin çoğalma hızını engelleyemez ve onların önünü kesemez...Nasıl kesebilir ki, onlar...sürekli gelişip çoğalmaya göre programlanmıştır... "
Gülen'in "Işık Evleri' ve Işık Süvarileri' deyimleri, "karanlık güçlerle" mücadele için bu evlerden mutlaka geçmek gerektiği yolundaki yönlendirmeleri, bu evlerin insan ruhuna verdiği mutluluk duygularını abartılı bir şekilde sunuşu, dikkate değer. Bir mücadele, kavga \arsa. bu kavganın iki tarafı olması gerek. Gülen'in "asırlık karanlık güç" diye tanımladığı, kavganın öteki tarafı rejim ve varolan rejimde erki elinde tutanlar değil midir? 'Gülen'in talebelerine' "her yerde tuzak kurup bekleyen" varolan rejimden başka ne olabilir ?
Gülen. "Işık Evlerinin' geçmişine, cemaate yaptığı hizmetler ve büyüyüp, gelişmesine ilişkin düşüncelerini de şöyle dile getiriyor:
"...evet, baskının baskıların ve baskın ihtimallerinin tehdidi altında bile ışık süvarileri hiçbir zaman ışık etrafında bir araya gelmekten,   ışık ahp-vermekten,   ışık solumaktan.  ışıkla gerilmekten ve zulmetlerin bağrına ışık göndermekten geri kalmadılar... Işık evlerinin, kudret ve irade esintileriyle tohumlar gibi dört bir yana saçılıp, zuhur ve tecelli yamaçlarında çoğalmasıyla, hikmet ve inayet düzlüklerinde büyüyüp gelişmeleri, gelişip kabuk değiştirmeleri aynı zamana rastlar. Evet, belli bir döneme kadar birer birer, ikişer ikişer çoğalan ışık evler mübarek bir zaman diliminde birdenbire hendesi katlanmaya geçer ve onar onar. yirmişer yirmişer artmaya başlar...ve yine aynı dönemde, küçük ünitelerin yanında, aynı zevk aynı rahiya, aynı tad, aynı hava ve aynı ruhta, tıpkı birerli kandillerin yerine çok lambalı avizelerin alması gibi bu minik hizmet yuvalarının yerlerini daha kompleks ışık kaynakları ve birerli yıldız mahiyetindeki münferit evlerin yerlerini de içinde güneşlerin kol gezdiği galaksiler gibi, bütün dünyayı kucak/ayan entegre ışık evleri alır...
Evet, bugün büyüğüyle-küçüğüyle' ışık evler yıllar ve yıllar imana, imandaki huzur ve itmi'nana susamış gönüllere rahmet yüklü bulutlar gibi. gönderdiği bol bol 'ab-ı haya!' re insanımızın gönül tepelerine saldığı marifet, muhabbet, ruhani zevk şualarıyla diriliş üfleyen bir İsrafil sür'u ve vicdanlarını şahlandıran Cebrail solukları olmuştur. Evet. onlara uğrayanlarda pek çok menfi hisler silinmiş, İnat ve karşı koyma düşünceleri kırılmış, müdavimleri de kendilerini, cennet koridorlarında temaşadan temaşaya koşan seyyahlar gibi görmeye, hissetmeye başlamışlardır...
... Onların ışık evlerin derinliklerinde hissettikleri, hissedip yaşadıkları rengarenk hayatı, onlarla ayın duygu ve aynı düşünceyi paylaşmayanların ... hele şartlanmış dimağların, bedenine yenik düşmüş ruhların kendi çalım ve gururu altında ezilmiş bahtsızların duyup anlamaları mümkün değildir.
Her akşam, işinden, okulundan . dairesinden ayrılıp bir "vaha "ya koşuyor gibi. ışık evlere koşup gelenler, bu evlerin kendilerine has büyüleyici duygularına dalar, şurada-hurada zihinlerine ilişen kötü duygu ve tutkulardan sıyrılır başları cennetlere ulaşmış gibi derin bir huzura ererler. Her akşam ve her vazife dönüşü ışık evlerin müdavimleri için, hayata yeniden dönüş ve kendilerini idrak ediş demektir...
Biz hepimiz, mabetleşen bu ışık evlerin gölgesinde varolmanın, yaşamanın, ümitlenmenin, ölçülü bulunmanın ne demek olduğunu daha iyi anlar, kendimizce hayatı daha derinden kavrar ve varlığı daha farklı buluruz. Güya her gün onlara ulaşacağımız ana kadar birer kadavraymışız da onlara ulaşınca, kudretten ilahi nefhalara ermiş gibi, dirilip, başkalaşıp ötelere uyanıp ve birer mana insanı haline geldiğimizi hissederiz... bizler, çok defa bu sihirli muhitte, hazların en erişilmezine, itmi'nan ve sükunun en baş döndürücülerine erer, her şeyi bir aşk'ü şevk neşvesi içinde tanır, duyar ve kendi kendimize, 'yoksa bu yaşadığımız hayat cennet hayatı mı? " diye mırıldanırız.
Bugün bu sahip olduğumuz bütün müesseseler; bir dönemde yokluğun bağrına atılan bir küçük çekirdekten meydana gelmiş devasa bir ağaca benzetilebilir. Evet, karanlıkların birbirini takip ettiği bu dönemde yakılan bir mum misali, açılan küçücük hücreler, ardından ışık evler ve daha büyük kompleksler tıpkı Hz.. Muhammed'in nurunun bir sperm mahiyetinde ilk sebep olarak bütün arz ve semanın esasını teşkil ettiği gibi, onur-u a zamın vesayetinde avın şeyi yapmışlardır.
İlk dönem itibariyle. Islami tebliğ ve irşad hareketinin başlangıcına baktığımızda. Allah Rasülü de hu işe. hu tür evlerle başlamıştır. Evet bir evle başlamıştır...Emeviler de. Ömer Abdülaziz etrafına aldığı üç-beş insanla ve mini bir hücreyle işe başlamıştır...İmanı Gazali de ayın yolu takip etmiştir. Aslında ilk ışık çağında İmam rabbani're, ondan da günümüzün büyük çilekeşi Beddiüzzüman Hazretlerine kadar, belli dönemlerde ümmet-i muhammed'e mürşitlik yapan bütün üstün kametler hep aynı yolu takıp etmişlerdir. "
Gülen kendisini, sıraladığı İslam tarihinin bu önemli isimleriyle özdeşleştirip, 'Işık Evleri" sistemini kurdu. Polis Koleji öğrencileri de bu İşık Evleri" ile İlk tanışan ve en çok giden
topluluğu oluşturdu. Polis Koleji'nin ilk hazırlık sınıfı öğrencileri olan devre arkadaşlarımın ve sonraki yıllarda gelen alt devrelerimizin götürüldüğü bu 'Işık Evleri', Cebeci, Demetevler. Aydınlıkevler, Keçiören, Abidinpaşa gibi kenar semtlerde, gözden uzak yerlerdeydi:

2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***