Çoban Ateşleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çoban Ateşleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Mart 2020 Pazartesi

TEFTİŞ!...

TEFTİŞ!... 


Bayram Ankaralı, 
Çoban Ateşleri,
6.9.2004 

Denetim, teftiş, inceleme, gezi.... Ne derseniz deyin. Hangi ifadeyi kullanırsanız kullanın bu ifadelere yüklediğiniz anlam önem taşır. 

Konumuz; AB Komisyonu Genişlemeden Sorumlu üyesi Günter Verheugen'in 6 Ekim 2004'te yayınlanacak Türkiye Raporu öncesi ülkemize yapacağı gezi.. 

Gazete haberlerine göre Verheugen  Ankara, İstanbul, İzmir ve Diyarbakır'da 
incelemelerde bulunacak. İnanıyoruz ki, yetkililerimiz ve yetkisizlerimiz tarafından büyük bir "Misafirperverlik" ve "teslimiyetle" ağırlanacak!... 

İncelemenin ana teması açıklamalara göre; Türkiye'deki azınlık cemaatleri ve vakıflarla görüşmeler olarak görünmekte. Aslında bu görüşmelerin çoktan yapıldığını ve kapalı kapılar ardında belli kararların alındığını düşünüyoruz. 
Bu gezinin sonunda bize göre açıklanması beklenen sürpriz; KÜRTLERİN AZINLIK STATÜSÜNÜN Türkiye tarafından kabul edilmesi zorunluluğu ve 
oldu-bittisidir. 

Bir süredir AB kurumları ısrarla Türkiye'deki "mozaikten" bahisle Kürtlerin ülkedeki "en büyük" azınlık toplum olduğunu vurguluyor ve bunun Türkiye tarafından kabul edilmesi gerektiğini belirtiyor. Nedense, ülkemiz "kurumları" tarafından birçok diğer husus gibi bu husus da görmezlikten geliniyor ve sessizlik tercih ediliyor. 

Aslında bizce en çok üstünde durulması gereken husus Lozan Antlaşmasının belirlediği azınlık sınırlarıdır. Israrla delinmek istenen Lozan'ın azınlık tarifidir!.. Bu durum Türkiye'nin fiili olarak bölünmesi demektir. Önce "İkiz Anlaşma" imzalarıyla tanınan kültürel ve kendi kaderini tayin hakkından sonra, masanın altında saklanan son sürpriz bizce bu husustur. 

2001 yılında Brüksel'de delege olarak katıldığım ve AB Komisyonu ile IKV'nin ortaklaşa düzenlediği "Türkiye" konulu bir toplantıda hayretler içinde AB Yetkilileri tarafından Güney Doğu Anadolu'daki vatandaşlarımızdan bahisle; "Kürt Azınlık" ifadesinin kullanılmasını izlemiştim. Bunun ancak bir dil sürçmesi olabileceğini ve oradaki Türk yetkililerin (Sayın Onur Öymen de katılımcı olarak bulunuyordu) bu ifadeyi düzelteceklerini umutla beklemiştim. Ama nafile!... 

Daha önce yazdığımız bir makalede; NATO İstanbul toplantısının gizli gündemin den bahsetmiştik. O zaman aldığımız bilgilere dayanarak; Türkiye'nin satranç tahtasına dönüştürüldüğünü ve hamlelerin Vatan toprakları üzerinde oynandığını ifade etmiştik. 

Israrla tekrar etmek istediğimiz husus Türkiye'nin gündemine sokulmak istenen ve (A), (B), (C) planları içeren konular; 
1) Azınlık konusunda yeni tarifler getirmek, 
2) Türkiye'de 2 resmi dil olgusunu tartışmaya açmak, 
3) İstanbul'un en azından belli bir bölgesini (Fener ve Sur içi) Türkiye merkezi yönetiminden koparmak, hususlarıdır. 


6.9.2004 

***** 

KARDEŞLİK!...., BARIŞ.....

KARDEŞLİK!...., BARIŞ..... 


Bayram Ankaralı, 
Çoban Ateşleri,
10.6.2004 

Leyla Zana ve diğer PKK kuryeleri dün törenle serbest bırakıldılar.. Kardeşlik ve barış adına!... 

Ülkesini terörden ve bölücü katillerden korumaya çalışan, devletine sadakatten kendisini dahi savunmayan Korkut Eken hala hapiste... Kardeşlik ve barış adına!.. 

AB ve dış güçlerin baskısı ve istekleri doğrultusunda, haklarındaki mahkeme kararlarına rağmen serbest bırakılan Leyla Zana ve yandaşları, büyük bir gövde gösterisiyle sahne aldılar ve ilk demeçleri: "Kardeşlik ve barış!..." oldu. 

Şimdi hafızası dar Türk milletine hatırlatalım; kardeşlik ve barış nedir? 

Yaşadığın ülkenin bölünmesi için dış güçlerle işbirliği yapacaksın, ülkeyi kana boyayıp iç savaş çıkartacaksın, 30 bin insanımızın ölümüne neden olacaksın, neymiş? Kardeşlik ve barış!.... 

Benim ülkemin bayrağını her platformda yakacaksın, hakaret edeceksin: kardeşlik ve barış!... 

Sırtınıza geçirdiğiniz tişörtlere "Kahrolsun Türkler" yazarak tüm Avrupa'yı, "dost" Avrupa ülkelerinin himayesinde dolaşacaksınız, kardeşlik ve barış!.... 

Aslında bu gelişmeleri tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yoktu. İki yıldır bunun ciddi sinyalleri verilmeye başlanmıştı. Anlaşmalar yapılmış, gerekli yerlere gerekli mesajlar çoktan gönderilmişti. Yapılacak iş, bir punduna getirip PKK'yı siyasallaştırmanın çaresini bulmaktı. 

Kıbrıs'ta oynanan oyuna Türk kamuoyunun ve silahlı kuvvetlerin tepkisi ölçüldükten sonra, arada ufak tefek denemeler sonucu, önce Zana ve DEP'liler serbest bırakılacak, sonra sıra eşkiya başının serbest bırakılıp siyasi arenada yer alması sağlanacaktı. Tüm bunlar AB istiyor diye yapılacaktı. Ancak şu Zana'nın kankası Claudia Roth bir ara işi bozar gibi oldu. Hatta Zana'dan bile tepki aldı; "işi bozacaksın" diye. Ama sonunda operasyon başarıyla gerçekleştirildi. 

Şimdi sırada eşkiya başı Öcalan var. Bunu da AB insan hakları mahkemesinin kararı var diye yapacaklardır. 

Ne de olsa Türk Milleti uyumaya devam ediyor. 

Bu ülkede şehit olmak, şehit ailesi olmak ayrıcalık olmaktan, suçlu olmaya doğru götürülüyor.. 

İnsanların milli değerleri törpülendikçe törpüleniyor. 

Allah sonumuzu hayır etsin.. 

10.6.2004 


****

TAVİZİN SONU OLMAZ...

TAVİZİN SONU OLMAZ... 


Bayram Ankaralı, 
Çoban Ateşleri,
9.6.2004 

Hayatın her alanında verilen tavizlerde asla son yoktur. Hele ki ülke yönetiminde ve dış ilişkilerde tüm politikanızı verebileceğiniz tavizler üzerine kurarsanız, sürekli kaybeden olmakla kalmaz, katlanarak gelen başka taviz talepleriyle karşılaşırsınız. 

AB'den tarih alabilme uğruna mıdır, yoksa başka bazı hesaplar mı yapılır, son yıllarda ülkemizi yönetenlerin neredeyse tüm politikaları verilecek "tavizler" üzerine kurulmaya başlanmıştır. Ülkeye ait milli bir politika belirleyememe hastalığı ve kopya etme kolaycılığı en zararsız değerlendirmeler olarak karşımıza çıkmaktadır, bu günlerde.. 

Bir bakalım neler verilmiş, neler istenmeye devam edilmiş: 

1) Gümrük Birliği anlaşması ile kapitülasyonlar geri verilmiş, 

2) Kıbrıs konusunda uluslararası anlaşmalar hiçe sayılarak Rum kesiminin tüm Kıbrıs'ı temsilen AB'ye girişi onaylanmış, 

3) Kıbrıs'ın kayıtsız şartsız Rum ve Yunan politikalarına teslim edilmesi, hem de Kıbrıs Türklerinin eliyle gerçekleştirilmiş, 

4) Türkiye'nin olmazsa olmazlarından olan Lozan anlaşmasının en önemli hükümleri yırtılıp atılmış, ülkemizi parça parça edecek yeni azınlık profilleri ortaya çıkarılmış, 

5) Kuzey Irak'ta bir Kürt Devleti'nin kurulmasına ses çıkartılmamış, 

6) Yargının verdiği kararların başka ülkelerin müdahalesi doğrultusunda değiştirilmesi kabul edilmeye başlanmış, 

7) Yıllarca terör örgütü olarak lanetlediğimiz PKK ve yandaşlarının temel istekleri " Uyum Yasaları ve İkiz Sözleşmeler " adı altında hayata geçirilmiş, 

8) Türkiye Cumhuriyeti'nin temel düşmanı sayılabilecek olan yabancı vakıflar ve 
    Patrikhane'ye mülk edinme ve otonom hareket etme serbestisi verecek olan yasalar, "hoşgörü" adı altında hayata geçirilmiş, uygulamalardaki yasadışılıklar dahi görmezden gelinerek yasal düzeltmeler aranmaya başlanmıştır. 

Verilenlere rağmen istenmeye devam edilen tavizlere göz atmak gerekirse; 

1) Ekonomik alanda tam teslimiyet, 

2) Türkiye'nin Bağımsızlığından feragat etmesi, (TBMM'nin ve Türk Milletinin üstünde dış odaklı karar mekanizmalarının oluşturulması) 

3) Türkiye Cumhuriyeti'nin temel taşlarından olan Türk Ordusunun tamamen pasif bir alana itilmesi, dahası siyasetin içine çekilmesi, 

4) İstanbul'un dünya şehir devleti halinde özel statüye kavuşturulması ve yönetim kontrolünün uluslararası güçlere devri, 

5) Farklı dil ve lehçelerde yayın sonrası sıra resmi evrakların iki dilde olmasının kabulü ve uygulaması, ve daha niceleri sıra beklemektedir. 

Dünyanın hiçbir ülkesinde orada yaşayan toplulukların "farklı dil ve lehçelerinde" (ne demekse?) devletin resmi kurumlarınca yayın yapılmaz. (Azınlıklar ya da resmi anlaşmalarla elde edilmiş haklar hariç) Almanya'da, Fransa'da, Belçika ve Hollanda'da o kadar Türk yaşarken, bu ülkeler resmi kanallarında hangi Türkçe veya başka dilde yayın yaparlar? 

Yunanistan'da resmi olarak anlaşmalara geçmiş olan Türk azınlık hangi haklara sahiptir? 

Kısacası 1'i verenden 2'yi, 2'yi verenden 3'ü istemek normaldir!.... 

9.6.2004 

***** 

MÜDAFAA-İ HUKUK, YA DA MİLLETİN HAKLARININ MÜDAFASI (II)

MÜDAFAA-İ HUKUK, YA DA MİLLETİN HAKLARININ MÜDAFASI  (II) 



Bayram Ankaralı, 
Çoban Ateşleri,
4.6.2004 

“Paramız yok, dediler, bulunur, dedi.. 
 Ordumuz yok, dediler, kurulur, dedi.. 
 Düşmanımız çok, dediler, YENİLİR, dedi...” 

Bugün gelinen noktadan çıkışın günümüz siyasal değişimleri ve basit manevraları ile olmayacağı muhakkaktır. 

Ülkenin en önemli kurumları 50-60 yıllık bir bozulma sürecinin odağında son aşamaya gelmiştir. 

Cumhuriyetin temel esasları dahi tartışılır konuma taşınmaya başlanmış, artık idarenin yabancı unsurlara terk edilmesi istenilir olmuştur. 

Türkiye'nin kurtuluşu tıpkı Kurtuluş Savaşında ortaya çıkan durum gibi yine Milli 
unsurların hakimiyeti, bir başka deyişle; Hakimiyet-i Milliye çerçevesinde olacaktır. 

Bunun tecellisi için, öncelikle mihrakları ve temsilcilerini gerçek mevkilerine koymak gerekir. 

Türk Milletinin temel ortak paydası "milli misak" olarak tüm millete anlatılacak ve ortak paydada birleşme sağlanacaktır. 

Vatan kavramı, kasaba ya da şehir hemşehriciliği gibi sinsi bölünmeleri tetikleyecek tarifinden çıkartılarak, gerçek anlam ve değeri Türk Milletine anlatılacaktır. 

"Bu topraklar iyi niyetli himmetlerin tohumlarını hiçbir zaman filizsiz bırakmamıştır…" 

Tarihin hiçbir döneminde MİLLET olamamış, Millet olarak varlık gösterememiş topluluk ve cemaatlerin, Millet düşüncesine karşı durması ve dünya kurulalı beri tarihte bütün mücadelenin “Milletler arasında” olduğu gerçeğini saptırması tabiidir. 

Türk milletinin bu toprakları vatan belleyen her ferdi elini taşın altına koyacak, 
oluşturulacak “Milli Hükümet” ile kangren olmaya yüz tutmuş yaralar tımar edilmeye başlanılacaktır. 

Artık Türkiye’de mücadelenin adı; Sağ-Sol mücadelesi değildir. Mücadele ve ayrılık; Milli güçlerle Gayri-milli güçler arasındadır. 

Ülkeler ve Milletler arasındaki ilişkiler asla ve asla hissi temellere dayandırılamaz. Dış dünya ile ilişkiler, karşılıklı çıkarlar esasına dayanmak zorundadır. İçeride ve dışarıda belirli güç odaklarının kendi çıkarları doğrultusunda kararlar vermesi durdurulacak, milli değerleri ve çıkarları içeren hareket noktaları uygulamaya geçirilecektir. 

Türk milleti gerçeklerle buluşturulacaktır. On yıllardır bilinçli bir şekilde çekilen sis perdesi, milletin önünden kaldırılacak, bilginin bilince dönüşmesi sağlanacaktır. 

Günün şartlarını en iyi biçimde değerlendirip, ülkenin yönetimini ele geçiren odakların, gerçek Türkiye'ye ve Türk Milletine karşı dışarıdaki güçlerle yaptığı işbirliği ve dayanışmayı, milletin lehine çevirmek, yine milletin gerçeklerle buluşmasıyla mümkün kılınacaktır. 

Bu noktadaki temel esas, milli güçlerin ortak paydada birleşmesidir. Bu birleşme yukarıda saydığımız esas paydada olmalı, kısır çekişmeler bir tarafa bırakılarak temel hedef etrafında birleşilmelidir. 

Hiç vakit kaybedilmeden Gümrük Birliği anlaşması iptal edilecek ya da tek taraflı bir anlaşma olmaktan çıkartılacaktır. Anlaşmanın ülkemiz adına sorumluları gerekli cezai kovuşturmaya tabi tutulacaklardır. 

AB karşısında ülke olmanın gerektirdiği onurlu siyaset uygulamaya konulacak, gerekirse adaylık başvurusu geri çekilerek AB’nin siyasi manevra kabiliyeti zayıflatılacaktır. 

AB süreci içinde bugün neredeyse temel ülke politikası haline getirilen tek yanlı 
bağlanmanın, üstelik yeni bedeller karşılığında sürdürülmesi kabul edilemez. AB'ye girişin ülkemizden neleri götüreceği tartışılmaktan çok, suni ifadelerle "AB'ye nasıl kendimizi kabul ettiririz" tartışılmaktadır. 

Ülkenin en önemli ve tartışmasız en temel değeri olan bağımsızlık olgusu paylaşıma açılamaz. 

Bugün Kıbrıs’ın, yarın Ege’nin ve diğerlerinin (Ermeni Tasarısı, Ruhban Okulu, 
Patrikhane, azınlıklar konusu ve hatta Pontus) Türkiye’ye dayatılması, gerçekleştirilmesi için akıl ve insanlık dışı tüm yöntemlerin denenmesi, mantıklı birliktelikten çok tahakküm anlamına gelmektedir. Verilen her taviz "cepte" farzedilerek yeni tavizler ve kazanımlar peşinde koşan AB politikası iyi okunmalı ve Türk Milletine gerçekler anlatılmalıdır. 

Türkiye, Soğuk Savaş döneminin zorunlu bağımlılığı yansıtan görüntüsünden 
kurtarılacaktır. 

Unutulmamalıdır ki, Soğuk Savaş sonrasında bütün dünyada milli çıkarlar ve milliyetçilik öne çıkmıştır. 

Ortak diplomasiye, stratejiye ve politikaya dayanmayan “stratejik ortaklık” yakıştırmalarına 
bağlanarak, ülkemizin bugünü ve geleceği ipotek olarak verilemez. 

Türkiye, milli güvenlik stratejisini ekonomiden kültüre, hukuktan siyasete geniş bir çerçevede yeniden ele alacak, buna dayanarak kendi konumunu yeniden belirleyecektir. 

Temel düşünce ve politika “Türkiye merkezli bir dünya” ekseni etrafında oluşturulacaktır. 

Türkiye, spekülatif finans sermayesinin ve sıcak paranın oyun alanı olmaktan 
çıkarılacaktır. Spekülasyon amaçlı para hareketleri, yasal denetim altına alınacak, para piyasasında yapılacak köklü bir düzenlemeyle, piyasanın sıcak paracı olmaktan çıkıp, Türkiye’nin kalkınmasını besleyecek bir yapıya kavuşması sağlanacaktır. 

Ekonominin bütün kaynaklarını rantiyelere ve ülke dışına yönlendiren, ekonomik 
büyümenin, kalkınmanın ve adil gelir dağılımının önünde büyük bir engel oluşturan kamu iç ve dış borç ödemeleri yeniden yapılandırılacaktır. 

Temel amacı Türk ekonomisini ve sanayisini küresel yayılımcı sermayeye ve tröstlere bağımlı kılmak, bu çerçevede borç tahsilatına yönlendirmek olan IMF programı mümkün olan en kısa zamanda sonlandırılacaktır. 

Dış ticarette komşu ülkelerin ve Asya’nın payı arttırılacak, AB’nin bu alandaki ağırlığı dengelenecektir. 

Türkiye, kalkınmasının finansmanı için iç kaynaklara yöneltilecektir. 

Marşal programından bu yana üretmeden tüketen bir toplum haline getirilmeye çalışılan Türk toplumunun kurtuluşu "İHTİSAS ÜRETİMİNDEDİR". Kaynağı kendimizde olan temel bazı üretim alanları seçilerek tüm güç ve ihtisaslaşma bu alana kaydırılacak, bu temel üretim kalemlerinde Dünya lideri olma yoluna gidilecektir. 

Türkiye zaman geçirmeden "YÜKSEK TEKNOLOJİ" üretimine başlatılacak, bu alanda çağın ilerisine gidebilecek kadro ve altyapı sağlanacaktır. 

Zaten Gümrük Birliği sorununun çözülmesi ve sıcak paranın denetim altına alınmasıyla Türk ekonomisinin dış finansman ihtiyacı çok azalacak, hatta ortadan kalkacaktır. 

Türkiye, terk ettiği planlı kalkınma sürecine DPT’nin teknik öncülüğünde geri dönecek, sanayileşme ve çöken tarımın yeniden canlandırılması hamleleri başlatılacak, milli hedefler tüm milletin top yekün hedefi olarak ortaya çıkarılacaktır. 

IMF ve Dünya Bankası’nın reçetelerine göre belirlenmiş olan özelleştirme stratejisi Türkiye’nin sanayi ve tarımda güçlü olma hedefi ve millî güvenlik ihtiyaçları dikkate alınarak, yeniden gözden geçirilecektir. 

Kamu işletmelerinin ne pahasına olursa olsun satılması anlayışı terk edilecektir. 

Stratejik özelliğe sahip, entegre ve büyük katma değerler yaratan kamu işletmeleri, finans, tarım kuruluşları ile yer altı zenginliklerimizin işletmeleri Türk milletinin ekonomik kaleleridir. Küresel politikalara direnç gücüdür. 

Bugün içinde bulunduğumuz borç batağından kurtuluşumuzu sağlayacak kaynaklardır. 
Bunların özelleştirilmeleri, hele yabancılara satılmaları Türkiye’nin gelecekte dışa bağımlılığını arttıracaktır. Dış baskılara karşı direncini azaltacaktır. Bu kuruluşlar ve kaynaklar özelleştirileceğine, geliştirilecek ve ortaya çıkan artı değer milletin çıkarlarına tahsis edilecektir. 

Milli teknoloji üretiminin öncelik kazanması, buna ilişkin araştırma-geliştirme 
çalışmalarının ulusal planlama kapsamında desteklenmesi ve milli savunma sanayinin geliştirilmesi vazgeçilmez hedefler arasında yer alacaktır. 

Milli enerji politikası ve stratejisi geliştirerek, bu alandaki yanlış yönlendirmeler 
terkedilerek, kendi kaynaklarımızın önceliğinde en uygun enerji üretimi sağlanacaktır. 

Mustafa Kemal Atatürk’ün hedeflediği ve ısrarla savunduğu “Milli kültür şuurunun”, toplumsal hayatımızın vazgeçilmez unsuru olması gerektiği daima hatırlanmalıdır. 

Yabancı kültürlerin tahrip edici etkilerinden uzak, kendi tarih ve coğrafya birikiminin bir eseri olarak, ekonomiden siyasete tam bağımsızlık ilkesine dayanan “milli kültür şuuru”, yabancı kültür dayatmaları karşısında yeniden etkinliğe kavuşturulacaktır. Unutulmamalıdır ki, kültürel başkalaşım (asimilasyon), bir milletin yok olmasında en temel etkenlerden biridir. 

Çağın ilerisinde olabilecek nesiller yetiştirilmesi için Milli Eğitim sistemi ve müfredatı yeniden hazırlanacaktır. 

Ülkenin toplumsal ve kültürel değerleriyle barışık, milletine tepeden bakmayan, Batı hayranlığını tek varlık nedeni saymayan, benlikli ve kimlikli nesiller ülkemizin gelecekteki en önemli sermayesi olacaktır. 

Oluşturulacak "milli kimlik şuuru" milletle bütünleşerek yaşayacak, milletin uçlar arasında savrulmasını (ifrat-tefrit), ülkenin tarihi ve kültürel değerlerinden uzaklaşmasını engelleyecek düzeyde etkin olacaktır. 

Ticarileşmiş, ahlaki değerlerden yoksun ve kozmopolit bir kültürün sürekli baskısı karşısında milli kültürün yıkıma uğratılması engellenecektir. 

Zihinleri esir ederek, materyalist imajlar yaratarak (tüket ve mutlu ol), milli değerlere ve onun kültür ürünlerine yaşama hakkı tanımayarak, öncelikle çocuk ve gençleri tutkulu ve bağımlı kılarak, tüketerek mutluluğun yakalanabileceğini (sürekli satın alarak ya da almaya çalışarak yakalanan mutluluğu da süratle tüketerek) aşılayarak yaratılan küresel kültür ortamına, milli kültürle dur denecektir. 

Yabancı dille eğitim yanlışından behemehal vazgeçilecektir. Türk dilinin ve kültürünün gelişimini sağlayarak, yaygın ve etkin bir eğitim sistemi kalıcı hale getirilecektir. 

Kültür alanında kendi ürettiklerinin değerini bilen, onu yücelten ve gelecek kuşaklara aktarma hedefini taşıyan nesiller yetiştirecek bir eğitim sistemi yeniden hayata geçirilecektir. Vatana ve millete bağlılık bilincini sarsılmaz biçimde oluşturabilecek, tarih ve kültür bilinci kazandıracak bir eğitim sistemi oluşturulacaktır. 

Günün ve geleceğin dünyasına, milli değerlerine sahip çıkarak, milli kimliğiyle katılabilen bir neslin yetiştirilmesi temel hedef olacaktır. Bu hedefin temel dayanağı,”Milli Kültür Şuuru” dur. 

“Milli Kültür Şuuru“; bağımsız, kimlikli ve benlikli olmanın, ortak tasada, ortak hedefte birlikte olmanın, beraberliğin adıdır. Bu amaç, bu ülkenin tüm değerleriyle yoğrulmuş her bireyin arzusu olmak zorundadır. 

Her geçen gün, an be an, Türkiye’nin aleyhine işlemektedir. Bir an önce harekete geçilmesi, bütün milli güçlerin, her türlü görüş ayrılıklarını geride bırakarak, güçlerini ortak bir paydada birleştirmeleri, bütün varlığını bir noktada toplamaları zorunluluk haline gelmiştir. Kuvay-ı Milliye ruhuyla yeniden hep beraber bir Milli Kurtuluş duyarlılığı ve politikası ortaya çıkartılmalıdır. 

Hakimiyet-i Milliye'nin tecellisinden korkan güçler zaman zaman suni gündemlerle, zaman zaman da doğruları yanlış odaklara söylettirerek sulandırma politikasıyla, bu tecelliyi geciktirmeye, törpülemeye, içini boşaltmaya çalışmaktadırlar. 

Gün Uyanık olmak ve birleşmek günüdür... 

4.6.2004 

***** 

MÜDAFAA-İ HUKUK YA DA MİLLETİN HAKLARININ MÜDAFASI (I)

MÜDAFAA-İ HUKUK YA DA MİLLETİN HAKLARININ MÜDAFASI (I) 



Bayram Ankaralı, 
Çoban Ateşleri,
2.6.2004 

“Geçmişten adam hisse mi alırmış? Ne masal şey! 
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? 
Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar. 
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?“ 

Tarihin tekerrür ettiği günler yaşanıyor, ülkemizde ve Dünya’da.. Şairin dediği gibi hiç ibret alınmamış. 

Türkiye son 50-60 yıldır satranç tahtasına dönmüş, bütün hamleler ülkemiz üzerinde.. 

Oyuncular değişiyor, yer değiştiriliyor, ancak tahta aynı!.. 

Bütün insanlık tarihi milletlerin mücadelesidir.. Bu mücadelede millet olmayı becerebilmiş, tarihin her bölümünde sahne almış milletlerin milli refleklerinin, milli şuur ve bilinçlerinin törpülenmesi temel hedef olarak seçilmiştir. 

Ümmetçilik, cemaatçilik, beynelminelcilik (enternasyonalizm) ve şimdilerde küreselcilik.. 

Karşımıza ya dini ögeler ya da insani değerler biçiminde çıkan bu sun’i oluşumlar, zaman zaman kendi yardımlarımızla “kasaba-şehir hemşericiliği” biçiminde de sahne alır. Hepsinin ortak paydası tektir: Bölmek, dağıtmak, parçalamak!... 

Milli hedef taşımayan, sadece sömürmeye ve yönetmeye yönelmiş oluşumlar ve gruplar, her sahne alışlarında toplumun/toplumların güncel dinamiklerini kullanarak hedeflerine varmak isterler. 

Türkiye için yazılan senaryo tam dört yüz yıldır oyuncular değiştirilerek oynatılmaktadır. 

“Meşrutiyet, Türk’ten başkalarına ışık olmuştu: Her bakımdan Türk’e yabancı, Türk’ten başka olanlar, çoğu ihanetle ve ahlaksızca bizden ayrıldılar. Hem de arkalarında insanlık adına kanlı nankörlük izlerini bırakarak…” (Cemal Kutay, Beklenen Adam) 

Son yıllarda ülkemize dayatılan uyum yasalarına, ikiz sözleşmelere bir bakalım ve ibret alalım. Tamamı, medeniyet adına, barış adına, ilerleme adına Türk Milleti’nin milli reflekslerini dinamitlemeye yönelmiştir. 

Madde madde bu temel kilometre taşlarını hatırlayalım ve hatırlatalım: 

-Devşirmelerin tahakkümü (Kanuni’den sonra), 

-Batı’ya dönüş, özenti (Viyana yenilgisi sonrası), 

-Toplum ve bürokraside çürüme (1453’te Türk medeniyetinden Bizans’ın bodrum katlarına saklanan Bizans ahlakının günyüzüne çıkarak, önce İstanbul’u, sonra Anadolu’yu etki altına alması), 

-Meşrutiyet, 

-İhanet ve manda (Osmanlı Devletinin işgali), 

-Kurtuluş savaşı (1919-1923), 

-Yeniden yapılanma (1920-1938), 

-Yeniden bozulma (Tekerrürün başlangıcı), 

-1939 sonrası imtiyazlı sınıf, 

-Ekonomik teslimin başlangıcı (1946 sonrası), 

-Nato, Marşal yardımları, 

-“Borç yiğidin kamçısıdır!” Palavrasının atasözü haline gelmesi, 

-ABD’ye teslimiyet (DP dönemi), 

-Özel okullar ve misyonerlik faaliyetlerinin devlet eliyle desteklenmesi, 

-Yabancı dilde eğitim furyası, 

-Türk dili ve kültürünün yavaş yavaş yok edilmesi, 

-Sağ-sol çatışmaları: iç savaş, 

-Liberalizm ve küreselleşmeye geçiş, 

-Medyanın güç haline gelmesi ve gayrı milli cephenin oluşturulması, 

-Hırsızlık ve rüşvetin yasal hale dönüşmesi ve toplum tarafından kabul görmeye başlaması, 

-Lüks tüketim alışkanlığının başlaması ve ürettiğinden fazla tüketmek felsefesinin hakim kılınması, 

-Uyuyan Patrikhane’nin tekrar uyanması ve ihanetlerine kaldığı yerden devam etmesi, 

-Gümrük Birliği adı altında kapitülasyonların geri gelişi, 

-Uyum yasaları (Tanzimat’ın tekerrürü), 

-İkiz yasalar, ve Lozan anlaşmasının çöpe atılışı, 

-Teslimiyet ve onursuzluk politikalarının ülke yönetimine hakim olması (havuç-kırbaç), 

-İç politikanın AB’ye, dış politikanın ABD’ye bağlanması, 

-Ekonomi yönetiminin IMF’ye, dolayısıyla AB ve ABD’nin ortak tasarrufuna bırakılması, 

-KIBRIS’ın Rum ve Yunan’a peşkeş çekilmesi, 

-Ege’deki haklarımızdan vazgeçiş sinyalleri, 

-Türkiye’nin mozaikleştirilmesi, 

Tamamının temel ortak hedefi Türkiye’yi kuran Türk Milleti’nin dağıtılması, yok edilmesi, iğdiş edilmesine yöneliktir. 

Haziran ayı sonunda Türkiye’de yapılacak olan NATO toplantısında bazı gizli gündem maddelerinden söz edilmektedir. 

Bu toplantılarda emperyalist devletlerin ve birliklerin ana hedefi; 

-İstanbul (bir dünya şehrine dönüşüm), 

-Boğazlar (kontrolün Uluslararası bir komisyona havale edilmesi), 

-Kürtçenin ikinci resmi dil olması (Resmi evraklarda iki dil kullanılması zorunluluğu), 

-Lozan Anlaşması’nda tarif edilen azınlıklara yeni isimlerin eklenmesi, 

-Ege’de Yunan kıta sahanlığının 12 milden 9 mile indirilmesi, 

-Patrikhane’nin bağımsızlığı ve bir dünya devletine dönüştürülmesi olacaktır. 

Müdafa-i Hukuk, Kuvay-ı Milliye’nin işidir. Millet kendi hukunu, haklarını korumak için sahne alacaktır. Çünkü tarih bir kez daha tekerrür etmiştir. 

Bu mücadele, Türk Milletinin varlık yokluk kavgasıdır ve bu kavga, devletin bütün kurumlarında yüzyıllardır sürmektedir. Bu kavga, milli reflekslerin canlı tutulması veya yok edilmesi kavgasıdır. 

Kavganın bugünkü en önemli unsuru insanların "ekmekle" tehdit edilmesidir. 

ASIL MESELE; KİM, BU KAVGANIN NERESİNDEDİR? 

“ŞURADA ACIKLI BİR HAKİKAT OLMAK ÜZERE ARZ EDEYİM Kİ, MEMLEKETİMİZDE KÜLLİYETLİ ECNEBİ PARASI VE BİR ÇOK PROPAGANDALAR CEREYAN EDİYOR. BUNDAN GAYE PEK AŞİKARDIR Kİ, MİLLİ HAREKETİ NETİCESİZ BIRAKMAK, MİLLİ EMELLERİ FELCE UĞRATMAK, YUNAN, ERMENİ EMELLERİNİ VE VATANIN BAZI MÜHİM PARÇALARINI İŞGAL GAYELERİNİ KOLAYLAŞTIRMAKTIR. BUNUNLA BERABER HER DEVİRDE, HER MEMLEKETTE VE HER ZAMAN ZUHUR ETTİĞİ GİBİ BİZDE DE KALP VE ASABI ZAYIF, KAVRAYIŞSIZ İNSANLARLA BERABER VATANSIZ VE AYNI ZAMANDA REFAH VE ŞAHSİ MENFAATİNİ VATAN VE MİLLETİN ZARARINA ARAYAN ADİ KİMSELER VARDIR. ŞARK İŞLERİNİ ÇEVİRMEDE VE ZAYIF NOKTALARI ARAYIP BULMADA PEK USTA OLAN DÜŞMANLARIMIZ MEMLEKETİMİZDE BUNU ADETA BİR TEŞKİLAT HALİNE GETİRMİŞLERDİR. FAKAT MUKADDESATINI KURTARMA GAYESİ İLE ÇIRPINAN BÜTÜN MİLLET İŞBU AZİM VE MÜCADELE YOLUNDA HER TÜRLÜ GÜÇLÜKLERİ MUHAKKAK KIRIP SÜPÜRECEKTİR.” 

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK (Belgelerle Türk Tarihi Dergisi-S.33) 
Çıkış yolu nedir? Müdaf-i Hukuk nasıl tecelli edecektir? Kuvay-ı Milliye toplanabilecek midir? Hakimiyet-i Milliye nasıl sağlanacaktır? 

(2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR. ) 

2.6.2004 

****

BAYKAL NASIL " HİZAYA GETİRİLDİ "?

BAYKAL NASIL " HİZAYA GETİRİLDİ "? 


Bayram Ankaralı, 
Çoban Ateşleri,
4.4.2004 

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal Yerel Seçimler öncesinde propaganda çalışmaları içerisinde küçük de olsa, hükümetin Kıbrıs ve AB politikalarına "eleştirel" yaklaşımlarda bulununca önce "kontürlü medya" sonra da ABD'den uyarı geldi. 

Verilen Mesaj net olarak şöyleydi: 

1-" KIBRIS ve AB konularında muhalif olma!.. Aksi takdirde seninle ilgili elimizdeki belgeleri açıklarız... Kızının İsviçre'deki hesaplarına ulaştık.." 

2-" Derviş'i Hazırlıyoruz. O bizim istediğimiz gibi bir muhalefet lideri olmaya zaten dünden hazır!..." 

DENİZ BAYKAL mesajı almakta hiç gecikmedi. 

Hemen 2 Nisan 2004 tarihinde TRT kameralarının karşısına gaçti. Ve çok ilginç açıklamalarda bulundu. 

TRT'nin haberine hep beraber göz atalım: 

" CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, giderilmesi gereken bazı tereddütleriyle birlikte  Kıbrıs'ta memnuniyet verici noktalara ulaşıldığını söyledi. 

Avrupa Birliği'yle ilgili olarak da, kendisinin ve partisinin bundan böyle daha aktif rol alacağını belirten Baykal, hükümetin istemesi halinde bu konuda destek verebileceklerini kaydetti. 

Deniz Baykal, Kıbrıs ve Avrupa Birliği ile ilgili TRT'ye açıklamalarda bulundu. 

Kıbrıs'ta Gelinen noktayı değerlendiren Baykal, 

" Bazı noktalarda bizi memnun edecek noktalara ulaşıldığı izlenimi alıyorum. Bundan da memnuniyet duyuyorum. Bizim izlediğimiz politakanın bir işe yaramış olmasını ümit ediyorum. Bizim meselemiz sorunun çözümünü engellemek değil. Sorunun dengeli bir şekilde çözümlenmesi için muhalefet olarak Türkiye'ye yardım yapıyoruz " dedi. 

Baykal, gelecek hafta Meclis'te yapılacak Kıbrıs görüşmelerinde Rauf Denktaş'ın ve Mehmet Ali Talat'ın da bulunması için girişimlerde bulunduklarını kaydetti. 

Bazı tereddütlerin referanduma kadar giderilmesi gerektiğini vurgulayan Baykal şöyle devam etti:

" Yani Türkiye'nin Kıbrıs'tan elini eteğini çekmek zorunda bırakılmış, AB'ye girememiş olması bir kabustur. Umarım böyle olmaz. Hükümetin dikkatini bu noktaya çekmek istiyorum. " 

Baykal, önümüzdeki süreçte Türkiye'nin AB üyeliği için uluslararası platformda daha da aktif rol alacaklarını, 24 Nisan'da da Brüksel'de bunun ilk adımını atacaklarını söyledi." 

Fazla yoruma gerek yok sanırım!............. 

4.4.2004 

***** 

AVRUPA PARLAMENTOSUNDAN KARAR: KÜRTLER AZINLIKTIR!...

AVRUPA PARLAMENTOSUNDAN KARAR: KÜRTLER AZINLIKTIR!... 


Bayram Ankaralı, 
Çoban Ateşleri,
1.4.2004 

Avrupa Parlamentosu 1 Nisan 2004 tarihinde Fransa'nın Strazburg kentinde yaptığı toplantıda "Türkiye Raporunu" görüştü. LOZAN antlaşmasının en önemli hükümlerinden biri olan azınlıklar konusundaki maddeler hiçe sayılarak "KÜRTLER'İN" Türkiye'deki en büyük azınlık olduğu karara bağlandı. 

Raporda yer alan maddeler içerisinde; 

1) Leyla Zana'nın ve 3 mahkum Kürt milletvekilinin hemen serbest bırakılması, 
2) Azınlıkların kültürel haklarının verilmesi, 
3) "Kürt Bölgeleri" olarak isimlendirilen bölgelerin sosyo-kültürel düzeylerinin yükseltilmesi, 
4) Ordu'nun ve derin devlet olarak adlandırılan bürokratik kesimlerin reformlara ve uygulanmasına karşı dirençlerinin kırılması, 
5) Ordu'nun MGK, YÖK, RTÜK ve benzeri kurumlarla, ülke ekonomisi, eğitimi, kültürü üzerindeki etkisinin tamamen kaldırılması, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin lağvedilmesi, 
6) Lozan Antlaşmasının "azınlıklar" maddesinin "daraltıcı=minimalize edici" bir şekilde algılanmaması, yeni hazırlanacak anayasada bu hususun vurgulanması, 

7) Ruhban okulunun açılması, 

8) Azınlıklarla (Özellikle Kürtler, Aleviler ve Roma Halkları=sanırız Rumlar ve Lazlar kastediliyor) ilgili yasal düzenlemelerin desteklenmesi, ancak bu düzenlemelerin hayata geçirilmesi, 

9) Ermenistan sınırının açılması, Ermeni tezleri konusunda AP'nun daha önce aldığı (soykırımı tanıma) kararlar hususunda Türkiye'nin fazla duygusal olmaması, bu konunun iki tarafın akademisyenlerinin bir araya gelmesiyle çözüme kavuşturulması, gibi maddeler yer almaktadır. 

ŞİMDİ MERAKLA VE SABIRSIZLIKLA BEKLİYORUZ: 

ATATÜRK'ÜN KURDUĞU TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN TEMEL YAŞAM NEDENİ OLAN LOZAN ANLAŞMASININ AVRUPA TARAFINDAN YIRTILMASINA ÜLKEMİZDEN HANGİ RESMİ KURUM, HANGİ TEPKİYİ VERECEKTİR? 

KENDİNİ BIRAKIN TÜRK SAYMAYI "TÜRKİYELİ" VE T.C. VATANDAŞI SAYABİLEN 
BİR ŞAHSIN BU KOŞULLAR ALTINDA HALA AVRUPA BİRLİĞİNE GİRİŞİ SAVUNMASI, YA DA SICAK BAKMASI HANGİ İFADEYLE DEĞERLENDİRİLEBİLİR? 

CAHİLLİK Mİ? 

İHANET Mİ? 

İYİMSERLİK Mİ? 

SONUCU SİZ TAYİN EDİN... 

1.4.2004 

***** 

EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ BRÜKSELİN DİR!....

EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ BRÜKSELİN DİR!.... 


Bayram Ankaralı, 
Çoban Ateşleri,
8.3.2004 

Evet... Hızla sona doğru yaklaşılıyor. Artık detayları tartışmanın, inanmayanlara hala delil sunmanın pek bir anlamı kalmıyor. Biz hala birbirimizle didişirken, ikna etme uğraşısı içindeyken atı alan Üsküdar'ı geçmiştir. 

Pek fazla yoruma da gerek yok!.. Yukarıdaki başlıkta anlatılan yeterince kendini anlatıyor. Bir çok kimse, "Yok canım, o kadar da değil.. Paranoyakça bir yaklaşım.." biçiminde tepki gösterecektir. 

Aşağıdaki haber ve belgelerin ötesinde aslında daha sağlam kanıtlar da sunmak mümkün ancak, şimdilik bu haberin yeterli olacağı düşüncesindeyiz. 

Haber, Hürriyet gazetesinin bu gün yayınlanan nüshasında Şükrü Küçükşahin'in 
köşesinde yer alıyor. ''Paketin can damarı, önceki hükümetin Meclis'ten son anda geri çevirdiği uluslararası anlaşmalarla ilgili 90’ıncı maddedeki değişiklikte atıyor.'' biçiminde ortaya konulan değişiklik, Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in ifadeleriyle belgelenmiş. 

Çiçek, Anayasa'nın bu günkü durumuyla AB uyumu için uygun olmadığını, köklü 
değişikliklerin kısa sürede yapılması gerektiğini, daha önemlisi bu değişikliklerin AB istemeden Türkiye Hükümeti tarafından gerçekleştirilmesi gerektiğini vurguluyor. 

Birçok temel değişikliğin yanı sıra işin can damarı Anayasanın 90’ıncı maddesinin değiştirilmesi olarak görülüyor. 

‘‘Uluslararası anlaşmalar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa 
Mahkemesi'ne başvurulamaz’’ ibaresiyle biten madde, ‘‘Anayasa ile çatışması halinde uluslararası anlaşma esas alınır’’ şekline getiriliyor. 

Bu ibare, Türkiye'nin egemenliğini AB ile paylaşmayı kabul ettiğini, bunu anayasasına da koyarak somutlaştırdığını teyit edecek. 

Paket, YÖK'ten Genelkurmay temsilcisinin çıkarılması, DGM'lerin kaldırılması, Silahlı Kuvvetlerin Sayıştay denetimine girmesi için gereken düzenlemeleri de içeriyor. 

Şimdi sıra meclis duvarlarından şu meşhur "HAKİMİYET KAYITSIZ-ŞARTSIZ 
MİLLETİNDİR" yazısını kaldırıp "HAKİMİYET KAYITSIZ-ŞARTSIZ BRÜKSEL' İNDİR" yazısını asmaya gelmiştir. 

Son olarak Unutanlar için hatırlatma: 

"... Bütün bu Şartlardan daha ıstıraplı ve daha tehlikeli olmak üzere, memleketin içinde, iktidara sahip olanlar, Gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini işgalcilerin siyasi emelleriyle birleştirebilirler..." 

GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK 

8.3.2004 

***

ASLAN ÇAKKAL OLUPDU

ASLAN ÇAKKAL OLUPDU 


Bayram Ankaralı, 
Çoban Ateşleri,
4.3.2004 

ASLAN ÇAKKAL OLUPDU, 
ÇAKKAL ASLAN OLUPDU 
DÜNYA’NIN MODASIDIR... 

Yukarıdaki başlık bir Kerkük Horyatından alınmıştır. Günümüzü ezgiyle anlatıyor. Mehmet Özbek tarafından hazırlanan ve piyasaya sunulan “Mum kimin yanan Kerkük” isimli eseri dinlerseniz daha ne tatlar ve doğrular bulursunuz.. 

Cephe Gittikçe derinleşiyor.. Saflar belirginleşiyor.. 

Çakallar kendini orman kıralı zannetmeye başladılar.. 

Artık kendilerine “işbirlikçi” ve hatta “hain” denmesini bile “Yarabbi şükür” diyerek karşılayanlar türedi, her yerde.. 

Attila İlhan Türkiye’nin %10 hain kontenjanı olduğunu dile getirirken sanki biraz insaflı davranmış. Ya da bu %10, tepeleri iyice ele geçirmiş. 

Her yerde onların havlaması duyuluyor. 

Türk milletine tarihte görülmemiş bir sansür uygulanarak, gerçekler saptırılıyor. 

Ancak, kendisini “İslamcı” çizgide tanımlayan bir gazetenin (YENİ ŞAFAK), bir yazarının (KORAY DÜZGÖREN) 4 Mart 2004 tarihli yazısını görünce kanım dondu. 

Molla Said, Ali Kemal, Şeyhülislam Mustafa Sabri gibi tescilli işbirlikçilere haksızlık mı edildi yoksa diye düşündüm. 

Ülkesinin askerine, şehidine ve gazisine hakaretler yağdıran, vatan toprağından “toprak parçası” diye hafifsemeyle bahseden birine verilecek isim bulamadım. 

Bulan varsa bana bildirsin, lütfen. 

Dün Ankara’da düzenlenen ''Hilafetin İlgası'' ve ''Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun 80. Yılı ile Günümüz Türkiyesi'' adlı toplantıyla ilgili iki milli cehpe gazetesinde çıkan yazıların dışında “mütareke basını” kılıklı yazılı ve görsel yayın organları tarafından ilgi gösterilmedi. 

Koray Düzgören ise korkmuş ya da endişelenmiş olacak ki, sütununda panik havasında aşağıdakileri döktürmüş: 

“...İşte bu teşkilatın düzenlediği panele katılan komutanlar salonda bulunanlar tarafından alkışlanmış ve o sırada "Dayan Denktaş Türkiye seninle" diye bağırılmış. 

Tabii bu tezahürata, bu amaçla oraya getirilen ve açıkça Kıbrıs'ta bir çözüm olmaması için çaba harcayan bu çevrelerce, maalesef 'kullanılan' Kıbrıs gazileri de katılmış. 

Daha önce bir TV programında da zoraki konuşturulmuşlardı bu gaziler. 

'Kıbrıs Barış Harekatı' adı verilen Kıbrıs'ın işgal operasyonunda yaşamlarını yitiren askerlerin mezarları başında... 

"Biz kanlarımız, canlarımız pahasına Kıbrıs'ı aldık, bir taşını bile vermeyiz" diye 
konuşmuşlardı. 

Çok acıklı görüntülerdi. 

Zavallı insanlara Türkiye'nin Kıbrıs'ı fethettiği görüşü benimsetilmiş, buna inanmaları sağlanmıştı. 

Kimse de kalkıp onlara, bu toprakların, mülklerin sahipleri bulunduğu ve daha geçenlerde, ele geçirilen bu topraklarda evi olan bir Rum kadının mülküne ulaşamamaktan dolayı Türkiye'yi Avrupa Mahkemesi'nde bir milyon dolar tazminata mahkum ettirdiğini söylememişti. 

Türkiye, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği ile başı daha fazla derde girmesin diye bu parayı, bazı şartlar ileri sürse de tıkır tıkır ödemişti.“ 

".....Dayan Denktaş" demeleri bundan... Denktaş da bu çevrelere ve bu görevlilere sırtını dayayarak dayanıyor. 

Gelen haberler, Denktaş'ın son günlerde çözüm olasılıklarına karşı iyice 'dayandığı'nı gösteriyor. 

Artık son olarak, ilk söylediği sözü tekrarlyyor: 

"Annan Planı'na hiç inanmadım" diyor. "Görüşmelere Türkiye'nin ricası üzerine girdim." 

Bu plana ve çözüme hiç mi hiç inanmayan bir görüşmeci ile Kıbrıs meselesini çözmeye çalışmak, daha önce bir yazımda da belirttiğim gibi, "Ciğeri kediye teslim etmek"ten başka bir anlam taşımıyor. 

Hükümetin umudu BM Genel Sekreteri Annan'da... Son sözü o söyleyecek... 

Denktaş'ın ve komutanların umudu ise referandumda... 

Referandumun, 35 bin askere karşılık yüz kusur bin seçmenin bulunduğu küçük bir toprak parçasında yapılacağını unutmayın.” 

Böyle bir yazıya imza atan kalem herhalde hicabından kırılmıştır. 

Soydaşının soykırıma uğramasını normal karşılayabilen, hatta haklı görüp “sözde barış harekatı” diyerek “Kıbrıs’ın işgal operasyonu” diyebilecek kadar şaşırmış ve paniklemiş adamları ciddiye almalı mıyız, yoksa bırakıp köpeksiz köyde değneksiz dolaşmalarını mı izlemeliyiz? 

Benim umudum alevlendi... 

Çünkü bunlar artık panikledi... 

En güçlü döneminde panikleyenler, en küçük bir zayıflıkta kaçacak delik bulamazlar.. 

4.3.2004 

****

TÜRKİYE HÜKÜMETİ SÖZ VERDİ: KÜRTLERE TAZMİNAT ÖDENECEK!....

TÜRKİYE HÜKÜMETİ SÖZ VERDİ: KÜRTLERE TAZMİNAT ÖDENECEK!.... 


Bayram Ankaralı, 
Çoban Ateşleri,
25.1.2004 

Evet.. İngiliz gazetesi The Guardian'ın Atina muhabiri Helena Simith 22 Ocak 2004 tarihli haberinde yukarıdaki başlığı atmış. 

Devamla, diyor ki: " 15 yıldır Kürtler üzerinde sürdürülen devlet terörüne karşılık, AB'ye üye olabilmek için yapılan yeni yasal değişiklikler çerçevesinde, Ankara'daki ılımlı İslamcı hükümet bir plan çerçevesinde Kürtlere tazminat ödemeyi kabul etti...." 

Devam ediyor Helena Smith; "İnsan Hakları kuruluşları 1984-1999 yılları arasında yaşanan etnik kavgaların sonucu 1 milyondan fazla etnik Kürt'ün insan hakları ihlaliyle karşılaştığını tesbit ettiler..... ... Bu açıklama Romano Prodi'nin Türkiye seyahati sonrası yapıldı.... Gerekli yasal düzenlemeler önümüzdeki aylarda meclise getirilecek.." 

Bu işin dikiş tutmayacağını birçok aklı-selim daha en başta haykırmıştı!.. Arkasından "Luzidu" tazminatı gündeme geldi ve ödendi. Türkiye bu son kararla, çok net ifade ediyorum; 

Ermeni tezlerini de kabul noktasına gelmiştir, Rum tezlerini de.... 

Mustafa Muğlalı olayında DP zamanında yaratılan "devr-i sabık", Korkut Eken olayında bir kez daha gündeme taşınmış, günümüzde ise toptan Devleti hedef almıştır. 

Türkiye Cumhuriyeti kasasında 249 milyon dolar altın ve döviz rezervi varken 23 Şubat 1945 tarihinde ABD ile imzaladığı 10 milyon dolarlık kredi anlaşmasıyla ATATÜRK'ün bağımsızlık düşüncesinden kopmaya başlamıştır. 

Artık günümüzde basit psikolojik oyunlarla oynanan siyaset oyunları, hep karşı cepheye yarar olmuştur. 

Bundan sonrası kurtuluş için büyük Türk Milletini uyandırma hareketi olacaktır. Basit, yalın ve siyasi kaygılardan uzak, doğrudan temasla gerçekler herkese anlatılmaya başlanmalıdır. Ve en önemlisi hiç kimse nasıl olsa bir Atatürk çıkar, ya da Ordu son anda işe el koyar beklentisi içinde olmamalıdır. 

Günümüzde Herkes bir Atatürk'tür. 

25.1.2004 

***** 

SATIYORUM, SATIYORUMM, SAATTIIM....

SATIYORUM, SATIYORUMM, SAATTIIM.... 



Bayram Ankaralı, 
Çoban Ateşleri,
31.12.2003

Yıllar önce Türkiye'den Libya'ya işçiler para kazanmaya giderken yaygın olarak söylenen bir söz, doğruluğuna inanmasam da yüreğimi yakardı. 

" Çadırcıbaşı Kaddafi halkına şöyle seslenirmiş: " Ey Libya Halkı, eskiden Osmanlı gemileri gelecek, bize yiyecek getirecek diye denize bakar dururdunuz. Bakın işte o Osmanlı'nın torunlarını size köle yaptım..." 

Bu işin trajedi boyutuydu, o zamanlar. Zaman geçti, yıllar içerisinde Libya ve Kaddafi kimin dost kimin düşman olduğunu gördü mü bilinmez, ancak biz hala anlayamadık. 

Anlamamakta da direniyoruz. 

Kadıköy Belediyesinin 2003 yılı başlarında AB Komisyonu ile yaptığı anlaşmayı okuyunca kanım dondu. 

Sanırım bir yıla yakın bir süre anlaşmanın gerçek içeriği gizlenmiş. 

Anlaşmanın başlığı: “İnsan Haklarının Korunması ve Demokrasinin Güçlendirilmesi için Türk Toplumunun Sosyal Aktörlerinin İşbirliği” 

İlk bakışta çok masum bir "İnsan Hakları ve Demokrasi" örtüsü görüyoruz. Ancak biraz dikkatlice bakınca "Türk toplumunun sosyal aktörlerinin İŞBİRLİĞİ" ibaresi karşımıza çıkıyor. 

İŞBİRLİĞİ kelimesinin altını çizelim. Ne için işbirliği yapacakmış, bu toplumun sosyal aktörleri? 

Laf salatalarını ayıklarsak anlaşmanın içinden gerçek hedef ortaya çıkıyor: 

Türk Toplumunu, Türk Milletini bölmek, parçalamak, ahlaksızlığı teşvik etmek, Türkiye'yi AB'ye gammazlamak, yani içeriden bilgi sızdırmak, vb.. 

Bunu nasıl yapacaklar: İnsan Hakları ve Demokrasi eğitimleri adı altında içeriden ve dışarıdan özel olarak seçilmiş "MİSYONERLER" aracılığıyla ülkemizde ne kadar hassas nokta varsa kaşınarak, ayrımcılık körüklenerek... 

Tüm bu ihaneti AB için yapmanın ve yaptırmanın bedelini merak ederseniz, söyleyelim: 

612,752 AVRO. 

Bu bedele karşılık yapılacak çalışmaları da "TEFTİŞ" edecek makam, AB Türkiye 
temsilciliği.. 

Anlaşmanın Maddelerine bakalım: 

1. Projede görevlendirilecek olan uzmanlar ve STÖ'ler Türkiye'nin "İnsan Hakları Sicili" ile ilgili rapor ve değerlendirmelerini AB'ye sunacaklar, 1.6. Projede yaklaşık 500 kişi görev alacak ve bu kişilerin; İnsan Hakları, Demokrasi, 
toplumsal, cinsiyet, din, ayırımı alanlarında uzman olmaları gerekecek. 
Hedef olarak belirlenen 5 "kurban" grubu (Özürlüler, Seks emekçileri, Eğitimsiz Anneler, vb.) öncelikle ele alınacaktır. 
Hedeflenen eğitim ve bilgilendirmelerde özellikle "Fahişelik" ile ilgili destekleyici kanunlar ve politikalar, dikkati çekmektedir. 

1.8.......Konuşmacılar Türk ve Türk gerçeğine odaklanmadan kaçınma ve diğer ülkelerin deneyimlerinden yararlanma amacıyla ve görüş çeşitliliği sağlanması için diğer ulusların öğretmenleri, uzmanları ve profesyonelleri olacaktır. 

......Bu projenin elde etmek istediği esas başarı, katılımcıların davranışlarını değiştirmek ve onları içinde yaşadıkları şartların ve toplumun evriminde daha etkin bir rol almaya teşvik etmek olacaktır. 

Eylem 6 Görev 1:........Projenin uygulanma dönemi içinde yerel bir radyo istasyonu ile işbirliği içinde bir haftalık yayın hazırlanacaktır. 


2.3.......Bu işbirliği , Türk toplumu için zaruri olan ve müktesebatın benimsenmesi için yaşamsal olan çeşitli konular ve sorunları kapsayacak şekilde genişletilebilir. 

5.Gizlilik 

Komisyon ve Lehdar ,Madde 2 de adı geçen raporların ve kendilerine gizli olarak verilen belgelerin,bilgilerin veya diğer malzemenin gizliliğini korumayı taahüt eder. 

Madde 13-Geçerli Kanunlar ve Yetkili Mahkemeler 

13 (1) Bu Sözleşme ,Belçika kanunlarına tabidir. 

13 (2) Komisyon ve Lehdar arasında bu Sözleşme’nin uygulanmasından doğan ve dostça çözülemeyen ihtilaflar Brüksel Mahkemesine götürülecektir. 

29 Aralık 2003 tarihinde sessiz sedasız TBMM'ne sevk edilen "Kamu Yönetimi Reformu Yasa Tasarısı" ile yerel yönetimlere verilen yetkilerle üst üste koyduğumuzda olayın vehameti bir kat daha netleşiyor. 

Bu pilot anlaşma ile yukarıda andığımız yasa tasarısı -ki AB Yerinden Yönetim şartı doğrultusunda hazırlanmıştır, Türkiye'de küçük yönetim birimlerinin bağımsızca ikili anlaşmalar imzalamaları anlamına geliyor. 

En basit anlamda satış sözleşmesine dahi taraflar, "Yönetim Kurulu'nun onayını müteakip geçerlidir" ibaresini koyarken, Kadıköy Belediyesi tüm yetkileri kendisi kullanıyor. Hem de Türkiye'de uygulanacak olan ve %20 finansmanının kendilerince karşılanacağı bir anlaşmada geçerli kanunlar ve yetkili mahkeme Belçika ve Brüksel olarak kabul ediliyor. 

Ülkemiz pare pare elden gidiyor. Bu kez düşman topyekün saldırmıyor. İçeriden ve sessiz sedasız... 

31.12.2003 

*****