IŞİD Tehdidinin "Kazananları" ve "Kaybedenleri"
2
İran
- 2003'te Irak'ın ABD tarafından işgaliyle birlikte İran, Irak'ı ABD'yle yürüttüğü gizli savaşın harekat alanı olarak kullanma şansı yakalamıştı. Irak'ta
Şiilerin liderliğindeki hükümet kurulmuş olması nedeniyle İran, Irak'ın politikaları üzerinde hep etkili oldu. Ayrıca Irak'taki Şii milisleri desteklemiş, onları ABD'nin Iraklı Sünni grupların aleyhinde yönlendirmiştir. Aynı İran IŞİD tehdidi ve işgaliyle birlikte Bağdat'taki Şii yönetimin düşmesini de engellemek üzere bu sefer açık bir şekilde ve fiziken Irak'ta yer almıştır. İran Bağdat yönetimine destek olmak üzere Irak'a askeri birlikler, askeri danışmanlar göndermiştir.
- IŞİD'e yönelik operasyonlarda Bağdat yönetimine destek vermek bahanesiyle de olsa İran, Irak hava sahasında askeri uçaklar ve insansız hava araçları
uçurmaktadır. Hem de en büyük düşman gördüğü Amerikan savaş uçakları ve insansız uçakları aynı hava sahasını kullanarak. Aynı hava sahasını kullanmak çatışmanın önlenmesi bağlamında iki ülke arasında belli seviyede koordinasyonun ve ilişkin olduğunu göstermesi nedeniyle İran açısından önemli bir kazançtır.
- Irak'ın acil askeri ihtiyaçları çerçevesinde Irak'a askeri uçaklar başta olmak üzere satış yapma fırsatı bulmuştur.
- IŞİD tehdidinin bertaraf edilmesinde önemli bir aktör olduğu ABD tarafından teyit edilmiştir.
- IŞİD tehdidiyle mücadeleye katılması gerektiği yönündeki talepleri nükleer programıyla ilgili görüşmelerde çıkan sorunları gidermede bir manivela olarak
kullanma fırsatı yakalamıştır.
Beşar Esad
- IŞİD tehdidi batı kamuoyunda Beşar Esad'ın Suriye'deki olaylar yayılmaya başladığında ifade ettiği "bize karşı savaşanlar hak, özgürlük arayanlar değil
teröristlerdir, sorunun çözülmesini istiyorsanız terörle mücadelemizde bize yardımcı olun" sözlerinde haklı olduğunu teyit ettiği algısını yaratması
nedeniyle Esad'ı da kazananlar listesine sokmuştur.
- Bunlardan önce geçen yıl Suriye'de meydana gelen kimyasal silah saldırısı olayında ABD Dışişleri Bakanının Suriyeli muhatabıyla doğrudan ilişki kurması,
Esad yönetiminin Suriye'deki tüm kimyasal silahların imha edilmesi için uluslararası işbirliğine açık olması ve varılan mutabakata uyması aslında Esad'a
önemli bir psikolojik üstünlük kazandırmıştı. Esad aynı uyumluluğu IŞİD'le mücadele koalisyona karşı gösteriyor.
- Yeni durumda diplomatik ilişkileri olmasa da IŞİD tehdidine karşı Suriye'de ABD'nin hava harekatı yapmadan önce değişik kanallar (BM temsilciliği, Irak
hükümeti, Rusya, İran, Şam'daki Norveç Büyükelçiliği) vasıtasıyla Esad yönetimiyle işbirliği halinde olduğu ortaya çıkmış, bu durum her ne kadar
meşruiyeti sorgulansa da, Esad'ın konumunu güçlendirmiştir.
- Esad'ın koalisyon güçlerinin Suriye topraklarındaki IŞİD hedeflerini vurmasını destekleyen yaklaşımı muhtemel IŞİD tehdidi sonrası ortamda yönetimde kalma
pozisyonunu kuvvetlendirmiştir. Esad her ne kadar batının artık kendisini yönetimde istemediğini bilse de dış politikanın duygusallıklar üzerine değil
çıkarlar üzerine inşa edildiğinin farkında olarak IŞİD tehdidinin bertaraf edilmesi sonrasındaki süreçte kurulacak yeni güç denkleminde kendine yer
ayırtmakta bir adım öne çıkmıştır.
- ABD'nin Suriye'deki IŞİD hedeflerini vurmadan önce Esad rejiminin de IŞİD hedeflerine karşı bazı etkili hava saldırıları olmuştu. Medyaya yansıyan bazı
haberlerde söz konusu saldırılara ilişkin istihbarat bilgilerinin ABD tarafından Suriye'ye verildiği iddia edilmektedir. Bu durumun IŞİD'le uzun yıllar sürecek
mücadele sürecinde Esad'a iktidarda kalacağı yönde umut verdiğini söylemek hiç de yanlış olmayacaktır.
- IŞİD tehdidinin öne çıkması ABD başta olmak üzere batı dünyasının Esad'ın derhal iktidardan indirilmesi gerekir yönünde talepleri şimdilik ötelemiş (Obama
Esad'ın önceki yaptıkları nedeniyle yönetimde kalmasının mümkün olmayacağını, çünkü liderlik meşruiyetini kaybettiğini ancak şu anda önceliğin IŞİD tehdidi
olduğunu söylemiştir), bunun zamana yayılması ise Esad'ın iktidar gücünü pekiştirmiştir.
- Esad daha Suriye krizinin başından bu yana Hizbullah-İran-Rusya tarafının desteğini muhafaza etmeyi başarmış ve IŞİD konusunda koalisyonun Suriye
birliklerine tesislerine yönelik olmaması gerektiğine yönelik savında da aynı ittifakı yanında tutmayı başararak belki de koalisyonun sadece IŞİD'e ağırlık
vermesinin dolayısıyla kendisinin iktidardan düşürülmesi girişimlerinin ötelenmesinin de önünü açmayı sağlamış oldu.
Iraklı Şiiler/Bağdat yönetimi - Şii milisler
- Bağdat'taki merkezi yönetimde Başbakan değişmiştir ancak Şiiler hükümette esas unsur olmaya devam etmektedir. Aslında Maliki'nin değişmesiyle Şiilerin eli
de rahatlamış, kırılgan bir yapıda da olsa hükümet sorunu belli ölçülerde şimdilik aşılmış, Şiiler üzerindeki baskı kalkmıştır. Maliki'nin değişmesiyle
yeni Başbakan Maliki dönemine ilişkin başta yolsuzluklar olmak üzere değişik alanlardaki yanlış uygulamaların sorumlularını askerlerden başlamak üzere
görevden alarak ABD'nin istediği bazı değişiklikleri yapma fırsatı bulmuş, AB ile uyumlu çalışacağı mesajını vermiştir. Şüphesiz Bağdat yönetimi de bunun
karşılığını dış dünyadan alacağını ümit etmektedir.
- Batılı güçlerin IŞİD sonrası yeni güç dengesinde yer almak istediğini bilen yeni yönetim (aslında zorda olduklarını ve belki de her şeylerini
kaybedeceklerini bildikleri için Maliki döneminde başlamıştı) herkese kapıları açtı, batılılar da Bağdat'a kesenin ağzını açtı, özellikle askeri anlamda
yardımlar yağmaya başladı. ABD Irak'ın ihtiyacı olan IŞİD ile mücadele konusu dahil her türlü ekonomik ve askeri yardıma hazır olduklarını, yeni hükümetten
gelecek her türlü talebi karşılayacaklarını ifade etti.
- ABD'nin IŞİD'e karşı Irak'ta başlattığı bazı hava operasyonlarında Türkmen/Şiilerin yaşadığı yerleşim merkezlerini IŞİD'ten kurtarmaya çalışan Şii
milis gruplarına (ki ABD'nin işgal sürecinde Amerikan ve koalisyon güçlerine karşı davranan gruplardır) hava desteği sağlaması aynı PKK terör örgütünün
Sincar bölgesinde olduğu gibi ABD-Şii milisleri aynı karede buluşturmuş "de facto" müttefiklik ilişkisi yaşanmış, bu durum IŞİD'e karşı mücadelede ABD'nin
yerde destek sağlanacaklar arasına bu grupların da dahil edilmesi gerektiği algısı yaratmıştır. Bu durum söz konusu silahlı gruplara meşruiyet kazandırması
açısından önemlidir.
Sünni Araplar (Iraklı Sünni gruplar / Bölgedeki Sünni ülkeler)
- IŞİD tehdidinin ortaya çıkmasında en kritik noktanın Musul'daki Irak ordusunun her şeyini bırakıp kaçması olduğunu artık herkes biliyor. Ancak rivayetler
Musul'daki Irak ordusuna bu emri verenin Musul Valisi Nuceyfi (ki Irak parlamentosu başkanı Sünni Arap Nuceyfi'nin kardeşidir) olduğu, böylece Sunni
Arapların IŞİD'in önünü açtığı söylenmektedir. Iraklı Sünniler böylece IŞİD'in saldırılarıyla Bağdat yönetimine mesaj vermenin ve gerekirse zorla da olsa
kaybettiğini düşündükleri hakları geri kazanmanın önünü açmayı hesap etmişlerdir.
- Iraklı Sünni gruplar/partiler ortaya çıkan büyük IŞİD tehdidini Bağdat yönetiminden ödün koparma fırsatı olarak gördüler. Çünkü onlara göre IŞİD'in
ortaya çıkmasının arkasında özellikle Maliki yönetiminin Sünnileri dışlayan, Saddam döneminin öcünü alan politikalarına karşı direniş, hak arayış var. Bunu
en net ve üst perdeden açıklayan da eski Irak Cumhurbaşkanı yardımcısı olan ve hakkındaki yargı kararından kaçarak geldiği Türkiye'de yaşayan Tarık Haşimi
olmuştur. Dolayısıyla Maliki'nin Başbakanlıktan uzaklaştırılmasıyla kurulan yeni hükümette Iraklı Sünni gruplar/partiler devlet yönetiminde daha fazla pozisyon
ve eşit muamele beklentilerine henüz tam ulaşamamış olsalar da en azından içlerinde ABD'nin de olduğu geniş bir dış desteği arkalarına almış, yeni
hükümetten de söz almış durumdadırlar.
- Sünni yönetimlerin hakim olduğu Körfez ülkeleri ile Ürdün ve Mısır IŞİD tehdidini özellikle İran'ın bölgedeki etkisini kırmak için fırsat olarak gördüler ve bu noktada özellikle Suriye'de IŞİD'e karşı operasyonları desteklediler. Suriye'de IŞİD’e karşı yapılacak mücadelenin eninde sonunda Esad'a uzanacağını hesap eden bu ülkeler aslında bir vekaletçiler savaşı anlayışıyla Suriye toprakları üzerinde İran ve tabii ki Rusya'ya (Esad'ı destekleyenler) meydan okuma fırsatı olarak kullandılar. Nitekim Suriye'deki IŞİD hedeflerine yönelik ilk hava saldırılarına (her ne kadar fiilen hava saldırı yapmamış olsalar da) Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerinden dörder, Bahreyn'den iki, Katar'dan bir savaş uçağı da iştirak etti. Böylece Sünni Arap ülkelerinin psikolojik üstünlük yakaladıklarını, Esad-İran-Rusya ittifakının karşısında olduklarını açıkça beyan ettiklerini söyleyebiliriz.
Tabii açıkça saflarını beyan ederek ABD'nin bölgeye dönmesini kolaylaştırdılar. Böylece Esad-İran-Rusya ittifakına yönelik gizli hesaplarının görülmesine ABD'yi
de ortak etmiş oldular.
- IŞİD'in yarattığı ortamda Mısır ve özellikle Suudilerin baskısıyla Körfez ülkeleri IŞİD'le mücadelenin alanını genişletip Müslüman Kardeşler örgütüne kadar genişlettiler ve Katar'ın bu örgütün elemanlarını sınır dışı etmelerini sağladılar. Böyle bir motivasyonun arkasında ABD'nin olabileceğini söylemek de mümkündür. Bu mücadelede Suudi Arabistan'ın koalisyonun içinde yer almasına yol açan önemli bir noktada Suudilerin Vahabiliğiyle IŞİD'in kökleri ve savunduğu fikirler arasında kurulan bağı zayıflatmak ve koparmak istediğidir. Suudiler IŞİD'e karşı koalisyona dahil olarak kendilerinin Vahabiliğin modern çizgisinde olduklarını, IŞİD'in ise en katı / ilk Vahabilik çizgisinde olduğunu ortaya koyarak kendi rejimine yönelik suçlamalardan kurtulmak olduğunu görüyoruz ki şuana kadar olan gelişmeler bunda da başarılı olduklarını gösteriyor.
- Sünni Arap ülkelerinin özellikle Suudi Arabistan'ın IŞİD'e karşı oluşturulan koalisyonda yer alma talepleri ve beklendiğinden daha fazla etkin olma
girişimlerinin arkasında IŞİD'le savaşın eninde sonunda Esad'ın iktidardan düşürülmesine kadar gideceğine dair beklentileridir. Şimdilik Obama IŞİD'i
Esad'ın önüne koymuş olsa da söz konusu ülkeler savaşı Esad'a taşımak için yeni fırsatlar kollayacaklar, işte o zaman kendilerince IŞİD tehdidinden en çok
kazananlar olacaktır.
- Türkiye ile birlikte IŞİD'i destekleyen iki ülkeden biri olarak suçlanan Katar Ortadoğu'nun bilinen kaygan zemine uygun hareket ederek muhtemelen yönetimdeki kişilerin aldığı şahsi baskı ve şantajlara karşı koyamadığından süratle safını değiştirmiş, koalisyona dahil olmuş aktif bir üyesi olarak hava operasyonlarına iştirak etmiş, ilave olarak ülkedeki Müslüman Kardeşler yöneticilerini sınır dışı etmiştir. Katar bu değişimle izlediği politikalar nedeniyle Körfez bölgesinde kendisin dışlanmasına yol açan ortamdan kurtulma ve politikalarını değiştirme fırsatını iyi kullanmış, zarara uğramadan en yakın noktadan dönüş yapmıştır.
- Mısır yönetimi IŞİD tehdidine karşı koalisyonda yer alarak kedi ülkesinde terör örgütü ilan ettiği Müslüman Kardeşler üyelerinin Sünni Arap ülkelerinden
dışlanmasını sağlamıştır. Böylece IŞİD ve Esad sonrası Suriye'de muhtemel bir Müslüman Kardeşler iktidarının da önü kapanmıştır.
- Ürdün hem ABD ve Avrupa ülkelerinin askeri unsurlarına ev sahipliği yaparak, koalisyonun askeri faaliyetlerine iştirak ederek halen batı ile uyumlu politikalar izlediğini göstererek Arap Baharının yıkıcı etkilerinin ülkesine uğramaması için Batı'nın desteğini hak etmiştir.
İsrail
- IŞİD konusunda adı çok fazla gündeme çok fazla getirilmese de her zamanki gibi perde arkasında kalmayı başaran İsrail aslında IŞİD olayının merkezindedir ve İsrail IŞİD tehdidini kendi güvenlik ve beka sorununu güvence altına almak içinbir fırsat görmektedir.
- Amerikan istihbarat kaynakları İsrail uydularının IŞİD'e ait hedef bilgilerini Pentagon'a aktardığını bildiriyor. Bunun gerekçesi olarak da İsrail uydularının Ortadoğu bölgesine yönelik olarak en iyi bilgi ve görüntüleri elde ettiğini, özellikle Arapça lisanına hakimiyetlerinin de desteğiyle daha etkin istihbaratı oluşturdukları ve bunları Pentagon ile paylaştıkları ifade ediliyor. İsrail'in IŞİD hedeflerine ilişkin istihbaratın yanısıra IŞİD'e katılan batı ülkelerinin vatandaşlarına ait bilgileri de ilgili ülkelerle paylaştığı söyleniyor. Hangi istihbaratı ne zaman verirseniz o istihbaratı kullananları da istediğiniz şekilde yönlendirmek mümkün olduğuna göre IŞİD'e yönelik gelişmelerde İsrail'in istediği şekilde gündemi belirlemesi de mümkün görülmektedir.
- İsrail güçlü bir Şam yönetimi istememektedir. Bu Esad'ın gitmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Ama iç sorunlarla boğuşan, koltuğu sallantıda bir Esad en iyi Esad gibi gözüküyor. Bu nedenledir ki İsrail Suriye sınırına yakın bölgelerde (Golan Tepeleri bölgesi) yer edinmiş olan Esad'a karşı mücadele eden muhalif unsurları (El Kaide bağlısı radikal dinci gruplar) adeta koruma altına almaktadır. Esad'ın söz konusu gruplara yönelik operasyonlarında top atışlarıyla koruma altına almakta, uçakları uzaklaştırmaktadır, hatta bugüne kadar olmamış bir şekilde geçen haftalarda o bölgelere gelen bir Suriye uçağını sınır ihlali gerekçesiyle düşürdü bile. Böylece hem Esad'a karşı mücadele edenleri korumakta hem de başta ABD olmak üzere Batı'ya tehdit oluşturan radikal dincilerin varlığını göstererek ABD'nin Suriye'ye operasyon yapmasının da zeminini oluşturmuş, bunda da başarılı olmuştur. İsrail'in bu bölgedeki son bir beklentisi de (ki düşürdüğü uçakla bunu göstermek istemiştir) bir uçuşa yasak bölge ilan ettirerek Suriye'den İsrail'e gelebilecek saldırıların önlenmesine
yönelik tedbirlerin daha da sağlamlaştırmasıdır. Koalisyonun icra edeceği böyle bir göreviyle İsrail'in güvenliğiyle ilgili bu husus İsrail'e ilave maliyete
neden olmadan çözümlenmiş de olacaktır.
- İsrail'in Gazze operasyonları IŞİD'in Musul'u işgali ve sonrasındaki büyüyen IŞİD tehdidiyle aynı sürece denk gelmiştir. IŞİD Haziran başında Musul'a
girerken İsrail Temmuz başında Gazze operasyonunu başlatmıştır. Dünya IŞİD tehdidini kavrayamadan İsrail'in Gazze operasyonu başlamış IŞİD gündemden
düşmüş, İsrail'in saldırıları Filistinlilerin üzerinde yoğunlaşıp harekatın yarattığı zulüm ortamı artmaya başlayınca bu sefer IŞİD'in Irak'ta Müslüman olmayan gruplara yönelik saldırılarıyla IŞİD'in Bağdat ve Erbil'e yönelerek sözde Amerikan varlığının tehdit altına girmesiyle IŞİD tekrar gündeme gelmiş Gazze'de katliamlar, yıkımlar gündemden düşmüş, o günden bu yana da halen gündemde değildir. Bu gelişmeler İsrail'in IŞİD tehdidini nasıl kullandığını ve kendi lehine çevirdiğinin açık bir göstergesidir.
- Bölgede İsrail'in yanında Arap olmayan ikinci bir devlet olarak bağımsız Kürdistan'ın kurulması: İsrail'in 1960'lı yıllardan buyana bölgede Arap olmayan
ikinci bir devlet kurulması amacıyla bata Iraklı Kürtler olmak üzere diğer Kürt gruplara olan gizli/açık desteği olduğu bilinmektedir. Ayrıca Barzani aşiretinin
İsrail ile olan yakın ilişkileri de bilinmektedir. Bütün bunlar IŞİD tehdidiyle birlikte iyice su yüzüne çıkmıştır. Peşmergenin ABD'nin hava desteği ve yine ABD dahil diğer batılı ülkelerin askeri eğitim/teçhizat ve silah desteğiyle IŞİD'i Irak'ın kuzeyinde belli alanlarda püskürtmesiyle İsrail'in en tepe noktalarından
(Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Komutanlar) artık Kürdistan'ın bağımsız olması gerektiği, İsrail'in bağımsız Kürdistan'ı tanıyacak ilk ülke olacağı çağrıları
gelmiş, Kürt bölgesinin ihraç ettiği petrolü ilk alan ülke de İsrail olmuştu. Böylece İsrail IŞİD tehdidini yıllardır hayalini kurduğu bağımsız Kürdistan'ın
hayata geçirilmesinde önemli bir fırsat olarak görmüş, söylemleriyle batı kamuoyunda da bu yöndeki algıları güçlendirmiş, destekleri artmıştır. Nitekim
Barzani de bağısızlık için en kısa sürede referanduma gidileceğini açıklama cesaretini bulmuştu. IŞİD tehdidi İsrail'in hayalinin gerçekleşmesi yolunda
önemli bir adım atılmasını sağlamıştır.
Rusya
- IŞİD tehdidinin ortaya çıkası ve Batı'yı tehdit eder konuma gelmesi aynı Esad'ın olduğu Rusya'nın da Suriye sorununda haklı olduğu, doğru tarafta olduğu algısını güçlendirdi. Çünkü Rusya da sorunun Esad değil Suriye'ye dışarıdan gelmiş yabancı savaşçılar ve El Kaide gruplarının olduğunu, bunun bir terörle mücadele olduğunu ifade ediyordu. Nitekim ABD liderliğindeki koalisyonu IŞİDê karşı Suriye'deki operasyonlarına karşı çıkmadı. Böylece kararlı bir tutum
gösterip pozisyonu korumakta başarı kazandı. Yani IŞİD tehdidi Rusya'nın pozisyonun güçlenmesini sağlamış oldu.
- IŞİD krizi (koalisyon operasyonunun Esad'a uzaması ihtimali gerekçesiyle) Rusya'nın Suriye'deki askeri varlığını artırma fırsatı yarattı. Bu süreçte Rusya
kritik askeri teçhizat ve silahları Suriye'ye aktarma ve konuşlandırmayı sağladı. Böylece Rusya benden habersiz burada bir değişiklik olmaz vermeyi
başarmıştır.
- Irak bağlamında ise hızla gelişen IŞİD krizi Rusya'nın Bağdat yönetimine askeri teçhizat, savaş uçağı ve helikopterler satmasına imkan tanıdı. Acil
ihtiyaçlar nedeniyle Rus personelin de Irak hava sahasında hem de ABD'nin yönetiminde etkin olduğu sanılan bir ülke Irak'ta ABD'lilerle aynı ortamda
operasyonlara katılabilmiştir.
Avrupa ülkeleri (İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, Belçika, ...)
- IŞİD aslında başlangıçta doğrudan Avrupa ülkelerine bir tehdit olarak ortaya çıkmamıştır. Ancak zamanla IŞİD içinde Avrupa'dan katılanların sayısının çok
fazla olduğu (AB yetkilisin söylediğine göre 3.000 civarındadır) ve Avrupa ülkelerinde içindeki artan destekçileri bu ülkeleri telaşlandırmıştır. Ama
Avrupa ülkelerini bizzat koalisyonun içinde yer alıp hava operasyonlarına katılmaya sevk eden husus ise Fransa Cumhurbaşkanı Hollande'nin Irak ziyaretinde söylediklerinde gizli gibi gözüküyor. Hollande IŞİD tehdidiyle ortaya çıkan durumu bölgede "güç dengesinin bozulması" olarak nitelendiriyor. IŞİD de bu güç dengesinin bozulmasını tetikleyen ve yeni güçler dengesinin oluşmasının önünü açan faktör olarak kullanıyorlar. Yani Avrupalı ülkeler yaklaşık 100 yıl önce I.Dünya Savaşı sonunda yine Avrupalıların gizli anlaşmalarla kurdukları güç dengesinin bozulmakta olduğunu, yeni güç dengelerinde söz sahibi olmak için
fiziken ve fiilen bölgeye geldiklerini anlıyoruz. Evet bölgedeki dengeler değişmiştir ancak Avrupa ülkelerinin durup dururken bölgeye gelmeleri söz konusu olmadığına göre IŞİD tehdidi bunun için iyi bir gerekçe olmuş ve Irak hükümetinin resmi çağrı yapması da sağlanmıştır.
- Bunun için de IŞİD Musul'daki Müslüman olmayan gruplara yönelik saldırılarıyla Batı dünyasının gündemine girmesi sağlandı. Türkmenler için maalesef Türkiye dahil hiç bir ülke endişe duymayıp harekete geçmeyi aklının ucundan bile geçirmezken Müslüman olamayanlara yönelik saldırılar Batı'yı mobilize etmek için iyi bir manivela olmuştu.
- Avrupalı ülkeler Bağdat yönetiminin de çağrısıyla bölgeye konuşlanırken yardımlarını ağırlıklı olarak Barzani yönetimine vermeleri de ilginçtir.
Avrupalı ülkelerin yeni güç dengelerinde bağımsız bir Kürt devletinin önde olacağını yıllardır öngördüklerini, IŞİD'e karşı yerde savaşacak ana unsurun
Peşmerge olacağı algısını yaratarak da Barzani'ye yönelik askeri ve ekonomik yardımı hızla başlatmışlardır. IŞİD tehdidi bu anlamda gerekli katkıyı
yapmıştır. Böylece hem Bağdat hem Erbil yönetimi üzerinde Avrupalı ülkelerin etkili olmasının hesapları yapılmıştır. Bu politikanın şu ana kadar başarıyla
uygulandığını görmekteyiz.
Kaybedenler Listesi ;
Türkiye
- Bir zamanların dünya devleti olmaya aday ülkesi Türkiye AKP iktidarının oyun belirleyici, düzen ve denge kurucusu olacağını iddia ettiği Ortadoğu'da dış
politikasını ve ülkenin beka/güvenliğini iki terör örgütünün (PKK ve IŞİD) arasına sıkıştırmış hatta onların inisiyatifine terk etmiştir.
- IŞİD'in 08 Haziran 2014'te Musul'u işgale başlamasıyla ortaya çıkan IŞİD tehdidinin kaybedenleri listesinde Türkiye en başta gözüküyor. 11 Haziran'da
Musul başkonsolosluğu çalışanlarının göz göre göre IŞİD tarafından teslim alınması Türkiye'nin elini kolunu bağlamıştır. Bu rehin alma olayının stratejik
bir karar olduğunu, stratejik sonuçlar doğurduğunu söylemeliyiz. Bilindiği üzere en kanlı PKK saldırılarından sonra bile Türkiye'nin Irak'ın kuzeyine herhangi
bir operasyon yapması hem de kara/özel kuvvetlerini sokmasına herkes karşı çıkmıştır. Aslında herhangi bir vesileyle Türkiye'nin Irak'ın kuzeyine müdahale
Irak'taki hiçbir yerel ve yabanı aktör istememektedir. Sonuçta da öyle olmuştur. IŞİD saldırıları sonunda Türkiye'nin kırmızı çizgileri olan Türkmenler göçe
zorlanıp ezilirken, yok edilirken, Kerkük tamamen Barzani'nin eline geçerken eli kolu bağlı Türkiye'nin hiç sesi çıkamamıştır. Bu sessiz kalış o kadar belirgindir ki acaba rehine olayı iç politik tercihler (çözüm süreci dayatmaları gibi) nedeniyle bölgeye müdahil olmak istemeyen AKP hükümetinin bilgisi dahilinde olduğuna dair komplo teorileri bile konuşulmaya başlanmıştır. Sonunda Türkiye Irak'taki tarihsel/hukuksal iddialarını, kırmızı çizgilerini, bütün kazanımlarını boşa çıkarmış, Türkmenleri kurban etmiş, Atatürk'ün dediği gibi Türkiye'nin bekasıyla doğrudan ilgili Kerkük-Musul bölgesini kaybetmiştir.
- Rehinelerin serbest bırakılması görünürde Türkiye'nin elini rahatlatmış gibi gözükse de aslında Türkiye'nin elindeki bağa ikinci bir düğüm atmıştır. Çünkü
rehin sürecinde IŞİD'e karşı sessiz kalan Türkiye, rehinelerin serbest kalmasıyla bu sefer Batı'nın baskılarına/dayatmalarına sessiz kalmıştır. Ayrıca IŞİD'le yapılan pazarlıkların bilinmeyen içeriği bağlamında IŞİD'e karşı halen neler yapmaması gerektiğinin yani İŞİD'in devam eden dayatmalarının olabileceği de olasılıklar dahilindedir. ABD Dışişleri Bakanının direktif gibi açıklamalarından (Türkiye IŞİD'le mücadelede ön cephede olacaktır. Türkiye, Suriye sınırını kapatmalı; yabancı savaşçıların geçişini ve petrol kaçakçılığını durdurmalı.) sonra IŞİD'e karşı keskin bir dönüş yapması Türkiye'nin rahatlayan değil aksine daha da zora girdiğinin göstergesi gibidir.
- Rehinelerimizin diplomatik /siyasi pazarlıkla serbest bırakıldığın açıklanması Türkiye'nin devlet kurduğunu ilan eden bir terör örgütünü siyaseten tanıdığı algısını oluşturmuştur. PKK ile yürütülen pazarlıklardan sonra IŞİD ile de pazarlık yapıldığın ortaya çıkması Türkiye terör örgütleriyle pazarlık yapıyor, örgütler istediklerini alıyor algısını kuvvetlendirmiştir. Artık Türkiye ile işi olan terör örgütleri dışarıda içeride herhangi bir kurumu / kuruluşu/kişiyi rehin alarak Türkiye'den isteklerde bulunabilecektir. Bu durum Türkiye açısından önemli bir prestij ve güvenirlilik kaybıdır. Türkiye bu tür tehdit ve şantaj politikalarına açık olduğunu göstermiştir ki bu Türkiye'nin bağımsızlığını ve bekasını tehlikeye sokmuştur.
- IŞİD tehdidinin ortaya çıkması, Batı medyasında ve kamuoyunda Türkiye'nin IŞİD ve benzeri örgütlere kucak açtığı, toprakları üzerinden lojistik ve insan
kaynağı transferine göz yumduğu şeklindeki haberlerle Türkiye terör örgütlerine destek veren bir ülke olarak anılmasına yol açmıştır. 30 yıldır PKK terörüyle
mücadele eden ve 40.000 insanını terörden kaybeden Türkiye'nin teröre destek veren / göz yuman ülkeler arasında anılması Türkiye açısından telafi edilemez
bir kayıptır. Bu kayıp, PKK'nın inisiyatifinde şantaj ve tehditle yürüyen sözde çözüm sürecinin bir anda terör sarmalına dönüşmesi halinde Türkiye'nin terörle
mücadele uygulamaları artık dışarıdan da içeriden de destek bulamayacağının da işaretidir.
- IŞİD tehdidiyle birlikte başka bir ülkenin (Suriye) toprak parçası (Ayn el Arap (Kobani)) Türkiye'nin iç sorunu haline getirilmiştir. IŞİD'in Suriye'de
PKK'nın uzantısı PYD/YPG kontrolündeki Ayn el Arap'ı işgal girişimleri PKK tarafından çözüm süreciyle irtibatlandırılarak Türkiye PYD/YPG'nin yanında yer
alıp destek vermezse Türkiye'de yeniden terör başlatmakla tehdit edilmiştir.
Bugüne kadar tehdit ve şantajla taleplerine birer birer karşılık bulan PKK'nın
burada da Türkiye'yi köşeye sıkıştırdığı görülmektedir.
- IŞİD'e karşı mücadelede Peşmergeye yardım eden PKK'nın ABD ve Avrupa'da terör örgütleri listesinden çıkarılması gündeme gelmiştir. Buna da en büyük gerekçe olarak Türkiye'nin silah bırakmamış ve ısrarla silah bırakmayacağım diyen PKK terör örgütüyle pazarlık masasına oturmuş olması gösterilmiştir. Tabii bu arada AKP iktidarının terör tanımana yaklaşımı da göz ardı edilmemelidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan adaylı vizyon belgesini açıklarken Türkiye'deki terörün
sebebi olarak statükonun direnmesini gösterip terör yapanların aslında hak, hukuk, özgürlük arayışında oldukları dile getirmiş, Başbakan Davutoğlu da
IŞİD'in ortaya çıkışını anlatırken Sünnilerin haklarını arayan öfke patlaması olarak nitelendirmişti. Bu açıklamalar aslında AKP iktidarının terörü haklı
gösteren, terör örgütleri masum gösteren bir yaklaşımdır ki PKK'yı terör örgütü listesinden çıkarmak isteyenlere itiraz edilecek hiç bir argüman bırakmamışlardır.En üst seviyede IŞİD'in ortaya çıkışını hak, hukuk arayan öfkeye bağlandıktan sonra değişen şartlar gerekçe gösterilerek IŞİD'i terör
örgütü olarak kabul edildiğinin açıklanması Türkiye'nin güvenilir ülke konumunu aşındırmıştır. Nitekim tezkere görüşmelerinde AKP adına konuşan milletvekili
IŞİD'ten bahsederken Davutoğlunun öfke patlaması açıklamasını kullanması aslında AKP'nin halen IŞİD konusunda gerçekten ne düşünüp düşünmediği hakkındaki şüpheleri artırmıştır. AKP'nin iktidar partisi olması nedeniyle bu gelgitlerin faturasını Türkiye'nin hesabına yazılmaktadır.
- Rehinelerin serbest bırakılması Türkiye'yi Batı karşısında seçeneksiz, eli kolu bağlı duruma düşürmesinin yanında Türkiye'yi sürekli politika ve fikir değiştiren güvenilmez bir ülke konumuna sokmuştur. Rehinelerin serbest bırakılmasına kadar IŞİD'e bırakın terör örgütü demeyi en ufak bir eleştiri bile getirmeyen Türkiye BM zirvesi ve sonrasında özellikle ABD'den gelen baskılarla birlikte IŞİD'e yönelik söylemlerini sertleştirmiş ve koalisyona dahil olacağını açıklamıştır. Bu durum Türkiye'nin tehdit (IŞİD'in rehinelere kötü bir şey yapması) ve baskı (ABD'nin Türkiye mutlaka yer almalıdır söylemi) altında
politikalarını değiştirdiğini, ilkelere bağlı kalamadığını, dolayısıyla kendi özgün dış politikasını oluşturma gücünü kaybettiğini göstermesi açısından bir dış politika açmazına girdiğini göstermektedir.
- Türkiye önce Esad son dönemlerde de IŞİD tehdidiyle oluşan büyük göç dalgalarına maruz kalmıştır ve çok büyük ekonomik kaynaklarını buna harcamak zorunda kalmaktadır. Bunun yanında Türkiye rehine olayı sonrasında değişen pozisyonuyla IŞİD'le mücadeleye o kadar hızlı bir giriş yapmaktadır ki koalisyon ülkelerinin istemediği ve cesaret edemediği askeri seçeneklerin (uçuşa yasak bölge, tampon bölge-güvenli bölge) hayata geçirilmesine çalışmaktadır. Görünen o ki uzun yıllar alacak askeri ve ekonomik anlamda çok büyük maliyetler getirecek bu uygulamalarda Türkiye tek başına kalma tehlikesiyle yüzyüze kalmıştır. Buna ilave olarak ayrıca tezkere metni ve gerekçelerinden de görüleceği üzere AKP iktidarı iç politik hesaplara dayalı olarak IŞİD'le mücadele sürecine dahil olmuştur. İktidar PKK'ya uygulamaktan çekindiği terörle mücadele yöntemlerini IŞİD'e karı hararetle savunurken aslında çelişki içinde olduğunu da
göstermektedir ki Türkiye'nin bu görüntüsü Türkiye'nin sözlerinin güvenirliliğini ve etkisini azaltmıştır.
- IŞİD tehdidiyle bazı ülkeler bununla doğrudan ayada dolaylı ilintili konularda aldıkları kararlarla kazanan olurken tersini yapan Türkiye kaybetmiştir. Bunun
en somut örneği Müslüman Kardeşler üyelerinin durumudur. Suudilerin etkisindeki Körfez İşbirliği Konseyinin de baskısıyla Katar ülkedeki Müslüman Kardeşler üyelerini sınır dışı ederek fırsattan istiifade bu yükten kurtulurken Türkiye bunları ülkeye kabul edebileceğini açıklamıştır. Artık İslam ülkeleri içinde gidecek yer bulamayan ve terör örgütü olarak kabul edilen bir örgütün üyelerinin Türkiye'de bulunması ve IŞİD'in siyasi fikir babası olarak bilinen Tarık
Haşimi'nin uzunca süredir zaten Türkiye'de bulunuyor olması Türkiye'nin terörle mücadelede kafasının karışık olduğunu, sürdürülebilir ve güvenilir ilişki
kurulmasını sorgulanır hale getirmiş, terörle ilişkili kişi ve örgütlere ev sahipliği yapar konuma gelmiştir.
Türkmenler
- IŞİD tehdidinin yarattığı ortamdan en çok kaybedenler Türkiye ile birlikte hem Irak hem de Türkiye'deki Türkmenler olmuştur.
- Türkmenler yardım isteyebilecekleri tek güç olan Türkiye'den yardım istediler ancak bin pişman oldular. AKP iktidarı yetkilileri hem azarladılar hem de yardım
göndermediler. Aynı yetkililer Türkmenleri birbirlerine karşı mezhep ayrımcılığı yapmakla suçladılar, IŞİD'in içinde savaşan Türkmenler olduğu gerekçesiyle
suçladılar. Türkiye'ye geçmek istediler pasaportları yok diye kabul edilmediler, kapılar yüzlerine kapandı. Binlercesi Kürt bölgesel yönetimin sınırlarına
sığınmaya çalıştılar kabul edilmediler. Hem Irak hem de Suriye'de yaşadıkları yerlerden göç ettirildiler. Çöllerde, dağlık bölgelerde yaşam mücadelesi vermeye
zorlandı. Bütün bunlara rağmen ne Türkiye'nin ne de dünyanın gündemine gelebildiler.
- Bu kadar vahşete maruz kalmalarına rağmen Türk kamuoyunun Suriye'de Türkmenlerin olduğundan bile haberi yok. Şuanda bütün Türkmen köyleri IŞİD
işgalinde. Irak Türkmenleri Saddam zamanında ve 2003 ABD işgali sürecinde Barzani yönetimince ezildiler, sürgün edildiler, etnik kimliklerini kaybettiler.
2004'te ABD'nin Telafer operasyonlarında önemli kayıp verdiler, Sünni-Şii diye ayrıştırılıp savaştırıldılar. Ancak IŞİD saldıranları başlayınca Peşmergeler
Sincar bölgesinde Kürtleri korumaya giderken Telafer'de Türkmenlere yapılanlara seyirci kaldılar. Böylece Türkmenler hem Irak dışındaki soydaşları (Türkiye) hem de aynı topraklar üzerinde birlikte yaşadıkları Kürtler tarafından terk edildiler.
- Bugünlerde Kobani yüzünden dünyada fırtınalar kopartılırken Türkmenlerden halen haber yok. Artık şunu söyleyebiliriz ki Suriye ve Irak'ta Türkmen
varlığından söz etmek imkansızdır.
- Türkmenler bin yıllık Türk yurdu olan Kerkük'ü kaybetmiş, Telafer'i terk etmiştir. Yaşam mücadelesini kazanan Türkmenler artık asli vatandaşlıktan
sığınmacı statüne düşürülmüştür. Irak içinde sığındıkları Kürt ve Şii Arap bölgelerinde daha önceki göç ve sürgünlerde olduğu gibi asimilasyona uğramaları büyük ihtimaldir.
- Türkmenlerin yaşadığı ve Türkmeneli denilen bölge IŞİD işgali ve saldırıları sonunda bölündü. Tartışmalı bölgelerde kalan Türkmen alanları Barzani
yönetimince işgal edildi, diğer bölgeler ise IŞİD'in işgaline uğradı. Her şey iyi gider IŞİD bertaraf edilirse bile yeni Irak'ta tarihi Türkmen yerleri Kürtler ve Sünni Araplar arasında paylaşılmış olacaktır.
Maliki
- Irak'ın kuzeyinde IŞİD hızla işgal yaparken Bağdat'ta kritik değişikler oldu. Uzunca süre direnen, topraklarını kaybeden, ordusu dağılan Maliki Başbakanlıkta kalma ısrarını sürdüremedi ve yeni Cumhurbaşkanı (Fuad Masum) yeni bir Başbakan (Haydar El Abadi) atadı ve böylece Maliki dönemi resmen sona erdi.
- Maliki'nin gitmesini ABD, Kürtler, Sünniler ve Türkiye istiyordu ve IŞİD geldi Maliki gitti.
- Maliki'yi her ne kadar kaybedenler listesine almış olsak da alında kaybederken kazanlardan oldu. Çünkü her ne kadar temsili bir görev olsa da Cumhurbaşkanı
yardımcısı olarak siyaset sahnesinde kalmaya devam edebilecek.
Sonuç olarak;
Ortadoğu'da Irak ve Suriye'nin merkezde olduğu en başta da söylediğimiz gibi oyun içnde oyunlar oynanıyor. Petrol, para ve güç sahibi olmanın mücadelesinin
verildiği oyunlar. Tabii ki böyle oyunlarda herkesin kendine göre hedefi, çıkarı vardır. Bu hedefler ve çıkarlar örtüşür, kesişir, çakışır ve oyun sürer gider. Büyük güçlerin tespitidir ki bir süredir Ortadoğu'da kartlar yeniden açılmakta, yeni güç dengesi kurulmaya çalışılmaktadır. Aktörlerin sahaya inmesi için
birsinin düdüğü çalması gerekecektir. İşte IŞİD burada düdüğü çalmıştır. Ama bu oyunun başlaması için bu düdük çalma görevini IŞİD'e kim ya da kimler vermiştir şimdilik komplo teorilerine açıktır.
Güç dengesini kurmaya ve bu denge içinde kendine iyi bir pozisyon kapmaya çalışanlar için ilk yapılması gereken de düdüğü çalanın (niye düdük çalıp
çevreyi rahatsız ettin gerekçesiyle) cezalandırılması gerekiyor. Ama gelin görün ki düdük çalanın elinde sadece düdük yok, oyun da oynamak istiyor, kendisine
önemli bir rol biçiyor. Görünen o ki herkes bu savaş oyunundan kazanan olarak çıkmanın hesabını yapıyor. Ama bir oyunda oyunu başlatan, gerektiğinde arada
düdükler çalacak olan oyundan atılırsa diğer oyuncular birbirine girmez mi?
Evet yukarıdaki analojiyle anlatmaya çalıştığım IŞİD tehdidinde koalisyonun ilk hedefi IŞİD'in yenilmesi ve dağıtılması. Sonrası oyunun nasıl gelişeceğine bağlı. Ama ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Frank Ricciardone bu noktada büyük bir tehlikeye işaret ediyor. Ricciardone "Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasından sonra kurulan ve yaklaşık 100 yıldır süren yasal güç dengesinin bozulması bölgedeki istikrarı da bozacaktır. IŞİD'in süratle yok edilmesinin ABD açısından tarihi ve stratejik sonuçları olan çok daha büyük sorunlar yaratacağı" uyarısında bulunuyor. Hemen burada ABD'lilerin sıklıkla IŞİD'le mücadele yıllar alacak uzun bir süreç olacağını vurgulamalarının arkasında (yani IŞİD'i süratle yok etmeyeceklerini, zamana yayıp gelişmelere göre politikalarını uyarlayacaklarını anlayabiliriz) Ricciardone'nin bu uyarısının etkisi var mıdır diye düşünmeye değer.
Ricciardone bölgede uzun süreler görev yapmış tecrübeli bir diplomattır. Uyarısını dikkate almakta fayda var. Hal böyleyken ABD'nin büyük sorunlar
yaşayacağı bir politikada ABD'nin yanında koalisyonda yer alanların da sorunlar yaşaması kaçınılmaz olacaktır. Belki de yazının en başında aktardığımız IŞİD
sözcüsünün söylediği gibi koalisyon mağlup olacaktır. Çünkü IŞİD "fikirler savaşını" kazanmış gözüküyor ve uzun vadede bu durum IŞİD'in lehine koalisyonun aleyhine olacaktır. Bunu yaşayıp göreceğiz. Bütün bunlardan sonra söylenebilecek olan şey şu olabilir: Oyun ilerledikçe "şimdilik" kazananlar listesinde olanlardan da kaybedenler olacaktır ama daha başından kaybedenlerin kazananlar arasına katılması pek mümkün olmayacaktır.
...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder