Sema Kalaycıoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sema Kalaycıoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Aralık 2020 Perşembe

Tekerrür Eden, Tarih mi Hatalar mı,

Tekerrür Eden, Tarih mi Hatalar mı
 


Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu 
14 Ekim 2020

















   Büyük şair Mehmet Akif gibi tekerrür edenin tarih olmadığına inananlardanım.
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

"Tarih’i  "tekerrür"  diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
dizelerine katılmamak mümkün değil. Türkiye bugün kıssadan hisse çıkarmayı bilmediği, tarihi gerçeklerden ibret almadığı, daha doğrusu görünürde ideolojik savrulmalarla cumhuriyetin akılcı mirasını terk ettiği için geçmişte yapılan hataları tekrar etmekte. Sonuç? Her yönde kayıp, her cephede çatışma, her yerde yalnızlık.

Şimdi Güvendiğimiz Çöllere Kar Yağıyor

Kafkas cephesinde Türkiye uzlaşma masalarından uzak tutuluyor. Bu demek ki Rusya kendince Astana ve Sochi süreçlerinden ibret aldı.Suriye ile 2000 öncesinde uzlaşıldığını, ortak bakanlar kurulu toplantıları ile dostluğun pekiştiğini sanmıştık. Oysa orada kaymaya başlayan zemin, bugün ilk defa Arap ülkelerini bir ortak amaç etrafında topladı. 600 yıl tahakkümü altında yaşadıkları deneyimden aldıkları ibreti hatırladılar. Ama Türkiye 1918 de Arap yarımadasından nasıl ayrıldığını, o çöllerde ne acılar yaşandığını, Araplardan nasıl bir ihanet gördüğünü unuttu. Tarih ve tarih denilen büyük ırmağı besleyen münferit anıları, rasyonel tercihler nedeni ile sineye çekmek ve ticari ilişkileri pekiştirmek başkaydı. Ama bunları aidiyet kisvesine büründürülen bir güç hevesi ile görmezden gelmek işiçığırından çıkardı.Şimdi atılan hatalı adımlar yüzünden her taraftan yaptırım tehditleri geliyor. Ama en önemlisi, iyi geçinmek uğruna ulusal kimliğimizden bile vazgeçmeye hazır olduğumuz Arap dünyası artık yekpare karşımızda.
Bu ayın başından beri Suudi Arabistan Türk mallarını boykot etmeye başladı. Elbette parasını ödedikleri mallar gittiği sürece rakamlarda bir değişme görülmeyecek. Ama sonrası zor. Çünkü Suudi iş adamları, “düşman Türkiye” menşeili malları boykot etmeye kararlı[1]. Türkiye menşeili “her şeyin boykot edilmesi” Suudi iş çevrelerinin üzerinde uzlaştıkları bir konu. Türkiye’den gelecek mal ve hizmet, yatırım, turist ve işgücü ne varsa, artık istenmiyor. Her ne kadar Suudi Arabistan serbest ticarete ve anlaşmalara saygılı olduğunu açıklasa bile Türkiye için artık farklı bir durum var. Evet, bu ülkeye ihracat dolaylı olarak sürmekte. Ama ne pahasına? Vahabi Suudilerin, laik çizgiden kopup “radikal İslami grupları” desteklediğini iddia ettikleri Türkiye’yi dışlamaya karar vermeleri başka Arap ülkeleri için de emsal.

Nitekim Türk mallarına karşı uygulanan boykot, artık Suudi Arabistan ile sınırlı değil. Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Umman Sultanlığı Maşrıkta Suudilerin adımlarını izlerken, kifayetinden kuşku duyulan Arap Birliği (Arap League) Mısır’dan başlayarak, bu ülkenin batısını da boykota katılmaya çağırmakta. Geçmişte hiçbir ortak soruna çözüm bulamayan Arap Birliğinin başarısı Türkiye’ye boykot uygulamak olursa, Ankara’nın şapkasını önüne koyup bunu da düşünmesi gerekir.Bu çağrıya ilk uyan ülke Fas ve Cezayir oldu. Bu ülkeye ihracatta bulunan Türk tekstil ve hazır giyim şirketleri gümrüklerde keyfi nedenlerle bekletilmekten ve yaklaşık 1200 kadar ürüne karşı yükseltilen gümrük vergilerinden şikâyetçi. 

Bu piyasaların çok kolaylıkla AB deki rakiplere ve hatta Çin’e kaybedilebileceği düşünülecek olursa, bu konjonktürde Türkiye’nin kaybı azımsanmayacak bir büyüklükte olacak. Şimdi öncelikli konu, Fas’tan geçen yıl 2.2 milyar dolar değerinde ithalatta bulunan Türkiye’nin buna misilleme yapıp yapmayacağı. 

Eğer bu Mağrib’de de şahlanan bir “Türkiye’yi dışlama” politikası ise, bunu da Türkiye’nin Libya’daki kargaşanın bir parçası olması hatasına bağlamak gerekir ki Arap Birliğinin çağrısı da zaten bunun şemsiyesi altında.

Hatay Alev Alev Yanarken

Çok dilli, çok dinli Hatay Türkiye’nin Kudüs’ü gibi. Bu güzel yurt köşesinde eskiden beri kulağa daha çok Arapça çalınırdı. Suriye batağına saplandığımızdan beri, Arapça konuşan sayısı göç ve iltica nedeniyle arttı. Ama bu Hataylıların kendilerini Suriye’den gelen Araplarla özdeşleştirmesine yetmedi. Ağızlarının tadı geçmişten ibret almayan adımlar yüzünden zaten epeydir kaçmıştı.Şimdi ise özellikle Hatay’dan ihraç edilen yaş sebze ve meyve Suudi Arabistan’ın gözüne çöp. Suudi Arabistan sınırında bekletilen Hatay menşeili mallar bozulurken, nedeni belirsiz yangınlarla ateş topuna dönen Hatay, bir de önemli bir dış Pazar kaybından mustarip.Düşenin dostu olmaz derler. Ama geçmişten ibret alınmadığı için dost sanılan Arap ülkelerinin ve özellikle Suudilerin, Türkiye’nin yanından bu kadar çabuk ayrılması iki tür hatanın sonucu: Bunlardan birincisi dostlukların şahsi ilişkilerle tanımlanması ve ülke çıkarının değil şahsi çıkarların galebe çalması; İkincisi ise dostluğun alışverişle karıştırılması. Oysa hiç olmazsa “dostluk başka, alışveriş başkadır” deyimini hatırlasaydık ya! Şu sıralar, Suudi tüketicilerin görece olarak daha kaliteli Türk mallarından uzun bir süre mahrum kalmak istemeyeceği iddia ediliyor. İhracatçılarımız ümitlerini bu iddiaya bağlamış durumda. Ama eminim rakip Çin, Tayvan, Malezya ve Endonezya malları da Suudi kapısında bekliyordur.

Evet, Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleri ile kurulan ilişkiler, 1980 li yılların ortasında benimsenen uzak görüşlülükle sadece ekonomik ilişki ile sınırlı kalmalıydı. Araplara daha hoş gözükmek için, kraldan çok kralcı, Arap’tan çok Arap, hatta onlardan daha fazla Müslüman gözükme tercihi yapılmasaydı, Türkiye, şimdi bir ekonomik kriz ve salgının orta yerinde bu durumla karşı karşıya kalmazdı.

Şu anda özellikle Riyad yönetimi Azerbaycan, Mısır ve Pakistan mallarının Türk malları ile ikame edilmesi için yol ve yordam gösteriyor. Savaş halindeki Azerbaycan üzerinden Suudi pazarına girecek Türk mallarına karşı muhtemelen Suudi Arabistan gümrük kapılarında menşei şahadetnamesi sorulacak. Sahteleri yakalanırsa artık Vahabi gelenek bunlara karşı ne gibi cezai müeyyide düşünür bilinmez. Bu arada Türkiye’nin Suudi Arabistan’a umre yolcusu göndermeyi durdursaydı iyi olurdu. Muhtemel nahoş olayların veya tehlikelerin önünü alınırdı. Hiçbir Osmanlı padişahının Mekke ve Medine’ye gitmediği ve Kâbe’yi tavaf etmediği düşünülürse, bu çok zor ve yersiz bir adım olmazdı.

Çok Muhabbet ve Tez Ayrılık

Türkiye Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesine, ekonomik ve iş dünyası ilişkilerinin akılcı gözlüğünden bakmaya devam etmeli, faydacı yaklaşımlarla duygusal bağlantıları birbirine karıştırmamalıydı. Bölge ile yoğunlaşan ekonomik ilişkilerin ötesinde, her hangi bir siyasi bütünleşme ve/veya “ülkeler topluluğu” imasında hiç bulunmamalıydı. 2011 sonrasında, bölgedeki kitlelerin demokratik özgürlük taleplerine tercüman olma diye bir çabasına gerek yoktu.Onlar kendi söyleyeceklerini söylediler. Türkiye bunun yerine kendi laik ve demokratik cumhuriyetinin değerlerini korumaya özen gösterseydi, daha iyi bir örnek olurdu. İdeolojik tercihleri ile kafalarda“asil dururken vekile ne hacet var?” sorusunu çağrıştıracağını neden düşünmedi?

Daha da önemlisi, başlangıçta gereğinden fazla samimi ve kişisel hale gelen ilişkilerin neden onların“iç işlerine müdahale”ye dönmesine izin verildi?Bölgedeki gelişmelerin, “ulus devlet”i ortadan kaldıracağı ve Türkiye’nin önderliğinde bir bütünleşme olabileceğihayalini kim kaybetti de Türkiye buldu? Resmi veya özel söylemlerde, Osmanlı veya “Yeni Osmanlı” vurgusu yapılmasından tüm uyarılara rağmen neden kaçınılmadı? Bazıları için özlemli bir değer taşıyan bu kavramların, Arap duyarlılığını harekete geçirebileceği neden göz ardı edildi?  Ama en önemlisi geçen yüzyılın başındaki olaylardan ve Arapların yarımadadan çekilen Türklere karşı muameleleri neden unutuldu? Bunlar neden ibretle hatırlanmadı? Yoksa benim Filistin cephesinde savaşan, Nablus’da savaş esiri olarak kalan veya kendi deyimleri ile 1918 de “Medine-i münevvere” den dönen aile büyüklerimin anılarının benzerlerini, kendi ailelerinde dinleyen olmadı mı?

Aşırı muhabbet, 10 yıl sonra ayrılık getirdi. Bugün Suudi Arabistan’dan, Emirliklerden ve Fas’tan yükselen boykot ve yaptırımlar, yarın Kuveyt ve Katar’dan ve daha da önemlisi Libya’dan baş gösterirse, bunların AB ve Amerika’dan da destek bulması Türkiye için büyük bir mücadele olacaktır. Kendimiz ettik, kendimiz bulduk. Başka söylenecek söz olduğunu sanmıyorum.
 
[1] “Saudi business leader calls for boycott of goods from 'hostile' Turkey (Oct. 5, 2020), https://www.reuters.com/article/saudi-turkey-trade/saudi-business-leader-calls-for-boycott-of-goods-from-hostile-turkey-idUSKBN26P0SL

https://21yyte.org/tr/suudi-arabistan/tekerrur-eden-tarih-mi-hatalar-mi


***

Sanal bir Zirvenin Reel Sonuçları.,

Sanal bir Zirvenin Reel Sonuçları.,



Sanal bir Zirvenin Reel Sonuçları
Yazan  Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu 
23 Kasım 2020












Bilindiği gibi G-20[1] toplantıları dünyanın GSYİH ları itibarı ile en büyük ülkelerinin her yıl bir araya gelip, diz dize, biz bize küresel sorunları değerlendirdiği, çözüm önerileri geliştirme çabası içinde girdiği (veya öyle göründüğü) platformlar.

Bu platformlarda aynı zamanda ikili görüşmelerle bazı konular da aydınlatılıyor. Örneğin bu yılki toplantıyla Suudi Arabistan ve Türkiye arasında herhangi bir sorun olmadığını ve Türk mallarına uygulanan “gayri resmi” boykot tevatürünün gerçekleri yansıtmadığını öğrendik. Ya resmi boykot diye sormak ise pek işimize gelmemiş olmalı. 

 Her yıl yapılan zirvede, o yıl başkanlığı üstlenmiş olan üye,ev sahibi olarak masrafları üstleniyor. Devlet ve hükumet başkanları, bakanlar ve hemen hepsinin muhterem eşleri, bir yıl önceden bildikleri adreslerde misafir olarak arz-ı endam ediyorlar. Genellikle çekilen aile fotoğraflarındaki mutluluk ve gurur gülümsemeleri, küresel gerçekleri yansıtmakta yetersiz kalıyor. Ama kim kiminle özel görüştü? Görüşme süresi ne kadar oldu? Kim kimden kaçındı? Muhterem zevatın eşleri ne giydi? Gibi sorular seçkin ve ayrıcalıklı ulusal ve uluslararası basının kamuoyuna aktardığı yorumlar için gerekli malzeme oluyor.

Sanal Zirvelerle Sağlanan Tasarrufun Önemi
Özellikle zirvelerdeki temsilcileri gibi imkânları olmayan insanlar, ulusal ve uluslararası televizyon kanallarından bunları peri masalı gibi seyrediyor. Oysa o insanların çoğunun asıl kaygısı bir sonraki gün sofraya ne konacağından öteye geçmiyor. Böyle insanlar ABD de de var, Çin ve Türkiye’de de var.Meksika, Brezilya ve Hindistan’da ise bunların sayısı pek gani. Özellikle Pandemi ile birlikte her yerde insanlar giderek daha fazla fakirleşti. Gelir uçurumları giderek büyüdü. Aslında zaten her yıl G-20 zirvelerinden olan en büyük beklenti en fakir ülkelerin borçlarının veya hiç olmazsa borç servislerinin affedilmesi. 2020 sanal zirvesinde bu konu iyice belirgin hale geldi.
Özden yoksun olmaması için G-20 zirve toplantılarının mutfağında çalışanların olağan üstü bir çaba sarf ederek çarpıcı gündem ve program akışı hazırladıklarına eminim. Ama bu çabalardan daha fazlasını mutlaka, gerçek mutfaklardaki aşçılar kimsenin midesi bozulmasın, çeşnici başları da kimse zehirlenmesin diye harcıyorlardır. Ya güvenlik, üst düzey istihbarat, uçaklarla zirve merkezlerine giden makam arabaları gibi diğer emniyet önlemlerine ne demeli? Hepsi ulusal bütçelere yük, hepsi ulusal vergi mükellefleri için faydasından çok maliyet. Bu bağlamda belki pandemi ve başka toplantıların bu yıl sanal toplantı seçeneği ile yapılması önemli bir tasarruf yolu gösterdi. Hani bazı ülkelerde “devletçe acı reçete” ye katlanılacak ya! İşte şimdi sanki Covid 19 onlara kendince bir fedakârlık kapısı araladı.Bu da bir musibetin faydası sayılmalı
Alışılmış Konulara Karşı bu Yıl Yumuşak Güce Ortak Çerçeve Arayışı
Açıkçası kerameti kendinden menkul bir tür organizasyon bu G-20. G, grup sözcüğünün kısaltması. Grup 1999 dan bu yana düzenli toplanıyor ve her zaman gündem ile uyumlu olacak şekilde, küresel ticaret, sağlık, iklim ve diğer ana konu başlıkları etrafında görüşmeler yapılıyor. Ama günün özelini farklılaştıran bizatihi olaylar oluyor. 2008 yılında finansal kriz, 2011 yılında Arap baharı veya Suriye, İran nükleer programı önemli alt konu başlıkları olmuştu. 2019 yılında sekiz tema aynı anda zirveye damgasını vurmuştu. Bunlar yine Küresel Ekonomi, Ticaret ve Yatırım, Yenileme(innovation), Çevre ve Enerji, Kadınların Güçlendirilmesi (Empowerment of Women), Kalkınma ve Sağlık gibi konulardı. Ya şimdi? Varsa yoksa Pandemi. Bu yıl,Riyad’da Suudi Arabistan başkanlığında 21 ve 22 Kasım tarihlerinde toplanan zirvede gündemin flaş konusu da “Covid 19 ve salgına karşı geliştirilecek küresel tepkinin koordinasyonu” oldu.  Tabii salgın yüzünden daralan uluslararası ticaret, artan sıhhi malzeme ticaretinde gözetilmesi gereken standartlar, azalan doğrudan, artan hisse yatırımları, artması gereken sağlık denetimleri ve azalan seyahatlerin ilgili sektörlere etkileri yine gündemdeydi.Geliştirilen aşıdan kimin ne zaman ve ne kadar nasipleneceği, depolama için soğuk hava donanımının bir an önce tamamlanması gerekliliği, tedavi yöntemleri açısından işbirliği hep aynı tema etrafında ele alındı. Zirveden önce bir beklenti “ küresel vahşi hayvan ticaretinin engellenmesi” konularının gündeme alınmasıydı. Ancak bu konunun yine küresel önlemlerle çözülmesinden çok, aynı göç konularında olduğu gibi bireysel ülke inisiyatiflerine bırakıldığına eminim. İklim değişikliğine karşı önlemler ve “yeşil dönüşüm” (Green Transformation) için yapılacak büyük kamu yatırımlarının, özel yatırımlarla ilişkilendirilmesi, özellikle AB başkanlığının gündeme getirdiği bir konu başlığı olarak dikkat çekti.
Sanal Zirvenin Gerçekle Yüzleşmesi ve IMF ye Yeni bir Görev
Sanal zirvede üç ana konunun yankılanması önemliydi. Bunlar, Covid 19 sonrasında dünyanın ve küresel ekonominin nasıl şekilleneceği, yeni salgınların nasıl engellenebileceği, bu konularda ülkelerin aralarında bir eşgüdüm anlaşması imzalamalarının önemi, Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü’nün konu ile ilgili duruşları ve tabii yine ilişkili ticaret, yatırım ve mali konular oldu. Yine AB konsey başkanı Charles Michelle salgında en zor durumda kalan ülkelerin durumuna değinerek G-20 borç servisi affı konusunu gündeme taşıdı. AB nin yumuşak güç gösterisine ilk Çin’den cevap gelmesi ise küresel ekonomiye ne kadar sahip çıktığının bir başka işareti oldu. Çin, 77 en fakir ülkenin,  borç geri ödemelerini zaten geçtiğimiz Haziran ayından itibaren askıya almıştı. Asya’da imzalanmasına öncülük ettiği 15 üyeli serbest ticaret anlaşmasından aldığı destek ile Çin bu uygulamayı hem kendi başına, hem de 15 üyeli oluşumdaki ortakları ile birlikte yapabilir. Tabi Türkiye de, sanal zirve öncesinde, IMF hesaplarında biriken 2.3 milyon Özel Çekme Hakkı (SDR) tutarındaki nakit ile Somali'nin kuruluşa olan birikmiş borcunu silinmesine yardımcı olacağını açıklamıştı. Ama şimdi artık Hindistan, Türkiye, Çin ve diğer bazı yeni sanayileşen ülkelerinden borç servisi ve borç affını,  ilk defa çok taraflı borç yapılandırması olarak tasarlamaları bekleniyor ki bunlar yapılırken siyasi amaçlar galebe çalmasın ve affa uğrayan ülkelerden başka beklentiler olmasın. Yeni borç vermenin güçlükleri de düşünülecek olunursa, mevcut borçların silinmesinden çok, daha uzun vadeye yayılarak geri ödemelerin sağlanması,şimdi daha önemli. Ayrıca etkin bir yeniden borç yapılandırma çerçevesinin, nasıl ve ne zaman hazırlanacağı kadar bunun IMF nin koordinasyonunda olması, yardım(borç) ve ertelemelerinde ahlaki bozulmaya(moral hasard) neden olmaması için iyi bir yaklaşım olarak düşünülmekte. Açıkçası sanal zirveden geriye bu reel sonuçlar kaldı. Sonuç bildirgesi ile alınan kayıt altına alınan hususları gerçekleşmesi ise zaman alacağa benzer.
 
 
[1] Arjantin, Avustralya, Brezilya, Kanada, Çin, Fransa, Almanya, Hindistan, Endonezya, İtalya, Japonya, Güney Kore, Meksika, Rusya, Suudi Arabistan, Güney Afrika, Türkiye, Birleşik Krallık, ABD ve AB, G-20 nin üyeleri.

Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu

TÜM MAKALELERİ;

https://21yyte.org/tr/prof-dr-sema-kalaycioglu