Oyunlar
Yekta Güngör Özden
AB rüzgarıyla şişirilen yelkenler, sigara dumanıyla uçurulan balonlar
İçte ve dışta önemli sorunları aşmaya çalışacak yerde yeni sorunlar üreten insanları anlamak güçtür. Türkiye’miz yıllardır ciddi işleri bırakıp velvele ve şamata peşinde koşulan bir alan durumuna düşürülmüştür. Televizyon eğlencelerinin ilkelliği, çirkinliği, kimlerin nerelere geldiğini, neler olduğunu gösteren şaşırtıcı etkinlikler, konumlar, yetkiler. AB rüzgarıyla şişirilen yelkenler, sigara dumanıyla uçurulan balonlar. Başta siyasal partiler, üniversiteler, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve öbür demokratik kitle örgütleri (ben “sivil toplum örgütleri” tanımını kullanmam) sessizlik içinde. Kimilerinin çabası yeterli olmuyor. Televole, popstar, paparazzi, çöpçatma, kaynana, ünlüler vd. uyuşturucu etkinlikler sanat ve spor düzenlemelerini bile geride bırakıyor. İlgi odakları, değer yargıları gibi değişti. Güney Asya’yı vuran deprem ve tsunami, Irak direnişi, ABD karşısında devekuşu rolü oynayan Avrupa ülkeleri, ılımlı İslam açılmaları, kimsenin umurunda değil. Yılbaşında şans oyunlarıyla kendini avutmaya çalışan insanımız şimdilerde siyasetçilerimizin gündem değiştirme oyunlarının izleyicisi durumunda. Gazeteler suç olaylarının iç ve dış dökümleri, resimleri ve magazin sayfalarıyla, eğitimi, ahlakı, adaleti, hukuku, bilimi, sanatı ve sporu dışlıyor. Kimi gazete ve derginin karakteri sayılan özgün sayfaları beklentileri, özlemleri karşılamaya yetmiyor. Sokak çocukları, tinerciler, magandalar, rüşvet ve kayırma olayları, aykırılık ve çelişki çizelgelerinin ilk sıralarından inmiyor. Çözülme ve çürüme kanımca giderek yaygınlaşıyor.
İktidar değişme yalanıyla takiyyelerini sürdürüyor
Siyasal iktidar kamuoyunu yanıltmayı sürdürüyor. Değiştikleri savının gerçek olmadığı her gün doğrulanıyor. AB’nin aldığı ödünler karşılığında içi boş, ucu açık olarak verdiği, süresi belirsiz, sonu çok kuşkulu görüşme tarihini “Başarıyla aldık!” diyerek aktaranlar referandumu zorunlu kılan düzenlemelerin yaşama geçirildiğini saklıyorlar. Fransa başı çekti. Değişme yalanıyla hem güvence saydıkları AB’ni oyalıyorlar, hem de verdikleri ödünleri olağan saydırmak için kendi yandaşlarına “AB’ye girmek için böyle yapmak zorundayız, siz bunlara bakmayın, bildiğimizden şaşmadık, şaşmıyoruz.” diyerek takiyyelerini sürdürüyorlar. Anamuvafakat partisine dönüşen anamuhalefet etiketli parti de “Ağabey formülleri” ve kayıkçı kavgalarıyla giderek gölgeleniyor.
Olanlar Türkiye’ye oluyor.
Ekonominin iyiye gittiğini söyleyen büyük kasa sahiplerinin çalışma yaşamının temeli ve kaynağı işçilere ilişkin anlayışı yok. SSK hastanelerinin sahiplerinden yasa zoruyla alınıp devlete geçirilmesi, sonra özelleştirme yoluyla yandaşlara aktarılması süreci tamamlanmak üzeredir. Asgari ücret, geçim koşullarına, insanlık gereklerine göre saptanmıyor. Aylıkları enflasyon karşısında dayanıklı ve yeterli kılmak için gerçekçi bir adım yok. Yeni Türk Lirası’nın gösterileriyle yurttaş avutuluyor. Para değeri artmadı, geçim kolaylığı olmadı, fiyatlar düşmedi, gelir yükselmedi, rakamlarla oyalanıp yeni kağıtlar sürüldü o kadar. Görünüm yalınlığı o temeldeki sorunları çözmüyor. Ekim 2004’e göre iç borç stoku 225.3 katrilyon TL. Bu ağırlığın yıl sonunda 240.0 katrilyon TL. olacağı kestirilmektedir. 2004 sonunda bütçe açığının 34,0 katrilyona yaklaşacağı sanılmaktadır. Cari işlemler açığı da 2004 için 14,6 milyar dolardır. Dış ticaret açığının 2004 sonunda 22,6 milyar doları bulduğu yazılmaktadır. Bavul ticaretine karşın bu sonuç beklenmektedir. Bavul ticareti dışında ise 32,5 milyar dolar olacağı bildirilmektedir. Kamu ve özel kesim dış borçlarının toplamı 155,0 milyar dolara ulaşmıştır. Dış borç stokunun 2007 yılında 173,0 milyar doları bulacağı hesaplanmaktadır. Bunlarla ilgilenen çok az kimse vardır. Ekonomik güç, siyasal bağlamda tüm güçlerin önündedir. Bu gücü azalan ya da yitiren ülkeler bağımlılıktan kurtulamaz.
Öğrenci affının amacı sıkmabaşlılara kapıları açmak
Sorumlular bu temel ve genel sorunlarla uğraşacak yerde kendi tutkularına, güdülerine ve eğilimlerine yenik durumda akıntıya kürek çekmektedir. Seçim hazırlıklarını anımsatacak biçimde öğrenci affıyla eğitim yozlaştırılmak istenmektedir. Amaç, sıkmabaşlılara kapıları yeniden açmaktır. TBMM Başkanı, belli kuruluş ve kişilerin Avrupa örneklerine karşın sıkmabaş için topladıkları imzaları almakta, milletvekillerinin önergelerini değişik ve sudan bahanelerle geri çevirirken bu başvuruyu övgüyle karşılamakta ve yasal yollarla sıkmabaş serbestisine destek verilmesini kendince uygun sözcüklerle gündeme getirmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin bağlayıcı kararını geçersiz kılmak için Anayasa değişikliğine gidilmesi çağrısı niteliğindeki bir çaba, iktidar partisinde sayısız yandaş bulacaktır. Onlar için Türkiye değil, köktendinci düzen ve kendi saplantıları önemlidir. Sıkmabaşın hangi amaçla kullanıldığını gizleyip “İnanç gereği, inanç özgürlüğü eylemi” olarak dayatmaktadırlar. Başının dışı aydınlık olmayan insanın başının içinin aydınlığı asla inandırıcı olmaz. Nitekim nikah kıyarken “32 Farz nedir?” diye soran Belediye Başkanı ortaya çıkmıştır. Fethullah Gülen’le ilgili medya girişimleri alıştırma bağlamındaki yeni desteklerdir. Akla, inançla tavan koymaya çalışanların Türkiye’ye kazandıracakları hiçbir şey olamaz. İnanç sömürüsünden arındırılmadıkça siyaset durulamaz ve gerçek siyaset olamaz. Bu, olsa olsa bir demokrasi oyunu olur.
Zana’nın ve Fethullah’ın çabaları uyarıcı olmalı
Ankara Belediyesi’nin ekmeğe %100, ulaşıma %33, suya %13 zammına tepkisizlik de düşündürücü. Kimileri de bölücülük çabalarının ayırdında olmama aymazlığını “Çok kültürlü toplum olmanın avantajları” sayıyor. Fethullah’ın nasıl döneceği, nerelere oturtulacağı, kürtçülerin neler isteyip nelere kalkışacağı gözardı ediliyor. Zana’nın çabaları, gazetelerdeki duyurular yoluyla yapılan çağrıya Diyarbakır’da atılan imzalar uyarıcı olmuyor. 17 Aralık’a kadar izlemekle yetinip iktidara güçlük çıkarmamayı düşündüğü söylenenlerin suskunluğu sürüyor. Bilim adamları, uzmanlar, aydınlar, giderek ağırlaşan, neredeyse 40’a yaklaşan AB koşulları için sessiz. “İnançlara saygılı laiklik” ve bu doğrultuda başka anlatımlarla laikliği yeterince anlamadığını gösteren, yalnız dinlerin olduğu yerde bulunup olmadığı yerde bulunmayan ve inançlar yönünden saygın bir yansızlık olan laikliğin köktendinciler tarafından sömürüsüne yeşil ışık yakan eski politikacı eşinin “Din elden gidiyor” yakınması laikliği savunanlarla karşıtlarının ortak tepkisini aldı. İmam Hatip Okulları’nı ve Kur’an kurslarını açmakta öbür siyasetçilerle yarışa girenlerin kendi kusurlarını savunma aracı yapmaları ağır kusur sayılır. Akla, eğitime, bilime, hukuka, demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine içtenlikle saygı duyanlar ve bağlı olanlar dinsel çabalarla siyaset yapmazlar.
Başkanlık sistemi padişah - halife düzenine dönmektir
Diktatörlüğe gidişin yolları döşenmektedir. Yasama organındaki nitelikli (Anaya değişikliği için yeterli) çoğunluğu yetersiz sayıp kişisel egemenlik için nabız yoklamalarına başlayan iktidar, tarihsel ve bilimsel gerçekleri unutmaktadır. Anayasa Mahkemesi üyelerinin tümüyle, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin tümünü, Danıştay üyelerinin ¼’ünü, askeri yargı üyelerini, YÖK Başkanı’nı atayan, Valiler ve başka yöneticiler için yetkili bulunan, tek imzalı işlemleri yargı denetimi dışında tutulan Cumhurbaşkanı, ülkemizde yarıbaşkanlık sisteminden ötede güç taşımaktadır. Toplumsal, siyasal, kültürel düzeyi, inanç sömürüsünü, eğitim olgumuzu unutup Başkanlık sistemi önermek, padişah-halife düzenine dönmekten başka bir şey getirmez.
Yabancılara toprak satımının 2 bin dönümü aştığı haberleri de kimsenin umurunda olmamaktadır. Tüm uzaklıklar, ilgisizlikler, benzer durumlar nedeniyle 3 Temmuz 1984’de Cumhuriyet gazetesinin ikinci sayfasında yayımlanan “En tehlikeli toplumsal hastalık umursamazlık” başlıklı yazımı anımsadım. Demek ki özde değişen bir şey yok.
Dinsel çığırtkanlık yaygınlaşıyor
Kurban Bayramı yaklaşırken artan dinsel çığırtkanlık da yaygınlaşıyor. 31 Mart ayaklanmasından kaçarak idamdan kurtulup İspanya’ya sürülen, Şeriat’a dayanan İslam birliğini savunan, Nakşibendiliğe bağlı Nurculuğun kurucusu, cumhuriyet düşmanı, hükümlü Said-i Nursi (Kürdi) ağırlıklı sempozyum düzenlemesi, sözde bilim adamlarının katılımı yanında iktidar ağırlıklı destekçilerin ve izleyicilerin çokluğu AB sürecinde nerede bulunduğumuzun ve toplumsal düzeyimizin göstergelerinden biriydi. Ilımlı İslam toplantılarının değişik açılımları “modernleşme” gösterilerek savunulmaktadır. Yeni 31 Mart’ları anımsatan çabalara karşın aydınların dağınıklığı, birbirlerine ve kendilerine karşıtlığı, söz oyunlarıyla kişilik kanıtlama ve egemenlik kurma çabaları büyük sakıncalar ve zararlar getirmektedir. Kurumlaşması tamamlanınca ayrılmak koşuluyla kabul ettiğim siyasal kuruluş başkanlığını ilkesiz, tutarsız, verdiği sözlerden dönen, attığı imzaları yadsıyan, öncelik ve önderlik sayılacak birleşmeyi engelleyen kimseler yüzünden bırakarak tümüyle siyasal ilişkimi keseli bir yıla yaklaşıyor. Yalan ve iftirayı geçerli sayan sözde aydınların çekememezlikleri demokratik kitle örgütlerini de sarsıyor. Kimi güçlü örgütler, kişisel amaçlar yüzünden giderek sönükleşip etkisizleşiyor. Uyarılara, içtenlikli önerilere ilgi gösterilmiyor. Çıkar, gösteriş, böbürlenme her şeyin önüne geçiyor. Yazık.
Güçlü sesler Türkiye’mize yönelik saldırıları ve haksızlıkları önleyecek biçimde çıkmıyor. Bu arada Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in sözde Ermeni soykırımı savlarını kökten çürütecek bilimsel çalışmalarını mutlulukla duyuyoruz. Sayıları giderek azalan kimi yazarlarımız da olmasa basını tümüyle bırakacak durumlar izleniyor. Dönekliği aşan uşaklıkların boyutu öylesine iğrenç ve tiksindirici ki.
Kilisede Noel ayinine katılan sıkmabaşlılar, siyasetçilerin peşinde kuyruklar oluşturan çıkarcılar, Atatürk’ü ve ilkelerini unutanları tutum ve davranışlarıyla kışkırtan sözde aydınlar, sözde Atatürkçüler, Türkiye’nin ilginç fotoğraflarıdır. Yabancıların oyunları tutmuştur. Türkiye’de Atatürk’le birlikte duran saati İsmet İnönü biraz daha çalıştırmıştır ama orada kalınmıştır. Paranın her şeye egemen olduğu niteliksiz bir topluma dönüştürme çabalarıyla Batı intikamını almaktadır.
Biz ulusal günleri ağlama duvarlarına çevirerek zaman yitiriyoruz. 2005 neler getirip neler götürecek göreceğiz. “Umut, imanın anasıdır” sözü boş yere söylenmemiş olsa gerek, yılmak yok, dönmek yok.
http://www.turksolu.com.tr/73/ozden73.htm
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder