29 Mayıs 2017 Pazartesi

Birinci Dünya Savaşı Öncesi ve Sonrasında Türkler BÖLÜM 3






Birinci Dünya Savaşı Öncesi ve Sonrasında Türkler  BÖLÜM 3

100. Yılında I. Dünya Savaşı 


II. Abdülhamit’in Almanya Politikası 

19. yüzyılın sonlarına doğru Avrupalı devletler de kendi aralarında hem siyasi hem de ekonomik anlamda çekişme içerisindeydi. Bu devletlerden Almanya, birliğini geç tamamladığı için sömürgecilik faaliyetlerinde de İngiltere ve Fransa’ya göre daha az pay aldığını düşünüyordu. Bu nedenle de İngiltere, Fransa ve Rusya ile çekişme halindeydi. Ayrıca diğer Avrupa devletleri Osmanlı Devleti’ndeki azınlıkları kullanarak Osmanlının içişlerine karışırken Almanya’nın böyle bir politikası bulunmuyordu. Ayrıca Almanya ile Osmanlı Devleti’nin sınır sorunu olmaması, Almanya’nın Müslüman sömürgelere sahip olmaması, Almanya’nın ekonomisinin güçlü olması vb. nedenler de Osmanlıyı Almanya ile yakınlaştırmıştı. II. Abdülhamit, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Doğu’ya yönelme siyasetini dikkate alarak bu durumu diğer Avrupalı devletlere karşı denge politikası gütmek amacıyla kullanmak istedi. II. Wilhelm’in 1889’da İstanbul’u ziyaret etmesiyle iki ülke arasındaki ilişkiler en üst düzeye çıktı. Bu ziyaret sırasında Bağdat Demiryolu Hattının yapımı Almanlara verildi. Bu proje kapsamında 1898-1914 yılları arasında 1037 km demiryolu Almanlar tarafından 
yapıldı. Osmanlı Devleti, Almanya ile ilişkilerini zamanla geliştirerek Osmanlı ordusunun silah ve eğitmen ihtiyacını da Almanya’dan karşılamaya başladı. Böylece Alman etkisi Osmanlı ekonomisinden, ulaşıma, ordudan subayların eğitimine kadar sirayet etti. Bu etki dolayısıyla ordudaki subaylarda Almanya sempatisi oluştu. Bu sebepler ileride yönetimi ele geçiren İttihat ve Terakki Partisi üyelerinin Almanya ile Birinci Dünya Savaşı’nda güç birliği yapmasına kadar gidecektir15. 

Cumhuriyet Atatürk Dönemi Avrupa Politikası 

Yeni kurulan Türk Devleti, Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması ile birlikte uluslar arası camiada yerini almış ve bu antlaşma dış münasebetlerin de temelini oluşturmuştur. 1923-1930 yılları arasında Türk dış politikası, Lozan Antlaşması ’nda sonuçlandırılamayan konular ve Lozan’da karara varılan meselelerin halledilmesi üzerine kurulmuştur. Bu hedeflerin temelini barışçıl yollarla geçmişe dair konuların halledilmesi, büyük devletlerle olan münasebetlerin normalleştirilmesi ve komşu devletlerle her türlü ilişkilerin geliştirilmesi oluşturmuştur. Batılı ülkelerden İngiltere ve Fransa ile Lozan’da çözüme kavuşturulamayan Musul meselesi, borçlar sorunu, sınırlar, yabancı okullar sorunu ve Yunanistan ile “ Etabli ” anlaşmazlıkları bu dönemin başlıca halledilmesi gereken konularındandır. 

Türk-Sovyet Münasebetleri 

Lozan Barış Antlaşmasından sonra İngiltere ile yaşayan Musul Meselesinde anlaşmazlık Türkiye ile Sovyet Rusya’yı birbirine yakınlaştırmıştır. Çünkü 
Sovyet Rusya, Batılı devletlerin kendi topraklarına karşı duyduğu sömürgeci politikalara karşı müttefik arama politikasında Türkiye’yi önemli bir durak 
olarak görmüştür. Bu dönemde Almanya Locarno Antlaşması ile Batılı diğer devletlerle birlikte hareket edeceğini deklare etmişti. Sovyet Rusya da 17 Aralık 1925 tarihinde Paris’te Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşmasını imzalayarak Almanya’ya karşı cephe oluşturmaya çalışmıştır16. 

Bu antlaşma üç yıl süre ile geçerli olmak kaydıyla, tarafların birbirlerine saldırmayacaklarını, taraflardan birisine bir saldırı yapıldığında diğer 
devletin tarafsız kalacağı maddelerini içermekteydi. Bu antlaşmadan sonra Türkiye Dışişleri Bakanının Odessa’yı ziyareti iki münasebetlerini  daha da pekiştirmiştir. Sovyet Rusya ikili ilişkilerin gelişmesine bağlı olarak Silahsızlanma Konferansına Türkiye’nin de katılmasını teklif etmiş ve Lozan’dan sonra ilk defa Türkiye uluslar arası bir toplantıya çağrılmıştır. 

Türkiye kısa zamanda birçok dış meseleyi hallederek hem ekonomik hem de siyasi anlamda Batılı ülkelerle iyi münasebetler kurmaya başlamıştır. 
Bu münasebetler zamanla Sovyet Rusya’yı rahatsız etmiştir. Çünkü Sovyet Rusya, Türkiye’nin Batı bloğu içerisinde yer almasını istemiyordu. 
Türkiye, ülkedeki komünist hareketlere karşı şiddetli tedbirler almış ve yasaklamıştır. Sovyet Rusya ise alınan bu sert tedbirlere karşı tavrını koymuş 
ve komünizme karşı tedbirleri kendisine yapılmış tedbirler olarak telakki etmiştir. Hatta bu konuda Sovyet Komünist Partisinin yayın organı Pravda gazetesinde birçok haber yapılmıştır. Türk hükümeti de yapılan bu haberlere karşılık Milliyet gazetesinde haberler yaptırmıştır. 6 Temmuz 1929 tarihli Milliyet gazetesinde Pravda’da çıkan haberlere karşı şöyle cevap verilmiştir: “Pravda gazetesi komünistliği kutsal sayabilir, fakat dünyadaki hiçbir dava Türkiye’nin milliyetçilik yani yeni kimlik oluşturma davasından daha kutsal olamaz.”17 

Sovyet Rusya, Millî Mücadele döneminde hem ekonomik hem de askeri teçhizat konusunda Türkiye’ye önemli yardımlarda bulunmuştu. Sovyet Rusya bu yardımları yaparken hem emperyalist güçlere karşı geldiğini düşünüyor hem de Türkiye’nin zamanla komünist politikaları benimseyeceğini umuyordu. Fakat Türkiye’nin Batılılaşma politikası ve komünizme karşı tavrı onları büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştır. 1925 tarihinde imzalanan Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması 1929 tarihinde yeniden revize edilmiş ve iki yıl daha uzatılmıştır. Yeni antlaşmaya göre ayrıca tarafların karadan veya denizden komşu oldukları devletlerle birbirlerine danışmadan siyasi antlaşma yapamayacakları hükmü getirilmiştir18. Bu antlaşma Sovyetler Birliği tarafından 1945 yılında feshedilinceye kadar yürürlükte kalmıştır. 1923-1930 yılları arasında Türkiye-Sovyetler Birliği münasebetleri dostane biçimde sürdürülmüştür. Fakat Türkiye dış siyasetinde sadece Sovyetler Birliği ile ilişki kurmaktan öte diğer Batılı büyük devletlerle de sıkı münasebetler kurmaya başlamıştır. 1930-1938 yılları arasında da Türk-Sovyet münasebetleri dostane biçimde sürmüştür. Türkiye’nin 
Milletler Cemiyetine kabul edilmesi ilişkileri biraz olsun koparmışsa da Sovyetler Birliğinin, Milletler Cemiyetine girmesinde Türkiye’nin çaba göstermesi iki ülke işbirliğini devam ettirmiştir. Fakat Montreux Boğazlar Sözleşmesi iki ülke arasındaki ayrılığın ilk adımı olmuştur. Bu antlaşmanın hükümleri Sovyet Rusya tarafından her alanda eleştirilmiş ve kendisine yapılmış bir hareket olarak görülmüştür. Boğazlar Sözleşmesi sonrasında Türkiye İngiltere ile daha sıkı münasebetler kurmaya başlamıştır. Çünkü Türkiye, Sovyet Rusya’nın komünizm politikasını Türkiye’de de yaymaya çalışmasını tehdit olarak algılamış ve buna karşı Batılı ülkelerle yakınlaşmaya çalışmıştır. 

Türk-İngiliz Münasebetleri 

Lozan Antlaşması’ndan sonra Türkiye ile İngiltere arasında en büyük sorun Musul Meselesi olmuştur. Musul Meselesi zamanla diğer devletlerin de müdahil olmasıyla karmaşık bir hal almıştır. Lozan Konferansında Türkiye, Irak sınırının belirlendiği sırada Musul ve Süleymaniye’de Türklerin çoğunlukta olmasını sebep göstererek bu bölgelerin Türkiye sınırları içerisinde kalması gerektiğini savunmuştur. Irak’ı manda olarak kullanan İngiltere ise bu talebe itiraz ederek bu bölgelerin Irak sınırında olduğunu iddia etmiştir. İki ülke uzun müzakereler etmişse de anlaşma sağlanamamıştır. Bunun üzerine Irak sınırının belirlenmesi hususunda iki ülkenin müzakerelere devam etmesine, şayet anlaşamazlarsa konunun Milletler Cemiyeti Konseyine götürülmesi gerektiğine dair karara varmışlardır. 1924 yılında İstanbul’da bir araya gelen İngiltere ve Türkiye anlaşamamışlar ve konu Milletler Cemiyetine intikal etmiştir. Çünkü İngiltere Musul Vilayeti dışında Hakkari Vilayetinin de Irak sınırlarına dâhil olması 
gerektiğini öne sürmüş ve anlaşmaz bir tutum sergilemiştir. Türkiye’yi anlaşmaya zorlamak için de Irak sınırında karışıklıklar çıkarmıştır. İki 
ülkeyi savaş durumuna getiren bu sorunda Fransa, İngiltere’nin yanında yer almıştır. Hatta Türkiye’nin yalnızlaştırılması politikası izlenmiştir. 

Başarılı olmayan görüşmeler sebebiyle Lozan Barış Antlaşması’nda alınan karar gereğinde mesele Milletler Cemiyeti Konseyine götürülmüş ve Konsey Musul’u Irak’ta bırakmanın uygun olacağına dair bir tavsiye kararı almıştır. Türkiye, bu tavsiye kararına uyarak 5 Haziran 1926 tarihinde bir antlaşma imzalayarak Türkiye-Irak sınırının belirlenmesini sağlamış tır19. 

Böylece Türkiye-İngiltere bunalımı da sona ermiştir. Türkiye’nin bu antlaşmayı imzalamasında İngiltere’nin Türk topraklarında çıkardığı karışıklıklar ve bölge insanını kışkırtmaları da etkili olmuştur. 

Türk-İtalyan Münasebetleri 

İtalyanlar, yaptıkları gizli anlaşmalarla Anadolu’da elde ettikleri toprakların büyük bir bölümünü, Paris Konferansı’nda Yunanlılara kaptırınca, İtilaf 
Devletleriyle anlaşmazlığa düştüler. Mondros Ateşkes Anlaşması’yla işgal ettikleri Türk topraklarında da halka karşı kötü muamelede bulunmadılar. 

II. İnönü Zaferi’nden sonra işgal ettikleri bölgelerden sessizce çekildiler. Daha sonra gelişen olaylarda da Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ni  destekleyen siyasetleriyle barışçı politikalarını sürdürdüler. 5 Temmuz 1921’de Anadolu’yu tamamen boşalttılar. Lozan Barış Antlaşması’nda çözüme  kavuşmayan Musul meselesi, Yunanistan ile etabli anlaşmazlığı gibi sorunlarla uğraşan Türkiye dış politika da oldukça yoğun bir dönem yaşıyordu. 

Bu durumdan faydalanmak isteyen İtalya, Türkiye’den farklı taleplerde bulunarak kendi sömürgeci politikasına uygun davranmasını istiyordu. 
Fakat Türkiye’nin kısa sürede sınır sorunlarını halletmesi ve hem ordu hem de ekonomik olarak güçlenmesi sebebiyle politikasında değişikliğe gitmiştir. Mussolini’nin Türkiye ile dostane münasebetler kurmak istemesinin en büyük sebebi çevresinde bulunan ülkelerin kedisine karşı ittifaklar kurmasıydı20. Çünkü İtalya’nın Arnavutluk’u kendi hâkimiyetine almasından sonra Yugoslavya sıranın kendisine geleceğini düşündüğünden zaman geçirmeden Fransa ile ittifak antlaşması imzalamıştı. Bu duruma karşı İtalya da sömürgecilik politikasından vazgeçmiş ve Türkiye ile dostane münasebetler kurmak amacıyla 30 Mayıs 1928 tarihinde Tarafsızlık ve Uzlaşma Antlaşması imzalamıştır. 

Türk-Fransız Münasebetleri 

Fransızlar, Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra Adana ve çevresini, daha sonra da İngilizlerle anlaşarak Urfa, Antep ve Maraş’ı işgal ederek bölgedeki yerli Ermenilerle iş birliği yaptılar. Bu bölgelerde bir Fransız yönetimi kurmak istediler. Savunma savaşının başlaması üzerine Fransızlar, Türk topraklarında tutunmanın kolay olmayacağını anladılar. Millî Kuvvetler karşısında dayanamayarak geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu arada Fransızların, Almanlarla Versay Antlaşması’nın tatbiki konusunda problemleri vardı. Fransa, Sevr Barış Antlaşması’ndan üç ay önce Türkiye Büyük Millet Meclisine başvurarak Güney Cephesi’nde yirmi günlük bir ateşkes istedi. Bu isteğini Türkiye Büyük Millet Meclisine iletmekle onun varlığını tanımış oluyordu. Moskova Antlaşması’nın imzalanmasından sonra, Fransızlar, Mebuslar Meclisinin Dış Komisyon Başkanı Franklin Bouillon (Franklen Buyon)’u Ankara’ya göndererek bir anlaşma zemini aradılar (9 Haziran 1921). Fransız kamuoyu da, Türk dostu olan Fransız yazarların etkisiyle, haklı bağımsızlık mücadelemizi destekledi. Sakarya Zaferi’nin kazanılmasından hemen sonra Ankara’da bir antlaşma imzalandı (20 Ekim 1921). Ankara Antlaşması’nın imzalanmasından sonra, TürkFransız dostluk ilişkileri gelişti. Güney sınırımız (Hatay hariç) bugünkü hâlini aldı. Güney Cephesi’nde savaş sona erdi21. Lozan Antlaşması’ndan sonra Türkiye-Fransa arasındaki münasebetlerde Osmanlı Borçları, Türkiye-Suriye sınırının tespiti, Misyoner okulları, Adana-Mersin Demiryollarının satın alınması gibi önemli uyuşmazlık konuları sorun olmuştur. 
20 Ekim 1921 tarihinde Fransa ile imzalanan Ankara Antlaşması sonrasında Türkiye-Suriye sınırını belirleyecek komisyon çalışmaları başarılı olmamıştır. Türkiye ile Fransa diplomatik münasebetlerini sıklaştırarak bu sorunun çözümlenmesi için uğraşmalarına rağmen sınır uyuşmazlığını halleden Dostluk ve İyi Komşuluk Sözleşmesi ancak Musul anlaşmazlığının halledilmesinden sonra 30 Mayıs 1926 tarihinde imzalan mıştır 22. 

Fransa ile Türkiye arasındaki en büyük meselelerden birisi borçlar olmuştur. Lozan Barış Antlaşması’nda Osmanlı Borçları tamamıyla çözüme 
kavuşturulamadığından daha sonra yapılan görüşmelerde de sorunlar yaşanmıştır. Çünkü Lozan’da alınan karara göre antlaşmada öngörülen 
prensipler doğrultusunda ilgili devletlerin vatandaşları ile Türk hükümeti arasında görüşmeler yapılacağı kabul edilmişti. Osmanlı Devleti en fazla 
Fransız vatandaşlarına ve şirketlerine borçlu idi. Bu nedenle Fransa borçlar konusunda baskı yapıyordu. Bu konu hakkında 13 Haziran 1928 tarihinde 
Paris’te antlaşmaya varılmasına rağmen 1929 yılında dünyada baş gösteren ekonomik bunalım borçların ödenmesini zorlaştırmıştır. Türkiye  borçların yeniden yapılanmasını talep etmiş ve görüşmeler sonucunda 22 Nisan 1932 tarihinde eskisine göre daha iyi şartlarda yeni bir antlaşma imzalanmıştır. 
Böylece Fransa ile borçlar meselesi de halledilmiştir. 

Fransa ile diğer bir anlaşmazlık ise Türkiye’de bulunan Fransız okullarındaki tarih ve coğrafya derslerinin Türkçe okutulması, bu dersleri Türk öğretmenlerin vermesi konusunda yaşanmıştır. Türk hükümeti tarafında hazırlanan eğitim-öğretim yönetmeliğine çoğu Fransız okulu uymayı reddetmiştir. 

Bunun üzerine de Türk hükümeti karara karşı çıkan Fransız okullarını kapatmıştır. Fransız Elçiliği ve Papalık bu sorunun çözümüne dair müdahil olmak istemişlerse de Türk hükümeti sadece okul idarelerini muhatap kabul ettiğini ve meselenin kendi iç sorunu olduğunu söyleyerek dış müdahalelere karşı tavrını açıkça belirtmiştir. Fransız okullarının çoğu bu nedene bağlı olarak kapatılmış ve Fransa ile aramızda siyasi gerginlik yaşanmıştır. Bu dönemde Fransa her konuda Türkiye aleyhine tavır sergilemiştir. Kapitülasyonların kaldırılması kararı çerçevesinde Adana-Mersin demiryolunu işleten Fransız şirketi kanunla devletleştirilmiştir. Bu devletleştirme kararına da tepki gösteren Fransa daha sonra 1929 yılında yapılan uyuşmazlık antlaşmasıyla kararı kabul etmiş ve olay çözümlenmiştir. 

Amerika ile İlişkiler 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ne karşı, siyasi tutumunu değiştirerek ilişkiye geçen ilk devletlerden biri de Amerika Birleşik Devletleri oldu. Daha önce, ABD Cumhurbaşkanı Wilson, on dört maddelik bildiri yayımlamış ve bu bildiride Türklerin çoğunlukta olduğu bölgelerde bağımsız bir Türk Devletinin kurulmasını kabul etmişti. ABD, İtilaf Devletlerinin yanlış bilgilendirmeleri sonucunda Doğu Anadolu’da bir Ermenistan Devleti kurulması fikrini kabul etmişti. Fakat Doğu Anadolu’da incelemeler yapan resmî Amerikan heyetlerinin, bu yerlerin Türk bölgesi olduğunu belirtmeleri ve buralarda bir Ermeni Devleti’nin kurulmasının anlamsız olacağını ifade etmeleri, Amerikan siyasetinde değişiklik meydana getirdi. Ermenilere olan ilgi azaldı. Amerikan Kongresi’nde manda fikri reddedildi. Böylece büyük bir devletin İtilaf Devletleriyle birlikte Türkiye’ye olan baskısı ortadan kalktı. Türk-Amerikan dostluk ilişkileri giderek gelişti. 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder