DAVA BIRAKILMAZ, BAYRAK YERE DÜŞÜRÜLMEZ,
RAUF DENKTAŞ,
Dava bırakılmaz, Bayrak yere düşürülmez
Süratle toparlanmamızı gerektiren tehlikeli bir çizgideyiz
TÜRKSOLU: Kıbrıs'ta referandum sürecini başlatan ve son MGK'da çizilen olmazsa olmazları ortadan kaldıran New York'taki görüşmelere bizzat katıldınız. Planı reddettiğiniz halde istemediğimiz şartlar dayatıldı. Böyle sonuçlanacağını biliyor muydunuz?
DENKTAŞ: Annan Planı ile oynanmak istenen oyun aşikar olmuştu. Ben bu plan ölmüştür, üzerinde çalışılacak hali yoktur dedim. Annan Planı Türkiye'yi adadan çıkarmak için hazırlanmış bir plandır; Kıbrıs Türkleri de Girit misali, adadan 5-10 yılda yok edilecekti.
Ancak, yeni Türk Hükümeti Annan Planı'nın görüşülebileceği tezini kabul etti. Ya Annan Planı kabul edilir, ya da felaket olurdu. Benim plana itirazımı biliyorlardı. Bu nedenle Türkiye'yi ikna ederek istedikleri sonucu alabileceklerini düşünerek hareket ediyorlardı. Uzun bir zaman dilimi içinde de halkımızı Annan Planı'nın güzelliklerine inandırmak için büyük para harcamaktaydılar.
New York daveti bu havanın içinde yapıldı. Ankara'da hükümetle bir araya geldik. Hükümet de Annan Planı'nın olduğu şekliyle kabul edilemeyeceğinden yanaydı. Olmazsa olmazlarımız vardır. New York'ta bunlarda ısrar edecektik.
Bu toplantıdan birkaç gün önce Sayın Başbakan’ın Davos'ta Genel Sekreter Annan'a planının kabul edilebilirliği ve hakemliğine de itiraz olmadığı yönünde teminat verildiğini bilseydim, New York'a gitmezdim
New York'a gider gitmez Dışişleri Müsteşarı'nın Ankara'dan getirdiği talimat hiçbir şart altında New York toplantısının koparılmayacağı, görüşmelerin muhakkak Lefkoşa'ya nakledilmesiydi. Çıkış yolunu dörtlü konferansta bulduk ancak o da işe yaramadı.
Olmazsa olmazlarımızı ne New York'ta ne de İsviçre'de kabul etmediler. Türkiye buna rağmen cesaretle anlaşmayı imzalayacağını söyledi. Allah'tan Yunanistan ve Rumlar kabul etmediler.
Neticede Türkiye taktik avantajlar elde etti ancak Kıbrıs meselesi egemenlikte, devlette, iki halkın varlığında, Türk garantisinin etkinliğinde ısrar edilmediği takdirde, içinden çıkılması çok zor bir mecraya girmiş oldu.
Evvelâ, Annan Planı, kendi içeriği itibarıyla hükümsüz hale gelmiştir. Bundan sonra Kıbrıs Rum idaresinin Kıbrıs'ın tümünü temsil ettiğini kimse ifade edememelidir. Bu kazanımımıza dört elle sarılmalıyız.
Maksatları bana kuvvetli bir tokat atmaktır. Çünkü zannediyorlar ki ben "liderim, liderim, liderim"
diyerek yaşıyorum. Bizim böyle bir iddiamız yok.
Biz görevliyiz. Bu halkın vermekte olduğu milli bir mücadelede, bir kurtuluş mücadelesinde, hürriyet mücadelesinde görevli insanız. O kadar. Ve bu görevi de bizden kimse alamaz. Mevkide olalım veya olmayalım. Dolayısıyla bizim inandığımız bir davayı savunmak için makama ihtiyacımız yoktur.
Bu makam dışında da yazarız, konuşuruz, söyleriz, uyarırız arkadaşlarla da ilgileniriz, gereğini yaparız.
Dava bırakılmaz, bayrak yere düşürülmez.
Ancak, Weston, referandumda Türk tarafının evet oyunu "Türkler ayrı devlet ve egemenlik istemiyor" şeklinde yorumlamaya başlamıştır. Bu kasıtlı düşmanca bir yorumdur. Amerika'daki Yunan lobisini memnun etmek ve 40 yıllık haksızlığı devam ettirmek için tevessül edilen bir tutumdur. Buna her gün herkes şiddetle karşı çıkmalıdır.
Rum tarafı hayır oyu ile, sahte Kıbrıs Hükümeti unvanı altında pazarlık kozunu elinde tutarken, biz propagandaya kanarak evet oyumuzla bakınız ne duruma düştük? Karşılığında bize yardımcı olacaklarmış, ambargolar belki kısmen kalkarmış vs. Bütün bunların karşılığında bizden istedikleri Weston'un sözlerinden anlaşılabilir!
Kazanç mı? Bazılarına göre çok takdir alıyoruz. Büyük kazanç, büyük zaferdir. Bana göre, süratle toparlanmamızı gerektiren tehlikeli bir çizgideyiz.
Ruslar Papadopullos'un istemi ile hareket etmişlerdir
TÜRKSOLU: Daha önce Milli Dava konusunda Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında tam bir işbirliği ve ortak devlet politikası belirleme tavrı vardı. Ulusal politikamızda bir çatlak veya muğlaklık çıktığı söylenebilir mi?
DENKTAŞ: Bütün mesele, şimdiye kadar Kıbrıs konusunda partiler üstü bir politika güdülmüştü. Meclis’in oybirliğiyle aldığı kararlar uygulanmıştır.
Ama AKP geldikten sonra parti politikası olarak biz Kıbrıs meselesini hallederiz ve halledeceğiz diyerek bir siyaset güdülmüştür. 40 yıllık siyaset yanlıştır denmiştir. Olumsuzluk hal çaresi değildir sloganları ortaya atılmıştır.
Ve bunlar yapılırken hep sanki Rum tarafının anlaşmaya hazır olduğu, anlaşmadan kaçan tarafın biz olduğumuz inancı hakim olmuştur. Ama referandum da göstermiştir ki bu yaklaşım doğru değildir.
Çünkü Rumlar insanları kandırmakta gayet başarılıdırlar. Zaten en son referandumdan sonra Verheugen de, De Soto da, Amerikalılar da aldatıldıklarını söylemişlerdir.
TÜRKSOLU: Rusya'nın geçmişten beri Kıbrıs'ta Rum tarafının yanında yer aldığı biliniyor. Rusya'nın Rum tarafına desteği halen askeri ve politik anlamda da sürüyor. Ancak Rusya BM'de Annan Planı'na ek güvence getiren tasarıyı veto edince birden milli güçlerde Rusya'ya karşı iyimser bir hava gelişmeye başladı.
Siz vetodan sonra Allah Ruslardan razı olsun demiştiniz. Fakat kısa bir zaman sonra Kıbrıs üzerindeki ambargoyu hafifletecek tasarıyı Ruslar veto edince bu kez büyük bir şaşkınlık yaşandı. Siz Rusların tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
DENKTAŞ: Rusya, ABD'nin İngiltere ile birlikte Kıbrıs'a bu kadar müdahil olmasından, İngiliz üslerinden, bunların Irak'a karşı ABD tarafından da kullanılmasından tedirgindir. Güney Kıbrıs'ta büyük Rus yatırımları vardır. Rus mafyası da Güneydedir. Kara para aklaması da büyük bir çıkar konusudur.
Ambargoları kaldıracaklardı. Nerede? Sadece ambargoların kaldırılması ne getirir, ne götürür? Tanınmamız, egemenliğimiz ne oldu? Weston açıkça "öyle bir şey yok" diyor. O halde? Niyetleri açık değil mi? Kıbrıs'ı hala bir Rum adası addediyor, bizim de "haklarımızı koruyacaklarmış"!
Haklarımızın devleti ve egemenliğimizi içerdiğini kabul etmediklerine göre, demek ki bizi Annan Planı'nda öngördükleri gibi korunmaya alınmış, AB normları altında hakları yağmalanabilecek bir topluluk olarak görmeye devam ediyorlar. Bizi yakında bir milyon olacak Rum çoğunluğu içinde eritmenin reçetesidir bu.
Rusya'nın, malum vetosu Akel'in İngilizlerle anlaşarak oylarını “evet”e çevirme oyununu bozmuştur. Bu da bizim işimize yaramıştır. Veto olmasaydı İngilizlerin hazırladıkları karar geçecek ve Annan Planı Rumlar tarafından da kabul edilebilir hale gelecekti - tabiatıyla bu kararın Annan Planı'nda Türklerden alıp Rumlara vereceği güvencelerle ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin varlığını somut bir şekilde hayata geçirerek! Yani felaket eklenmiş olacaktı.
Veto konusunda, anladığımız kadarı ile, Ruslar Papadopullos'un istemi ile hareket etmişlerdi. Bizim için sonuç önemliydi. İş ambargoyu hafifletecek tasarıya gelince, Rusya yine Rum dostlarından yana çıktı.
Kıbrıs'ın ikiye bölünmesine, yani "ayrılıkçı" olarak gördükleri KKTC'nin tanınmasına Rusya kendi iç durumu nedeniyle sıcak bakamıyor; Türkiye ile arası çok daha iyi duruma gelirse, siyasetini değiştirebilir. Türkiye'nin ABD'nin çok yakınında oluşu Ruslar için sakıncalı!
Diğer yandan ABD Yunan lobisinin etkisinde, 1955'ten bu yana, Kıbrıs meselesinin hallini adanın Yunanistan'a verilmesinde görüyor. Bunu yaparken de Türkiye'yi elden kaçırmak, gücendirmek istemiyor.
Bu nedenle Annan Planı yolu ile Kıbrıs'ı Rum'a, Yunan'a mal ederken, Türkiye'nin AB'ne girmesine yardımcı rolünü oynuyor. O da, Ruslar gibi, KKTC'nin tanınmasına karşı!
Kıbrıs meselesinde, büyük başarı olarak adlandırılan gelişmelere bakarsak, şimdilik, ABD ve diğerlerinin arzuladıkları kanala girdiğimizi görürüz. Getirisini henüz görmedik. Rum idaresi halâ "meşru hükümet"!
Verhaugen "referandumda “hayır” oyu “evet” oyu kadar muteberdir ve saygıya değer. “hayır” dediler diye Rum tarafını cezalandırmak olmaz" diyor. Hani ya, Türk tarafı “hayır” derse kıyamet kopacak, çok fena olacaktı? Türk Hükümeti bile bizi "Hayır derseniz sonucuna katlanırsınız!" diye tehdit etmişti! Neticede, Weston'un tefsirine sert tepki gerekir. Yoksa, geldiğimiz noktada Kıbrıs'ın dilim dilim Rum'a teslimi bahis konusudur.
Halkta bir uyanış vardır özellikle gençlerde
TÜRKSOLU: 14 Aralık seçimlerinde oy oranlarına baktığımızda Anan Planı'na “hayır” diyen partilerin oranı %50'nin biraz üstüdeyken, “evet” diyen partilerin oranı %50'nin hemen altındaydı. Bu sonuçlar milli tezleri güçlendirmek için stratejik bir mevzi olarak değerlendirilebilirdi.
Oysa aradan birkaç ay geçmesine rağmen referandumda bu oran yaklaşık %65'e %35 olarak “evet” lehine değişti. Hangi etkenler bu değişimde rol oynadı? Türkiye'den ve dünyadan esen rüzgarlar veya Kıbrıs'ın iç etkenleri bu dengelerin değişiminde ne oranda etkili oldu?
Devletin tehlikeye düşmemesi, düşürülmemesi esastır. Devleti koruyacak kurumlar vardır. Allah göstermesin bunlar etkisiz hale getirilirse devletine, egemenliğine, hürriyetine sahip çıkacak bir halkın varlığı göz ardı edilmemelidir. Rum'un, esas milli hedefinden vazgeçmediğini bilelim. Fikri ve fiili hazırlığımızı ona göre yapalım. Gafil avlanacak gafiller sınıfına
girmeyelim. Milli bilinci, milli birliği canlı tutalım. Onun için bence Türkiye'nin korkusu olmamalıdır. Korkusuz yürümelidir. Endişeyle, her şeye, her yere boyun eğer bir durum hasıl olmamalıdır.
DENKTAŞ: Annan Planı'na “evet” demek suretiyle cennete girileceği, AB'nin cennet olduğu, bütün problemlerin çözüleceği, KKTC'nin tanınacağı, egemenliğimizin kabul edileceği şeklinde telkinler ve bu telkinlerin halka ulaşması için hakikaten yıllarca yetiştirilmiş olan propagandistler büyük rol oynamıştır.
Türkiye'nin daha doğrusu Türk Hükümeti’nin “evet”ten yana ağırlığını koyması “evet”ten yana dengeleri etkilemiştir. Onun için “evet” oranına bakarak falan partinin filan partinin oyu budur diye görüş bildirmek doğru değildir. Partiler arası seçime gidilince dengeler yine aşağı yukarı eskisi gibi meydana çıkacaktır.
TÜRKSOLU: Referandum sırasında Serdar Denktaş'ın, partisini serbest bırakan tavrı sonuçlar üzerinde oldukça etkili oldu. Siz Cumhurbaşkanlığı göreviniz sürerken doğal olarak konumunuz gereği bir siyasi parti lideri gibi davranacak olanaklara sahip değildiniz. Bu noktada bir siyasi boşluk doğdu mu, doğduysa bu boşluğun referandum süresince doldurulabildiğini düşünüyor musunuz?
DENKTAŞ: Her parti “evet” ve “hayır” diyenlerle ikiye bölünmüştü. Bunda Türkiye'nin “evet” siyaseti büyük rol oynadı. Dolayısı ile DP'nin bu konuda serbest bırakılması partinin parçalanmasını önledi sanırım.
Şimdi “evet”çilerin çoğu hayal kırıklığı içinde; aldatıldıklarını anlıyorlar; en önemlisi Rumların Türklerle eşit şartlarda ortaklık kurmak niyetinde olmadıklarını görmenin sıkıntısını ve utancını yaşıyorlar. Yıllarca kendilerine Rumların bizimle barış istediklerini söyleyenlerin ne kadar yanıldıklarını görüyorlar. Halkta bir uyanış vardır. Özellikle gençlerde.
TÜRKSOLU: Son gelişmelerin ve Rumların tavrının halkta özellikle gençlikte bir uyanışa neden olduğunu söylüyorsunuz. Sizce bu uyanış Kuzey Kıbrıs'ta yeni bir siyasi tablonun ortaya çıkmasını özellikle dış dünyaya karşı yeniden bir birliğin ortaya çıkmasına neden olabilir mi?
DENKTAŞ: Temennim odur. Ama hiç olmazsa gerçekçi bir değerlendirme yapanlar çoğalmıştır. Bu önemlidir. Bunun çoğalmasının doğurabileceği sonuçlar arasında bu da vardır, temenni ederiz bu da olsun.
Bu makam dışında da gerekeni yaparız
TÜRKSOLU: Cumhurbaşkanlığı'na aday olmayacağınızı söylediniz. Ancak gelişmelerin bir yıl içinde ne yönde gerçekleşeceği bilinmiyor. İnsanlarda büyük bir kaygı var. Sizin yıllarca mili davayı nasıl tavizsiz bir şekilde savunduğunuz ve bayrağı dik tuttuğunuz biliniyor. Sizden sonra bu görev yerine gereğince getirilebilecek mi? Bu kaygıları nasıl karşılıyorsunuz? Eğer Cumhurbaşkanlığı'nı bırakırsınız milli davaya katkınız ne şekilde olacak?
DENKTAŞ: Milli davaya ben tek başıma sahip çıkmadım ki. Bildiğiniz gibi bizim gibi düşünen partiler vardır. Partilerin mensupları vardır. Annan Planı'yla “evet”çiler ve “hayır”cılar ortaya çıktı ve bir dağınıklık görüldü ama konu devleti korumaya, egemenliğe gelince ben inanıyorum ki bu yerde oturacak insanlar vardır. Çok çıkacaktır.
Biz mevki sahibi değiliz. Hürriyet davasına kalkıştığımızda Dr. Küçük'ün yanında birleştiğimizde bir kavga vardı. Ya Enosis olacaktı ve Yunan koloni idaresine girecektik, Kıbrıs Anadolu'nun bağrına saplanabilecek bir Yunan hançeri haline gelecek ve Türkiye'nin denizlere açık bütün yolları Yunan adalarıyla tıkanmış olacaktı ya da biz buna engel olacaktık. Bizim için bir milli davaydı bu. Kendi hür irademizi savunduk.
O zaman ne bakanlık vardı ne de başka bir şey. Sonradan makamlar belirlendi ve oluştu. Dolayısıyla bizim inandığımız bir davayı savunmak için makama ihtiyacımız yoktur. Bu makam dışında da yazarız, konuşuruz, söyleriz, uyarırız, arkadaşlarla da ilgileniriz, gereğini yaparız.
Dava bırakılmaz, bayrak yere düşürülmez.
Başa dönseydim 1974 Harekatı'ndan hemen sonra devleti ilan ederdim.
TÜRKSOLU: Yarım asırlık bir mücadele var. Bunun 30 yılı bağımsız ve egemen bir devlet olarak verildi. Bu mücadele döneminin bir muhasebesini yaparsanız, artılar ve eksiler, kazanımlar ve hatalar nelerdir? Eğer bugün başa dönseydiniz neleri farklı yapmak isterdiniz?
DENKTAŞ: Başa dönseydim ve yetkim olsaydı, 1974 Barış Harekatı'ndan hemen sonra devleti ilan ederdim. Hatta daha geriye gidersek, Rumlar taksim ve Enosis olmasını yasaklayan bir anlaşmayı imzaladıktan üç yıl sonra Enosis için tavanı başımıza yıkıp, toplu mezarlar yıkmaya başladığı zaman yine gücümüz olsaydı, o halde ayrı devleti ilan ediyoruz bundan sonra iki devlet esası üzerinde anlaşırız derdim.
Bunları zamanında söylememiş olmamız, demiri tavında dövmemek gibi işi daha da zorlaştırmıştır. Kıbrıs'ta Türk varlığı devam edecekse, eritilmeyecekse, Yunan koloni idaresine girilmeyecekse veya Rumların tahakkümü altında yavaş yavaş yok edilmeyecekse, yapılacak her hangi bir anlaşmanın iki devlet esası üzerinden yapılması gerektiğine inanıyorum.
TÜRKSOLU: Rumlar Annan Planı'na niçin hayır dedi? İşbirlikçi basının propagandasını yaptığı gibi plan bizim lehimize olduğu için mi reddettiler yoksa başka nedenlerle mi?
DENKTAŞ: Rum liderliği elinde tuttuğu "meşru Kıbrıs Hükümeti" unvanını bizimle paylaşmaksızın yıllardır savunduğu milli hedefine varabileceğini hesap etmiştir. AB üyeliğini de bu sahte unvan altında almıştır. Bu unvan elinden alınmadığı sürece hedefe varmak için bekleyebilir, sabredebilir düşüncesindedir. Annan Planı'na “evet” deselerdi, bizimle bir şeyleri paylaşır duruma geleceklerdi. Hedefe varış, bu nedenle gecikebilirdi. Buna sebep yoktu.
TÜRKSOLU: Her iki tarafta da “evet” çıksa ne olacaktı?
DENKTAŞ: Felaket olacaktı. Devletimiz vilayete dönüşecekti; mal-mülk kavgaları başlayacaktı; göçmenler (yani yarı halkımız) ateş üzerinde oturmaya başlayacaktı. Türk Askeri adadan çıkış programını uygulama hazırlığına girecekti. Bir ay sonra çıkış başlayacaktı. Rum idaresi ile, üzerinde mutabık kalınmamış bir anlaşmanın, tefsir kavgası başlayacaktı; bize verilmiş görünen hakların çoğu mahkeme yolu ile yok edilmesi süreci başlayacaktı. Yani fiili, idari, siyasi, yasal kaosun içinde olacaktık.
Hayır-hayır sonucunda çok daha güçlü bir konumda olacaktık
TÜRKSOLU: Referandumdan önce sonuca ilişkin pek çok olasılıktan bahsedildi. Başbakan Erdoğan'dan, Genelkurmay Başkanı Özkök'e kadar herkes sonuç üzerine fikir belirtti. Kuzeyden çıkacak bir “hayır”ın en kötü ve tehlikeli sonuç olduğu propagandası yapıldı. Eğer “hayır” çıksaydı ne olurdu? Bugünkü sonucun diplomatik açıdan en iyisi olduğuna katılıyor musunuz?
DENKTAŞ: Hayır katılmıyorum. “Hayır-hayır” sonucunda çok daha güçlü bir konumda olacaktık. Çünkü her iki tarafta pazarlık gücünü elini tutmuş olacaktı. Ve dünya da iki tarafın da bu şartlarda bir araya gelmek niyetinde olmadığını görmüş olacaktı. Dolayısıyla bir araya gelmek, birleşmek kriterlerimizi dünyaya duyurmak, kabul ettirmek fırsatını bulacaktık.
Onun için Rum tarafı hayır demekle pazarlık gücünü elinde tutmuştur. Biz evet demekle pazarlık gücümüzü zarara uğratmış durumdayız.
Onun için biz süratle bu “evet”in ne anlama geldiğini, devletten kopma, devleti istememe, egemenlikten yana olmama anlamına gelmediğini her vesileyle anlatmak mecburiyetindeyiz. Bunun için hemen hemen her gün beyanat yapıyorum. Arkadaşlarımı ve dünyayı uyarmak için.
TÜRKSOLU: Yani bu sonucun Türkiye ve KKTC için en iyi kompozisyonu yarattığı fikrine katılmıyorsunuz.
DENKTAŞ: Türkiye ve KKTC için getireceği kolaylıklar eğer varsa, eğer getirecekse, bize Weston gözüyle baktıkları için, Rum'a ileride Annan Planı çerçevesinde bağlanmayı kabul eden, egemenlikte ısrar etmeyen, barışçı bir toplum olduğumuz için bu yardımı yapacaklardır.
Bu lehimize bir gelişme değildir. Hayatımızı belki bazı açılardan kolaylaştıracaktır ama bizim siyasi haklarımızı erozyona tabi tutacak bir şekilde kolaylaştırıyorsa zaten bizim kolaylıklardan istifade ediyoruz dememiz anlamsız olur.
TÜRKSOLU: Kuzeyden çıkan “evet” üzerine ABD'nin bazı diplomatik girişimleri oldu ve biz artık toplumun lideri olarak Talat'ı kabul ediyoruz şeklinde açıklamalar oldu. ABD Dışişleri Bakanı Powell'ın da bu yönde açıklamaları oldu. Adeta ikinci bir Arafat modeli yaratmak istiyorlar. Halkın seçtiği lider ABD tarafından devre dışı bırakılmak isteniyor.
DENKTAŞ: Tekrar ediyorum. Bunu yapan ABD "siz zaten egemenlik istemediniz" diyor. Yani bunları kendince bir kabileye yapıyor. Egemenliği olmayan, devleti olmayan bir azınlığa, "liderin şu olsun, ben onu beğendim, işlerimi onunlala yapacağım" diyor. Maksat bu.
Ama esas maksat daha önce anlattığım gibi Rumları tatmin etmek. Rumlar "vay siz Talat'a nasıl başbakan dersiniz" deyince Rumlara, "merak etmeyeniz biz buna aldandık, başbakan dedik ama biz kendisini lider olarak görüyoruz, başbakanlığını, devletini kabul etmiyoruz" mesajını vermek için yapılmış bir iştir.
İkincisi, tabi, bir taşta iki kuş. Maksatları bana kuvvetli bir tokat atmaktır. Çünkü zannediyorlar ki ben "liderim, liderim, liderim" diyerek yaşıyorum. Bizim böyle bir iddiamız yok. Biz görevliyiz. Bu halkın vermekte olduğu milli bir mücadelede, bir kurtuluş mücadelesinde, hürriyet mücadelesinde görevli insanız. O kadar. Ve bu görevi de bizden kimse alamaz. Mevkide olalım veya olmayalım.
Bizi AB normları altında hakları yağmalanabilecek bir topluluk olarak görüyorlar.
TÜRKSOLU: Bu sonuç en fazla kimin işine yaradı? Tayyip Erdoğan'ın ve işbirlikçi Türk basınının iddia ettiği gibi bir diplomatik zaferden söz edilebilir mi? Bu sonucun bir danışıklı dövüş olduğu iddialarına konusundaki fikriniz nedir?
DENKTAŞ: Bizim “evet”imiz, Rumların önceden alınan karar gereğince tüm Kıbrıs adına AB üyesi olmasına mani olmadı.
Ambargoları kaldıracaklardı. Nerede? Sadece ambargoların kaldırılması ne getirir, ne götürür?
Tanınmamız, egemenliğimiz ne oldu?
Weston açıkça "öyle bir şey yok" diyor. O halde? Niyetleri açık değil mi? Kıbrıs'ı hala bir Rum adası addediyor, bizim de "haklarımızı koruyacaklarmış"!
Haklarımızın devleti ve egemenliğimizi içerdiğini kabul etmediklerine göre, demek ki bizi Annan Planı'nda öngördükleri gibi korunmaya alınmış, AB normları altında hakları yağmalanabilecek bir topluluk olarak görmeye devam ediyorlar. Bizi yakında bir milyon olacak Rum çoğunluğu içinde eritmenin reçetesidir bu.
TÜRKSOLU: AB'nin Rum kesimini “hayır” sonucundan dolayı cezalandıracağı, Kuzey Kıbrıs'ı ise ödüllendireceği iddia ediliyordu. Hatta bu etkili seçim propagandalarından biriydi. Ancak AB'nin tavrının değişmediği, hatta Yeşil Hat tüzüğü ve Yerel Yönetimler Kongresi'nde Rumların kazançlı çıktığını görüyoruz. Çokça bahsedilen diplomatik zaferin meyvelerini Rumlar mı toplamaya başladı?
DENKTAŞ: Rum zaten AB'ye müracaat ettiği 1990 yıllarında, Türkiye'den "asla olmaz ve olmayacaktır, benim üye olmadığım yere giremezsin" şeklinde çok sağlam ve kati bir karşı çıkış görmediği andan itibaren gerçek hedefine ulaşmıştır.
Kıbrıs Türkü ve Türkiye devleti hâlâ bunu anlamaz ve değerlendirmezse ve gözleri kapalı zafer kazandık diyerek aynı yola devam ederse, netice bizim egemenliğimizin, devletimizin kabul edilmemesi, korunmaya alınmış bir azınlık olarak bir yerlere oturtulmamızdır ve zaman içerisinde Kıbrıs'ın Girit gibi kaybıdır.
Başka ülkelere tankla topla girerek lider tayin etme alışkanlıkları vardır.
TÜRKSOLU: ABD yetkilileri ile Talat arasında son dönemde gayet yakın ilişkiler gelişiyor. Özellikle referandumdan sonra sizin eski toplumun lideri olduğunuz, yeni toplumun lideri olarak Talat'ın kabul edildiği söyleniyor.
Bu noktada ABD'nin Talat'la geliştirdiği yeni ilişkiler, talep edilen Amerikan üsleri, ABD askeri varlığının arttırılması istekleri, KKTC'nin tanınmasını çağrıştıracak söylemler ve İsrail'in Kuzeyde Yahudi yerleşimini arttıracak arazi alımlarına başlaması sizce neyi ifade ediyor?
DENKTAŞ: ABD'nin istediği oldu. Tabiatıyla ilişkiler iyileşir. Daha da isteyecektir. "Olmaz" deyinceye kadar sırtınızı okşayıp, sizi göklere çıkaracaklar. 40 yıldır, bu dersleri çok yerden çok aldık. “Evet” dedirtinceye kadar uğraştılar. Şimdi “evet”imizin manasını, tefsirini yazıyorlar. Kabul edenlerin sırtı okşanmaya devam edecek; reddedenler yine "uzlaşmaz, barış düşmanı statükocular" diye suçlanacak.
Başbakan Talat'a liderlik unvanını giydirmelerine gelince. Burada ABD yetkilileri kendi makamlarını korumak için çirkin ve gülünç bir oyun oynuyorlar.
Tabiatıyla, bir taşla iki kuş vurmak da istediler. Güya beni gölgelemek, saf dışı bırakmak istiyorlar. Başka ülkelere tankla topla girerek lider tayin etme alışkanlıkları vardır. Kötü bir alışkanlıktır. Genelde ters teper. Kendileri prestij kaybederler, inanılırlıklarını yitirirler.
ABD'nin Kıbrıs üzerindeki taleplerini İngiliz üsleri zaten karşılamaktadır. Adanın gerisini de (Annan Planı çerçevesinde) AB'ne verecekler; Türkiye'yi adadan çıkaracaklar. Ana plan budur.
Konu Türkiye'nin Kıbrıs'a bakış açısı ile ilgilidir. Kıbrıs Türkiye için stratejik önemi olan bir ada mıdır? Değil midir? İngiliz için, ABD için, AB için stratejik önemi olan bu adanın Türkiye için önemi yoktur denilebilir mi? Hem de bu nedenle 1960 Antlaşmaları ile Türkiye'nin ada üzerinde Yunanistan'la dengelenmiş hakları varken.
Müşterek maksat bölgedeki petrol kuyularını ve İslam ülkelerini (Türkiye dahil) kontrol altında tutmaktır.
TÜRKSOLU: ABD referandum süreci boyunca Kıbrıs'tan “evet” çıkması için uğraştı ve Annan planına destek oldu. Fakat Türk tarafının “evet” deyip Rumların “hayır” dediği yeni şartlar Annancı AB'yi üzerken, ABD'yi sevindirmiş durumda. Kıbrıs'ta AB ve ABD çıkarları çelişiyor mu, hangi noktalarda?
DENKTAŞ: Kanımca ABD adadaki İngiliz üslerini kullanabildiği sürece hayatından memnundur ve adanın gerisine AB'nin hakim olmasından da fazla şikayetçi değildir. Müşterek maksat bölgedeki petrol kuyularını ve İslam ülkelerini (Türkiye dahil) kontrol altında tutmaktır.
AB ile ABD arasında bölgesel nüfuZ kullanımında rekabet olabilir. AB Amerika'nın dolar hakimiyetinden kurtulmak isteyebilir ve Euro ile rekabeti başlatmıştır. AB'nin etkin ülkeleri Amerika'nın dünya jandarması olmasından tedirginlik de duymaktadır. Irak konusundaki görüş ayrılıkları ortadadır.
Ancak Kıbrıs üzerinde oynanan oyunda hedef Kıbrıs'a sahip çıkmadı. Yunanistan ve Rumlar buna vasıtadır. Türkiye adadan sökülecek, ancak AB'ye alındı, alınıyor, alınacak diye Kıbrıs'tan çıkışının acısını fazla hissetmeyecektir. ABD'nin Türkiye'yi AB'ne üye yapma yönünde bir enerjisinin nedeni budur. Kıbrıs'a karşılık teselli mükafatı!
TÜRKSOLU: M. Ali Talat'ın ABD'deki görüşmelerde bazı taleplerle karşılaştığı iddiası var. Daha önce ABD'nin Kuzey Kıbrıs'ta üs ve askeri güç yerleştirme talepleri size de iletilmiş, siz ise net bir şekilde Türk milletini bir tek Türk askerini koruyabileceğini söylemiştiniz.
DENKTAŞ: ABD'nin kuzeyden üs talebi vesaire gibi bir talebi olacaksa, bilir ki bu talepler Türkiye'ye yapılır. Önce Türkiye yumuşatılır, Türkiye'yle anlaşılır, ondan sonra buraya gelinir.
Bizden böyle bir talebe kimsenin evet demeyeceğini bilmesi lâzımdır. Ve sayın Talat'a da teklif yapıldığı yönünde böyle bir haber yoktur. Böyle bir şey bize söylenmiş değildir.
ABD, dünya jandarma kolluk görevi için bu yörede bulunmak istiyor.
TÜRKSOLU: Annan Planı kabul edilmedi. Ancak CTP hükümetinden tek taraflı olarak bazı maddeleri uygulayabiliriz, Türkiye'ye vize uygulayabiliriz, asker sayısını iyi niyet için düşürebiliriz gibi sesler geliyor. ABD'nin de Kuzey'e ilişkin bazı diplomatik atakları olduğu biliniyor.
DENKTAŞ: Egemenliğimiz ve devlet olduğumuz kabul edilmedikten sonra, varılacak herhangi bir anlaşmayı, verilecek herhangi bir vaadi olumlu karşılamam, tehlikeli bulurum. Onun için çok dikkatli olmamız lâzımdır.
Şimdiki durumda çok büyük bir ısrar ve dikkatle bizim halk olarak devletimize ve egemenliğimize sahip çıkmamız gerekmektedir. Türkiye'nin de garantörlüğünün sulandırılmayacağı çok kesin bir şekilde ortaya konmalıdır.
TÜRKSOLU: Eskiden adanın Türkiye ve Yunanistan arasında taksimi en ideal çözüm olarak dilendirilirdi. Ama son dönemde öyle bir portre çıktı ki, Türkiye adeta devre dışı bırakıldı. Ada adeta AB ve ABD arasında taksim edilme noktasına geldi.
DENKTAŞ: Bir nevi kartel gibi devralıyorlar galiba bizi.
TÜRKSOLU: Kıbrıs ABD, AB ve Rusya'nın gündeminde ilk sıralara yerleşmiş durumda. Bir anlamda kurtlar sofrasında paylaşılmayı bekliyor. Kıbrıs bu devletler için niçin bu kadar önemli?
DENKTAŞ: ABD, dünya jandarma kolluk görevi için bu yörede bulunmak istiyor. Rusya ezelden beri Akdeniz'e çıkmak için uğraşmakta. Kıbrıs'ta iyi bir konuma gelmiş Amerikanların daha fazla nüfuz sahibi olmasına karşı ileride, Çin ABD'nin karşısında ABD'ni dengeleyecek ikinci güç olacak. Rusya şimdilik ABD'nin gölgesinde. Çin'e kayma ihtimali var veya yok. Ancak bunların hakim oldukları yörede nüfus patlaması ve bu nüfusu doyurup yüceltme kaygısı var.
Gün gele ne olur? Dünya nasıl kamplaşır? Stratejistler bunlar üzerinde teoriler üretmekte, senaryolar yazmaktadırlar. Ne taraftan bakılsa Kıbrıs'ın konumu, bütün bu rakipler için cazibe merkezi. Kıbrıs'a olan ilginin gerisinde 20-50 yıl geleceğin dünya haritası yatmaktadır.
TÜRKSOLU: Kara Kuvvetleri Komutanımız Aytaç Yalman'ın ziyareti sırasında polisin bir Türk astsubayı gözaltına alması ve KKTC İçişleri Bakanı'nın astsubayın bombalama eylemleriyle ilişkisi olabileceğini ima etmesi, polisi Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’ndan ayırıp İçişleri Bakanlığı’na bağlama girişimleri Türk askeri varlığını zayıflatma çabaları olarak görülebilir mi?
Dimdik ayakta dur. Hakkındır. Hakkını koru.
DENKTAŞ: Astsubayın büyük bir disiplinsizlik veya ihmal olarak tanımlanacak olayını, malum gazetede patlayan bombalarla irtibatlandırmak doğru değildi. Bizim de aklımızdan bu irtibatın maksatlı yapıldığı geçmedi değil. Bu da arkada kalmıştır ve iki olayın hiçbir bağlantısı olmadığı ortaya çıkmıştır.
Devletin tehlikeye düşmemesi, düşürülmemesi esastır. Devleti koruyacak kurumlar vardır. Allah göstermesin bunlar etkisiz hale getirilirse devletine, egemenliğine, hürriyetine sahip çıkacak bir halkın varlığı göz ardı edilmemelidir.
Rum'un, esas milli hedefinden vazgeçmediğini bilelim. Fikri ve fiili hazırlığımızı ona göre yapalım. Gafil avlanacak gafiller sınıfına girmeyelim. Milli bilinci, milli birliği canlı tutalım.
TÜRKSOLU: Aralık 2004'te Türkiye için bir üyelik tarihi, hatta tarih için tarih almayı Türkiye'deki hükümet çok önemsiyor. Ama şimdi AKP hükümetinin tatmin etmesi gereken bir değil iki Yunan devleti var karşısında. Aralık ayına kadar sizin de dediğiniz gibi pazarlıkta elini güçlendirmiş olan Rumların 6. Annan Planı'yla Türk tarafı için çok daha olumsuz ve onursuz şartlar dayatması ve Talat ve Erdoğan hükümetlerini bu yönde şıkıştırması gibi önemli bir tehlike ortaya çıkabilir mi?
DENKTAŞ: Bunu temin etmeye çalışacaklar. Yunanistan ve Kıbrıs Rumları hatta iyi ve olumlu görünmek için kendileri ne veto yaparlar, ne baskı yaparlar, başkalarına yaptırırlar. Bu AB içinde oynanan oyunların başında gelir.
Onun için bütün mesele nedir? Bütün mesele Türkiye ne istiyor? Türkiye Kıbrıs'ta gayet güçlü bir durumdadır. Gayet haklı bir durumdadır. Türkiye gerilemezse kimse Türkiye'yi geriletemez. Ve artık ümit ederim ki bize devamlı surette saldıran Rumlar barış istiyor da biz barışa yaklaşmıyoruz, uzlaşma istemiyoruz şeklinde saldırıda olan basın, Rumların ne istediğini anlar.
Rumlar Kıbrıs'ı istiyor. Biz vereceksek direnmeye ve bu kadar diretmeye gerek yok. Vermeyecekse vermeyeceğiz demek gerekir. Vermeyeceğiz. İki devlet zemini üzerinde ortaklığa varız. Öyle bir ortaklık ki 1963, 1974 olayları yeniden yaşanmasın. Bütün mesele budur.
Bunu söyleyecek yürek varsa ve hakikaten Kıbrıs Türkiye açısından jeostratejik bir öneme sahipse, ki herkes böyle diyor, o zaman bunun yapılması lâzım. "Baskı gelecek, baskı gelecek, aman baskı…" gelsin efendim baskı. Sana ne oluyor? Dimdik ayakta dur. Hakkındır. Hakkını koru. Baskı geldi diye bunu da vereyim, şunu da vereyim dersen o zaman bu oyunu kaybedersin.
İyi niyetten bahsediliyor. Milli davaların korunmasında geçerli olan ilke iyi niyet değil, ulusal çıkarların korunmasıdır. Eğilmemektir, dik durmaktır. Ne istediğini herkese anlatmaktır. Şimdiye kadar biz "uzlaşmadan yanayız, uzlaşmadan yanayız, uzlaşmadan yanayız" dedik. Hangi uzlaşmadan yanasın? Karşı taraf "Kıbrıs benim" diyor. "Meşru Kıbrıs hükümeti benim, sen azınlıksın" diyor. Sen hâlâ uzlaşmadan yanayız diye avuçlarını ovuyorsun. Olacak iş mi bu?
Artık yapılan hataları görelim ve bir daha tekrar etmeyelim çünkü son çizgideyiz. Artık manevra, iyi niyet gösterisi zamanı değil. Adam ya Kıbrıs'ı alacak ya sen kendi tarafını kurtaracaksın. Bu noktadayız.
Mesele Türkiye'nin son ve kati kararındadır.
TÜRKSOLU: Kıbrıs Türkiye'nin bağımsız bir dış politika yürüttüğü ender noktalardan biriydi? Fakat Türk hükümeti sizi Kıbrıs'ta yalnız bırakarak bu alanı da emperyalist devletlere teslim etmiş oldu? Devreden çıkmış mı olduk?
DENKTAŞ: Devreden çıkma yok! Anadolu halkı Kıbrıs konusunda çok duyarlı. Her gittiğim yerde Kıbrıs'ta hizmet etmiş askerler, gaziler, şehit aileleri ile karşılaşıyorum. Büyük heyecan var.
Dünya bunu bilse başka türlü davranacak; hükümetin üzerindeki baskı azalacak! Ancak medya halkın hissiyatını duyurmaktan uzak! Türkiye taviz vermedikçe kimse Kıbrıs'ı Rum'a Yunan'a dolaylı veya dolaysız şekilde veremez. Mesele Türkiye'nin son ve kati kararındadır.
TÜRKSOLU: Türkiye'de on yıllardır Kıbrıs konusunda milli politika sizinde katıldığınız devlet zirvelerinde ve meclis toplantılarında belirlendi. Ancak son iki yıldır alınan kararların ve belirlenen olmazsa olmazların daha sonra uygulanmadığını görüyoruz. Siz de bundan şikayetçi oldunuz.
Sizin fikirleriniz yeteri kadar dikkate alınıyor mu? Halkımız sizin görüşlerinize çok önem veriyor. Politika belirleme merkezleri de eskisi kadar bu görüşleri dikkate alıyor mu?
DENKTAŞ: Ben görüşlerimi duyuruyorum. Eskiden olduğu gibi duyuruyorum. Hiçbir değişiklik yok. Türkiye'den bana bu görüşün yanlıştır diye herhangi bir şey gelmiş değildir. Hükümetimiz en son Ankara'da bir toplantı yapmıştır hükümet seviyesinde. Zirve seviyesinde bir toplantı yapılacaksa orada yine görüşlerimizi söyleyeceğiz, tartışacağız. Eşgüdüm zayıfladı diye bir düşüncem yok.
TÜRKSOLU: Türkiye'nin son yıllarda milli politikalarında bazı gedikler açıldı. Kuzey Irak'la ilgili çizilen kırmızı hatlar delindi, Ermenistan ve Güneydoğu'yla ilgili baskılar arttı, en önemlisi Kıbrıs'taki milli davaya önemli zararlar verildi. Türk milletinin ülkemizin bütünlüğü ve bağımsızlığına yönelik ciddi kaygılar var. Dış politikada Türkiye'nin çok tehlikeli bir rotaya sürüklendiği düşünülüyor. Bu kaygılara katılıyor musunuz?
DENKTAŞ: Kıbrıs meselesinde son çalkantılar, son gidişat dünyaya verilen izlenim biz Annan Planı'nı kabul ederiz, Annan Planı bizim egemenlik hakkımızı korumuyor, 1960'daki Türk-Yunan dengesini korumuyor ama umurumuzda değil şeklinde oldu.
Biraz evvel söyledim Türkiye'nin en güçlü en haklı davası Kıbrıs'tır. Bunda Türkiye'nin karşılaştığı baskılar karşısında, iyi niyet gösterisiyle "efendim, işte bir adım öne geçelim" düşüncesiyle yapılmış olan manevraları zaaf olarak, zaafiyet olarak değerlendiren dış dünya diğer konularda da baskıya başlamış olabilir.
Onun için Türkiye bunu bir zaafiyet olarak yapmadığını, bir bilinçli manevra olarak yaptığını ve bu manevranın da bir netice verdiğini söylemek suretiyle bu baskıların hafiflemesini sağlayabilir.
Ama Kıbrıs meselesinde tekrar ediyorum bir çizgiye gelmişizdir. Bunun çok iyi değerlendirilmesi gerekir ve artık bunun altına inmeyeceğimizi yani devleti tanımayan, egemenliğimizi kabul etmeyen bir anlaşmayı asla kabul etmeyeceğimizi dünyaya anlatmak lâzım.
Türkiye'nin korkusu olmamalıdır.
Endişeyle, her şeye, her yere boyun eğer bir durum hasıl olmamalıdır.
TÜRKSOLU: Kıbrıs'ta verilen tavizler esas olarak AB'ye üyelik adına verildi. Bunu yanı sıra Türkiye'de de AB'ye uyum adı altında Avrupa dayatması pek çok yasa geçirildi. Tüm bunlar gerçekleşirken bu sürece "AB'ye onurlu üyelik" olarak tanıtıldı. Türkiye onurlu olduğu iddia edilen bir yolda pek çok tavize zorlanıyor. Sizce Türkiye tüm bunları yapmaya mahkum mu?
DENKTAŞ: Esas önemli olan şudur: AB'ye girildiğinde egemenlik haklarından ne kadarı Brüksel'e verilecektir? Ve bunun ne kadarına Türk milleti hazırdır. Bunun ekonomideki etkileri özellikle ilk beş on sene içerisinde ne olacaktır? AB'yle rekabet edemeyecek küçük kuruluşlar, sanayi, tarım nasıl etkilenecektir? Kimse bunları yazmıyor, kimse bunları etüd etmiyor. Ben bunu görüyorum.
Bir güzel propaganda yapılmış, AB çok güzeldir, zenginliktir v.s… Geçmişte falan ülke şu seviyedeydi, AB'ye girdi şu seviyeye geldi gibi değerlendirmelerle yürünüyor. Halbuki AB'den gelen sesler "biz şimdiye kadar yeni üyelere yaptığımız yardımı bundan sonrakilere yapacak durumda değiliz" diyor. AB'nin içinde İngiltere'de, Almanya'da, Fransa'da işsizlik ne durumda, hangi seviyeye gelmiştir. Sosyal sigortalar konusunda neleri halktan kısıtlamaya başlamışlardır. Bütün bunlar incelenmesi gereken şeylerdir.
"Türkiye alternatifsizdir. Ya buraya girer ya batar." Bu görüşler yanlıştır. Türkiye güçlü bir ülkedir. Kendi kendine yeterli bir ülkedir. Ve alternatifleri de vardır.
Onun için bence Türkiye'nin korkusu olmamalıdır. Korkusuz yürümelidir. Endişeyle, her şeye, her yere boyun eğer bir durum hasıl olmamalıdır. Şimdiye kadar inşallah olmamıştır. İnşallah bundan sonra da olmaz.
(Sayın Rauf Denktaş’la yaptığımız bu görüşmenin esas metni oldukça uzundu. Kitap olarak da yayınlanan söyleşinin bir bölümünü, kısaltarak yayınladık.)
http://www.turksolu.com.tr/57/kapak57.htm
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder