Uluslararası arenada sistemler ve dengeler sürekli bir değişim içindedir. Uluslararası sistemde meydana gelen birtakım olayların sonucunda düzende de değişikliklerin meydana gelmesi kaçınılmazdır. Soğuk Savaş sonrasında da birtakım olaylar sonucu dünya düzeninde değişiklikler olmuş ve “Yeni Dünya Düzeni” kavramı ortaya çıkmıştır. Dünya düzeni kavramının genelde savaş sonraları ortaya çıktığını görüyoruz; ilki 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Wilson İlkeleri ile ikincisi 1945’ten sonra ve üçüncüsü de 1989’dan sonra yani Soğuk Savaşın bitmesi ile.
İşte bu noktada Körfez Savaşı ile de aslında dünya düzeninde değişiklikler olduğunu görüyoruz. Körfez Savaşı bir bakıma dünyanın yeni yapılanmasında ilk merhaleyi teşkil etmiştir diyebiliriz. Orta Doğu’nun tüm yapısı ve güç dengeleri bu savaş ile değişmeye başlamış, savaş sonrasında Sovyetler yıkılmış ve yeni bir dünya düzeni oluşmuştur. Artık sistem değişmiş, yeni dengeler meydana gelmiştir.
Soğuk savaş sonrası dönemdeki mıknatıs işlevi görerek devletleri çeken 2 kutuplu sistem ve çekilmiş devletler olan uydu devletler ortadan kalkmıştır, yenidünya düzeni doğmuştur. Fukuyama “Tarihin Sonu Mu?” adlı makalesiyle yenidünya düzenine teorik bir zemin oluşturmaya çalışmıştır. Tarihin sonu düşüncesi Fukuyama’ya göre refah içinde ve mutlu bir yaşam için eskiden beri süregelen beşeri arayışların son noktaya geldiği an. Fukuyama şunu ifade etmeye çalışıyor: İdeolojiler bitti, tarih sona geldi, kazananlar belli. Belki de sadece Soğuk Savaş’ın ya da savaş sonrası dünya tarihinin sone ermesine değil, fakat insanoğlunun ideolojik evriminin son noktasına ulaşması ve beşeri yönetim biçiminin son evresi olan Batılı liberal demokrasinin evrenselleşmesi anlamında tarihin sonuna tanıklık etmekteyiz.[1]ABD aslında bu tip yazarlar ile kamuoyunu etkilemeye çalışıyor diyebiliriz. Tabi ki devletler de bu yeni düzene göre stratejilerini ve planlarını değiştirmişlerdir. Artık yeni oluşan hedef ve çıkarlara yönelik politikalar izlenmiştir devletler tarafından ve her devlet de kendi çıkarlarını koruma çabasına girerek olaylara ya müdahale etmiş ya da sadece seyirci kalmıştır.
Bu bağlamda çalışmada önce Körfez Savaşı’nın yenidünya düzeninin meydana gelmesinde yeri, savaşın nedenleri ve kökenleri, aktörleri, savaşın gidişatına yöne veren olaylardan bahsedilecek sonrada savaşın sonuçları ve Türkiye açısından önemi üzerinde durulacaktır.
1991 I. KÖRFEZ SAVAŞI
Körfez Savaşı Saddam’ın Kuveyt’i işgali sonrasında, Irak kuvvetlerinin Kuveyt’ten çıkarılmasını amaçlayan “Operation Desert Shield-Çöl Kalkanı Harekâtı”dır.[2]
Körfez Savaşı İran-Irak Savaşı’nın sona ermesinden kısa bir süre sonra, Irak’ın Kuveyt’e saldırması ile ortaya çıkmıştır.2 Ağustos 1990 ‘da Irak Kuveyt’i ilhak etmiştir ve bu ilhak sonrası bir dizi olay ve gerilim meydana gelerek birçok olaya zemin hazırlamıştır. Nihayetinde de bir kriz savaşa dönüşmüştür.1988’de İran-Irak Savaşı’nın bitmesiyle beraber Irak silahlanmaya devam etmiş ve komşusu Kuveyt üzerinde, o bölgenin eskiden Basra vilayetine bağlı bir kaza olduğunu dolayısıyla şimdi kendisine bağlı olması gerektiğini öne sürmüş ve hak iddia etmeye başlamıştır.
Irak tarihten gelen haklarının arkaik bir biçimde hatırlayarak, Kuveyt üzerinde hak iddia edip bu ülkeyi ilhak etmeye girişince, tarihin sonu tezinin nasıl bir dünya düzenine teorisyenlik yapmış olduğu uygulamalı olarak gösterime sokuldu. Bu vizyonda kurulu cennet düzeni, bunun adil muhafızları, bu küreselliğin diğer insanlara yansıtılma biçimleri ve sair detaylar göz önüne getiriliyordu. Sonuç bütün dünya için hisseler çıkarılacak bir durumdu: Yenidünyada artık yeni bir şey olmayacaktı. Herkes elindekine razı olacaktı. Herkese hak ettiği zaten “big brother”lar tarafından veriliyordu.[3]
Körfez Savaşı denilebilir ki, dünyamızın yeni yapılanmasında ilk merhaleyi teşkil eder. Çünkü bu savaş ve sonuçları ile Ortadoğu’nun tüm yapısı değişmeye başlamıştır.[4]Bu savaşın sona ermesinden yaklaşık 6 ay sonra SSCB’nin dağılması ile dünya tümü ile yeni bir yapılanma dönemine girmiştir. Yani milletlerarası politikanın hem kuvvet merkezlerinde hem de unsurlarında bir değişme süreci başlamıştır. Sovyetlerin dağılışıyla birlikte ortaya çıkan yeni dünya düzeni, akabinde patlak veren Körfez Savaşı’nın yarattığı yeni şartlar, Tarihin Sonu tezinin enine boyuna tartışılmasına imkan veren bir dizi ampirik veriler sundu.[5]Ayrıca yenidünya düzeninin dönüm noktasını Körfez Savaşı’nın oluşturduğu düşünülüyordu.
KÖRFEZ SAVAŞI’NIN NEDENLERİ
A).İran-Irak Savaşı
İran-Irak Savaşı’nda Batı dünyasının tamamı, Arap dünyasının çoğunluğu, Sovyet Rusya ve sosyalist ülkeler Irak’ı desteklemişlerdir. Bunun birinci sebebi 1979 Şubatında İran’da teokratik, Şii ve Radikal İslami Humeyni rejiminin iktidara gelmesinden sonra, bu yeni yönetimin ilk günden itibaren, çevre ülkelere “devrim ihracı” çabasına girmesiydi.[6]Yeni rejim SSCB ile ABD’yi birer düşman ilan edip, bu iki süper gücü düşman olarak karşısına almıştır ve böylece İran, Irak ile savaşında yalnız kalmıştır.
1979 İhtilalinden önce İran Şahı’nın özellikle 1970’lerden itibaren, yani İngiltere’nin Basra Körfezi’nden çekilmesiyle birlikte, İran’ı yoğun bir şekilde silahlandırarak Basra Körfezi’nde bir İran hegemonyası kurmak ve bu körfezi İran Körfezi haline getirmek istiyordu. İran Şahı’nın bu amaçla ABD’ye 10-12 milyar dolarlık silah sipariş etmesi sadece Körfez’in değil bölgenin diğer ülkelerinde de endişe yarattı ve tepkilere yol açtı.[7]Çünkü bu bölge her ülke açısından stratejik öneme sahipti.
İran’ın bu yalnızlığına rağmen 8 yıllık savaşta Irak bir üstünlük sağlayamamıştır. Savaş İran tehlikesini ortadan kaldırmıştır. Ancak bu sefer de Irak bir tehlike olarak ortaya çıkmaya başlamıştır ve kimse Irak’ın güçlenip bir tehlike oluşturacağını düşünmemişti. Irak büyük bir başarı elde edemedi ama savaştan sonra hızla silahlanmaya başladı. Batılı devletler ve ABD şu veya bu şekilde bu silahlanmaya destek oldular. Irak’ın Ortadoğu’da nükleer bir güç haline gelmesi başta ABD olmak üzere bütün Batı’yı endişelendirdi. Bu endişelerin arkasında yatan amaç ise bölgenin petrol sevkiyatını güvence altına almaktı. Irak’ın bütün bu hazırlıklarındaki amacı Kuveyt’in işgaliydi.
B).Irak-Kuveyt Anlaşmazlığı
Bu anlaşmazlık uzun bir süreden beri vardı. Kuveyt 1759’dan beri el-sabah ailesi tarafından yönetilen bir emirlikti.1899’da burayı kontrol altına alan İngiltere 1961 yılında bu ülkeye bağımsızlık verdi. Fakat bu arada 1946’dan itibaren Kuveyt’te petrol üretilmeye başlandı. Kuveyt 1961’de bağımsızlık aldığında o zaman ki Irak lideri General Kasım, bu bağımsızlığı tanımadı. Kuveyt topraklarının Osmanlı Devleti zamanında Basra vilayetine dâhil olduğunu dolayısıyla Kuveyt’in Irak topraklarının bir parçası olduğunu ileri sürdü.1963 yılında Arap Birliği’nin Kuveyt’i tanıması ve bu ülkenin BM üyeliğine kabulü nedenleriyle Irak bu isteğinden vazgeçti.[8]
Irak’ta Saddam Hüseyin’in iktidara gelmesinden ve özellikle İran-Irak Savaşı’nın bitiminden sonra Irak’ın Kuveyt’e yeniden sahiplenmesi gündeme geldi. Savaş sona erdiğinde Irak kritik bir durumdaydı. Arap ülkelerine borçlanmıştı, bu borçlar Irak’ın önünde büyük bir engeldi. Saddam Hüseyin Arap kardeşlerini İran tehdidine karşı koruduğunu ve bunların en zenginleri olan Suudi Arabistan Birliği Arap Emirlikleri ve Kuveyt’in bütün borçların ödenmesinde kendisine yardım etmelerini beklediğini söyledi. Saddam Hüseyin’e göre; Irak, İran ile Arap çıkarlarını ve Sünni yönetimleri saldırgan ve devrimci Şii mollalarından korumak için savaşmıştı. Bu nedenle savaşın yükünü bütün Araplar üzerine almalıydı. Yine Saddam Hüseyin’e göre; İsrail’e, İran’a ve Arap âleminin tüm düşmanlarına karşı bu kadar büyük bir orduyu ayakta tutmanın bedeline tüm zengin Araplar da katlanmalıydı. Kısaca; Irak, İran ile savaşmakla Şii tehdidinin bölgedeki Arap devletleri açısından oluşturduğu tehlikeyi engellediğini ve bu nedenle de savaşın faturasının paylaşılması gerektiğini ileri sürdü. Saddam Hüseyin Kuveyt’ten bu doğrultuda tüm borçlarını silmesini istedi ancak Kuveyt bunu reddetti.
İran-Irak Savaşı’nın ağır borç yükü, Irak’ı yeni kaynaklar aramaya itti. Körfez ülkeleri ve Kuveyt petrol üretiminde OPEC’ in tespit ettiği günlük/varil kotalarını aşmaları dolayısıyla, petrol fiyatlarının dünya pazarlarında düşmesine sebep oldular ve bundan da Irak büyük zarar gördü. Irak bunun üzerine Arap ülkelerinden petrolün varil başına düşen fiyatının 15 dolardan 25 dolara yükseltilmesini ve kendisine de 30 milyar dolar borç verilmesini istedi[9];ancak teklifine cevap bile beklemeden Kuveyt sınırına asker yığmaya başladı. Irak’ın Kuveyt’i tedirgin eden bazı girişimleri de zaten vardı. Irak 1989 Mart’ında Mısır, Ürdün ve Kuzey Yemenin katıldığı Arap İşbirliği Konseyinin kurulmasına öncülük etmişti ve kurulan bu örgütün Körfez İşbirliği Konseyinin benzeri olduğu açıklamaları, Körfez İşbirliği Konseyinin üye devletlerini ve dolayısıyla Kuveyt’i tedirgin etti.
Irak’ın Kuveyt üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için bir takım suçlamalarla işe başladığını da görüyoruz. Irak’ göre Kuveyt, OPEC bünyesinde imzalanan antlaşmaları hiçe saymış ve eskiden beri Irak’ın talepleri bulunan sınır bölgesindeki zengin petrol yatakları olan Rumeyla bölgesindeki petrol kuyularını daha fazla ileterek petrol üretimini arttırmıştı. Saddam Hüseyin, bu tutumu “provakasyon” ve “ihanet” olarak değerlendirdi.[10]Irak tarafından Kuveyt’e yöneltilen ikinci bir suçlama Kuveyt’in İran-Irak savaşından yararlanarak Irak’ın güney sınırından 70 km. içeri girdiği ve sınırlarını Irak aleyhine genişlettiği şeklindeydi. Bir diğer suçlama ise, Kuveyt’in “eğri borular” sayesinde Rumeyla bölgesinde Irak tarafına yönelerek Irak’ın rezervlerinden büyük miktarlarda petrol çektiğiydi.[11]Ancak birçok kaynak incelendikten sonra burada dikkat etmemiz gereken husus, bütün bu iddiaların Kuveyt tarafından kabul edilmeyen ve doğru olup olmadıkları kesin olarak bilinmeyen Irak tezleri olduğudur.
Irak, 16 Temmuz 1990’da Arap Birliği Genel Sekreterine bir mektup gönderdi. Bu mektupta Kuveyt’i 1980 yılından bu yana Rumeyla’da kendisine ait petrol bölgesinde petrol kuyuları açmakla ve petrol üretimini artırarak fiyatların düşmesine neden olmakla suçladı. Ancak bu girişiminden de olumlu bir sonuç alamadı. Gelişmeler devam ederken Irak ve Kuveyt, Cidde ve Bağdat’ta bir dizi görüşmeler yaptılar. Ancak bu görüşmelerden de bir sonuç alınamadı. Talepleri reddedilen Saddam, Temmuz 1990’da Kuveyt’i işgali hedeflemişti, ancak silahlı kuvvetlerini Kuveyt’e sevk etmeden önce İran-Irak Harbi süresince kendini destekleyen ABD’ye yaklaşarak nasıl hareket etmesi gerektiği konusunda görüş almak istedi, bu amaçla ABD büyükelçisini sarayına davet etti. Saddam Hüseyin, ABD Bağdat Büyükelçisi April Glespie ile 25 Temmuz 1990’da görüşmesini yaptı. April Glespie Saddam’ın sorusuna; ”Kuveyt ile aranızdaki sınır anlaşmazlığı gibi, Arap ülkeleri arasındaki ihtilaflar hakkında fikrimiz yok” cevabını vermişti. Daha sonra ABD dışişleri bakanlığı, Saddam’a; ”Washington’un Kuveyt ile özel güvenlik ve savunma güvenlik anlaşması yoktur.” Mesajını gönderdi. ABD Saddam’a yeşil ışık yakmak niyetinde olmadığı halde, verdiği cevaplar ile gerçekte Saddam’ı cesaretlendirmişti.[12] Irak’ın Kuveyt sınırına yaptığı askeri yığınak baskı unsuru olarak değerlendirildi. Zaten bakıldığında da bu askeri yığınak bir baskı unsuruydu. Irak yaptığı tekliflere bir cevap beklemeden Kuveyt sınırına asker yığmaya başlamıştı.
Irak, gördü ki görüşmelerden herhangi bir sonuç alamadı. Hatta görüşmeler aleyhine bir sonuçlanmaya başlayınca “coğrafyasını bütünleme” gerekçesiyle 2 Ağustos 1990 ‘da Kuveyt’in işgaline başladı. Irak Kuveyt sınırının İngiltere lehine bir biçimde çizilmiş olduğunu iddia etmekteydi. Irak’a göre Kuveyt Osmanlı döneminde Basra’nın bir parçası olduğu için Irak’a aitti. Gerçekte bunları Irak daha güçlü olmak ve İran-Irak savaşının kendisi için yarattığı zararları kapatmak amacıyla ortaya attığı bahanelerdi. Kuveyt, Irak için çok önemliydi; çünkü Irak’ın Basra körfezine iki yoldan çıkışı vardı. Birincisi Şat-ül-Arap su yolu üzerindeki limandır. Ancak bu liman İran ile yapılan savaşta batık gemi enkazlarıyla tıkanmış olduğundan işlemez durumdaydı. İkincisi ise, İşlek durumda olan Umm-ı Kasr limanıydı. Ancak bu limanın giriş çıkışını kontrol eden Varbah ve Bubiyan adaları Kuveyt’e aitti. Irak uzun zamandır bu adaların kendisine kiralanmasını istemiştir ancak Kuveyt bunu reddetmiştir. Adaların Irak için stratejik önemi büyüktü bu nedenle Irak Kuveyt’i işgal ederse soruna kalıcı çözüm getirmiş olacaktı. Ayrıca Irak Kuveyt’e sahip olunca Suudi Arabistan’dan sonra dünyanın ikinci büyük petrol rezervine sahip ülke durumuna gelecekti. Irak bütün bu sebeplerden dolayı Kuveyt’i 8 Ağustos’ta ilhak ettiğini açıkladı ve 28 Ağustos’ta da Kuveyt’i Irak’ın 19. Vilayeti olarak ilan etti.
Nihayet Kuveyt’in ilhak ve işgali ile birlikte hem Basra Körfezi’nde hem de genel olarak Orta Doğu’da güç dengesi bir anda Irak lehine bozulduğu gibi, bu durum, gerek petrolün güvenliğini gerekse ABD’nin ve Batılı devletlerin bölgedeki ekonomik çıkarlarını tehlikeye sokmuştu.[13]
KRİZİN GELİŞMELERİ
Irak’ın Kuveyt’i işgale başlaması 1 Ağustos 1990’da olduğu halde, Amerika’nın Irak’a karşı askeri harekâta başlaması ancak 17 Ocak 1991’dedir.Amerika’nın Irak’a karşı harekâta başlamasının böyle dört buçuk ay beklemesinin bazı nedenleri vardı. Bunlar şöyle sıralanabilir:
A)Vietnam Sendromu: Amerika 1965 ten itibaren Vietnam’a bir dizi asker göndermiş ve orada büyük mücadele göstermişti, Vietnam’dan da kendisini zor kurtarmıştı ve bu da Amerikan kamuoyunda ve kongrede büyük bir etki yaratmıştı. Kongre,7 Kasım 1973 de, ”Savaş Yetkileri Kararı” adını alan bir karar almıştır. Buna göre, Başkan, Amerika dışında herhangi bir yerde Amerikan askerini bir operasyonda kullanacağı zaman, Kongre’ye danışacaktı. Bu operasyon da 60 günden fazla sürmeyecekti. Bu Kongre kararları Amerika’nın Irak’a müdahalesini geciktirdi ve 3 Ağustos 1990 günü aldığı bir kararla, Irak’a her türlü ambargonun konulmasını istemiştir.
B)BM Desteği: Başkan Bush Irak’a karşı harekete geçmeden önce, milletlerarası plan bir bakıma meşru destek sağlamak için, BM vasıtasile Irak’a baskı yapıp, bu baskı ile Kuveyt’in işgaline son verdirmek istedi. Fakat Irak diretme gösterince Başkan Bush askeri bir müdahale için haklılık kazanmak için BM’den giderek şiddetlenen karalar çıkardı. Ancak Güvenlik Konseyi’nin savaşın sonuna kadar almış olduğu kararların hiçbiri, Irak’ı yapacaklarından alıkoyamamıştır ve BM ‘in bütün baskılarına rağmen Irak 28 Ağustosta Kuveyt’i kendi topraklarına 19. Vilayet olarak bildirmişti.
C)Barış Ve Aracılık Teşebbüsleri: Başkan Bush yine Amerikan kamuoyunun desteğini alma bakımından barışçı yolların kullanılmasına da önem vermiş fakat kararlar gibi bu konudaki teşebbüslerden de bir sonuç alamamıştır. Birçok diplomatik görüşme yapıldı ve barış için teşebbüslerde bulunuldu ama dediğimiz gibi herhangi bir sonuca ulaşılamadı. Irak yapmak istediklerinde kararlıydı.
D)Amerika’nın Askeri Hazırlıkları: Irak’ın Kuveyt’ten çıkarılması için yapılacak askeri harekât Suudi çöllerinden Kuveyt’e yöneltilecekti. Yani Çöl Savaşı söz konusu olacaktı ve bu topraklar Amerika’ya Vietnam’dan daha uzaktı. Askeri harekât için büyük bir kuvvet gerekliydi ve bu büyük kuvvetin de hazırlanması için uzun bir zaman gerekliydi. Bu nedenle Amerika saldırıdan itibaren dört ay bekledi. Ayrıca Amerika yeni bir Vietnam olayına sürüklenmemek için yanına diğer devletleri de almak istedi. Irak’a karşı Suudi Arabistan’da çok uluslu bir kuvvet oluşturuldu.
E)Sovyet Rusya’nın Tutumu: Başkan Bush için savaş öncesinde Sovyetler Birliği’nin kriz karşısındaki tutumu bir sorun meydana getirmiştir. Sovyetlere rağmen harekete geçmekte tereddüt göstermiş ve diplomatik yolla Sovyetleri ikna etmeye çalışmış, başarılı olmuştur.
Saddam Moskova’nın müşterilerindendi. İktidara geldiği günden itibaren Moskova ile yakın münasebetler kurmuştu. Amerika’nın Suudi Arabistan’a asker yığmaya başlaması, Sovyetlerin itirazına sebep oldu. Sovyetlerin bu itirazı bir bakıma, Amerika’dan Afganistan’ın intikamını almaktı. Sovyetler Afganistan’ı işgale başladığında Amerika’da stratejik denge değişikliği itirazını ileri sürmüştü. Kriz boyunca Sovyetler iki nokta üzerinde ısrar etti. Birincisi, Irak’ın işgal edilmemesi ve Saddam rejiminin devrilmemesi, ikincisi de, Amerikan kuvvetlerinin Körfez’den geri çekileceğine dair garantiydi. Bu konularda Amerikan ve Sovyet Rusya çok sayıda görüşme yaptılar ve bunların en önemlisi Gorbaçov ve Başkan Bush arasında,9 Eylül 1990’da Helsinki’de yapılan yedi saat süren görüşmelerdir. Bu görüşmelerde belirli bir uzlaşma olmuş ve Amerika bütün faaliyetlerinde BM kararları çerçevesinde hareket etmiştir. Zaten Sovyetler de böyle olmasını istiyordu.
KRİZİN SAVAŞA DÖNÜŞMESİ
Irak’ın Kuveyt’i işgali, ilhak etmesi ve Kuveyt’i 19. Vilayet olarak ilan etmesi Ortadoğu petrolleri ile yakından ilgilenen Batılı devletler tarafından büyük bir tepki ile karşılanmıştır. Bosna-Hersek bunalımınkinden farklı olarak Kuveyt’in işgali yalnız bölgeyi değil, petrol kaynaklarının denetimi dolayısıyla tüm uluslararası sistemi tehdit etmekteydi.[14]BM Güvenlik Konseyi hemen aldığı 660 sayılı kararla Irak’ın işgal ettiği topraklardan kayıtsız şartsız çıkmasını istemiş ve 6 Ağustos’ta aldığı bir kararla geniş kapsamlı bir ekonomik ambargo başlatmıştır. Bu arada bir yandan ABD tehdit altındaki Suudi Arabistan’da çok uluslu bir kuvvet organize ederken diğer yandan da BM Güvenlik Konseyi 25 Ağustos’ta Irak’ın denizden kuşatılmasına yönelik bir kararı kabul etmiştir. ABD Suudi Arabistan’daki kuvvetlerinin sayısını gittikçe arttırırken, Irak hükümeti çekilmeyi kabul etmediği gibi 28 Ağustos’ta Kuveyt’i Irak’ın 19. İli olarak ilhak ettiğini açıklamıştır. Irak’ın bu tavrına karşılık BM aldığı bir kararla Irak’ın Kuveyt’ten çekilmesi için 15 Ocak 1991’e kadar süre tanımıştır. Eğer Irak bu karara uymazsa Irak’ın bir savaşla karşı karşıya kalacağı da ilan edildi. Irak tabi ki de bu karara uymadı ve Irak’ın Kuveyt’i işgali ile başlayan kriz 17 Ocak 1991’de savaşa dönüştü.
II.Dünya Savaşı’ndan bu yana gerek dünyada gerekse Orta Doğu’da görülen tüm savaşlardan farklı bir seyir takip etti. ABD’nin öncülüğünü yaptığı 30 ülkenin fiilen bu savaşa katılması ve BM’nin bir blok halinde Irak’a cephe alması savaşa uluslararası bir boyut kazandırdı.
Irak’a karşı yürütülen bu askeri harekâtın amacı, Kuveyt’in yeniden özgürlüğüne kavuşturulması, eski sahiplerine iadesi olarak açıklansa da gerçek amacın Irak’ın tehlikeli bir şekilde artan askeri gücünü kırmak, bölgeye tehdit oluşturan Saddam Hüseyin’i zayıflatmak olduğu açık bir şekilde anlaşılıyor. Çünkü Saddam’ın başta ABD ve Batılı ülkeler için stratejik önemi büyük olan bu bölgede güçlenmesi bu devletlerin işine gelmezdi ve çıkarlarına aykırıydı. Irak’ın Kuveyt’i işgali ABD’nin endişelerini arttırdı. Eğer Saddam Hüseyin güneye doğru ilerlemeye devam ederse Arap Yarımadası Irak’ın eline geçerdi ve Saddam Hüseyin bölgede güçlü bir Arap lideri olarak ortaya çıkardı. ABD’ye göre Soğuk Savaş sonrasında komünist olmayan bir ortamda yeni bir tehlike ortaya çıkmıştı. Eğer ABD ortaya çıkan bu durumdan faydalanarak Irak’a ders verebilirse petrol sevkiyatına yönelik tehdit de bir süre için bertaraf edilmiş olacaktı.
BM Güvenlik Konseyi’nin 678 sayılı kararı ile Irak’a verilen sürenin 15 Ocak 1991’de dolması üzerine Körfez’de ABD’nin öncülüğünde Irak’a karşı bir savaş başladı.”Çöl Fırtınası” adı verilen hava harekâtı ile 17 Ocak’ta başlayan savaş Washington açısından oldukça iyi sonuçlandı. Saddam Hüseyin fazla dayanamadı. Hava ve kara harekâtları ABD için iyi sonuçlandı, harekât devam ederken ABD başkanı George Bush 27 Şubat 1991’de ateşkes ilan ederek savaşa son verdi.
ABD başkanı Bush beklenenden erken zamanda savaşı sona erdirdi. Hem de bu kadar başarılıyken. Bunun nedeni Irak’ın bir karışıklık içine girmesini engellemekti.Ülke içinde kargaşa olursa Irak’ın komşu ülkeleri de işin içine girecekti.Irak bu durumda II. Lübnan olabilirdi.ABD şimdilik dünyanın en önemli petrol bölgelerinden birinde çıkarlarına zarar verecek istikrarsızlık istemiyordu.
Nihayetinde BM Güvenlik Konseyi’nin 2 Mart 1991 tarihinde aldığı 686 sayılı kararla ateşkes resmen yürürlüğe girdi. Karara göre; Irak’ın Kuveyt’i ilhak kararını kaldıracağı, Kuveyt’ten elde ettiği mülkleri ve aldığı esirleri iade edeceği ve askeri harekâtların sona erdirileceği belirtilmekteydi. Irak bundan böyle BM’nin tüm üyelerine yönelik füze saldırıları ve savaş uçağı uçuşlarından kaçınacaktı. Ancak kararda sadece uçaklardan bahsediliyor, helikopter uçuşlarından söz edilmiyordu. Karardaki bu açıklıktan Saddam Hüseyin daha sonra faydalanmıştır. Kürtlere yönelik operasyonlarda helikopter kullanılmıştır.[15]
Aslında görülüyor ki Irak’ın Kuveyt’ten barışçı yolla çıkarılması için harcanan çabaların hiçbiri, başka bir krizde görülmemiştir. Güvenlik Konseyi bile Irak’a karşı hemen sert tedbirler almamıştır, adım adım sertleşen kararlar almıştır. BM Güvenlik Konseyi 4 aylık devrede 11 karar almak zorunda kalmıştır ve hiçbir anlaşmazlıkta bu kadar kısa sürede bu kadar çok karar almamıştır. Tabi ki amaç sorunun fazla büyümeden çözülmesi, herkes için önemli olan stratejik bölgede gerilim yaratmamaktı. Bu herkesin çıkarları için gerekliydi. Fakat Irak ve Saddam bütün bu çabalar karşısında en hafif bir yumuşama bile göstermemişlerdir. Aksine bu barışçı çabalara cevabı Kuveyt’i kendi topraklarına ilhak etmek olmuştu. Yani Saddam istediğini almak için her şeyi yapıyordu ve barıştan yana bir tavır da sergilemiyordu. Bu durum elbette ABD ve diğer ülkelerin sabrını tüketti ve BM bir dizi karar aldıktan sonra harekete geçti.
KÖRFEZ SAVAŞI’NIN SONUÇLARI
Körfez Savaşı’nın en önemli ve uzun vadeli sonucu, tüm Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da köktenci akımların güçlenmesidir. Bölgede 1945’ten beri üzerinde durulan, güzel bir “düş” olarak görülen Arap Birliği büyük bir darbe yemiştir.
Diğer bir sonuca baktığımızda, bölgenin kabileler, mezhepler ve yerel asiller arasındaki çatışmalara, yeni yeni bölünmelere ve kaosa sürüklenmesi ihtimalinin arttığını görüyoruz. Bölge devletlerinin çoğunun sınırları, yerel dinamikler etnik ve dinsel yapı dikkate alınmaksızın emperyalist devletler tarafından çizilmiştir ve bu sınırların çizilmesi tamamen kendi çıkarları doğrultusunda olmuştur. Dolayısıyla bütün bölgenin Lübnanlaşma süreci hızlanmıştır. Ulus-devlete bağlılık da yok gibidir.
Körfez Savaşı’nın bir sonucuna daha baktığımızda İran’ın bölgede yeni bir ağırlık kazanması dikkatimizi çekiyor. Körfez’in en güçlü iki devletinden birinin 1991’de uğradığı ağır yenilgi ve sonrasında Irak’a uygulanan ekonomik ambargo, öteki devleti üstün bir duruma getirmiştir.
Körfez Savaşı’nın sonunda Irak iyice ezilerek bölgede başkaldırmak isteyen diğer devletler için bir örnek haline getirilmiştir. ABD de Orta Doğu’da özellikle petrol kaynağı olan Basra Körfezi’nde tam ve tartışmasız bir kontrol kurmuştur. ABD bölgede bir üstünlük kazanmıştır ve Orta Doğu’ya yeni bir düzen getirmek istemesi de bunu açıkça gösteriyordu. Körfez Savaşı ile ABD ağırlığını Orta Doğu’ya koyarken, ortaya attığı ilkelerle de Orta Doğu yeni bir yapılanmaya girdi.
Savaşın bitmesinden sonra Irak’ta Saddam Hüseyin’e karşı ayaklanmalar çıktı. Irak birlikleri, yüz binlerce Kürt, Şii ve rejime direnen sivili İran ve Türkiye sınırlarına sürdü ve bu iki ülke boyutları çok büyük olan hatta milyona varan bir “mülteci” sorunuyla karşı karşıya kaldılar. Irak’lı sığınmacılar meselesi artık savaşın bitmesinden sonra bölgede yeni bir sorun olarak karşımıza çıkmıştır ve meselenin direk olarak etkilediği ülke ise Türkiye olmuştur. Bunun üzerine ABD, Kuzey Irak’ta mülteciler için güvenli bölgeler ilan edip, Irak hava ve kara birliklerinin giremeyeceği coğrafi enlemler belirledi. Ayrıca Irak’ın buna uyup uymadığını saptamak için Türkiye’nin güneyine “Çekiç Güç” yerleştirdi. Türkiye’nin güneydoğusunda, Irak ordusunun Irak’ın kuzeyine baskın yapmasını engellemek yâda caydırmak için çok uluslu güç “Acil Müdahale Gücü” olarak yeniden düzenlendi ve bu güce bağlı hava gücü, Türkiye’nin İncirlik Üssü’nde konuşlandırıldı.[16]Bu suretle “Çekiç Güç” olarak adlandırılan oluşum ortaya çıktı. Bu tarihten sonra Irak’ın silahlanma programının durdurulması konusunda BM yetkilileri ile Irak yöneticileri arasında çeşitli gerginlikler yaşanmıştır ve bugünde yaşanmaya devam ettiğini görüyoruz. Bu gerginliklerden,26 Haziran 1993’te ABD’nin Bağdat’taki haber alma merkezine karşı giriştiği füze saldırısı dikkatleri çekmiştir ve birçok sivil de bu saldırıda yaşamını yitirmiştir.[17]Amerikan hükümeti saldırıyı Nisan ayında Başkan Bush’un Kuveyt’i ziyaretinde Irak hükümetinin Başkan’a suikast planı hazırladığı gerekçesiyle yaptıklarını söyledi.
KÖRFEZ SAVAŞI VE TÜRKİYE
Türkiye Körfez Krizi’nin ilk günlerinden itibaren Irak karşıtı cephede yer aldığı işaretlerini vermiştir. Bunun nedenleri de aşırı silahlanmasıyla bölgede değişimci bir ülke görünümünde olan Irak’ın Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Projesi’ne karşı tutumu ve PKK ‘ya verdiği destek olmuştur.
Türkiye, Irak’ın Kuveyt’i işgalini kesinlikle kabul etmemiştir ancak başlangıçta tedbirli davranmıştır. Türkiye’nin Irak’a karşı ilk eylemi, uluslararası baskıların yoğunlaştığı bir sırada Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı 661 sayılı karara uyarak Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını kapatması olmuştur. Bu Türkiye’nin Irak’a karşı konan ambargoya katılması demektir. Aynı kararla Türkiye, Irak ile olan bütün ticari ilişkilerini de kesmek zorunda kalmıştır.
Daha sonra ise, NATO Çevik Kuvveti Türkiye’ye çağrılmış, Türkiye’nin Irak sınırına askeri yığınak yapılmıştır. Bu Körfez Krizi nedeniyle Irak’a karşı Türkiye’nin uyguladığı aktif dış politikası değişmiştir. Türkiye’nin Araplar arası sorunlarda tarafsız kalınması ilkesini terk ettiğini de görüyoruz. Türkiye Irak ile ortak sınıra sahip tek NATO ülkesiydi ve dolayısıyla kriz boyunca Türkiye adından sıkça söz ettirmiş, önemli bir konuma sahip olmuştur .
Körfez Krizi’nde Türk dış politikasının belirlenmesinde Cumhurbaşkanlığı, Hükümet, Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay arasında önemli görüş ayrılıkları olmuştur. Hükümete verilen “yabancı ülkelere asker gönderme ve Türkiye’de yabancı asker bulundurma” yetkisine dayanarak Türkiye’ye Irak’tan gelebilecek olası bir saldırıyı caydırmak amacıyla NATO Çevik Kuvveti’nin Türkiye’ye çağrılması gündeme gelmiştir ve NATO Çevik Kuvveti’nin Türkiye’ye sevki kararlaştırılmıştır.
Irak karşıtı politika ve ambargo Türk ekonomisini önemli ölçüde etkilemiştir. Bunda, Türkiye açısından, Irak’ın en ucuz ve kolay yoldan petrol sağlanan ülke olmasının ve Irak’ın Türkiye’de üretilen malların alıcısı bir ülke olmasının ve iki ülke arasında son yıllarda çokça gelişen sınır ticaretinin de payı vardır.
Dünya Bankası’na göre, krizle birlikte zarara uğrayan ülkeler arasında Türkiye 1990 ‘da 2 milyar 100 milyon dolarla ilk sırada yer almıştır. Türkiye uğradığı bu zararı karşılamak için ABD, AB, Japonya ve Suudi Arabistan Türkiye’ye birçok vaatte bulunmuştur. Ancak görülüyor ki daha sonra bunların birçoğu gerçekleşmemiştir. [18]
Türkiye, ”Körfez Savaşı“ndan sonra,1991 Eylülünden bu yana Kuzey Irak’taki otorite boşluğu nedeniyle Irak’tan özel bir izin almadan, kendi güvenliğini savunma (self-help) ilkesine dayanarak izleme operasyonları gerçekleştirmiştir. Normalde böyle bir izleme operasyonu uluslararası hukuk gereği önceden yapılan antlaşmalarla belirlenerek ya da komşu ülkenin izni ile yapılır. Ancak komşu ülkede otorite boşluğu varsa rıza alınması yoluna gidilmez.[19]
Görülüyor ki I. Körfez Savaşı(1991) ile ABD Ortadoğu’da varlığını daha da güçlendirmiştir. ABD’nin 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra, Orta Doğu bölgesini yeniden yapılandırmaya karar verdiği görülmektedir. Afganistan’ın işgali ile başlayan bu süre,2003 yılının Mart ayında ABD’nin Irak’ı işgali ile devam etti. Bu 2003 yılında olan işgal aslına bakılırsa sadece Saddam Hüseyin’in yönetimden uzaklaştırılması olarak görülmemeli. Bu işgal küresel etkileri de olan Orta Doğu bölgesine şekil verme girişimidir. ABD bu politikasını Büyük Orta Doğu Projesi adıyla dünya kamuoyuna sunmuştur.[20]ABD’nin tek taraflı Irak’ı işgali dünya kamuoyunda büyük tepkilere sebep oldu.
Anılcan KÜÇÜK
Gazi Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü
KAYNAKÇA
Sander,Oral,Siyasi Tarih 1918-1994,İmge Kitabevi,Ankara,2008
Armaoğlu,Fahir,20.Yüzyıl Siyasi Tarihi,Alkım Yayınevi,İstanbul,2009
Şahin,Mehmet,Taştekin,Mesut,II.Körfez Savaşı,Platin Yayınları,Ankara,2006
Pehlivanoğlu,Öner,A.,Orta Doğu ve Türkiye,Kastaş Yayınevi,İstanbul,2004
Arı,Tayyar,Geçmişten Günümüze Orta Doğu,Alfa Yayınları,İstanbul,2007
Yılmaz,Türel,Uluslararası Politikada Orta Doğu,Barış Platin Kitabevi,Ankara,2009
Fukuyama,Francis,Tarihin Sonu Mu?,Vadi Yayınları,2005
Pazarcı,Hüseyin,Uluslararası Hukuk,Turhan Kitabevi,Ankara,2010
Sönmezoğlu,Faruk,Uluslararası ilişkiler Sözlüğü,Der Yayınları,İstanbul,2005
http://www.tuicakademi.org/index.php/128-uncategorised/506-ikorfez-savasi1991
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder