Hepimiz Sorumluyuz…,
Yekta Güngör ÖZDEN,
10 Kasım 2007
Hepimiz Sorumluyuz
69 yıldır 10 Kasım'da "Atatürk'ü Anma Törenleri-Toplantıları" yapılıyor, demeçler veriliyor, iletiler ve yazılar yayımlanıyor. 1953'ten beri Anıtkabir'de saygı duruşunda bulunuluyor. Özel Defter'de (Selanik'te doğduğu evdekine de) duygu ve düşünceler belirtiliyor, radyo-televizyon izlenceleri, fotoğraf sergileri, bilimsel ve sanatsal etkinliklerle yürüyüşler düzenleniyor, Atatürk'ün bize armağan ettiği bayramlarla kimi kazanım, kuruluş, devrim yıl dönümlerindeki çalışmalarda anlatımlarla, vurgulamalarla, film, gazete, dergi ve değişik türdeki kitaplarla tarihsel gerçekler sıralanıyor, şiir, şarkı, oratoryo-senfoniler-gösteriler sunuluyor, gelişmeler açıklanıyor. Sonuç ortada. Müdafaa-i Hukuk ruhu, Kuva-yı Milliye ateşiyle halkının önüne düşen, şeyhülislâmın ölüm fetvasına, halkına "sürü" diyen işbirlikçi padişah-halifenin ölüm fermanına aldırmayan, yoklukları, yoksunlukları, döneklikleri, isyanları, ihanetleri ve tüm güçlükleri göğüsleyerek her alanda tam bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği, uygarlık ve çağdaşlığı amaçlayan ölüm-kalım uğraşı, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı "Türk Mucizesi" olarak nitelendirilen zaferle taçlandıran Mustafa Kemal'i tanımış ve anlamış olmadığımız için tanıtamadık ve anlatamadık. O'na olan borçlarımızı ödeyemiyoruz.
Mustafa Kemal, yenilmemiş bir komutan olarak istese köşesine çekilip iyi bir emeklilik yaşamı sürdürecekken askerlikten siyasete, eğitimden ekonomiye, sanattan spora her alana el atmış, ileri görüşlülüğüyle her konuda başarılı olmuş, akla, bilgiye, ahlâka, adalete ve eğitime verdiği önemle doğrulanmış,haklı çıkmıştır. Öğrenciliğinden beri ülkemiz için düşünüp öngördüklerini zamanlama ve yaşama geçirme ustalığıyla gerçekleştirmiş, "En büyük Türk Devrimi" dediği bir kültür ve hukuk yapısı olarak, demokrasi erekli cumhuriyetle Türklüğü
Düşmanları Çanakkale Savaşları'nda Marmara'ya gömerek, 9 Eylül 1919'da Akdeniz'e dökerek kutsal toprakların Haçlıların eline geçmesini önlemekle dünyada İslamiyet'e en büyük iyiliği yapan, en kapsamlı yararı dokunan Mustafa Kemal'dir. Türklere Tanrı'nın en anlamlı armağanı ve ödülüdür. Bizim için bağımsızlık, özgürlük, egemenlik, ahlâk, adalet, namus, onur demek olan Mustafa Kemal Atatürk bir kişi değildir. O'nu öğrenim aşamasında dayısının çiftliğinde geçirdiği çocukluk günleriyle, beden yapısıyla, gençlik duygularıyla, şimşek bakışlarıyla, şiir dizeleriyle değil, bir duygu ve düşün kaynağı niteliğiyle, seçkin kişiliğini oluşturan özellikleriyle, yapıcılığıyla anlatıp tanıtmak, doğal, tarihsel ve ulusal varlıklarımızla değerlerimizin özeti ve simgesi olduğunu belirtmek, Türkiye aydınlanmasının kaynağı, Türkiye'yi Türkiye yapan atılımların gücü, Türkiye'mizle özdeşleşerek kanunlaşmış ilkeler anıtı olduğunu vurgulamak gerekiyor.
Kul-köle olan insanımızı, onur ve erdem saydığımız hak ve özgürlükleriyle donatıp nitelikli kişi, birey, yurttaş, ümmet durumundaki toplumumuzu da ulus düzeyine çıkarıp cumhuriyetin-devletin sahibi kılan Mustafa Kemal'in övgüye de, savunmaya da gereksinimi yoktur. Değerini bilmemek bizim kusurumuzdur.
Tarih yapan, evrensel kişiliğiyle örnek alınacak üstünlükleri ulusunun karakterini yansıtan, Büyük Söylevi'nin sonunda, bilimin ve teknolojinin son gereklerine göre kurdukları devleti Türk Gençliği'ne emanet ettiğini söyleyen Mustafa Kemal'e gerçekten saygılı ve bağlı mıyız, içtenlikli izleyicisi miyiz? O'na verdiğimiz sözleri, içtiğimiz antları tutuyor muyuz? O'na yaraşır durumda mıyız? O, "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir" sözüyle hiçbir ayrım, soy ve inanç ayrılığı gözetmeden uluslaşmanın yüceliğini ortaya koymuşken 84 yıl sonra din ve ırk nedeniyle iç savaşın eşiğine gelmemizin nedeni, nedenleri nedir?
Atatürk'ü ulusal günlerde, bayramlarda ve 10 Kasım'da anıyoruz. Ama her gün artan özlemle arıyoruz. 10 Kasım'ları ağlama duvarına çevirmek, bayramları kaldırmak, etkinlikleri bırakmak girişimiyle neredeyse bir günle, bir saatle sınırlandıracak biçimsel anmalarla-yanmalarla ne yapılmak istenmektedir? Bugün yakındığımız durumlara, çözüm aranan iç ve dış sorunlara Atatürk'ü unutmak ve unutturmak çabaları neden olmuştur. Sanki Atatürk ilkeleri uygulanmış da zarar görülmüş gibi karalama, suçlama kampanyaları düzenlenmiştir. Namık Kemal'in şiirlerinde geçmesine karşın konumu belli olmayan vatanı bize kazandıran, Misak-ı Millî uyarınca sınırlarını Lozan'la kesinleştiren, ulusumuzu yok olmaktan, onurumuzu ve namusumuzu çiğnenmekten, camileri kilise ya da sinagog yapılmaktan kurtaran, yaşamımızı kazandıran Mustafa Kemal Atatürk'e uzanan ellere, dillere, kalemlere bakınız. Soros'un, Karen Foog'un çocukları, Bush tasmalılar sahnededir. Avrupa Birliği mızıkacıları, çıkarcılar, büyük kesimi terör aygıtı gibi çalışan medyada kimi köşelere yuvalanmış, kimi ekranlara çöreklenmiş sapkın tetikçilerle, kimileri miskinler tekkesine dönmüş üniversitelere karargâh kurmuş sözde demokrat, sözde ilerici dönekler, bilimi lekeleyen yalancılar, sömürgenler, şeriatçılar, ırkçılar, bölücü-yıkıcılar, teröristler birbirlerine dayanarak yol almaya çalışmaktadırlar. AB'nin dayatmaları, ABD'nin baskıları, ikilemleri, boşa çıkacak aldatma, kandırmaca ve oyalamaları her zamankinden çok Atatürkçü olmamızı, O'nu ödünsüz izlememizi, uyanık kalmamızı, toplumsal barış ve ulusal dayanışmaya önem vermemizi zorunlu kılmaktadır. Yoksa BOP uygulamasında günümüz iktidarının tutumuyla tehlike giderek büyümektedir. Bush, generalimizin sırtını okşayıp "Kuvvetli ordunuz var" diyerek aldatma ve oyalamayı sürdüreceğini sanmakla kendini aldatmıştır. ABD olanların da, olacakların da sorumlusudur. Ama karşısında nasıl durulacağı bilinmiyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi kararına onama-olur ister gibi ABD Başkanı'na gidiliyor. Atatürk bir kez bile Başkan olarak yurtdışına gitmedi. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının getirdiği doyumsuz aydınlık, dayanılmaz bir karanlığa dönüşme olasılıklarıyla karşı karşıyadır.
Yanlışlık, hatâ ya da bozukluk, bir şeyler var ki lâik Atatürk Cumhuriyeti'nin yönetimine karşıtları geçti. Sonsuza değin bağımsız yaşatmaya ant içilmiş Cumhuriyeti niteliklerinden arındırmak isteyenler güçlendi. Atatürk "inanıyorum o halde varım"dan "Düşünüyorum o halde varım"a getirdi. "Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir" diyerek varlığımızı insancıl, bağımsızlıkçı, gerçek, çağdaş milliyetçilikle dokudu. Avrupa'nın 300 yılda 300 milyon ölü vererek sağladığı, aklın özgürlüğü, devletin dinden bağımsızlığı olan, dinlerin olduğu yerde bulunup olmadığı yerde bulunmayan, demokrasinin kaynağı, siyasal, hukuksal ve ulusal birliğin dayanağı olan lâikliği edindirdi. Çok dilli, çok dinli, çok ırklı, çok hukuklu toplumdan modern ulus yapısına taşıdı. Osmanlı döneminde üç tür okul, beş tür mahkeme, onbeş tür nikâh vardı. İstanbul'da 337 tekke 19 tarikat, ülkeyi kelepçeleyen kapitülâsyonları da anımsarsak nereden nereye geldiğimizi daha iyi anlarız. Ya bugün? Ilımlı İslam özentisiyle lâiklikten uzaklaşıp şirin gösterilmeye çalışılan dinci düzene takiyyelerle yönelmiş durumdayız. Niye böyle oldu? Temeli Türk Kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan, en büyük siyasal, hukuksal, düşünsel Türk Devrimi Cumhuriyet neden tehlikeli bir dönemeçte? Ve neden yurdumuzun kurtarıcısına, zamanının dünyadaki en önde gelen Cumhuriyetinin kurucusuna saldırılıyor? Cumhuriyetin etkinliğini engelleyen, dinsel ödünler ve siyasal tutarsızlıklarla başarılarını önleyip yakınmalara neden olanlar bırakılıp, altın yılları unutulup Cumhuriyet ve kurucusu niçin karalanıyor? Yaşamımızı, namusumuzu, onurumuzu, varlığımızı, kutsal toprakları, yarınımızı kurtardığı, anamızı-bacımızı, varlıkları, değerlerimizi koruduğu için mi? Bunları yapmakla suç mu işledi? Yıllardır ulusal bir sır olarak sakladığı düşüncelerini gerçekleştirerek tam eşitlikçi yurttaşlar düzeni, tam bir halk demokrasisi olan cumhuriyeti kurup saltanatı ve hilâfeti seçmemesi suç mudur?
Anıtkabir'e gidip saygı duruşunda bulunanlardan kaçı içtenlikli? Hangisinin Atatürk için konuşup yazdıkları gerçek? Hani "Sap gibi durmak"tan, "millet isterse lâikliğin gideceği"nden, "Demokrasinin amaç değil araç olduğu."ndan, "Demokrasi tramvayının istedikleri yerde duracağı."ndan, "minarelerin süngü olduğu."ndan söz edenler? Takkiyecilere inanılır, güvenilir mi? Kimileri hangi yüzle Anıtkabir'e gidiyor? "Şehitler ölmez, vatan bölünmez" sloganları yetmiyor. Her gün şehit veriyoruz, her gün bölme çabaları izleniyor.
10 Kasım'larda aynı salonlarda yanı yüzler, aynı konuşmacılar, giderek artan boşluklar. Bıkkınlık, kanıksama belirtiler azalsa da yeterli, doyurucu ilgi yok. Gençlik yok. Yinelenen görüşler. Aydınların ikiyüzlüleri, önyargılıları, koşullanmışları, çıkarcılar, ayrılıkçılar, bencilleri ve kavgacıları etkinliklerini sürdürme ve artırma çabasıyla dalkavukluk yarışında. Söz çok, eylem yok. Görevden, ödenti vermekten kaçınılıyor. Karşı devrimcilik, kadrolaşma, partizanlık, yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık, gereksiz, zararına özelleştirme, yağma, haksızlıkla-adaletsizlik sürüyor, ahlâksızlık yayılıyor, saygısızlık ve ölçüsüzlük üzücü boyutlarda. Türk olduğunu söyleyemeyen, alt-üst kimlik tartışmalarıyla kötülüklerinde direnen yöneticiler var. Oysa ulusal kimliğini inkâr eden yurttaş olamaz. Ümmetçilik ve tarikatçılık her katta, her yerde en geçerli yandaşlık, etiket, anahtar ve kartvizit. Anayasa ve temel yasalar gerçekçi biçimde değişmedikçe partiler demokratik yapıda olmadıkça sorunlar azalmaz, artar. Demokrasi, liderlerinin dudaklarında can çekişiyor.
Ne yapıyoruz?
Birbirinize düşmüşcesine anlamsız ve gereksiz tartışmalar, atışmalar, çatışmalar, engellemeler, suçlamalarla zaman, emek, değer, insan yitiriyoruz. Hepimiz sorumluyuz. Eğitimde boşluk, bozukluk, ulusal dokuyu etkileyen oluşumsuzlukların başında geliyor. Hepsi Atatürk yolundan ayrılmanın sonucudur. O'nun ve Türkiye'mizin değerini bildiğimizi savunamayız. O'nu övmek, O'nunla övünmek en doğal hakkımız iken, kimi babasının çocukları, kimi dedesinin torunu, O'nun bağışlamasıyla yurda dönenlerin yakınları, kimi hainlerin ardılları, saltanat ve hilâfet heveslileri ve yabancı kuklaları bizi bizden uzaklaştırıyor. Kuşatma ve çökertme her yandan ve her koldan acımasızca ve artarak sürüyor. Kötülükler, yapanların yanına kâr kalıyor. Yurtseverlerin gereken ve umulan devingenliği gözetmediği de acı gerçeklerden birisi. "10 Kasım Mankeni" gibi törenden törene görünüp konuşanlar, özü bırakıp biçimle uğraşanlar, konumu, olanakları ve beklentileri için suskunluğu ve pısırıklığı yeğleyenler, saldıranlar ölçüsünde kusurludur. "Atatürk içimizde!" diyenler, "Ey Büyük Atam!" diyerek Gençliğe Seslenişi Ata'ya yöneltenler, Milletvekilleri ve devlet memurluğu andı içenlerden dönenler çıkmıyor mu? Bir de Atatürk'ü olmayan ülkelere, özellikle Müslüman çoğunluklu olanlara bakılsın. Ya Atatürk'ümüz olmasaydı?
Hukukun her bağlamda savsaklanıp yadsındığı, ayakbağı sanılıp dışlanmaya çalışıldı, hukuka karşı çıkıldığı günümüzde 1919'ları düşünelim. Mustafa Kemal Hukuk yolunu, kongreleri ve seçimleri önererek, "ümmet" düzeninde "millet"i vurgulayarak Anadolu İhtilâli'nin bayrağı Amasya Genelgesi'ni yayımladığı, Erzurum ve Sivas Kongreleri'ni topladığı, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri'ni birleştirdiği, mandacı çözümleri geri çevirdiği, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açtığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordularının Başkomutanlığını aldığı, Sakarya ve Dumlupınar savaşlarını kazandığı, köhne saltanatla gereksiz ve yararsız yük olan halifeliği yıkıp yaradılışımıza ve yapımıza en uygun yönetim biçimi Cumhuriyet'i kurduğu, her anlamda devrimle çağdaş uygarlık düzeyine eriştirdiği, kadın-erkek eşitliğini sağladığı, aklın ve bilimin öncülüğünde anlayıştan insanlara, ilkelerden kurumlara her şeyi yenilediği, ülkeyi baştanbaşa büyük bir okul ve fabrika durumunda koşturup coşturduğu, sömürge olmaktan kurtarıp savaşta yendiği Yunanistan'ın Başbakanınca Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterilmesini gerektirecek düzeye getirdiği, padişah-halifeliği kabûl etmediği, parti parasını aşırmadığı, olanakları kötüye kullanmadığı, modern cumhuriyeti İslâmlaştırmadığı ve İslâmiyet'i ılımlaştırmadığı, diktatörlüğü kaymadığı, yargıya etki, kimseye baskı yapmadığı, üniversiteler, Dil ve Tarih Kurumları, konservatuar, öğretmen okulu açtığı, namaz gösterilerine girmediği, milletvekili aylıklarını indirttiği için mi? Aylığını arttırmadığı, onama aygıtı olmadığı, ülkeyi böldürmediği, hiçbir yarım gütmediği, Türklükle övündüğü, yabancıların ayağına gitmediği, şeyhlerin dizlerinin dibinde oturmadığı, inanç sömürüsü yapmadığı, kralların ziyaretine koşmadığı, saygın ve örnek bire Cumhurbaşkanlığı sergileyerek her şeyini ulusuna bıraktığı için mi suçludur? Biz, vasiyetini bile istenci doğrultusunda uygulamıyoruz. Böyle bağlılık ve saygı olur mu? Dil ve Tarih Kurumları Atatürk'ün vasiyetiyle güçlendirmek istediği yapısını yitirdi. Sahiplerinin elinden yasa zoruyla alınıp devlet kurumu durumuna getirildi. Atatürk'ün vasiyetini tanımayan Atatürkçü olabilir mi? Atatürkçü görünen, böyle olduklarını söyleyenler Atatürk ilkelerine yeterince sahip çıktılar mı? Gereğince izlediler mi? İlkelere nasıl kıyıldı? Kimler ne yapıyor? Atatürk karşıtlığı belirgin iktidarın kapılarında bekleniyor, buyruk alma, iş koparma, atanma, yükselme, bir şey kapma, yanaşma ve yamanma için el ovuşturmuyorlar mı? Yönetimi, devleti, kimi organları, kurum ve kuruluşları lâik Atatürk Cumhuriyeti karşıtlarına kim-kimler teslim etti? Nasıl içlerine sindirip katlanabiliyorlar? Halkımız milletvekilini kendisi seçebiliyor mu ki Cumhurbaşkanını seçebilsin? Liderler atıyor, seçmen zorunlu oy veriyor.
Çocukları babasız-nesepsiz bırakmadığı, düşmanların yakıp yıktığı camileri ve minareleri onarttığı, Diyanet İşleri Başkanlığı'nı oluşturdu, İmam Hatip Okulları ile ilahiyat Fakültelerine Öğretim Birliği Yasası'nda yer vererek muska, üfürük, büyü, sahtecilik ve ahlâksızlıkla dini karalama oyunlarına son verdiği, bilgilenme ve aydınlanma yolunu açtığı, okullar, millet mektepleri, Türkçe abece, harfleriyle kültürümüzü, zenginleştirdiği, 815 no.lu Kabotaj yasasının 5. maddesine aykırılıkları önlemek için ".yabancı bir gemi cür'et ederse." açıklığını koyduğu unutulmamalıdır. Her şeyin satıldığı günümüzde, Atatürk'ün Nazilli Basma Fabrikası'nın açılışında motor seslerine "İşte İstiklal Musikisi" deyişini anımsamalıyız.
Dünya'nın hayran olduğu, tutsak ulusların örnek aldığı, dehasıyla beğeni toplayan Yüce Atatürk'e saldırmak hangi insanlıkla, hangi insafla, hangi ahlâkla, hangi vicdanla, hangi dindarlık ve hangi soylulukla bağdaşır? Köy enstitülerin kapatılmasının aydınlanma koşusunu durdurduğunu unutmayınız. 7 Şubat 1923 Balıkesir Paşa Camii hutbesi, 17 Şubat 1923 İzmir İktisat Kongresi ile 5 Kasım 1925 Ankara Hukuk Mektebini açış konuşmaları, 15-20 Ekim 1927 CHP II. Büyük Kurultayı'nda sonu Gençliğe Sesleniş'le biten Büyük Söylevi, 1 Kasım 1928 Türkiye Büyük millet Meclisi'ni açış konuşmasında ". Cumhuriyet bilhassa Kimsesizlerin Kimsesidir" dediğini, 6 Şubat 1933 Bursa Konuşması'nı, 29 Ekim 1933'te "Ne Mutlu Türküm Diyene!" kıvancıyla bitirdiği 10. Yıl Söylevi'ni, Türk Ordularına seslenişini her zaman anımsamalıyız. Atatürk'ü anmak, önerileri, öngörüleri, buyrukları, dilekleri, konuşmaları eserleriyle anmak ve örnek almakla anlam kazanır. Kendimizi eleştiriye bağlı tutup "O'na lâyık mıyız?" diye sorgulayarak gerçek ve geçerli olur. Ne yapmalı, neler yapmalı, kimlerle, nasıl yapmalıyız ki tehlike olasılıklarını giderelim? O'na "Deccal" diyen ve dedirten kendini bilmezler kendi karanlıklarında yitsin!..
Anlayanlar anlıyor, özlüyor, anlamayan ve anlamak istemeyenler çatıyor, saldırıyor. İçteki ve dıştaki Türkiye düşmanlarının O'nu engel görmesi, büyüklüğünün ve gücünün kanıtlarından biridir. Düşünceleri ve kişiliğiyle engin kaynak, bir ulusal dayanak olan Atatürk, insancıl yanı, barışçı ve bilimsever tutumuyla eşsiz bir yol gösterici, öncü ve önderdir. "Ya İstiklâl, Ya Ölüm" sözü varolma istencinin en önemli koşullarını özetlemektedir. İsmet İnönü'nün 21 Kasım 1938 "Türk Milletine Beyannamesi"ndeki ".insanlık idealinin aşık ve mümtaz siması, eşsiz kahraman Atatürk, vatan sana minnettardır" değerlendirmesi ile Celâl Bayar'ın 10 Kasım 1953 Anıtkabir'de toprağa verme töreni konuşmasında "Seni sevmek milli ibadettir" yaklaşımı asla unutulamaz.
Yaptıkları ve yaptırdıklarıyla getirdiği yaşam güzelliğini iyice saptamak için geçmişe bakmak gerekir. Kadınlarımıza 1930'da Belediyelerde, 1933'te Köy İhtiyar Kurullarında, 1934'te genel seçimlerde seçme-seçilme hakkını kazandırdı. Avrupa'nın göbeğindeki İsveç'te 1974'te bunu sağlayabildi. Almanya, İtalya da Türkiye'den sonra kadınlara oy hakkı tanımıştır. Dört yılda Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı kazanıp 623 yıllık saltanatla hilafete son vererek cumhuriyeti kurmuş, onbeş yıla başka ülkeni çağ boyu başaramadığı devrimleri sığdırmıştır. Türkiye için yeniçağ 1923'te başlamış sayılabilir. Atatürk gerçekten Türkiye için insanlık, çağdaşlık, bağımsızlık ve özgürlüktür.
Tören Atatürkçülüğünden kurtulup O'nu anlamaya çalışmak, küreselleşme-globalleşme ve yeni liberalizm savlarıyla kapitalist emperyalizmin BOP'la başımıza örülecek, çorabından kurtulmamızın en akılcı yöntemidir. "Çoğunluğun dili dilimiz, adı adımız" ilkesiyle benimsediğimiz ulusal yapı, Avrupalıların "Türkiyeli" diyerek çoğunluğun Türklerde olduğunu bildikleri Anadolu toplumu karakterini korumalıdır, koruyacaktır. Dinci ödünlerin açtığı çukurlarda boğulmayacaktır.
Kimi aşağılık nedenlerle günümüzde daha çok Kabakçı Mustafa, Abdülhamit, Derviş Vahdeti Said-i Kürdi (Nursi), Vahdettin, Damat Ferit, Dürrizade, Ali Kemal, Şeyh Sait var. İşimiz zor. Birçok şey satıldı, hem de "Babalar gibi." denilerek. Sırada satılacak başka şeyler olduğu söyleniyor ama onurumuzu asla satmaz, sattırmayız. Bayrağımızı dalgalanıyorsa, yabancı askerler kapılarımızı tutmuyor, kızlarımızı alıp götürmüyorsa, "Türk" sözcüğüne ve adlarımıza yasak konmuyorsa hepsini Atatürk ve arkadaşlarına borçluyuz. İnanç özgürlüğünü de. Ya şimdi olanlar? "Kemalizm"le "Atatürkçülük"ü birbirinden ayrı, "Cumhuriyet"le "Demokrasi"yi birbirine karşı gösterme aymazlık ve ahmaklıkları. Devrim Yasaların büsbütün geçersiz kılma, Anayasa'yı Atatürk'ten arındırma çabaları. Devleti, başta belediyeler kimi kurum ve kuruluşları oy ve iktidar için kullanmak, hukuk ve dini siyasallaştırıp demokrasiyi dinselleştirmek, din devletine özenmek, imam nikâhına, çok eşliliğe, asla din gereği olmayan sıkmabaş yoluyla kadını dışlayıp karanlığa gömmek, yanlış bir insan hakları ve demokrasi anlayışı, gereksiz hoşgörü ve tam bir sömürüyle toplum düzenini bozmak, aynılıkçılık ve bölücülük yapmak, partizanlık ve kadrolaşmayla organlara adam yerleştirerek, kendi adamlarını getirerek devleti ele geçirmek, yolsuzluk, soygun, kayırma ve çıkarla adalete güveni sarsmak, eğitimi yozlaştırmak, sanatın içine tükürmek, çevreyi ve doğayı kötüye kullanmak, "Köylü milletin efendisidir" denilen dönmelerden "Al ananı git!" denilen günlere geldik. Aşiret temelli feodal düzen, şeyhler, reisler, ağalar, efendilerle ünlenen tarikat yapısıyla siyasal, hukuksal otoriteyi dinin eline vererek lâikliği geçersiz kılma, siyasal ve sosyal bir aşama olan demokrasiyi sözde-yapay, cumhuriyeti biçim ve kağıt üzerinde bırakma, Atatürk ilkeleri üzerine kurulan, kaynağında laiklik ve çağdaşlık bulunan cumhuriyet, "Her şey halkla olacaktır" diye Samsun'a çıktığında konuşan Mustafa Kemal unutulmakta, unutturulmaktadır. Özünde düşünsel bir devrim olan dil devriminden dönülmekte, her alanda yozlaşma belirtilerine seyirci kalınmaktadır. Çağırılan ve diktadan kaçarak Türkiye'ye sığınan yabancı bilim adamlarını, kuruluş yıllarının ortam, koşul, olanak ve kadrolarını, dünya ekonomik buhranını unutup hiç sıkılmadan, Atatürk'ü diktatörlükle, dönemini de faşistlikle suçlayan, lâikliği karalayan öğretim üyeleri ve patron maşaları türedi.
Doğal, olağan karşılanması gereken teknolojik ve ekonomik gelişmelere göre geleceğimizi değerlendirmek yanılgılara götürür. Özü savsaklanıp biçim yeğlenirse temel yıkılır. Ulusal konular, değerler ve ilkeler bağlamında duyarsızlık bağışlanamaz. Temeli bırakıp kişisel ya da kurumsal çıkarlara öncelik vermek, temelsiz kalıp her şeyi yitirme tehlikesini getirir.
Bu arada demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez öğelerinden sayılan siyasal partilerin, ülkeyi ve ulusu kapsayan bir insan ve hukuk kurumu olan devlet konusunda özenli davranmaları zorunluluğuna değinmekle yetiniyorum. İran, Irak, Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Sudan, Yemen, Arabistan, Libya, Cezayir, Fas, Tunus, Mısır, Yugoslavya. Nice örnek verilebilir.
Gerçekte "Atatürk Öğretisi" hepimizin yaşamsal sorunudur. Büyük Söylevi, çoğu gelişigüzel anlatılan Türk Devrim Tarihi derslerinin en önemli bölümü saymak, hattâ ayrı ders durumuna getirmek yararlı olacaktır. Atatürk'ü anlayanlara anlatmak fazla, anlamak istemeyenlere anlatmaya çalışmak da boşunadır. Atatürk'e saldırarak kendilerini inkâr durumuna düşenler yurttaşlık bilinciyle insanlık niteliklerinden yoksun olan zavallılardır. 1950 sonrasını bırakıp sonsuza göçenlere saldırı ile gündemi saptırmak isteyen, katılıklarıyla kötü örnek olan aydınlar sakıncalı tutumlarını sürdürdükçe Atatürkçülerin sorumlulukları artmaktadır. Atatürk'e saldırmanın özgürlük, gerçekleri ve değerleri savunmanın suç sayıldığı bir ortamdan terör yararlanır. Bu nedenlerle sorumluluğumuz büyüktür.
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, Parti liderleri-yetkilileri dinci konuşmalar ve öneriler yapar, bu konuda açık yan tutarsa; yöneticiler "Türk" olduklarını söyleyemeyip azınlıkları azgınlaştıran, bölücü ve yıkıcıları şımartan alt-üst kimlik tartışmasıyla ayrılıkçılığı körüklerse; soy ve inanç sömürüsü siyasal destek bulursa; ırkçı-faşist, şeriatçı-tarikatçı, numaracı-cumhuriyetçi, AB'ci-ABD'ci, dönek ve sapkın, "demokratik hoşgörü" maskeli aymazlıkla izlenirse; kurtarıcı-kurucu ve arkadaşlarına karşı çirkin söylemler gülerek dinlenir, önlenemezse; anayasal demokratik düzeni koruyup güçlendirmekle yükümlü iktidar rejime karşı olursa; sömürücü sakıncalılar kimi üniversitelerde yuvalanır, kimi medyada çöreklenirse; lâik cumhuriyete, devletin tek'liğine, ülkeni tüm'lüğüne, ulusun bir'liğine karşı partiler kurulup terör örgütüyle işbirliği yapar ve Meclis'e girerse; Cumhuriyetin kazandırdıkları göz ardı edilip saltanat ve hilafet özlemi duyulursa, haksızlık, adaletsizlik, yolsuzluk, kayırma, âdi suçlar birbirine eklenip yaygınlaşırsa; üniversite özerkliğine değer verilmezse; anlamsız ve ilkel yasaklarla konuşup yazma özgürlükleri kısıtlanırsa; tarihimiz, Atatürk ve Ulusal Kurtuluş Savaşı'ndan soyutlanır, Çanakkale Savaşı Mustafa Kemal'siz anlatılır, şehitliklerde bağnazlar görevlendirilirse; Sevr'i yenilemek, Lozan'ı geçersiz kılmak isteyen doyumsuz Batı'nın istekleri buyruk gibi algılanıp yerine getirilirse; AB'ye üye olmadan ulusal egemenlik konusunda ölçü kaçırılıp ödünle düzenleme yapılırsa; yargıya el atılıp bağımsızlığı, yansızlığı ve güvencesi hiçe sayılırsa; demiryolları "komünist işi" ilân edilip karayollarında on binlerce yurttaşın yitirilip sakat kalmasına aldırılmazsa; yönetici ve siyaset adamları yargıya çatarak güveni ve saygıyı yıkıp mafya etkilerine kapı açarsa; yapılanmada, kentleşmede, beslenmede, çalışma başta olmak üzere yaşamın başka alanlarında boşluk, bozukluk, güçlük, birbirine eklenirse; devrimler yerine safsata, bilim yerine din, akıl yerine inanç, gerçek yerine varsayım, aydınlık yerine karanlık istenip fetva ve ferman dönemiyle tekke, türbe, zaviye, dergâh istenirse; partizanlık ve kadrolaşma iktidarın becerisi sanılıp desteklenir, kabadayılık, külhanbeylik ve takiyye alkışlanırsa; Anayasa ve temel yasalarla iktidar hırsı için oynanır, federatif yapıya kapı açacak hukuksal düzenlemeler ve sayısal çoğunlukla her şeyin yapılacağı sanılıp halk oylaması kötüye kullanılırsa; armağan paketleri ve öbür açılımlarla namus bilinmesi gereken oy alınıp satılırsa; tarikatlar cirit atar, haremlik-selâmlık uygulaması yapılırsa; İslâm'ın değil, siyasal İslâm'ın simgesi olan, dinsel hiçbir zorunluluğu bulunmadığı din bilginlerince de açıklanan sıkmabaş giderek artar, torpil aracı, anahtar, süslü kartvizit olarak kullanılır, kavga aracı kılınırsa; milliyetçilik yanlış anlatım ve bilgisizlerin suçlamalarıyla hafife alınırsa; kimi dinci kurslarda Atatürk'e hakaretle ant içilirse; eşitlik, toplumsal barış, ulusal dayanışma gereksiz görülürse; terör örgütü verilen şehitlerin acısıyla yana yürekleri durduracak söylemlerle örgütbaşının resmini taşıyıp slogan atarak kentleri karıştırıp kolluk güçlerine saldırırsa; teröristlerin affı istenirse; kimi meslek kuruluşları, dernek, vakıf, imzacı ve bildirici kişiler devlet ve özellikle silâhlı kuvvetler düşmanlığı yapıp terör örgütünü ve teröristleri koruyup kurtarmaya çalışırsa; iç ve dış borç ağırlığı altında ezilir, yabancılara karşısında eğilinirse; toplum olumsuzlukları kanıksar, uygar tepkiden kaçınır, güç karşısında geriler, uyarılarla ilgilenmez, sorunlara çözüm aramaya katkı vermezse; bağımsızlığın, özgürlüğün ve egemenliğin değeri bilinmezse; Atatürk ve İnönü dönemlerinin onuru, saygınlığı, kararlılığı, güveni, devrimciliği, devingenliği, 10. Yıl Marşı'yla yansıyan görkemi, gönenci ve coşkusu anımsanmazsa; yurttaşlık bilinci yitirilir, insanlık gerekleri yadsınır, çıkar güdüsüyle davranılırsa nasıl ayakta durabilir, nasıl ilerleyebilir ve nasıl varlığımızı sürdürebiliriz? Atatürkçülük bu aykırılıkları karşılayıp giderme gücüdür. Atatürk'ün gösterdiği yönden, açtığı yoldan ayrılırsak bizi hiçbir şey kurtaramaz.
Hepimiz Atatürk'ü beynimizde, yüreğimizde yaşatarak yaşamalıyız. Atatürk'çe düşünmek, çalışmak ve yaşamak ulusal ülkü olmalıdır. Atatürk'te anlaşmalı, birleşmeli, güçlenmeli, büyümeli, çoğalmalı, yükselmeli ve yücelmeliyiz. Birinci ödevimizin yüklediği sorumluluktan onur duyarak Atatürk'ün adımız ve andımız olduğunu gururla ve kıvançla yineliyorum.
Yekta Güngör ÖZDEN, 10 Kasım 2007
http://www.guncelmeydan.com/pano/hepimiz-sorumluyuz-yekta-gungor-ozden-t33025.html
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder