Tevrat, İncil ve Kur’ân-ı Kerîm’de İlahi Mesajın İletiminde Bir Araç Olarak Tarih, BÖLÜM 3
Bütün bu halka verecek eti nereden bulayım? Bana bize yiyecek et ver diye sızlanıp duruyorlar. Bu halkı tek başına taşıyamam, bunca yükü kaldıramam. Bana böyle davranacaksan-eğer gözünde lütuf bulduysam lütfen beni
hemen öldür de kendi yıkımımı görmeyeyim.”41 Görüleceği üzere Hz. Musa’nın burada söylediği sözleri, bir kulun yaratıcısına sarf edemeyeceği kadar suçlayıcıdır. Hatta burada adeta bir insana sitem eder, ya da itham eder tarzda sözler sarf ettiği söylenebilir.
Tanah’taki ve Yeni Ahitteki kıssalarda insan zaman zaman Tanrı’nın yaptıklarını sorgulayabilen, alenen onu eleştirebilen, onun ulûhiyetini inkâr eden, hatta şirke düşen bir karaktere sahiptir. Bu durumda şu söz akla gelebilir: “İnsan beşer, kuldur şaşar.” Ancak bahsi geçen hadiseleri işleyen şahıslar sıradan insanlar değil, İslam dinine göre günah işlemekten korunmuş olan peygamberlerdir. Hz. Musa Allah ile görüşmek için kavminin yanından ayrıldığında kavmine önder olarak bıraktığı ağabeyi Harun, Hz. Musa’nın gelişi gecikince İsrailoğulları’nın isteği doğrultusunda altından bir buzağı yaparak tapınmalarını sağlar.42 Tanah’ta yakın akrabayla dahi cinsel ilişki yasaklanmışken, Lut’un iki kızı şehirlerinin yok edilmesinin ardından babaları uyurken, ona fark
ettirmeden babalarıyla cinsel ilişkiye girerler ve ondan çocuk sahibi olurlar.43
Aynı şekilde Tanah’ta bir başka insanın karısıyla cinsel ilişkiye girmenin yasaklanmasına ve böyle bir durumda hem kadının hem de erkeğin ölümüyle cezalandırılacağı açıkça belirtilmiş olmasına rağmen, Hz. Davud, Uriya adlı bir adamın karısı Bat-Şeva’yı damda çıplak olarak görür ve kadını yanına çağırtıp, kadınla zina yaparak bu kadından bir gayri meşru çocuk sahibi olur. Daha sonra da kadının kocasının ölümüne sebep olarak neticede onunla evlenir.44 Tanah’ta bir erkeğin eşi hayattayken baldızını kuma olarak alması ve onunla cinsel ilişki yaşaması yasaklanmışken, Hz. Yakup Lea ve Rahel adlı iki kız kardeşle evlenir, onlardan birçok çocuk sahibi olur.45 Tanah’ta bir kişinin gelini ile cinsel ilişki yaşaması yasaklanmış olmasına rağmen
İsrailoğulları’nın önderi Yahuda, Er adlı oğlu ölünce gelini Tamar’ı önce diğer oğlu Onan’la evlendirir, o da ölünce babasının evine gönderir. Yahuda eşi öldükten bir süre sonra karşısına bir peçe ile çıkan gelini hayat kadını zannederek onunla birlikte olur. 46 İsrailoğulları iffetsiz kadınlarla evlenmeleri yasaklanmış olduğu halde Hoşe adlı İsrail önderi Divlayim adlı bir şahsın Gomer adlı fahişelik yapan kızıyla Tanrı öyle istediği için evlenir ve ondan çocuk sahibi olur. Zira İsrailoğulları kutsal davaya ihanet etmişlerdir. Tanrıda onları Tanahta en fazla üzerinde durulan özellik soy ile ya da soysuzlukla cezalandırır ve onlara şu şekilde seslenir: “Çünkü siz benim halkım değilsiniz, ben de sizin tanrınız değilim.”47
Eski ve Yeni Ahitteki kıssalarda peygamberler dışında sıradan insanlarda sık sık Tanrının mucizelerini, emirlerini, nimetlerini, faaliyetlerini sorgulayan bir tavır takınırlar. Nitekim Hz. Musa kavmini Mısır’dan çıkarıp kendilerine vaat edilen topraklara götürmeye çalışırken sık sık bu durumla karşılaşır. Kavmi hemen her gün Tanrı’nın bir mucizesine şahit olmalarına rağmen en küçük bir sıkıntı durumunda Tanrı’nın emirlerini, nimetlerini sorgular bir tavır takınırlar, hatta yaptıkları putlarla Tanrı’ya şirk koşarlar.48
Buraya kadar bahsi geçen kıssalarda Tanrının insanîleştirilmesi, insanın ise Tanrılaştırılması söz konusudur. Bu durum daha da ileri götürülür ve en nihayetinde Tanrı ve melekler çocuk sahibi olarak tasvir edilir.
Tanah’ta nasıl Tanrı insani özelliklerle vasıflandırılmış, hatta meleklerle insanların evlenmesinden bahsedildiyse,49 Yeni Ahitteki kıssalarda Hz. İsa, Tanrı’nın oğlu ifade edilir. Bu iki durumda da insanın Tanrısallaştırılması Tanrının da insanlaş tırılması söz konusudur. Ancak İslam dinine göre Allah mutlak yaratıcıdır ve ne bir eşi vardır, ne kız, ne de bir erkek evlat sahibidir.50
Yeni Ahitteki Hz. İsa ile ilgili kıssalarda cüzamlıları, felçlileri, hastaları iyileştiren fırtınayı dindiren, körleri-dilsizleri tedavi eden, ölüleri dirilten, Yahya isimli bir şahıs tarafından vaftiz edilen, su üstünde yürüyen, çarmıha gerilerek öldürüldükten sonra dirilen ve kutsal hakimiyeti bin yıl devam edecek bir şahıstan bahsedilir.
Burada bahsi geçen Hz. İsa, esasen Mısır mitolojisinde bulunan buradan da Yunan mitolojisine geçen Horus adlı karaktere büyük ölçüde benzer. Nitekim Horus Vaftizci Anus adlı bir karakter tarafından vaftiz edilir. Horus su üzerinde yürümüş hastaları iyileştirmiş ve iblisleri kovmuştur. Horus, iki hırsızın arasında çarmıha gerilmiş, bir mezara konulmuş ve ölümünün ardından üç gün geçtikten
sonra dirilmiştir. Horus’un saltanatı da bin yıl sürecektir. Burada aktarılan doğuş, diriliş, gibi fikirlerin büyük ölçüde Mısır mitolojisi kaynaklı olduğu anlaşılmaktadır.51
Yine Hint mitolojisindeki bazı unsurlarda Hıristiyanlık arasında bazı benzerlikler vardır. Hıristiyanlıktaki teslis inacının bir benzeri Hint mitolojinde bulunmaktadır. Buna göre, Tanrı Vişnu üç şekilde bulunmaktadır. Önce, dünyanın ve yaşamın yaratıcısı Brahma’dır. Daha sonra dünyadaki hayatın koruyucusu Vişnu’ya dönüşmektedir. Vişnu insanları korur ve insanlara yardım için sık sık dünyaya iner. İnsan suretinde doğarak onları düşmanlarından korumaktadır. Sonuncusu ise dünyadaki hayatın yıkıcısı, dünyayı yok edecek olan Şiva’dır. 52 Çok Tanrılı dönem insanlığının dini inanışlarının sonraki dönemde tek tanrılı dinlere karışması ya da tek tanrılı din mensuplarınca benimsenmesi neticesinde Tanrıya insani vasıflar yakıştırıldığı anlaşılmaktadır.
Tanah’ta Yakub’un Tanrı ile güreşmesi hadisesinde de görüldüğü üzere bir ölümlü Tanrı ile güreşebilecek hatta onu yenebilecek kuvvet ve kudrette olabilmektedir. Tanah’da Hz. Musa, Tanrı tarafından Firavuna gönderildiğinde, Hz. Musa, hitabet konusunda çok başarılı olmadığını ifade edince; Tanrı Hz. Musa adına kardeşi Harun’un konuşmasını buyurarak şöyle demiştir: “O sana
sözcülük edecek, senin yerine halkla konuşacak. Sen de onun için Tanrı gibi olacaksın.” Yine hemen sonra Tanrı şu sözleri söyler: “Bak, seni firavuna karşı Tanrı gibi yaptım… Ağabeyin Harun senin peygamberin olacak.”53 Görüldüğü üzere burada Tanrının sıfatı bir fani için kullanılmaktadır. Bu noktada şu söylenebilir: Gibi bir benzetme edatıdır. Dolayısıyla burada Hz. Musa’nın Tanrı olduğundan değil, yalnızca ağabeyi Harun’un onun sözlerini firavuna anlatmakla görevlendirildiğinden bahsedildiği söylenebilir. Ancak bizim için önemli olan nokta şudur: bu kelime çok net bir şekilde bir insanın bir vasfını ifade etmek için kullanılmaktadır. Yeni Ahitte bulunan bir ifade insanoğluna atfedilen kudreti oldukça ileri bir seviyeye taşımaktadır: “…
İnsanoğlu Şabat gününün de Rabbi’dir.”54
Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır.” Kur’ân-ı Kerîm, Rum Suresi 22, s. 405; “(Allah’ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik…” Kur’ân-ı Kerîm, İbrahim Suresi, 4, s. 254.
İnsanoğluna bu kadar kutsiyet hatta ulûhiyet atfedilmesi muhtemelen iki nedendendir: Öncelikle Tanah İsrailoğullarının ne kadar büyük bir kavim olduğunu vurgulamak ve isimlerini yüceltmek için yazılmış bir tarih kitabı gibidir. Yine Yeni Ahitteki dolayısıyla da Hıristiyanlıktaki teslis inancı ve Tanah’ta tanrıya insanî vasıfların yakıştırılması Musevîliğe ve Hıristiyanlığa karışan paganizm
etkisiyle açıklanabilir. Tanahta Hz. Yakub yirmi yıl dayısı ve aynı zamanda kayınpederi olan Lavan’dan kaçarken karısı Rahel babasının putlarını da yanında götürür. Lavan arkalarından gider, yolda onlara yetişince kendine haber vermeksizin kaçmalarından ötürü damadına ve kızlarına sitem eder ve onların eşyaları arasında ilahlarını/putlarını arar55 Yine Yakup ağabeyi Esav’dan uzaklaşıp kendine yerleşecek bir yer ararken Tanrı Yakup’a Beytel adlı yere gitmesini ve oraya yerleşip, bir tapınak inşa etmesini buyurur. Bu gelişmeden sonra Yakup yanındakilere yanlarındaki yabancı ilahları bırakmalarını söyler. Böylece maiyetindeki herkes ilahlarını ve kulaklarındaki küpelerini Yakup’a verir. Yakup’ta bunları bir fıstık ağacının altına gömer.56 Görüleceği üzere her ne kadar Tanrı, Yakup’a bazı direktifler vererek onun, ailesinin ve hane halkının hayatlarını yönlendirmekte dahi olsa, onlar henüz putperestliği bırakmış değillerdir.
Görüleceği üzere tüm bu kıssalarda insan, Tanrı’nın protagonist (birinci şahıs ya da eksen karakter) karakteri karşısında konumlanan antagonist (ana karakteri engellemekle ya da onunla mücadele etmekle yükümlü kişi) bir karakter konumundadır.
Tüm Tanah boyunca kıssalarda hâkim unsur İsrailoğulları’dır. Bu anlamda söz konusu kıssaların yazımında tarihin temel unsurlarının bulunmasına yani insan, zaman, mekân ve neden-sonuç ilişkisi bağlamında bir metin ortaya konulmaya çalışılmıştır. Aktarılan kıssalarda olaylar tüm ince ayrıntılarına kadar verilir. Tüm kahramanların kaç yıl yaşadıkları, ömürlerinin hangi devresinde hangi çocuklarının olduğuna kadar çok ayrıntılı bilgiler verilir. Tüm bu detaylı anlatımın nedeni temelde İsrailoğullarının tarihini yazmaktır. hakkıyla Okuyucusu için Tanah, ilahi bir metinden ziyade İsrailoğullarının tarihini anlatan hikâyeci geleneğe uygun olarak yazılmış bir kronik gibidir. Tanah’ta bahsi geçen pek çok peygamber hakkında Kuran’da da kıssalar var olmakla birlikte anlatılan
hadiseler oldukça farklıdır. Kuran’daki kıssalarda yukarıda bahsi geçen peygamberlerden iffet sahibi, sabır sahibi, Allah’ın emir ve yasaklarından ayrılmayan insanlar olarak bahsedilir. Şahısların ayrıntılı doğum tarihlerine, anne-baba isimlerine, oğullarının, kızlarının, eşlerinin, gelinlerinin vb. ayrıntılı hayat hikâyelerine yer verilmez. İnsanoğlunun ölümlü/fâni bir varlık olduğu vurgulanır.57 İnsanoğlunun iradesinin her şeyi yapmaya gücünün yetmeyeceği58 zira en nihayetinde dünyanın bir imtihan alnı olduğu59 sıklıkla vurgulanır.
Kuran kıssalarında hiçbir kavim yüceltilmez, insanlığın dillerindeki ve renklerindeki farklılıklar kavimler arasında herhangi bir üstünlüğe delalet etmekten ziyade Allah’ın mutlak yaratıcı olmasının bir delili olarak görülür.60
Eski ve Yeni Ahit kıssalardaki zaman kipleri incelendiğinde genel de dili geçmiş zaman kipi kullanılır. Kıssalarda Tanrı tarafından muhatap olarak kabul edilen kişilerin isimleri zikredilir. Hz. Musa, Yahya, Davud, Zekeriya ya da İsrailoğulları gibi böylece kıssaların muhatabı dolayısıyla kutsal kitabın muhatabının İsrailoğulları olduğuna işaret edilir. Kuran’daki kıssalarda da dili geçmiş zaman kipi kullanılır.
Ancak her kıssa genel olarak bir ya da daha fazla mesaj cümlesine bağlanır. Bu cümlelerde gelecek ya da geniş zaman kipi kullanıldığı görülür. Muhatap olarak da “düşünenler için ibretler vardır” “düşünmez misiniz” vb. şeklindeki ifadelerle61 kıssaların dolayısıyla mesajın muhatabının bir şahıs ya da kavim olmadığı aksine tüm insanlığın muhatap alındığı ifade edilir. Yine
Kur’ân-ı Kerîmde geçen kıssalardaki insan toplulukları ya Hz. Adem,62 Hz. Nuh,63 Hz. İlyas,64 Hz. Eyub,65 gibi kendilerine gönderilen peygamberlerle ya da Hicr halkı,66 Medyen halkı,67 gibi kavim isimleriyle anılmışlardır. Kuran’da zikri geçen kıssalarda bazı peygamberlerden ve ümmetlerinden bahsedilirken pek çoğundan da bahsedilmediği görülmektedir.68 Bu anlamda bahsi geçen kıssalar seçme kıssalardır.69 Dolayısıyla kıssaların anlatılmasından amaç; geçmişin tarih kurallarınca insanlara aktarılmasından ziyade inananlara bir öğüt vermek ve insanları doğru yola sevk etmektir.70
b-Zaman
Üç tek tanrılı dinin kutsal kitaplarında aktarılan kıssalarda ortak bir zaman anlayışına sahip oldukları görülmektedir. Zira üçü de yaradılış hadisesini ve ilk insan Hz. Adem’in yaratılıp daha sonra da Havva’nın yaratılıp yasak meyveyi yemeleri sonunda dünyaya gönderilmelerini başlangıç olarak kabul ederler. Bu olay İncil’de geçmemekle birlikte Hıristiyanlar, Tanah’ı Eski Ahit olarak kabul
ettiklerinden yaratılış hadisesi onlar tarafından kabul edilmektedir. Bu nedenle şu söylenebilir: Üç kutsal kitap içinde tarihin başlangıcı baş aktör olan insanın yaratılması ve mekân konumunda olan dünyaya indirilmeleriyle başlar. Yine bahsi geçen zaman kıyamet ile birlikte sona erecektir. Zira insanoğlu dünyaya bir imtihan için gönderilmiştir. Bu nedenle kıyamet günü bu zamanın sonuna
işaret eder. Yaratılış ve kıyamet arasındaki zaman, insanlığın dünya üzerindeki macerasının sınırlarını belirlediğinden üç kutsal kitaptaki zaman algısının çizgisel bir zamanı ifade ettiği söylenebilir.
Üç kutsal kitaptaki zaman çizgisel olmakla birlikte kronolojik olmaktan uzaktır. Zira hadiselerin meydana gelme zamanları tam olarak verilmez. Ancak özellikle Tanah’da ve İncil’de kronolojik olmamakla birlikte ardışık bir zaman kurgusundan bahsedilebilir. Tanah’daki kıssalarda bahsi geçen şahısların hikâyeleri doğumlarından ölümlerine kadar anlatılır. Bir peygamberin dönemi hikâye edildikten sonra bir sonraki peygamberin hayatı anlatılmaya başlanır. Yeni Ahit, daha ziyade Hz. İsa’nın hayatı üzerine yoğunlaştığından kıssalar daha ziyade onun hayatı ile ilgilidir. Ancak bu kıssaların aktarımında da ardışık bir usul benimsendiği görülür. Üç kutsal kitapta da takvim anlayışına uygun bir zamana rastlanmaz. Aslında böyle olması da beklenmez. Zira bu gün dünya üzerinde en çok kullanılan takvimlerin başlangıcı hep bu dinlerle ilgilidir: “Yahudi takvimi için Mısır’dan kaçış, Hristiyanlar için İsa’nın doğumu ve Müslümanlar için Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicreti.”71
Kronolojik zamanın olmamasından dolayı Tanah’da ve Yeni Ahit’teki kıssalarda yaşamları anlatılan peygamberlerin doğumları, anne ve babaları hatta çok daha önceki cetleri, kendilerinden sonra gelen oğulları, yaptıkları savaşlar, mücadeleleri, başarıları ya da başarısızlıkları ardışık denilebilecek şekilde bir biri ardınca anlatılır. Kıssalarda bahsi geçen kişi hakkında doğumundan ölümüne kadar devam eden bir anlatım şekli benimsenmiştir. Tanah’ı ve Yeni Ahit’i okuyan bir kişi adeta bir kronik okuyormuş hissine kapılır ki daha önce de bahsedildiği üzere esasen Tanah, temelde İsrail oğullarının tarihini anlatmak ve isimlerini yüceltmek amacıyla yazılmıştır. Amaç doğrultusunda da okuyanda güçlü bir zaman duygusu uyandırmak amacıyla belirli tarihlere özellikle vurgu yapıldığı görülür.
Buna rağmen bahsi geçen kıssaların tam olarak ne zaman meydana geldiğine dair bir açıklama yapılmadığı görülmektedir. Zaten böyle bir şeyin olması da mümkün değildir. Zira hali hazırda dünya üzerinde kullanılan ayın ve güneşin hareketlerine temel alınarak yapılan takvimler bu kıssalarda anlatılan bazı hadiseler temel alınarak başlatılmıştır.
Tanah’ta, Yakub’un, Tanrı ile güreşme hadisesi anlatıldıktan sonra, mücadele sırasında Tanrı Yakub’a üstün gelemeyince omzu ile Yakub’un uyluk kemiğine serçe vurduğu ifade edilir. Bu darbeden sonra Yakub’un uyluk kemiği yerinden çıkar. Bundan dolayı İsrailoğulları uyluk kemiğinin üst bölgesi bu hadise nedeniyle kutsal kabul edilmiştir. Daha sonra Tanah’ta şöyle bir ibare geçer: “Yakub Peniel’den ayrılırken güneş doğdu. Uyluğundan ötürü aksıyordu. Bu nedenle İsrailliler bu gün bile uyluk kemiğinin üzerindeki siniri yemezler. Çünkü Yakub’un uyluk kemiğinin üzerindeki sinire çarpılmıştı.”72 Yine Yakub’la
ilgili olarak karısı Rahel ölümüyle ilgili olarak şu satırlara yer verilir: “Yakub Rahel’in mezarına bir taş dikti. Bu mezar taşı bugüne kadar kaldı.”73 Benzer bir anlatıma Hz. Musa’dan sonra İsrailoğullarının önderi olan Yeşu dönemi hikâye edilirken verilmektedir. Hz. Musa zamanında Tanrı, İsrailoğullarına vaat edilen toprakları ele geçirdiklerinde onların ülkelerini yakıp yıkmalarını, halklarını da
katletmelerini buyurmuştur. Givon bölgesinde yaşayan Hivlilerin önde gelenleri Eriha ve Ay kentlerine Yeşu önderliğindeki İsrailoğullarının yaptıkları katliamı duyunca kendi akıbetlerinin de aynı olmaması adına, ayaklarına eskimiş çarıklar giyip, eşeklerine yıpranmış heybeler asıp, heybelerin içerisine de yırtık yamalı şarap tulumları ve küflenmiş yiyecekler doldururlar. Bu vaziyette Yeşu’nun
ve İsrailoğullarının önüne gelerek İsrail Tanrısı RAB’ın adını duyduklarını ve ona ve halkına tabi olmak, İsrailoğulları ile anlaşma yapmak istediklerini söylerler. Amaçlarını gerçekleştirmek için çok uzak memleketlerden geldiklerini ifade ederler. Yeşu ve İsrailoğulları Hivlilerin önderlerine inanarak onları öldürmeyeceklerine ve aralarında barış olacağına dair söz verirler. Ancak bir müddet sonra Givon bölgesinin oldukça yakın bir yer olduğu anlaşılınca ve Hivlilerin hileyle İsrailoğullarınıkandırdıkları anlaşılır ve Yeşu onları lanetler. Hivliler köleleştirilir ve Tanrının tapınağına odun kesmek-su çekmekle görevlendirilir. Tanah bu olayı hikaye ettikten sonra şu sözlere yer verir: “Bu gün de bu işi yapıyorlar.”74 Görüleceği üzere İsrailoğullarına dair Tanah’ta anlatılan hikâyelerde sık sık geçmiş ile hâl arasında bir bağ kurulur. Böylece okuyucuda bir geçmiş duygusu uyandırılmakla birlikte bir yandan da anlatılan hikâyenin hâl olarak kabul edilen zamanda yazıldığı da ifade edilmiş
olur. Metnin geneline hâkim olan zaman kipi “dili geçmiş zaman” olduğu göz önünde bulundurulursa yani; genelde “yaptı, etti” gibi doğrudan anlatılan zamanın hikâyenin geçmişte kaldığı ifade edilir. Bu anlamda Tanah, okuyucusuna kutsal bir metinden ziyade İsrailoğullarının tarihinin pragmatist bir anlatısını sunan bir kronik tadı verir.
Kuran’daki kıssalarda ise söz konusu şahısların hayat hikâyelerinden kesitlerde sunulsa da kronolojik bir seyir göze çarpmaz. Daha ziyade ilgili konu işlenirken yeri geldiği ölçüde kıssalara ve kıssalarda bahsi geçen şahıslara yer verilir. Bu anlamda verilmek istenen mesaj Kuran’da şahıslardan daha ön plandadır. Bu noktada şu tespiti yapmak gerekir ki Tanah’taki ve Yeni Ahit’teki kıssalarda ardışık bir anlatım, Kuran’daki kıssalarda ise analitik bir anlatım tekniği göze çarpmaktadır.
Kıssalar aktarılırken kronolojik bir anlatım yapılmaz. Hatta edebiyatta ve sinemada flashback ya da geriye dönüş olarak adlandırılan bir anlatımın benimsendiği söylenebilir. Örneğin Hz. Musa Firavun’a tebliği için görevlendirilir, konum itibariyle Firavun bir kraldır, devrin en büyük gücünü temsil ederken Hz. Musa sıradan bir insandır. Musa ise sırdan bir insandır. Musa’nın dili tutuktur. İyi bir hatip değildir. Nasıl olurda bir krala geçmişin inançlarına, geleneklere kafa tutabilir. Hz. Musa, Allah’a yakararak kendisine görevinde yardımcı olmasını ister. Bundan dolayı kardeşi Harun Allah tarafından kendisine vezir/yardımcı olarak görevlendirilir. Bu noktada kıssa ani bir geri dönüşle Hz. Musa’nın doğduğunda Firavunun emri hilafına öldürülmeyip nehre bırakılmasına değinilir. Hz. Musa, doğduğu sırada Firavun, İsrailoğullarının erkek çocuklarının doğduktan hemen sonra öldürülmelerini emretmiştir. Hz. Musa doğduğunda Allah, Hz. Musa’nın annesine bebeği bir sandığın içerisinde Nil nehrine bırakmasını emreder. Sandık ve içerisindeki bebek Nil kenarında gezinen Firavun ve eşi Asiye tarafından bulunur. Allah’ın inayeti sonucu, Firavun ve eşi bu bebeğe
karşı şefkat duygusu beslerler, kendi saraylarında bebeğin büyümesini sağlarlar. Yine Allah’ın inayetiyle Hz. Musa’nın annesi bebeğe sütanne olarak Firavun’un sarayında bakar. Kıssanın bu kısmı yani Hz. Musa’nın doğumu ve Nil’e bırakılma hadisesi hikâye edildikten sonra kıssa tekrar kaldığı yerden devam eder.75 Görüleceği üzere Allah Firavun’un huzuruna çıkmaktan endişe eden Hz. Musa
örneğinde yegâne esirgeyen ve muhafaza edenin kendisi olduğunu ifade eder. Zira O, ilerideki en önemli düşmanının sarayını küçük bir bebek için güvenli bir sığınak yaptığı gibi Hicret hadisesinde olduğu üzere bir örümcek ağını Hz. Muhammed’i ve Hz. Ebubekir’i arayan müşriklerin gözüne perde de yapabilecek kudrettedir.
c-Mekan
Eski ve Yeni Ahitte aktarılan kıssalarda kıssanın geçtiği yerler hakkında Mısır, Hitit,76 Kenan Ülkesi,77 Aden,78 Sayda79 Gerar,80 Gazze,81 Sodom,82 Gomora,83 Adma84 ve Sevoyim,85 Lübnan,86 Ur Kenti,87 Harran,88 Hevron,89 Paddan-Aram,90 Efrat,91 Şekem Kenti,92 Beytel,93 Kadeş,94 Amor,95 Periz,96 Hiv97 ve Yevus,98 Girgaş,99 Keniz,100 Kadnom,101 Misrefot-Mayim,102 Mispe Vadisi103 vb gibi daha birçok yer adı söz konusu kıssalarda zikredilir. Burada verilen örneklerden de anlaşılacağı üzere kıssaların geçtiği mekanların isimlerinin ülke isimlerinden şehirlere, hatta vadilere kadar ayrıntılı olarak aktarıldı ğı görülür. Ancak söz konusu mekânların bazılarının günümüzde nereye tekabül ettiği bilinmemektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de ise kıssalarda bahsi geçen mekânların çok daha genel adlandırmalarla ifade edildiği görülmektedir. Örneğin Mısır,104 Babil,105 Medeyen,106 Tuvâ,107 Tûr-ı Sina,108 gibi bazı yer isimleri açıktan zikredilirken genelde ilgili peygamberin, ümmetin ya da kavmin adlarının ifade
edilmekle yetinildiği görülmektedir.
4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder