İngiltere etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İngiltere etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Mayıs 2020 Çarşamba

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NİN YENİDEN YAPILANDIRMA STRATEJİSİ: DENİZ HÂKİMİYETİ TEORİSİ'NDEN DENİZ HEGEMONYASINA GEÇİŞ. BÖLÜM 2

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NİN YENİDEN YAPILANDIRMA  STRATEJİSİ: DENİZ HÂKİMİYETİ TEORİSİ'NDEN DENİZ HEGEMONYASINA 
GEÇİŞ. BÖLÜM 2




Deniz Gücü, yerel destekten bağımsız bir şekilde çalışma yeteneği ile büyük avantaj sağlamaktadır. Her deniz kuvveti; kuvvet yapısı, teknoloji, istihbarat ve birlikte harekâtın sağladığı alışkanlıkların bileşiminden oluşan sinerjiden faydalanabilir.50 Donanmanın kullanım amaçları şöyledir;

Varlık gösterme ve caydırıcılık
Barış Operasyonları
İnsani Amaçlı Operasyonlar
Serbest Seyir İmkânının Sürdürülmesi
Denizde Polis Denetimi
Çevresel Operasyonlar
Ambargo
Savaş Dışında Kalan İnsanların Tahliye Operasyonu

Ticarî denizcilik ile donanma da karşılıklı olarak birbirlerine bağlıdır; endüstri, pazarlar, deniz ticareti, donanma ve üslerin sırası, birbirleri ile olan ilişki derecelerine göre belirlenmiştir.

Deniz gücünün küresel önemine, İran’ın bir saldırı olması durumunda, Hürmüz boğazını petrol trafiğine kapatacağına ilişkin açıklamasına karşılık ABD donanmasının körfezi açık tutmak için tatbikat hazırlığına başlaması örnek olarak verilebilir. Çünkü dünyada deniz yoluyla taşınan ham petrolün yüzde kırkı buradan geçmektedir.51

Uluslararası Denizcilik Bürosu’na göre son yıllarda korsan saldırılarında büyük bir artış olmuş; ilk sırada Somali, ikinci sırada Nijerya yer almıştır. Buna karşılık ABD 5. Filosu’nun merkezi Bahreyn`de bulunurken, Hint Okyanusu’ndaki Diego Garcia Deniz Üssü de ABD’nin en önemli merkezlerinden birisidir.


Harita-8: ABD’nin Askeri Üsleri ve Konuşlanmış Birlikleri.52

Livezey deniz gücü stratejisinin uygulama alanını şöyle belirtmiştir: “Tarihi dikkatle okuyunuz, uluslararası sorunları, akıllıca değerlendiriniz. Gerçek bir tarihî perspektif, görüş sağlayınız. Denizde kâfi kontrolü sağlama ilkesi ile birlikte, ulusal ticaret, ulusal refah ve ulusal büyüklük arasındaki aşikâr bağlantıları değerlendiriniz. Dünya koşulları değiştikçe, bunun ulusal politikaları değiştireceğini realize etmeyi öğreniniz. Kendinize düşen rolü oynayınız ve buna gereken değeri veriniz. Büyük Britanya ile dostane ilişkilerin yollarını arayınız. Mükemmel bir dünyadan bahseden sahte Mesihlere aldırmayınız yanlış yola
sürüklenmeyiniz. Kesinlikle ve tam zamanında görevlendirilmiş bir kuvveti adilane bir şekilde kullanmaktan korkmayınız. Hıristiyan uygarlığı, Doğu Asya'nın şiddetli saldırılarına karşı savunmaya hazırlıklı olunuz. Gelecek kuşakların güven vericileri olarak ihmal suçlarının, görev suçlarına oranla, daha tehlikeli olabileceğini anlayınız; genişleme politikasının faydaya dönük bir şekilde kullanılması ile yalnız ulusal değil dünya refahını da geliştirileceğinin idraki içinde olunuz.”53

Mahan denizlerden karalara doğru bir kuşatma öngörürken, Monroe doktrininde de mevcut olan yalıtım politikasına ilave olarak Pasifik açılımı ve denizden ABD’ye yönelik tehlikeler için Hawai Adasının önemi, Panama Kanalının açılması, Karayiplerin kontrolü hususlarını dikte ettirmiştir. Tespit ettiği stratejik noktalar ile uzun kollu boksör misali kıtadan her türlü harbin uzaklaştırılması sağlanacak tır.54 Paul Kennedy’nin tabiriyle, ‘sandalye stratejisti ‘hayattan kopuk stratejist yöntemi ile masa başında oturarak küresel ilişkilerin kurulması mümkün değildir.55

ABD, Panama Kanalı vasıtasıyla Atlantik ve Pasifik donanmalarını birlikte kullanma şansına sahiptir ve bu sayede Panama Kanalı, ABD’nin deniz gücünün merkezini teşkil etmektedir.

Fransa; hem kuzeyde hem de güneyde, Rusya; Baltık Denizi ve Karadeniz'de ayrı ayrı donanmalar bulundurmak mecburiyetinde kaldıkları için donanmalarını ABD ve İngiltere gibi merkezi bir konumda toplayamamaktadırlar. Geçmişte İngiltere, İngiliz Kanalı' ile Almanya'yı, Cebelitarık ile Fransa'yı kontrol etme imkânına sahip olmuştur. Bugün bu politikayı ABD uygulamaktadır. ABD, 

İngiltere ve Japonya gibi ada devletlerinin kara tehdit algılamaları bulunmamakta; buna karşılık, Fransa, Almanya gibi devletlerde olduğu gibi
Türkiye’nin kara tehdit algılamasına göre ordusu şekillenmektedir.
Ülkelerin deniz gücü hammaddelerinden birisi de nüfustur. ABD’nin nüfusu 1950-2000 arasında neredeyse ikiye katlanmış, 2050 yılına kadar nüfus artışının devam etmesi beklenmektedir. Rusya, Almanya, Japonya ve İngiltere nüfus açısından durgunluğa girmiş, bu devletlerin dünya siyasetindeki etkinlikleri de II. Dünya Savaşı ile birlikte zayıflamıştır.

Avrupa toplumlarının fazla nüfusunu Amerika kıtasına aktarması, Avrupa’da dinamizmi durdurmuştur. Dünya Savaşları ile meydana gelen maddi ve manevi zararlar öylesine büyük oldu ki, Avrupa XVIII -XIX. yüzyıllarda kazanmış olduğu birçok etkinliğini kaybetmiş oldu.

Avrupa ne kadar kudretten ve gösterişten düşmüşse, karşı kıyıda ABD o derece, XX.-XXI. yüzyılı simgeleyecek şekilde güç kazanmıştır. Küresel bayrak yarışında bayrak, öncelikle geçen yüzyıllarda Asya’dan Avrupa’ya devredilmiş, son yüzyılda da Avrupa’dan da ABD’ye geçmiştir. 1840’tan 1930’a kadar ABD, Avrupa’dan 35 milyondan fazla insan kütlesini kendine çekmiş, XVIII. yüzyılın başında 5.308.000 kişiden oluşan ABD’nin nüfusu 1900 yılında 75.995.00056, 2013 yılında 313.900.000’e ulaşmıştır.

Kendisine ABD politikasını hedef alan Almanya’nın nüfus yapısı müsait olmadığından “ihtiyar ülke” olma tehlikesi de mevcuttur. ABD ise halen genç bir ülke olup sürekli dünyanın genç nüfusunu kendisine çekmektedir.57 Denize açılan bir milletin nüfusu hem kalabalık olmalı, hem de bu nüfusun büyük bir bölümü denizciliği meslek seçmelidir. Bir devletin barış zamanındaki ticareti, onun bir deniz savaşında ne kadar dayanabileceğini gösterir. Gerek barış zamanında gerek savaş zamanında, denizciler için gerekli yeteneklere
sahip çok sayıda kişiye ihtiyaç vardır.58

Mahan’ın ortaya koyduğu iddialar Theodore Roosevelt ve Henry Cabot Lodge’u kendine çevirmiştir. Roosevelt, Mahan’ın yazılarıyla, denizler ötesine yayılma politikası için ABD kamuoyunu kendi tarafına çekme yolunda deniz gücü teorisini kullandı. ABD’de 1890’larda Mahan’ın etkisiyle büyük bir gemi inşaatı programı Roosevelt tarafından başlatılmıştır.59

Modern Avrupa’nın doğumunu hazırlayan ortaçağ uygarlığının kalıplarını çatlatan ruhani güçtür.60 ABD’de zihniyet değişimi ise XIX. yüzyılın sonunda gerçekleşmiş, bu zamana kadar kıyı savunması ve ticaret gemilerine saldırı teorileri, ABD’nin deniz stratejisinin gelişimini engellemiştir.61 ABD’nin başarısını açıklayan bazı unsurların şöyledir: bir serbest piyasa ekonomisinin varoluşu ve müteşebbislerin ayrıma tabi tutulmayışı; münakaşa etme ve denemenin özgür olması; ilerlemenin mümkün olduğu inancının yerleşmiş olması; soyuta değil uygulamaya dönük olana önem verilmesi; dinsel dogmalara ve geleneksel halk kültürüne karşı çıkan bir rasyonalizmin bulunmasıdır.62

Mahan’a göre dışarıya bakış neleri içermeliydi sorusunun cevabı şöyledir: En önce, Amerikalıların, deniz sorunlarına karşı olan zihnî tutumları bakımından, temelde bir değişiklik içine girmelerini gerektiriyordu. Bu yalnız iç problemlerle uğraşılmaması anlamını taşıyordu; modern bir donanma ile yeteri kadar sahil savunma tesislerinin inşasını zorunlu kılıyordu; özellikle Panama Kanalı başta olmak üzere, bazı üslerin işgal edilmesi anlamını taşıyordu; ABD deniz taşımacılığı konusundaki menfaatlerinin yeniden canlandırılmasını kastediyordu. Kısacası, Birleşik Devletlerinin bir dünya gücü olarak, hak, vazife ve sorumluluklarının gerçekleştirilmesi mevzuunda, günün yeni ve değişen şartlarının tanınmasını lüzumlu kılıyordu.63

Kennedy, Kuzey Avrupa ülkelerinin deniz gücü konusunda zafiyet göstermekte olduğunu belirterek, Uzak Doğu devletlerinin donanmalarındaki artışı, XV. yüzyılın sonunda Avrupa’nın Uzak Doğu ülkeleri karşısında güçlenmesine benzetmiştir. Bu şekilde devam etmesi halinde XV. yüzyılda yaşanan tarihi kırılma ve Avrupa’nın yükselişinin tersi bir durumun XXI. yüzyılda söz konusu olabileceği konusunda herkesi uyarmıştır.64

III. ABD GÜCÜ İLE İLGİLİ ÖNDE GELEN KAVRAMLAR

   Güç; niteliği, niceliği, ölçülebilirliği, alanı, hedefi, etkileme kapasitesi gibi pek çok boyutla değerlendirilir. Temelde iki ana teorik yaklaşımdan birincisi; güç olgusunu askeri güce indirgeyen neo-realistler, diğer tarafta; güç olgusunu ekonomik yapı ve karşılıklı bağımlılık olgularıyla ele alan neo-liberallerdir.65

   Davutoğlu’na göre özellikle XX. Yüzyılın sonlarına doğru etkisini artıran karşılıklı bağımlılık olgusu, güç tanımlaması ve algısını çok daha karmaşık bir hale sokmuştur. Ayrıca ulusdevletlere meşruiyet zemini sağlayan modern ideolojilerin etkilerini kaybetmesi ülkelerin uluslararası konumlarını etkileyen bir yeniden tanımlama süreci başlatmıştır.66

ABD gücüne yön veren unsurlardan birisi “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi”dir.

Buna göre ABD, küresel gücünü koruyabilmek için olası rakiplerini güçlenmeden etkisizleştirmek ve küresel enerji kaynaklarını kontrolü altında tutmalıdır. Kamuoyu desteği için de “Ortadoğu’nun demokratikleşmesi” alt hedefini, üst hedef olarak göstermeye çalışmaktadır. Buna göre Ortadoğu siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel olarak “yeniden yapılandırma” sürecine koyulmuştur.

ABD gücünü tarif etme çabası ile ortaya çıkan bir başka tanımlama ise: “Yumuşak Güç” (Soft Power) ve “Sert Güçtür” (Hard Power). Nye’e göre, Amerika Birleşik Devletleri’nin gücünü sürdürebilmesi için “Yumuşak Gücü”ne önem vermesi gerekmektedir.67 
Ancak buradaki vazgeçilmez unsur, yumuşak güç ancak sert güç var oldukça etkilidir. Yani havucu bir elinizle gösterebilmeniz için diğer elinizle sopayı arkanızda saklamalısınız.

Amerika Birleşik Devletleri gücünün son aşamada tanımlamada kullanılan terim hegemonyadır. Bu kavram, özellikle Soğuk Savaş’ın yumuşama sürecinde tartışılmaya başlanmıştır. Bazı uluslararası ilişkiler düşünürüne göre, İkinci Dünya Savaşı’ndan 1970’li yıllara kadar dünya sisteminde, ABD’nin egemen olduğu hegemonik bir sistem mevcut olmuştur.68 Her ne kadar bu tarihten itibaren güçler dengesinin değiştiği ve hegemonik dünyanın yerine karşılıklı bağımlılığın ortaya çıktığı savunulsa da günümüzdeki ve son 50 yıldaki durum sadece hegemonya kavramına bakış açısının değiştiğidir. ABD hegemonyasının bittiğini savunanlar bu düşüncelerini 1970’lere giderek söylemelidirler,
çünkü onların bahsettiği “20. YY hegemonyasıdır” ve o düşünce 20. YY’ da kalmıştır. Nasıl ki 21. YY, 20. YY’ dan çok büyük oranda farklıysa “21. YY hegemonyası” da o derece farklıdır ve bizim bahsettiğimiz “ABD’nin 21. YY hegemonyasının devam ettiği”dir.

  Hegemonya kavramını ilk kullanan Gramsci, toplumsal aktarımların bir sonucu olarak bir hegemonik sınıfın yerini bir başka hegemonik sınıf almaktadır. Devlet, egemen sınıfın, hegemonyasını sürdürme aracıdır. Hegemonya aynı zamanda bir devletin diğeri üzerindeki hâkimiyetidir.69

Nye’ e göre, uluslararası güç arenasında yürürlükte olan normları ve düzenlemeleri dikte etmek hegemonya anlamına geliyorsa, Amerika Birleşik Devletleri’nin, Uluslararası Para Fonu’nda güçlü bir konuma sahip olsa bile başkanını tek başına seçememesi veya Kara Mayınları Antlaşması’na karşı çıkmış olmasına rağmen, imzalanmasını önleyememesi onun hegemonik güç olduğunu tartışmalı hale getirmektedir.70 Ancak Nye’ın belirttiğinin aksine zaten ABD, antlaşmaya sadık kalmayarak sistemin açıklarından faydalanıp antlaşmalar
üzerinde oynamalar ile durumu kendi lehine çevirmektedir. (Irak Savaşı örneği)

Wallerstein’a göre modern devlet sistemi tarihinde üç hegemonik güce rastlanmaktadır; XVIII. yüzyıldaki Hollanda, XIX. yüzyıldaki İngiltere ve XX. yüzyıldaki ABD’dir. Bunların hegemonik güçleri askeri güçlerin ötesinde, sermaye birikiminden faydalandıklarından ekonomik güçlerine dayanmaktadır.71 

Bu görüşte hegemonik güç, güvenlik askeri güç gibi kavramları görmezden gelinmiştir.

Brzezinski, ABD’yi imparatorluğa benzetmiş, Roma İmparatorluğu ile kıyaslamıştır. Bu iki devletin benzerlikleri ikisinin de ülke dışında yaklaşık olarak 300 000 bin civarında askerinin bulunmasıdır. Farklılık ise Roma’da hiyerarşik bir yapı varken ABD’de ise demokratik bir yapı vardır. Bu demokratik yapıyı ABD’nin küresel hegemonyası karşısında bir engel olarak görse de72 Temsilciler Meclisi ve Senato ile demokrasi sınırlandırılmış ve Roma gibi ülke çıkarlarını öne çıkaran kanunlar oluşturulmuştur.

ABD’yi imparatorluk olarak gören Edward Said, İskoçyalı imparatorluk tarihçisi V. G. Kiernan’ın; “Bütün modern imparatorluklar birbirlerini taklit eder” sözünü dikkate alarak; ABD’nin çıkarlarını gördüğü topraklarda yerleşimler kurmak, buraları gözetim altında tutmak için sıkı bir çalışma içine girerek yaptıklarını imparatorluk anlayışı ile bağdaştırmaktadır.73


SONUÇ

ABD’nin önümüzdeki 20 yılda hegemonyasını artıracak olan deniz askeri gücü gelişmeleri şu şekildedir;74

İki yeni Gerald R. Ford sınıfı uçak gemisi inşa etmektedir. İkinci geminin 2018’e kadar hizmete girmesi planlanmaktadır.

Viginia sınıfı onuncu denizaltı 2013 yılında hizmete girecek olup 30 adet denizaltının daha sırasıyla hizmete girmesi planlanmaktadır.
Balistik Füze Savunması yetenekteki gemi sayısının 32’ye çıkarılması planlanmaktadır.

Zumwalt sınıfı muhribin 2014’te donanmaya katılması beklenmektedir.
45.000 tonluk Amfibi Hücum Gemisi America’nın (LHA-6) 2013 yılı içerisinde teslim edilmesi beklenmektedir

2013 yılı içerisinde ise P-3 Orion deniz karakol uçakları P-8 Poseidon deniz karakol uçakları ile yer değiştirmeye başlayacaktır.

Harita 9- Zumwalt Muhribi’nin, Eylül 1950 Kore Savaşı Incheon
Muharebesi'nde Kullanıldığı Durumu Gösteren Jenerik Harita 75

Yukarıdaki jenerik haritada, Eylül 1950 Kore Savaşı Incheon Muharebesi'nde Zumwalt Muhribi kullanıldığı takdirde savaşın 18 gün yerine 3 günde nasıl sonuçlandırılacağı belirtilmiştir. Destroyerler 85 milden radara dahi yakalanmadan tüm düşman hava savunmasını yok etmektedirler. Diğer muhriplere göre 20-30 metre daha uzun ve 10 metre daha geniş olan Zumwalt, buna rağmen radarda diğerlerine göre 50’de bir kadar radar ekosu oluşturmaktadır. Özellikle “Hava Savunma Harbi” için kullanılan Arleigh Burke sınıfı muhriplerin modern hali olan Zumwalt, “Sığ Sularda Harekât” için kullanılabilecek, kara hedeflerini uzak mesafelerden etki altına alabilecek, aynı zamanda lazer ve elektromanyetik ray silahlarının deneme platformu olacaktır.76

   En son yaşanan Suriye Krizi’nde, hâlihazırdaki durumu incelediğimizde, tüm dünyanın gözü ABD’nin hazırlıklarına takıldı. Öyle ki Akdeniz’e kıyısı olan devletler veya denizcilik geleneğinin temsilcisi İngiltere dahi ABD’nin yaptığı güç gösterisinin gölgesinde kaldı. Deniz gücü sayesinde, şu anda dahi böylesine hegemonyasını hissettiren ABD, yukarıda örneklem olarak ele aldığımız Zumwalt sınıfı muhrip ile lazer ve elektromanyetik ray silahları envanterine girdiğinde tüm teorileri değiştirecek bir güce sahip olacaktır. Görünen o ki, İbn Haldun’un “devletler de tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölür.” sözü belki de ABD için istisna olacak ve bu muazzam güç sadece bir dünya savaşında orantısız güç veya “dönüm noktası”77 sonucu ortadan kalkacaktır. En güçlü rakip olma ihtimalindeki Çin’in dahi teknolojide bu seviyeye ulaşması on yıllarını alacak ancak bununla beraber deniz gücünün diğer etmenlerini sağlaması belki de uzun vadede gerçekleşecektir.

   Strange, en uzun ömürlü imparatorlukların, merkezlerinden imparatorluğu yönetme kabiliyetine sahip olduklarını; buna istinaden, Gramsci’nin hegemonya kuramına dayanarak, merkezdeki yöneticiler ile “çevre”deki katılımcı müttefik ve ortakları arasındaki ayırımı gözden saklamayı becerebildiklerini vurgulamaktadır.

ABD, hâlihazırda imparatorluğun bu noktasındadır. Ayırımların giderilmesi çerçevesinde, yabancı pasaportlu işadamları, ABD’nin kültürel vatandaşları arasında yer almaktadır. ABD hegemonyasını güvenlik, üretim, finans ve bilgi yapılarından kaynaklanan, bölgeselliği aşan yapısal deniz gücü sağlamaktadır. Strange’e göre, yapısal deniz gücü, dört temel öğeye dayanmaktadır. Uluslararası politik ekonomide bu unsurlara en fazla sahip olan ülke, en güçlüdür:

Şiddete karşı güvenliklerini tehdit etmek ya da savunmak, inkâr etmek ya da artırmak yoluyla, diğer ülkeleri etkileme yeteneğini elinde tutmak,
Mal ve hizmet üretim sistemlerinin kontrolünün elinde tutmak, almak ve bu noktadan sonra savaşı kazanma ihtimalinin ortadan kalkması.

Finans ve kredi yapılarını belirleme yetkisini ve olanağını elinde tutmak, İster teknik, ister dinsel olsun, ya da fikirler alanında önde kalmayı kapsasın, bilgi ve bilişim üzerinde edinim, oluşturma ve iletişim yoluyla en fazla etkili olacak imkânları elinde tutmaktır.78

Strange’in bu ölçütlerine bakıldığında gerçekten de ABD’nin buna uyduğu görülmektedir. ABD imparatorluk veya hegemonik güç olsaydı; Irak’ın işgalinde Avrupa’yı ikna etmeli, Çin’deki ekonomik sarsıntı kendi ekonomisini etkilememeliydi gibi çekincelerle bu gerçeği öteleyenler için gözden kaçırılan enstantaneyi vurgulamak amacıyla şu husus değerlendirilebilir: 

Roma’nın bir imparatorluk olduğu düşüncesine Hıristiyanlığın doğuşu bir halel getirir mi?

KAYNAKÇA

Arı, Tayyar, Uluslararsı İlişkiler Teorileri, İstanbul, Alfa, 2.Baskı, 2002, s.318

Arıbaş, Kenan Küresel Çağda Siyasi Coğrafya, Konya, 2007, s.17.

Booth, K., Navies and Foreign Policy, New York, 1970, s.50.

Bostanoğlu, Burcu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası: Kuram ve Siyasa, Ankara, İmge, 1999, s. 194- 195.

Bozdağoğlu, Yücel - Çınar Özen, “Liberalizmden Neoliberalizme Güç Olgusu ve Sistemik Bağımlılık”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt1 Sayı 4 Kış, 2004 , ss.60-70.

Brzezinski, Zbigniew, Büyük Satranç Tahtası Amerika’nın Önceliği ve Bunun
Jeostratejik Gerekleri, İstanbul, Sabah, 1998, s. 13

Brezinski, Zbigniew, Tercih, (Çev: Cem Küçük), İnkilap Yayınevi, İstanbul, 2004, s.7.

Cable, James Gunboat Diplomacy 1919-1991, New York, 1994, s.32.

Cable, James, Diplomacy at Sea, Annapolis, 1985, s.3.

Chomsyky, Noam, Dünya Düzeni: Eskisi Yenisi, (Çev : Ali Çakıroğlu), Metis Yayınları, İstanbul, 2000, s.15

Clark, Amiral Vern “Açılış Konuşması”, Uluslararası Deniz Gücü Sempozyumu, Newport, 2003.

Clausewitz, Carl Won, Harp Üzerine, (Çev: Fahri Çeliker), Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Ankara, 1984, s.145.

Davies, Norman, Avrupa Tarihi, (Çev: Mehmet Ali Kılıçbay), İmge Kitapevi, İstanbul, 2006, s.511.

Davutoğlu, Ahmet, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul, 2001, s.34.

Davutoğlu, Ahmet, “Jeopolitik Teoriler Çercevesinde Dünya Kuvvet Dengesi ve Ortadoğu”, İlim ve Sanat Dergisi, Mart, 1986, s.9-14.

Dedeoğlu, Beril, Uluslararası Güvenlik ve Strateji, Boyut Kitapları, İstanbul, 2003, s.56.

Dinçer, Ömer, Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası, Alfa Yayınları, İstanbul, 2007,s.22.

Drows, Robert B., Dünyayı Değiştiren Kitaplar, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1980, s. 168.

Drucker, Peter F., Gelecek İçin Yönetim 1990’lar ve Sonrası, (Çev: Fikret Üçcan), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2005, s.337-376.

Earle, Edward Mead, Modern Stratejinin Yaratıcıları, (Çev : Demirhan Erdem), Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara, 2003, s.349.

Eralp, Atilla, Devlet ve Ötesi: Uluslararası İlişkilerde Temel Kavramlar, İstanbul, İletişim, 2005, ss. 155-157.

Ernle, Bradford, Akdeniz: Bir Denizin Portresi, (Çev.: Ahmet Fehmi), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004, s.347.

Falk, Richard A., Dünya Düzeni Nereye, (Çev : Neşenur Domaniç), Metis Yayınları, İstanbul, 2005, s.18

Friedman, Norman, Seapower and Strategy, Cambridge University Press, Annapolis, 2001, s.7.

Hart, B.H. Liddell, Strateji Dolaylı Tutum, (Çev: (E) Korgeneral Cemal Enginsoy), Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara, 2002, s.249.

Hobsbawm, Eric İmparatorluk Çağı, (Çev: Vedat Aslan), Dost Kitapevi, Ankara, 2003,

İbn-i Haldun, Mukaddime, (Çev: Süleyman Uludağ), Dergah Yayınları, Ankara, 2005, s.214.

Peter J. Katzenstein, Rethinking Japanese Security: Internal and External Dimensions, New York, Routledge, 2008.

Kennedy, Paul, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, (Çev : Birtane Karanakçı), Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1991, s.12.

Kennedy, Paul, “The Rise and Fall of Navies”, International Herald Tribune, 5 Nisan 2007.

Kinder, Hermann Dünya Tarihi Atlası, (Çev: Leyla Uslu), Ankara, 2006, s.376.

Kissinger, Henry, Diplomasi, (Çev: İbrahim H.Kurt), Türkiye İş Bankası Yayınlar, İstanbul, 2002, s.16.

Lautenbacher, Conrad C., “Optimizing Naval Forces Fr Twenty First Century Challanges:
Modernization Priorities and Consideration”, The Role of Naval Forces in XXI.st Century Operations, (Ed: Richard H.Shultz Jr., Robert L. Pfaltzgraff), Brasseys, 2000, s. 195-205

Livezey, William E., Mahan’a Göre Deniz Gücü, (Çev: İlyas Fidan), Harp Akademileri Yayınları, İstanbul, 1979.

Mackinder, H.J., “Geography, an Art and Philosophy”, Geography 27, s.129-130.

Mahan, Alfred Thayer, Deniz Gücünün Tarih Üzerine Etkisi, (Çev: Kerem Fındık, Melahat Fındık), Q Matris Yayınları, İstanbul, 2003, s.46.

Nye Jr, S., Amerikan Gücünün Paradoksu, İstanbul, Literatür Yayıncılık, 2003, ss. 10- 11. Ortaylı, İlber Avrupa ve Biz, Turhan Kitabevi, s. 198.

Ökte, Zekai, “Türk Denizciliğinin ve Deniz Ticaretinin Tarihi Gelişimi”, Belgelerle Türk Tarihi, Ocak, 2004, Sayı 84, s.88.

Said, Edward “Kültür ve Emperyalizm”, Kozmopolitan Dergisi, Toronto, York Üniversitesi,
www.kozmoplitan.com.tr , 25.08. 2006

Sloan, Collin S Gray–Geoffrey Jeopolitik Strateji ve Coğrafya, (Çev : Tuğrul Karabacak), Avrasya Stratejik Araştırmalar Vakfı Yayınları, Ankara, 2003, s.2.

Sun Tzu, The Art of War, (Çev : Thomas Cleary), Oxford University Press, Boston, 1988, s.41.

Tezkan, Yılmaz, Jeopolitik Yazılar, Ülke Kitapları, İstanbul, 2007, s.24.

Till, Geoffrey ,“Naval Transformation, Ground Forces, and The Expeditionary Impulse: The Sea Basing Debate”,
http://www.strategicstudiesinstitute.army.mil/pdffiles/PUB743.pdf   Wallerstein, Immanuel,
Genel Bunalımın Dinamikleri, (Çev : F.Akar), Belge Yayınları, İstanbul, 1984.

Tunçbilek, Necdet, Dünya Nüfus Dinamiği, İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Coğrafya Enstitüsü Yayınları, İstanbul, 1998, s.XXI0

Ünsan, Yalçın, “Dünya Deniz Ticareti ve Öngörüler”, 
http://www.ekutuphane.imo.org.tr/pdf/3818.pdf

W.Adorno, Theodor, Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi, (Çev: Nihat Ünler, Mustafa Tüzel, Elçin Gen), İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, s.140.

Wallerstein, Immanuel, Jeopolitik ve Jeokültür, İz Yayıncılık, İstanbul, 1993, s.47. Wallerstein, Immanuel, Dünya Sistemleri Analizi Bir Giriş, (Çev : Ender Abadoğlu), Aram Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.45.

Yılmaz, Veli, Jeo-Astrol Politikalar, Harp Akademileri Yayınları, İstanbul, 2005, s.259.

IHS Jane’s Fighting Ships, 2012-2013 Edition.
http://www.mapsofworld.com/thematic-maps/economy-maps/world-economicclassification.html
www.globalsecurity.org/military/library/policy/navy/nrtc/12018_ch20.pdf
http://people.hofstra.edu
www.wto.org

“Sea Power”, http://www.globalsecurity.org/military/ops/sea.htm
http://www.mapsofworld.com/world-maps/image/world-city-map.jpg
Clay Dillow, The Most Technologically Advanced Warship Ever Built, 10.16.2012, Popular
Science, http://www.popsci.com/category/tags/zumwal


DİPNOTLAR;


1 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul, 2001, s.34.
2 Alfred Thayer Mahan, Deniz Gücünün Tarih Üzerine Etkisi, (Çev: Kerem Fındık, Melahat Fındık), Q Matris Yayınları, İstanbul, 2003, s.46.
3 Sun Tzu, The Art of War, (Çev : Thomas Cleary), Oxford University Press, Boston, 1988, s.41.
4 Veli Yılmaz, Jeo-Astrol Politikalar, Harp Akademileri Yayınları, İstanbul, 2005, s.259.
5 Carl Won Clausewitz, Harp Üzerine, (Çev: Fahri Çeliker), Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Ankara, 1984, s.145.
6 B.H. Liddell Hart, Strateji Dolaylı Tutum, (Çev: (E) Korgeneral Cemal Enginsoy), Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara, 2002, s.249.
7 Beril Dedeoğlu, Uluslararası Güvenlik ve Strateji, Boyut Kitapları, İstanbul, 2003, s.56.
8 Ömer Dinçer, Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası, Alfa Yayınları, İstanbul, 2007,s.22.
9 İbn-i Haldun, Mukaddime, (Çev: Süleyman Uludağ), Dergah Yayınları, Ankara, 2005, s.214.
10 Peter F. Drucker, Gelecek İçin Yönetim 1990’lar ve Sonrası, (Çev: Fikret Üçcan), Türkiye İş Bankası Kültür
   Yayınları, İstanbul, 2005, s.337-376.
11 Norman Friedman, Seapower as strategy: navies and national interests,, Cambridge University Press, Annapolis, 2001, s.7.
12 http://www.mapsofworld.com/thematic-maps/economy-maps/world-economic-classification.html
13 Zbigniew Brezinski, Tercih, (Çev: Cem Küçük), İnkilap Yayınevi, İstanbul, 2004, s.7.
14 Henry Kissinger, Diplomasi, (Çev: İbrahim H.Kurt), Türkiye İş Bankası Yayınlar, İstanbul, 2002, s.16.
15 Richard A. Falk, Dünya Düzeni Nereye, (Çev : Neşenur Domaniç), Metis Yayınları, İstanbul, 2005, s.18; Noam Chomsyky, Dünya Düzeni: Eskisi Yenisi, (Çev : Ali Çakıroğlu), Metis Yayınları, İstanbul, 2000, s.15; Immanuel Wallerstein, Genel Bunalımın Dinamikleri, (Çev : F.Akar), Belge Yayınları, İstanbul, 1984.
16 Collin S Gray–Geoffrey Sloan, Jeopolitik Strateji ve Coğrafya, (Çev : Tuğrul Karabacak), Avrasya Stratejik Araştırmalar Vakfı Yayınları, Ankara, 2003, s.2.
17 H.J. Mackinder, “Geography, an Art and Philosophy”, Geography 27, s.129-130.
18 Davutoğlu, a.g.e. , s.109.
19 Yılmaz Tezkan, Jeopolitik Yazılar, Ülke Kitapları, İstanbul, 2007, s.24.
20 Kenan Arıbaş, Küresel Çağda Siyasi Coğrafya, Konya, 2007, s.17.
21 Arıbaş, a.g.e., s. 22.
22 www.globalsecurity.org/military/library/policy/navy/nrtc/12018_ch20.pdf
23 Mahan, a.g.e., s.17.
24 William E.Livezey, Mahan’a Göre Deniz Gücü, (Çev: İlyas Fidan), Harp Akademileri Yayınları, İstanbul, 1979.
25 Mahan, a.g.e., s.56.
26 http://people.hofstra.edu
27 Dünya Ticaret Örgütü, www.wto.org
28 Zekai Ökte, “Türk Denizciliğinin ve Deniz Ticaretinin Tarihi Gelişimi”, Belgelerle Türk Tarihi, Ocak, 2004, Sayı 84, s.88.
29 Robert B. Drows, Dünyayı Değiştiren Kitaplar, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1980, s. 168.
30 Mahan, a.g.e., s.46.
31 Edward Mead Earle, Modern Stratejinin Yaratıcıları, (Çev : Demirhan Erdem), Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara, 2003, s.349
32 Mahan, a.g.e., s. 51-91.
33 “Sea Power”, http://www.globalsecurity.org/military/ops/sea.htm
34 James CABLE, Gunboat Diplomacy 1919-1991, New York, 1994, s.32.
35 Friedman, a.g.e., s.14-33.
36 Friedman, a.g.e., s.1.
37 http://www.mapsofworld.com/world-maps/image/world-city-map.jpg
38 Yalçın Ünsan, “Dünya Deniz Ticareti ve Öngörüler”, http://www.e-kutuphane.imo.org.tr/pdf/3818.pdf
39 Immanuel Wallerstein, Dünya Sistemleri Analizi Bir Giriş, (Çev : Ender Abadoğlu), Aram Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.45.
40 Immanuel Wallerstein, Jeopolitik ve Jeokültür, İz Yayıncılık, İstanbul, 1993, s.47.
41 http://people.hofstra.edu
42 Eric Hobsbawm, İmparatorluk Çağı, (Çev: Vedat Aslan), Dost Kitapevi, Ankara, 2003,
43 Hermann Kinder, Dünya Tarihi Atlası, (Çev: Leyla Uslu), Ankara, 2006, s.376.
44 Geoffrey Till, “Naval Transformation, Ground Forces, and The Expeditionary Impulse: The Sea Basing Debate”,
     http://www.strategicstudiesinstitute.army.mil/pdffiles/PUB743.pdf
45 Conrad C. Lautenbacher, “Optimizing Naval Forces Fr Twenty First Century Challanges: Modernization Priorities
    and Consideration”, The Role of Naval Forces in XXI.st Century Operations, (Ed: Richard H.Shultz Jr., Robert L.
    Pfaltzgraff), Brasseys, 2000, s. 195-205.
46 James Cable, Diplomacy at Sea, Annapolis, 1985, s.3.
47 K.Booth, Navies and Foreign Policy, New York, 1970, s.50.
48 “Sea Power”, http://www.globalsecurity.org/military/ops/sea.htm.
49 Friedman, a.g.e., s.6.
50 Amiral Vern Clark, “Açılış Konuşması”, Uluslararası Deniz Gücü Sempozyumu, Newport, 2003.
51 “Sea Power”, http://www.globalsecurity.org/military/ops/sea.htm.
52 Peter J. Katzenstein, Rethinking Japanese Security: Internal and External Dimensions, New York, Routledge, 2008.
53 Livezey, a.g.e. , s.25.
54 Ahmet Davutoğlu, “Jeopolitik Teoriler Çercevesinde Dünya Kuvvet Dengesi ve Ortadoğu”, İlim ve Sanat
    Dergisi, Mart, 1986, s.9-14.
55 Theodor W.Adorno, Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi, (Çev: Nihat Ünler, Mustafa Tüzel, Elçin Gen),
     İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, s.140.
56 Necdet Tunçbilek, Dünya Nüfus Dinamiği, İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Coğrafya Enstitüsü
    Yayınları, İstanbul, 1998, s.XXI0
57 İlber Ortaylı, Avrupa ve Biz, Turhan Kitabevi, s. 198.
58 Mahan, a.g.e., s.48.
59 Drows, a.g.e., s.178.
60 Norman Davies, Avrupa Tarihi, (Çev: Mehmet Ali Kılıçbay), İmge Kitapevi, İstanbul, 2006, s.511.
61 Bradford Ernle, Akdeniz: Bir Denizin Portresi, (Çev.: Ahmet Fehmi), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
    İstanbul, 2004, s.347.
62 Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, (Çev : Birtane Karanakçı), Türkiye İş Bankası
    Yayınları, Ankara, 1991, s.12.
63 Livezey, a.g.e., s.73.
64 Paul Kennedy, “The Rise and Fall of Navies”, International Herald Tribune, 5 Nisan 2007.
65 Yücel Bozdağoğlu- Çınar Özen, “Liberalizmden Neoliberalizme Güç Olgusu ve Sistemik Bağımlılık”,
    Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt1 Sayı 4 Kış, 2004 , ss.60-70.
66 Davutoğlu, a.g.e., s. 16
67 Joseph S. Nye Jr, Amerikan Gücünün Paradoksu, İstanbul, Literatür Yayıncılık, 2003, ss. 10- 11.
68 Atilla Eralp (der), Devlet ve Ötesi: Uluslararası İlişkilerde Temel Kavramlar, İstanbul, İletişim, 2005, ss. 155-157.
69 Eralp, a.g.e., s. 158-159.
70 Nye Jr, a.g.e., s.19
71 Tayyar Arı, Uluslararsı İlişkiler Teorileri, İstanbul, Alfa, 2.Baskı, 2002, s.318
72 Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası Amerika’nın Önceliği ve Bunun Jeostratejik Gerekleri,
    İstanbul, Sabah, 1998, s. 13
73 Edward Said, “Kültür ve Emperyalizm”, Kozmopolitan Dergisi, Toronto, York Üniversitesi,
     www.kozmoplitan.com.tr , 25.08. 2006
74 IHS Jane’s Fighting Ships, 2012-2013 Edition.
75 Clay Dillow, The Most Technologically Advanced Warship Ever Built, 10.16.2012, Popular Science,
    http://www.popsci.com/category/tags/zumwalt
76 Dillow, a.g.m., s.1.
77 Taarruz eden için, dengesi bozulacak kadar güç harcamak; savunan için, geri dönülemeyecek kadar hasar
78 Burcu Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası: Kuram ve Siyasa, Ankara, İmge, 1999, ss. 194-195.

***

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NİN YENİDEN YAPILANDIRMA STRATEJİSİ: DENİZ HÂKİMİYETİ TEORİSİ'NDEN DENİZ HEGEMONYASINA GEÇİŞ. BÖLÜM 1

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NİN YENİDEN YAPILANDIRMA  STRATEJİSİ: DENİZ HÂKİMİYETİ TEORİSİ'NDEN DENİZ HEGEMONYASINA 
GEÇİŞ. BÖLÜM 1




Burak Şakir Şeker
*Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi. 
ULUSLARARASI GÜVENLİK KONGRESİ - 2013 KOCAELİ..



Özet

Küresel stratejiler üretirken üzerinde durulması gereken mutlak unsurlardan bir tanesi de denize kıyısı olan devletlerin sahip olduğu deniz gücüdür. Deniz gücü ifadesi ilk defa Mahan tarafından kullanılmıştır. Deniz gücü kavramı, bir devletin denizcilik ile ilgili sahip olduğu ekonomik ve askeri bütün faaliyet alanlarını kapsamaktadır. XX. yüzyılda, ABD’nin uyguladığı jeopolitik teorilerden birisi olan Deniz Hâkimiyet Teorisi ile geçerliliğini kanıtlayan deniz gücü, aynı zamanda hegemonik gücün de kaynağını oluşturmuştur.

Bağımsızlık sonrasında arenada yalnızcılığı tercih etmiş olan ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra küresel bir güç olarak ortaya çıkmış, çift kutuplu dünyada, Sovyetler Birliği’ne karşı hegemonyasını “çevreleme” politikası ile sürdürmüştür. Bilginin önemli bir güç olduğu bugünkü yeni süreçte ABD, kendi gücünü korumak için; “Medeniyetler Çatışması” ile “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika” projeleri gibi bu çerçevede değerlendirilebilecek stratejiler üretmiştir. Bugün, bu güç, hegemonyanın devamı için kendini yeniden yapılandırmaktadır.

Bu çalışmanın amacı; strateji kavramının önemi ve küresel deniz gücü oluşturmadaki öneminin belirtilmesi, küresel jeopolitik teoriler çerçevesinde Mahan’ın deniz hâkimiyet teorisinin irdelenmesi ve denizlerin küresel stratejilerdeki öneminin incelenmesi, ABD gücünü tarihsel süreçte ele alarak bu gücün hegemonyasının devam ettiğini gözler önüne sermektir.


GİRİŞ

Deniz gücü denildiğinde, ilk akla gelen çoğunluğu savaş gemilerinden oluşan bir filo olsa da XXI. yüzyılda, ekonomik gücün askeri güce nispetle daha fazla ağırlık kazandığı bir ortamda daha çok ticari bahriyenin ağırlıkta olduğu bir gücü belirtmektedir.1 Denizler, engebesiz düz coğrafyası ile ülkeler arasında ulaşımın sağlanmasında en kolay yollardan birisidir. Ticaret yolları, dünyanın kan damarları gibidir ve deniz ticaret yolları ana damarları oluşturmaktadır.
Roma İmparatorluğu’ndan itibaren hâkimiyet kuran devletlerin genel özellikleri
incelendiğinde, denizlere hâkim olan devletler her zaman hükmetmişlerdir. Bizans, Venedik, Osmanlı, Portekiz, İspanya, Hollanda, İngiltere ve son olarak ABD denizler üzerinde egemenlikler kurmuşlar dönemlerinin hegemonik gücü olmuşlardır. XXI. yüzyılda deniz gücü kavramı son derece değişmiştir; bu sebeple, deniz gücü oluşturmak isteyen devletler, stratejik adımlar atmak zorundadırlar. Bunun en temel yolu ise bu hususun devleti idare edenler
tarafından çok iyi anlaşılması gerekliliğidir.

ABD gücü ile uluslararası denge arasında çok önemli ilişkiler mevcuttur. Uluslararası yapının Soğuk Savaş sonrası karşılaştığı belirsizlikler gücün dinamik ve değişken yapısını da belirsizleştirmiştir. Bilginin önemli bir güç unsuru olduğu bir süreçte, gücü, bilgiden ayıramayız. Şimdiden bilgi ve bilgi teknolojisi için çaba sarf edenler geleceğin güç denklemlerinin birer parametreleri olacaklardır. Bu çerçevede, ABD bilgi tekeline sahip büyük güç konumundadır. Bu gücün devamı, hem sürekli bilgi üretimine hem de üretilen bilginin ve onun parçası olan teknolojisinin tekelinin sürdürülmesine bağlıdır.

I. STRATEJİ

XXI. yüzyılda yapılacak deniz gücü stratejilerinde Mahan’ın belirttiği kriterlere de uygunluk arz etmektedir. Mahan’a göre deniz gücü oluşturabilmek için gerekli unsurlar: Coğrafi konum, fiziksel yapı, ülkenin büyüklüğü, ülkenin nüfusu, halkın karakteri ve hükümetin karakteridir.2 Sun Tzu tarafından ortaya konulan Savaş Sanatı tanımı, stratejiyi şöyle açıklar: “Savaş sanatı, devlet açısından hayati önem taşır. Savaş sanatı, bir ölüm kalım meselesidir, güvenlik içerisinde yaşamak ya da yok olmak, savaş sanatının ne ölçüde bilindiğine ve uygulandığı  na bağlıdır.”3

Strateji kelimesi ‘düşmanın ne yapabileceğini veya ne yapmayacağını belirleyerek, buna göre genel bir plan yapmak, kendi güçlerini yerleştirerek gerektiğinde harekete geçirmek4 olarak tanımlanabilir. Clausewıtz’a göre strateji, harbi kazanmak için muharebeleri kullanma sanatı5 olarak tanımlanmıştır. Moltke Strateji’yi, çare bulma sanatı ve en zor koşullar altında
uygulamada bulunabilme sanatı şeklinde tanımlar. Hart açısından ise Strateji, siyasi amaçlara ulaşmak için askeri imkânların dağıtımı ve uygulanması sanatıdır.6

İktidarın hedefe ulaşmak için askeri kuvvetleri kullanma sanatı olarak kabul edilen stratejinin, askeri alan dışında, XIX. yüzyılın sonundan itibaren sanayi devriminin gerçekleştirilmesinin sonucu olarak sömürgecilik yarışında örneğin siyasal, ekonomik, kültürel, sanat ve benzeri alanlarda da kullanılıyor olması, bu terimin yıllar öncesi bilinen anlamını daha da genişletmiştir.7

Strateji, planlı olarak önce bilinçli olarak geliştirilmiş olması ve sonra eylemlere
dönüştürülmesidir. Ayrıca herhangi bir istikamet vermek ve rekabet üstünlüğü sağlamak maksadıyla, sürekli analiz ederek faaliyetlerin planlaması ve gerekli araç ve kaynakların yeniden düzenlenmesi süreci olarak tanımlanabilir.8

İnsanlar; emek, kudret ve iş yapma gücünü birleştirerek ihtiyaçlarının fazlasını temin edebilecekken ayrılmaları ve kendi ihtiyacını bizzat kendisinin temin etmesi halinde sadece kendi ihtiyacını bile karşılayamayacaklardır.9 Strateji ile etkili bir koordinasyon ve hedef birliğinin sağlanması halinde potansiyellerinin çok üzerinde bir etkinliğe kavuşacaklardır.

Bilinçli strateji tespiti yapılmadığı takdirde uzun vadede başka hedeflere kolayca sapılabilir.10

Eğer seçilen hedefler çok belirsiz ve anlaşılmaz olursa, eldeki kaynakların etkin bir biçimde kullanılması mümkün olamaz.11

Mücadele duygusu insanın yapısında olduğu gibi devletlerde de mevcuttur. Güçlenmeye başlayan bir devlet hemen tehdit olarak algılanır ve durdurulmaya çalışılır. Dünyadaki gelir dağılımındaki mevcut dengesizliğin geri döndürülemez bir hale geldiğini gösteren harita aşağıda olduğu gibidir.




Harita-1: Dünya Gelir Dağılımları Haritası12

Küresel bir devlet; kendi devrinde olaylara yön veren devlettir, politikalar kendisine bakılarak oluşturulur günümüzde ABD buna örnektir. Brezinski bu durumu şöyle ifade etmiştir:
“Amerika”nın dünyadaki rolü ile ilgili tezim çok basit; Amerika’nın gücü, ulusun
egemenliğini baskın bir şekilde öne çıkaran, bugün küresel istikrarın en büyük kefilidir.”13 Amerika Birleşik Devletleri’nde üç önemli stratejik uzak görüşlülük vardır; Birincisi, güvenliğin sağlanması, ikincisi, ekonominin sürekli geliştirilmesi, son olarak, değerlerin yayılmasıdır.14 ABD; dış politika stratejisinde, güç merkezleri ile ilişkilerin alternatifli tarzda yeniden düzenlemiş ve uzun dönemli kültürel, ekonomik ve siyasi bağlarını sağlamlaştırdığı
bir hinterland oluşturmuştur.15

II. GLOBAL DENİZ HÂKİMİYETİ

Jeopolitik kuramda çeşitli coğrafi kavramların günümüz politikası ve gelecekteki politikayla münasebetlerini ortaya koyan açıklamalar çıkarılmıştır.16 Gelecekte strateji ve politika üretecek kişiler geleceğe yönelik politikalar tasarlarken ileriyi görebilmelidirler. Tabi ki hala insanoğlunu ve çevresini geçmişten bugüne getiren hareketi anlama ihtiyacı duyacaklardır.17

Küresel ölçekli nükleer güç dengesine rağmen taktik jeopolitik alan mücadelelerinin, Soğuk Savaş süresince azalmadığını, hatta nükleer tehdit dengesinin gölgesinde daha az riskli mücadele türü olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır. II. Dünya Savaşı’ndan Soğuk Savaş’ın sonuna kadar olan dönemde ABD’nin dolaylı ya da doğrudan müdahil olduğu 14’ü Doğu Asya’da, 12’si Ortadoğu’da, 6’sı Doğu Avrupa ve Akdeniz’de, 6’sı Orta Avrupa’da, 6’sı Karaipler’de, 4’ü Güney Amerika’da ve 4’ü de Afrika’da toplam 50 düşük yoğunluklu çatışma bulunmaktadır.18

ABD amirallerinden Alfred Thayer Mahan (1840-1914)’ın “Deniz Hakimiyeti Teorisi”ne göre; açık denizler kıtaları birbirine bağlayan engin ovalardır ve buralarda da ulaşım istikametleri seyrüseferi etkileyen hususlar (akıntı, derinlikler, en kısa yol vb.) nedeniyle bir ölçüde sabitleşmiş durumdadır, bu yolları kontrol etmek dünya ulaşımının kontrolü anlamını taşır. Kara kuvvetleri ile dünyada ancak belirli ölçüde yer işgal edilebilir, hâlbuki dünya egemenliği veya büyük imparatorluklar kurmak için denizaşırı nokta ve bölgelerin ele
geçirilmesi ve bunlarla anavatan arasındaki irtibatı sürdürmek için de denizlerde egemen olmak gereklidir.19

Mahan’a göre, dünya hâkimiyetinde, deniz harekatı, kara harekatına göre, daha kolay ve daha güçlüdür. ABD; İngiltere, Almanya ve Japonya ile birlikte hareket edilebilir ve bu sayede Sovyet Rusya ve Çin kontrol edilebilir, böylece bu iki ülkenin Avrasya’daki gelişmeleri durdurulabilir. Bu teoriyi XX. yüzyıl boyunca, ABD, İngiltere, Almanya, Japonya ve Sovyet Rusya tarafından uygulanmıştır.20




Harita-2 Deniz hakimiyet teorisinin ABD tarafından Dünya deniz ve okyanuslarının Kontrol edilmesi. 21 

XX. yüzyılın ortalarından itibaren ABD, denizcilik alanında tek devlet olarak, donanması ve sivil bahriyesi ile muazzam bir zenginliğe erişmiştir.




Harita-3 ABD Donanmasının Dünya Üzerindeki Dağılımı22

Deniz gücü hâkimiyet teorisini benimseyen ABD başarılı olmuş, deniz gücü hâkimiyet teorisinin, diğer teorilerin yanında ayrı bir yere sahip olduğu ortaya çıkmış ancak tam anlamıyla kabullenilmemiştir. Çünkü tarihçiler genellikle denizin şartlarına aşına değillerdir, ne deniz hakkında özel ilgi, ne de özel bilgileri vardır ve deniz kuvvetlerinin büyük meseleler üzerindeki belirleyici etkisini görmezden gelmektedirler.23

Deniz gücü, sadece yüzen bir askerî kuvveti içermemekte, aynı zamanda, herhangi bir askerî filonun tabii ve sağlıklı bir şekilde seyre çıkabilmesini ve emniyetle, barış içinde seyre devam etmesini sağlayacak ticarî ve deniz nakliyat imkânlarını da içine almaktadır.24

Deniz gücü haline gelen devletlerin ortak özelliği, üretim kapasitelerindeki artıştır. Devletler ekonomik olarak harekete geçerek belirli bir üretim kapasitesi ne ulaştıktan sonra deniz gücü oluşturmaktadır. Üretilen maddelerinin mübadelesini de gerektiren üretim, mübadele edilen maddelerin taşındığı, taşımacılık ve taşımacılık faaliyetlerini kolaylaştırıp genişleten ve müteaddit emniyet noktaları ile taşımacılığı koruyan müstemlekeler, denize hududu olan
ulusların politikalarını biçimlendirdikleri kadar tarihin çoğu bölümlerini de
oluşturmaktadırlar.25

Dünyanın en büyük elli limanını gösteren harita incelendiğinde; Çin, Hindistan, Avrupa, Japonya, ABD ve Basra Körfezinde denizcilik faaliyetlerinin yoğunlaştığı, Basra Körfezi haricindeki mekânlarda, üretim konusunda dünyanın başını çeken devletlerin bulunduğu, gerekli olan hammaddeleri karşılamak ve ürettikleri ürünleri dünyaya arz etmek için deniz gücü elde etmek mecburiyetinde olduğu görülmektedir.




Harita-4 Dünyanın En Büyük 50 Limanı26

Aşağıda dünyanın en büyük 10 ithalat/ihracat yapan ülkesi sergilenmektedir. Bu grafik aynı zamanda dünyanın en büyük 10 deniz gücü ülkesidir.




Tablo-1 En Büyük 10 İthalatçı ve İhracatçı Ülke27

Yük ve yolcu gemileriyle, bunları işleten ve yöneten resmi, özel kurum ve kuruluşları, kurtarma ve araştırma gemileriyle, liman hizmet araçları ve işletmeleriyle, kıyı tesisleri ve benzeri kuruluş ve çalışmalarla deniz ticareti bir devletin ‘Deniz Gücü’nü oluşturmaktadır.28

Mahan’a göre deniz gücü kavramı içerisine, sadece savaş gemileri değil ticari denizcilik ve kuvvetli bir anavatan da girer. İhtişamlı bir ticaret bahriyesi ve başarılı bir donanmadan biri olmazsa öbürü de olmaz. Milletin zenginliği ikisine birden bağlıdır.29 Devletler gelişmeleri için zenginleşmelidir ve bu da fazla mal üretip dışarıya satmakla sağlanabilir. Bu ticarette, deniz ulaştırması başta gelen bir öneme sahiptir. Ancak ulaştırmanın korunması için deniz kuvvetlerine ihtiyaç vardır. Harp gemileri sürekli olarak denizde kalamayacaklarından ülkede ve deniz aşırı mevkilerde deniz üslerinin kurulması gerekir.

Böyle bir deniz gücü sistemini kurup işleten devletler de dünya çapında güçlülük ve egemenlik kazanırlar.30

Amiral Mahan’ın, bir ülkenin Deniz Gücü'ne ilişkin saptadığı altı faktör şöyledir;
Ülkenin coğrafi konumu
Ülkenin fiziki yapısı
Ülkenin büyüklüğü
Ülkenin nüfusu
Milli karakter
Hükümetin karakteri ve milli kuruluşlar. 31

Ülkenin Coğrafi Konumu; devletin ülkesinin deniz trafiğinin yoğun olduğu bölgede olması, meteorolojik şartların her mevsimde seyrüsefere müsait olması, balıkçılık sahalarına ve günümüzde deniz dibi petrol kuyularına yakın bulunması, fertleri ve hükümetleri deniz alaka ve menfaatleri ile ilgilenmeye iter.

Ülkenin Fiziki Yapısı; kıyı hattının karakteri ve kıyıya erişimin kolaylığı, insanların denizle kaynaşmasına yardımcı olur. Arazinin verimli veya verimsiz olması milleti denize itebilir veya karaya (tarıma) çekebilir.

Ülkenin Büyüklüğü; diğer güç kaynaklarınca desteklenme derecesine göre denizcilik gücüne etken bir güçlük veya zayıflık kaynağı oluşturur.

Ülkenin Nüfusu; deniz kıyılarındaki nüfus fazla ise denizciliğe ilgi artar.
Milli Karakter; milletin genleri, gelenekleri, denizcilik, ticaret ve silahlı kuvvetlerle ilgili değer yargıları deniz gücünün oluşumunu büyük ölçüde etkiler.
Hükümetin Karakteri ve Milli Kuruluşlar; hükümet, deniz gücünün iç ve dış politikadaki çok olumlu etkilerini kavrar ise; kamu ve özel sektörü denizcilik konularında teşvik eder ve destekler.32

Deniz gücü en kullanışlı diplomatik araçlardan birisidir. Hükümetler, deniz gücünü dünyanın üçte ikisine herhangi bir kısıtlama altında kalmadan ve kimseden izin almadan gönderebilirler. Deniz gücünün tarihsel altı kullanım şekli mevcuttur. Donanma savaşı, ambargo, ticari baskın, sancak varlık gösterme, sahil savunması ve güç gösterimidir. Son yarım yüzyılda buna iki teknik daha eklenmiştir; nükleer tehdit ve hava trafiğinin deniz gücü ile kontrol altına alınmasıdır.33

“Gambot Diplomasisi” bir sorunun kendi lehimizde sonuçlanması ya da bu sorun nedeniyle oluşabilecek maddi veya manevi zararların geciktirilmesi maksadıyla savaş zamanı kullanımı hariç, deniz kuvvetlerinin kısıtlı bir şekilde kullanımı veya kullanım tehdidini içerir.34

Deniz gücü, hasım devlete karşı en güçlü caydırıcı seçeneklerin başında gelmektedir. Deniz gücünün sevk edilmesi, direk sıcak temasa girmeden karşı tarafa kararlı duruş mesajı vermektedir. İcra edilen deniz harekâtları aynı zamanda ABD dış politikasının da parçasıdır.

Haiti’ye demokrasinin götürülmesi, Sırbistan’ın Dayton antlaşmasını imzalaması ve Irak’ın askeri kapasitesinin Körfez Krizi’nden önce azaltılması icra edilen uluslararası deniz harekâtlarının dış politikaya bakan yönleridir.35

XXI. yüzyılda deniz gücü, ABD’nin en önde gelen askeri diplomasi aracıdır. Körfez krizi ve sonrası ABD deniz gücünün karalardaki olayları denizden etkileme stratejisi (influencing events ashore) paralelinde yeni bir döneme girilmiştir.36 Bu dönemde bir tehdit olmaksızın, 3000 mil ötede ateş gücünü kullanarak, deniz unsurları cruise füzelerini ve sahip oldukları hava gücünü herhangi bir kısıtlamaya tabi olmadan kullanabilmişlerdir. Körfez krizi, Eski Yugoslavya krizi, Kosova Krizi ve Afganistan krizlerinde hava kampanyasının en önemli
taarruz araçları deniz kuvvetlerinden sağlanmıştır.

ABD tarafından yürütülen ambargo harekatları, yakın zamanlarda Kosova’da çıkan çatışmalara yapılan müdahaleler, Irak müdahalesi ve Afganistan müdahalesi gibi askeri güç yöneltmesine dayalı yöntemlerde deniz gücünün diplomatik kullanım metotlarındandır.

Soğuk Savaş’tan sonra hava ve kara gücüne oranla deniz gücünün önemi artmıştır. Körfez Savaşı’nda kullanılan bütün silahlar, uçaklar, mühimmatlar ve bakım malzemeleri Körfez’e uçak gemileri vasıtası ile taşınmıştır. Aşağıda haritada, devletlerin kalbine benzeyen büyük şehirler genel itibariyle deniz kenarında veya denize yakın yerlerde kurulduğu görülecektir.




Harita-5 Dünyanın Önemli Şehirleri37

Son yıllarda dünya ticaretinin hacim olarak % 90'ı, değer olarak % 84'ü denizler vasıtası ile taşındı. Ayrıca, ticaretin hacim olarak % 95'i, 9 önemli stratejik nokta üzerinden gerçekleşti. Bunlar; Bab-el Mandep, Ümit Burnu, Danimarka Boğazı, Malakka Geçidi, Panama Kanalı, Süveyş Kanalı, İngiliz Kanalı, Cebelitarık Boğazı ve Hürmüz Boğazı'dır.38

Dünya sisteminin temelleri XV. yüzyılın sonlarında atılan küresel dünya ekonomi
sistemidir.39 Bu sistemde devletlerin zenginliklerinin temelinde üretime dayalı dış ticaret bulunmaktadır. Bu da iş bölümünün tesisi ile sağlanmıştır. Mutlaka bütün tarihsel sistemler bir iş bölümüne dayanmaktadır, fakat öncekilerden hiçbiri kapitalist dünya ekonomisininki kadar karmaşık, geniş, ayrıntılı ve birbirine bağlı değildi.40




Harita-6 Stratejik Geçiş Yolları ve Stratejik Ticaret Yolları41

Hobsbawm bu durumu şöyle özetlemektedir: “Sanayi devrimimizin temelinde sömürge ve az gelişmiş pazarlar üzerindeki bu yoğunlaşma, bunları kimseye kaptırmamak için verilen başarılı mücadelede yatmaktadır. Bu mücadeleyi doğuda kazandık. 1766’da Çin’le yapılan ticaretinde Hollanda’yı bile saf dışı bırakmış durumdaydık. 1780’lerin başlarında Afrika’dan gönderilen tüm kölelerin yarısından fazlası İngiliz köle tüccarına kar sağlamaktaydı. Bunları hep İngiliz mallarına yararlı olması için yaptık. Sınai ekonomimiz ticaretimizden ve özellikle
de azgelişmiş dünya ile ticaretimizden doğdu. Ödemeler dengemizi ticaret ve gemi taşımacılığı sağladı ve uluslararası iktisadi ilişkilerimizin temelini, İngiliz imalat ürünlerinin bölgelerin ilkel ürünleri ile mübadelesi oluşturdu.”42

Deniz gücüne sahip olmanın etkisini, aşağıda 1914 yılına ait dünyanın sömürgelere taksimi haritasında görebilmemiz mümkündür. Harita aynı zamanda üretime dayalı bir ekonomi felsefesinin bir özetidir:


Harita-7: Dünyanın Sömürgelere Taksimi 191443

Ticaretin akış yönü ABD, Avrupa ülkeleri, Çin ve Hindistan ekonomilerinin daha sıkı bir şekilde birleşmesi sonucu, süper limanlar ve geçiş yollarında gerçekleştiği görülmektedir. Dış ticaretinin %95’inin denizler yolu ile gerçekleştiren ABD’nin milli geliri içinde dış ticaretin payı 1990’larda %13 civarındayken 2020 yılında bu oranın %35’e, 2030 yılında ise %60’a ulaşması beklenmektedir.

Savaş uçaklarının kısıtlı seyir kapasiteleri ve taşıyabilecekleri silahların sınırlı oluşu, tek başına küresel krizlere müdahale imkânı vermemekte, kriz bölgelerine yakın müttefik bir ülkeden üs elde edilmesi ile yapılacak askeri harekâtlarda ise politik kısıtlamalar ile karşılaşılmaktadır. ABD gibi açık denizlerde gezdirilen uçak gemileri vasıtası ile hem küresel çapta çıkabilecek sorunlara süratle müdahale edilebilmekte hem de mevcut düzenin devam ettirilmesinde güçlü bir silaha sahip olunmaktadır.44

Askeri anlamda deniz gücüne sahip olmak aynı zamanda teknolojik anlamda belirli bir seviyeyi geçmek demektir. Çünkü askeri gemiler teknolojik anlamda silahlı kuvvetler içerisindeki en modern unsurlardır. Sahip oldukları radarlar ve güdümlü mermiler sayesinde caydırırcı güç unsuru olan savaş gemilerinin, teknolojik gelişmelere uygun ve savaş durumunda kısa sürede üretilebilmeleri için, maya niteliğinde bir gemi inşa teknolojisine sahip olmak gerekmektedir.45

Savaş gemilerinin, sayı itibariyle az olmalarına rağmen, önemli bir yere sahip olmasının altında yatan temel sebep, konuşlandırılmasındaki esneklikten kaynaklanan şaşırtıcı etkisidir.
Sahile kıyısı olan bir devlet için karadan gelebilecek tehditlerin yönü tahmin edilse bile, denizlerden gelebilecek tehditlerin kestirilmesi imkânsız gibidir.46

Askeri anlamda deniz gücüne sahip olmak, kolektif güvenlik anlayışının gereği olarak müttefiklerin bulunmasını da kolaylaştırmaktadır. Aynı anda etkili bir biçimde hem kara gücü, hem de deniz gücüne sahip devlet neredeyse yok gibidir. Bu yüzden sadece kara gücüne ağırlık veren devletler, etkin bir deniz gücüne sahip devletlere yaklaşmaktadır.47

Donanma açısından zayıflık, askeri saldırılara davetiye çıkarmak demektir. Denizlerin kontrolü defansif açıdan savunmayı kuvvetlendirirken, ofansif açıdan saldırıya olanak sağlamaktadır.48 Kara tehdit algılaması içerisinde olan devletler, doğal olarak askeri anlamda kara gücüne ağırlık vermek zorunda kalmaktadır. Bu yüzden deniz gücü olan devletlerin kullandığı taktiklerden birisi; hasım devletin deniz gücü oluşturmasını engelleyecek bir biçimde kara tehdit algılaması oluşturmaktır.49

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

31 Mart 2020 Salı

Libya Örneği Üzerinden NATO’yu Okumak

Libya Örneği Üzerinden NATO’yu Okumak




Ali SEMİN
www.bilgesam.org
Libya Örneği Üzerinden NATO’yu Okumak


Orta Doğu ve özellikle Arap devletlerinde yaşanan hadiseler küresel güçler için tarihten günümüze kadar genel anlamda büyük öneme sahiptir. Bilhassa bölgede bulunan zengin enerji ve yer altı kaynakları açısından Ora Doğu, küresel güçler (ABD, İngiltere ve Fransa) için çekim merkezi haline gelmiştir. Bu bağlamda, Arap ülkelerindeki değişimi ve halk isyanlarını tetikleyen önemli faktörlerden birinin de, küresel güçlerin bölge üzerinde oynadığı oyunlar ve yaptıkları ince hesapların olduğu aşikârdır. 

Bu güçlerin bölge üzerinde hem yaptıkları işbirliği hem de güç mücadelesi bağlamında, Arap ülkelerinde otoriter yönetimlere karşı gösterilen halkın tepkisine ve hareketlerine ciddi ölçüde payı olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim Libya’daki halk direnişinden sonra NATO güçlerinin bölgeye müdahale etmesi, halkın rejimin değişmesi konusundaki tutumunu daha da artırmış ve tetiklemiştir. Başka bir ibareyle, NATO’nun Libya’ya müdahalesinde olduğu gibi küresel güçler tarafından halk hareketinin uzun süreli ayakta kalması için, askeri teçhizat ve çıkara dayalı siyasi destek yapılmasaydı, Arap ülkelerinde meydana gelen olaylarda halkın yönetime karşı bu kadar gösterilere devam etmesi zor olacağı ifade edilebilir. Arap ülkelerindeki yönetimlere yönelik başlayan halk isyanları olarak kabul edilse de, daha sonra bölgesel ve küresel güçlerin yardımına ve hatta vekâlet savaşlarına dönüştüğüne dikkat çekmek gerekir.

Bu bağlamda Arap ülkelerinde baş gösteren halk ayaklanmalarıyla birlikte bölge üzerinde birçok küresel aktörün siyasi, ekonomik ve nüfuz kurma mücadelesine yol açmaktadır. Değişim sürecine giren Arap ülkelerinde ortaya çıkan otoriter boşluğu doldurma ve Orta Doğu’da etkinlik kurmak isteyen tüm aktörler, bölgedeki pastadan aslan payı elde etmeye çalışmaktadır. Özellikle Kaddafi sonrası Libya üzerinde nüfuz sahibi olmaya çalışan Fransız ve İngiliz petrol şirketleri, 2011 yılında Trablus direnişçilerin eline geçer geçmez Ulusal Geçiş Konseyi ile anlaşmak için görüşmelere başlamıştı. Ayrıca Fransa ve İngiltere, Libya’daki direnişçilere Kaddafi’ye karşı her türlü desteği sağlamaya çalışmıştır. 1 Eylül 2011 tarihinde Paris’te yapılan Libya konferansı sırasında Rusya’nın, hemen Libya’daki Ulusal Geçiş Konseyi’ni resmen tanıdığını açıklamıştı. 

Aslında Aralık 2010’dan bu yana başta Libya olmak üzere Suriye, Yemen, Sudan, Cezayir ve genel olarak Orta Doğu üzerinde keskin bir güç mücadelesi söz konusudur. Rusya’nın, Kaddafi sonrası Libyalı muhalif grubundan yana bir tavır almasının iki nedeni vardır. İlk nedeni, Kaddafi döneminde, Rusya ile Libya arasında 4 milyar dolarlık bir silah anlaşmasının var olduğudur. Moskova’nın Trablus’taki yönetimi tanımasındaki temel gayenin, Libya’da kurulan yönetimle de söz konusu sözleşmeyi devamlı kılmaktı. Diğer neden ise, Rusya’nın bölgedeki gelişmelerden uzak kalmamak ve bölgedeki etkinliğini devam ettirmek isteğidir. Dolayısıyla Rusya, Arap ülkelerindeki değişimle ve Suriye’deki iç savaşla birlikte Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Orta Doğu bölgesinde kendine yeniden nüfuz alanları açtı. 

Orta Doğu’daki Krizler ve Türkiye’nin Libya Politikası

Arap ülkelerindeki değişimin bölgesel ve bölge dışı aktörlerin de değişmesine sebep olduğu ifade edilebilir. Çünkü otoriter rejimlerin yerine farklı anlayışlara sahip yönetimlerin gelmesi, hem bölge ülkeleri arasındaki ikili ve çok taraflı diplomatik, ekonomik ve ticari ilişkileri tesiri altına almaktadır, hem de küresel aktörlerin yeniden yönetimsel şeklinin oluşması, ister istemez bölgedeki aktör lerin de değişmesine yol açmaktadır. Bu nedenle Arap ülkelerindeki eski yönetimlere yönelik gelişen kontrolsüz gösterilerin sonucunda deyim yerindeyse ABD’ye yakınlığı ile bilinen liderler, Arap halkı tarafından devrilmiştir. Bu açıdan bakıldığında ABD yönetimi, bölgede eski müttefiklerini kaybetmeye başladıktan sonra Suriye’de PKK/YPG terör örgütüyle, diğer ülkelerde ise devlet dışı aktörlerle ilişkilerini güçlendirmeye başlamıştır. 

Bu çerçeveden bakıldığında bundan sonra ABD’nin yeniden dizayn edilmeye başlayan Orta Doğu bölgesinde hem kendi çıkarlarını, hem de İsrail’in güvenliğini korumak için iki seçeneği vardır: Bunlardan biri Arap kamuoyu nezdinde hep tepki çeken ABD’nin yeni stratejik arayışları içine girmesi kuşkusuzdur. İkinci seçenek ise, Arap halklarının gösterilerle, yönetimleri devirme konusunda elde ettiği başarıya mesafeli durup, tepki ve dikkatleri çekmeden ilişkilerini geliştirebilmesidir. Çünkü liderlerini deviren ve isyana devam eden Araplar arasında, söz konusu gösterilerin sonucunda elde edilen başarının ABD ve Avrupa ülkeleri (özellikle İngiltere, Fransa ve İtalya) tarafından müdahaleye uğraması ve kontrol altına alınması kaygısı hâkim olmuştu.

Öte yandan Orta Doğu’da tek NATO üyesi olan Türkiye’nin Libya’ya karşı sergilediği tutum dikkate alındığında Ankara, Libya’daki gelişmelerin 
başlangıcında Libya’da bulunan Türk işçilerinden dolayı temkinli bir politika izlemiştir. Ardından yaşanan gelişmelerin seyrine göre Türkiye, Libya muhalefetine tam destek 

“ ABD’nin yeniden dizayn edilmeye başlayan Orta Doğu bölgesinde hem kendi çıkarlarını, hem de İsrail’in güvenliğini korumak için iki seçeneği vardır: 
Bunlardan biri Arap kamuoyu nezdinde hep tepki çeken ABD’nin yeni stratejik arayışları içine girmesi kuşkusuzdur. İkinci seçenek ise, Arap halklarının gösterilerle, yönetimleri devirme konusunda elde ettiği başarıya mesafeli 
durup, tepki ve dikkatleri çekmeden ilişkilerini geliştirebilmesidir.”verdiğini duyurmuştu. Türkiye, Libyalı muhalefet grubuyla İstanbul’da çeşitli konferanslar düzenlemiş ve bunun sonucunda Libya Temas Grubunun kurulmasına öncülük etmiştir. Hatta dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 23 Ağustos 2011 tarihinde Bingazi’yi ziyareti etmiş, Türkiye’nin, Ulusal Geçiş Konseyi’ne sağladığı 
300 milyon dolarlık yardımın 100 milyon dolarını nakit olarak yardım yapmıştır. 

Başka bir ifadeyle Türkiye’nin Fransa’yla Libya üzerinde rekabet içinde olduğu analizleri yapılmıştır. Aslında Libya üzerinde bu kadar rekabet ve güç mücadelesinin Kaddafi sonrası Libya’daki Türkiye’nin konumunu riske altında olduğu da söylenebilir. Kaddafi döneminde Libya’da, Türk müteahhit ve müşavirlik firmaları 2009-2010 yılları arasında 7 milyar 627.2 milyon dolar tutarında proje almıştır. Türk inşaat firmaları ise bu rakamın 23 milyar dolar olduğuna işaret etmektedir. Libya olaylarından sonra yukarıda gösterilen rakamların yarısından fazlası kadar zararın olduğunu da dikkate almak gerekir. Böylece Ankara’nın, Libya krizindeki girişimlerine bakıldığında, bu ülkedeki eski varlığını yakalamasının konjonktürel anlamda zor olduğu görülmektedir. Türkiye’nin Libyalı muhalif grubu ağırlaması, destek olması ve hatta Kaddafi güçleri tarafından yaralanan Libyalıların Türkiye’de tedavi görmelerini sağlamasına rağmen Trablus düştükten sonra Libya’da “teşekkürler Fransa” 
şeklindeki pankartları öne çıktığı unutulmamalıdır. 

Ankara, Libya’da çok zor bir güç mücadelesine girmiştir. Bu mücadeleyi kazanıp kazanamayacağını zaman gösterse de, aslında Libya’daki yerel, bölgesel ve küresel bağlamındaki çok aktörlü bir sahaya dönüştüğünü ifade etmek mümkündür. 

Orta Doğu’da NATO Müdahalesi Çözüm mü? 

Orta Doğu’da süregelen gelişmelerin ve halk ayaklanmaları gibi olaylara bölgedeki müdahaleci güçlerin genellikle ABD merkezli organize ve koalisyonlara tanıklık edilmiştir. Ancak son dönemlerde bölgede ve özellikle Libya’da baş gösteren halk ayaklanmalarına yönelik ABD yerini dolaylı olarak NATO’ya bırakmak istediği söylenebilir. ABD’nin, Afganistan ve Irak’ı işgalinden sonra bölgede oluşturduğu güvensizlik ortamının ve nispeten de olsa, uğradığı askeri başarısızlık Obama yönetimi döneminde değişim sürecine giren Arap ülkelerine askeri müdahalede bulunma cesaretinin kırıldığı görülmektedir. 

Bilhassa Arap kamuoyunda ABD’ye yönelik oluşan güvensizlik kırılan cesaretin önemli çizgilerden biridir. Washington yönetimi, Orta Doğu halkları arasında oluşturduğu müdahaleci ve işgalci imajını değiştirmek istediği için Arap ülkelerindeki halk ayaklanmalarına sadece söylem ile NATO ve Birleşmiş Milletler gibi örgütlerin adı altında harekâta geçmeye çalışmıştı. 

Kaddafi güçlerinin, Libya’daki göstericileri bastırmak amacıyla uyguladığı şiddetin sonucunda, başta Fransa ve ABD olmak üzere 19 Mart 2011 tarihinde NATO güçleri Libya’ya müdahalede bulunmuştur. NATO’nun bu tutumu Araplar arasında önemli bir yankı uyandırmıştır. Araplar, Batılıları genellikle sömürgeci olarak görse de NATO’nun Libya’ya müdahalesiyle, özellikle Fransa ve İngiltere’ye karşı duydukları kinin ve nefretin yerini sempatinin aldığı görülmüştür. Arapların bu konudaki genel görüşü NATO’nun desteği olmasaydı, Kaddafi güçlerinin Libya’daki tüm göstericileri katledebilirdi. Bu nedenle Libya’daki olayların ardından bölgedeki müdahaleci aktörlerin rol değişimine uğradığı değerlendirilebilir. Dahası Libya lideri Kaddafi’nin, NATO’nun yaptığı 7459 sorti ve harcanan 2 milyar doları aşkın para ile devrildiği ifade edilmektedir. 
Finansmanını sağlayan ülkelere bakıldığında, ABD 938 milyon dolar, İngiltere 362 milyon dolar, Fransa 359 milyon dolar ve İtalya 320 milyon dolar harcamıştır. Kaddafi’nin devrilmesi için harcama yapan ülkelerin Libya’yı kolay kolay terk etmeyeceği görülmelidir.

Libya’daki sürece NATO’nun müdahalesi dikkate alındığında, 2011 yılında Arapların yeni kurtarıcısı olarak nitelenen NATO’nun, Libya’daki başarısının ardından acaba Suriye’ye ve Arap ülkelerindeki diğer benzeri gelişmelere müdahale eder mi?” sorusunu gündeme getirmişti. 
Arapların NATO’nun müdahalesine olumlu yaklaşmalarını iki şekilde açıklanabilir. Bunlardan birincisi 20 Ekim 2011 tarihinde NATO güçlerinin yardımıyla Libya lideri Kaddafi’nin öldürülmesinin ardından ülkeden çekilmesi, Arapların NATO’yu kurtarıcı olmasına ve sempati duymasına sevk ettiği söylenebilir. Çünkü ABD misali Irak’ı işgal edip Saddam’ı devirdikten sonra ülkeye yerleşmemiştir. Diğer neden ise, NATO örgütünün içinde Türkiye gibi Müslüman bir ülkenin de içinde bulunması Arapların NATO’ya olumlu bakmasında önemli bir etken olduğu kabul edilebilir. Dolayısıyla, Libya’daki müdahalesinden sonra Arap ülkelerinde otoriter iktidarların halka karşı silahlı güce başvurduğu durumlarda, NATO Araplara kurtarıcı olarak takdim edilmekteydi. Hatta Libya’dan sonra Suriye’ye müdahale olasılığı da tartışma konusu olmuştu. Aslında NATO’nun Libya’ya müdahalesinin temel amaçlarından biri de, Afganistan’daki başarısızlığının ardından Libya’da 
başarılı olması NATO’ya motivasyon kaynağı olduğunun da altını çizmekte fayda vardır. 

Sonuç

Libya’da, halk direnişinin kanlı başlamasının Fransa ve NATO’nun müdahale etmesini gerekli kıldığını söylemek mümkündür. Libya’da olayların başlamasıyla Kaddafi’ye karşı yönetimdeki bakan ve yüksek rütbeli askerlerin halk direnişine destek vermesi Kaddafi’yi Sırbistan’dan paralı askerler tutmaya sevk etse de iktidardan devrilmesini önleyememiştir. Ancak Suriye’deki hadiseler Libya örneğiyle karşılaştırıldığında Esed rejimine bağlı bakan ve yüksek rütbeli askerlerin halkın safına geçtiği çok az sayıdadır. Bu bağlamda Şam’ın güçlü kalmasına hizmet eden en önemli etkenlerden birisi üst düzey devlet görevlilerin yönetimin yanında tavır almasıdır. 

Öte yandan ABD tarafından kurulmaya çalışılan Arap NATO’sunun yükleneceği misyonun İran’a yönelik bir hamle olacağı ihtimali yüksektir. 

Peki, Arap NATO’su mümkün mü? Aslında Arap ülkeleri arasında yaşanan siyasi ve diplomatik sorun ve krizlerin artığı bir dönemde ortak bir Arap gücünün kurulması uzak bir ihtimal olmasa da başarılı olacağı hususu tartışmaya meyyal bir konudur. Dolayısıyla Arap NATO’sunun kurulması; bölgesel olarak Orta Doğu’da ve Arap dünyasında yeni kutuplaşmalara ve askeri/siyasi liderlik rekabetinin derinleşmesine yol açabilir. 

BİLGESAM Hakkında

BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 

Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. 

Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine yoğunlaştırmaktadır. 

BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel 
düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

 Ali Semin, Yazar Hakkında, 

Mart 2011’de BİLGESAM Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı olarak başlamış olduğu görevine, 1 Eylül 2015 tarihinden beri Araştırma Koordinatörü olarak çalışmalarına devam etmekte olan Ali Semin, Orta Doğu siyaseti, Türkiye’nin Ortadoğu politikası, Türk-Irak ilişkileri, Irak’ın iç ve dış politikası, kuzey Irak’ın siyasi yapısı, Türkmenler, Iraklı Kürtlerin bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri, Körfez ülke- leri, İran, Suriye, Libya, Mısır, Tunus, Filistin sorunu, Hizbullah ve Hamas konularıyla ilgilenmektedir. 
Semin, 2012 yılından itibaren Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler doktora programına devam etmektedir.

Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) 
Mecidiyeköy Yolu Caddesi, No:10, 34387 Şişli -İSTANBUL 
www.bilgesam.org 
www.bilgestrateji.com 
bilgesam@bilgesam.org 
Tel: 0212 217 65 91 - 
Fax: 0 212 217 65 93
© BİLGESAM Tüm hakları saklıdır. İzinsiz yayımlanamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. 

***

17 Şubat 2020 Pazartesi

Türkiye-ABD Arasında Güvenli Bölge Mutabakatı ve Fırat’ın Doğusu

Türkiye-ABD Arasında Güvenli Bölge Mutabakatı ve Fırat’ın Doğusu





Ali SEMİN.,
www.bilgesam.org
Türkiye-ABD Arasında Güvenli Bölge Mutabakatı ve Fırat’ın Doğusu
www.bilgesam.org
Suriye iç savaşı Türkiye’nin Orta Doğu bölgesine yönelik dış politikasında önemli odak noktası olduğunu söylemek mümkündür. Suriye’de yaşanan savaşın etkisinin artmasıyla beraber Ankara’nın da Esed rejimine karşı izlediği politikalar doğrultusunda bölgemizde çeşitli diplomatik ilişkileri de karmaşık hale getirmektedir. 

Bu bağlamda Suriye iç savaşındaki gelişmeler bölgeyi birçok bloka ayırdığı gibi küresel güçleri de aynı ayrışmaya sevk ettiği söylenebilir. 

Bu durum Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) daimi üyeler (ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya) arasında da güç mücadelesine dönüşerek uluslararası toplumu da etkilemektedir. Özellikle Esed rejiminin aleyhine alınmak istenilen karaları veto eden Rusya ve Çin gibi BMGK daimi üyeleri arasındaki rekabeti de gün ışığına çıkarmıştır. Bu bağlamda Türkiye’nin 2011 yılından bu yana Suriye iç savaşında izlediği politikalara bakıldığında, PKK/PYD-IŞİD gibi terör örgütleriyle mücadeleyi önceleyerek Esed’in devrilmesi, güvenli bölge-
uçuşa yasak bölgenin oluşturulması ve ılımlı silahlı Suriyeli muhaliflerin eğitilmesi gibi öneri / planlarını gündeme getirse de uluslararası güçlerce 
yeterince destek alamadığı ifade edilebilir.

Türkiye’nin önerdiği güvenli bölgenin, mevcut uluslararası güvenlik sisteminde BMGK’ nın kararlarının sonucunda oluşturulması ehemmiyet kazanmaktadır. Çünkü Irak’ın Kuveyt’i işgalinin ardından Saddam rejiminin kuzey Irak’a hava operasyonlarını engellemek amacıyla BMGK, 1991 yılında 688 no’lu kararını uygulayarak 36. paralelin kuzeyi ve 32. paralelin güneyindeki bölgeyi Irak uçaklarının uçuşunu yasaklamıştır. BMGK’ nın söz konusu kararıyla Kuzey Irak’ta güvenli bölge tesis edilmiştir. Şu noktaya dikkat çekmekte yarar vardır; başlangıçta Türkiye, güvenli bölge-uçuşa yasak bölge planı tamamen Esed rejiminin sivillere karşı düzenlediği saldırıları önlemek gayesiyle önermiştir. Türkiye’nin ilk kez gündeme getirdiği güvenli bölge planının Saddam döneminde Irak’ın kuzeyindeki uçuşa yasak bölge ilanına benzer bir planı olduğunun 
altını çizmek gerekir. Türkiye’nin başlangıçtaki planı oluşturulmaya çalışılan güvenli bölgenin Türkiye-Suriye sınırındaki Suriye toprakları içerisinde 
yer alan Azez-Cerablus hattı boyunca 98 kilometrekare uzunluğa ve 45 kilometre derinliğe sahip bir alanda inşa edilmesiydi. Türkiye bahse konu 
güvenli bölge planının 24 Ağustos 2016 tarihinde başlattığı Fırat Kalkanı Harekâtı ve Ocak 2017’deki Zeytin Dalı Harekatı (Afrin’i YPG’den temizlemesi) ile birlikte güvenli bölge planının boyut-kapsam ve jeopolitik alanın da değiştiğini söylemek mümkündür. Türkiye bilhassa oluşturmaya çalıştığı bölgenin sınırındaki PKK/PYD/YPG ve IŞİD terör örgütlerinden tamamen arındırılmış bir güvenli bir bölge planlamaktadır. 

Başka bir ifadeyle Türkiye’nin ikinci aşama olarak adlandıracağımız güvenli bölge planının Fırat’ın doğusunda ve Suriye’nin kuzeydoğusunda ABD ve müttefikleri nin kurduğu PKK/YPG terör örgütü kantonlarını ortadan kaldırmaktır. Bu durumda Türkiye Suriye ile olan sınırındaki terör tehdidinin önüne geçecektir.

   Aslında Türkiye, 24 Temmuz 2015’te PKK/YPG-IŞİD terör örgütlerine yönelik hava operasyonları başladıktan sonra ABD ile güvenli bölge planı görüşmelerini başlamıştır. Hatta IŞİD’e karşı mücadele edilebilmesi için ABD’nin isteği üzerine Türkiye, uluslararası koalisyona İncirlik üssünü Suriye’de güvenli bölge ve uçuşa yasak bölgenin ilan edilmesi karşılığında açmıştır. Ancak İncirlik üssünün uluslararası koalisyon güçlerinin kullanımına açılmasına Türkiye tarafından izin verilmesinden sonra ABD, güvenli bölge yerine IŞİD terör örgütünden arındırılmış bölgeler kavramını gündeme getirmiştir. 

   Bu bağlamda Ankara’nın Suriye’de inşa edilmesini istediği güvenli ve uçuşa yasak bölge şartlarına ilişkin, Washington’ın sürekli temkinli ve tereddütlü olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumun temel sebebi ise, ABD’nin askeri eğitim, danışmanlık, silah ve lojistik destek vererek Fırat’ın doğusunda ve Suriye’nin kuzeydoğusunda özerkliğe doğru ilerleyen PKK/YPG terör örgütünü koruma altına almak amacı yatmaktadır. 

Ankara-Washington Güvenli Bölge Planında Anlaşabilir mi? 

Fırat’ın doğusunda ve Suriye’nin kuzeydoğusunda güvenli bölge oluşturulması için 5-7 Ağustos 2019 tarihlerinde Ankara’da Türk ve ABD heyeti arasında oldukça kritik bir görüşme gerçekleşti. Görüşmede Türkiye’nin ABD ile vardığı mutabakatın üç aşamadan oluştuğu duyurulmuştu. 

Birinci Aşama Türkiye’nin güvenlik endişelerinin giderilmesi,

İkinci Aşama güvenli bölgenin tesisi için Türkiye-ABD ile birlikte Müşterek Harekat Merkezi’nin kurulması,

Üçüncüsü ise, Güvenli bölgenin bir barış koridor olarak yerinden edilmiş Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönüşlerini sağlamak.

Yukarıda belirtilen mutabakatın Türkiye’nin endişelerini tamamen karşılamadığını söylemek mümkündür. Çünkü Türkiye’nin istediği PKK/YPG’den arındırılmış bir güvenli bölgedir. ABD’nin istediği ise Türkiye-Suriye sınırında 

   “Türkiye, 24 Temmuz 2015’te PKK/YPG-IŞİD terör örgütlerine yönelik hava operasyonları başladıktan sonra ABD ile güvenli bölge planı görüşmelerini başlamıştır. Hatta IŞİD’e karşı mücadele edilebilmesi için ABD’nin isteği üzerine 
Türkiye, uluslararası koalisyona İncirlik üssünü Suriye’de güvenli bölge ve uçuşa yasak bölgenin ilan edilmesi karşılığında açmıştır. ”

    PKK/YPG ile Türkiye arasında bir tampon bölgenin oluşmasıdır. Fakat Türkiye’nin istediği Fırat’ın doğusunda ve Suriye’nin kuzeydoğusunda 
oluşmakta olan PKK/YPG özerkliğinin sonlanmasıdır. Bu durumu Amerikalılar bulandırarak Türkiye’ye ağır silahları YPG terör örgütünün elinden almak veya Fırat’ın doğusunda Türk Silahlı Kuvvetleri ile ABD askeri unsurları arasında havadan ve karadan ortak devriyeye dönüştürerek zaman kazanmaya çalıştığı açıktır. 

   Aslında Türkiye özellikle 20 mil ve 32 km derinlikte Suriye-Irak sınırının Malikiye sınırına kadar uzanan 140 kilometrelik uzunlukta bir güvenli 
bölge kurmaktır. Bu nedenle ortak devriye gibi adımların atılması Türkiye’nin endişelerini giderecek tatmin edici bir yol haritası çizmemektedir. 

   Bu çerçeveden bakıldığında Amerikalıların Ankara’ya önerdiği güvenli bölge planı 5 km ile 15 km derinlikte bir alanda kurulmasıdır. Şayet Türkiye’nin Amerikalıların sunduğu planı kabul etmiş olursa YPG’liler tamamen Amerikalıların koruması altında kendi bölgelerinde şu andaki özerk ya da kanton bölge olarak oluşturdukları bölgeleri meşrulaştırmış olacaktır. Türkiye onun için bu tür planlara karşı çıkmaktadır. Peki Amerikalıların güvenli bölge konusunda tüm manevralarına rağmen neden Türkiye şuana kadar Fırat’ın doğusuna ve Suriye’nin kuzeydoğusuna yönelik herhangi bir adım atmıyor? Sorusu kafaları karıştırmaktadır. Bu sorunun esas cevabı şudur; Türkiye özellikle Amerikalıların samimiyetini test etmek istemesinden kaynaklanmaktadır. Bu sebeple Ankara ABD ile üç madde konusunda mutabık kaldıklarını açıkladılar. Şu hususa dikkat çekmekte yarar vardır; Türkiye daha önce de Amerikalılarla buna benzer bir mutabakatı somut bir örnek olarak Menbiç’te yapmıştı. Haziran 2018’de ABD ile Türkiye arasında Menbiç mutabakatı konusunda kentin etrafında ortak devriye gezmeleri ve Menbiç’teki YPG’lilerin çıkarılması gibi bir anlaşma sağlanmıştı. ABD Menbiç mutabakatını tamamen uygulanmasına yanaşmamıştır. Çünkü Menbiç mutabakatına göre kentin idari ve güvenlik yönetimi tamamen yerli halka verilecekti. Bütün bu sebeplerden dolayı Türkiye güvenli bölge mutabakatı konusunda daha temkinli davranmaktadır.

Yukarıda belirtilen hususlar doğrultusunda, Aslında Türkiye’nin A planı diplomatik yollarla Amerikalılarla anlaşmaya varıp, Fırat’ın doğusunda 
ve Suriye’nin kuzeydoğusunda tamamen güvenli bölge ilan ederek bölgeyi büsbütün YPG terör örgütünden temizlemektir. Türkiye’nin ABD ile vardığı mutabakat noktaları konusunda herhangi bir ilerleme kaydedilmezse Ankara’nın B planı tek taraflı sınırlı da olsa bir askeri operasyon olabileceğini söylemek mümkündür. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin zaten şu anda sınırda ciddi bir asker yığınağı mevcuttur. Bu nedenle eğer ki Amerikalılar Ankara ile varılan mutabakata sadık kalmazsa Türkiye B planını hayata geçirecektir. 
Türkiye’nin C planı ise Fırat’ın doğusunda ve Suriye’nin kuzeydoğusunda tamamen kontrol ettikten sonra güvenli bölgeye dönüştürüp Türkiye’de bulunan Suriyeli mültecilerin büyük bir kısmını bölgeye intikal etmesini sağlamaktır. 

    “ Türkiye 4 milyona yakın Suriyeli mültecilere 37 milyar dolar harcamıştır. 

Bu nedenle Türkiye Suriyeli mülteciler konusunda çok ağır yükün altındadır. Dolayısıyla Türkiye’nin bu mültecilerin en azından planlanan güvenli bölge 
oluşturulduktan sonra yüzde 60 ila 70’inin kurulan bölgeye geri dönmesini sağlamaktır.”

   Türkiye’nin Suriye’de 3 tane esas stratejisi var. Bunu A,B,C planı olarak değil temel stratejisi olarak nitelemek mümkündür. Bunlardan birincisi ve en önemlisi Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak, ikinci stratejisi, Suriye’deki terör örgütleri özellikle YPG/PKK terör örgütünün Suriye’nin kuzeyinden tamamen çıkarılması ve o bölgenin tamamen güvenli bölge ilan edilmesi, Üçüncüsü ise, Türkiye’de bulunan mültecilerin kurulacak güvenli bölgeye yerleştirilmesidir. Türkiye 4 milyona yakın Suriyeli mültecilere 37 milyar dolar harcamıştır. 

Bu nedenle Türkiye Suriyeli mülteciler konusunda çok ağır yükün altındadır. Dolayısıyla Türkiye’nin bu mültecilerin en azından planlanan güvenli bölge oluşturulduktan sonra yüzde 60 ila 70’inin kurulan bölgeye geri dönmesini sağlamaktır. Çünkü bu durum Suriyeli mültecilerin aynı zamanda Türkiye’deki 
iç kamuoyunda zaman zaman siyasi bir ihtilafa da yol açtığı görülmektedir. Ayrıca zaman zaman toplumsal bir krize dönüşüyor ve Türkiye bunun altından şu anda mümkün olduğu kadar kalkabiliyor, ancak ilerde ciddi toplumsal, güvenlik ve ekonomik sorunlara da yol açacağını bildiği için şu anda bu güvenli bölge planının üçüncü hedefi Suriyeli mültecilerin en az yüzde 60’ının ülkelerine geri dönmesini istemektedir. 

    Bu üç hedef doğrultusunda eğer ki, Türkiye ABD ile vardığı güvenli bölge mutabakatından herhangi bir somut sonuç elde etmezse kuvvetle muhtemel D planı olarak Suriyeli mültecilerin Avrupa’ya gitmesine göz yumarak Avrupa’ya mülteci akınını başlatabilir. Mülteciler Türkiye’nin elinde Avrupa’ya karşı önemli bir kart olduğu söylenebilir.

Sonuç itibarıyla ABD Türkiye’nin güvenli bölge planı yerine Türkiye-Suriye sınırında Türk Silahlı Kuvvetleri ile YPG terör örgütü arasında 5 ila 9 km derinlikte bir tampon bölgesinin kurulmasını benimsemektedir. Öte yandan Türkiye’nin öngördüğü güvenli bölgenin etnik ve mezhepsel yapısı da göz önünde bulundurulmalıdır. Bölgede bulunan Arap, Kürt, Türkmen ve diğer etnik grupların güvenli bölgedeki siyasi, askeri, idari ve mali yapılanmada ortak bir paylaşım içerisinde bulunmalarını sağlamak önemlidir. Suriye’den Türkiye’ye göç edenlerin sayısı Mart 2011’den bu yana 4 milyona yaklaşmıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin güvenli bölge planının temel amaçlarından biri olan oluşturulan bölgeye ülkede bulunan Suriyeli mültecilerin yerleştirilmesidir. Ancak 8 yıldır Türkiye’de yaşayan ve artık ülkeye adeta yerleşmiş gibi görünen Suriyeliler 
(kamptakiler hariç) güvenli bölgeye gitmeyi kabul etmeyebilir. Özetlemek gerekirse; ABD’nin Türkiye’nin planı doğrultusunda 32 kilometrelik derinlikte bir güvenli bölge kurulmasına ve YPG’lilerin kurdukları kantonların ortadan kaldırılmasına Ankara ile tam anlamıyla mutabık kalması mümkün görülmediği söylenebilir. 

“ ABD Türkiye’nin güvenli bölge planı yerine Türkiye-Suriye sınırında Türk Silahlı Kuvvetleri ile YPG terör örgütü arasında 5 ila 9 km derinlikte bir tampon bölgesinin kurulmasını benimsemektedir.”

BİLGESAM Hakkında

BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 

Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine 
yoğunlaştırmaktadır. 
BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel 
düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

Yazar Hakkında
ALİ SEMİN.,
Mart 2011’de BİLGESAM Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı olarak başlamış olduğu görevine, 1 Eylül 2015 tarihinden beri Araştırma Koordinatörü olarak çalışmaları na devam etmekte olan Ali Semin, Orta Doğu siyaseti, Türkiye’nin Ortadoğu politikası, Türk-Irak ilişkileri, Irak’ın iç ve dış politikası, kuzey Irak’ın siyasi yapısı, Türkmenler, Iraklı Kürtlerin bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri, Körfez 
ülke- leri, İran, Suriye, Libya, Mısır, Tunus, Filistin sorunu, Hizbullah ve Hamas konularıyla ilgilenmektedir. Semin, 2012 yılından itibaren Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler doktora programına devam etmektedir.




***