17 Nisan 2020 Cuma

ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANININ 30. CU YIL AÇIŞ KONUŞMASI

ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANI YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN İN 30. CU YIL AÇIŞ KONUŞMASI






Sayın Cumhurbaşkanı Vekili 
Sayın Başbakan,
Sayın Konuklar,
Değerli Meslektaşlarım,

Özellik taşıyan işlevleri nedeniyle Türk yargısında özgün bir yeri bulunan ve kuruluşu hukuk yaşamımızda bir dönüm noktası sayılan Anayasa Mahkemesi’nin 30. yıl dönümüne, çağırdığımız dost ülkeler, Almanya Avusturya, Çekoslovakya, Danimarka, Fransa, Hollanda, İsviçre, İtalya, Kanada, Güney Kore, KKTC., Macaristan, Mısır, Pakistan, Polonya, Portekiz’in ve Avrupa İnsan Hakları Komisyonu Başkan vekilinin yüksek yargı organları ilgililerinin onur verdikleri bu törenle, sizlerle birlikte kutlamaktan duyduğumuz mutluluk büyüktür. Anayasa Mahkemesi, Çağdaş hukuk devletinin tüm nitelikleriyle gerçekleşmesinde üzerine düşen sorumluluğun bilincinde olarak yükümlülüklerini özenle yerine getirmektedir. Anayasa’ya uygunluk denetimini, insan haklarını, hukukun evrensel kurallarını gözeterek, Anayasayı çağdaş yorumla yeni, güncel ve etkin kılarak sürdürmüş, hukukun üstünlüğü ilkesinin yaşama geçmesinde öncülük yapmıştır. 

Kendini hukukla sınırlayan, anlayışlı, hoşgörülü ve adaletli yaklaşımı yücelik bilen, disiplini yakınma değil, mutluluk duyuran, yargı denetimini, çoğulcu-katılımcı, kurallar ve kurumlar düzeni olan demokrasiyle özdeşleştiren devlet anlayışını güçlendiren kararlarıyla geleceğimize olumlu katkıda bulunmaktan kıvanç duyarak çalışmaktadır. 

Avrupa Anayasa Mahkemeleri Konferansının kurucu üyelerinden birisi olarak üzerine düşenleri aksatmadan gerçekleştirdiği gibi, dost ülkelerin yüksek yargı organları ve uluslararası hukuk kuruluşlarıyla ilişkilerini düzenli biçimde yürütmektedir. Örnek kararlarıyla anayasa yargısı konusunda yetkin ve uzman kuruluş kimliğiyle, Türk hukukunun ve demokrasisinin dayanaklarından biri olarak demokratik işlevini başarmaktadır.

Pozitif hukukun, niteliği, giderek değişmektedir. İnsan hakları gibi üst ilkelere dayanarak,  kurumlaşarak yaşama geçtikçe  değeri artacaktır. Artık “çoğunluk böyle istiyor” gerekçesi de eskimiştir. 

İnsan haklarından türetilecek kurallar insanlığın gerçek aydınlığını sağlayacak, barış ve mutluluğu sürekli kılacaktır. 
Bu bağlamda Hukuk-Adalet çatışmasının doğmasını önlemek öncelik taşımaktadır. 
Her gün eskiyen ve yetersiz kalan kuralların ilerici yorumlarla yeterli duruma dönüştürülmesi gerekir.

Hukuksal güvence, yargının en anlamlı ve değerli sunuşudur. Vargı denetimi, demokratik devletin gerçek gücü ve dayanağıdır. 
İnsan hak ve özgürlükleri, yaşama hukukla yansımakta ve en sağlıklı güvenceyi oluşturmaktadır. Hukuk düşünüp hukuk yapan, soluklu ve yaratıcı hukukçularla genişleyecek ufuklar, tüm insanlığın iklimidir. 

Anayasa Mahkemesi, yorumları, tanımları, öngördüğü gerekler ve koşullarla demokrasi, hukuk devleti, insan hak ve özgürlükleriyle lâiklik ve öbür hukuksal konularda ülkemizin yüzünü ağartan, Cumhuriyetimizin niteliklerini değerlendirip güçlendiren, hukuk çevrelerinde övgüyle karşılanan birçok karar almıştır. Hukuk devleti, her istediğini yapamayan, tüm işlem ve eylemlerinin hukuka uygunluğu koşul sayılan, bağımsız yargı denetimine açık, adaletli bir düzeni koruyup güçlendirerek toplumsal barışı, sağlık ve güvenlik içinde yaşatmayı amaçlayan bir insan ve hukuk kuruntudur. İnsan hak ve özgürlüklerinin tüm olanaklarını sağlamanın, varlık nedenimiz olduğunu yineleyip vurgulayan Mahkememiz, çalışmalarını hızlandırmış, karar verme sürecini kısaltmıştır. 
Öğreti ve uygulamayı izleyerek en güncel sonuçlara ulaşmak istemektedir. İnsan onurunu hukuk yoluyla tanımak istemenin güvencesini simgeleyen Anayasa Mahkemesi, adalete ters düşen kuralların uygulanmasını önleyerek siyasal kimliği olan yasa koyucuyu adalet ve insan hakları gerekleriyle sınırlarken bu yönden yaptığı siyaset dışı hukuksal denetimiyle, egemenliğin, iktidarda bulunanların değil, ulusun olduğu gerçeğini doğrulamaktadır.

Bu işlevini yerine getiı irken, hukukun varoluş amacına uygun biçimde, yani adalete ve insan haklarımı uygun oluşmasına, yeni normlar getirerek katkıda bulunmaktadır. Böylece kararlarıyla hem hukuku geliştirmekte, hem de hukukçuların ve hukukla ilgili herkesin ahlaksal ve hukuksal eğitimine yardımcı olmaktadır.

Bu bağlamda anayasal demokratik düzenin kimi dayanaklarının önemini bir kez daha vurgulamak yararlı olacaktır.

LAİKLİK:

Sonsuza değin yaşatacağımız Cumhuriyetin anayasal niteliklerinden lâiklik, Türk Devriminin ve Atatürk ilkelerinin en özgün olanıdır. 

Ümmetten ulus düzeyine geçişte kişilik kazanan birey, toplumun temel öğesidir. Hak ve özgürlükleriyle saygın bir varlık olan insanı en yüce değer bilen ve onurunu üstün tutan anlayış, çağdaş hukuk devletinin özüdür. Özgürlüğün ruhu, anlamı ve amacı insanın yüceliğine dayanır. Hukukun üstünlüğü de bundan kaynaklanmaktadır. Devlet en yüce değeri temsil etse de, temsil ettiği insandan yüce değildir. 
Devlet, yurttaşlarının her alanda özgürlüğünü sağlamakla yükümlüdür. 
Din ve vicdan özgürlüğü bunların başında gelir. 
Türkiye’de bu konuda hiçbir sınır yoktur. 
Kamu düzenini bozucu eylem biçimine dönüşmedikçe, devletin gözetim ve denetim işlevi de söz konusu değildir. 
Değişik tanımları yapılan, uygulama biçimi ülke koşullarına göre değişen lâiklik, başta din ve vicdan özgürlüğü olmak üzere tüm hak ve özgürlüklerin güvencesi, bağımsızlık, egemenlik ve eşitliğin kaynağıdır. 
Devlet yönetiminde ve toplum yaşamında din kurallarının değil, hukuk kuralları nın geçerli olması, bilim ve usun öncülüğünde demokratik yapılanmanın gerçekleşmesidir. Eğitim ve öğretimde, ailede, hukukta ikiliğin kaldırılması, devletin dinler karşısında yansızlığıdır. 
Lâikliğin din karşıtlığı olarak nitelendirilmesi de yanlıştır. 
Başkalarını asla ilgilendirmeyen özel alanların başında “inanç” gelir. 
Bu nedenle kimse, başkasının inancına ya da inançsızlığına karışamaz. 
Asla zor kullanamaz. 
Yönetimde ya da yargıda Anayasa ve yasalar savsaklanıp dinsel kurallara göre işlem yapılamaz, karar alınamaz. 
Demokrasi, kendisini dinle değil, us ve bilim gerekleriyle sınırlayan insani düzen olduğundan, herkesin inancı kendi yüreğinde ve kafasındaki saygın yerinde, iç dünyasını aydınlatacaktır. Demokrasinin ereği, dogmatizmden uzak, baskıdan arınmış, toplum yaşamını us ve bilimle güçlendirerek sürdürmektir. 
Devletin yüksek öğretim kurumlarında öğrencilerin hangi din, mezhep, tarikat ya da kökenden olduğunu gösteren belirtilerin kullanılması, çekicilik ya da iticilikte baskılara yol açabileceğinden, çağdaş eğitim ve öğretim için zorunlu koşul olan dostça ve kardeşçe ortam yıkılabilir. 
Lâiklik, yönetime bir dinin egemen olup baskı kurmasını önler. Anayasa Mahkemesinin bu konudaki kararlarında dayanılan Anayasa kuralları, insan hakları ve özgürlükler hakkında herkese ışıl, tutmaktadır. Yüce Atatürk’ün büyük bir seziş ve erişilmez anlayışla benimseyip uyguladığı lâiklik ilkesini, olmadık bahaneler ve ödünlerle kıyısından köşesinden çekiştirerek yıkmaya uğraşmak, bizi us ve bilim yolundan, insan hakları dayanağından ve çağdaş toplum niteliğinden yoksun, kılacak en ağır yanılgıdır. Anayasa Mahkemesi kararlarının 
herkesi bağladığını gözardı ederek, anlamaz ve önemsemez görünerek, bildiğini okumak davranışı da Anayasa’yı çiğnemektir. 

Bu tutumun değişik çevrelerde kimilerince karşıtlık ve direniş biçiminde sürdürülmesi, hukuk devletine yönelik saldırının boyutunu, tehlikenin 
büyüklüğünü anlatır. Unutulmamalıdır ki Anayasa’yı yorumlamakla yetkili tek organ Anayasa Mahkemesi’ nin açıklamalarına ve değerlendirmelerine 
göre Anayasa’ya anlam verilir ve karar değişinceye kadar nasıl yorumlanıyorsa Anayasa öyle anlaşılır, öyle uygulanır. 

Lâiklik ilkesinin yıkılmasına asla katlanılamaz ve göz yumulamaz. Anayasa değişmedikçe bu konudaki Anayasa Mahkemesi kararı dışına çıkılamaz. 
İnsanın tam bir özgürlük ve bağımsızlıkla kendi dünyasını kendisinin düzenlemesi, gücü ölçüsünde doğaya egemen olması, adaleti hukukta arayıp bulması, yaptırımları hukukun belirlemesidir. Çağdaşlık ve hukuk sorunu olarak güncel bir konudur. Lâik devlet anlayışı, hukuk dışı kaynaklı adalet ülküsüyle bağdaşamaz. Lâiklik, devletin, yurttaşlarına dinlerine göre yaklaşımını önleyen, eşit davranmasını, özellikle kadın-erkek eşitliğini gerçekleştiren bir çağdaşlık ve uygarlık kurumudur. Değerini bilmemiz gereken bir insanlık ortamıdır.

DEVLET, ÜLKE, ULUS:



Hukuksuz devlet, devletsiz hukuk olamaz. 

Bu olguyu yaşama geçiren uygar anlayış, varlığımızın dayanağını, toplumsal yaşamın çağdaş yapısını somutlaştırır. Hukuksal tanımıyla ülkeyi ve ulusu kapsayan devletin korunması her yurttaşın başta gelen görevidir. Devleti ortadan kaldırmak, karanlık ve kargaşa yaratarak ulusal yaşamı kesintiye uğratmak, hoşgörüyle karşılanamaz. Bağımsızlıkla, özgürlük ve egemenlik birbirinden ayrılması olanaksız varlık ögeleri olup ancak devletle, ülkeyle ve ulusla anlam ve değer taşırlar. 
Lozan Barış Antlaşmasıyla kesinlik kazanan sınırlarıyla Türkiye bölünmez bir bütündür. 
Ülkemiz, bin yıldan beri birlikte yaşayan, büyük çoğunluğu dili, dini aynı, değişik kökenli yurttaşların vatanıdır. 
Hangi kökenden olursa olsun hiçbir yurttaşımıza öbüründen ayrı işlem yapılmamakta, Demokrasinin olanakları hiç kimseden kaçınılmamaktadır. 
Her yurttaşa, her yol, her kapı açıktır. Kimi dış destekli ülke bütünlüğünü ve ulusal birliği bölücü girişimlerin benimsenebilir, haklı hiçbir nedeni yoktur. 
Kendi yurttaşlarını çocuk, genç-yaşlı, kadın-erkek, sivil-asker gözetmeden öldürenleri durdurmak ve yakalayıp yargıya teslim etmek için hukuksal önlem ve yöntemleri saldırı gibi gösterenlere inanılmamalıdır. Esirgenen bir hak, ulus içinde ayrı uygulamaya bağlı topluluk yoktur ki yaklaşım, anlaşma, yeniden yapılanma söz konusu edilsin. 
Devletin tekliğini tartışmak ve devleti paylaşmak düşünülemez. 
Devlet, yurttaşların dır. Her yurttaşın, her zaman karşılaşabileceği kimi olumsuz-aykırı işlemlere, kimi yoksunluklara, doğanın ve ekonominin 
koşullarına, çelişkilere karışın Türkiye, demokratik düzeni benimsemiş özgüllükler ülkesidir. Eğer bu durumlar başka ülkelerde de olmasa idi 
oralarda da yargı organları, yüksek mahkemeler, anayasal denetim kurumlan bulunmazdı. Yakınma ve dava konusu olaylar her yerde olabilir. Bir haksızlık varsa giderilmesini istemeden, hak arama yollarını izlemeden, saldırı ve savaşla devleti yıkmak, yapay azınlık savıyla ulusu bölmek bağışlanamaz. Silahlı başkaldırı ya da ayaklanmayı gerektirecek hiçbir durum söz konusu değildir. Ülkede müslüman azınlık yoktur, zorla da azınlık yaratılamaz. Bu konuda devlete yönelik tüm suçlamalar gerçek dışıdr. Yurttaşlar sınıflara ayrılarak, yapay 
azınlıklar yaratılarak kimi haklardan yoksun kılınamaz, koşullara bağlanamaz. Hakları kullanmada, özgürlüklerden yararlanmada sınır getirilen yerde eşitlik olamaz.

Anayasa Mahkemesinin 16.7.1991 gününde oy birliğiyle aldığı, siyasal parti kapatmaya ilişkin Esas 1990/ 1, Karar 1991/1 sayılı kararından şu bölümü bir kez daha bilgilerinize sunuyorum:

“Kimi siyasal nedenlerle dış etkenlerden kaynaklanan, kimi varsayım, yorum ve bahanelere dayanan, insan hakları ve özgürlük savlarıyla yoğunlaştırılan sakıncalı amaçlara geçerlik tanınamaz. Devlet “TEK”dir, ülke “TÜM”dür, ulus “BİR”dır. Ulusal birlik, devleti kuran, ulusu oluşturan toplulukların ya da bireylerin etnik kökeni ne olursa olsun, yurttaşlık kurumu içinde ayrımsız birliktelikleriyle gerçekleşir. 

Anayasa’da ve yasalarda yurttaşlar arasında ayrımı öngören hiçbir kural bulunmadığı gibi, kimsenin soy kökeninin yadsınması ya da kabul edilebilecek yeni bir savı da yoktur. Lozan Barış Antlaşmasıyla 18 Ekim 1925 günlü “Türkiye ve Bulgaristan Arasındaki

Dostluk Antlaşmasında sayılanlar dışında Türkiye’de “azınlık ’ ya da “ulusal azınlık” bulunmamaktadır. Diğer kökenli yurttaşlar gibi Kürt kökenli yurttaşların da kimliklerini belirtmeleri yasaklanmamış, azınlık ve ayrı ulus olmadıkları, Türk Ulusu dışında düşünülemeyeceği devlet bütünlüğü içinde anlatılmıştır. 21 Kasım 1990 günlü Paris Şartı’nın bağlayıcılığı ve bu Şart’ta Kürt kökenli yurttaşların azınlık sayılmasını gerektiren bir kural yoktur. Ulusal ve tekil devlet, etnik ayrılıklarla tartışılmaz. Herkesin, her zaman karşılaşabileceği ve giderilerek hukuk devletinde karşılığı istenebilecek aykırılık, çelişki, haksızlık ve yanlışlıklar insan hakları alanında sömürü nedeni yapılarak, gerçekler saptırılıp çarpıtılarak, üstü kapalı biçimde, ayrı ulus yoluyla ayrı devlet amaç olamaz. Tartışılamaz kavramlar ve değerlerle, ödün verilmesi olanaksız ilke ve niteliklerin kaynağı Türkiye Cumhuriyetidir. Türkiye Cumhuriyetinin de taraf olduğu yeni bir Avrupa 
için Paris Yasası, ırkçılığı, etnik düşmanlığı ve terörizmi kınamış ve “Güvenlik” ve “Ek-1” bölümlerinde de açık olarak ülke bütünlüğü ve demokratik düzeni yıkmayı amaçlayan hareketlere girişen kişi, grup ve örgütlere karşı koruma ve kollama sorumluluğunu milletler arası bir çağrı olarak kabul etmiştir.” Anayasa Mahkemesinin etnik kimliklerin yadsınamayacağı, ancak ulus birliğinin bölünmeyeceğine ilişkin bu kararını ön yargı koşullanma, özel amaç ya da anlamadan eleştirilere tarih ve ulus kavramı en iyi yanıttır. Anayasa Mahkemesi 
program ya da protokollere göre değil. Anayasa kurallarına göre karar verir.

Yurttaşlar arasında hiçbir ayrıma yer vermeyen anayasal düzeni güçlendirmek, çağdaş yorumlarla hukukun üstünlüğünü özenle ve duyarlıkla gerçekleştirip siyasal iktidarları Anayasa ve evrensel hukuk kuralları sınırında tutmak, haklan ve özgürlükleri korumak, mutluluk ve barışla uygarlığın ürünlerinden yararlandırmayı sağlamak görevimizi hiçbir durumda ve koşulda savsaklayamayız. 
Türkiye Cumhuriyeti devletinde birden fazla ulus yoktur. Değişik kökenli bireylerin hepsi Türk yurttaşıdır. Tarihsel bir gerçek olan “Türk Ulusu” olgusu 
yerine ırkçılığa dayanan ayrılıklar ve “Türk vatandaşlığı” niteliğini değiştiren savlara geçerlik tanınamaz. Birlikte yaşanan, savaşarak birlikte 
korunan ülkenin her yeri her yurttaşının dır. Tarihsel ve bilimsel hiçbir temeli olmayan, değişik kökenlerin özelliğiyle dokunmuş kültür birliğini de yaşam görüşleri, birbiriyle birçok yönden ve hiçbir zorlama, eritme, ezme olmadan kendiliğinden tek beden gibi kaynaşmış insanları ayırma çabalarına destek verilemez. İnsan haklarına sığınarak insanlara saldırılamaz ve insanlık suçlan işlenemez. Terör, halka eziyet ve zulümdür. Yıldırmadan öldürmeye, şiddetten nefrete, aldatmadan saptırmaya, beyaz zehir e değin kullandığı en soysuz araçlarla en ağır insanlık suçudur. Değerler düşmanıdır. Ortamı, bunalım, kargaşa, yangın ve yıkımdır. Bunların demokrasiyle hiçbir ilgisi yoktur. 
Yanlış anlaşılabilecek söz, yazı ve eylemden kaçınmak gereğine önemle değiniyorum. Bu konuda kimsenin ayrıcalığı yoktur. Terörü geçerli bir araç ya da yöntem saymak, terör örgütlerini hükümetler ile bir tutmak olanaksızdır. Tüm hukuk dışı olayları, öldürmeleri kınıyorum. 
Teröristlerden yana çıkarak ya da başka biçimde, teröre özendirici davranışlardan, konuşma ve yazılardan kaçınmak gerekir. Bu konuda 
aileleri, gençleri ve tüm ilgilileri özen göstermeye çağırıyorum.

Yineliyorum:

Türkiye’de yurttaşlar arasında hiçbir ayrım yoktur. Her yurttaş, her göreve gelebilir. Memur, subay, yargıç, milletvekili, cumhurbaşkanı da olabilir. Etnik kökeni ne olursa olsun devletin bireylere ve bireylerin birbirine karşı tutumu insanlık gereklerine dayanır. Her yer hepimizin dir. 
Kimi dış örnekler gibi bölünmeyi gerektiren sınır-toprak, nüfus, dil, din ayrılıkları, bölge özgürlüğü yoktur. Kimsenin devleti yıkılmamış, toprağı elinden alınmamış, bayrağı indirilmemiştir. Bin yıldır oturulan, birlikte yaşanan bu ülkede kimse asımıle edilmemiş, horlanmamış, dışlanmamıştır. Bireyleri arasında yasal ve özel hiçbir ayrım güdülmediği tarihsel örnekleriyle kanıtlanmış, toplumsal birlikteliği 
Türk Ulusu adıyla güçlenmiş Türkiye Cumhuriyeti’nin içtenliği, azınlıklara uygar yaklaşımıyla doğrulanmaktadır. Ülkenin kimi yerlerinde, özellikle İstanbul’daki azınlıkların durumu bunu açıklamaktadır. 

Demokratik haklar herkes içindir. Kimseden etnik özelliği nedeniyle esirgenen bir hak ve özgürlük yoktur. Kimi aykırılık ve çelişkiler her yerde, her zaman olabilir. Bunlar giderek düzeltilirken bu amaçla silâha sarılmak savunulamaz. Yurttaşlarım öldürerek hak aramak, insan haklarının neresine sığar ve nasıl bu yolla demokratik haklar sağlanır? Demokratik haklar, demokratik yöntemlerle aranır ve elde edilir. Masum insanlara soykırımı niteliğinde saldırıyı önlemek görevini yerine getirenleri öldürmek, devlet araçlarını yok etmek, devletin 
bayrağını indirip binalarını yıkmak, her tür ateşli silâhı kullanmak suçlarım işleyenleri yakalayıp cezalandırmak, devlet olmanın gereğidir. 

Saldırının içten ya da dıştan gelmesi hukuk karşısında hiç bir şey değiştirmez. Adı konulmamış savaş, iç ve dış destekli oldukça, demokratik özgürlüklerin sınırı aşılıp haklar kötüye kullanıldıkça, önlem alınması zorunludur. Devlet halkına ateş açmaz ve saldırmaz. Silahlı ayaklanmayla devlete karşı savaş yolu seçilirse bastırmak, karşılık vermek devletin en doğal hakkı, hattâ ilk görevidir. Devleti yalanlarla suçlayıp sahiplerini pişman edip utandıracak dış desteklerle ayrı devlet amacı gerçekleştirilemez. Başka ülkelerde bu tür olaylarda neler yapıldığını biliyoruz. Kendini korumayan devlet, devlet değildir. Ayrı konumlarda yurttaşlar yok ki “kardeşliğin sağlanması” istensin. Herkes zaten kardeş, arkadaş, hemşehri ve yurttaştır. Ulusu silâhla ayırma çabasını haklı bulmanın mantıkla da ilgisi yoktur. Terör örgütüyle devleti bir tutmanın anlamsızlığı açıktır. Silâh ticaretinin bilinen boyutları, kaynak ve depoları, kullanma amaç ve biçimleri bu konuda içtenlikli davranmayı gerektirir. Terör değil demokrasi destekleniyorsa, çıkar değil insanlık gözetilmelidir. Dostluk, komşuluk, birliktelik gibi değerli ilişkiler kısa vâdeli çıkarlara, bu yolda da teröre feda edilemez. 

Açlığa, yoksulluklara, hastalıklara, haksızlıklara, her türlü sömürüye, iç ve dış baskılara, teröre ve savaşa karşı birleşip hukuku üstün tutamazsak insanhğa borcumuzu ödeyemez, insan olmanın onurunu taşıyamayız. Terör örgütlerinin yaptığı kıyımlara, neden olduğu zararlara karşı çıkmadan, terörle savaşanlara güçlük çıkarmak ağır bir çelişki dir. Terörle demokrasi, demokrasiyle terör bağdaşamaz. 

Demokrasinin onurunu korumak insanlığın onurudur.

Kimi aydınların, kimi yazarların, kimi baskı grubu yöneticisinin susarak ya da kendilerine özgü ama hukuk tan uzak demokrasi ve insan hakları değerlendirme leriyle varlığımıza yönelik eylemleri kışkırtma ve sakıncalı girişimlere özendirme nitelikli tutumları düşündürücüdür. 
Anayasamın bireyden sonra koruduğu değerlerin başında devlet gelir. Ulusal ve uluslararası hukuk kurallarının karşı olduğu ve her zaman karşı olacağı bölücülük ve terörü kınayıp Anayasanın ilk üç maddesinin kaldırılmasını isteyen, yurttaşlarını korumak görevini yerine getiren devleti art niyetle suçlayan kuruluş ve kişiler iyi düşünmelidir. 
Devlet haksızlık yaptığında ona karşı da yargı yolu açıktır. 
Demokrasi, siyasal oyunlara, emperyalist tutkulara kıydırılamaz. 
İnsan boyutunu gözardı eden, yadsıyan hiçbir eylem ve oluşum geçerli ve değerli sayılamaz. 
Devletin yıkılmasıyla şeriat devleti ya da totaliter bir devlet kurma olanağı bulacakları hayaline kapılanlar uyarılmalıdır. 
Türkiye Cumhuriyeti giderek yükselen bir hukuk devleti ve dünya uluslar ailesinin onurlu bir üyesi olarak sonsuza değin yaşayacaktır.

DİŞ İLİŞKİLER VE DOSTLUKLAR:

Hiçbir devletin içişlerine karışmayan, hiçbir ülkenin toprağında gözü olmayan, Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” özdeyişini ilke bilip içtenlikle izleyen Türkiye Cumhuriyeti, dostlarının ve komşularının da aynı anlayış ve tutumu göstereceklerine inanmak istemektedir. 
Avrupa Topluluğunun gelişme yöntemini saptamak üzere Haziran ayında Lizbon’da yapılacak toplantıda, yöneltici ve özel amaçlı propagandaların etkisinde kalınmayacağını, kökten dinci akımlarla nükleer silâhların yayılma olasılıklarına karşı barışın güçlü kalesi olan Türkiye nin lâyık olduğu tam üyelik yolunda ikinci öncelikli ülke işlemi göreceğini umuyoruz. Türkiye, Avrupanın bir parçasıdır. Kaldıki ortak değerlerle insanlık ve dünya birer bütündür.

Savaş, hastalık, açlık, işkence, baskı terör ve insan hakları ile demokrasiye aykırı uygulamalar, tüm teknolojik gelişmelere ve iletişim ağının dünyayı giderek küçültmesine karşın, insanlığın, karşısındaki başlıca ulusal ve uluslararası tehlikelerdir. Yapay sorunlar, us ve bilim dışı savlarla dostluğa ve komşuluğa aykırı girişimler, insanlığa zarar verici davranışlardır. Uluslararası ilişkilere gösterilecek özen, öncelikle kendi uluslarımızın geleceği yönünden yararlıdır. Daha güçlü görünmek amacıyla, iç politika nedeniyle dış politika gösterilerine girmek, aşırı milliyetçilik akımlarını ya da kendi çıkarı için başka ülkelerdeki karışıklıkları destekleyip kışkırtmak sorunların artmasından, ateşin genişlemesinden başka sonuç getirmez. Çevresi karanlık ülke de aydınlık olamaz, karanlık olanın çevresi de... Hukukun birleştirici niteliği hukukçuların sorumluluğunu gündeme getirmektedir. Yalnız kendimiz, ülkemiz için değil, her ülke ve insanlık için de yükümlülüklerimiz vardır. Bunları konuşup tartışmak politika yapmak değil, insanlığa hizmet etmektir. Hukukun başlıca görevi de budur. Hukuktaki birlikteliğin Dünyanın her yerinde açlık, savaş, hastalık, baskı ve korkuya karşı insanlar için umut olarak yansıtılmasına çalışmak zorundayız. 
Kavramlarda birlik sağlamak bu doğrultuda en önemli aşamadır.

Dinsel, etnik ya da başka bir nedene bağlanan ayrımı çağdaş yaşam, uygar dünya için sakıncalı buluyor, dostluk ve barışı güven ve erdem kaynağı biliyoruz. Dünyanın neresinde olursa olsun insana yönelik saldırı ve haksızlıkları tüm insanlığa karşı işlenmiş suç sayıyoruz. 
Bu bağlamda, soykırım nitelik ve düzeyindeki durumlar için, ilk kez yurt dışındaki kuruluşlara çağrıda bulunarak yalnızca kınama biçiminde açıklanmasını beklediğimiz, ulusal yargı organlarının görev alanına girmeyen ve yansızlıkları nı etkilemeyen ilginin esirgenmesi, insan hakları konusundaki dayanışma yönünde düş kırıklığı yaratmıştır. 

Siyasal oluşumların dışındaki uluslararası insanlık sorunlarında ortak duyarlık, hukukun erdemidir. İlettiğimiz sorunlara ilgi gösteren dost ülkelerin kuruluşlarına içten teşekkür ederiz. Anlaşmazlıkların silâhla, savaşla değil, barışla çözümlenmesini, birbirinin toprak bütünlüğüne saygı göstererek dostlukların güçlendirilmesini, demokrasinin erdemini herkesin tatmasını, baskı ve haksızlıklara karşı çıkmakta birleşerek insan hakları utkusunu kanıtlamanın ortak onurumuz ve yaşam borcumuz sayılmasını, tüm insanların sağlık ve mutlulukla en özgür biçimde yaşamasını diliyorum.

Türkiyenin kimsenin toprağında gözü yoktur. Kendi toprağını da kimseye vermez. Türkiye yayılmacı değildir. Irkçılık ya da dincilik gütmez. Hukuk kaynağında, anlam ve amacında ayrılık olamaz. Dostluğun etkin aracı olan hukuku, bir insanlık öğretisi saymakta birleşelim. Bir araya gelmemiz için insan olmamız, aynı yönde çalışmamız için de hukukçu olmamız yeter. Renk, dil, din, soy ya da başka özellikler ayrılık nedeni olamaz. Bölgesel ya da ekonomik sorunlarla ayrılmayalım. 

Onları giderip dostça yaşamaya çalışalım. İnsanlık ölçüsü, hepimizin, her ülkede, her zaman ve her koşulda gözeteceğimiz, asla ayrım yapamayacağımız ve ödün veremeyeceğimiz evrensel bir ilkedir. 

Hukuk, yaşama bakış biçimi, insanlığın barış ve mutluluk yöntemi, uygarlık ölçüsüdür. Bu özü, evrensel bilinç durumuna ve düzeyine getirerek güçlendir meli, hukuku her ulusu ve herkesi birleştiren etkinliğe kavuşturmalıyız. Giderek artan ilişkilerimiz, kuruluşlarımızın dayanışması, karar ve ilkelerimizi birbirimize ileterek ayrılıp birleştiğimiz yönleri saptamak, bilgi ve deneyimlerimizi karşılıklı yarara sunmak hukuksal ayrılıkları azaltacaktır.

Ülke ve ulus ayrımı gözetmeden, insanlığın önündeki sorunları hepimizin sorunu bilerek çözelim. Güvenlik, baıış ve mutluluğu birliktelikle gerçekleştirip sonsuz kılabiliriz. Yönetimler değişir, ulusların dostluğu ilkedir. İnsanlık, dostluk ve meslektaşlık ilişkilerine büyük önem veriyoruz. Bu bağlar, geleceğe uzanan birer köprüdür.

KİMİ ANAYASAL DURUMLAR:

İnsan hakları evrensel bir ülküdür. Her durum ve koşulda, her zaman yaşanıp savunulmak, hiçbir nedenle sınırlamamak ve özüne dokunulmamalıdır. İnsan haklarının çiğnenmesi bağışlanmaz bir suç kabul edilmedikçe bu konudaki yakınmaların arkası kesilmez. 
Hukukçuların, özellikle anayasa yargıçlarının bu konuda sorumlulukları büyüktür. 
Mahkememiz, insan haklarına dayanan, yollamalar yapan, kararlar vermektedir. 
Yargıçların da uluslararası sözleşmelere daha çok özen göstermesi gerekir.

Önceki yıllarda izlenip saptanan Anayasa’ya aykırı düzenlemeler, işlemler, tutum ve davranışlarla bunların sakıncalarım belirtip eleştirmeyi yararlı bulmuyorum. Yinelenmeyecekleri umudu ve dileğiyle, özen gösterilmesinin hukuk devleti niteliği yönünden yararlı olacağına yürekten inandığım, kimi hususları vurgulamakla yetineceğim:

* İptal edilen kuralların bir tür karşı çıkma ve direnme biçiminde aynı içerik ve nitelikte yeniden yürürlüğe konulmasından,

* İptal kararı gerekçesinin yayımlanmamasına dayanarak çok zorunlu olmadıkça Anayasa’ya aykırılığı saptanan kuralları uygulamaktan, 
bu arada özellikle iptal edilmiş yetki yasalarına dayanarak KHK’ler çıkarmaktan,

* Zorunlu, ivedili ve önemli durumlar dışında KHK’ye başvurmaktan, yasama yetkisinin devri niteliğindeki düzenlemelerden,

* “Dâva açılmaz, açılıp iptal edilirse de karar yayımlanıncaya kadar uygular, yararlanıl iz” anlayışıyla aykırılığı belli kuralları yürürlüğe 
koymaktan, aykırılığı belirgin kuralların iptalini istemek üzere yargı yoluna başvurmayı kınamaktan,

* Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığına aykırı, anayasa 
suçu oluşturacak eylem ve işlemlerden kaçınılmalıdır.

Kararlar, gerekçeleri ve sonuçlarıyla biı bütün olup tersine görüşlerin uygun bir yanı yoktur.

* Anayasanın yasalarla düzenlenmesini öngördüğü hususların, KHK’ ler ile düzenleme yasağı dışında kalsalar bile, yasalarla düzenlenmesi yeğlenirse daha hukuksal davranılmış olur.

* 1982 Anayasası döneminde, Anayasanın 153. maddesi uyarınca kararların yürürlüğe girmesinin ertelendiği durumların hemen hepsinde, hukuksal boşluğu doldurması için yasa koyucuya verilen sürede yeni düzenleme yapılmadığı, 28 yılı aşan gecikmeler olduğu gözetilerek konuya eğilmek gerekir.

* Anlamı, tanımı, içeriği yenilenen ulusal egemenliğin bağsız- koşulsuz Ulus’un olduğu, yasama organının egemenlik kapsamındaki yasama yetkisini, bağımsız mahkemelerin de yargılama yetkisini Ulus adına kullandıkları, geçerlik yönünden aralarında bir ayrılık bulunmadığı, “seçilmiş-atanmış” ayrımının erkler ayrılığı ilkesine, demokrasiye aykırı düştüğü unutulmamalıdır. Yasama organını her seçimde belirleyen ulusal istenç, yargı organının kuruluşunda ve temelinde, baştan sona geçerli biçimde vardır. Anayasanın yaptırım içermemesi nedeniyle 
ona aykırı davranmanın sakıncalı olmayacağı anlayışının hukuk içinde yeıi yoktur. Anayasa kuralları ona saygılı olanları yücelten, onursal yaptırımı anlamında gömülü üstün belirlenmeleri dir.

* Yalnız Anayasa’ya uygun yasa değil, evrensel ölçütlere, hukukun üstün kurallarına ve uluslararası sözleşmelere uygun Anayasa gerekir.

* Siyasal sistemimizin sosyal içeriği gözardı edilerek devletin, bu alandaki çağdaş işlevi savsaklanamaz. Demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti ilkesini kimse çiğnememelidir. Hiç kimse hukukun ve Anayasanın üstünde ve dışında değildir. Herkesten andına bağlılık beklemek, ulusun hakkıdır. Demokrasiyi özümsemek, içimize sindirmek zorundayız. Seçimlerin ulusal istencin en demokratik biçimde belirlenme, yansıma ve somutlaşma yöntemi olduğu, çoğunluğun baskı aracı olmadığı unutulmamalıdır.

* Anayasa Mahkemesi’ne, Anayasayı denetleme yetkisi verilmemiştir. Kimi kuralları yetersiz, yararsız ve yanlış bulunsa da, değişinceye değin, yürürlükteki kuralların en üst düzeyindeki Anayasa’ya uymak zorunluluğu kesindir. 
Bunu tartışmak doğru değildir.

* Anayasa Mahkemesi, işlevleri siyasal nitelikli olmakla birlikte her tür siyasal eğilim ve etkiye kapalı, bağımsız bir yargı organıdır. 
Kararlarını günlük kesitlere, kimi geçici olaylara ve siyasal oluşumlara göre değil, Anayasa’ya göre vermekte, ilkeleri korumaktadır. Yeterli bilgiyi edinmeden, kişisel ya da başka nedenlerle eleştiriye kalkışmak, dedikodu, söylenti, yakıştırma, varsayım, siyasal ve dinsel amaçlarla yıpratmak kötülüktür. İlgililerin, özellikle devlet katlarında bulunanların bu tür sakıncalı tutumlardan kaçınmaları, kötü örnek durumuna düşmemeleri gerekir. Kimi üzücü olayları, gerçekleri saptırıp, tutarsızlık ve çelişkileri gözden kaçırmak için, red kararı verilmişken, iptal kararı verilmiş gibi kusuru Anayasa Mahkemesi’ne yüklemek, ulusun güvencesi olan yüce mahkemeyi yıpratmak asla doğru değildir. Yargıya 
saygı, onur ve erdemdir. Ne denilirse denilsin, adaleti, onu esirgeyenler ve ona karşı olanlar için savunmaktan ayrılmayacağız. Anayasa Mahkemesi kimseyle uğraşmaz ve kimseyi uğraştırmaz. Aykırılığı önler, uygunluğu önerir ve hukuka  öncülük eder.

Bir öğreti sayılacak hukuku, disiplin olarak tanımak istemeyenler, çıkarlarına engel bulanlar ya da siyasal amaçlarına elverişli araç bildikleri sürece hukuka yandaş görünenler insan hakları bilincinden yoksundurlar. Demokrasi, kişisel egemenliklere, baskı yönetimlerine geçit vermez. Bu olgu hukukla sağlanır. Kişisel ve toplumsal duyarlığı yitirmedikçe, demokrasinin çağdaş aşaması olan hukuk devleti varlığını sürdürür. Hak ve özgürlükler gibi tüm kurum ve kuruluşlar, onlara lâyık olanlar, onları benimseyip savunanlar için vardır ve değer taşır. Hukuksuz kalmayı onursuz kalmakla bir tutmadıkça hukuktan yararlanamayız. Güçlü olunca hukuku unutan la, güçsüz olunca hukuku hatırlayan arasında hiçbir fark yoktur. Muhtaç olmadığı zaman da saygı duyanların katkısı hukuku yüceltecektir.

Demokrasilerde yasama ve yürütmenin yargı çalışmalarına destek sağlamaları, öncelikle engelleri kaldırıp kararların yerine getirilmesine ağırlık vermeleri kendi geçerlilikleri yönünden önemli bir göstergedir.

YENİ ANAYASA HAZIRLIKLARI:

“Ayrıntılı-ayrıntısız Anayasa”, “ Dar-geniş Anayasa” ya da yalnızca “Temel hakları içeren Anayasa” önerileri, gerçekleşme evresinde yanıtını bulacak, toplumun özlemi gözetilerek doyurucu değerlendirmeler sonunda umuyorum ki siyasal birliği ve düzeni güçlendiren toplumsal barışın kaynağı olan en çağdaş Anayasa edinilecektir. Anayasa Mahkemesi, öbür kuruluşlara saygılı tutumunu sürdürerek kendi alanıyla ilgili önerilerini zamanında bilgiye sunacaktır. Şimdiden değineceğim ana konular şunlardır:

* Anayasanın “Yargı” bölümündeki değişikliklerle yargı erki güçlendirilmeli, hak arama özgürlüğünün kutsallığına ve yargının onuruna yaraşır çağdaş düzenleme ler ile daha kapsamlı, daha etkin denetim sağlanmalıdır. 
Yargı denetimi demokrasiyi arıtır ve aydınlatır. Tartışmaları, yakınmaları sona erdiren, belirlediği sonuçlar, gösterdiği yol ve yöntemlerle rejimi sağlıklı kılan, aykırılık ve çelişkileri gideren, kötülük, yolsuzluk ve haksızlıkları önleyen yargının tartışılmaz değerine uygun biçimde yapılanma ve düzenlenme zorunluluğu açıktır.

Çağdaş bir hukuk devletinde “erkler ayrılığı” ilkesinin temel koşulu, yargı erkin in bağımsızlığı kadar yasaların Anayasa’ya uygunluğunun 
denetlenmesidir. 

Anayasa Mahkemesini yasama organının üstünde, karşısında ya da altında göstermek yanlıştır. 
Yasama organının tamamlayıcısı durumundadır. Yasa koyucu yerine geçmeye asla özenmemek te, bu anlama gelecek görünümlerden kaçınmakta, iptalde doğan boşluklar için yasama organına süre vermektedir. Hukuk devletinin simgesi olan Anayasa Mahkemesi, yasama organının, dolayısıyla siyasal iktidarların geçerliğinin göstergesidir. Artık, “Anayasayı İhlal den kaynaklanan “İhtilâl” ve “Anayasa bunalımı-Siyasal Buhran” savları geçmemekte, hukuksal bir sorun olarak “Anayasa'ya aykırılık” durumu tartışılmaktadır. 

Anayasa Mahkemesinin kuruluşu yenilenerek üyeler üye veren kurumlarca doğrudan seçilmeli, TBMM’ne de kontenjan ayrılarak yeni bir dağıtım yapılmalıdır. Kararlar verildikleri gün yürürlüğe girmelidir. Böylece, 153. maddenin yazılışındaki çelişkinin neden olduğu sonuç bildirme de gereksiz kalır. Anayasa değişiklikleriyle yasaların biçim yönünden incelenmesindeki sınırlar kaldırılmalı, dava açma yetkisi tanınan kuruluşlar artırılmalıdır. Yasaların, uluslararası sözleşmelere uygunluğu da denetlenmelidir. “Şikâyet” yolu kimi koşullarda benimsenmelidir.

Tüm adaletsizlikleri gidererek kamu düzenini güçlendiren yargının, “güvencelerin güvencesi,” olduğu bir evrensel gerçektir. Anayasanın “Genel İlkeler”, “Temel haklar ve ödevlerle, “Yasama” ve “Yürütme” bölümlerinde de çağa uygun değişiklikler aynı doğrultuda gerçekleştirilmelidir. Yasa koyucunun ön yargılar dan, parti eğilimlerinden ve oy için ödünlerden uzak durarak en doyurucu ve kıvanç verici Anayasayı kazandıracağına inanıyoruz. Ulusal uzlaşma belgesi olan Anayasa, devlet gücünü uygar sınırlamanın, hak ve özgürlükleri güvenceye bağlamanın hukuksal yapıtıdır. Siyasal partilerin denetimi serbest kuruluş ilkesine uygun, genel ilkeler yönünden olmalı, akçalı denetim daraltılıp azaltılarak Anayasa Mahkemesinin yalnızca yaptırım belirleyeceği bir düzen getirilmelidir.

Anayasa Mahkemesinin siyasî partilere yapılan Hazine yardımlarının çok altındaki bütçesi, kendi hazırladığı biçimde, doğrudan yasama organına sunulmalıdır. Bağımsızlıkla bağdaşmayan, olurla kullanma durumu, kaldırılmalıdır.

Yargı bağımsızlığını, yargıç güvencesini gölgeleyen oluşumlardan dönülmeli, hak arama özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılmalı, adalet kolluğu, genel kolluk güçleriyle birleşen ve ayrılan yanlan gerçekçi biçimde belirlenip yargı organına bağlı olarak kurulmalıdır.

Tüm yargıç, savcı ve adalet görevlileriyle yüksek yargı organları üyelerinin özlük haklan ve aylıkları işlevlerine göre düzenlenerek adaletsizlikler giderilmeli, yüksek yaıgı organlarında Başkan-üye aylıklarında eşitlik sağlanmalıdır. Temelde Yüksek Mahkemelerin tüm konuları, kendi kuruluş yasalarında düzenlenmelidir.

Halkımız hızlı, doyurucu ve az giderli adalet istemektedir. Yargı kuruluşlarının yapıları, işlevleri, çalışma yöntemleri kuruluş ve yöntem yasalarıyla birlikte ivedi biçimde ele alınmalıdır. Yakınma ve söylentileri haksız çıkaran özenin yargının her katında gösterilmesi hepimizi gönendirir.

Ceza ve tutuk evleri ile salıverilme sonrası yaşam, insana yakışır biçimde Devletçe yüklenilmek, yasalardaki antidemokratik kurallar mutlaka ayıklan malıdır. Kuruluş Yasamız, Siyasal Partiler Yasası, Seçim Yasası öncelikle değiştirilmelidir.

Toplumun tüm kesimleri dinlenip öneriler değerlendirilirse sonuç daha iyi olur. Katılım, benimsenmeyi artırır. Memurlara sendika kurma hakkı açıklıkla verilmeli, gerekli yasa çıkarılmalıdır.

Demokratikleşme sürecinin olumlu, verimli biçimde sonuçlanacağı umudu demokrasiye inancı pekiştirecektir. Ulusumuza yaraşır, övünç duyuran, kalıcı bir Anayasa’ya kavuşmak amacında birleşiliyor ise, gerekli birikimin varlığı gözetilerek kapsamlı ve etkin çalışmalar hızlandırılmalıdır. Ulusal egemenlik kavramındaki değişikliğe, çağdaş yapısına ve ulusal üstü hukuk kurallarıyla yargı kurumlarının benimsenmesine göre gerekli değişiklikler gerçekleştirilmelidir. Katıldığımız uluslararası organlardaki eşit konumumuz, sakınca varsa, her ülke için söz konusu olabileceğini göstermektedir. Uluslararası kuruluşların yetkisini kabul etmek egemenlikle çatışmaz.

YÜCE DİVAN:

Son zamanlarda, ulusun en sağlıklı güvence kumrularından yargı organları arasında inan ve güven sarsıcı, dayanışmaya aykırı gereksiz önerilerle başlatılmak istenen tartışmaya uzak duruyoruz. Bakanların görev nedeniyle işleyecekleri suçların karma yapısı, Anayasa Mahkemesinin bu tür değişik görünümlü suçların niteliklerine uygun sivil- asker adlî ve İdarî yargıyla Sayıştay dan, üniversiteden, yönetimden ve avukatlıktan gelen üyelerle çalışması, siyasal partilerin akçalı denetimleriyle ihtar ve kapatılma istemlerine bakması ve 30 yılda 6 kez Yüce Divan sıfatıyla çalışarak zengin bir deneyim edinmesi 1876 Kanuni Esasi'ye, 1924 Anayasasındaki Divan Âli’ye Danıştay’dan da üye alınması, 1961 Anayasası görüşmelerinde uzun tartışmalarla getirilen düzenlemenin genelde doğrulanması, Yüce Divan istemini yineleyen yüksek Mahkemenin işyükü ağırlığı, ara mahkemelerin kurulması gereksinimi ve önceki yaklaşımı gözardı edilerek ve öbür yüksek mahkemeler bir yana itilerek, Anayasanın belirlemesiyle “En doğal yargıç” ilkesi durumundaki olguyu yadsıyan önerinin amacına ve niteliğinin ayrıntılarına bugün, burada değinmeyi uygun bulmuyorum. Yararsız, gereksiz, uyum bozucu, Danışma Meclisi’nin benimsenmeyen önerisine dayanan bir heves ve geriye dönüş anlamındaki istek, zamanında yeterince değerlendirilecektir. Sorunları çözümleyecek kuruluşların 
sorun yaratmalarını uygun karşılamak olanaksızdır.

BAROLAR:

Yargının, sav, savunma, karar üçlüsünden oluştuğu gözetilerek işlevlerine uygun konumlar, olanaklar ve ilişkilerde çağdaş düzey sağlanmalı, avukatlığı ve Baroları küçük görüp dışlayan yanlışlığa düşülmemelidir. Yaşam hakkı kadar kutsal ve hukuk devletinin gerçeklik ve geçerliğinin başlıca ölçütü olan hak arama özgürlüğünü yaşama geçirip adaletin güçlü sesi olan avukatlığa verilen önem, yargının genel düzeyini etkiler. Yargıya saygı hukukun üstünlüğü ilkesinin içtenlikle benimsenmesidir ve bunu Baroları dtşarda bırakmakla gerçekleştirmek 
olanaksızdır. Türkiye Barolar Birliği ve Barolarla ilişkilerimiz, yargı organlarıyla olduğu gibi gerçekçi, yapıcı ve içtcnliklidir. Baroların bağımsız olmadığı yerde hukuk devleti tartışmaları sürer. Yargıtay’ımızın önceki Başkanlarından, anısı önünde saygıyla eğildiğim İmran ÖKTEM’in 1967-1968 Adalet Yılını Açış Söylevinden şu bölümü aktarmayı yararlı buluyorum: “Türk avukatlarını bağımsız Barolarına kavuşturacak, kendilerini yönetmek imkânını vererek Baroları vesayetten kurtaracak Avukatlık Kanunu’nu beklemekteyiz.” Artık, 
gerekenler yapılmalıdır.

HUKUK ve İLKELER:

Adalet, devletin, temelidir. Hukuk üreten yargı organları bu özdeyişi geçerli kılan kuruluşlardır. İnsanı koruyarak hukuku saygın ve etkin kılacak hukukçular sorumluluklarının bilincinde oldukça yakınmalar azalacaktır. Gerçek Demokrasi kişilere değil, Kural ve Kurumlara dayandıkça kurulur. 
Bu temeli öncelikle hukukçular oluşturacaktır. 
Hukukçu korkak, çekingen, uydu nitelikli olamaz. Gerçekleri söylemekten kaçınmayan bilgili hukukçular mesleğin onurudur lar. Ulusumuz, hukukun kutsal aydınlığını yaşayarak sorunlarını çözecek, sürekli bağımsızlığı, egemenliği, özgürlüğü, barış ve mutluluğu hukukun sonsuz aydınlığında yaşayacaktır. Güvenlik, suskunluğun sığınağında değil, gerçeğin pırıltısında dır. Hukuk tek yönlü düşünme tehlikesini önler. 
Hukuk, açıklık ve gerçekliktir. Hukuk, öz severlikle bağdaşmaz. 

Yaşamı anlamlı, yaşamayı güvenli kılacak en sağlıklı kaynak, hukuktur. 
Siyasal yaşamı yönlendirip güçlendiren hukuku siyasallaştırmak yerine, siyasayı hukuksallaştırmak evrensel bir ilke durumuna gelmişken, yargı sorunlarıyla geride kalmak, uygarlık ve çağdaşlaşma sürecini uzatmaktır.

Gerçekleri, üstelik öz eleştiriyle söylemek asla siyasal bir çaba ve eğilime bağlanamaz. Tersine, yurtseverlik gereğidir. Yansız bir hukukçu olarak günlük değil, güncel düşünmek zorundayız.

Hukuk, özgürlüklerin anasıdır. Hukuksallık, demokrasinin ereği, insanlığın gereğidir. Yüzeysel yaklaşımlarla hiçbir sorun çözümlenemez. 

Özgürlükleri sürekli tartışmayı aşmalıyız. Geçmişin kalıntılarının ve tortularının etkisine sırt çevirmesini bilmeliyiz. Sosyal eşitsizlikleri kaldırmak çabasını sürdürmeliyiz. Hukuk devleti yapısı içinde, hukukun temel öğe ve gerçek dayanak sayılması, koşul niteliğinde algılanmalıdır. 
Hukuk devletinin gereklerini, öncelikle, görevliler yerine getireceklerdir. 
Bu soylu anlayışa uygun tutumlar övgü nedeni bilinmelidir.

Siyasal çıkarlar uğruna her tür ödünün verildiği hukuksallığın çekinilmeden yadsınıp gözardı edildiği, hukuka uygun olma özeninin yerini politik uyumun aldığı, bu bağlamda kimi bürokratlarda, kimi hukukçularda geçmişlerini gölgeleyen yakınlıklar kurularak tutarsızlıkların sergilendiği, birçok kimsenin yoksunlukları unutularak kimilerine ek gelirler sağlanarak yandaşlıkların gözetildiği ortam büyük üzüntü yaratır. Ahlâk ve değer yargılarını kötü biçimde etkileyen baskılar, yaşam koşullarındaki ağırlıkla birleşince toplumsal yönden sakıncası önlenemeyecek sorunlar ortaya çıkar.

Anayasayı soyut tanımlar çizelgesi durumundan çıkarıp genel yaşamı düzenleyen, ilişkileri çağdaş uygarlık çizgisinde dengeleyen ulusal 
uzlaşma belgesi olarak benimsemeliyiz. Demokrasinin değeri bilinmeli ve hukuksuz varlığı düşünülmemelidir. 
Güdümlü demokrasiye karşılık, hukuka bağlılık ve saygıdır. Hak ve özgürlüklere lâyık olma özeni, onları kullanıp koruma istenciyle kanıtlanır.

Bağımsızlık, özgürlük ve egemenliği koruyan, barış ve mutluluğu gerçekleştirip sürekli kılan hukukun etkinliği, benimsenip sayılmasına 
bağlıdır. Bunu sağlamak görevi de hukukçuların dır. Bir meslek gereği olmaktan ötede ulusal bilinç olarak, karakterimizin ögelerin den başlıcası olarak değerlendirilmedikçe başarı kazanmak olanaksızdır.

Anayasal ilkeler, 
İktidarların, yasama organı çoğunluklarının içtenlikli tutumlarıyla güçlenip kökleşir. Zedelenip yıkılmamaları için özen gösterilmedikçe hiçbir değerleri kalmaz. Aykırılık, çelişki ve yanlışlıklar yargı kararlarıyla önlenmedikçe toplumsal sarsıntıların, siyasal kargaşaların engeli kalmaz. Kuralları güçlü, kararları etkin yapacak tutum, onların saygıyla karşılanıp kaışı çıkılmadan uygulanmasıdır. 
Kararları yerine getiı ilmeyen yargı organlarının varlığı göstermeliktir.


Türkiye Cumhuriyetimin hukuk devleti niteliğini gerçekleştirip güçlendirmede Anayasa Mahkemesi, kendi seçkin, özgün alanda işlevlerini özenle yerine getirerek öncülük edecek ve öbür yargı organlarının başarılarına katkıda bulunarak Büyük Ulusumuza hakkı olan adaletin en doyurucu düzeyde sunulmasını sağlayacaktır. Hukukun üstünlüğü ilkesini, çağdaş ve evrensel düzeyde yorumlarla egemen kılarak hakları ve özgürlükleri en sağlıklı güvencelere kavuşturacak, hukukla adalet arasındaki çatışmaları, uygulama aykırılıklarını önleyerek demokrasiyi her konuda ve tüm özellikleriyle yaşatacaktır.

Hukuksallığı, tartışılmaz biçimde olmadıkça Devletin saygınlığı söz konusu olamaz. İnsana, topluma değer ve öncelik veren, insan haklarına dayanarak yönetimi yeğleme yen anlayış asla demokratik olamaz. Hukuku anayasal düzeyde yaşama geçiren Mahkememiz, yorumları, ilkeleri ve genel tutumuyla yalnızca Anayasanın bağlayıcılığını ve üstünlüğünü savunmakla kalmayacak, Ulusumuza her yönden yeterli bir Anayasanın sağlanmasını da, boşlukları doldurup gereksinimleri gözeterek, yüklenecektir. Yazılı Anayasa, Anayasa Mahkemesinin kararlarıyla her zaman çağdaş, doyurucu ve etkin olacak, toplum ve bireyler her zaman esenlik duyacaklardır.

Rejimin bekçisi olan Mahkememiz, ulusal onur saydığımız adaletin sunuluşunda yükümlülüklerinin bilincinde olarak, kuruluşundan bu yana olduğu gibi özveriyle, yansızlıkla çalışacak, güvencelerin güvencesi olma kimliğini başarıyla sürdürecektir. 
Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay üyelikleri seçimlerinde Mahkememiz Raportörlerine gereken yerin verilmesini bekliyoruz.

Bu arada kimi basın-yayın organının, eleştiriyi bırakıp çok saygı duyduğumuz basın özgürlüğüne yaraşmayacak biçimde insanı, kişiliği, görev özelliğini hiçe sayarak saldırıda bulunmasını, gerçek dışı yayın yapmasını, düzeltme ve karşılığa, yer vermemesini, özür dilemekten ve öz eleştiriden kaçınmasını, kurum ve konu önemini gözetmeyen tutumlarını yadırgıyorum. Kendi güvencesini üstelik içeriden yıkmak en ağır yanılgıdır.

Hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmasına, terörün ve sömürünün her türüne, baskılara, adaletsizliklere karşı çıkıp hukuktan hiç ayrılmamak ilkesi hepimizi gönendirecek, dirlik ve düzeni sürekli kılacaktır.

Son aylarda yaşanan kaza, doğal yıkım ve bölücülük olaylarında, önceden olduğu gibi içtenlikli ilgileriyle yurt içinde ve yurt dışında büyük beğeni toplayan Şanlı Ordumuzun ve özverili kolluk güçlerimizin uygar yaklaşımlarıyla başarıları, huzursuzlukların giderilmesine önemli katkıda bulunacaktır. Çabaları için hepsini yürekten kutluyor, ulusça duyduğumuz acılar nedeniyle herkese başsağlığı ve geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor, yitirdiklerimizin anıları önünde saygı ile eğiliyor, yaralıları için ivedi iyileşme istiyorum.

30. Kuruluş Yıl dönümü kutlamaları için yakın ilgileriyle destek veren Sayın TBMM Başkam’na, başta Sayın Başbakan olmak üzere ilgili Bakan ve Genel Müdürlere, Özellikle Basın Yayın Genel Müdürlüğü ile TRT Kurumu’na, çağımızı kabul eden dost konuklara, konseriyle duygulandıran Ankri Orkestrasına, renkleriyle kucaklayan Ressam Mümtaz BÖLMEN ’e içten teşekkürlerimi yinelerim.

Hukukun barış sağlayan engin aydınlığında daha güvenli ve görkemli gelecek özlemi ve nice kuruluş yıl dönümlerini kutlamak umuduyla 
hepinize esenlikler diliyor, Saygı Sunuyorum.

https://www.anayasa.gov.tr/media/3994/32.pdf

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder