29 Mayıs 2017 Pazartesi

Birinci Dünya Savaşı Öncesi ve Sonrasında Türkler, BÖLÜM 1



Birinci Dünya Savaşı Öncesi ve Sonrasında Türkler,  BÖLÜM 1



Salih Yılmaz* 
*Doç. Dr., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 


Giriş 
Salih Yılmaz 

Özet 

Büyük Devletlerin Siyasetleri 

Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı Devleti’nin kurulduğu topraklar, coğrafî konum açısından dünya üzerinde önemli bir yere sahipti. 
Bu yüzden, Türkiye Cumhuriyeti kurulana dek bu topraklar birçok devletin saldırısına hedef olmuştur. Avrupa Devletleri, kendi aralarında yaptıkları gizli 
anlaşmalarla Osmanlı Devleti’ni paylaşmışlar ve “Hasta Adam” olarak niteledikleri bu devleti bir şekilde parçalamak amacıyla planlar yapmışlardır. 
Osmanlı Devleti de Avrupalı devletlerin bu planlarına yönelik olarak kendince manevralar ortaya koymuş ve yıkılmamak için direnmiştir. Fakat Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılmasıyla başlayan süreçte halkın iradesiyle ortaya çıkan Milli Mücadele, Avrupalı devletlerin planlarının önünde durmuştur. 
Milli Mücadelenin başarıya ulaşması ve yeni bir devletin kurulmasıyla devletler arasındaki politikalar da farklı bir boyut kazanmıştır. 

Atatürk Döneminde denge politikası yürürlüğe konulmuş ve büyük devletlerle buna uygun münasebetler yürütülmüştür. 
Bu makalede Osmanlı Devleti’nin Avrupa Politikası, Büyük Devletlerden İngiltere, Rusya, Fransa ve Almanya’nın Osmanlı Devleti politikaları ile  Atatürk Dönemi Türk dış politikası işlenmiştir. 

Anahtar kelimeler: Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti, Şark Meselesi, Dış Politika, Avrupa’da Siyaset, Türkiye, 


Birinci Dünya Savaşı’nın nedenlerini Fransız İhtilali’nin meydana getirdiği düşünce akımlarında ve Sanayi İnkılâbı’nın ortaya çıkardığı sömürgecilik 
yarışında aramak gerekir. 19. yüzyıl içinde sanayileşmenin hızla gelişmesi ve Sanayi İnkılâbı’nın gerçekleştirilmiş olması, sömürgecilik faaliyetlerinin 
artmasına yol açmıştır. Avrupa ülkeleri, Afrika ve Uzak Doğu’da birbirleriyle rekabet etmeye başlamışlardır. Birçok ülkenin ekonomik çıkar çatışmaları 
karşılıklı siyasî rekabetlere, uyuşmazlık ve çatışmalara yol açmıştır1. Gerek Rusların Panslavist politikası ve Asya’da yayılması ve gerekse Almanların 
İngilizlere karşı izlediği politika, Almanlara karşı Rus-İngiliz iş birliğini zorunlu hâle getiriyordu. Fransa, Almanlara karşı oluşan bu düşmanlıktan yararlanarak 1871’de Almanlara kaptırdığı Alsace-Loraine (Alsas-Loren)’i geri almak istiyordu. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ise Rusya’nın Panslavizm politikasını hem kendi birliği, hem de Balkanlardaki nüfuz mücadelesi için önemli bir tehdit olarak görmekteydi. Bütün bu oluşum ve kaygılar Avrupa’yı kana bulayacak iki karşıt grubun ortaya çıkmasına neden oldu: Bunlardan birincisi, 1882 yılında Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’nın oluşturduğu İttifak (Bağlaşma) Grubu, ikincisi ise 1894’te Fransa-Rusya, 1904’te Fransa-İngiltere, 1907’de İngiltere-Rusya arasında anlaşmayla oluşturulan İtilaf (Anlaşma) Grubudur. Ancak İtalya 1915 yılında İtilaf Devletleri’nin yanında savaşa girmiştir2. 

İki blok arasındaki çekişmeler Kuzey Afrika ve Balkanlar üzerinde yoğunlaşmıştı. 1908’de Reval Buluşması sonucunda İngiltere, Rusya’nın Ortadoğu ve Balkan politikalarına karşı ses çıkarmamaya başladı. Bu durum Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu endişelendiriyordu. 

Çünkü Rusya, Balkanlardaki Slavları birleştirme politikası çerçevesinde Sırbistan’ı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na karşı kışkırtıyordu. 

Sırbistan, Rusya’ya güvenerek Avusturya-Macaristan İmparatorluğu topraklarında Slavların yaşadığı bölgelerde hak iddia etmeye başladı. Almanya 
da Rusya’ya karşı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na destek olmaktaydı. Fas Bunalımı, Fransa ve Almanya’yı savaşın eşiğine getirmiş, Balkan 
Savaşları da Avrupa’yı topyekûn savaş tehlikesine sürüklemiştir. Fakat bu problemler İngiltere’nin arabuluculuğunda çözüme kavuşturuldu. 

Birinci Dünya Savaşı öncesinde Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti’yle ilgili politikaları ise genel anlamda Doğu Sorunu (Şark Meselesi)  olarak adlandırılır. Doğu Sorunu, Avrupalı büyük devletlerin Osmanlı topraklarını ele geçirme ve Osmanlı Devleti üzerinde üstünlük kurma mücadelelerini  tanımlamak için kullandıkları bir kavramdır. Bu kavram ilk kez Viyana Kongresi’nde (1815), Ruslar tarafından ortaya atıldı. Bu dönemdeki  Şark Meselesi’nin hedefi, Avrupalılarca Hıristiyan toprağı sayılan Balkanlar ve Anadolu’dan Türkleri çıkarmaktı. Bu hedeflerine 1683’te  İkinci Viyana Kuşatması’nda Osmanlının yenilmesi ve 1699’daki Karlofça Antlaşması’nı imzalamasıyla yaklaştılar. Şark Meselesi’nde birinci dönem  1071 Malazgirt Savaşı’nda başlayıp Türklerin batıya doğru ilerlemesi karşısında Avrupalıların Haçlı seferleriyle engelleme gayretinde bulunduğu  dönemdir. 1699’dan 1923’e kadar geçen yıllarda Şark Meselesi’nin ikinci dönemi başlamış oldu. İkinci dönemdeki amaç ise Osmanlı Devleti’ndeki 
Hıristiyan unsurları korumak bahanesiyle Osmanlı topraklarını ele geçirmek ve Osmanlı Devleti’ni sömürgeleştirmek ti. Doğu Sorunu, 19. yüzyılın  ilk yarısında Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunması, ikinci yarısında ise paylaşılması olarak uygulandı. Avrupalılarca Şark Meselesi  olarak adlandırılan bu meselenin iç yüzü şöyledir: 

Şark Meselesi ( Doğu Sorunu ) 

İlk kez 1815 Viyana Kongresi’nde siyasî bir terim olarak batılı diplomatlarca kullanılan Şark Meselesi’nin başlangıcı oldukça eskidir. Bu terim ile  açıklanmak istenen 1071’den 1923’e dek süren Batı Hıristiyan dünyası ile Türk-İslâm dünyası arasındaki ilişkilerin tümüdür. Şark Meselesi’ni iki  ayrı dönem olarak ifade etmek mümkündür. Birinci dönemini Türklerin 1071’i takip eden, batıya açılma dönemi oluşturur ki, Avrupa bu ilerleyişi  Haçlı seferleri ile engellemek çabasında bulunmuş, ancak başaramamıştır. Yine de bu faaliyetlerle, Avrupa’da dinî temeller üzerine oturtulmuş  bir zihniyetin ortaya çıkması sağlandı. Bu zihniyet de İslâm dünyasında Haçlı Zihniyeti deyimi ile ifade edildi. Bu dönemdeki Şark Meselesi’nin  hedefi, Avrupalılarca Hıristiyan toprağı sayılan Balkanlar ve Anadolu’dan Türkleri çıkarmaktı. Bu hedeflerine 1683’te İkinci Viyana kuşatmasında Osmanlının yenilmesi ve 1699’daki Karlofça Antlaşması’nın imzalanma-sıyla bu hedeflerine oldukça yaklaşmış oldular. 1699’dan 1923’e kadar geçen  yıllarda Şark Meselesi’nin ikinci dönemi başlamış oldu. Bu dönemdeki amaçları, Osmanlıda yaşayan Hıristiyan unsurları sözde koruma, gerçekte  ise Osmanlı topraklarından pay almak ve Osmanlı Devleti’ni yıkmak olmuştur. 

19. yüzyılın ikinci yarısında Haçlı zihniyetlerinin yanına, sömürgecilik faaliyetleri de eklenmiş, ancak bu amaçlarını saklayarak Hıristiyan  tebaanın haklarını korumak gayesini öne sürmüşlerdir. Böylece ortaya çıkan Şark Meselesi’ni, daha sonraki dönemde, Avrupa devletleri farklı anlamlarda kullandılar. Çünkü güçlenen Rusya’nın sıcak denizlere inme politikasını gerçekleştirmek için geliştirdiği politikanın kendilerini de tehdit  ettiğini gördüler. Avrupa devletleri, 19. yüzyılın ilk yarısında, kendi çıkarları doğrultusunda Osmanlı toprak bütünlüğünün korunmasını istiyorlardı. 
Bölgede zayıf durumdaki Osmanlı varlığı, kendi çıkarları için gerekliydi. Çünkü güçlü bir devletin bölgeye yerleşmesi sömürgelerini tehlikeye  sokabilirdi. İngiltere’nin savunduğu bu siyaset, Fransa tarafından da desteklenmiş ve Osmanlı Devleti’ni, Rusya tehdidine karşı korumayı  amaçlamıştı. Mısır ve boğazlar meselesi de bu nedenle Osmanlı lehine çözüme kavuşturulmuştu. 

Rusya, İngiltere ve Fransa’nın bu amacını anlayınca İngiltere’ye Osmanlı topraklarını paylaşmayı teklif etti. Rusya’nın bu isteğini İngiltere  önce kabul etmedi. Fakat daha sonra Osmanlı Devleti üzerinde Almanya etkisini hisseden İngiltere, Rusya’yı boğazlar ve Balkanlar konusunda  serbest bırakarak, Osmanlı toprak bütünlüğünü koruma politikasından vazgeçti. Böylece Şark Meselesi; 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlının  Avrupa topraklarından çıkarılması ve buraların paylaşımı ile İstanbul’u Türklerden geri alarak Bizans’ın canlandırılması düşüncesine dönüş tü3. 
Avrupa devletleri, bu süreç içinde Osmanlı Devleti’ne karşı hep düşmanca ve ikiyüzlü bir tavır sergilediler. 20. yüzyılda ise Avrupa’da oluşan bloklaşmanın 
kesinleşmesi ve Almanya’nın Osmanlı Devleti’ne yakınlaşması üzerine, İngiltere, Rusya’yı Osmanlı toprakları üzerindeki emellerinde serbest  bıraktı. Başlayan bu yeni süreçte Anadolu’daki Türk birliğinin yıkılışı hedeflenmişti. Rusya, İngiltere ve Fransa’nın başını çektiği Avrupa devletleri  artık “Hasta Adam” saydıkları Osmanlı Devleti’nden pay alma yarışına girdiler. Rusya’nın Ermenileri isyana teşviki ile başlayan ve Osmanlı  Devleti’ni Birinci Dünya Savaşı’nın sonundaki Sevr Antlaşması’na götüren gelişmeler bu sürecin devam ettirildiğinin göstergesi olmuştur. 

A.Avrupa’da Büyük Devletlerin Osmanlı Politikası İngiltere’nin Osmanlı Politikası 

İngiltere, 19. yüzyıl başlarında Hindistan ve Uzak Doğu’da büyük bir sömürge imparatorluğu kurmuştu. Sömürgelerine giden deniz ve kara yolları 
Osmanlı Devleti’nin topraklarından geçiyordu. İngiltere, Mısır ve Suriye’deki Doğu Akdeniz limanlarının, güçsüz olan Osmanlı Devleti’nin elinde bulunmasını 
çıkarlarına uygun gördü. Bunun için Fransızlar Mısır’ı işgal edince (1798) Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldı. Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün 
korunmasını savundu. Rus savaş gemilerinin Boğazları kullanarak Akdeniz’e inmelerini önledi.  İngiltere, 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti’nin topraklarını ele geçirme politikasına yöneldi. İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne karşı izlediği  politikada meydana gelen değişimlerin başlıca nedenleri arasında, Almanya’nın İngiliz sömürgelerine göz dikmesinin önemli etkisi oldu. 
Ayrıca Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla (1869) Mısır’ı alarak Hindistan’a giden en kısa deniz yolunu denetlemek amacındaydı. 

Berlin Antlaşması’yla (1878) geçici olarak Kıbrıs’a yerleşti. 1882’de ise Mısır’ı işgal etti. İngiltere, Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı Devleti’ni 
paylaşmayı öngören gizli antlaşmalarda yer aldı. Ermenileri destekledi. Doğu Anadolu’da bir Ermeni Devleti’nin kurulmasını istiyordu. Ermeniler sadece 
Rusların himayesinde kalırlarsa kendi çıkarlarının zedeleneceğine inanıyordu4. 

Rusya’nın Osmanlı Politikası 

Rusya, Çar I. Petro döneminde gerçekleştirdiği siyasi ve ekonomik atılımlarla Avrupa’nın büyük devletleri arasına girdi. II. Katerina döneminde 
“Boğazları ele geçirme ve sıcak denizlere (Akdeniz ve Hint Okyanusu’na) inme” biçiminde özetlenebilecek uzun süreçli bir dış politikayı hedefledi. 
Bunun için Karadeniz’de egemenlik kurmaya çalıştı. Karlofça Antlaşması’ndan (1699) sonra Azak Denizi’nde denetimi ele geçirdi. Küçük  Kaynarca Antlaşması’nın ardından (1774) Karadeniz’e egemen duruma geldi. Avusturya, Fransa ve İngiltere ile Osmanlı Devleti’ni paylaşmayı  öngören gizli görüşmeler yaptı. Doğu Sorunu’nu ortaya attı. Bu bağlamda Mehmet Ali Paşa’yla yapılan savaşlarda Osmanlı Devleti’ni destekledi. 

Kırım Savaşı öncesinde “Hasta Adam” olarak nitelendirdiği Osmanlı Devleti’nin mirasını paylaşma konusunda Avrupalı devletlere önerilerde  bulundu (1853). Etnik ve dinî bağı bulunan Balkanlı Slav-Ortodoks milletleri Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandırdı. Rusya, Osmanlı Devleti üzerinde  baskı kurmak için Hıristiyanlığı kullandı. Kilise ve papazları yönlendirerek Bizans’ı yeniden dirilteceği propagandasını yapan Rusya, böylece  Ortodoksluğun hamiliğini üstleniyordu. Bu hamilik ise gerek Balkanlarda gerekse Anadolu’da yaşayan Hıristiyan azınlığı harekete geçiren itici bir  güç oldu. Ruslar, Berlin Antlaşması’nda (1878), Ermeni sorununu uluslararası bir sorun olarak gündeme getirdi ve Ermeni isyanlarını destekleyen  ülkelerin başında yer aldı. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ne karşı savaştı. Ancak 1917 Bolşevik İhtilali nedeniyle savaştan çekildi. 

Yıkılmasında önemli rol oynadığı Osmanlı Devleti’nin topraklarından pay alma fırsatı bulamadı. 

Fransa’nın Osmanlı Politikası 

19. yüzyıl başına kadar Osmanlı-Fransız ilişkileri dostane bir çizgide gelişti. Fransızlar Osmanlı Devleti’nin verdiği kapitülasyonlardan yararlanarak  Doğu Akdeniz ticaretinden büyük pay aldılar. Napolyon Bonapart dönemiyle birlikte Fransa, Osmanlı Devleti’nin topraklarını paylaşma yarışına girdi ve Mısır’ı işgal etti (1798). Mısır’dan çekildikten sonra dostluk yeniden kuruldu. Ancak Napolyon, Osmanlılara karşı ikiyüzlü bir politika izlemeye yöneldi. Fransa’nın desteğiyle Osmanlı Devleti 1806’da Ruslarla savaşa girdi. Bundan yararlanan Napolyon, Ruslara karşı başarı kazandı. 

Osmanlı-Rus Savaşı sürerken Tilsit’te Rus çarı ile buluştu ve Osmanlı topraklarının paylaşımı konusunu görüştü (1809). Fransa donanması Navarin 
baskınında da yer aldı. Fransa 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı topraklarını işgale başladı. 1830’da Cezayir’i, 1881’de Tunus’u ve Fas’ı ele  geçirdi. Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasıyla ilgili gizli antlaşmalarda yer aldı. Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne karşı izlediği politikanın amacı diğer  devletlerle birlikte Osmanlı topraklarını sömürgeleştirmekti. Bu amacına ulaşabilmek için Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenileri kullanmaya  çalıştı. Doğu Anadolu’da bir Ermeni Devleti’nin kurulması için Osmanlı Devleti’ne baskı yaptı. Ermenilere silah yardımı yaparak onların ayaklanmalarında  yardımcı oldu. 

Almanya’nın Osmanlı Politikası 

Almanya 1871’de Prens Bismarck önderliğinde millî birliğini kurdu. Bu dönemde Avrupa devletleri sömürgecilikte ileri gitmişlerdi. Fransa’ya saldırarak Alsace-Lorraine (Alsas-Loren)’i ele geçiren Almanya, İngiltere’yle de sömürgecilik yarışına girdi. Osmanlı Devleti’ne yakın bir politika izledi. 
Osmanlı Devleti ise İngiltere, Rusya ve Fransa’ya karşı denge öğesi olarak gördüğü Almanya’yla iyi ilişkiler geliştirdi. Almanya’nın Doğu Sorunu bağlamındaki  amacı, İngiltere’nin Hindistan sömürgelerine giden Orta Doğu bölgesinde üstünlüğü ele geçirmekti. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nin toprak 
bütünlüğünü savundu. Osmanlı Devleti, Bağdat demir yollarının yapımını Almanya’ya vererek Orta Doğu’da varlığını göstermesini sağladı. İki 
ülke arasında askerî ilişkiler geliştirildi. Alman subaylar Osmanlı ordusunun modern bir yapıya kavuşturulmasında etkili oldular. Bu askerî yakınlaşma 
Birinci Dünya Savaşı’nda iki ülkenin aynı blokta savaşa girmesiyle bağlaşmaya dönüştü. 

B.Osmanlı Devleti’nin Avrupa Politikası 

Osmanlı Devleti, 19. yüzyıl ortalarında batının askerî ve teknolojik üstünlüğüne salt askerî güçle karşı koyabilecek durumda değildi. Bunun için  batılı devletlerin kendi aralarındaki üstünlük mücadelesindeki çıkar çatışmalarından yararlanarak bir denge politikası izledi. Değişen güçler dengesine  göre politika belirledi. 19. yüzyılda özellikle Kırım Savaşı’ndan sonra toprak bütünlüğüne yönelik en büyük tehlike Rusya’dan geldiği için bu devlete karşı İngiltere ve Fransa’yla iş birliği yaptı. Berlin Antlaşması’ndan sonra bu devletler Osmanlı topraklarını işgale başlayınca bu kez Avrupa’da yeni bir güç olarak ortaya çıkan Almanya’yla yakınlaştı. Osmanlı Devleti, batılı devletlerin baskılarını azaltmak ve iç işlerine karışmalarını önleyebilmek için batılılaşma çabalarına hız verdi. Tanzimat ve Islahat fermanları, devlette batılı anlamda yapısal değişiklik yapmaya yönelik iki önemli adım oldu 5. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder