9 Mart 2015 Pazartesi

BU AYDA BÖYLE GEÇTİ - SİYASİ NİNNİ,






BU  AYDA  BÖYLE  GEÇTİ, - SİYASİ NİNNİ, 



Yekta Güngör Özden
12.07.2004/Sayı:60

Bu ay da böyle geçti

NATO Zirvesi Bush’un gösterisiyle tamamlandı. Galatasaray Üniversitesi alanında cami ve köprüyü arkasına alarak yaptığı konuşmada kendince demokrasi tanımıyla Türkiye’de dinlere açılımı önerdi. Çoğulcu, katılımcı kurallar ve kurumlar düzeni demokrasinin lâiklik olmadan, birbirinin görüş, düşünce ve duygularına katlanma anlayışıyla donanmadan demokrasinin olmayacağını bilmeyen ancak inanç sömürücüleriyle özel amaçlılardır. Dünyada müslüman çoğunluğu barındıran 53-54 ülke içinde inancını en iyi yaşayanlar, dinsel gerekleri ve görevleri bağımsız ve özgür biçimde yerine getirenler Türkiye’dedir. Müslüman olmayan yurttaşların bile bu konularda yakınması yokken, tüm yurttaşlar hiç bir inanç ayrımına bağlı tutulmadan anayasal ve yasal haklarını eşitlikle kullanırken, inanç sömürüsüyle iktidar yolları bile açıkken, dinler için bir engel varmış gibi gerçekdışı yaklaşımlarla dincilik yapmanın anlamı içerdeki iktidara destek olmak, onları kullanmak ve onlardan kimi şeyler koparmak için onları okşamak, kamuoyunu bu doğrultuda etkilemektir. Türkiye’deki inançların güvencesi, köktendincileri iktidara bile taşıyan hoşgörünün kaynağı, dayanağı da lâikliktir. Dinler yönünden hiçbir sorun yoktur. Köktendincilikle, inanç sömürüsüyle, siyaset-ticaret-tarikat dayanışmasıyla sahneye çıkanlar, gerçekdışı savlarla sürekli istekte bulunacaklar, aldıklarıyla yetinmeyecekler, davranışlarını geçerli göstermek için yakınacaklar, eleştireceklerdir. Çoğunluğun asıl öğelerinden biri olan kürt kökenli yurttaşlarımızı kışkırtarak azınlık yapmaya, daha sonra toprak istemeye, ayrı devlet kurmaya yönelen kürtçülerle şeriatçıların eşitlik ve özgürlük yaygaraları, batılıların bunlara destek vermeleri birlikte ele alınırsa, devletin tek’liğine, ülkenin tüm’lüğüne, ulusun birliğine, lâikliğe ve demokrasiye kıyılmak istendiği daha iyi anlaşılır. Türkiye’nin yetkilileri ülkelerini savunamamakta, haksız, gereksiz eleştirileri, anlamsız önerileri karşılayamamakta, saygınlığımız gölgelenmekte, onurumuz yara almaktadır. Kendi ülkelerindeki durumu gözardı eden yabancılar Türkiye’deki gerici kalkışmaları, terörle gerçekleştirilen olayları bilmezlikten gelmektedirler. İBDA-C, Hizbullah, kadrolaşma, Başbakanlık Basın Danışmanı’nın tarikat törenlerinde zikir çekmesi, Başbakan ve Dışişleri Bakanı eşlerinin toplantılara başörtüleriyle katılmaları, yabancı ülke devlet başkanlarının ziyaretlerinde de dinsel örtünmeyle boygöstermeleri, direnişin boyutları hakkında yeterli uyarı sayılmaktadır. Türkiye’yi ateşe atmanın formüllerinin geliştirildiği NATO Zirvesi’nde kalan yalnızca okşamadır. Avrupa’nın güvenlik örgütü oluşturulmasında dışlanan Türkiye kendisine verilecek yeni görevlere hazır olduğu güvenini vererek beklediklerini de alamamıştır. GOP (BOP) açılımının Türkiye için bir açmaz olacağı açıktır. ABD çocuk kandırırcasına egemenlik devri oyunuyla ilgilileri oyalamış, NATO’nun sırtına yüklediği sorumlulukla kendini kurtarmaya çalışmıştır. ABD’nin kaçışı, suç ortağı aramasının tezgâhıdır. NATO’nun kuruluş nedeni unutulmuş, yeni konumu, yeni yapısı, ABD’nin ağırlığıyla yeni yükümlülükler altına sokularak yeni işlevinin belirlenmesi turistik etkinlikler içinde yitmiştir.

AB Beklentisi

Yasama organından kaçırılan kimi işlemler, iktidarın Bakanlar Kurulu kararıyla oldu-bitti yaratmasıdır. İncirlik için ek olanaklar, üs istemleri, Irak polisinin içte ve dışta eğitimi NATO’nun tortusu, AB’nin çalımıdır. AB kapısını aralamak, eşikten atlamak için AKP iktidarının yapamayacağı, veremeyeceği şey yoktur. Ödünler, işlemlerle, tutumla, durumla, duruşla birbirini izlemektedir. Katılmayı, girmeyi, almayı asla kesin kılmayan görüşme günü (tarihi) Türkiye’ye verilerek Türkiye oyalanacak, başka ödünler alınacak, on yıla uzayan zaman içinde alacak başka şey kalmayınca Türkiye’ye kapı gösteri lecektir. Belki de AB dağılacak, sorun kendiliğinden kalkacaktır. Eşit konumla girmek, Ege sorunları, kıt’a sahanlığı ve karasuları konularında Yunanistan’ın istediği Lahey Uluslararası Adalet Divanı’na gitmeyi kabul etmeye bağlanabilecektir. Yunanistan’ın anlamsız ve aşırı istekleri Heybeliada Ruhban Okulu açılışıyla yenilenmektedir. Türkiye Lozan Anlaşması gereği Ege adalarının silahtan arındırılması konusunda bile bastıramamakta, Patrikhane’nin ekümenik girişimlerini, kapının kapalı tutulmasını bile engelleyememektedir. Her şey AB’ye girişe odaklanmıştır.
AB ülkelerinin yetkilileri ikilemli, yanıltıcı konuşmalarını çekinmeden sürdürüyor. Gerçeği açıklayan yok. Çıkarlarına uygun çıkışlarıyla birbirleriyle yarışıyorlar. Ülkelerindeki seçim koşullarını gözeterek, birbirleriyle ilişkilerine bakarak Türkiye’yi koşturuyorlar. Uyarılarımıza dudak bükenler koşul üstüne koşul geldikçe pişmanlıklarını dile getiriyorlar. AB her gün değişiyor. DEP’lilerin salıverilmesini “tarihi gün” nitelemesiyle öne çıkardılar. Sanki suçsuz bulunmuşlar, sanki afla bağışlanmışlar, sanki devlet özür dilemiş, sanki bir haksızlık kanıtlanmış gibi. Uyum yasaları kapsamında yeniden yargılama evresinde tutuklu kalınan, ceza olarak çekilen süre gözetilerek yargıçların anlayışlarıyla salıverilmeleri kahramanlık gösterisine dönüştü. Toplantılar, mitingler, yabancı ülke büyükelçilerine yemekler, asker-sivil ayrımlı konuşmalar sürerken KONGRA/GEL militanları boş durmuyor. Van-Gürpınar’da yola döşenen mayının şehit ettiği üç askerden sonra Van Valisi Hikmet Tan’a düzenlenen saldırı kimlerin ne peşinde olduklarına ilişkin kanıları güçlendirdi. Ama AB uykusu derinliğini koruyor. Özür dilemek yerine “tutsaklar”dan söz eden Leyla Zana, yurttaşlığı dışlayıp ulusal kimliği yadsıma gösterilerinde başrolde. İlgili davanın dosyasına utanmadan “Utanç dosyası” diyenler çıktı. Başıbozukluk, bölünme, ulusal birliğin öğelerini bir bir yıkma “demokratikleşme” gösteriliyor. Diyarbakır mitingindeki konuşmalar, öneriler bir yana, kalabalığın açtığı pankartlar, attığı sloganlar şımarıklığın, ölçüsüzlüğün, inadın boyutunu sergiliyor. Tehlikenin yakınında değil, karşısında, içinde olunduğu bir gerçek. Bu gidişle Apo’nun Başbakanlığıyla kürt devleti de gündeme gelebilir. Affı için yüzlerce imzalı dilekçenin verilebilmesi, pekgözlülük ötesi çirkin bir yüzsüzlük, tam bir çarpıklıktır. Bölücülerin salıverilmeleriyle etekleri zil çalan sözde demokratlarla beğenilerini açıklayan sözde sosyal demokratlar, hele halkı aldatan iktidarlar ilerde ulusun yüzüne nasıl bakacaklar, izleyeceğiz. Barzani, “Bütün kürtleri birleştirip bağımsız devlet kuracaklarını” söyledi, Türkiye’den ses çıkmıyor. Suskunlukla olur verircesine, desteklercesine açıklık gerektiren bir tutum var. NATO eliyle görev almaya özendiren kışkırtılar, medyada AB ve ABD yalakalıklarıyla sırıtıyorlar. ABD’nin Irak işgaline karşı çıkan savaş ve işgal gerekçelerini gerçekçi bulmayan, diktayı, zulmü ve kıyımı kınamakla birlikte ülkesinin toprak batanlağana, bağımsızlığını savunan yöneticisini bu tutumla destekleyen kimseleri terbiyesizce, alçakça suçlayan, rezilin rezili mikropları besleyen medya gruplarına tepkiler artmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk, Atatürkçülük, Türkiye Cumhuriyeti, lâiklik, hukukun üstünlüğü karşıtlığını demokratik olma koşulu sayan sapık bir anlayış çöreklendiği köşelerden salyalarını kusuyor. Önceleri ne yapılmışsa kötülüyorlar. Devlet, ulus, ulusalcılık, toprak tümlüğü, bağımsızlık, güvenlik, Atatürk ve ilkeleri yerilecek, AB, ABD, NATO, Yunanistan, bölücülük, federasyon, şeriatçılık, çıkarcılık, tüm kötülük ve pislikler övülecek. Medyadaki bozguncuların, yıkıcıların, ahlâksızların, sapkınların, yalancıların, maşaların görevi bunlar.
Nüfus sayımı için yarım gün evde kalmaya demedik söz bırakmayan cici demokratlar, NATO kapatmalarında dillerini yuttular. Süslü, sesli sözde demokratlar saatlerce beklemeye katlanarak Bush’un yâverlerini dinlediler. Para ne kadar çok şeye kadir. Bilmiyorlar ki demokrasi islâm kültürüyle yapılmamış, özgür düşünceyle, bilgiyle, ahlâk ve erdemle gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. İslâmiyeti gölgeleyen aykırılıklar, sömürüyle yaygınlaştırılmak isteyen kötülükler önlenmek istenmiştir. Demokrasiyi islâmiyete karşı göstermek çabası, islâmiyetten yakınanların bekledikleri ödün nedeniyle, yumuşak yaklaşımıdır. Yakınmaları demokrasiden değil islâmiyettendir. Ama işlerine gelince, Suudi Arabistan örneğinde olduğu gibi, en katı dinci rejim en demokratik düzen gibi kabul görmektedir.
Bu arada “Kemalist lâiklik-liberal lâiklik” gibi yapay ayrımlara, yararsız tanımlara girilmektedir. Faşistlikten şeriatçılığa geçerek gününü gün etmeye çalışan gerici ve çıkarcı karması, işine gelmeyen her oluşumu kötülemekten zevk almaktadır. Lâiklik lâikliktir. Bir tanıma sığdırmak, temelinden ayırıp kendince anlamlar yüklemek, uygulama yöntemlerine, yöneticilerin yaklaşımına bakış tanımlar kalkışmak usa aykırıdır. Değişik tanımları yapılabilir. İnançlar yönünden saygın bir yansızlığın yaşamın her alanındaki uscu, hoşgörülü, anlayışlı, eşitlikçi, insancıl yansımasıdır. Devlet-din ilişkilerinden, inanıp inanmamışın kınanmasına, yönetimde din kuralları yerine hukukun geçerliğine, varsayıma karşı gerçeğin, inanca karşı usun, dine karşı bilimin yeğlenmesine değin uzar. Ülke koşulları, gelenekler, toplumsal yapı, dinlerin ayrılığına bağlanan özellikleri, kültür ve eğitim düzeyi, alışkanlıklar, hattâ ekonomi bile uygulamayı etkileyen nedenlerdendir. Lâikliğimiz gerçek amacına ulaşmış, gerçek niteliği ve içeriğiyle uygulanmış değil ki liberalleşmesi istensin. Sanki aşırılık, sertlik, gereksizlik varmış gibi yumuşatılması isteniyor. Tıpkı “Ilımlı islâm” önerisi gibi köktendinciliğin, gericiliğin baskısı altında lâiklik gerektiği gibi yaşanmamaktadır. Sulandırılıp yozlaştırılmış değil, engellenmiş, karşı çıkılmıştır. Anlamsız, geçersiz ve etkisiz kılma çabaları devlet yöneticileri desteğiyle artmaktadır. Yitirilme tehlikesi yaşanmaktadır. Emniyette Fethullahçılar yazıları, her organda kadrolaşma haberleri, örgütlenme olanakları, akçalı güçleriyle karşıdevrimcilerin ağırlığı açık. ABD’nin Fethullah’ı konuk etmesiyle, PKK-KONGRA/GEL’i koruması arasında ayrım yapılamaz. Hoşgörünün ölçüsü kaçınca koruma ve destek sayılması doğaldır. İkisi de lâik Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı kullanılacağından korunmaktadırlar.

Siyasal Ninni

Halkımız enflasyonun düştüğü, büyüme hızının arttığı sözleriyle avutulmaktadır. Haksızlık, hırsızlık, soygun, hortum, gizli ortaklıklar, bayilikler, dokunulmazlıklar kim vurduya gitmektedir. SSK primlerini işçiye ödetmek, emekli aylıklarını indirmek, emeklilik yaşını artırmak, yeni af yasalarıyla kendilerini ve yandaşlarını kurtarmayı sürdürmek, 28 Şubat’ta uzaklaştırılan gerici öğretim görevlilerini üniversiteye döndürmek, sıkmabaşlıları çağırarak eğitim-öğretim ortamını bozmak unutturulmak isteniyor. Ödemeler dengesinin câri işlem açığı Ocak-Nisan 2004 toplamı 6.9 milyar dolar, dış borç 150 milyar dolar, iç borç 195 katrilyon, toplam borç 260 milyar dolar. Bağımlılığın gerçek nedeni ümmetçilik anlayışının ulusallığa ters düşmesi, engellemelere karşı yabancı desteğinde duraksanmaması ve çıkarın ilkelerin üstüne çıkmasıdır. Ne rastlantı. İçerde yaralamaktan yatanlar, para cezasını ödeyemediği için karanlıkta kalanlar varken 35 bin kişinin katiline af istemek, Yunanistan’ı sevindirmek, insanların gözlerinin içine baka baka kendi inanç katılıklarıyla toplumsal barışı yıkmak. Gerisi onları ilgilendirmiyor. Halkın alımgücü kalmamış, intiharlar, iflâslar, suçlar, bunalımlar artmış onlara ne. Düğün-dernek, alkış, şamata, türban-flama. Dünyada benzin varil başına 1,5 dolar ucuzlarken Türkiye’de %5 zam kimsenin umurunda değil. Yalan, dolan, haksızlık, adaletsizlik, kötülük, pislik, her tür aykırılık, bu mu dindarlık? Öbür yanda AB ve ABD ortaklığı, Irak’ın kuzeyinde kürt devleti oluşumuyla, Türkiye’yi sarsıp bölecek kimi kararlarla, askeri ambargolarla, Kıbrıs, Ege sorunları, Gürcistan, Ermenistan, İsrail olaylarıyla, iktidarları kullanıp halktan, hukuktan kaçarak bildiğini okumaktadır. Eğilen, izilip büzülen, azarlanıp küçümsenen, aşağılanıp dışlanan, yalvar yakar duruma düşüp sık sık kulağı çekilen, ağladıkça sırtı okşanıp yanağı sıkılan, zavallı yerine konulan ne verilirse onunla yetinen insanlar sanılıyoruz.
Sivas kıyımının yıldönümü, acıların yenilenmesiyle geçti. Sanıkların yurtdışına kaçmasından daha kötüsü onların getirilmesinin sağlanamamasıdır. Toplam seçmenin %25, oy kullanan seçmenin %35 oyuyla yasama organında %65 çoğunluğu bulunan AKP iktidarı, içerdeki kükreyişinin tersine dışarda süt dökmüş sevimli gibi. Başörtüsü kararı nedeniyle eleştiri, yandaşlarını kışkırtma sözleri, Cumhurbaşkanına, üniversitelere eleştirisi, halka sitemi yapmacık. DEP’lilerin gösterileri için bildiri yayımlayan milletvekillerini azarlaması da kabadayılık. Sorunların çözümü, barışçı, hukuka saygılı bir tutumun belirtisi yok. Zamların arkası kesilmiyor. Üniter yapıya aykırı İl Özel Yönetimler Yasası gündemde. Memurların geçim sıkıntısı, yaşam koşullarının ağırlığı dayanma çizgisini aştı. Soygunlar halkın sırtına yük oldu. Merkezden başarılamayanlar yerel yönetimler eliyle kotarılacak. Sayıştay’daki yandaşlarla silâhlı kuvvetler daha etkisiz duruma düşürülecek. Nasıl kürt liderler ABD’ne güvenip horozlanıyorlar, içimizdeki bölücüler AB’ne güvenip KONGRA/GEL ile Türkiye Cumhuriyeti’ni bir tutuyorsa, kimi siyasetçiler de kendilerini herşeyle, herkesle bir tutuyor. Kendinden başkasına hak tanımıyor, yol vermiyor. Okumayan bir toplumun sayrılıkları yaşanmaktadır. Uygar tepkiden uzak, her şeye katlanan, hak arama özgürlüğünün anlamını ve adını bilmeyen insanlar kötülüklerle başa çıkamazlar. Çeviri yasalar iktidarın sümeninde sırasını bekliyor. Batılılar buyurdukça gündeme getiriliyor.
Emperyalizm 1. ve 2. dünya savaşlarının ürünü. Günümüzde çirkinliğin örtülmesi, karşıtlığının önlenmesi için “Küreselleşme-Globalleşme” adıyla gündemde tutuluyor. Amaç değişmedi, adı değişti. Direnci kırmak için sıcak, süslü, ilgi çekici sözcükler seçildi. Neoliberalizm de vahşi kapitalizmin yeni adı. Özgürlük esintisi değil, derin, çok derin devlet dayatması. Üstelik ABD markası. Marshal yardımı, Truman doktrini, doğrultuları aynı. Şimdilerde BOP’tan GOP’a dönüştürülen NATO destekli izlence aynı (senaryonun yeni versiyonu) oyununun yeni uyarlanması. Irak, Afganistan’a Türkiye coğrafyasının değiştirilebileceği ekleniyor. Açıkçası ABD’nin amacı, ereği değişmedi. Din araç olarak kullanılıyor. ABD için her yol geçerli, her yöntem makbûl. Irkçılık, şeriatçılık kimi kafabozucunun, enseparlatıcının “yenilenme” dediği geriye dönüş. Çirkinlik, sömürü, her yönüyle faşizmin hortlaması, neofaşizm. Ortadoğu diktatörlüklerinin kimin sayesinde ayakta durduğu gözetilirse değinmemize katılmamak olanaksızdır. Ahlâksız ve adaletsiz demokrasi olmaz. Akılsız demokrasi hiç olmaz. Türkiye’ye dayatmak istediklerini petrol aldıkları ülkeler için düşünmeyenler inandırıcı olamazlar, bunlara asla güvenilmez.
Medyanın tutumuna aldırmayanlardan birisiyim. Kimleri hangi nedenyle nasıl dışladığını, unutturmaya çalıştığını, yalnız bırakmaya uğraştığını, kimlerin reklamını niçin yaptığını, onları nasıl kullandığını, kullanamadıklarına nasıl kızdığını biliyorum. Yalakalık ve yavşaklıkla aynı kişiye hem “gerici”, hem “komünist” etiketinin nasıl yapıştırıldığını gördüm. Birbirlerine saldırıları, dayanışmaları, karakter yapılarındaki benzerlikler, kişilik özellikleri, giderek değer yitimi nedenleri her gün yeni örneklerle izlenmektedir. Sözünde durmayan birisi yine benim Atatürkçü Düşünce Derneği’yle olmayan ilgimi ısıtıyor. Gerçekleri yansıtan yayınlar işine gelmeyenler benim çıkarım nedeniyle böyle yazıldığını söylüyormuş. Ne denilse boş. Ne çıkarım olabilir? Siz kimsiniz, nesiniz? Siz ne yaptınız, ben neler yaptım? Bilenler biliyor. Sizi, sanınız ne olursa olsun konuşmaya değer bulmam.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı
Gericilerle yandaşları doymak bilmiyorlar. İşlerine gelince AB’ni ve organlarını övüyor, kapısında ellerini açıp yalvarıyorlar, işlerine gelmezse demediklerini bırakmıyorlar. Hem kim ve ne olduklarını unutarak, uslarını yitirmiş, terbiyelerinden soyutlanmış gibi. AKP lideri şimdiye kadarki sakıncalı sözlerinin en kötüsünü AİHM’nin başörtüsü kararı nedeniyle söyledi. Halkı kışkırtan, sokağa dökmeye, devlete ve güçlerine karşı çıkmaya, hukuk çiğnemeye özendiren sözleri AB’ne ne ölçüde yaraşır olduğunun göstergesidir.Halk sizi desteklemiyorsa demek ki haksızsınız, yanlış yoldasınız, dönünüz, vazgeçiniz. Bu dayatma ve inadı bırakınız. Uğraşacak başka şey mi yok? Otuz yıldır insanlarımızı başörtüsü yüzünden huzursuz ettiniz, toplumsal barışı sarstınız, öğretim-eğitim ortamını bozdunuz, gençleri kurunlığa attınız. Sizin iktidar hırsıyla inanç sömürüsü yapmanız nedeniyle gündeme gelen başörtüsü sorunu ülkeye zarar verdi. Hiçbir yararı olmadı. Özgürlük, kişisel tercih türü yapay gerekçelerle yaşama geçirmek istediğiniz başörtüsünün en sıkı biçimiyle Türkiye’nin görünümünü kararttınız, yanlış kanı uyandırdınız. Dinsel yönden hiçbir zorunluğu bulunmayan, küçücük kızların aldatılarak ya da ailesi, bir yakını zoruyla kullandığı örtü biçimiyle onları toplumdan ayırdınız. Devletin ilkelerine, hukukun gereklerine karşı duruma düşürerek kavgaya soktunuz. Anayasanın 4. maddesi gereğince 2. maddesindeki lâiklik niteliğinin değiştirilmesi önerilemezken, milletvekili andında Atatürk ilkelerine, ayrıca lâikliğe bağlı kalmak açıklığı varken, Anayasanın 153/son maddesi gereğince yasama organını bile bağlayan 7.3.1989 günlü, Esas 1989/1, Karar 1989/12 sayılı Anayasa Mahkemesi kararı ortada iken, Anayasa değişmedikçe bu karara uymak zorunlu iken, başka yargı kararları da bu doğrultudayken, bayan milletvekilleriniz ile bayan Bakanınızın başı kapalı değilken, AB ülkelerinde bu tür örtüler yasalar ve kararlarla yasaklanırken sizin direnmeniz büsbütün anlamsız, hattâ sakıncalı olmaktadır. Yitirilen zamana, insanlara, araç-gereçlere yazık oluyor. Anayasa ile oynamayınız, yasaları kullanmayınız, gençlere ve ailelerine acıyınız. Lâik cumhuriyete, Cumhurbaşkanına, yargıya, üniversitelere, aydınlara, başı açıklara karşı kışkırtmacılığı bırakınız. Bunlar bir Başbakana asla yakışmıyor. Bu tür, nerede ve nasıl biteceği belirsiz ayaklanma çağrısı içerikli konuşmalarla toplumsal barışı bozmayınız. Düğüne çağırmak için gittiğiniz Kralın eşinin başına bir daha bakınız. Ülkemize gelen müslüman inançlı devlet başkanlarının eşlerinin başlarının açıklığını anımsayınız. Devlete karşı hükümet, adalete karşı iktidar olmaz. AİHM, Anayasa Mahkemesi’nin yukarda açıklanan kararını doğrulayarak, sıkmabaş yasağının insan hakları ihlali olmadığını açıkladı. Kıyameti kopardınız. Hani AB’ne girmek için Anayasaları, yasaları değiştirmiş, uyum yasaları çıkarmıştınız. Hani bunlarla övünüyordunuz. Hani eksiğiniz kalmamıştı. Hiç anlamadığınız, bilmediğiniz belli olan hukuka kafa tutmanız sizi asla büyütmüyor. Sokağa karışan yok. Kızlarınızı başörtüsü için yurtdışına gönderip bu durumla bağdaşmayan bir ortamda yetiştirmeyi uygun buluyorsunuz, böylece örtüye ve altındaki saçlara sığınıyorsunuz. Bilimsel ve sosyolojik destekçilerin gazıyla siyaseti yozlaştırıyorsunuz. Köktendinciliğin simgesi olduğunu, ayrımcılığın tanıtma bayrağı gibi kullanıldığını bilmezlikten geliyorsunuz. Sizleri birleştirecek, siyasal yürüyüşünüzü etkileyecek başka araç yok mu? Dini kullanmak, kızları kandırmak zorunlu mu, koşul mu? Çağdaşlığı, aydınlanmayı, dostlukları, kardeşlikleri, saygıyı, güveni, temizliği, dürüstlüğü dışlayıp kuruntu, kuşku ve korkularla toplum yaşamı sağlanamaz. Türban adıyla kullanılan sıkmabaşı, sımsıkı başörtüsünü kimlerin niçin kullandığını Avrupa da öğrendi. Siyasal islâmın, ılımlı islâm sunumuyla yaşamı karartmasına, insanları birbirinden uzaklaştırmasına, hak ve özgürlüklerini kullanıp yaşamasına engel olmasını AİHM de uygun bulmadı. Başörtüsünün bağımsızlıkla, özgürlükle, kişisel tercih, bireyselleşmeyle, kendini anlatmakla, sivilleşmeyle hiçbir ilgisi yoktur. Dinle ilgisi olmadığı gibi. Dinle ilgisi olsa da hukuk devletinde kuralların ve ilkelerin üstünde yeri yoktur. Kişisel tercihlere değil, herkesi bağlayan kurallara uyulur. Dünyanın hiçbir yerinde Mahkemesinin kararına karşı çıkan, uymayan, tanımak istemeyen, uygulamayan iktidar görülmemiştir. Bilimsel eleştiri ayrı şeydir, saygıyla karşılayıp uymak ve uygulamak ayrı şeydir. Anayasa Mahkemesi’nin kararı hukukun üstünlüğünü, Anayasal lâiklik ilkesini savunanlarla alaya kalkışan, onları düşman ilan edip teröre hedef gösteren insanlık dışına düşenlere yanlışlıklarını, yanılgılarını gösterirken, AİHM Türk yargısının haklılığını vurgularken kimi siyaset adamının üniversitelerde başörtüsüne bu kararlara karşın destek vermesi acı bir belirtidir. AİHM kararı lâikliğin değerini, yaşamsal önemini bir kez daha anlatmıştır. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının lâiklik konusundaki çabaları bir kez daha en iyi duygularla anılmıştır. Usdışı, çağdışı düşünenler artık kendilerine gelmelidir. Kadınlarımızı aşağılayan, AB ülkelerinde dışlanmalarına neden olan, dogmanın katılıklarıyla yaşamı çekilmez kılan, gereksiz, anlamsız, yararsız uygulamalardan, bağnazlık yansıtan zıtlaşma ve inattan dönmek gerekir. AB ölçütlerine karşı çıkanlar AB’ye giremez. AB’yle bütünleşmek yalan olur. Kendilerine açılım getirecek, kullanacaklarsa yandaş olup tersine durumlarda karşı çıkmak ikilemi kimseyi kurtarmaz. Dinsel simgeler hukuk devletinde egemen olamaz, geçerli olamaz. Başbakanla Dışişleri Bakanı’nın eleştiri dışına çıkan sözleri, tehditleri, “Türban ayıbı” yakıştırması destek bulmamıştır. İktidar şakşakçısı yazarların Hıristiyan ve Jakoben bilinçaltına bağlayarak mahkemenin yanlı olduğunu, gerçekçi davranmadığını, önyargılı bulunduğunu ileri sürmesi, özgürlüğe, eşitliğe, çoğulculuğa karşı göstermesi bu kavram ve kurumları yeterince anlamadıklarını, kendi koşullanmışlıklarını ortaya koymaktadır. Usa, hukuka, demokrasiye, çağdaşlığa, uygarlığa, devrime, yargıya, kadınlara saygıya, kardeşliğe, barışa, esenliğe vurulan darbeyi görmezlikten gelenler spekülasyon suçlamasına bile kalkışabiliyor. Anlayış ve hoşgörü ilkelerde, ulus ve devlet yaşamını etkileyecek olumsuzluklarda sakıncalıdır. Özel yaşamla devlet yaşamını ayıramayacak duruma düşenler dayanışma çabasıyla tükeniyorlar.
Bir kez daha yineleyelim: “Türban” diye tanıtılıp kullanımı “özgürlük” diye savunulan sıkmabaş gerçekte geriye dönüş eğiliminin, lâik cumhuriyete karşı direnişin, gericiler arasındaki dayanışmanın simgesi durumuna getirilmiştir. Tutsaklığı, bağımlılığı, köktendinci karanlığı ve eskiliği, kadının dışlanmışlığını yansıtmaktadır. Geleneksel, yöresel, doğal, alışılmış başörtüsüyle hiçbir ilgisi yoktur. İnanç sömürüsünün aracı kılınmıştır. Zorlama, tümüyle yandaşları sıkmabaşçıların oyunu yitirmemek içindir. AB’ne girmek için Kıbrıs ödününü veren, asker kullanımı, üs açılımı, Ermeni soykırımı, kürt devleti, Ege, karasuları, kıt’a sahanlığı konularında yeni ödünlere hazır görünen iktidar sıkmabaş inadıyla AİHM’ne bile saldırmaktadır. Sıkmabaş AB’den daha mı önemlidir? Anayasa’yı Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay kararlarını dinlemeyen iktidar hukuksal geçerliliğini yitirir. AB, sıkmabaş yasağını AİHM kararına uymayı koşul getirirse ne yapacaktır? Dinden anlamayan, hukuk tanımayan aldatılmışların, bağnazların, inadı, dayatması mı önemli, AB mi önemli diye yine sorulacaktır. İktidardan yanıt istenecektir. AB’ne gerçekten girmeyi istiyorlarsa, verdikleri ödünleri anımsayıp, kendileri için ödün saysalar da sıkmabaştan vazgeçmelidirler. Başın içi dışından önemlidir.
Kamusal alan tanımı elbet sorunun çözümünde yararlı olacaktır ama asıl kalkış noktası amaç ve anlayıştır. Devlete ilişkin ve devlet işlerinin görüldüğü yerlerde görev yapanlar (hizmet alıp verme biçiminde) kurallara uymak zorundadırlar. Üniversite öğrencileri de öğrenim ve eğitim yapmakla görevlidirler. Abdullah Gül’ün saptırma ile konuyu hafife aldığı, kendi tutuculuklarını başkalarına yüklemeye çalıştığı görülmektedir. Bunların değişmesi olanaksızdır. AB’den tarih almayı girme gibi gösterip seçmenleri aldatarak baskın seçim bile düşünebilirler. Bunların inançlı olduklarına bile inanmak güç. Lâiklik konusundaki tutumları, başörtü dayatması da bölücülüktür. Ne var ki insanımız ciddi konularla, sanatla, bilimle pek ilgilenmemektedir. Yakında Recep Tayyip’in kızının düğünü, konuklar, kılıklar, armağanlar yine gazete ve dergilerin başsayfalarını doldurur. Üniversitelerde kamplaşmayı gösteren atama tepkileri yeni olaylarla arkada kalır. İmralı sultanı debdebeli yaşamını sürdürür, birçok yurttaş sürünür. Teröristler bağışlanır, devletini, ulusunu koruyanlar teröre açık tutulur. Başbakan, kızının düğününe ilişkin çağrı için yurtdışına gidip kralla görüşür. Ana muvafakat partisi durumuna düşen ana muhalefet partisi cılız tepkilerle toplumun tepkisini çeker. AKP iktidarı dikensiz gül bahçesinde oturmaktadır. Aydın işsizler ordusu partizanlık ve kadrolaşma nedeniyle giderek büyümektedir. Her yerde yandaş, her yerde sıkmabaş. Bakalım neler olacak arkadaş?


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder