Nihat Erim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nihat Erim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ocak 2019 Cuma

1946-1950 YILLARI ARASINDA AYDIN’DA SİYASAL YAŞAM BÖLÜM 18

1946-1950 YILLARI ARASINDA AYDIN’DA SİYASAL YAŞAM BÖLÜM 18


2.11.3. Partilere Gelir Sağlamak İçin Yapılan Etkinlikler 

Demokrat Parti, devlet ödeneklerinden muhalefet yıllarında yararlanamamıstır. 
İktidar Partisi CHP’nin de bu ödeneklerden yararlanmasına ise siddetle karsı çıkmıs ve bunu halka sürekli sikâyet konusu haline getirmistir. Partiler için en önemli gelir kaynagı parti üyelerinin ödeyecegi aidatlardı. Ancak aidatların tahsilâtında yasanan güçlükler ve parti harcamalarına karsılamada çok düsük bir miktar olarak kalması partileri baska gelir arayısları içerisine itmistir. Ekonomik durumu iyi üyelerin partilere yapmıs oldukları teberrular parti gelirlerinde önemli bir yekûn tutmustur. Bunun yanında partiler, çok partili yasama geçis sürecinde gelir temin etmek için çok farklı yollara basvurmustur. Kısıtlı ekonomik olanaklar bu alanda Demokrat Parti’yi öncülük yapmaya zorlamıs, gelir getirmek için parti ilginç buluslar ve yöntemler gelistirmistir. 

Parti adına tertiplenen deve güresleri binlerce kisiyi bir araya getirmis, partiler hem gelir temin etmis hem de kitle iletim araçlarının yaygın olmadıgı bir dönemde bu tip sosyal etkinliklerle binlerce kisiye ulasabilmistir. Yine partiler düzenledigi esya piyangolarıyla üyelerini seçim dönemi dısında bilet satısları gibi nedenlerle faal hale getirmis, istedigi zamanda vatandasa ulasma olanagı bulmustur. Bütün bu etkinliklerin sonucunda partilere önemli gelir elde edildigi görülmüstür. CHP bu alanda DP’den daha iyi bir durumda bulunuyordu. Parti, gayrimenkul, matbaa, sinema salonu gibi yerleri kiraya vererek önemli bir gelir saglamıstır. Demokrat Parti ise kimi yerde vatandasın fitre, zekât ve kurban derisine talip olmustur. Kongre zabıtlarına yansıyacak bir sekilde bu durum CHP tarafından siddetle elestirilmistir.634 

1949 yılının ilk günü DP, Çine’de bir deve güresi düzenledi. Güresler iki gün 
sürmüs, partiye önemli bir gelir elde edilmistir. Uzun süreden beri Çine’de böyle 
organizasyon yapılmamıstı. Kazanan develere halı hediye edilmis ve baspehlivan deveye ise para ödülü verilmistir. Ancak deve sahibi 150 liralık bu ödülü partiye teberru etmistir.635 Deve güresleri artık partiler için iyi bir gelir kapısı haline gelmisti. 5-6 Ocak 1949 tarihinde ncirliova’ya baglı Erbeyli Köyü DP binası yapımı yararına bu köyde deve güresi tertip edilmisti. zmir, Ödemis, Tire ve Salihli’den pek çok pehlivan deve gürese istirak etmistir.636 DP sık sık esya piyangoları düzenlemistir. Ev, arsa, otomobil çekilislerin büyük ödülleri olmustur. DP’nin düzenledigi esya piyangolarında verilecek ödüller zmir Fuarı’nda sergilenmistir.637 Gazetelerde bir süre çekilislerle ilgili ilanlar 
verilmistir. 7 Ocak 1949 günü gecesi Söke DP’nin üçüncü kurulus yıldönümü 
kutlamalarında parti yararına tombala çekilisi yapılmıstır.638 

Partiler birbirinin düzenledigi gelir elde etme amaçlı sosyal etkinlikler 
konusunda da rekabet içinde olmuslardır. Aydın CHP tarafından düzenlenen esya piyangosu ragbet görülmedigi için üç kez ertelenmistir. Demokrat zmir gazetesinin yazdıgına göre bu olay alay konusu olmustur. Gazete CHP’nin iktidar nüfuzunu kullanarak elindeki biletleri sattırmaya çalıstıgını iddia etmistir.639 
Çok partili yasama geçis süreci siyasi partiler arasında rekabet dogurmus, 
siyasetin daha genis tabanda konusulmasını ve yapılmasını saglamıstır. Bu durum atıl hale gelmis ve gevsemis olan CHP teskilatlarına belli bir dinamizm kazandırmıstır. 

1946-1950 yılları arası siyaset dünyası her açıdan Aydın ilinde renkli ve hareketli görüntülere sahne olmuştur. 

2.12. DEMOKRAT PARTİ’NİN PARÇALANMASI 

2.12.1. Demokrat Parti I. Büyük Kongresi 

Demokrat Parti I. Olagan Büyük Kongresi, 7 Ocak 1947 tarihinde Ankara Yeni 
Sinema Salonu’nda 906 delegenin katılımıyla toplanmıstır. Kongre, geceli gündüzlü çalısmak suretiyle bes gün sürmüstür. Basın, kongreyi büyük bir dikkatle takip etmistir. Kongreye sadece delegeler degil, Anadolu’dan gelen pek çok vatandas da katılmıstır. Demokrat Parti I. Büyük Kongresi’ni yaptıgı tarihte, TBMM’de bir guruba sahipti. Kongre, Celal Bayar’ın konusmasıyla baslamıs, yapılan yoklamayla Kenan Öner kongre baskanlıgına seçilmistir.640 Kongrede partinin 1 yıllık faaliyet raporu Celal Bayar tarafından okunmustur. Faaliyet raporunda özetle anayasada yer alan vatandaslık hak ve hürriyetlerini sınırlandıran kanunların kaldırılması, seçim emniyetinin saglanması ve 
bununla ilgili yasal düzenlemenin yapılması, devlet baskanlıgı ile parti baskanlıgı 
sıfatlarının aynı kiside toplamaması esasının uygulanması iktidar partisinden talep edilmistir.641 

Kongrede faaliyet raporunun okunmasının ardından delegeler diledikleri gibi 
konusmuslardır. Bu esnada Egeli delegelerin teklifiyle “Ana Davalar Komisyonu” 
kurulmasını kongre kabul etmistir. Adnan Menderes’in baskan olarak bulundugu 
komisyon Mükerrem Sarol, Kenan Öner, Osman Kapani, Samet Agaoglu gibi 
delegelerden olusmustur. Bu komisyonda yer alan delegelerin pek çogunun Egeli olması dikkat çekmistir. Komisyon üç günlük bir çalısma sonucu ‘Hürriyet Misakı’ adı verilen bir rapor hazırlamıstır. Bu rapor Kongrede oylanıp kabul edilmistir. Hürriyet Misakı’nda faaliyet raporunda dile getirilen talepler tekrar edilmistir. Ancak raporun getirdigi yenilik ise DP’nin söz konusu talepleri iktidar tarafından yerine getirilmedigi takdirde DP’nin Meclis’i terk edip mücadelesini milletin içinde sürdürme tehdidi olmustur. Hürriyet Misakı’nın kongrede kabul edilmesiyle İktidar-Cumhurbaskanlıgı- Muhalefet arasındaki iliskilerde yeni bir döneme girilmistir. İsmet İnönü, gelisen süreçte 21 Temmuz Beyannamesi’ni yayımlayarak iktidarla muhalefet arasındaki gerginligi bitirmek istemistir. Bu durum Recep Peker hükümetinin istifa etmesine neden olmustur. Yine aynı süreç, Demokrat Parti’nin parçalanmasına ve Millet Parti’sinin dogusuna zemin hazırlamıstır.642 

Kongrede Hürriyet Misakı’nın oylanmasının ardından parti Genel dare Kurulu 
seçimleri yapılmıstır. DP Genel dare Kurulu su isimlerden olusmustur: Celal Bayar (Parti Baskanı), Emin Sazak, Adnan Menderes, Refik Koraltan, Fuat Köprülü, Refik Sevket nce, Fevzi Lütfü Karaosmanoglu, Cemal Tunca, Yusuf Kemal Tengirsek, Ahmet Tahtakılıç, Ahmet Oguz, Enis Akaygen, Samet Agaoglu, Celal Ramazanoglu, Hasan Dinçer. Kongre Türk siyasi tarihine yön verecek önemli sonuçlar dogurmustur. 

2.12.2. 12 Temmuz Beyannamesi 

21 Temmuz 1946 tarihinde yapılan milletvekili genel seçimlerinden 12 Temmuz 
1947 tarihinde yayımlanan “12 Temmuz Beyannamesi” ne kadar geçen süre, iktidarla muhalefet arasında gerginliklere sahne olmustur. Muhalefet tarafından ileri sürülen 21 Temmuz seçimlerindeki yolsuzluk iddiaları, daha sonra yapılan seçimleri protesto mitingleri gerginligin baslangıç safhasını olusturmustur. DP tarafından I. Büyük Kongre sırasında yayımlanan Hürriyet Misakı’yla, sine-i millete dönmeyle hükümet tehdit edilmistir. Subat ayı içerisinde yapılan muhtarlık seçimleri iktidarla muhalefeti bir kez daha karsı karsıya getirmistir.643 Basbakan Recep Peker İzmir ziyareti sırasında İstiklal Mahkemeleri’nin henüz kaldırılmadıgını söyleyerek muhalefete gözdagı vermistir.644 
1947 yılı bütçesi Meclis’te görüsülürken Demokrat Parti grubu adına Adnan 
Menderes’in yönelttigi elestirileri, Recep Peker “Kötümser, psikopat, mariz bir ruhun ifadesi” olarak nitelendirince Mecliste çok büyük bir karısıklık meydana gelmistir. Açık oy, gizli tasnif yöntemine ragmen 1946 seçimlerinde Meclise 66 milletvekili sokan Demokrat Parti grubu bu söz üzerine Meclis’i terk etmistir. Bu durum çok partili hayata geçis sürecinde en kritik dönem olarak nitelendirilebilir. Demokrat Parti milletvekillerinin bir süre Meclisteki oturumlara katılmamaları üzerine ortam iyice gerilmistir. Cumhurbaskanı İsmet İnönü bunun üzerine DP Genel Baskanı Celal Bayar ve Fuat Köprülü ile CHP yöneticilerini alarak bir toplantı yapmıstır. Bu toplantılar sonucunda da bir beyanname yayımlamıstır. Siyasi tarihimizde 12 Temmuz Beyannamesi olarak bilinen belge budur. Bu beyanname, “Tek Partili Millî Sef Dönemi’nden” çıkan Türkiye’de çok partili sistemin kalıcı olarak yerlesmesinde önemli bir kilometre tası olmustur.645 

İki parti arasındaki gerginlik ve siyasal mücadele, karsılıklı suçlamalarla her 
geçen gün biraz daha artmıstır. Peker hükümeti, muhalefeti yasa dısına çıkmak ve halkı isyana kıskırtmakla; Celal Bayar ise, Peker’i DP üzerinde sürekli baskı uygulamak ve tek-parti geleneklerini sürdürmekle suçlamıstır. Cumhurbaskanı İsmet İnönü iktidarla muhalefet arasındaki gerginligi gidermek istemistir. Bu nedenle nönü tarafsız bir sekilde iki tarafla da müzakerelerde bulunmustur. Hakem rolünü üstlenen İnönü her iki tarafında haklı ya da haksız yanlarının olabilecegini söylemistir. Ancak nönü, yarar saglamayacagına inandıgı için tarafların haklı ve haksız yanlarını vurgulamaktan kaçınmıstır. 12 Temmuz Beyannamesi’nde nönü yasal sınırlar içinde muhalefet partisinin de iktidar partisi kadar hakları oldugunu ve buna saygı duyulması gerektigini belirtmistir. İnönü’nün söz konusu tespiti DP’nin lehine bir yaklaşım olarak yorumlanmıştır. Siyasal hayatın istikrar kazanması nönü’nün 12 Temmuz Beyannamesi’yle artmıs, DP ve CHP arasında yeni bir dönem baslamıstır. Beyanname 
iktidarı da muhalefeti de derinden etkilemistir. İki partiden de partiler arasındaki gerginligin azaltılması çabalarını olumlu karsılayanlar olmustur. Bununla birlikte, bu beyanname her iki partinin içinde muhalif grupların ortaya çıkmasına neden olmustur. DP içinden Kenan Öner önderliginde bir grup DP’nin artık bir muvazaa partisi haline geldigi tezini savunmustur. 12 Temmuz Beyannamesi’yle CHP’de sertlik yanlıları partilerinin muhalefete boyun egmeye basladıgını iddia etmistir. Böylece her iki parti içerisinde çatısmalar bas göstermistir. lerleyen zamanda partilerin kendi içlerinde muhalif sesler yükselmeye baslamıstır. 
Bu durum partilerden istifa ve ayrılıkları dogurmustur. 
Cumhurbaskanı İsmet İnönü’nün muhalefetle uzlasma yolları arayan yumusak 
politika kullanmayı tercih etmesi, muhalefete karsı tek parti dönemin geleneklerinin sürdürülmesi taraftarı olan Basbakan Recep Peker’i parti içinde zor durumda bırakmıstır. Mevcut durum karsısında Recep Peker, Meclis ve CHP içindeki gücünü belirlemek ve hükümetin gelecegini görmek için bir güvenoyu talep etmistir. Ancak Meclis’te yapılan oylamada Peker hükümeti güvensizlik oyu almıstır. Sonuç olarak daha fazla direnemeyecegini anlayan Recep Peker 9 Eylül 1947’de görevinden istifa etmistir.646 
Sertlik yanlısı Basbakan Recep Peker’in istifası ile çok partili hayata geçis 
sürecine devam edilecegi kesin olarak anlasılmıstır. 12 Temmuz Beyannamesi’yle DP içinde ortaya çıkan muhalefet gerek istifalarla gerekse partiden ihraçlarla parti dısına çıkartılmıstır. Gelismeler bir süre sonra Millet Partisi’nin kurulmasına neden olmustur.647 

2.12.3. Demokrat Parti çinde Bölünme 

12 Temmuz Beyannamesi olumlu yada olumsuz olarak nitelendirilen pek çok 
etki yapmıstır. Dolayısıyla bu durum CHP ve DP’nin iç dengelerini etkilemistir. Bu beyannameyle birlikte CHP içindeki ılımlı kanat parti üzerindeki etkisini artırmıstır. Ancak 12 Temmuz Beyannamesi DP üzerinde daha çok parti örgütünü dagılısın esigini getiren bir etki yapmıstır. Bu beyannamenin niçin DP üzerinde böyle bir etki yarattıgını anlamak için DP’nin yapısına bakmak gerekir. DP, olusum asamasında farklı fikirde ve siyasal kimlikteki kisileri bünyesinde toplamıstır. CHP’de aradıgını bulmayanlar, yâda bu partiye tepki duyanlar, DP çatısına yönelmistir. Çok genis bir kesim özellikle genç kusak siyasetle ilk kez DP’yle tanısmıstır. DP’liler bu karmasık yapıyı bir arada tutmak için uzun süre çaba harcamıstır. Diger taraftan CHP’yi ürkütmemek için devlet baskanlıgı ile parti baskanlıgı kavramlarını birbirinden ayrı olarak ele almıslar ve elestirilerini devlet baskanına degil dogrudan dogruya hükümet baskanına yöneltmislerdir. Ancak DP içindeki muhalefet aynı noktadan hareket ederek dogmustur. 
12 Temmuz Beyannamesi’yle smet nönü muhalefet ve iktidar iliskilerini 
yumusatmak istemistir. smet nönü, 12 Eylül 1947 tarihinde dogu gezisine çıkarken CHP’den Nihat Erim, DP’den Nuri Özsan’ı beraberinde götürmüstür. İsmet nönü bu davranısıyla partilere karsı bir devlet baskanı olarak esit mesafede oldugunu göstermek istemistir. Bazı DP’liler smet İnönü’nün samimiyetine inanmazken, CHP’ye karsı sert muhalefet yapılmasını istemistir. Ancak DP Genel dare Kurulu nönü’nün takındıgı tavırdan hosnut olmustur. nönü’yü bu gezisinden dönüsünde Fuat Köprülü ve bazı DP milletvekilleri karsılamıslardır. Böylece DP’nin kurulma asamasında ortaya atılan DP muvazaa partisidir iddiaları bir kez daha gündeme gelmistir. DP içindeki muhalefet bu asamaya kadar sesini yükseltmemis ve 17 Kasım 1947’de toplanacak olan CHP kurultayına kadar beklemistir. Ancak kurultay DP içindeki muhalif kanadın beklentilerine cevap verecek sekilde karar almamıstır. Örnegin İsmet İnönü’nün hem devlet baskanlıgı hem de parti baskanlıgı görevini birlikte yürütmesi uygulamasına kongreden sonra devam edilmistir. Bunun üzerine Ahmet Tahtakılıç, Yusuf Kemal Tengirsek, Kenan Öner’in basını çektigi muhalif gurup DP’den Hürriyet Misakı kararlarına uyup sine-i millete dönülmesini talep etmistir.648 

Yusuf Kemal Tengirsek defalarca bakanlık görevlerinde bulunmustur. Ahmet 
Tahtakılıç ise CHP’ye yönelttigi elestirilerle DP içerisinde dikkatleri üzerine çekmistir. Kenan Öner ise avukattı. DP’li Kenan Öner kimi Köy Enstitüleri’ni komünistleri himaye etmekle suçlamıstır. Dönemin Milli Egitim Bakanı Hasan Ali Yücel, bunun üzerine Öner hakkında hakaret davası açmıstır. Dava’da Kenan Öner iddialarını ispatlamıstır. Hasan Ali Yücel ise bakanlıktan ayrılmıstır.649 Kenan Öner’in de yıldızı DP içinde iyice parlamaya baslamıstır. Öner, aynı zamanda DP I. Kurultayı’nda kongre baskanı seçilmistir. DP’nin stanbul il baskanıdır. Bu gruba meclis dısından Hikmet Bayur da destek vermistir. Söz konusu bu üç kisinin basa geçtigi grup DP içerisinde sine-i millete dönmeyi dile getirince DP yöneticileri zor durumda kalmıstır. Kenan Öner, DP stanbul kongresi sırasında önce il baskanlıgından sonra DP üyeliginden 18 Ocak 1948 tarihinde istifa etmistir. Öner yaptıgı açıklamalarda Adnan Menderes ve 
Celal Bayar’ı agır bir dille suçlamıstır. Öner’e göre Bayar ve Menderes, smet İnönü’yle pazarlık içine girmistir. Bu yüzden bu iki kisi DP içerisindeki muhalefeti ve İnönü karsıtlarını yasatmamaya karar vermistir. 
Demokrat Parti içinde Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü CHP’ye 
karsı ılımlı kanadı temsil etmistir. Sertlik yanlılarıyla ılımlı kanat arasındaki rekabet Meclis’e de yansımıstır. Demokrat Parti Meclis Gurubu, 7 Subat 1948 tarihinde toplanmıstır. Adnan Menderes ve Celal Bayar’a ragmen gurup baskan vekilligine Fuat Köprülü yerine Fuat Hulusi Demirel seçilmistir. Bu apaçık sertlik yanlılarının Bayar ve Menderes’e bayrak açmasıydı. Buna karsılık Bayar, söz konusu seçimin tüzüge aykırı oldugunu iddia ederek gurup baskanlıgından çekilmistir. Yapılan ikinci seçimde de Fuat Köprülü tekrar seçilmemistir. Gelinen nokta DP içindeki bunalımı iyice derinlestirmistir. Bunun üzerine Demokrat Parti Genel dare Kurulu ihtilafları incelemek üzere 06 Mart 1948 tarihinde toplanmıstır.650 Uzun süren görüsmeler sonucunda Necati Erdem, Kemal Silivrili, Osman Nuri Koni, Sadık Aldogan, Mithat Sakaroglu gibi milletvekilleri parti Haysiyet Divanı’na sevk edilmistir. Haysiyet Divanı da bu milletvekillerinin partiden ihracına karar vermistir.651 Bu karar üzerine Yusuf Kemal Tengirsek gibi milletvekilleri DP’den istifa etmistir. stifa ve ihraçlar nedeniyle DP’nin Meclisteki sandalye sayısı 32’ye düsmüstür. Daha sonra bu sayı Muammer Alakan’ın DP’ye katılımıyla 33’e yükselmistir. DP’den ayrılan milletvekilleri Meclis’te müstakil bir grup olusturmuslardır.652 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;


634 CHP Aydın İl Kongresi Zabıtları (30.12.1949), s.13, Anadolu, 15 Ocak 1947. 
635 Demokrat İzmir, 11 Ocak 1949. 
636 Demokrat İzmir, 22 Ocak 1949. 
637 Demokrat İzmir, 17 Eylül 1948. 
638 Demokrat İzmir, 14 Ocak 1949. 
639 Demokrat İzmir, 9 Mayıs 1948. 
640 Burçak, Rıfkı S. (1979), Türkiye’de Demokrasiye Geçis(1945-1950), s.107. 
641 Orhan, M.(1947), Bütün Tafsilat ve Ayrıntılarıyla DP’nin I. Büyük Kongresi, s.5-16. 
642 Erogul, C. age., ss.24-33. 
643 Erer T. (1966),Türkiye’de Parti Kavgaları, ss.418-419. 
644 Demokrat İzmir, 2 Nisan 1947. Tasvir, 2 Nisan 1947. 
645 Cem Erogul, age., s.30. 
646 Toker, M. (1990) Demokrasimizin İsmet Pasalı Yılları (1944-1973), s.206. 
647 Tunaya, Tarık Z. age., ss.712-715. 
648 Ahmad F.ve Bedia T. Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi (1871-1945), s.37-38. 
649 Bozdağ; İ. (1975) Demokrat Parti ve Ötekiler, s.32. 
650 Erogul, C. age., ss. 151-152. 
651 Demokrat İzmir, 10 Mart 1948. 
652 Demokrat İzmir, 25 Ekim 1948. 

19 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

1946-1950 YILLARI ARASINDA AYDIN’DA SİYASAL YAŞAM BÖLÜM 17

1946-1950 YILLARI ARASINDA AYDIN’DA SİYASAL YAŞAM BÖLÜM 17


   
Demokrat Parti teskilatlarını büyütmek, canlı tutmak için seçim dönemlerini 
beklemeden devamlı eglenceler, toplantılar ve mitingler tertip etmistir. Teskilatlarının kurulus yıl dönümleri sölenlerle kutlanmıstır. 9 Haziran 1947’de Söke Bagarası DP’nin kurulus yıldönümü kutlanmıstır. Kutlamalara Söke DP Baskanı Dr. Baki Öktem, Aydın İl Baskanı Etem Menderes de katılmıstır. Eglenceler gece geç vakte kadar sürmüstür.597 

Bu kutlamadan bir hafta sonra da Söke’de DP’nin kurulus yıldönümü kutlanmıstır. Törene Bagarası ve Kusadası’ndan gelen pek çok vatandas ve l İdare Kurulu’ndan Etem Menderes, Avukat Sahap Gürsel, Ekrem Torunlu katılmıslardır. Tören 21.30’da İstiklal Marsı ve “Dag Basını Duman Almıs” marsının hep birlikte söylenmesi baslamıs, Etem Menderes ve Söke’den DP’li Sıtkı Özyıldırım törende birer konusma yapmıslardır. Etem Menderes konusmasında : “Korkmuyoruz, yılmıyoruz. Hiçbir kimse bizi yolumuzdan ayıramaz. Biz kanun ve millete dayanıyoruz.” demistir. Törende zeybekler oynatılıp fıkralar anlatılmıs ve monologlar sunulmustur. Eglence ve müzik 
gece yarılarına kadar sürmüstür.598 Atça Bucagı’nın Yagdere Köyü’nde DP ocagının açılısının 2. yıl dönümü kutlama toplantısı yapılmıstır. Törene Etem Menderes, Eyüp Sahin, Nazilli İlçe İdare Kurulu’ndan Nail Geveci ve Atça DP Bucak Kurulu da katılmıstır. Törende yapılan konusmalarda Aydınlı demokratlar tarafından DP Genel İdare Kurulu’nun DP’den kopanlara karsı desteklendigi vurgulanmıstır.599 

Kusadası DP’nin kurulus yıldönümünü kutlamak için çok güçlü bir tören yapılmıstır. Aydın, Söke, Germencik, Davutlar, Selçuk ve Ortaklardan törene istirak etmek için heyetler gelmistir. Törende yapılan konusmalar özetle söyledir: Ahmet Güçsav: “ Atlantik Paktı kurulmustur. Dünya degisim içindedir. Ancak hükümet dıs politikada milleti temsil edememektedir ve acizlik içindedir.” 
Hamdi Çakmak: “CHP’nin hiçbir icraatı artık milleti tatmin etmemektedir.” 
Osman Kapani: “Bizler, seçimlere kadar hürriyet ordumuzu terhis etmeyecegiz.” 
Pertev Arat: “Memleketin İstikbalini ancak DP garanti edebilir.” Rauf Onursal: “ Milli hâkimiyetle ve iktisadi alanla ilgili ciddi sorunlarımız var.” 

Söke’deki törenden sonra kalabalık, kamyon ve taksilere binerek Davutlar ve 
Güzelçamlı köylerine gitmislerdir.600 

DP İl İdare Kurulu kendi arasında isbölümü yaparak her ilçede gezici hoparlörle 
konusma etkinlikleri düzenlemistir. 11-20 Ekim 1947 tarihleri arasında Aydın’da 
muhtelif sekiz konusma gerçeklestirilmistir. Etem Menderes, Ortaklar, Çine, Umurlu, Kösk’te “ dare Baskı ve 12 Temmuz Beyannamesi” konulu; Aydın merkezde ise Avukat Cevat Ülkü “Yurttas Amme Hakları”; Etem Menderes ise “Halk Partisi’nin Devletçilik İlkesi” konulu birer konusma yapmıstır. Dalama konusmasını Adnan Menderes; Karacasu konusmalarını Adnan Menderes ile birlikte Sevki Hasırcı ve Halil Öktem yapmıslardır. Adnan Menderes Karacasu dönüsünde Yenipazar’ı ve Yörük Ali Efe’yi ziyaret etmistir. 23 Subat 1947 tarihli Demokrat zmir gazetesinin belirttigine göre Nazilli’de Yeni Sinema Salonu’nda 200’ü bayan olan 500 kadar dinleyicinin katıldıgı bir toplantı yapılmıstır. DP Genel dare Kurulu üyelerinden Refik İnce burada ‘DP’de Milli Terbiye’nin Ana Hatları’ adlı bir konferans vermistir.601 

23 Subat 1949’da Nazilli DP Sümer Ocagı’nda düzenlenen toplantıda bir 
konusma yapan Osman Kapani: “Çok partili yasama geçmeden önce Türk isçisinin hali yürekler acısıydı. Bu necip kütle dertlerinden muzdarip bir sekilde ne zaman agzını açsa komünist damgası yemekteydi. Bugün Türk isçisi mesleki haklarının istihsal edilmesi için siyasi haklarının istihsal edilmesi lazım geldigini anlamıstır. DP isçi meselesine eline almıstır. Zafer, içtimai adalete en çok önem veren siyasi partilerindir. DP Türk isçisinin haklarını korumak için bütün mevcudiyeti ile çalısacaktır. DP, iktidarında bu memlekette bir tek ferdin aç ve perisan kalmasına asla izin vermeyecektir. Fabrika isçilerine iktidar partisi mensuplarınca baskı yapıldıgını isitmekteyiz. Unutmasınlar ilerde sahsen mesul duruma düseceklerdir. Dayanın, mücadele edin. Haksızlık yılanını yuvasında ezin. Kaçanı kovalarlar. Kovalayan olursa kaçarlar. Haklı oldugunuz zaman 
sonuna kadar takip ediniz. Fabrika sunun bunun siyasetine alet olamaz”.602 diyerek isçileri kendi hakları için mücadele etmeye ve DP saflarında yer almaya davet etmistir. 

29 Temmuz 1949 tarihinde Kösk Basçayır 603 köyünde düzenlenen mitinge çevre yerlesimlerden iki kamyon ve taksi dolusu DP’li katılmıstır. Anadolu Gazetesi mitinge katılımın az oldugunu iddia etmistir. Mitinge katılımı artırmak için miting biraz geç baslatılmıstır. Mitingde yapılan konusmalarda; 

Mehmet Emin Apay (DP Delegesi): “İslam dini, dünya dinlerinin en üstünüdür. 
Eger iktidar demokrasiyi hazmedemiyorsa İslam’ı da hazmedemiyor demektir.” 
Rıza Gökdag: “Millet Partisi serencam pesinde kosan bir partidir. 
Bu memlekette asla yararlı bir parti olamaz. Hakiki bir muhalefet partisi olmus olsaydı bizimle isbirligi yapması gerekirdi. Bizden ayrılan bozguncu adamlar olmasaydı DP bugün idealine kavusmus olacaktı.” 

Etem Menderes: “Son genel kurultayımızda Milli Ant kararları alınmıstır. Seçim 
emniyeti istiyoruz. Milletin seçim emniyetsizligi durumunda DP mesru müdafaasını yapacaktır. Oylarımız ırz ve namusumuzdur. Hükümet baskı yapar oylarımız çalınır, ırz namusumuza tecavüz olursa bu hırsızı yakaladıgımız zaman sen beni öldürdün, akrabalarım seni dava edip adliyeye teslim etsin demeyecegiz. Bu durum karsısında DP’li vatandaslar mesru müdafaasını yapacaklardır.604 diyerek laiklik, milli egemenlik ve seçim emniyeti konusundaki düsüncelerini halkla paylasmıslardır. Kösk’te 8 Mayıs 1949 tarihinde gerçeklesen DP mitinginde Kösk DP İkinci Baskanı Keçecioglu, Umurlu DP Baskanı Mehmet Demirci, Hilmi Üzümcü, Sultanhisar’dan Süleyman Kayaalp, Atça’dan Sükrü Demirayak, Konya Eregli’den Hilmi Çelenoglu, Koçarlı’dan Babir Çobanoglu, Germencik’ten Abdullah Soyok, Nazilli’den Dr. Resat Tuncer, Nazilli DP Baskanı Sevki Hasırcı, DP Aydın İl Baskanı Etem Menderes birer konusma yapmıslardır. Saat 14.00’te baslayan miting, 17.00’de bitmistir. Etem Menderes yaptıgı konusmada : “CHP’liler, Demokratları taklit ederek böyle toplantılar yapmaya çalısmaktadır. Fakat toplantıları cılız geçmektedir. Hilmi Uran su anda güzel vaatler vermektedir. Bu sözler katiyen samimi degildir. Agızlarına da yakısmamaktadır. Bunlar, büyük seçimlerin yaklasması münasebetiyle DP’nin 
hummalı faaliyetlerini uyusturacak oyun ve tertiplerden ibarettir.” 605 diyerek Halk Partisi’nin yaptıgı etkinliklerde samimi olmadıgını, halkın gerçek partisinin DP oldugunu konusmasında ima etmistir. 

Demokrat Parti halkın duygularını oksayacak pek çok etkinlik yapmıstır. Bu 
amaçla Nazilli’de Demokrat Gençlik adıyla bir kulüp kurulmustur. 1 Eylül 1948’de Söke DP İdare Kurulu, Belediye Parkı’nda DP’lilere ve ailelerine çay ve caz gecesi tertip etmistir.606 Söke DP Yenicami Ocagı, fakir ve kimsesiz çocukları giydirerek ve eglenceyle 27 Nisan 1947 tarihinde sünnet ettirmistir.607 Rusya ve komünizm tehdidinden dolayı çok partili yasama geçis sürecinde Türkiye’de isçi sorunlarıyla ilgilenmek bu iki kavramla esdeger tutulmustur. Ancak Demokrat Parti isçileri bu sekilde itham etmemis somut çözüm önerileri sunmasa dahi onların sorunlarıyla ilgilenmis ve tertip etmis oldukları etkinliklere katılmıstır. Çok partili yasama geçis sürecinde Aydın, Nazilli Basma Fabrikası nedeniyle isçi yurdu olarak anılmıstır. Demokrat zmir gazetesi, isçilerin sorunlarını söyle dillendirmistir: “İsçiler, haklarıyla ilgili bir girisimde bulundukları zaman onlara komünist damgası vurulmasından sikâyetçidir. İsçiler ve memurlar arasında isçilerin aleyhinde haksızlık vardır. Örnegin isçi her çocuk basına 3 lira tazminat alırken, memur 10 lira almaktadır.” Osman Kapani Nazilli’de yaptıgı konusmada, isçilere grev hakkı tanınacagını, sendikalara genis 
yetkiler verilecegini, isçi sigortalarını yeniden düzenlenecegini söylemistir.608 9 Ekim 1947 tarihinde yapılan Nazilli Dokuma Fabrikası’nın 10. kurulus yıl dönümü kutlamalarında fabrika kantininde isçilerle beraber 2500 kisilik bir balo tertip edilmistir. 

Baloya Aydın Valisi de katılmıstır. Geceye zmir’den katılan Kayagücü güres takımı bir gösteri bulunurken Senirkent Efesi Ruhi Çohanka ekibiyle beraber zeybek oynamıstır. Gündüz ise Isparta futbol takımıyla Sümer Ocagı takımı maç yapmıstır. Etkinliklere DP’den sadece ilçe baskanı çagrılmıstır. DP’liler kutlamada etkili rol alamadıgı için ilçe baskanına kızmıstır.609 Celal Bayar Zonguldak’ta yaptıgı konusmanın büyük bir kısmını isçi sorunlarına ayırmıs, bunun üzerine Nazilli Sümer DP Ocagı Bayar’a tebrik ve baglılık telgrafı çekmistir. Telgraf söyledir: 

“Sayın Celal Bayar, 

Tarihi Zonguldak söylevinizde partimizin isçi davasına veciz bir ifade ile 
açıklamanız yurdun her yerinde oldugu gibi ekseriyeti basma fabrikası isçilerinden mütesekkil olan ocagımız ve muhitimizde büyük bir sevinçle karsılanmıstır. 04.05.1949 günü haftalık toplantısını yapan ocagımız idare kurulu fedakâr Demokrat isçilerin hissiyatına tercüman olarak en derin saygı ve baglılıklarını teyit eder, saglıklar diler. Nazilli DP Sümer Ocagı Baskanı Dr. Resat Tuncel.” 610 

2.11.2. Cumhuriyet Halk Partisi 

21 Temmuz 1946 genel seçimiyle, İl Genel Meclisi seçimini CHP büyük bir 
farkla kazanmıstır. Ancak DP, CHP bünyesinden dogup geldigi için çok partili yasama geçis sürecinde çok büyük bir yara almıstır. Bu nedenle söz konusu seçimler sonrasında CHP hızla teskilatlarını güçlendirme çabası içerisine girmistir. İstifalar nedeniyle dokusu zedelenen idare heyetlerini yaptıgı kongrelerle yenilemistir. DP’nin 1946’da baslayan çok hızlı örgütlenmesini baslangıçta fazla önemsemeyen CHP, tek parti oldugu dönemde parti teskilatı kurmaya gerek duymadıgı pek çok yerde çok partili yasama geçilmesiyle beraber teskilat olusturmaya baslamıstır. CHP 21 Subat 1948 tarihinde CHP, Nazilli Gereniz Köyü ocagını açmıs,611 19 Nisan 1948’de Aydın Nazilli Bilara 
Köyü CHP ocak binasının açılısı yapılmıstır. Törene Milletvekili Emin Bilgen de 
katılmıstır. Aydın il, Nazilli ilçe ve bucak CHP idare kurulları törende hazır 
bulunmustur. Köy sakinleri törenlere gögüslerine taktıkları altı oklu rozetlerle 
katılmıslardır. Törenler, bando’nun çalmıs oldugu marslar esliginde yapılmıstır.612 

Törende Horsunlu CHP Ocak Baskanı Sevket Arısal, Nazilli Belediye Baskanı Rıfat Tuncer heyecanlı birer konusma yapmıstır. Bina kurdelesi Ekrem Çiftçi tarafından kesilmistir. Törenler tertiplenen eglencelerle devam etmistir.613 Bozdogan Yaka Köyü CHP Ocagı’nda 10 Mayıs 1948’de açılmıstır. CHP’liler Nazilli’den otobüslerle bu törene katılmak için Bozdogan’a gitmislerdir. Törene Nazilli, Bozdogan CHP ilçe idare kurulları ve Milletvekili Emin Bilgen de katılmıstır. Tören’e tam takım bir bando götürülmüstür. Köy bayraklarla donatılmıs ve gelen heyetler köylülerce ilgiyle karsılanmıstır. Tören İstiklal Marsı’nın okunması ve Atatürk’ün anısına saygı durusuyla baslamıstır. Konusmalarda smet nönü’ye olan baglılık vurgulanmıstır. Nazilli’ye 5 km 
uzaklıkta olan Nazilli’nin Aslanlı Köyü CHP ocak binası da törenle açılmıstır. Heyet büyük bir kalabalıkla Nazilli’den bu köye yürüyerek, bayraklarla donanmıs vaziyette gelmistir. Milletvekili Emin Bilgen’in de katıldıgı törenler bandoyla yapılmıstır. Törenlerde pek çok kisi konusma yapmıstır. Hulusi Çogullu konusmasında: “Cumhuriyet Halk Partisi faziletin, tekâmülün ve inkılâbın partisidir. Ebedi Sefimiz Atatürk’ün eseridir. İnönü’nün yolu, yolumuzdur. Bu essiz kahramana inanmakta ve güvenmekteyiz. Demokrat Parti mensuplarının yanlıs iddialara dayanarak sarf ettikleri bütün gayretlere ragmen Cumhuriyet Halk Partisi’nin tüm çalısmalarını kadirsinas milletimiz asla unutmayacaktır.”614 demistir. 

15 Haziran 1949 tarihinde Germencik’e baglı Dagyeni Köyü’nde CHP ocak 
binasına levha asma töreni yapılmıstır. Törene Aydın ve Germencik’ten gelen 
vatandaslar da katılmıstır. Daha önce aynı köyde DP’de buna benzer bir toplantı 
düzenlemistir. İşte bu tören sırasında CHP’ye karsı yapılan haksız elestiriler çok sert bir dille kınanmıstır. Törende yapılan konusmalarda; 

Hakkı Darcan: “Geçen burada olan DP toplantısında CHP bize düsmandan 
daha çok zulüm yaptı diyenler bugün sekiz arsın yatıp, dokuz arsın kalkıyorlarsa buna CHP iktidarına borçludurlar. Böyle diyenlere verilecek cevap sen nankörsünden baska ne olabilir? Simdiye kadar yapılan toprak dagıtım törenlerine muhaliflerin istirak etmemesi onların köylü ve köylünün kalkınmasıyla olan alakalarına güzel bir misal teskil etmistir.” 

Yusuf Uzman: “Etem Menderes, Halk Partisi bize söz hakkı vermedi demektedir. 
Kendisinin bu partide il baskanlıgı yaptıgını hatırlatırız. CHP’nin kökü çürüktür, 
yıkılmaga mahkûmdur diyenlere diyoruz ki CHP’nin temeli Müdafaa Hukuk Cemiyeti ve Atatürk’ün nurlu eliyle atılmıstır. Yıkılmaga mahkûm olan baska partilerin programlarıyla ortaya çıkan programsız, maksatsız partilerdir.”615 seklinde konusmuslardır. 

1 Temmuz 1949’da Umurlu Bucagı’nda CHP, Bayramyeri ve stasyon 
Mahallesi ocaklarını açmıstır. Açılıs törenlerine CHP’li milletvekilleri de katılmıstır. 

Törenlerde yapılan konusmalarda DP ve MP mitinglerinde CHP’ye karsı söylenen 
sözler, DP II. Büyük Kongresi’nde alınan kararlara cevaplar verilmistir. Hükümetin DP kongresinde alınan kararlardan dolayı yayımlamıs oldugu beyannameye sahip çıkılmıs, Umurlu’dan bu konuyla ilgili CHP merkezine destek telgrafları çekilmistir.616 CHP, 1947 yılında 3 mahalle, 13 köy ocagı olmak üzere 16 yeni ocak açmıstır. Aydın ilinde partiden ayrılan 1.522 üyeye mukabil 4.682 yeni üye partiye yazılmıstır. Bir önceki yıl 39.923 olan üye sayısı 1947 yılında 43.083 üyeye çıkarılmıstır. Bu Aydın il genel nüfusunun %16’sına denk gelmistir.617 1948 yılında ise mevcut teskilatlara yeni kurulan 3 mahalle, 5 köy ocagı daha katılmıstır. Ancak adını tespit edemedigimiz birkaç köyde 
ise CHP ocakları kapatılmıstır. 1949 yılı baslarında CHP, Aydın’da 8 ilçe, 17 bucak, 431 köy, 55 mahalle, 4 semtte örgütlenmistir. CHP’ye 1948 yılı boyunca da üye kayıtları devam etmistir. Bu çerçevede partiye 4.311 yeni üye kaydı yapılmıstır. Yeni katılımlara ragmen toplam üye sayısı 41.027’ye gerilemistir.618 Cumhuriyet’in kurulusundan beri CHP’nin herhangi bir teskilat kurmadıgı pek çok yerde çok partili hayatın getirdigi rekabet sonucunda teskilatlandıgı dikkatlerden kaçmamıstır. 

1946 yılında çok partili yasama geçildikten sonra CHP milletvekilleri, bakanlar, 
parti üst düzey yöneticileri Aydın’ı daha çok ziyaret etmeye baslamıstır. Aydın’ı bu dönemde en üst düzeyde ziyareti Cumhurbaskanı İsmet İnönü gerçeklestirmistir. İçisleri Bakanı Sükrü Sökmensüer ve Tarım Bakanı Faik Kurtoglu da Aydın’ı ziyaret eden CHP’li hükümet üyeleri idi. çisleri Bakanı, Aydın’da gerçeklestirdigi ziyaretler sırasında yaptıgı konusmalarda Toprak Reformu Kanunu’nu uygulamaya koyduklarını, tarımla ilgili her türlü gübre, ziraat aletinin ithalini serbest bıraktıklarını açıklamıstır. 

Aydın’ı ziyaret eden Bakanlara Vali Salim Gündogan, l ve ilçe CHP idare kurulları Ziraat Müdürü, Orman sletme Müdürü ve Milletvekili Mithat Aydın eslik etmistir. Heyet Mugla’ya da gitmistir. Dönüste Çine Halkevi’nde yapılan konusmaların ardından heyet ncirliova’ya geçmistir. ncirliova Halkevi’nde büyük bir kalabalıgın katıldıgı toplantıda yapılan konusmalarda Erbeyli Tarım İstasyonu’nun ( ncir Arastırma) eksikliklerinin giderilecegi sözü verilmistir. Bakanlar burada Milli Mücadele kahramanlarından Durmus Ali Efe ve Ali Çavus’la bir süre konusmuslar ve beraber fotograf çektirmislerdir. Bakanlar, fotograf çektirirken bagdas çökerek efelerin arasına oturmuslardır. Erbeyli ve Sınırteke köylerinin ardından Erbeyli’deki ncir Arastırmaya Merkezi’nde de incelemelerde bulunan heyet, daha sonra Söke ve Koçarlı’ya gitmistir. Buralarda yapılan konusmalarda 7 Eylül kararlarının ülkeye ferahlık getirdigi vurgulanmıstır.619 

CHP, teskilatları arasında koordinasyon ve iliskileri güçlendirici çalısmalar 
yapmıstır. 1948 yılı baslarında Nazilli CHP’ye baglı idare kurulları sürekli yan yana gelerek toplantılar düzenlemislerdir. Mahalle toplantıları yapılıp, vatandasla bir araya gelinmis, vatandasın sikâyetleri ve istekleri dinlenilmistir.620 Yine İlçe İdare Kurulu parti binasında partilere çay ziyafeti vermistir. Toplantıda CHP İlçe Baskanı Hulusi Çogullu bir konusma yapmıstır. Nazilli CHP İlçe İdare Heyeti ocak idare heyetleriyle sık sık yaptıgı toplantılarla bir araya gelmistir. Sultanhisar, 1946’lı yıllarda ilin önemli portakal üreticisidir. Bu kasaba da CHP tarafından portakal ziyafeti günü (festival) tertip edilmistir. Festivale matbuattan, diger il ve ilçelerden pek çok kimse davet edilmistir.621 

CHP, DP’nin miting, toplantı ve eglencelerine, düzenlemis oldugu miting ve 
toplantı ve eglencelerle cevap vermistir. 28-29 Mayıs 1948’de CHP, Atça’da, Aydın, Nazilli ve buraya baglı köylerden gelecek heyetlerle yüzlerce kisinin katıldıgı bir toplantı yapmıstır. Toplantı DP’nin ortaya attıgı fikirlere cevap vermek için düzenlemisti. Anadolu gazetesinin belirttigine göre; toplantı nedeniyle Atça’da dükkânlar, evler ve sokaklar CHP bayraklarıyla donatılmıstır. Atça ilk kez bu kadar kalabalık olmustur. Toplantıya katılanların gögüslerinde küçük tipteki CHP bayragı asılıdır. İzmir ve diger yerlerden toplantı için yüzlerce kisi trenlerle Atça’ya gelmistir. Elliye yakın otobüs ve kamyonun da Atça’ya insan tasıdıgı, tarla islerinin yogun oldugu bir zaman olmasına ragmen köylünün de toplantıya ragbet ettigi mahalli basın tarafından ifade edilmistir. Anadolu gazetesi toplantıya on bin civarında kisinin katıldıgını, on bes gün önce DP’nin aynı yerde gerçeklestirdigi mitingin ise sönük geçtigini belirtmistir. Atça’daki bu toplantıda Hulusi Çogullu, Atıf Kuray ve Sevket Arsel birer konusma yapmıslardır. Hulusi Çogullu yaptıgı konusmada: “Partimizin Türkiye’deki her eser ve abidenin altında imzası vardır. Biz bu kuvveti büyük milletimizden aldık.” diyerek CHP’nin Türkiye’nin kalkınmasına yaptıgı büyük katkıya vurgu yapmıstır. Atıf Kuray yaptıgı konusmada muhaliflerin söylemlerine karsı sert elestiriler de bulunmustur: “Mert Karakterli Efeler, Bugünkü Türkiye CHP eliyle kurulmustur. Demokrasi CHP’nin eseridir. Karsı taraf demokrasiyi kendilerine mal etme, kendi kahramanlıklarının bir sonucu gibi gösterme gayretindedir. Buna sasıyoruz ve bu, CHP’ye ve Atatürk’ün hizmetlerine nankörlüktür diyoruz.” Toplantı bandonun çaldıgı degisik marslar, davul zurnalı eglence ve zeybek oyunlarıyla sona ermistir.622 

Partilerin köylerdeki aylık olagan toplantıları bile bazen inanılmaz katılımlara 
sahne olmaktaydı. 7 Haziran 1948’de CHP, Isıklı Köyü aylık olagan toplantısını 
çevreden gelenlerin katılımıyla gerçeklestirmistir. Toplantıda DP’ye oy verenlerin 
kamudaki islerinin görülmeyecegi iddiaları yalanlanmıstır.623 CHP Yenipazar Bucak İdare Kurulu bir tanısma toplantısı düzenlemistir. Toplantıya Aydın, diger ilçe ve bucaklardan kamyon ve otomobillerle pek çok vatandas gelmistir. Anadolu gazetesinin yazdıgına göre toplantıya bes bin kadar vatandas katılmıstır. Burada bes gün önce DP bir miting yapmıstı. Toplantı bu mitinge karsı bir cevaptı. Toplantıda yapılan konusmalarda Celal Bayar’a cevap verilmis, Celal Bayar ve ekibi seyyar mitingci ve kundakçı olarak nitelendirilmistir. Toplantı, düzenlenen eglencelerle sona ermistir. 

Toplantıda Orhan Çiftçi, Dr. Sezai Çomo, Nazmi Akdeniz birer konusma 
yapmıslardır. 624 

11 Ağustos 1948 tarihinde CHP Ortaklar’da bir miting tertip etmistir. Miting 
Ramazan Bayramı’na denk getirilmistir. Mitingde Ahmet Hamdi Öztürk su sekilde konusmustur: “Partimiz muhaliflerden müspet tenkitler beklemektedir. Ancak Muhaliflerin tertipledikleri toplantılarda konusan bir kısım sözcüler, ele aldıkları ve dile doladıkları mevzularla partimize, partimiz mensuplarına ve hükümetine, çalısanlarına karsı insafsızca düzenlenmis iftira ve isnatlarda bulunmustur…Daha düne kadar hükümetimizin memleket ve millet islerinde sorumluluk sahibi ve hissedar olmalarına ragmen muhalifler yaptıkları konusmalarda yurdumuzda hürriyet olmadıgını; halka yazı ve söz serbestligi verilmedigini, vatandasların tahakküm ve iskenceye ugradıgını, onların servetlerinin yok edildigini, hayatın ucuzlatılmadıgını, köylünün mahsulünün para etmedigini söylemektedir. Köy idarelerinde, belediyelerde ve hükümet dairelerinde bulunanların nizam tanımadıklarını bu yüzden vatandasın hakkını arayamadıgını, devlet memurlarının sadece üst kademedeki mütehakkimler in isaret ve isteklerine körüne körüne boyun egip yerine getirmekten baska bir sey yapmadıklarını, memleketin harabeye döndügünü, milletin sefalete sürüklendigini iddia etmektedir. Bu muhaliflerimiz, Halk Partisi’nin aglattıgı vatandasların gözyaslarıyla olusmus bataklıkları derhal kurutup, memleketimizi cennet gibi ve milletimizi zengin yapacakları vaadinde bulunmaktadır. Bunlar daha önce partimize girerken ya da partimizin birer adayı iken hükümetimizin faaliyetlerini öve öve bitirememekteydi. 
Bunlar, 4 Temmuz 1948 tarihinde Ortaklar mitinginde istediklerin, istedikleri anda yapabileceklerini ve seçim kanunu istedikleri gibi olmazsa, devlet kudretinin zaafa ugrayacagını, anarsi dogacagını, milletin birbirini bogazlayacagını, bu da yurdumuzu paylasma amacında olan dıs güçlerin önüne fırsat koyacagını söylemistir. Bunlar, seçim kurullarında görev alacak bizlerin vasiyetimizi yazarak gelmemiz gerektigini, aksi bir sey oldugunda seçim sandıklarını basımızda kıracaklarını, kafalarımızın seçim sandıkları kadar saglam olması gerektigini, gerçekten bunu yapabilecek güçlerinin oldugunu, siddet ve tehdit saçan sözlerle belirttiler. Ve bu sözleri söyleyenlerin çogunlugun meslegi avukatlıktır. Demokrasi prensibiyle bagdasmayan sözleri söyleyenler kendilerine mesleki çalısmalarında daha fazla müsteri çekme pesindedir. 

Bunlar istediklerini yapma hürriyeti aramaktadır… Onlar Demokrat Parti’nin ün salan kudreti olmasaydı Amerika’nın Türkiye’ye 1 dolar dahi vermeyecegini söylemektedir. 
İktidarda olan parti bellidir. Yapılan yardım ve destekler partimizin eseridir… 
Yurdumuzda kurulan ve kurulacak olan partilerin güçlenmesini biz de isteriz. Yeter ki dillerindeki çürüklük gösteren, koku saçan kötülüklerini bizlere yükletip de kendilerini nur ile yıkanmıs, ülkemize semadan yenice inivermis melaikeler gibi kabul ettirmeye kalkısmasınlar. Evet, karsımıza çıkmıs veya çıkacak partilerle topraklarımızın bütünlügü, milli egemenligimizin dokunulmazlıgı, varlık ve kudretimizin hızla artırılması davalarımızda iyiniyetlee tartısmadan is birligi yapabiliriz.”625 

15 Haziran 1949 tarihinde Nazilli CHP parti çevresinde bir etkinlik ve eglence 
düzenlenmistir. Törende bando degisik marslar çalmıs ve davul zurna esliginde folklor oynanmıstır. Eglenceye DP’li ve MP’liler de katılmıslardır. Eglencede Hulusi Çogullu: “15 gün önce Ankara’da iken nönü Savasları’nın kahramanı ve Lozan Barısı’nın mimarı Reisicumhurumuz smet nönü’yü de ziyaret etmistik. Sayın Cumhurbaskanımız selam ve sevgilerini Nazillililere bildirmemizi tarafımıza teblig buyurdular.” seklinde konusmustur. Necip Mirkelamoglu ise: “Türk gençliginin milli duyguları yüksektir. Onların milli heyecanı her zaman komünizmle mücadele halindedir. Bu gençlik komünizmi nefretle karsılamakta  dır… İnönü, Kemalist milliyetçiligi yürüten bir milli kahramandır. nönü gibi bir dagı kimse deviremez, onun gibi bir kaleyi kimse fethedemez.”demistir.626 

Çok partili yasama geçis sürecinde CHP Aydın’da bayramları geçmis yıllara 
oranla daha etkin kutlamaya çalısmıstır. 7 Agustos 1948’de Germencik CHP’de 
bayramlasma töreni düzenlenmis, çevre köy ve bucaklardan kamyonlarla pek çok kisi istirak için törene gelmistir. Törende Dr. Sabri Akın ve Eski Ticaret Bakanı Nazmi Topçuoglu hazır bulunmus ve Nazmi Topçuoglu, General Akarçay, Akif Kınaf ve Kenan Özden birer konusma yapmıslardır. Bu mitinge benzer toplantı aksam saatlerine kadar devam etmistir. Toplantıya 10 bin kisinin katıldıgı iddia edilmistir.627 Anadolu gazetesine göre Nazilli’nin 1948 yılı Kurtulus Günü törenlerine yaklasık 15 bin vatandas katılmıstır. Gazetenin yazdıgına göre bunların 10 bini çevre köy ve ilçelerden gelen CHP’li vatandaslardır. Tören Halkevi önünde baslamıstı. Ödemis CHP idare kurulunun göndermis oldugu 30 kisilik bando takımı çaldıgı marslarla törene katılanları çosturmustur. Törende Nazilli’nin kurtulusu temsili olarak canlandırılmıs, Nazilli Ortaokul Müdürü, Kaymakam, CHP lçe dare Kurulu üyelerinden Dr. Cengiz Özkavruk, DP’den Sevki Hasırcı birer konusma yapmıslardır. Törende Atatürk’ün hatırası yâd edilmis ve nönü için muazzam tezahürat yapılmıstır. 

Gece fener alayı tertip edilmistir. Yapılan tüm etkinliklerde CHP’lilerin çogunlukta oldugu görülmüstür. Kaymakamlık ayrıca aksam saatlerinde bir balo düzenlemistir.628 Yunan isgalinden sadece 38 bina ile kurtarılan Aydın’ın 1948 yılı kurtulus günü kutlamalarına ziraat zamanı olmasına ragmen vatandaslar çok fazla ragbet göstermislerdir. Civar köylerden pek çok vatandas törenler için Aydın’a gelmis, törenler cosku içerisinde yapılmıstır. Törenlere DP’lilerin katılmaması yadırganmıstır. 

Törenlere istirak eden efeler serefine (Milli Mücadele’ye katılmıs) ordu evinde yemek tertip edilmistir.629 

CHP, halka ulasmak için çok farklı etkinliklerde bulunmustur. 14 Nisan 1946’da 
Aydın CHP, partiye yeni istirak edenlerle birlikte bir toplantı tertip etmistir. Toplantıda Parti Bölge Müfettisi, Merkez lçe Baskanı tarafından birer konusma yapılmıstır. Konusmalarda CHP’yi Atatürk’ün kurdugu ve onun basında Milli Sef’in bulundugu vurgulanmıstır. Gecede Aydın Ortaokulu Müdürü Kemal Özkaynak’nın yazdıgı, müzik ögretmeni hsan Ünal’ın besteledigi Aydın efelerinin yasayıslarını konu edinen bir operet de sergilenmistir.630 Kusadası CHP ve Halkevi, 24 Nisan 1946 tarihinde otobüslerle Efes ve Selçuk harabelerine bir gezi tertip etmistir. Selçuk Halkevi yetkilileri gelen misafirleri samimi bir sekilde karsılamıstır.631 Bozdogan Belediye Baskanı Nurettin Karatas tarafından 10 Kasım gecesi ölümünün 9. yılında Atatürk’ün ruhunu taziye için mevlit okutmustur.632 4 Agustos 1948’den itibaren Parti Müfettisi Hüseyin Hulki Cura da köylere sık sık ziyarette bulunmus, halkın sorunlarıyla ilgilenmistir.633 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

597 Demokrat İzmir, 10 Haziran 1947. 
598 Demokrat İzmir, 26 Haziran 1947. 
599 Demokrat İzmir, 29 Şubat 1948. 
600 Demokrat İzmir, 2 Mayıs 1949. 
601 Demokrat İzmir, 23 Şubat 1947. 
602 Demokrat İzmir, 27 Şubat 1949. 
603 Basçayır köyü çevre dag köylerinin merkezi durumundadır. 
      Çevre dag köyleri sakinleri Cuma namazı için bu köye gelmektedir. 
      Cuma günleri burada pazar kurulmaktadır. Miting bu yüzden Cuma                    günü yapılmıstır.    
604 Anadolu, 3 Ağustos 1949. 
605 Demokrat İzmir, 9 Mayıs 1949. 
606 Demokrat İzmir, 3 Eylül 1948. 
607 Demokrat İzmir, 3 Mayıs 1947. 
608 Demokrat İzmir, 22 Mayıs 1947. 
609 Demokrat İzmir, 11 Ekim 1947. 
610 Demokrat İzmir, 18 Mayıs 1949. 
611 Anadolu, 23 Şubat 1948. 
612 Anadolu, 21 Nisan 1948. 
613 Anadolu, 26 Nisan 1948. 
614 Anadolu, 12 Mayıs 1948. 
615 Anadolu, 17 Haziran 1949. 
616 Anadolu, 3 Temmuz 1949. 
617 CHP Aydın İl Kongresi Zabıtları, 03.04. 1948 (1948), s.7. 
618 CHP Aydın İl Kongresi Zabıtları, 30.12. 1949 (1949), s.6. 
619 Aydın Gazetesi, 25.03.1947.
620 Anadolu, 23 Şubat 1948. 
621 Anadolu, 17 Mart 1948. 
622 Anadolu, 30 Mayıs 1948. Anadolu, 31 Mayıs 1948. 
623 Anadolu, 9 Haziran 1948. 
624 Anadolu, 28 Haziran 1948. 
625 Anadolu, 13 Agustos 1948. 
626 Anadolu, 17 Haziran 1949. 
627 Anadolu, 9 Ağustos 1948. 
628 Anadolu, 6 Eylül 1948. 
629 Anadolu, 8 Eylül 1948. 
630 Anadolu, 16 Nisan 1946. 
631 Anadolu, 26 Nisan 1946. 
632 Anadolu, 16 Kasım 1947. 
633 Anadolu, 6 Ağustos 1948. 

18 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

3 Ekim 2017 Salı

TÜRKİYEDE AMERİKANCILIK NASIL BAŞLADI. BÖLÜM 3



TÜRKİYEDE AMERİKANCILIK NASIL BAŞLADI. BÖLÜM 3


XII) Türkiye Amerikan Yörüngesinde 

Amerikancılık ilk etkiler olarak Türkiye’de hangi sonuçları doğurdu? Bunları aşağıdaki gibi toparlayabiliriz (Yetkin, 2002: 174, 271, 337): 

• “Çok partili düzen”e geçildi. Ancak Türk solunun bir siyasal parti olarak örgütlenmesi engellendi. Bununla da yetinilmedi: Sol’a karşı acımasız bir baskı uygulandı. İnönü’nün İç işleri Bakanı Şükrü Sökmensüer, sol görüşlere ve bu yönde yayın yapan yayın organlarına göz açtırmadı. 

• Muhalefet partisi olarak yalnızca Demokrat Parti (DP) korundu ve büyütüldü. Bu parti de sırtını ABD’ye dayamıştı. Doğal olarak çok geçmeden, 1950’de iktidar da oldu. 

• Devletçilik gözden düşürüldü, liberalizm öne geçirildi. 

• Türk ekonomisi Amerikan malları için bir pazar olmaya başladı. 

• ABD ile yapılan yardım antlaşmaları Türkiye’yi Amerikan emperyalizminin kıskacına soktu. 

• Türkiye yağmurdan kaçayım derken doluya tutuldu; Sovyet tehdidi derken, Amerikan askerî tesislerinin işgaline uğradı. 

• Toprak reformu rafa kaldırıldı, Köy Enstitüleri zararlı kuruluşlar sayılmaya başladı. Çok geçmeden, İ. İnönü’nün, H. Ali Yücel’in yerine getirdiği Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer eliyle Köy Enstitüleri yerle bir edildi. 

• Türkiye ABD’nin isteklerine göre şekillendi ve yeniden yapılandırıldı. 

“Ordudan eğitime, ulaşımdan devletçiliğe... her şey Amerika’nın buyruklarına, gönderdiği uzmanların istek ve planlarına göre biçimlendirilmeye” başlandı. Örneğin, Çalışma Bakanı Sadi Irmak’ın çalışma yaşamına düzen getirirken yaptığı şey, ABD’nin eline sıkıştırdığı programı uygulamaktan ibaretti. 

• Türkiye IMF ile tanıştırıldı. 7 Eylül 1946’da, IMF’nin isteğiyle Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki ilk devalüasyon yapıldı. Devalüasyon oranı yaklaşık yüzde 100’dür. Türkiye’nin IMF ile ilişkiye girmesi, kuşkusuz ABD ve Türkiye arasındaki yeni oluşumdan bağımsız değildir. O da genel planın parçalarından biriydi. ABD böyle istiyordu, Hükümet razıydı; “ekonomi bilgisi” çok zayıf olan İsmet Paşa’ya da “peki” demek düşüyordu. 

Bütün bu olumsuz gelişmelerin, Atatürk ilkeleri ile ne denli bağdaşmaz olduğu kolayca görülebilir. Onun zamanında ne yapılmışsa yıkılmış, ne yapılmışsa tersine çevrilmiştir. Atatürk’ün “tam bağımsızlık” ilkesini birkaç yurtsever aydından başka anımsayan ve anımsatan kalmamıştır. O yurtseverleri “bekleyen ise cezalandırılmak, hapishanelerde gün doldurmak” olmuştur (Yetkin, 2002:337). 

Sonuçtan iki taraf da memnundur: İsmet Paşa ve takımı da, Amerika da! 

Plan eksiksiz uygulanmış, hedefe ulaşılmıştır. 

Türkiye artık ABD yörüngesindedir. 

XIII) İlmikler Atılıyor: İkili Antlaşmalar 

Eğer uygulanan planı, yani “Türkiye’yi yeniden sömürgeleştirme” planını bir ağa benzetirsek, ağın ilmikleri ard arda gelen, sırasıyla 1945, 1946 ve 1947’de imzalanan üç antlaşma ile atılmıştır. 

A) 1945 Antlaşması: ABD ile Türkiye arasındaki ilk yardım antlaşmasıdır, 23 Şubat 1945’te imzalanmıştır. Antlaşma ABD’nin, “Ödünç Verme ve Kiralama Kanunu” çerçevesinde savaş sırasında Türkiye’ye verdiği savaş araç ve gereçleri ile ilgilidir. İki maddesi önemlidir: 

• Verilen silahlar, araç ve gereçler Türkiye’nin malı değildir, gerektiğinde geri istenebilir (5. madde). 

• Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti sağlamakla görevli bulunduğu ve müsaade edebileceği hizmetleri, kolaylıkları ya da bilgileri ABD’ye temin edecektir (2. madde). 

Bu maddelerin anlamı şu: Savaş malzemesinin mülkiyeti ABD’ye aittir. Türkiye bunları yalnızca ödünç almıştır. Karşılığında ise Amerika’ya her türlü hizmeti, kolaylığı ya da bilgiyi temin edecektir. Örnekler: Hava meydanları, limanlar ve yolların Amerikalılar tarafından kullanılması, Amerikalıların Türkiye’de üs ve tesis kurması… “Bu madde ile Türk Hükümeti, nerede başlayıp nerede biteceği belli olmayan çok geniş bir yükümlülük altına girmiş bulunmaktadır... Amerika’nın bu antlaşmayı basamak yaparak, bundan sonraki antlaşmalarda daha fazla imtiyazlar, haklar ve tavizler kopardığı... görülecektir”(Yetkin, 2002: 349). 

B) 1946 Antlaşması: İkinci yardım antlaşmasıdır. TBMM tarafından 27 Şubat 1946’da onaylanmıştır. Antlaşma ile, ABD Türkiye’ye 10 milyon dolar kredi açmaktadır. Kredi 10 yılda geri ödenecektir. 

Gerçekte, ortada açılmış bir kredi falan yoktur. Türkiye’ye herhangi bir para ödemesi de yapılacak değildir. Durum şudur: ABD’nin elinde İkinci Dünya Savaşı’ndan arta kalan silahlar, savaş araç ve gereçleri vardı. Türkiye söz konusu malzemeden satın alabilecek, aldıklarının bedelini taksitle ödeyecekti. Borcunu Türk Lirası olarak da ödeyebilirdi. Bu takdirde ABD bu parayı Türkiye’de harcayabilecekti. Peki, hangi amaçlarla? Burası önemli: Kültürel, eğitsel ve insanî gayelerle! Bunlar kuşkusuz ABD’nin “Türkiye’ye sızma stratejisi” ile ilgilidir ve bu stratejinin finanse edilmesi söz konusudur. 

Aynı konuda Haydar Tunçkanat’ın değerlendirmesi ise şöyle: “Türkiye’de bu parayı Amerikan Hükümeti adına kullanacak kişi, diğer elçilerden farklı olarak büyük bir güç ve önem kazanmakta ayrıca Türk Hükümeti üzerinde de bir siyasal baskı aracı elde etmiş” olmaktaydı. (Yetkin, 2002 :350) 

C) 1947 Antlaşması (Truman Doktrini): Türkiye’nin yazgısını değiştiren asıl antlaşma, budur (Yetkin, 2002: 351-357). 

Tarih 12 Mart 1947… ABD Başkanı Truman bir konuşmasında şunları söylüyor: “Yunanistan’ın komşusu Türkiye de dikkatimizi gerektirmektedir. Türkiye’nin bağımsız ve ekonomik olarak sağlıklı bir devlet olarak bekası, barışa bağlı bütün dünya milletleri için Yunanistan’dan daha az önemli değildir.” Türkiye’de hükümet, Başbakan Recep Peker, kuşkusuz İ. İnönü de bu konuşmadan çok memnun kalmıştı. 

Aradan yalnızca dört ay geçiyor. Tarih 12 Temmuz 1947… İnönü’nün ünlü bildirisinin de tarihi!... Türkiye için örülen ağ’a karşılıklı olarak birer ilmik daha atılıyor: Truman Doktrini, Türkiye adına Dışişleri Başkanı Hasan Saka’nın, ABD adına da Ankara Büyükelçisi Edwin C. Wilson’ın imzaladığı bir antlaşma ile uygulamaya konuyor. 

Antlaşmanın hükümlerini görelim. 

• Önce, antlaşmanın neden imzalandığı açıklanıyor (1. Madde): Türkiye Hükümeti; Türkiye’nin özgürlüğünü ve bağımsızlığını korumak için ihtiyacı olan güvenlik kuvvetlerinin takviyesini temin ve aynı zamanda ekonomik istikrarını sürdürmek amacıyla, ABD hükümetinden yardım istemiştir. 

• Örgütlenme (2. madde): Türkiye’de yardımın kullanılmasını denetleyecek, koşullarını belirleyecek, Amerikalılardan oluşan bir kurul görev yapacaktır. Kurul başkanının adı, “Misyon Şefi”dir. Türk Hükümeti bu kurula her türlü kolaylığı gösterecektir. 

Bu madde, “doğrudan doğruya Türkiye’nin iç işlerine karışmak” demekti. 

• Gözlem ve propaganda (3. madde): Amerika Birleşik Devletleri basın ve radyo temsilcilerinin, bu yardımın kullanılışını serbestçe gözlemlemelerine ve gözlemlerini tam olarak bildirmelerine müsaade edilecektir. Türkiye Hükümeti; yardımın amacı, kaynağı, mahiyeti, genişliği, miktarı ve ilerleyişi hakkında Türkiye’de tam ve devamlı olarak yayın yapacaktır. 

Ç. Yetkin 3. maddeyi şöyle yorumluyor: 1. fıkra yalnız Amerikalı gazetecilere tanınmış bir çeşit “kapitülasyon”dan başka bir şey değildir. 2. fıkra ise Amerika’nın propagandasını yapmayı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bir görev olarak veriyor. 

• Her şey Amerika’nın çıkarları için (4. madde): Antlaşmanın “en can alıcı” maddesidir. ABD yaptığı yardımın üzerinde, kendi çıkarları yönünde ipotek oluşturuyor. Türkiye bu yardımı almıştır ama, esas olan ABD’nin güvenliğidir ve yardım esas itibariyle bu amaçla kullanılacaktır: “Türk Hükümeti yapılan yardımı tahsis edilmiş bulunduğu gayeler yolunda kullanacaktır. Türkiye Hükümeti, Birleşik Devletler Hükümeti’nin muvafakati olmadan bu türden hiçbir madde ve bilgilerin mülkiyet ve zilyetliğini devredemez. Aynı muvafakat olmadan subay, memur veya görevli sıfatını taşımayan bir kimseye açıklanmasına, maddeler ve bilgilerin verildikleri gayeden başka bir gayede kullanılmasına müsaade etmeyecektir.”

Türkiye -artık muhalefete düşmüş İsmet İnönü de- bu ifadelerin acı anlamını yıllar sonra, Kıbrıs’a çıkarma yapılması girişimi sırasında ABD Başkanı Lyndon Johnson’ın 3 Haziran 1964 tarihli, uzun süre kamu oyundan gizlenen mektubuyla öğrenecektir. Ancak bugünkü perişan halimiz gösteriyor ki bundan da ders alınmamıştır. Başımıza geçirilen çuvalları da kuzu kuzu sineye çekiyoruz. 

Oldukça kaba bir üslupla yazılmış olan mektupta şöyle deniyordu: 

“Türkiye ile mevcut 1947 tarihli antlaşmanın 4. Maddesi gereğince askeri yardımın, veriliş amaçlarından ayrı gayelerde kullanılması için ABD’nin muvafakatının alınması gerekmektedir... Mevcut koşullar altında Türkiye’nin Kıbrıs’a yapacağı bir müdahalede Amerika tarafından sağlanmış olan askeri malzemenin kullanılmasına ABD muvafakat etmemektedir.”

Bu ifadelerin somut anlamı ne? Amerikan Başkanı neyi ima ediyor? 

Çetin Yetkin’in yorumuna başvuralım: 1947 antlaşması ile sağlanan askerî yardım, ancak Sovyetler’e karşı ve o da ABD’nin izin vermesi koşuluyla kullanılabilir. Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelen diğer tehditler ABD’yi ilgilendirmez. Meğer ki bu silahları kullanmak için Amerikan hükümeti izin vermiş olsun. ABD’nin kaygısı Türkiye’nin savunulması değildir. Onun gözünde Türkiye SSCB karşısında bir ileri karakoldur, bir fedai birliğidir. 

1947 Antlaşması bir “ittifak” antlaşması değil, tek taraflı bir yardım uygulamasıdır. ABD, Türkiye’nin SSCB’ye karşı savunulması konusunda hiç bir yükümlülük altına girmemiştir. Yalnızca silah, malzeme ve para yardımında bulunmuştur. Türkiye ise, Amerikan askerî varlığına Türkiye’nin kapılarını açmış, ABD’ye ülke yönetiminin bazı alanlarında karar verme yetkisi tanımıştır. Hattâ Amerika’nın propagandasının devlet eliyle yapılması kabul etmiştir. 

Truman Doktrininin uygulaması şöyle başladı (Yetkin, 2002: 358): 

• 22 Mayıs 1947’de General L.E. Oliver başkanlığında 20 kişilik bir askeri yardım kurulu Türkiye’ye de geldi. Bu kurulun onuruna Ankara Palas’ta verilen kokteyle İnönü de katıldı. 

• İlk görüşmelerden sonra bu kurul üyeleri gruplara bölünerek ülke içinde inceleme gezilerine çıktılar. 

• 24 Mayıs 1947’de Kara Kuvvetleri subay üniformaları, Amerikan subaylarınınki örnek alınarak değiştirildi. 

• Ağustos ayı sonunda bir grup subay ABD’ye eğitim görmek üzere gönderildi. 5 Ekim 1947’de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Salih Omurtak başkanlığında general, amiral ve subaylardan oluşan bir kurul ABD’ye gitti. 

• Bu arada Amerika’dan ilk parti yardım malzemesi ile yola çıkan gemilerin 15 Ekim’de İskenderun Limanı’na ulaşacakları, bu malzemenin yol yapımında kullanılacak iş makineleri olduğu, kullanacak teknisyenlerin de aynı gemilerle gelmekte oldukları haberi basında yer aldı. 

iXIV) N. Berkes’e Göre “Dışa Ayarlı Politika”nın Başlaması

Türkiye’de Amerikancılığın, kendi deyişiyle “dışa ayarlı politika”nın nasıl başladığını bir de Niyazi Berkes’den dinleyelim [Unutulan Yıllar, İletişim Yayınları, İst., 1997, çeşitli sayfalar]: 

N. Berkes’e göre (ss.192-194) Türkiye’nin 2. Dünya Harbi’ne girmesini isteyen herhangi bir devlet yoktu: Ne Almanya, ne Rusya, ne İngiltere, hele ne de Amerika!... Nasıl ülkeye demokrasiyi İsmet Paşa’nın getirdiğine inandırılmışsak, savaşa da onun yüksek diplomasi becerisi sayesinde sokulmadığımıza inandırılmıştık. 

Gerçekte her şeyi belirleyen, iki büyük devletti: İngiltere ve Almanya... Millî Şef’in dehasına bağlanan tarafsızlık diplomasisinin gerçek mimarları bunlardı. 

Duruma Von Papen hâkimdi! Onun istediği olacaktı ve olmuştur. Onun arzusu, Berlin’de Hitler’le kararlaştırdığı işi, yani Türkiye’nin “tarafsız” kalmasını sağlamaktı. İngiltere’nin istediği de buydu. Millî Şef ile Saraçoğlu’na düşen, bu iki devletin ortak isteğine göre davranmaktan ibaretti! Ünlü “tarafsızlık” siyasetinin aslı işte budur! 

Türkiye’nin, ulusal egemenlik ilkesine dayanan bağımsız bir dış siyaset uygulamak yerine, başka ülkelerin kendi çıkarlarına göre oluşturup yürüttükleri politikalara takılıp gitmesi, işte bu tarihten sonra başlamıştır. 

Niyazi Berkes devam ediyor (s.198): Von Papen’in neden büyük bir Türk dostu olarak bilindiğini, ölümünden sonra onun ardından neden yalnız Türkiye’de yas tutulan yazılar kaleme alındığını anlamak kolaydır: Çünkü o Millî Şef hükümetine Hitler’in kuracağı Avrupa Düzeni’nde Nazi uyduluğu vâdediyordu! 

Bu uyduluk kısmet olmadı. Onun yerine ABD uydusu olmanın kapısı açıldı. 

İsmet İnönü, Von Papen’in başına sardığı Turan serüveninin sorumluluğunu sırtından atmak için, bir “ırkçı-turancı ayaklanması” keşfetmiş; buna katılanları, yalancıktan mahkûm ettirdikten ve iş unutulduktan sonra da, salıverdirmiştir. Böylece, bir taşla bir kaç kuş vurarak, kendisinin Turancılıkla hiçbir ilgisi olmadığı, bu gibileri sıkıyönetim karşısına çıkaracak kadar ileri kafalı olduğu inancının kafalara yerleşmesini sağlamıştır. İşin aslını öğrenmek için olaya daha yakından bakmanın, Nazi çöküşü üzerine Şef’in neden o kadar çırpınırcasına Amerika uyduluğunu sağlama çabasına sarıldığını anlamamıza da katkısı olacaktır (s.240). 

Bir gün Sadi Koçaş’ın da aklına şöyle bir soru gelmiş: Neden Üçüncü Dünya önderliği Tito, Nehru, Nasır gibi adamlara kaptırılmış da böyle bir önderlik Türkiye’ye nasip olmamış? Sorunun yanıtını, daha sonra İnönü ile yaptığı bir görüşmede bulabilmiş. Ona şu soruyu sormuş: “İkinci Dünya Savaşı sonunda tarafsız kalamaz ve Birleşmiş Milletler’de etrafımızda bir grup oluşturamaz mıydık, Paşam?”

İnönü’nün yanıtı şöyle: 

“Mutlaka oluştururduk. Ve ben bunu planlamıştım kafamda yıllarca. Ama Stalin’in hırsı önledi. İki tehlike arasındaydık. Batıyı ehven-i şer bulduk. Halbuki en büyük şerrin “ehven-i şer” olduğunu da biliyorduk, ama başka bir şey yapmamız çok zordu.”

Berkes’e göre Şef’in buyurduğu sözlerde tek bir gerçek var, o da kafasında bir şey planlamış olduğu... Üçüncü Dünya ülkelerinin önderliğini düşündüğü tümden asılsızdı. O zamanlar böyle bir kavram bile yoktu. Peki, neydi kafasında planladığı şey? 

Paşa’nın, kafasında tasarladığı plan şuydu (s. 304): 

i) Kendi yönetimini Batıya beğendirmek; 

ii) Büyük bir devletin himayesine girmek; 

iii) Sorumlulukları unutturmak; barış dünyasından yeni avantajlar sağlamak; 

iv) Bütün bunları zorlaştıracak engeller çıkacak olursa, o ezelî “değişmez düşman” görüşünü veryansın ettirmek (bu işi yapacak demagog kişi ve çevreler Nazi yıllarından kalma olarak bol bol vardı); 

v) Daha da sıkışırsa Batı dünyasına “Türkiye içinde kızıl bir devrim tehlikesi var” izlenimini vermek ve -yeterli demokrasi kamuflajları yapıldıktan sonra- kendi rejiminin sürmesini sağlamak; 

vi) Kısacası, ne yapıp yapıp tahtından inmemek. 

Berkes şöyle kestirip atıyor: Amerika uyduluğunun kapısını açan ne Bayar’dır, ne Menderes’tir; Millî Şef’in ta kendisidir. O kapıyı açana değin, planladığı şeylerin kimilerini gerçekleştirmiş, kimilerini ise gerçekleştireyim derken kamuflaj uygulamalarının yanlış sonuçları yüzünden kendi partisinin içinden doğan “psikopatlar” demokrasisi tarafından tahtından indirilmiştir (ss. 303-305). 

Berkes’e göre Türkiye’nin, Amerika’yı işin içine sürükleme çabaları başlangıçta sonuç vermemiştir. 

Milli Şef, Ankara’da Rus tehlikesi korkuları içindeyken -bir yandan da iç muhalefet “düzen”leri ile karşılaşırken- Amerika’nın kendisine ve hükümetine karşı soğuk davranmakta olduğunu gördükçe korkusundan ne yapacağını bilemiyordu. Halbuki savaş sonrası için yapılan büyük pazarlıklarda Türkiye’nin bir çekişme konusu olduğunu gösteren hiçbir belge yoktur. Türkiye 1945-1947’de dünyanın büyük sorunlu yerleri listesinde yer almamıştır (ss.330-331). 

Yazarımız şöyle devam ediyor: Görüyorsunuz, üzerinde o zaman onca gürültü koparılan sorun; sadece ve sadece makamlarını yitirmek istemeyenlerin yalancıktan demokrasi oyununa girişerek, o mahut “tehlike” gerekçesiyle Türkiye’yi “bir ihtilâlin eşiğinde” olan bir ülke gibi göstermelerinden ibarettir. Türkiye’nin başında bulunmak tekelini sürdürmek isteyen bir rejim, Boğazlar’ı vesile ederek ne pahasına olursa olsun yerinde tutunmayı büyük ve güçlü bir devletin garantisine, diplomaside çok kötü bir anlamı olan himayesine (protectorate) bağlama peşindedir! (ss. 341-342) 

Niyazi Berkes’e göre İsmet İnönü ABD’ye yaklaşmak için Rus tehlikesini bir koz olarak kullanmış, demokrasiye de aynı amaçla geçmiştir. 

Ancak sonuç Türkiye için trajik olmuştur: Yeniden Sevr’e dönüş!

Kitabından izliyoruz: 

Gerçekte istenen demokrasi değildi; demokrasi görüntüsü altında, şeflik yönetiminin sürmesi için gerekli “tehlike” korkusunu sürekli kılmaktı. “Sovyet baskısı” denen şeyin de amacı üs değil, Saraçoğlu hükümetini düşürmekti. İnönü, zamanı gelince Saraçoğlu’nu da kurban verdi. Ne var ki, Truman doktrinin ilânına kadarki dönemde, Amerikan uyduluğunu ondan daha iyi sürdürebilecek parti olduğunu gerekli yerlere anlatabilmiş olan Demokrat Parti’nin iktidara gelişine değin, meydanı demagogların at koşturmasına bırakarak, kendi “sırça köşk”üne çekildi. 

Terbiyeli, genç bir efendi görünümü veren Adnan Menderes’in, ileride nasıl iktidar koltuğunun sarhoşluğu içinde edepsizleşebilen bir politikacı olabileceğini, kendisini sevemeyen halk arasında evliyalaşabileceğini hiç ummuyordu. Bu demagoji aşamasına girerken, iki olasılıktan hangisinin doğrultusuna yöneldiğini göreceğiz. Bu olasılıklardan biri “demagoji yoluyla muhalefeti yok etmek,” diğeri “onu yozlaştırma karşılığı iktidarı yitirmek”ti. Şimdiki numarası, arka plana çekilmek; demagoji alanında kendine yararlı olacak kim varsa serbest bırakmaktı. Bunlar herhangi bir eleştiriyi “Moskova ağzı ile konuşuyor” çığlığı ile ağızlara tıkayacak ve daha da ileri giderek Amerika’yı “Türkiye’de kızıl tehlike olduğuna” inandıracaklardı. Celâl Bayar, Fuat Köprülü bile böyle susturuldu (ss.342-343). 

Türkiye’yi bugüne getiren yolun nasıl açıldığının en iyi izahını, bir görüşmemiz sırasında Dr. Adnan Adıvar yapmıştı. Mecliste kadroların kaldırılması için getirilen kanun tasarısının tartışılmasına başlanırken bu tasarıya karşı olduğunu belirten Adnan Adıvar, oturumu terkedip dışarı çıkarken, arkasından milletvekili arkadaşları “Sen de mi Moskova’ya, sen de mi Moskova’ya?” diye bağırmışlar. Bunu bana anlattıktan sonra şöyle dedi: “Niyazi bey oğlum, şu yanı başımızdaki dev ülke ile uğraşıldığı sürece, bu ülkede ne demokrasi olur, ne de özgürlük. Demagoglar boyuna onu vesile ederek bu iki davanın savunucusu olanları kolaylıkla lekeleyeceklerdir. Bir zamanlar Mustafa Kemal bu devle (Rusya ile) iyi ilişkiler kurmayı başarmıştı. İsmet’se bu işi yüzüne gözüne bulaştırdı. Şimdi bunun cezasını siz çekiyorsunuz. Bu gidişle bu memlekette biz de siz de boşuna uğraşmış olacağız”. 

Bu kötümser sözleri dinlediğim zaman, kapsamını anlamamış, üstelik verdiği yargıyı doğru bulmamıştım. Sözünü ettiği İsmet Paşa’nın, bu demagojilerin hedefi olduğunu sanıyordum. Yalnız, o sözlerin Mustafa Kemal ile arası açılmış olan, yurda ancak İsmet İnönü zamanında dönebilmiş bir kişinin ağzından çıkmış olması beni hep düşündürmüştür. Ben bile ancak 70 yaşıma geldikten ve anılarımı, görüşlerimi yazıya dökmeye başladıktan sonradır ki Adıvar’ın verdiği yargının dayandığı mantığı kavramaya başladım. 

Adnan Adıvar’ın yargısı yerindeydi. Paşa Moskof tehlikesi oyununu, demagoglarla boy ölçüşecek oranda kullanmaya girişmekten çekinmedi. Ülkeyi, içinden kolay kolay çıkılamayacak darboğazlara getirdikten sonra, arkasında bugüne değin süren bir siyasal saçmalama, bir “sağduyu bunalımı” geleneği içinde bıraktı. Şefliğini sürdürebilmek için partisinin içine soktuğu “Nietzsche”ciler, Şalcı’lar, Satır’lar ve CHP’nin diğer “mezar kazıcıları” ile giriştiği direnme 1950’ye kadar sürdü. 

Ülkeyi büyük bir dış sorun içine soktuktan, iç sorunlarını bir daha içinden çıkılamayacak bir karışıklık içine soktuktan sonra, bunların hepsini Demokrat Parti’ye devretti. 

Türkiye için “Manda” kapısını, onun arkasından Sevr’e giden yolun kapısını, Halk Partisi’nin “mezar kazıcıları” dediğim kişilerinin yükselttiği “Moskova’ya, Moskova’ya” haykırışları arasında ilk açmış olan Millî Şef İnönü’dür, Menderes’lerin iktidara gelişinden üç yıl önce!... 

Süleyman Demirel de o yolun tutarlı bir yolcusudur. Tarihsel bilinçten yoksun sızlanmalara rağmen, söyleyeyim: “Nereye mi gidiyoruz?” Sevr’e!... Onun malî koşullarını IMF’ninkilerle karşılaştırın, yanlış söyleyip söylemediğime yine siz kendiniz karar verin (s. 479-496). 

XV) N. Berkes’e Göre Truman Doktrini

N. Berkes’e göre Truman doktrini Amerikan bencilliğinin, Amerika’nın dünyayı ele geçirme tutkusunun eseridir. Ne var ki onun bu yönü, Türk halkından gizlenmiştir. “Unutulan Yıllar” dan (ss. 381-382) özetliyorum: 

Truman Doktrini bizde Yunanistan ile Türkiye’ye bilmem kaç milyon dolar verme ve iki ülkeye yönelik -birinde “iç savaş” şeklinde, diğerinde “Boğazlar sorunu” şeklinde- ortaya çıkan Sovyet baskısına karşı bu iki ülkeyi destekleme girişimi olarak görülür. Oysa Truman Doktrini bundan çok daha kapsamlı bir doktrindir. 

Truman Doktrini “ ABD’nin Dünya Egemenliği ” Doktrinidir!

Bu doktrin “özgür” ulusların özgürlük haklarına karşı Sovyet emperyalizmine çevrilmiş dinsel bir çağrıya dayanır. Çağrı şöyledir: Özgürlük savunuculuğu yapmak Tanrı’nın Amerikalılara verdiği bir görevdir. Tanrı, onlara, kendilerine güvenmekle Tanrı’ya güvenmenin aynı şey olduğunu buyurmuştur. Dünya ulusları ikiye ayrılır: “özgür” uluslar ve “köle” uluslar. Köle ulusları Tanrı’nın emrine göre özgürlüğe kavuşturmanın yolu, onlara “refah” sağlamaktır. “Refah” ise ancak “liberal” ekonomi ile sağlanabilir. Bu, Amerika’nın kendi liberal ekonomisinin de var olmasının temel koşuludur. Amerika, savaş sonrasının ekonomik güçlüklerinden, dünyaya Amerikan ekonomik sistemini kabul ettirmekle kurtulabilir. 

1946 ilkbaharı ile 1947 yazı arasında iki ülkede olup biten başlıca olayların bir cetvelini yapın; o zaman Truman Doktrini’nin bizimkilerin ayağına kadar, nasıl geldiğini anlarsınız. 

• Truman Doktrini’nin, 1918 Wilson Doktrini’ne benzer yanına kimse değinmemiştir. Bunu görmek, bizim için çok güç bir şey değil. Truman Doktrini’ne karşı hem Amerika’da hem Avrupa’da yöneltilen eleştirileri Türk basını halka yansıtmamıştır. 

Amerikan bilim adamlarının eleştirilerinde Amerikan yardımının gerçek amacının despotik hattâ devletçi rejimlere karşı demokrasinin savunulması olması gerekirken, Türkiye gibi demokrasiye aykırı bir devlete yardım vermenin anlamsızlığı üzerinde durulmuştur. Fakat, bunları kaygı içinde yakından izleyen Ankara’ya göre, bunlar “Moskova ağzı” ile konuşan Türk düşmanlarıydı. 

Türkiye’de insanca, uygarca bir kalkınma yoluna girilmesini bütün varlığımızla istediğimiz bir zamanda, aslında Amerika’yı tanımayan, ona düşman olan, Batıya karşı her çeşit sahtekârlığı yapmaktan çekinmeyecek olan kişilerin başlattıkları rezaletler yüzünden ne Amerikan yardımının bir faydası görülmüş, ne de çağdaş bir ulus olma uğruna yapılmış bir savaşın bizlere emanet ettiği görevler yerine getirilmiştir. 

Amerika’daki son perdenin baş aktörü olan McCarthy adlı sahtekârın, kendi ülkesini ne hale getirdiğini, 13 yıl sonra Amerika’ya gittiğim zaman gördüm. Üniversitelerde bile kimse korkudan ağzını açamıyordu. Bizde Sökmensüer’lerin, Reşat Şemsettin Sirer’lerin, Sadi Irmak’ların arkasından, McCarthy’ler türedi. Burada, Amerika’ya kıyasla iki yıllık öncülük şerefimiz bile var. 

Sonuç

Truman Doktrini ile başlayan Amerikan “yardımı” ülkemizi Kemalist Yol’dan saptırdı. Türkiye Amerikan emperyalizminin gereklerine uygun şekilde yeniden yapılandırıldı. Hem de bütün yönlerden: Askeri yönden, dış politika yönünden, ülke içinde özellikle emekçi kesimlere ve aydınlara karşı izlenen tutum açısından, kültürel yönden: Özetle 1923-1938 Türkiyesi’nde, Atatürk zamanında ne yapılmışsa hepsi yıkıldı, ters yüz edildi: 

• Bağımsızlığımızın yitirilmesine karşı yükselebilecek sesler susturuldu. 

• ABD ile başka antlaşmalar, ikili antlaşmalar yapıldı. Bunlarla siyasal ve ekonomik bağımsızlığımız törpülendi, giderek yok edildi. 

• Türkiye ABD için bir hammadde deposu ve pazar haline getirilmeye başladı. 

• Millî eğitimimiz ulusal olmaktan çıkarıldı, ona Amerikan çıkarlarına uygun bir yapı kazandırıldı. Atatürk Devrimleri’nin birinci güvencesi olan Köy Enstitüleri kapatıldı. Yerine imam-hatip okulları açılmaya başladı. 

• Ekonomi politikası olarak devletçilik sulandırıldı. 

• Türkiye IMF’nin kıskacına sokuldu. Dış borçlanma başlatıldı. 

• Ulaştırmada demiryolları terk edildi, karayoluna ağırlık verildi. 

• Türkiye’nin sanayileşmeden vazgeçmesi yönünde telkinler yapıldı. 

• İrtica yeniden harekete geçti. 

Atatürk’ün yolu... Kurtuluşa, cennete, gönenç ve onura giden yol... Ne büyük hatâdır ki bir süre sonra sapılıyor, o yoldan. Sapılan yerde, ayak izleri... Sapanlar bütün sonraki kuşakları, bizleri de sürükleyip götürdü. O izler arasında, hem de en başlarda “İsmet İnönü’nün ayak izleri var.”

Biz böyle deyince Atatürkçülüğü “laiklik ve çağdaşlık” köşesine sıkıştıranlar öfkeleniyorlar. “Sovyet tehdidi karşısında, başka ne yapabilirdi? Batıya sığınmaktan başka seçeneği yoktu” diyerek İsmet İnönü’yü mazur göstermeye kalkışıyorlar. 

Oysa, bir seçenek daha vardı! 

Atatürk, Nutuk’ta haykırıyor o seçeneğin ne olduğunu: 

“Temel ilke Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke ancak tam istiklâle (bağımsızlığa) sahip olmakla gerçekleştirilebilir… Yabancı bir devletin koruma ve kollayıcılığını kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlüğü ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir… Bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez. Halbuki, Türk’ün haysiyeti, gururu ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa, yok olsun daha iyidir! 

Öyleyse, ya istiklâl ya ölüm!”

Atatürk’ün bütün başarısı bu formülde gizlidir. 

Tabii, İnönü’nün bütün başarısızlığı da!

Prof. Dr. Cihan DURA, Haziran 2004

Namık KEMAL:

"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"

...

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:

"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."


http://www.guncelmeydan.com/pano/turkiye-de-amerikancilik-nasil-basladi-prof-dr-cihan-dura-t32867.html



***

TÜRKİYEDE AMERİKANCILIK NASIL BAŞLADI. BÖLÜM 2


TÜRKİYEDE AMERİKANCILIK NASIL BAŞLADI. BÖLÜM 2


VII) “Türkiye: Amerikan Pazarı”

II. Dünya Savaşı sonu... İngiltere savaştan bitkin çıkmıştır. Bu durum, ABD için büyük fırsattır. Hemen harekete geçiyor: Hedef, dünya pazarlarını ve kaynaklarını ele geçirmek!

Buna karşılık ABD’nin girişimi de, Türk yöneticiler için bir fırsattır: Ne pahasına olursa olsun ABD’nin sempatisini kazanmak, onun desteğini elde etmek gerekmektedir. Çare yine hazırdır: ABD ile ticareti olabildiğince geliştirmek.

Zaten ortam öylesine “Amerikancı”dır ki Türkiye’ye gelen her Amerikan malı coşkuyla karşılanmakta, Türkiye’nin Amerika için bir pazar durumuna sokulması büyük bir iyilik gibi gösterilmekte, iş çevreleri sevinçten uçmaktadır. Ç. Yetkin kanıt olarak Ahmet Emin Yalman’ın Vatan gazetesinde 20 Şubat 1946’da çıkan şu haberini gösteriyor: Amerika Ortadoğu Kumpanyası’nın bir şubesi olmak üzere ithalat ve ihracat işleri ile meşgul olacak bir Türk Ortadoğu şirketi kurulmuştur. Ortadoğu’yu bir Amerikan pazarı haline getirmek ve uzun vadeli krediler açmak gayesiyle kurulan bu şirket hakkındaki haber, piyasada büyük bir ilgi uyandırmıştır. Şirket, Amerikan Ortadoğu Kumpanyası’nın temsil ettiği 160 Amerikan fabrikasının tüm ürünlerini satmaya yetkilidir. Böylece Türkiye bir Amerikan pazarı haline getirilecek, bütün ihtiyaçları karşılanacaktır.

Şu ifadelere dikkat ediniz: Ortadoğu bir Amerikan pazarı haline getirilecektir! Türkiye bir Amerikan pazarı haline getirilecektir!

VIII) Missuri Nasıl Karşılandı?

İşte, tam bu ortamda Amerikalıların Missuri adlı savaş gemisi 6 Nisan 1946’da İstanbul Limanı’na demirliyor. Missuri’nin gelmesi, ABD’nin, Sovyetler Birliği’ne karşı Türkiye’nin yanında olduğu biçiminde yorumlanıyor. Öte yandan değerli “konuklar”ı ağırlamak ve onurlandırmak için yapılanlar, işin ölçüsünün kaçırılmış olduğunu gösteriyordu (Yetkin, 2002: 260-262). Ancak önemli olan, başta İsmet Paşa, Hükümet’in, iş çevrelerinin ve diğer ilgililerin rahat bir nefes almış olmasıydı. Oluşturulmakta olan zincirin eksik bir halkası daha tamamlanıyor, “plan” aksamasına meydan verilmeden yürütülüyordu.

Acaba uçak gemisinin İstanbul’a gelişini aydınlar nasıl karşılamıştı? Yazarlar kamu oyunu nasıl etkilemeye çalışmıştı? Ç. Yetkin’i izleyerek iki anlamlı örnek üzerinde yanıtlayalım, bu soruları: Ahmet Emin Yalman ve Falih Rıfkı Atay. Neden anlamlı? Birazdan anlayacağız.

Önce Ahmet Emin Yalman…

Yalman Amerikan gemisinin İstanbul’a gelişine en çok sevinenlerden... Gazetesi Vatan’da şöyle yazıyordu: “Missuri’ye … bütün dünyanın güvenine ait ortak bir silah gözüyle bakmak yerindedir… Bu koca dövüş gemisi bütün insanlara ferahlık ve güven telkin edecek bir barış bayrağıdır.” Yalman kamuoyuna şunu telkin etmeye çalışıyor: Missuri aynı zamanda Türkiye’nin de bir savaş silahıdır. Türkler barış ve güvenliğe onun sayesinde kavuşabilir.

Sonuç olarak Yalman “Türkiye’nin güvenliğini ABD’ye ihale etmekteydi.” Bu da olağandır. Çünkü o zaten koyu bir Amerikan yanlısı idi. Yazdıkları, özü “tam bağımsızlık” olan Kemalizmden ne kadar uzak, ne kadar habersiz olduğunu açıkça gösteriyor.

Asıl şaşırtıcı olan, Falih Rıfkı Atay’ın davranışıdır.

“Zeytin Dağı”nın, “Çankaya”nın yazarı Atay, “Missuri” başlıklı yazısında şunları söylüyordu: “Amerika’nın ne istediğini biliyoruz: Hür, eşit ve egemen milletlerin ortaklaşa güvenliğine dayanan, harpsiz, saldırısız sadece ahlâk ve kanun, bağlaşma ve antlaşmaların hüküm sürdüğü bir dünya! Böyle bir dünyada yaşamak isteyen herkes Amerikan bayrağında kendi talih yıldızını görür...”

İnsanlar ne kadar da çabuk değişiyor! O zamanki ABD mi gerçek kimliğini gizlemekte öylesine başarılıydı? Yoksa F. R. Atay mı ABD’yi yanlış tanıyordu? Atay’ın yorumları günümüzün “holding medyası” yazarlarının ABD methiyelerinden hiç de geri kalmıyor.

Durumu açıklayıcı iki faktör akla geliyor: Birincisi aydınlarımızın, özellikle tarih ve ekonomi alanında az okumaları, dünya hakkında bilimsel görüş zayıflıkları… İkincisi Atay’ın zaten “İnönü’nün yakın çevresi”nde bulunması... Düşünce olarak, o çevrenin dışında kalamadı.

Ç. Yetkin’in (2002: 270) yorumu ise çok düşündürücü: “Atatürkçülüğü’ne toz kondurmayan Atay’ın, Amerikan bayrağındaki yıldızlardan birinin de Türk ulusunun talih yıldızı olduğunu yazmış olması; ülkemizde karşı devrimin daha başlangıç yıllarında ne boyutlara ulaşmış olduğunu kanıtlaması bakımından önemlidir.”

Bu yazarlar farklı politik kutuplardaydı: İlki, Yalman, Demokrat Parti’yi destekliyordu. F. R. Atay ise CHP’li idi. Ancak bir noktada birleşiyorlardı: Amerikancılıkta! Her ikisi de Amerika’ya övgüler düzmekte birbiriyle yarışıyor. Genelleme yaparsak Ç. Yetkin’in vurguladığı, şu hazin sonuçla karşılaşıyoruz: Türkiye’yi ABD’nin yörüngesine sokmakta o zamanın iktidarı da, muhalefeti de -CHP de, DP de- tam bir görüş birliği içindeydi.

IX) Aydınlarımızın Amerika Hayranlığı

Amerika hakkındaki yanlış bilginin aydınlar arasında ne kadar yaygın olduğu, dönemin siyasetçileri ile bir gazetecisinin aşağıda sunacağım görüşlerinden (Yetkin, 2002:332-346) kolayca anlaşılıyor.

Önce siyasetçiler:

• Yavuz Abadan (CHP, akademisyen): “Dünyanın kalkınması için zorunlu olan Amerikan yardımı, ümitsizliklerden doğacak kötülükleri önlemekle kalmayacak, uluslararası iş birliğinin kurulmasına olan inancı da artıracaktır.”

• Ahmet Şükrü Esmer (CHP, akademisyen): “Amerikalılarla ilişkilerimiz yenidir. Fakat bütün temaslarımızda onları iyi niyetli ve temiz duygulu insanlar olarak tanıdık.”

• Hamdullah Suphi Tanrıöver (CHP, hatip): “Milletler hâlâ endişe ile bakıyor, ışık nereden geliyor? Bu ışığın bir kaynağı var: Yine Amerika. Ümit nereden geliyor? Amerika’dan. Güven nereden geliyor? Amerika’dan. TBMM tutanaklarına göre, Tanrıöver’in bu sözleri üzerine milletvekillerinden “bravo” sesleri yükselmiştir.

• Nihat Erim (CHP, bakan): “.....Maddi ilerlemeler sahasında en önde gelen millet, ruh yüksekliği bakımından da en baştadır. Gerçekten ABD’nin gerek harp içinde, gerek şu harp sonrası dünyada oynadıkları asil rol bu millet tarihinin en büyük şereflerinden biri olarak anılacaktır ... Bu siyaset ancak ve ancak yüksek bir ahlakî evrim aşamasında görülen bir siyasettir. ABD’nin yepyeni bir egemenlik, taptaze bir ekonomi anlayışının öncüsü olarak da bütün insanlık için hayırlı işler başarmak istediğini görüyor ve takdirle karşılıyoruz.” Meclis tutanaklarına göre, Erim’in bu sözleri de “bravo” sesleriyle karşılanmış.

 Falih Rıfkı Atay (CHP, yazar): “Amerika barışçı bir devlettir. Özgürlük ve hukuk temelleri üzerine dayanan bir dünya düzeni ister. Harpte ve hegemonyada menfaat aramaz...”

• Namık Zeki Aral (CHP): “Türkiye ile Birleşik Amerika arasında kendini gösteren sıkı bir çıkar ortaklığı, tarihin şu çok nazik ve tehlikeli anlarında ülkemiz için şüphesiz ki, talihin lütfettiği en büyük onurlardan biridir”.

• Muhittin Baha Pars (CHP): “Bu ses nihayet Amerika’dan peygamber gibi temiz ve kusursuz olan büyük insanın, büyük Ruzvelt’in sesi olarak ufuklara aksetti. İnsanları tutsaklık altında bırakmayacağız diyen bu azametli ses Ruzvelt’in vatandaşlarının sesiyle birleşerek ufuklarda bağrışmalar vücuda getirdi. Bundan sonra Amerikalılar açların imdadına ve silahları ellerinde olarak tutsak milletlerin yardımına koştular... Peygamber gibi temiz ve kusursuz Ruzvelt’i, onun halefi olan değerli devlet adamı Truman’ı saygıyla selamlar ve Türk milletinin insanlık yolunda da, barışta da insanlığa yardımda beraber olacağını söylemekle iftihar duyarım.”

• Fuat Köprülü (DP’nin kurucularından, daha sonra Dışişleri Bakanı): Birleşik Amerika’nın dünyanın hiçbir yerinde emperyalist bir gaye takip etmediği bütün siyasi hayatı ve olaylarla sabittir. Amerika’nın bütün Avrupa ve dünya milletlerine yardımı, doğrudan doğruya büyük maddi imkânlara sahip olan bu ülkenin, bütün insanlığı korkunç bir çöküntüden kurtarmak için yaptığı büyük bir fedakârlıktır. Tarihte benzeri görülmemiş bir insanî harekettir.”

Gazetecimiz ise Zekeriya Sertel.

Z. Sertel Atatürk devrimlerinin birçoğuna karşı çıkan, Türkiye’de Amerika’yı en çok yücelten, Türklere Amerikan yaşam biçimini imrenilecek bir model olarak gösteren, bu konuda en önde gelen kişilerden biri. Bakın ABD hakkında neler yazıyordu:

“Amerika özgür bir delikanlı gibidir. Ne ayaklarında geçmişin zinciri, ne de omuzlarında tarihin ağır yükü vardır. Ülke baştan başa neşe için, eğlence için, zevk için hazırlanmış gibidir. Çalışmada da öyledir. Biz işlerimizi ihtiyarlar gibi yavaş yavaş, tembel tembel, istemeye istemeye yaparız. Halbuki Amerika’da iş içinde iş, onun dışında sürekli bir hareket vardır.

Bizde din bizleri ahirete hazırlayan bir kurumdur. Orada din toplum hayatında önemli bir rol oynayan, bireylere dünyada başarılı olmanın yollarını gösteren sosyal bir kurumdur. Kilise hayatın içindedir. Bizde ise din bize yalnız ahiret yolunu gösteren, dünya ile ilgimizi kesmeyi öğreten bir kurumdur.”

“Türkiye’nin … kalkınma planına uzanacak en samimi yardım eli, Amerika’dan gelebilir. Amerika, İngiltere ve Rusya dahil, bütün dünyanın yardım eli beklediği bir merkez olmuştur. Para orada, makine orada, teknisyen orada toplanmıştır. Böyle bir ülkenin Türkiye’ye yardım elini uzatması bulunmaz bir nimettir.

Amerika’nın başka milletlere yardım siyaseti, şimdiye kadar bildiğimiz emperyalizm siyasetine dayanmaz. Amerika’nın başka milletlere yardım ederken takip ettiği iki gaye vardır. Biri yardım ettiği ülkenin sanayileşmesi ve bu şekilde o ülke halkının düzeyinin yükselmesi, diğeri de bu suretle tüketim gücü artan ülkenin kendisinden fazla mal alabilmesi… Yani Amerikan siyasetinde de bir pazar tutma siyaseti varsa da, bunu aynı zamanda o ülkenin yükselmesi ile barıştırmaya çalışmaktadır.”

“Amerika’nın tek hedefi dünya barışını kurmaktır.”

“Amerika’da kaldığım 3 yıl hayatımın en önemli yıllarıdır. Ben gazeteciliği orada öğrendim. Fikirde en büyük gelişmemi orada yaptım . Hayatı orada öğrendim.”

Toparlarsak, politikacılarımızın ve aydınlarımızın hayran olup taparcasına benimsedikleri ve kaçınılmaz olarak halkımıza da aşıladıkları “Amerikan imajı” şöyledir: Amerika ve Amerikalılar insan üstü varlıklardır. “Gökten inmiş, iyilik melekleri”dir. Tek amaçları vardır: İnsanlığa (tabii Türklere de) yardım elini uzatmak. Öyleyse övülmeye, yüceltilmeye fazlasıyla layıktırlar.

X) Amerika Bir Ülkeye Nasıl Yerleşir?

Aydınlarımızdaki bu korkunç Amerikan hayranlığı ve teslimiyetçilik nasıl açıklanabilir? Kuşkusuz birçok faktör ileri sürülebilir. Ben konum gereği tek bir faktöre yer vereceğim ve diyeceğim ki bu utanılacak durum; emperyalistlerin, tabii ABD’nin, bilerek oluşturduğu bir durumdur. Daha somut bir anlatımla, Batının (Amerika’nın) “hedef-ülkelere sızma stratejisi”nin bir ürünüdür.

Strateji şöyledir:

i) Hedef-ülkenin insanlarının duygu ve düşünceleri önceden biçimlendirilir ve yönlendirilir. Öyle ki o ülke insanları kendiliklerinden, gönüllü olarak, iyi bir şey yaptıklarını sanarak ülkelerinin kapılarını emperyalist güçlere açarlar. Hatta işini bilenler “işbirlikçi” olarak, emperyalist sömürüden pay da alırlar. ABD bunu sağlamak için aşağıdaki yollara başvurur.

ii) O ülkenin geleceği üzerinde söz sahibi olabilecek kişileri, kendi ülkelerine gelmelerini sağlayarak, orada “eğitir.” Onları istediği kalıba sokar. Diğerleri için şu yolu dener: İngilizce dilde eğitim yapan ve öğrencilere kendi dünya görüşlerini aşılayan eğitim kurumları açar, kültür merkezleri kurar.

iii) Bir diğer yol da hedef-ülkede geniş bir propaganda faaliyeti başlatmaktır. Peki, neden? Halkı, özellikle aydınları kendi ideolojilerini benimseyecek, çıkarlarını koruyacak şekilde yoğurmak için. Bu amaçla kitle iletişim araçlarını kullanır. Ülkenin iletişim merkezlerini kendi denetimine alır. Bu mümkün değilse yukardaki yollardan “eğitilmesini” sağladığı kişilerin yönetiminde bulunmasını sağlar. 1940’lı yıllarda kitle iletişiminin başlıca ortamı “yazılı basın”dı. Demek ki ABD’nin teknikleri -diğer etmenlerin rolünü yadsımamak kaydıyla- başarılı olmuştur.

iv) Bir yol da “yardım”da bulunulan ülkenin, ABD’nin propagandasını yapmasıdır. Nitekim ABD ile Türkiye arasında yapılan bir antlaşmada, Amerika’nın propagandasının Türk hükümetince sağlanacağına ilişkin bir madde vardır (Yetkin, 2002 :348).

v) Son ve çok etkili bir yol da tasarruf düzeyi düşük ülkeleri yardımla, kredi ile avlamaktır. Bunların borçlanması teşvik edilir. Koşullar iyice olgunlaşınca, yeni kredilerin açılması politik ve ekonomik koşullara bağlanır. Bu koşullar borç alan ülkenin ekonomik ve politik bağımsızlığının ortadan kaldırılmasına yöneliktir.

XI) Bağımlılığa Giden Yollar

Yukarda açıkladığım emperyalist sızma süreci, kurban seçilen ülkenin bağımsızlığının (istiklâlinin) yok olmasıyla sonuçlanır. Aslında bu süreç çok daha büyük bir mekanizmanın sadece bir kısmıdır. Söz konusu mekanizmayı bir bütün olarak açıklamakta yarar görüyorum. Bağımsızlığı yok eden, onun yerine uyduluk (bağımlılık) oluşturan mekanizma aşağıdaki yollardan oluşuyor (C. Dura, Atatürk Devrimi Yarım Kaldı, Kayseri, 2002, ss.22-23):

a) Ülke fiilen ve temelli işgal edilir. Ulusun her türlü bağımsızlığına son verilir.

b) Ülke fiilen işgal edilir. Yenilgiden sonra, ülkenin yabancı askerlerden arındırılması karşılığında, o toplumdan ekonomik, mâli, adli ve öbür alanlarda bağımlılık yaratacak ödünler kopartılır (Bugün ABD Irak’ta bu yolu deniyor).

c) Sömürgen devlet o toplumda “Biz büyük bir devletin yardımı olmaksızın varlığımızı koruyamayız” diyen kişiler bulur. Onları iş başına getirtir. Bu yöneticiler ülkenin yazgısını her bakımdan koruyucu devlete bağlar. Toplum, uzun erimde vasi devletin emellerini gerçekleştirecek şekilde yeniden düzenlenir (Osmanlı’nın son yüzyılında uygulandı. Günümüzde de uygulanıyor).

Atatürk bu kişilere karşı bizi şöyle uyarır: “Bizi [ekonomik hayatımızı geliştirme, böylece refaha ulaşma] amacına erişmekten alıkoyan iki kuvvet vardır. Biri dış düşmanlardır. Bunlar bizi bir sömürge yapmak için, ilerlememizi istemeyenlerdir. Fakat bizim için, bunlardan daha zararlı, daha öldürücü bir sınıf vardır. O da içimizden çıkması muhtemel olan hainlerdir.”

d) Kimi politikacılar ve devlet adamları; zorluklar arttıkça, tam bağımsızlık yerine “az bağımsızlığa” razı olmaya, halkı da buna razı etmeye çalışırlar. Örneğin, Kurtuluş Savaşımızda, Rauf, Bekir Sami, Kara Vasıf Bey’ler bu yolu denemişlerdir. Bunlar daha Sivas Kongresi sırasında Amerikan mandası fikrini savunmuşlar; sonraları da, ellerine fırsat geçtikçe benzer girişimlerde bulunmaktan çekinmemişlerdir. 

Bu nedenledir ki, tam bağımsızlığı korumada en önemli sorun, bir toplumun yöneticilerinin seçilmesi sorunudur. Yönetimi, ulusun kendi ayakları üzerinde durması gibi zor bir ilkeyi uygulayamayacak denli zayıf ruhlu politikacıların eline geçen bir toplum; bağımsızlığını korumada, dış düşmandan çok, iç düşmanla uğraşmak zorunda kalır. 

e) Bağımlı duruma getirilen toplum, artık, ya “tarımcı,” ürünlerini yok pahasına satan, dışa bağlı ve muhtaç, ya da yeraltı zenginliklerini işlemeden satan, asalak bir insan yığını olmaya mahkûmdur. Sömürücü-koruyucu devlet; “yardım ettiği devlet”in sanayileşmesine, doğal kaynaklarını kendi öz yararı için kullanmasına asla göz yummaz. 

f) Koruyucu devlet; en etkili ve önemli bir araç olarak, kültür emperyalizminden de geniş ölçüde yararlanır. Az gelişmiş ülkenin kamuoyuna egemen olmak üzere, kitle eğitim ve haberleşme araçları (basın, radyo, televizyon) yoluyla, yurttaşların kafaları sistemli ve sürekli olarak yıkanır. Eğitim ve kültür kurumları, şu ya da bu yoldan koruyucu devletin buyruğu altına girer. Böylece toplumdaki diplomalıların çoğu, “boyun eğmeye yatkın,” “bağımsız düşünme yeteneğinden yoksun” sözde aydınlar olarak yetişir. Bunlar topluma öncülük edemezler; onu gerçek bağımsızlığa kavuşturamazlar. Hattâ, eğer ülke bağımsız ise, bunu yitirmesine katkıda bulunurlar. 

g) Büyük devletlerin, az gelişmiş ülkelerin bağımsızlıklarını ortadan kaldırmak için başvurdukları yollardan biri de “sıkı ve geniş kapsamlı askeri ittifaklar” ile bunları izleyen “ikili anlaşmalar”dır. Bu çerçevede tanınan ayrıcalıklar, ulusal orduyu kumanda olanakları, askeri üsler, silah ve teçhizat bakımından tek bir devlete bağlılık gibi olgular; az gelişmiş ülkenin iç işlerinin, dolaylı olarak büyük devletin denetimine geçmesi sonucunu doğurmaktadır (Bu ve önceki teknikler Türkiye’de uygulandı ve netice alındı). 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,


***