13 Haziran 2016 Pazartesi

Taksim Erdoğan’ı Nasıl Yener?



Taksim Erdoğan’ı Nasıl Yener?



Yazar: Ümit Özdağ
17 haziran 2013 pazartesi


Başbakan Erdoğan’ın Taksim Gezi Parkından başlayıp, Ankara ve İstanbul’a sıçrayan gençlik muhalefetinin kolaylıkla kabul edilebilecek taleplerini kabul etmeyerek olayları uluslar arası medyanın ana gündem maddesi haline getirecek ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin uyarısına uzanacak kadar geliştirmesi 2014 seçim stratejisinin belkemiğini oluşturmaktadır. Bu strateji AKP tarafından daha önce Anayasa referandumu sırasında uygulanmış ve AKP % 42 civarında başladığı anayasaya destek oranını % 58’e kadar taşımıştır. Bu stratejinin özünde keskin toplumsal ayrışma üreterek, bloklaştırma ve saflaştırma vardır. Erdoğan’ın %50-%50 vurgusu, bu stratejinin sahaya yansımasıdır. Kendi % 50’si olarak gördüğü grubu konsolide ederek, diğer % 50 ile arasına baraj örmektir. Bazı çevreler, Başbakan Erdoğan’ın kibir ile hareket ettiğini, ne yaptığını bilmediğini ileri sürmektedirler. Oysa Erdoğan çok başarılı bir siyasi taktisyendir ve politikaya duygularını karıştırmaz. Başbakan Erdoğan başarı dışında hemen hemen hiçbir ölçü tanımadan sonuca odaklı bir siyaseti etkileyici bir şekilde sürdürmektedir.




Türkiye 2014 seçimlerine ilerlerken, AKP’nin önünde oyunu kemiren üç temel sorun bulunmaktadır. Bunlar sırası ile 

1)PKK ile yürüyen müzakere, mütareke ve kirli pazarlık süreci, 

2)İflas eden ve Reyhanlı gibi  Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamına neden olan bir saldırı ile ülkemizin karşı karşıya kalmasına neden olan Suriye politikasının başarısızlığı, 

3)IMF’ye borcumuzu ödedik nakaratının arkasındaki dış borçlarımızın 2002’de 130 milyar dolar iken 2012’de 337 milyar dolar’a çıkmış olması gerçeği ve kırılgan bir buz üzerinde yürüyen bir borsa.

2014 yaklaşırken, Erdoğan seçmene yönelik yeni bir stratejik algı yönetimi kampanyası başlatmıştır.Asıl sorunlar seçmenin dikkatinden kaçırılacak, yeni bir gündem oluşturulacak,  daha kolay manipüle edilebilecek bir sorun üzerinden seçmen bloklaşması sağlanacaktır.Erdoğan için İstanbul, Ankara ve İzmir’de orta ve orta üst gelir gruplarının ve özellikle bu grupların genç çocuklarının belkemiğini oluşturduğu kentli bir muhalefetin seçim sonuçlarını belirlemek açısından büyük bir tehdit oluşturması söz konusu değildir.

Üstelik, böyle bir muhalefet hareketi, Erdoğan’ın gerçek oy zeminini oluşturan ve  sadece devlet kaynaklarından son 10 yılda 27 milyon kişinin ekonomik yardım bağımlısı yapıldığı (belediyelerin ve özel şirketlerin yaptığı yardım bu sayının dışındadır) taşralı,  muhafazakar, alt ve alt orta gelir grupları nezlinde çok kolay karalanabilecek, ötekileştirilecek hatta şeytanlaştırılabilecek bir yapı taşımaktadır. Böylece,  taşralı, muhafazakar, alt ve alt orta gelir gruplarında kısacası Anadolu insanında PKK ile sürdürülen kirli barış sürecinden dolayı “ülke bölünüyor mu?” endişesinin ve “Bu hükümet de Suriye konusunda yanlış yaptı” ve “Reyhanlı’da katliama neden oldu” düşüncesinin yerini çok hızlı bir şekilde “Vay şerefsizler, ayakkabıları ile camiye girmişler ve bira içmişler” tepkisi almaktadır.




Erdoğan Taksim muhalefetinin kendisine yeni bir gündem oluşturma ve manipule etme fırsatını verdiğini anladığı andan itibaren stratejisi tırmandırma, radikalleştirme ve ötekileştirme stratejisi üzerine kurmuştur. Bir bölümü devlet güdümünde olduğu bilinen, radikal sol örgütlerin ve “profesyonel devrimci” kadrolarının Taksim’e damga vurmaları teşvik edilmiş, önü açılmıştır. Öyle ki, Başbakan Erdoğan grup toplantısında AKM’nin üzerinde  günlerce asılı duran Marksist-Leninist örgüt pankartlarından bahsederken, “Devlet binasında bu pankartlar nasıl asılı kalır?” sorusunun cevabı aslında sorunun içinde gizlidir. AKM devlet binası olduğu için örgütler tarafından yasa dışı, toplumun genelinde tepki ile karşılanan ve Taksim gösterilerini temsil etmeyen pankartlar asılabilmiştir
          Diyarbakır’da Öcalan’ın başı ağrıdığı için gösteriler düzenleyen PKK ise Güneydoğu Anadolu’da hiçbir eylem yapmaz iken müzakere ortağının elini güçlendirmek için Öcalan posterleri ile zaman zaman kendisini televizyon kanallarına göstermiştir. AKP Hükümeti de Güneydoğu Anadolu’da olay çıkmayacağının güvencesini almanın vermiş olduğu rahatlıkla Diyarbakır ve Van’daki TOMA’ları İstanbul ve Ankara’ya kaydırmış durumdadır.
Taksim’i Erzurum’da, Nevşehir’de, Kütahya’da televizyonlardan sansürlü olarak seyreden, hafızasında Gezi Parkındaki barışçıl tutumdan, çadır-mescitten ve anti kapitalist Müslümanlardan çok  Marksist grupların vandalizmi kalan vatandaş, Erdoğan’ın “camide bira içtiler” söyleminin peşinden gitmeye çok daha yatkın olmaktadır. Üstelik, Taksim göstericilerinin elindeki tek iletişim ve propaganda aracı twitter iken Başbakan Erdoğan’ın arkasında gönüllü ve gönülsüz dev bir medya karteli olduğu unutulmamalıdır. Twitterın dar alanda kaldığı, diğer alanda hükümetin nerede ise rakipsiz bir algı yönetimi stratejisi izlediği ortadadır.




Gençlik muhalefeti dar bir coğrafi alana sıkışırken, hükümet ise bütün Türkiye’de propaganda çalışmalarını sürdürmenin üstünlüğünü yaşamaktadır. Buna itiraz “Tahrir’de dar bir alandı” şeklinde olabilir. Ancak Tahrir’de Müslüman Kardeşlerin stratejik aklı temsil edilirken, vücudu bütün Mısır’a yayılmış durumdaydı. Oysa, Türkiye’de muhalefet, İstanbul’da Taksim, Beşiktaş, Bağdat Caddesi, Ankara’da Kızılay, Kuğulu Park, Dikmen üçgeni ve İzmir’de Gündoğdu Meydanına sıkışmıştır. Adana, Kayseri gibi şehirlerdeki muhalefet ise kısa soluklu olmuştur.   
Bütün bunların dışında tarafların hedefleri ve stratejileri arasında da bir dengesizlik vardır. Erdoğan’ın ulaşmak istediği hedef ve bunun için uyguladığı strateji açıktır. Bu hedef ve strateji konusunda parti içinde bir tartışmaya izin yoktur. “Lider emreder, kitle takip eder” ilkesi tartışmasız bir şekilde uygulanmaktadır.  Taksim’in ise belirgin bir politik hedefinin ve stratejisinin olduğunu söylemek mümkün değildir. Politik mücadeleler de bu çok önemli bir husustur. Kötü bir politik hedefi ve stratejisi olan dahi olmayandan daha avantajlı konumdadır.



Bu noktada Taksim’in Erdoğan’ı nasıl yenebileceği üzerinde durulabilir. Yukarıda sergilenen güçler dengesinden sonra, sanki bir galibiyetin mümkün olmadığı düşüncesi akla gelebilir. Oysa, bu mümkündür. Galibiyete ulaşmanın ön şartları şu şekilde özetlenebilir:  

1)Taksim’in gücü sahip olduğu yumuşak güçtür. Bir TOMA’yı Molotof ile yakmanın hiçbir anlamı yoktur ancak TOMA’nın fışkırttığı suya göğsünü açarak direnmek, tekerlekli sandalye ile TOMA’nın karşısına çıkıp suyu yemek, TOMA’nın yenildiği anı temsil etmektedir.  Yumuşak gücün sert gücü nasıl etkisizleştirebileceğinin en somut tarihsel örneğini Gandhi Hindistan’da Britanya İmparatorluğunu yenerken sergilemiştir.

2) Taksim’in yumuşak gücü, komünist-marjinal örgütlerin molotof kokteylleri ile kirletildiği ölçüde zayıflamaktadır. Taksim’de barışçıl gösteriler yapanlar, kendileri ile komünist-marjinal örgütler ile aralarına belirgin bir mesafeyi tüm toplumun göreceği bir şekilde ve sert bir tavırla koymak zorundadırlar. Üstelik bu komünist-marjinal örgütlerin bir bölümünün iktidar güçlerine çalıştığı da göz önünde tutulmalıdır. Taksim’de gösterilerinin sembolü tekrar Türk Bayrağı haline gelmelidir.    

3) Taksim'de çok akıllı bir şekilde, Erdoğan’ın Taksim’i din düşmanı göstermesini engellemek için etkili engelleme yapmıştır. Muhafazakar tabanda büyük bir karşılığı olmayan kendilerini anti-kapitalist Müslüman diye tanımlayan grupların gösterilerde yer alması çok önemlidir. Buna rağmen Erdoğan, elindeki en önemli silah olan din siyasetini Taksim olaylarında da kullanmıştır. Taksim, dinin kendisine karşı istismarını engellemek için elinden gelen her şeyi yapmaya devam etmelidir. Bu aynı zamanda iktidarın Anadolu’da kılcal propaganda çizgileri üzerinden sürdürmekte olduğu olayların sorumlusu “Allahsız komünistlerdir” şeklindeki propagandayı etkisizleştirmese bile zayıflatacaktır.

4) Taksim, Erdoğan’ın % 50-%50 tuzağına düşmemelidir. Bloklaşmayı değil, birleşmeyi, ötekileştirmeyi değil, sahiplenmeyi dile getiren bir siyasal söylem ve eylem tarzı gerekmektedir. Demokrasi sadece muhalefete oy verenlere değil, bugün iktidar partisine oy verenlere de lazımdır. Erdoğan’a kızgınlık ne kadar büyük olur ise olsun, eleştiriler, aklın ve ahlakın ürünü olmalıdır.    

5) Taksim’in kazanmasının en önemli şartı, Taksim-Kuğulu Park-Gündoğan Meydanı üçgeninden çıkacak ve barış, milli birlik ve demokrasi talebini tüm Türkiye’ye sürekli-uzun süreli bir şekilde yaymalarına/bu potansiyeli göstermelerine bağlıdır. Aksi halde Taksim, anılan üçgende boğulacaktır.

6)Taksim’in gücü, demokrasi talebinden kaynaklanmaktadır. Demokrasi talebinin politik bir hedef olarak somutlaştırılarak ortaya konulması şarttır. Başbakan Erdoğan’ın otoriter rejim tesis ve Türkiye’nin bölünme sürecinin önündeki en büyük engelin TBMM’deki muhalefetten çok toplumsal muhalefet olduğunun belirginleştiği noktada Taksim bu gücünü çok akıllıca kullanılan bir yumuşak güç olarak kullanmayı başarabilmelidir. Polis ile çatışmak değil, polis ile çatışmamak Taksim’in ana gücünü oluşturmaktır. Kavga çığlıkları değil, barış, milli birlik ve demokrasi talep eden sloganlar Taksim’i güçlü kılmaktadır. Polis gaz atınca geri çekilmek, şehrin mekansal derinliğini stratejik bir derinliğe dönüştürmek, dağılmak ve toplanmak, sonra bitmek tükenmek bilmeyen bir kararlılık ile geri dönmek kaldığı yerden barış, milli birlik ve demokrasi talebini gündeme taşımaya devam etmek gerekmektedir.




Ancak talepler somutlaşmadığı sürece bir sonuç alma umudu ortadan kalkacak ve doğal olarak sokaktaki muhalefet eriyecektir.Nitekim, gündüz işinde gücünde olan insanların sonu belirsiz bir süreçte “sabah kalemli gece bayraklı” sokak gösterilerinin içinde olması mümkün değildir.  Halk muhalefeti sayısal olarak erirken, meydana gittikçe marjinal gruplar hakim olacaklardır ki, Erdoğan’ın istediği de budur. Bunu aşmanın yolu, Taksim’in taleplerini daraltmak, somutlaştırmaktır.
Taksim gösterilerinin amacı, Türkiye’nin demokratikleştirilmesini ve milli birliği sağlamak değildir, olamaz. Ancak Taksim bu sürece çok önemli bir katkıyı, bir çıkışı temsil edebilir. Bunun için Taksim gösterilerinin somut talepleri Gezi Parkına ne AVM ne de başka bir amaçla bir bina yapılmaması ve AKM’nin yıkılmaması ile sınırlanmalıdır. Somut talep, kitlede ulaşılabilir bir hedef etrafında birleşme ve direnme duygusunu oluşturur. Böyle bir sonucun alınması da kitlelerde bir kazanma, başarıya ulaşma duygusu uyandıracaktır. Yaşanan olaylar ne şekilde sonuçlanır ise sonuçlansın, Türk demokrasisi açısından önemli bir deneyim olmuştur. Halk, en olumsuz şartlar altında dahi gücünün var olduğunun farkına varmıştır. Erdoğan’da baskısının sınırlarının nerede bir taşa çarpacağını öğrenmiştir.     
               
       Gezi Parkı hakkındaki son değerlendirmeleri için Ümit Özdağ'ın Gezi Parkı Üzerinden Başbakan'a Dış ve İç Politika Üzerine Açık Mektup başlıklı yazısuna buradan ulaşabilirsiniz.
http://www.21yyte.org/ sitesinden 13.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder