Sanayi Devrimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sanayi Devrimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Mart 2021 Çarşamba

ABD’NİN YENİ AKDENİZ POLİTİKASI ve TÜRKİYE’NİN SEÇENEKLERİ. BÖLÜM 1

ABD’NİN YENİ AKDENİZ POLİTİKASI ve TÜRKİYE’NİN SEÇENEKLERİ. BÖLÜM 1 
 

Doğu Akdeniz Sorunu, ABD, Doğu Akdeniz Politikası, Prof. Dr. Uğur ÖZGÖKER, Türkiyenin Seçenekleri, Covid 19 salgını,Sanayi Devrimi, Orta-Doğu, savaşlar, çatışmalar, darbeler, terör ve tedhiş hareketleri, katliamlar, etnik-dini ve mezhep çatışmaları, göçler,

Prof. Dr. Uğur ÖZGÖKER 
 
Temmuz 2020 başında, ABD uzun yıllardır Kıbrıs’taki iki taraf olan KKTC ve GKRY’ye uyguladığı silah ambargosu politikasını tek taraflı değiştirerek GKRY’ne silah satışına izin vermiş ve GKRY Rum Milli Muhafız Ordusunu Doğu Akdeniz’de “İstikrarı” sağlama gerekçesiyle askeri eğitim ve talim programına dâhil ederek, savaş kapasitesini artıracağını duyurmuştur. 
    Hâlihazırda Dünyanın en büyük toplumsal, ekonomik ve siyasi sorunu olan pandemi bu hızla artarak devam ederse belki de uluslararası güvenlik sorunu da haline gelecektir. Yeni tip Corona (Covid 19) salgınından sonra Dünya gündemini meşgul eden ikinci en önemli uluslararası sorun “Doğu Akdeniz Sorunu” olmuştur. Bu kapsamda; Doğu Blokunun çöküşü ve iki kutuplu sistemin yıkılışı ile dünyanın tek süper gücü haline gelen ABD’ in, stratejik ve siyasi öneminin yanı sıra Kıbrıs adasının doğusunda zengin doğalgaz, batısında ise petrol rezervlerinin bulunması ile ekonomik önemi de çok artan bu bölgeye ilgisi çok artmış ve çoğu unsurunu henüz bilemediğimiz yeni bir proaktif stratejiyi uygulamaya koymuştur. Bunun en 
belirgin örneği, GKRY’ ye silah ambargosuna son vermesi ve ordusunu askeri eğitim programına dâhil etmesi olmuştur. 

Öncelikle Doğu Akdeniz’in uluslararası ilişkiler açısından hayati önemini tarihi olayları da örnek vererek açıklayalım. Bugün dünya üzerinde en yaygın kullanılan enerji kaynakları petrol ve doğalgazdır. Sanayi Devrimi’nin başladığı 1750’lerden 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönem olan 1960’lara kadar yaklaşık 200 yıl boyunca dünyada enerji kaynağı olarak “Kömür” kullanılmıştır. 1. ve 2. Dünya Savaşları Kömür ve Demir kaynaklarına sahip olmak için Avrupa’da çıkıp bütün dünyaya yayılmıştır. Avrupa’da bir daha savaş çıkmaması için (Never again war) 1950 de Hür Batı Avrupa’da dünya üzerindeki ilk devletler-üstü (Supra-National) nitelikli uluslararası daha doğrusu ulus-üstü örgüt olan AKÇT (Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu) kurulmuştur. AKÇT’nin kuruluşundan sonra; Yüzyıl Savaşları, Otuz Yıl savaşları, Yedi Yıl Savaşları ile 1. ve 2. Dünya Savaşları’nın çıktığı ve en yıkıcı şekilde cereyan ettiği Avrupa kıtasında bir daha savaş çıkmamıştır. 1960’lardan itibaren savaşlar enerji olarak çevreyi, kömüre göre daha az kirleten, daha çok enerji üreten; daha verimli ve ekonomik olan petrol yataklarının denetimini sağlamak için yapılmaya başlamıştır. Artık dünyadaki enerji savaşları kömür yataklarını kontrol için değil; petrol ve doğalgaz rezervleri için yapılmakta dır. Dünyada bugün bilinen enerji rezervlerinin (Petrol ve doğalgaz) % 75’i (son 7-8 yıl içinde Doğu Akdeniz’de keşfedilen yataklar hariç) Orta-Doğu Bölgesinde bulunmaktadır. 
Bu yüzden Orta-Doğu’ da savaşlar, çatışmalar, darbeler, terör ve tedhiş hareketleri, katliamlar, etnik-dini ve mezhep çatışmaları ve göçler sürekli devam etmektedir. 
Soğuk Savaş döneminde iki süper güç Orta-Doğu’ya hâkim olmak ve enerji kaynakları üzerinde hegemonya kurmak istiyordu. Başta ABD; Başkan D. Eisenhower’ın 5 Ocak 1957'de, kendi adıyla bilinen ünlü “Eisenhower Doktrini’ni açıklaması ve ABD Kongresi’nin de Mart 1957’de bu stratejiyi onaylayarak, ABD Başkanına bu doktrin ile Orta Doğu ülkelerine askerî ve ekonomik yardım yapılması için yetki vermesi ile ABD Orta-Doğu’da SSCB’ye karşı büyük bir üstünlük sağladı. Eisenhower Doktrini kapsamında yapılacak yardımların amacı; Orta Doğu'da komünizmin ve Sovyet etkisinin yayılmasını önlemekti. ABD; başta İsrail olmak üzere yönetimlerinde Kral, Emir gibi mutlak monarşik hanedanların bulunduğu Suudi Arabistan, Orta-Doğu’ da savaşlar, çatışmalar, darbeler, terör ve tedhiş hareketleri, katliamlar, etnik-dini ve mezhep çatışmaları ve göçler gibi Arap ülkeleri ile kurduğu açık ve gizli ittifaklarla SSCB’ ni Orta-Doğu’da zayıf ve etkisiz bir konuma getirerek; 1. Dünya Savaşı’ndan sonra 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşmasına göre Osmanlı’nın Orta-Doğu topraklarını paylaşarak bölgeye egemen olan İngiltere ve Fransa, 1956 Süveyş Krizinden sonra bölgeyi terk etmek zorunda kalmasıyla ortaya çıkan güç boşluğunu (vakum) doldurmuş olmuştur. O tarihten bugüne kadar ABD’nin Orta-Doğu’daki etkisi nispeten azalsa ve ABD’ ye kafa tutan, çok sayıda asker ve teçhizat zayiatı ile yüz milyarlarca dolar ekonomik kayıplara neden olan karşı koymalar, gayri nizami harp ve terörist saldırılar olsa bile ABD’nin Orta-Doğu’daki hegemonyası devam etmektedir. 

Bölgede ABD’nin hegemonik üstünlüğüne karşılık SSCB’ de Batı’nın peyki olan mutlakiyetçi kralların sultasından kurtularak sosyalist rejimler benimseyen Arap ülkeleri ile stratejik ilişkilere girerek Orta-Doğu’da “Güç Dengesi”ni sağlama yoluna gitmiştir. İlk olarak, Osmanlı’ya ihanet eden Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in büyük oğlu Abdullah’ın 1920’de İngiltere tarafından Suriye Kralı yapılmasından kısa bir zaman sonra Fransızlar tarafından Şam’dan kovulması ve Suriye’ de Fransız manda idaresi altında Orta-Doğu’ daki mutlak monarşilerle yönetilen, batının uydusu ve emir eri diğer otoriter ve totaliter devletlerin aksine ilk laik ve görece demokratik devlet kurulmuştur. 2. Dünya Savaşında da Fransa’nın 
Nazi Almanyası tarafından işgal edilmesiyle Kuzey Afrika (Mağrip) ve Levant bölgesindeki Suriye ve Lübnan (Maşrık) ülkeleri üzerinde manda kisvesi altındaki Fransız hegemonyasının zayıflamasına ve Savaştan sonra da başta güneydoğu Asya’daki Fransız Hindiçini bölgesi olmak üzere bütün Fransız kolonilerini kaybetmesine neden olmuştur. 

Bu süreçte Suriye, 1946 tarihinde Orta-Doğu’daki ilk laik ve nispeten demokratik bir devlet olarak bağımsızlığını ve tam egemenliğini kazanmıştır. 1950-1960 döneminde İspanya-Portekiz-Hollanda-Belçika-Fransa ve İngiltere’ nin, Afrika, Orta-Doğu ve Asya-Pasifikteki bütün sömürgelerinin birbiri ardına bağımsızlıklarını kazanıp, egemen birer devlet olarak BM’ ye üye olmaları ve “Bağlantısızlık Hareketi” ni kurarak eski sömürgeci devletlere yani “Batı” ya karşı uluslararası arenada örgütlenmeleri üzerine bu yeni bağımsız ama fakir, eğitimsiz ekonomik, sosyal ve siyasi bakımdan geri kalmış ülkelerde hızla Batı karşıtlığı ve Sosyalist fikirler yükselmeye ve yerleşmeye başlamıştır. Bu Batı karşıtı ve sosyalist ideolojiden ilham alan yeni rejimler Orta-Doğu’daki Arap devletlerinde BAAS Partileri bünyesinde kurumsallaşmış ve iktidarları ele geçirmişlerdir. Kelime anlamı ile yeniden diriliş anlamına gelen BAAS’ın Suriye’deki işlevi ise farklı dini, mezhebi unsurları Arap milliyetçiliği, sosyalizm ve yine buna bağlı olarak seküler yani laik bir anlayış altında kaynaştırmaktı. Dolayısıyla 1950’lerden itibaren Suriye BAAS 
rejimi altında Orta-Doğu’da Fransa ve İngiltere’nin boşalttığı batılı güçlerin yerini dolduran ABD’ ye karşı SSCB’nin yanında yer almış; 70 senedir de önce SSCB, onun yıkılması ile mirasçısı olan Rusya Federasyonunun en büyük müttefiki olmuştur. SSCB Orta-Doğu’da Suriye dışında Mutlak Monarşilerden kurtularak BAAS ve sosyalist rejimlerle yönetilmeye başlayan diğer devletlerle de siyasi, askeri ve ekonomik işbirlikleri yaparak ABD ile Orta- Doğu’ da “Güç” ve “Hegemonya” Savaşına girmiştir. Bu ülkeler; 1952’de Batı yanlısı Kral 
Faruk’u devirerek işbaşına gelen BAAS yanlısı Batı karşıtı General Cemal Abdülnasır’ın Mısır’ı; 1958’de Osmanlı’yı arkadan vuran Şerif Hüseyin’in küçük oğlu Kral Faysal’ın devrilmesiyle BAAS rejiminin işbaşına geldiği Irak; 1958’ de Fransızların 1 milyon Cezayirliyi katletmesine rağmen verdiği muazzam mücadele ile Fransa’dan bağımsızlığını kazanarak sosyalist bir rejimle yönetilmeye başlayan Cezayir; 1969’da Batı yanlısı Kral İdris’i devirerek İslami kuralların üzerine sosyalist bir rejim kurarak ülkesini hızla kalkındıran Albay Muammer Kaddafi’nin yönetimindeki Libya ve Yaser Arafat liderliğinde İsrail’e karşı işgal altındaki topraklarını kurtarma için silahlı direnişe başlayan sosyalist FKÖ ve Monarşiyle yönetilen Batı yanlısı Kuzey Yemen’le mücadele eden Sosyalist Parti ile idare edilen Güney Yemen (Yemen Demokratik Cumhuriyeti) gelmekteydi. 

Soğuk Savaş döneminde Orta-Doğu Bölgesinde iki Süper Güç olan ABD ve SSCB’nin “Güç” ve “Hegemonya” savaşı, bu iki süper gücün bölgede desteklediği gizli ve açık müttefiki olan devletler arasında “Askeri, Siyasi ve Ekonomik Rekabet” ; 1948, 1956, 1967 ve 1973’te dört kez Arap- İsrail Savaşına neden olmuştur. Bu savaşlar da 1973 ve 1979’da iki büyük “Petrol Krizi” ne neden olarak bütün dünya ekonomilerini çok olumsuz şekilde etkilemiştir. 
Soğuk Savaş döneminde bölgedeki iki süper gücün bu rekabeti, soğuk savaş sonrasında mahiyet değiştirerek ve bugüne kadar şiddetini artırarak sürmektedir. SSCB yıkılmış ama onun mirasçısı Rusya Federasyonu, SSCB’nin Orta-Doğu Politikasını aynen devam ettirmiştir. “Brejnev Doktirini” kapsamında Macaristan, Çekoslavakya, Afganistan ve Polonya’ya askeri müdahalede bulunan SSCB’nin aynı saldırgan politikasını bugün Rusya Federasyonu; Suriye, Libya, Yemen, Kıbrıs (GKRY) gibi Orta- Doğu ülkeleri ile Gürcistan ve Azerbaycan gibi Kafkasya, Ukrayna (Doğu Ukrayna ve Kırım) ile Moldovya (Trans-Dinyester) gibi Doğu Avrupa ülkelerinde de uygulamaktadır. 

SSCB ve mirasçısı Rusya Federasyonun bu saldırgan saldırgan politikasına karşı ABD de bölgede askeri varlığını artırarak ve yeni müttefikler kazanarak karşı atağa geçmiştir. 1979 yılının başında ABD ve İngiltere’nin emir subayı olan İran Şahı Rıza Pehlevi devrilmiş ve yerine ABD’yi en büyük şeytan olarak değerlendiren, İran’daki İngiliz ve ABD petrol şirketlerinin işlettiği dünyanın en zengin 3. Petrol rezervlerini millileştirip batılı şirketleri İran’dan kovan Ayetullah Humeyni gelmiş tir. Bu ABD için hem SSCB’nin Basra Körfezine inmesine imkân sağlayacağı için stratejik; hem de dünyanın sayılı petrol ve doğalgaz kaynaklarının ABD’nin kontrolünden çıkması bakımından ekonomik bir darbe olmuştur. 1979 yılının sonunda ise bu kez SSCB Afganistan’ ı işgal ederek Hint Okyanusuna çıkışına vesile olarak ABD’nin stratejik çıkarlarına ağır bir darbe vurmuştur. 
ABD ise 1978 Eylül’ünde Mısır’a büyük ekonomik ve siyasi rüşvetler vererek, SSCB’nin Orta-Doğu’daki en büyük ve en güçlü müttefiki olan Mısır’la İsrail’in, ABD Başkanlarının yazlık konutlarının bulunduğu Camp David kasabasında, Mısır Devlet Başkanı eski sosyalist Enver Sedat’la İsrail Başbakanı Menahem Begin’nin anlaşma yapmalarını sağlamıştır. Mısır ABD’ den nükleer santraller, o zamanki değeriyle 5 milyar dolar para ve İsrail’den de Sina yarımadasını geri almış; karşılığında barış anlaşmasını imzalayarak diğer Arap ülkelerine ihanet ederek İsrail’le savaşa son vermiş ve İsrail’i resmen tanıyan ilk Arap devleti olmuştur. 

Bu SSCB için çok büyük bir stratejik yenilgi olmuştur. Enver Sedat’ın kendi ülkesi için fevkalade yararlı ve kazançlı olan bu başarısı diğer Arap ülkelerince hain damgası yemesine ve Arap ülkelerinin Mısır’la diplomatik ve ekonomik ilişkilerini keserek Arap ve İslam dünyasında yalnızlaştırma ve dışlama politikaları izlemelerine yol açmış; iki sene sonra da Enver Sedat bir askeri geçit töreni sırasında kendi askerlerince vurularak öldürülmüş ama yerine yardımcısı tamamen ABD yanlısı Hüsnü Mübarek gelmiş ve Mısır hem ekonomik olarak büyük kazançlar sağlamış hem çok değerli Sina yarımadasını İsrail işgalinden kurtarmış hem de Batı dünyasında büyük siyasi önem ve stratejik güç kazanmıştır. ABD de hem İsrail’ in güney sınırlarının güvenliğini, hem Süveyş kanalının kontrolünü sağlamış hem de SSCB’yi Kızıldeniz ve Süveyş’ten çıkartarak bölgenin tek hâkimi olmuştur. 1979 yılında Afganistan’ ı işgal eden SSCB 10 yıl süren iç savaşta, ABD’nin desteklediği Mücahitler karşısında büyük bir yenilgi alarak 1989’un Şubat’ında geri çekilmek zorunda kalmıştır. Süreç, aynı yılın Kasım ayında Berlin Duvarı yıkılarak, Doğu Bloku’nun ve SSCB’nin yıkılıp, dağılması ile sonuçlanmıştır. 

SSCB’nin Afganistan’daki yenilgisi ABD’yi Orta-Doğu Bölgesinin doğu sınırının da mutlak hâkimi haline getirmiştir. Bundan birkaç yıl sonra ABD, yıkılan SSCB’nin mirasını devralan Rusya Federasyonu’na karşı çok büyük bir zafer daha kazanarak, Rus yanlısı BAAS partisi ile yönetilen Irak’ın sosyalist devlet başkanı Saddam Hüseyin’ i devirerek kendisini ve ekibini idam etmiş; BAAS Partisinin bütün yöneticilerini de iktidardan uzaklaştırarak hapse atmışlardır. ABD, BAAS rejimi yerine, kendi kontrolünde Kuzey Irak’ta bölgesel Kürt yönetimi; Orta Irak’ta Bağdat çevresinde ABD’den talimat alan Sünni bir Arap yönetimi; güneyde ise Şii olmasına rağmen İran’dan ziyade ABD’ye yakın politikalar izleyen Şia bir Arap yönetimi kurarak, Irak’ın bütün petrol ve doğalgaz kaynaklarına el koymuş, işletmesini ABD petrol şirketlerine vermiştir. Böylece ABD bölgede SSCB’ ye karşı hem ekonomik hem de stratejik olarak muazzam bir üstünlük sağlamıştır. Aynı şekilde 2012 Rus yanlısı Libya lideri Albay Kaddafi, ABD’nin organize ettiği bir iç savaşla devrilerek, işkenceyle öldürülmüş; yerine Irak’ta olduğu gibi üçü de ABD kontrolünde olan Üçlü bir yönetim işbaşına gelmiştir. Devlet tarafından işletilen Libya’nın zengin petrol ve doğalgaz kaynakları da özelleştirilerek Batılı şirketlere peşkeş çekilmiştir. Bu da ABD’nin Rusya’ya karşı Orta-Doğu ve Doğu-Akdeniz’de kazandığı başka bir zafer olmuştur. 

Son sekiz yıl içinde, Orta-Doğu/Doğu Akdeniz Bölgesinde yukarda belirttiğimiz bütün bu olaylardan çok daha önemli sonuçlara neden olacak iki önemli gelişme daha olmuştur. Bu son iki olay Orta-Doğu/ Doğu-Akdeniz Bölgesini dünyanın en önemli ve en tehlikeli bölgesi haline getirerek, belki de yeni tip Corona Virüsü Covid 19’dan sonra dünyanın en büyük sorunu haline gelmiştir. Stratejistler ve Uluslararası İlişkiler uzmanları, İstihbaratçılar ve askeri kurmaylara göre eğer bir 3. Dünya Savaşı çıkarsa bu savaş bu kez Avrupa kıtasında değil Orta-Doğu ve Doğu Akdeniz Bölgesinde kömür ve demir kaynaklarının kontrolü için değil, petrol ve doğalgaz kaynaklarının kontrolü için çıkacaktır. Bu iki önemli uluslararası 
gelişme de doğrudan Türkiye’nin bekası ile ilgili konulardır. Eğer Türkiye gerekli proaktif stratejileri uygulamaya sokmazsa Türkiye’nin egemenliği, toprak bütünlüğü, ekonomik gelişmesi, Lozan Antlaşmasıyla elde ettiği kazançlar tehlikeye girebilecektir. 

Bunlardan birincisi, eski eyaletimiz ve en uzun kara sınırımızın bulunduğu komşumuz Suriye’de dokuz yıl önce çıkan iç savaştır. İkincisi ise; eğer çıkarlarımıza dört elle sarılmaz ve aktif bir diplomasinin eşlik edeceği etkili ve düşmanı yok edici bir askeri güç kullanımının yanı sıra başarılı bir psikolojik savaş stratejisi izlemesek milli çıkarlarımızı, milli menfaatlerimizi ve ekonomik bağımsızlığımızı doğrudan etkileyecek şekilde aleyhimize kullanılabilecek olan altı yıl önce Kıbrıs adasının doğusunda deniz yatağında keşfedilerek ABD-İsrail enerji şirketlerince işletilmeye hazır hale gelen Avrupa’ nın 30 yıllık enerji ihtiyacını karşılayabileceği hesaplanan çok zengin doğal gaz yatakları ve Kıbrıs adasının batısında yine deniz dibinde keşfedilen zengin petrol yataklarının sahipliği ve kontrolü konusudur. 

Suriye’deki gelişmelere baktığımızda; Devlet Başkanlığını kendisi gibi diktatör olan babası Hafız Esad’dan sanki monarşik hanedanlarla yönetilen ülkelerde olduğu gibi miras olarak devralan Beşer Esad’ın Arap Alevisi (Nusayri) kökenli olduğu görülür. Aleviler Suriye nüfusunun sadece % 12’sini oluşturmalarına rağmen 1960’lardan itibaren Suriye Ordusunu ele geçirmişler; yaptıkları askeri darbe ile de 1970’lerden itibaren Devlet Başkanlığı, Hükümet üyelikleri, Bürokrasi ve uyduruk-sahte seçimlerle de Parlamentoda çoğunluğu elde tutarak elli yıldan fazla bir zamandır % 75 Sünni çoğunluğa tahakküm ve eziyet etmektedirler. Suriye’ deki bu hastalıklı ve adaletsiz siyasi yapıyı ayakta tutan birkaç güç vardır. İşte bu Suriye’ deki 
adaletsiz ve hukuksuz siyasal yapı iç savaşa neden olmuş. Bu iç savaş Türkiye’yi beş milyon düzensiz göçmene bakmak; onlara on milyarlarca dolar kaynak tahsis etmek; güvenlik, asayiş, salgın hastalık, kültürel çatışmalar, hırsızlık, tecavüz gibi birçok iç sorunla uğraşmak zorunda bıraktığı gibi; Rusya ile de askeri uçak düşürmeye, yerel silahlı çatışmalara girmeye, karşılıklı askeri kayıplar verilmesine neden olan ve Türkiye’yi Rusya ve/veya İran’la savaşa sürükleyebilecek uluslar arası sorunlara neden olmaktadır. Yüz yıl önce sıradan bir eyaletimiz olan Suriye; yukarıda detaylı olarak açıkladığımız gibi eski süper güç SSCB’nin devamı Rusya’nın, Orta-Doğu’daki en önemli müttefikidir. 


***


31 Ocak 2020 Cuma

21. YÜZYIL DÜNYA ENERJİ DENGESİNDE PETROL VE DOĞAL GAZIN YERİ VE ÖNEMİ BÖLÜM 4

21. YÜZYIL DÜNYA ENERJİ DENGESİNDE PETROL VE DOĞAL GAZIN YERİ VE ÖNEMİ BÖLÜM 4




BAKÜ-TİFLİS-CEYHAN HPBH PROJE KRONOLOJİSİ 

(1992-1997) 
(Mayıs 1998) 

(Ekim 1998) 

(Nisan 1999) 

(Kasım 1999) 

(Kasım 1999) 

(Ekim 2000) 

(Ekim 2000) 
(Ekim 2000) 
(15 Kasım 2000-

5 Mayıs 2001) 

(19 Haziran 200118 Haziran 2002) 
(28 Ağustos 2002) 
(29 Ağustos 2002) 
(10 Eylül 2002) 
(18 Eylül 2002) 
(20 Eylül 2002) 

(26 Eylül 2002) 

Muhtelif Görüşmeler 

İstanbul Mutabakat Zaptı Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye Ankara Deklarasyonu Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye, Kazakistan, Özbekistan Devlet Başkanları (ABD Enerji Bakanı şahit) İstanbul Protokolü Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye (ABD yetkilisi şahit) 

IGA’nın İmzalanması Azerbaycan, Gürcistan ve 

Türkiye Devlet Başkanları (ABD Başkanı şahit) İstanbul Deklarasyonu Azerbaycan, Gürcistan, Kazakistan ve Türkiye Devlet Başkanları (ABD 
Başkanı şahit) 
HGA’nın İmzalanması Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye TA’nın İmzalanması Hükümet Garantisi’nin İmzalanması 

Temel Mühendislik 

Detay Mühendislik 
Detay Mühendislik-İş-Tamamlama Belgesi 
Arazi Temin ve İnşaat-İşe Başlama Bildirim 
Arazi Temin ve inşaat-Resmi Başlangıç Tarihi 
BTC Temel Atma Töreni-Bakü 
BTC Türkiye Kesimi Sözleşmeleri İmza Töreni-

Ankara  BTC Ceyhan Terminali Temel Atma Töreni- Adana 

Aralık 2000’de Ramco şirketinin AIOC konsorsiyumundaki tüm hissesi Devon Energy, Unocal ve Delta-Hess şirketleri tarafından satın alınmıştır. Böylece, AIOC konsorsiyumundaki şirket payları değişmiş ve AIOC içinde meydana gelen bu değişiklik, BTC Sponsor Grubu’na da yansımıştır. Daha önce bu oluşuma katılmamış olan ‘Devon Energy’ şirketi, Ramco’nun Sponsor Grup içindeki hisselerinin bir kısmını alarak gruba dahil olmuştur. Ramco hisselerinin geriye kalanı ise Unocal ve Delta-Hess şirketlerine devredilmiştir. 

Devon Energy daha sonra Sponsor Grup’dan çekilmiştir. 

<  18 Ekim 2001 tarihinde Sponsor Gruba (MEP) İtalyan dev petrol ve enerji firması ENI’nin katılımı projenin geleceği açısından çok önemli bir dönüm noktası olmuştur.  >

Gerek AIOC Konsorsiyumu gerekse Sponsor Grup liderliğini BP şirketi üstlenmektedir. 

18 Ekim 2001 tarihinde Sponsor Gruba (MEP) İtalyan dev petrol ve enerji firması ENI’nin katılımı projenin geleceği açısından çok önemli 
bir dönüm noktası olmuştur. Böylece, ilk kez AIOC üyesi olmayan, yani taşınacak petrolün sahibi olmayan bir firma MEP Katılımcısı unvanını 
almıştır. ENI katılımının önemli bir diğer özelliği ise, BTC hattı ile Kazak petrollerinin de taşınmasının önünü açmış olmasıdır. Gerçekten de, 
ENI’nin alt kuruluşu olan Agip, Kazakistan’daki dev Kaşağan sahasının operatörü ‘Agip KCO Konsorsiyumu’nun lideri konumundadır. Fransız Total FinaElf,  Japon Inpex ve Amerikan ConocoPhillips firmalarının da katılımıyla Sponsor Grup içerisindeki şirketler ve payları zaman içerisinde değişmiş olup, pay dağılımı aşağıdaki gibi oluşmuştur: 


Tablo 5: Sponsor Grup İçindeki Firmaların Payları 

MEP Katılımcıları, 1 Ağustos 2002’de, inşaat ve işletme faaliyetlerini yürütmek amacıyla ‘BTC Co.’ ve finansman işlerinden sorumlu olmak üzere ise ‘BTC Invest’ şirketlerini kurarak, BTC hattının hayata geçirilmesi konusundaki kararlılıklarını bir kez daha kanıtlamışlardır. BTC Co. üyelerince gerek Kazak petrolünün de BTC hattı ile taşınması gerekse dış finansman sağlanması kapsamında yürütülen görüşmeler çok olumlu şekilde devam etmektedir. BTC boru hattı inşaatının % 30’unun BTC Co.’daki hisseleri oranında şirketler tarafından ve geriye kalan % 
70’inin ise uluslararası finanssal kuruluşlarca karşılanması planlanmaktadır. 

Anahtar Teslim Anlaşması çerçevesinde müteahhit olarak görevlendirilen BOTAŞ, her biri projenin ana aşamalarını da temsil eden, ‘Temel Mühendislik’ çalışmalarını 6 ay, ‘Detay Mühendislik’ çalışmalarını 12 ay içinde başarıyla tamamlamıştır. BOTAŞ, 10 Eylül 2002 itibarıyla resmi olarak başlatılan üçüncü ve son aşama ‘Arazi ve İnşaat’ çalışmalarını ise 32 ayda bitirmekle yükümlüdür. Tüm hattın tamamlanması ve devreye alınması için hedeflenen tarih ise 2005 yılı bahar aylarıdır. 

b. Özet Proje Bilgileri 

1. Proje Yatırım Maliyeti 

PLE Mühendislik firması tarafından yapılan fizibilite etüdünde projenin toplam sistem için yatırım maliyeti 2,4 milyar Dolar olarak hesaplanmıştır. 

Türkiye kesiminin tahmini maliyeti ise kamulaştırma dahil 1,4 milyar Dolar düzeyindedir. 

Türkiye kesiminin tüm finansmanı, Türkiye tarafından değil; bizzat projeye iştirak eden şirketlerce karşılanacak olup, işin zamanında bitirilmesi 
durumunda proje, Türkiye’ye hiçbir maliyet getirmeyecektir. 

Türkiye, 1.4 milyar Dolarlık Türkiye kesimi yatırım maliyetinin aşılması durumunda, karşılıklı anlaşmaya bağlı olarak devreye girip girmeyeceği 
tespit edilecek 300 milyon Dolar tutarında Hükümet Garantisi sağlamış bulunmaktadır. 

2. Proje Süresi Esas süre 40 yıl olmakla birlikte, proje katılımcılarının talep etmesi durumunda, 10’ar yıllık dönemler halinde iki kez uzatılması 
mümkündür. 

3. Projenin Teknik Özellikleri Maksimum Kapasite 50 MTY (1 Milyon varil/gün) 

Toplam Uzunluk 1,774 km 

Azerbaycan 440 km 

Gürcistan 260 km 

Türkiye 1,074 km 

Boru Çapı 42’/34’ 

Dizayn Basıncı 100 Bar 

Toplam Pompa İstasyonu 8 
Türkiye 4 


4. Projeden Sağlanacak Gelir BTC Projesi’nden sağlanacak dolaylı kazançlar bir yana bırakılırsa, Türkiye’nin, bu projeden ‘geçiş vergisi ve işletmecilik hizmetleri’ karşılığında; taşınacak kapasiteye bağlı olarak, 1-16. yıllar arasında 140 ile başlayıp 200 milyon Dolara ulaşan, 17-40. yıllar arasında ise 200 ile başlayıp 300 milyon Dolar civarına çıkan bir yıllık gelir elde etmesi beklenmektedir. 

Özellikle 50 MT’luk maksimum yıllık kapasiteye ulaşıldığında BTC’den sağlanması beklenen gelirin, Irak hattından sağlanan gelirin üzerinde 
olacağı anlaşılmaktadır. Bu rakamlar, BTC’nin Türkiye açısından önemini daha da somutlaştırmaktadır. 

5. Projenin Türkiye’ye ve Doğu-Batı Enerji Koridoru’na Diğer Katkıları Ekonomik etkileri kısaca gözden geçirilirse, hattın gerçekleşmesi ile geçiş ücreti ve sahalardaki payımızdan dolayı önemli ölçüde gelir elde edilecek; taşıma maliyetlerinin minimuma indirilmesi, finansman ve navlun ücretlerinden sağlanacak tasarruf gibi nedenlerle daha ucuza ham petrol temin etmek mümkün olacaktır. BTC hattından alınacak petrol ile, ithalata bağımlı ülkemizin enerji arz güvenliğine yapılacak katkı açısından da çok ciddi bir avantaj tesis edilmiş olacaktır. 

İnşaat aşamasında yaratılacak yeni istihdam ve iş olanakları ile de hem Türk özel sektörünün önü açılacak hem de hattın geçtiği bölgelerde ekonomik canlanma yaşanacaktır. Özellikle inşaat aşaması boyunca, kısa, orta ve uzun vadeli istihdam olanakları yaratması açısından projenin, gerek boru hattı güzergâhı üzerinde gerekse deniz terminali mücavir alanlarında bulunan yerleşim birimleri için pek çok imkan yaratması beklenmektedir. 

Halihazırda, geliştirilme aşamasında olan sosyal ve çevresel yatırım programları ile de boru hattı ve deniz terminali civarında bulunan genel çevre ve yerleşim alanlarına bir takım faydalar sağlanması mümkün olacaktır. 

<   Doğu-Batı Enerji Koridoru’nun en kritik ayağını oluşturan BTC HPBH ile hem Türkiye’nin jeopolitik önemi artacak hem de Azerbaycan ve Gürcistan’ın siyasi ve iktisadi istikrarına katkı yapılacaktır. >


  BTC hattı içinde ve Ceyhan terminalindeki ham petrol sayesinde, kriz zamanlarında arz esnekliği sağlamak üzere, Türkiye’nin stratejik petrol stok kapasitesi de artacaktır. Proje ile Ceyhan terminali önemli bir uluslararası petrol piyasası merkezi haline gelirken; yaratılan sinerji ile Mersin ve İskenderun limanları da hızla canlanacaktır. 

Bugüne kadar siyasi, ekonomik, stratejik ve güvenlik bakımından en uygun çözüm olduğunu tüm dünyaya kanıtlayan BTC HPBH Projesi, Türk Boğazları ’ndaki aşırı trafik yükünden kaynaklanan geçiş risklerinin en aza indirilmesi sayesinde çevresel etkiler bakımından da açık ve önemli bir avantaj sağlayacaktır. 

Doğu-Batı Enerji Koridoru’nun en kritik ayağını oluşturan BTC HPBH ile hem Türkiye’nin jeopolitik önemi artacak hem de Azerbaycan ve Gürcistan’ın siyasi ve iktisadi istikrarına katkı yapılacaktır. Proje ile Azerbaycan, dünya genelinde sayılı üreticiler arasına girerken, Gürcistan da en önemli geçiş ülkesi olarak ön plana çıkacaktır. 

Çeşitli ulusal ve uluslararası platformlarda da pek çok kereler vurgulandığı üzere, hattın geçeceği güzergah Doğu ile Batı arasında bir enerji köprüsü oluşturacak ve her şeyden önemlisi bu proje, bölge ülkelerinden dünya pazarlarına ham petrol ve doğal gaz nakledecek diğer boru hattı projelerine de öncülük edecektir. 

BTC’yi, sırasıyla Azerbaycan gazını Türkiye ve Avrupa’ya ulaştıracak Şah Deniz Doğal Gaz Boru Hattı Projesi ve Türkmenistan gazını ülkemiz ve Avrupa piyasalarına taşıyacak Hazar Geçişli Türkmenistan-Türkiye-Avrupa Doğal Gaz Boru Hattı Projesi izleyecektir. Bu hatlar, bugün ikisi de hızla ilerleyen Türkiye-Yunanistan-İtalya ve Türkiye-BulgaristanRomanya-Macaristan-Avusturya Doğal Gaz Boru Hattı projelerine bağlandığında koridor tamamlanacak ve Türkiye gerek petrol gerekse doğal gazın Batı piyasalarına aktarımı bakımından tam anlamıyla bir enerji terminaline dönüşmüş olacaktır. 

DİPNOTLAR;

1 BP-Statistical Review of World Energy 2002, (Londra; Haziran 2002), s.38.; World Energy Council, ‘Yarının 
Dünyası için Enerji’ (Ankara, 1996), ss. 43-47, 288-91’deki Tablo C1a,C1b,C4a,C4b, 302’deki Tablo C15; B. 
Yücel, ‘21. Yüzy›l Eşiğinde Türkiye’nin Enerji Politikalarına Yön Verecek Gelişmeler’, Türkiye 6. Enerji 
Kongresi, (Ankara: Dünya Enerji Konseyi, 1994), ss.24-38.; B. N. Bayraktar, ‘Enerji Kullanım Yönünden 
Ülkelerin Uygarlık Düzeylerinin Karşılaştırılması’, Enerji Politikaları ve Planlama- Türkiye 7. Enerji Kongresi, 
Ankara: Dünya Enerji Konseyi, 3-8 Kasım, 1997, ss. 11-19.; F. Birol, ‘Küresel Enerji Talebi: Uzun Vadeli Bir 
Bakış’ Enerji Politikaları ve Planlama - Türkiye 7. Enerji Kongreyi, (Ankara: Dünya Enerji Konseyi, 3-8 Kasım, 
1997), ss. 1-6; International Energy Outlook, 1999 bask›s›, ‘Environmental Issues and World Energy, Table 
A.10, Reference Case’, http://www.eia.doe.gov/oiaf/ieo99/environmental.html; International Institute for 
Applied System Analysis (IIASA) and World Energy Council (WEC), ‘Global Energy Perspectives’, N. 
Nakicenovic, A. Grubler ve A. Mcdonald (Der.) (Cambridge University Press., 1998), Chapter 4.; International 
Energy Agency – Caspian Oil and Gas, The Supply Potential of Central Asia and Transcaucasia, 1998 
baskısı,(OECD/IEA Pub., Paris), Part IV. 
2 Tablonun hazırlanmasında kullanılan kaynaklar: International Energy Agency- World Energy Outlook, 1982 
baskısı, (OECD/IEA Pub., Paris), s. 65.; Energy Agency - World Energy Outlook, 1998 baskısı,(OECD/IEA 
Pub., Paris).; International Energy Agency- World Energy Outlook: Assessing Today’s Supplies to Fuel 
Tomorrow’s Growth, 2001 Insights, OECD/IEA Pub., Paris.; BP - Statistical Review of World Energy 2002, 
(Londra; Haziran 2002). 
3 Hidrolik hariç, günefl, rüzgar, gel-git, jeotermal, geleneksel ve modern biyolojik yakıtlar. 
4  Aslında, elimizde, enerjinin geleceği hakkında, Ajans raporu (IEA 1998) dışında, biri Dünya Enerji Konseyi’ne 
(WEC 1996) ait, diğeri ise Konsey ve Uluslararası Uygulamalı Sistemler Analiz Enstitüsü’nün ortak raporu 
(IIASA/WEC 1998) olmak üzere iki adet çalışma daha vardır. Bu üç rapor, en az›ndan 2020 yılına kadar 
dünyanın geniş ölçüde fosil yak›tlara bağımlı kalacağı ve alternatif enerji kaynaklarının ise çok s›n›rl› bir paya 
sahip olacağı konuları üzerinde anlaşmaktadırlar. Bu raporların tümünde, enerji ve çevre açısından 2020’ye 
kadarki görünüm hemen hemen aynı olmakla birlikte, asıl farklılık 2020’den sonra ortaya çıkmaktadır. 
   WEC (1996) ve IIASA/WEC (1998) çalışmaları, çeflitli enerji ve çevre senaryoları itibarıyla öngörülerini 2050 hatta 
2100 yılına kadar uzatmaktadırlar. Burada, Keynes’in “uzun dönemde hepimiz ölüyüz!” felsefesinden esinlenerek 
ve diğerlerine göre daha gerçekçi bir senaryodan hareket ederek önümüzdeki 20 yılı detaylı şekilde analiz eden Ajans 
(IEA) tahminleri tercih edilmiştir. 
5 International Energy Agency - World Energy Outlook, (Paris: OECD/IEA Pub., 1998), ss. 19-20. 
6 Aynı raporu 2001 verileriyle revize eden Ajans’ın (International Energy Agency- Key World Energy Statistics, 
   (OECD/IEA, Paris, 2001)) raporundaki genel eğilimlerin aynı kalacağını belirterek, Hazar’a daha geniş yer 
   ayırması bunun kanıtıdır. 
7 International Energy Agency - World Energy Outlook: Assessing Today’s Supplies to Fuel Tomorrow’s 
Growth, 2001 bask›s›, (OECD/IEA Pub., Paris), s. 33. 
8 Energy Economist, ‘Transport into 2020’, Financial Times Energy, (Eylül 1998), ss.1-7. 
9 Afganistan savaşının Hazar boru hatlarına etkisi, bu savafşın arka planında ABD’nin bölgedeki tüm potansiyel 
  oyunculara ve/veya seyircilere gönderdiği çeşitli mesajların değerlendirildiği bir çalışma için bkz. Cenk Pala, 
  ‘Afganistan Savaşının Hazar Boru Hattı Projelerine Etkisi: Kırmızı Kalem Bu Kez Kimin Elinde’, PetroGas, Cilt 
  26, (Kasım-Aralık, 2001), 38-43. 
10 International Energy Agency- Key World Energy Statistics, (OECD/IEA, Paris, 2001), ss. 135-136. 
11 Tablo için kullan›lan kaynaklar: International Energy Agency- World Energy Outlook: Assessing Today’s 
    Supplies to Fuel Tomorrow’s Growth, 2001 Insights, OECD/IEA Pub., Paris. S.24.; International Energy 
    Agency - World Energy Outlook, 1998 baskısı,(OECD/IEA Pub., Paris). s. 64, Table 6.1. 
12 TC Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, ETKB Alt Komisyon Raporları, Türkiye 1. Enerji şurası- 7-9 Aralık, 
    İstanbul, (Ankara: 1998), ss.10-25. 
13 BP- Statistical Review of World Energy 2002, Haziran, Londra. 
14 Bu felaket senaryolarını örnekleyebiliriz: 1865 yılında ünlü İngiliz iktisatçısı Stanley Jevons, İngiltere kömür 
     kaynaklarının çok kısa bir süre içinde tükeneceğini yazmıştır. Oysa, 1860’lara 70 milyon tonluk bir üretim 
     düzeyi ile giren İngiltere için bu yıllar, kömür üretiminin hızla arttığı yıllar olmuştur. 1914 yılında ise bu kez 
     ABD Maden Bürosu, Amerikan’ın 10 yıllık petrol rezervinin kaldığını savunmuştur. Çeşitli hükümet kuruluşları 
     bu kehanetlere devam etmişler ve ilkin 1939’da, ardından 1951’de Amerikan petrol rezervlerine 13 yıl ömür 
     biçilmiştir. Bu tahminler arasında en çarpıcı olanı ise, 1972’de Roma Klubü tarafından yayınlanan “Ekonomik 
     Büyümenin Sınırları” isimli 70’lerin ünlü raporunda yer alan petrol rezerv tahminleridir. Rapora göre, o tarihte 
     550 milyar varil olan dünya ispatlanmış ham petrol rezervleri, 20 yıl içinde tükenecektir. Oysa, 1970 ile 1990 
     yılları arasında dünya 600 milyar varil petrol tüketmiştir. Üstelik, Roma Klubü tahminlerinin tersine, 1990’da 
     (petrol benzerleri hariç) hiç kullanılmamış “ispatlanmış” rezerv miktarı 900 milyar varil düzeyine ulaşmıştır. 
     Burada, dünyanın 2003 yılına 1 trilyon varili aşan (ki bazı tahminlere göre 3 trilyon varil) bir petrol rezerviyle 
     girmiş olduğunu da kayda geçmek gerekir (‘Environmental Scales: plenty of Gloom’, The Economist, Cilt 20, 
     (December, 1997), ss. 21-23; BP- Statistical Review of World Energy 2002, Haziran, Londra., s.4.). 
15  Cenk Pala ve E. Engür, ‘Kafkasya Petrolleri: 21. Yüzyılın Eşiğinde Hazar Havzası ve Türkiye’, İşletme ve 
     Finans, Sayı 152, (Kasım, 1998), s. 25. 
16 International Energy Agency – Caspian Oil and Gas, The Supply Potential of Central Asia and Transcaucasia, 
     1998 baskısı,(OECD/IEA Pub., Paris). 
17 United Nations, Energy Information Administration, Caspian Sea Region: Reserves and Pipeline Tables (New 
     York: United Nations, 2002), ss. 4-6. 
18 BP- Statistical..., s. 4. 
19 BP- Statistical..., s. 20. 
20 International Energy Agency – Caspian Oil and Gas, The Supply Potential of central Asia and Transcaucasia, 
    1998 baskısı,(OECD/IEA Pub., Paris). ; United Nations, Energy Information Administration, Caspian Sea 
    Region: Reserves and Pipeline Tables (New York: United Nations, 2002). 
21 Tablo için kullanılan kaynaklar: International Energy Agency-World Energy Outlook, 1998 baskısı,(OECD/IEA 
     Pub., Paris). s. 134, Table 8.10.; International Energy Agency- Key World Energy Statistics, (OECD/IEA, 
     Paris, 2001), s. 38,Table 2.1,135.; BP- Statistical Review of World Energy 2002, Haziran, Londra, ss. 910,25,40. 
22 International Energy Agency- Key World Energy Statistics, (OECD/IEA, Paris, 2001), s. 42, Table 2.3. 
23 International Energy Agency- Key World Energy Statistics, (OECD/IEA, Paris, 2001), s. 172, Table 2.10. 
24 European Union, European Comission-Diroctorate-General for Energy and Transport, Green Paper: Towards 
     a Europen Strategy for the Security of Energy Supply, (Brüksel: EU, 29 Kasım 2000), s.769. 
25 European Union, European Comission-Diroctorate-General for Energy and Transport, Green Paper: Towards 
    a Europen Strategy for the Security of Energy Supply, (Brüksel: EU, 29 Kas›m 2000). 
26 Güneş, rüzgar, gel-git, jeotermal, geleneksel ve modern biyolojik yakıtlar. 
27 Cenk Pala ve E. Engür, ‘Kafkasya Petrolleri: 21. Yüzyılın Eşiğinde Hazar Havzası ve Türkiye’, İşletme ve Finans, Sayı 152, Kasım, 1998, ss. 21-39. 
28 Tabloyu oluştururken kullanılan kaynaklar: International Energy Agency – Caspian Oil and Gas, The Supply 
     Potential of central Asia and Transcaucasia, (Paris: OECD/IEA Pub., 1998); BP- Statistical Review of World 
     Energy 2002, Haziran, Londra. 
29 International Energy Agency – Caspian Oil and Gas, The Supply Potential of central Asia and Transcaucasia, 
     1998 baskısı,(OECD/IEA Pub., Paris); BP- Statistical Review of World Energy 2002, Haziran, Londra; United 
     Nations, Energy Information Administration, Caspian Sea Region: Reserves and Pipeline Tables (New York: 
     United Nations, 2002). 
30 Cenk Pala ve E. Engür, ‘Kafkasya Petrolleri: 21. Yüzyılın Eşiğinde Hazar Havzası ve Türkiye’, İşletme ve 
    Finans, Sayy 152, Kasım, 1998, s. 25. 
31 International Energy Agency – Caspian Oil and Gas, The Supply Potential of central Asia and Transcaucasia, 
    1998 baskısı,(OECD/IEA Pub., Paris); BP- Statistical Review of World Energy 2002, Haziran, Londra; United 
    Nations, Energy Information Administration, Caspian Sea Region: Reserves and Pipeline Tables (New York: 
    United Nations, 2002). 
32 United Nations, Energy Information Administration, Caspian Sea Region: Reserves and Pipeline Tables (New 
    York: United Nations, 2002). 
33 BP, Statistical Review of World Energy 2002, (Londra: BP, 2002). 
34 Cenk Pala, ‘Afganistan Savaşı’nın Hazar Boru Hattı Projelerine Etkisi: Kırmızı Kalem Bu Kez Kimin Elinde’, 
    PetroGas, Sayı 26, Kasım-Aralık, 2001, ss. 38-43. 
35 United Nations, Energy Information Administration, Caspian Sea Region: Reserves and Pipeline Tables (New 
    York: United Nations, 2002). 
36 Reuters, 21 Ağustos 2002. 
37 International Energy Agency – Caspian Oil and Gas, The Supply Potential of Central Asia and Transcaucasia, 
    (Paris: OECD/IEA Pub., 1998). 
38 ‘ Afganistan Savaşı’nın Hazar Boru Hattı Projelerine Etkisi: Kırmızı Kalem Bu Kez Kimin Elinde’, PetroGas, 
    Sayı 26, Kasım-Aralık, Ankara, ss. 38-43. 

***

21. YÜZYIL DÜNYA ENERJİ DENGESİNDE PETROL VE DOĞAL GAZIN YERİ VE ÖNEMİ BÖLÜM 3

21. YÜZYIL DÜNYA ENERJİ DENGESİNDE PETROL VE DOĞAL GAZIN YERİ VE ÖNEMİ BÖLÜM 3




Özellikle Kazakistan ve Azerbaycan, yeni taşıma seçeneklerine şiddetle gereksinim duyacaklardır. Bugün, Rusya’nın, Hazar Dörtlüsü’nün kullanımına izin verdiği boru hattı kapasitesi; Atrau-Samara-Drujba (Dostluk) Boru Hattı ile Baltık Denizi’ne gönderilen 310 bin varil/gün (15.5 milyon ton/yıl) ve CPC ile taşınacak 565 bin varil/gün (28 milyon ton/yıl; bu hattan 2002 sonunda 20 MT civarında taşıma yapılmıştır) Kazak petrolü; Kuzey Hattı ile Novorossisk’e gönderilen 100 bin varil/gün (5 milyon ton/yıl; bu hattan 2001’de ancak 

2.5 milyon ton taşınmıştır) ve Batı Hattı ile Supsa’ya gönderilen 145 bin varil/gün (7.2 milyon ton/yıl; bu hattan 2001’de 5.7 milyon ton 
taşınmıştır) Azeri petrolü ile sınırlıdır.35 

Bölgenin ihracat potansiyeline cevap verebilmek için, bölgede faaliyette bulunan uluslararası enerji şirketleri ve hükümetler, çeşitli alternatif boru hattı güzergâhları araştırmakta ve önermektedirler. 

Türkmenistan’dan yapılması planlanan ihracat, gelecekte Azerbaycan ve Kazakistan ihracatının bir parçası olacakmış gibi görünse de, çeşitli sorunlar ve yeni dengeler nedeniyle Türkmenistan’ın kendi petrolüne ayrı bir ihraç güzergahı bulmak için çabalayacağı anlaşılmaktadır. Mevcut durumda Türkmenistan, yaklaşık 20 bin varil/gün (1 milyon ton/yıl) düzeyindeki ham petrol ihracatı 
için İran ile ‘takas’ (swap) yöntemini kullanmaktadır. Ancak, bu, ülkenin 2010 yılında ulaşılması beklenen 5 milyon ton/yıl’lık ihraç kapasitesi için çok da pratik bir seçenek oluşturmamaktadır. Hazar Dörtlüsü içinde özellikle Türkmenistan, piyasalara açılma bakımından en kötü konumda bulunan ülkedir. Boru hattı güzergâhlarının büyük bir kısmının muhtemel rakiplerin topraklarından geçmesi gerekmektedir. İran üzerinden geçecek güzergahın ise, günümüz koşullarında politik olarak savunulması imkansızdır. 

Bölgenin ihracat potansiyeline cevap verebilmek için, bölgede faaliyette bulunan uluslararası enerji şirketleri ve hükümetler, çeşitli alternatif boru hattı güzergahları araştırmakta ve önermektedirler. Bazı seçenekler politik açıdan tercih edilmelerine rağmen, ekonomikliği çok tartışmalı olan projelerdir. 

Enerji şirketlerine daha cazip gelen bazı seçeneklerin ise politik yönden yapılabilirliği bulunmamaktadır. Hazar Bölgesi ile ilgilenen pek çok Batılı ülke açısından en önemli faktörlerden birisi, kapalı enerji havzalarında yer alan hidrokarbon kaynaklarını büyük piyasalara taşıyacak, makul fiyatlı ve güvenilir bir boru hattı sisteminin kurulabilirliğidir. Söz konusu sistemin inşa edilmesi hem büyük miktarda sermaye gerektirmesi, hem de Bölge’nin karmaşık jeopolitiği nedeniyle hiç de basit bir mesele değildir. Ancak, zaman, Türkiye’nin teklif ettiği 
Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi’nin ve Türkiye üzerinden geçecek Doğu-Batı Enerji Koridoru’nun, ne kadar iyi seçilmiş hedefler olduğunu kanıtlamıştır. 

Şu bir gerçek ki, hangi boru hattı inşa edilirse edilsin, bundan en büyük zararı OPEC görecektir. OPEC düşük petrol fiyatları ile mücadele etmekle birlikte, Hazar Bölgesi’nden gelecek ilave petrolün dünya petrol fiyatları üzerinde büyük bir baskı oluşturacağı aşikardır. Bu nedenle, OPEC’in en güçlü ülkesi olan Suudi Arabistan’ın, çok uluslu şirketlerin bu ülkeye geri dönmelerini kolaylaştıracak birtakım adımlar atması kuvvetle muhtemel gözükmektedir. 

Bu yönde bir yaklaşım, kuşkusuz, Hazar Bölgesi’ne yönelik beklentilerin tamamıyla değişmesine neden olacaktır. Ancak, 11 Eylül sonrasında ABD ile Rusya ve ABD ile Suudi Arabistan arasında meydana gelen gelişmeler,  kanımızca, ibreyi Hazar’dan tarafa döndürmüştür. 

Avrupa Birliği, petrol ithal eden bölge veya ülke olarak daima kazanan tarafta yer almaktadır. Petrol piyasasının global yapısından ötürü, petrolün nereden gönderildiğinin hiçbir önemi bulunmamaktadır. Petrol, örneğin en dinamik piyasalardan biri olan Güney Doğu Asya piyasalarına, Çin üzerinden veya İran Körfezi’nden gönderilse bile, dünya petrol fiyatları mevcut koşullar ve önceden tahmin edilen piyasa dinamikleri nedeniyle düşecektir. 

Bir OPEC üyesi olan İran için, bu kötü geleceği paylaşmakla birlikte, kendi üzerinden geçecek bir boru hattının sağlayacağı vergi gelirleri ve ekonomik kalkınma, düşük petrol fiyatları nedeniyle uğranılacak kayıpları belirli ölçüde de olsa telafi etmesini sağlayacaktır. İran’ın, Kazakistan-Türkmenistan-İran (KTI)- İran Körfezi boru hattı seçeneğinde kazanan tarafta olmasının nedeni de budur. Ancak, bu seçenek, ABD’nin Irak müdahalesi sonrasında İran’ın yeniden tanımlanacak durumu nedeniyle askıya alınmıştır. Dahası, bu hattın fizibilite 
çalışmasını yapan TotalFinaElf şirketi, Haziran 2002’de % 5 payla BTC sponsor grubuna katılmış; bu, Kazakistan’ın CPC’den sonraki tercihinin İran güzergahı olmayacağına, BTC’nin Kazak petrolü için de gerçekçi bir çözüm olduğuna bir kez daha işaret etmiştir. 

<  Dünyadaki en önemli petrol oyuncusu olan ABD ise, Hazar petrolleri dünya piyasalarına ulaştığı zaman petrolithal eden ülkelerle birlikte, bu olumlu geleceği paylaşacaktır. >

Dünyadaki en önemli petrol oyuncusu olan ABD ise, Hazar petrolleri dünya piyasalarına ulaştığı zaman petrol ithal eden ülkelerle birlikte, bu olumlu geleceği paylaşacaktır. Burada tek istisna, ABD’nin politik nedenlerden ötürü karşı çıktığı İran boru hattıdır. Son üç yılda yumuşamaya başlayan ABD-İran ilişkileri böyle devam ettiği taktirde ABD’nin tutumunda bir değişiklik beklemek mümkündür. İşte bu nedenle Türkiye, bölgedeki tüm kritik gelişmeleri dikkatle takip etmektedir ve özellikle BTC HPBH gerçekleşene kadar da sürekli 
teyakkuzda olmaya mecburdur. 

Ancak, buradaki kritik nokta, ABD’nin sorunlu Basra Körfezi’ne bağımlı olmak istememesidir. Yapılan bir hesaplamaya göre, ABD, Basra’dan yapılan ithalatın güvenliğini sağlamak için varil başına 54$ civarında bir askeri harcama yapmak durumundadır (1999). Böylece, ABD için Basra’dan bir varil petrol ithal etmenin gerçek maliyeti, 54$ + 32$ (varil başına günümüz petrol fiyatı), yani 86$ civarındadır. 

Kazakistan, özellikle ham petrolünü satmak için Batı’ya uzanan alternatif bir güzergah bulduğu takdirde, halihazırda tartışmalı olan Kazakistan-Çin Ham Petrol Boru Hattı Projesi’nin gerçekleşme olasılığı daha da azalacaktır; ki 1999 Eylül’ünden beri proje askıdadır. Bu arada, Ağustos 2002’de, Rusya ve Çin Doğu Sibirya’dan Kuzeydoğu Çin’e uzanacak, 1.7 milyar Dolarlık bir ham petrol boru hattının fizibilite çalışmasını 2003 yılının ilk altı ayı içinde sonuçlandırmak üzere anlaşmaya varmışlardır.36 İki ülke, hattın tamamlanmasıyla dış ticaret 
hacimlerini 35 milyar Dolar’a çıkarmayı hedeflemektedirler. Böylece, Çin’in aklında, hiç bir zaman Kazakistan-Çin ham petrol boru hattını gerçekleştirmek gibi bir hedef bulunmadığını, Çin’in bu anlaşma ile Rusya’ya mesaj gönderdiğini düşünen Kazak dostlarımız da haklı çıkmışlardır. İşte bu nedenle, bu hattın Çin kesiminde hiç bir ciddi hazırlık yapılmadığını da saptayan Kazakistan, önümüzde ki 10 yıl için Çin’e hiç bir petrol taahhüdünde bulunmamıştır.37 Son dönemde, Kazakistan’ın Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi’ne göstermiş olduğu yoğun ilgi, Kazakistan açısından BTC’nin vazgeçilmezliğini bir kez daha kanıtlamaktadır. 

Bakü-Novorossisk Ham Petrol Boru Hattı Projesi’nde ise Novorossisk’in iskele kapasitesine bağlı olarak, tesislerin Azeri petrolü ihraç eden şirketlerle paylaşılması zorunluluğu, Kazakistan açısından sorun yaratabilecek bir husustur. Bu durumda, Kazakistan sadece Bakü-Novorossisk boru hattının olması halinde kaybeden tarafta olacaktır. Tengiz petrolünü taşımak üzere tasarlanan CPC hattının açılmış olması ise Kazakistan için yeni bir fırsat yaratmış gibi gözükse de, hem yılda 100 gün yükleme yapılamayan sorunlu Novorossisk limanını kullanacak olması ve Rusya’nın da bu hattan kendi petrolünü taşımak istemesi hem de Türk Boğazları’ndaki aşırı tanker yükü nedeniyle Kazakistan’ın uluslararası piyasalara çıkış problemine net bir çözüm getiremeyeceği açıktır. Geride bıraktığımız dönemde ekonomik, çevresel ve güvenlik açısından en uygun alternatif olduğunu çoktan kanıtlayan BTC HPBH Projesi, kanımızca, güvenli bir çıkış arayan Kazakistan açısından en kuvvetli seçenektir. 

İnceleme kapsamındaki diğer üç ülke de herhangi bir boru hattı alternatifinden kazançlı çıkmaktadır. Boru hatlarının inşası Türkmenistan’a takas yolu veya boru hatları ile kendi petrolünü taşıması için yedek kapasite sağlayacağından, hangi boru hattı inşa edilirse edilsin, Türkmenistan kazanan tarafta bulunmaktadır. 

Özbekistan ham petrol ihracatı açısından önde gelen bir ülke olmamakla birlikte, fazlalık olduğu taktirde, Hazar’ın doğusundaki petrolü Batıya (başta BTC) ve Doğuya taşıyacak bir boru hattı inşaa edildiği zaman, Özbekistan da kazanan tarafta yer alacaktır. Üstelik, böyle bir ihtimal, coğrafi avantajından dolayı Özbekistan’a kendi petrolünü Kazakistan ve Türkmenistan ile mübadele etme şansı da vermektedir. Hazar’ın batısındaki boru hatları Kazakistan ve Türkmenistan’ın kârlılığını arttırabilmektedir. Özbekistan’ın doğu ve güney piyasalarındaki rekabet gücü diğer piyasalara göre biraz daha fazla olmakla birlikte; özellikle Türkiye üzerinden Avrupa’ya uzatılacak doğal gaz boru hatlarının hayata geçmesiyle, Azerbaycan ve Türkmenistan gazının ardından Özbekistan gazı da Batı piyasalarına ulaşabilir. 

Bu vesileyle, bölge doğal gaz ihracat olanaklarına bakıldığında ilk göze çarpan faktör, Hazar’ın temel uluslararası pazarlara olan uzaklığıdır. Esasen, daha önce sözü edilen petrol boru hattı güzergâhlarının karşı karşıya bulunduğu zorluklar, doğal gaz boru hatları için de geçerlidir. Mevcut tek çıkış yolu RF kontrolündeki eski boru hattı sistemidir. RF, bu sistemden sadece BDT ülkelerine yapılan gaz ihracatına imkan tanımakta, ancak, ekonomik açıdan zayıf bu ülkelerin gaz borçlarını ödemeleri mümkün olamamaktadır. 

Orta ve uzun dönemde artması muhtemel talep nedeniyle Avrupa, Pakistan, Hindistan ve Güneydoğu Asya’ya boru hatları yapılması gündeme gelebilecektir. Pakistan ve Hindistan’a yapılması planlanan doğal gaz ihracatı, yıllardır iç savaşın şiddetle devam ettiği ve bugün de ABD ve Batı ülkeleriyle savaşın ardından yeni bir denge oluşturulmaya çalışılan Afganistan üzerinden planlanmaktadır. Ancak, savaşın ardından güvenli ve istikrarlı bir ülke yaratılması ve boru hatları için gereken anlaşmaların tamamlanması için, kanımızca en az 10 yıl geçmesi gerekmektedir. Dolayısıyla, Pakistan ve Hindistan pazarları hızla gelişse bile, Afganistan güzergâhının içinde yer aldığı bu tip boru hattı projelerinin gerçekleşme şansı, bize göre kısa ve hatta orta vadede mümkün gözükmemektedir.38 Doğu Türkistan üzerinden Çin’e ihracı 
düşünülen doğal gazın ise uzun bir mesafe kat etmesi gerekmektedir. 

Diğer ihraç güzergahı ise Türkiye üzerinden Avrupa’ya uzanmaktadır. Burada çeşitli güzergâh alternatifleri tartışılmaktadır. Bu planlara göre, Türkiye’ye doğal gaz İran veya Hazar Denizi’nden geçecek bir hat ile ulaşabilecektir. Doğu-Batı Enerji Koridoru’nu geliştiren Türkiye ve ABD, tercihini ikinci seçenekten yana kullanmıştır. ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımlar ve Hazar’ın statüsünün belirlenmemiş olması özellikle Türkmen doğal gazının İran üzerinden Türkiye’ye taşınması konusundaki en önemli engeldir. 

Türkiye’nin tercihi olan Hazar geçişli ikinci alternatif (TCP) ise, özellikle Türkmenistan’ın, Türkiye ile imzalamış olduğu anlaşmadan kaynaklanan 
yükümlülükleri yerine getirmemesi ve boru hattını yapacak PSG konsorsiyum unun yetkilendirme belgesini uzatmaması nedeniyle şimdilik askıdadır. Yine de, her şey bu kadar olumsuz değildir. Eğer Azerbaycan, Türkiye, Gürcistan ve Türkmenistan, özellikle de Azerbaycan ve Türkmenistan bir araya gelerek, Azeri gazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyacak Şah Deniz Projesi’ni, Hazar geçişli boru hattının ilk basamağı olarak görür ve ortak bir çözüm üretirlerse, kanımızca suni nitelikteki bu tip tüm sorunlar rahatlıkla çözümlenir. 

Bu anlamda, uzunca bir aradan sonra, Ekim 2001’de, Azerbaycan ve Türkmenistan yetkililerinin, boru hattının kapasitesi hakkındaki görüşmeleri 
yeniden başlatmış olmaları çok olumlu bir adımdır. 

<  Günümüzde, Rusya’nın sahip olduğu atıl durumdaki boru hatlarının taşıma kapasiteleri, bölge rezervlerinin nakliyesini kaldıracak durumda ve yeterlilikte değildir. >

 Buraya kadar ele alınanları kısaca toparlarsak: Günümüzde, Rusya’nın sahip olduğu atıl durumdaki boru hatlarının taşıma kapasiteleri, bölge rezervlerinin nakliyesini kaldıracak durumda ve yeterlilikte değildir. Bu konudaki diğer bir sınırlama ise, mevcut Rus ham petrol ihraç hatlarının büyük bölümünün, Karadeniz’deki Novorosisk Limanı’nda son bulması ve buradan yükleme yapan tankerlerin Akdeniz’e, yani pazara açılabilmek için fazlaca kalabalık, ekolojik ve politik olarak da hassas olan Karadeniz ve Türk Boğazları’nı kat etmek zorunda olmalarıdır. 

Önümüzdeki 20 yıl içinde Hazar Bölgesi ham petrol ihracat potansiyelinin hızla artacağı anlaşılmaktadır. Bölgedeki üç büyük uluslararası ortak girişim olan Azerbaycan’daki AIOC (Azeri-Çırak-Güneşli), Kazakistan’daki Tengizchevroil (Tengiz) ve Agip KCO (Kaşağan) konsorsiyumların faaliyetleri sayesinde, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde üretimin 3.5- 4 milyon varil/gün ve ihracatın 2.5-3 milyon varil/gün’e ulaşması beklenmektedir. Bu da gösteriyor ki, Hazar Bölgesi yeni bir Orta Doğu olamasa da, 4-6 milyon varil/gün üretim kapasitesine sahip, stratejik 
açıdan Batı’nın elindeki en önemli petrol sahası olan Kuzey Denizi’ne yaklaşık olarak eşit bir kapasiteyi dünya enerji piyasalarına sunacaktır. 

Türkiye Cumhuriyeti olarak, yürütülmekte olan çeşitli uluslararası boru hattı projelerinin desteklenmesine ilişkin politikalarımızda, ülkemiz ihtiyaçları ve çıkarları vazgeçilmez ve birincil öncelikli faktörler olmakla birlikte; Hazar Bölgesi’nde üretilecek petrol ve doğal gazın üçüncü ülkelere taşınmasını teşvik etmek de, özellikle tüm bölgenin sosyo-ekonomik refahı ve siyasi istikrarı açısından büyük önem taşımaktadır. Bu önemli gerçeğin bilincinde olan Türkiye, söz konusu amaca ulaşmak için yoğun uğraşlar vermektedir. 

Şu bir gerçek ki, geride bıraktığımız son üç yıl içinde, bunca seçeneğin arasında ekonomikliğini çoktan kanıtlamış, Eylül 2002’de inşaat çalışmaları başlatılacak ‘Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi’ ve öncelikle Azeri ardından Türkmen gazlarını ülkemize buradan da Avrupa’ya sevk etmeye yönelik ‘doğal gaz boru hattı projelerimiz’ bir adım öne çıkmıştır. BTC ile birlikte ‘Doğu-Batı Enerji Koridoru’nu tesis edecek Şah Deniz Projesi ise sadece Hazar boru hatları denklemini Türkiye lehine değiştirmekle kalmayacak, orijinal planda bu koridorun diğer ayağı olan Hazar Geçişli Doğal Gaz Boru Hattı’nın da ilk ayağını oluşturacaktır. Artık, 21. Yüzyılın Enerji Projesi olarak da adlandırılan, BTC HPBH Projesi’ni kısaca ele alan aşağıdaki bölüme geçebiliriz. 

IV. Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi 

a. Projenin Gelişimi Hazar Denizi’nin soğuk suları altında yatan ‘zengin’ hidrokarbon rezervlerinin, uluslararası enerji piyasalarına ulaştırılması 
meselesi, 10 yılı aşkın bir süredir Türk ve Dünya kamuoyunun yakından, merakla ve dikkatle takip ettiği çok önemli bir gündem maddesidir. 

Kuşkusuz, BTC HPBH Projesi’nin hayata geçtiği bugünlere gelinmesinde, Hazar Denizi’nde yer alan Azeri, Çırak ve Güneşli sahalarındaki petrolün arama, üretim ve paylaşımı konusunda Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi ‘SOCAR’ ile yabancı petrol şirketleri arasında, 20 Eylül 1994 tarihinde, Bakü’de ‘Azerbaycan Petrollerinin Üretim Paylaşım Anlaşması’ imzalanmasının ve böylece Ana İhraç Boru Hattı’nın kurulmasının çok kritik bir rolü vardır. 

Ana İhraç Boru Hattı inşasının uzun bir süre gerektireceğini göz önünde bulunduran AIOC Konsorsiyumu üyeleri, Haziran 1995 tarihinde, ilk yıllarda üretilecek ham petrolün (Erken Petrol) mevcut altyapının kullanımı yoluyla ihraç edilmesine karar vermiştir. 

Türkiye, Ağustos 1995’te, ham petrolün ‘Batı güzergâhı’ üzerinden Supsa İhraç Terminali’ne (Gürcistan) ulaştırılmasını kapsayan bir teklif sunmuştur. Ancak Konsorsiyum, Ekim 1995’te, ‘Erken Petrol Üretimi’nin, Batı ve Kuzey güzergâhları kullanılarak, iki hat halinde ihraç edilmesini kararlaştırmıştır. Bu karar doğrultusunda, 1998 yılı itibarıyla her iki güzergâhtan 5 milyon ton/yıl düzeyinde ham petrol sevkiyatına başlanmıştır. Ancak özellikle Kuzey Hattı’nın bir kaç kez kesintiye uğraması ve Temmuz 1999’da saldırıya uğraması sonucu bu hattan taşımacılık tamamen durmuştur. Özellikle hattın güvenliği meselesi nedeniyle tüm üreticilerin ve enerji dünyasının dikkati ve ilgisi bir anda 
güvenli, ekonomik bir boru hattı alternatifi sunan BTC Projesi’ne yönelmiştir. 

BTC HPBH Projesi kapsamında, Bakü’den başlayıp, Ceyhan’da son bulacak bir boru hattı ile başta Azeri petrolü olmak üzere Bölge’de üretilecek petrollerin Ceyhan’a taşınması ve buradan da tankerlerle dünya pazarlarına ulaştırılması planlanmaktadır. Bu kritik proje, petrolün uluslararası piyasaya ihracı için kullanılacak emniyetli bir taşıma sisteminin tesis edilmesini amaçlamaktadır. Kaldı ki, söz konusu proje ile hem ekonomik açıdan uygun hem de çevresel açıdan sürdürülebilir bir taşıma sistemi kurulmuş olacaktır. 

Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Ana İhraç Boru Hattı Projesi ile ilgili olarak Dünya Bankası finansmanı ile müşavir PLE firmasına hazırlatılan fizibilite raporu, 1997 yılı sonunda tamamlanmış ve Ağustos 1998’de banka tarafından onaylanmıştır. Söz konusu fizibilite etüdünde, projenin teknik ve ekonomik yapılabilirliği irdelenmiş; bunun yanı sıra finanssal ve hukuki yapılanmaya yönelik çeşitli model önerilerine de yer verilmiştir. 

Ayrıca detaylı bir Çevresel Etki Değerlendirme Etüdü de hazırlanmıştır. 

Projenin resmiyet kazanmasına yönelik çerçeve anlaşması niteliğindeki ‘Hükümetlerarası Anlaşma-IGA’, 18 Kasım 1999’da, İstanbul’da yapılan son AGİT Zirvesi’nde bir araya gelen Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye Cumhurbaşkanları tarafından, ABD Başkanı’nın da şahitliğinde imzalanmıştır. Ayrıca, ‘Ev Sahibi Ülke Anlaşması-HGA’, ‘Anahtar Teslim Müteahhitlik Anlaşması-TA’ ve ‘Hükümet Garantisi Anlaşması-GG’ da bu tarihte parafe edilmiştir. 

3 Ekim 2000’de Azerbaycan, BTC Projesi’ni desteklemek üzere bir ‘Sponsor Grup’ meydana getirmiştir. 17 Ekim’de, AIOC üyesi 8 şirketten (SOCAR, BP, Unocal, Statoil, TPAO, Itochu, Ramco ve Delta-Hess) oluşan bu yeni grubun üyeleri, bir ‘Sponsor Grup Finansman ve İşbirliği Anlaşması’ imzalayarak Ana İhraç Boru Hattı (MEP) Katılımcıları adını almıştır. 

MEP Katılımcıları, 17-18 Ekim 2000 tarihlerinde sırasıyla Azerbaycan ve Gürcistan ile ‘Ev Sahibi Ülke Anlaşmaları’nı tamamlamış; 19 Ekim 2000 tarihinde ise Türkiye Cumhuriyeti ile ‘Ev Sahibi Ülke Anlaşması’ ve ‘Hükümet Garantisi Anlaşması’nı, BOTAŞ ile de ‘Anahtar Teslim Müteahhitlik Anlaşması’nı imzalamıştır. Böylece, artık bir ‘Dünya Projesi’ haline de dönüşen bu önemli boru hattı projesinin realize edilmesinin önündeki tüm engeller ortadan kalkmış ve BTC hattı için onay alınmıştır. 


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

21. YÜZYIL DÜNYA ENERJİ DENGESİNDE PETROL VE DOĞAL GAZIN YERİ VE ÖNEMİ BÖLÜM 2

21. YÜZYIL DÜNYA ENERJİ DENGESİNDE PETROL VE DOĞAL GAZIN YERİ VE ÖNEMİ BÖLÜM 2




II. HAZAR BÖLGESİNİ DÜNYA VE AVRUPA BİRLİĞİ (AB) ENERJİ ARZ GÜVENLİĞİNİN ODAĞINA GETİREN TEMEL PARAMETRELER 

Burada, bir saptama yaparak işe başlamak gerekiyor. Enerji rezervlerini rakamlarla ifade etmek, mevcut durumun sadece o yıl için tespiti açısından bir anlam taşımakla birlikte, gerçek potansiyelin fiyata, üretim maliyetine, pazarın durumuna, jeopolitiğe, siyasete vb. bağlı olarak hızlanan ‘teknolojik gelişmeler’ ile sürekli yenilenebileceğini akıldan çıkarmamak gerekir. Yukarıda saydığımız ana koşulların elvermesi halinde, petrol şirketlerince zaten bilinmekle birlikte, dünyanın geri kalanı için ‘yeni’ sayılabilecek petrol ve doğal gaz rezerv alanlarının (örneğin Kaşağan) bulunabileceği, ayrıca zamanlama meselesi olmakla beraber, petrollü şist örneğinde olduğu gibi petrol benzeri yakıtların da 
enerji sistemlerine dahil olabileceği unutulmamalıdır. 

<  Yenilenemeyen enerji kaynakları stoğunun belli tüketim hızları karşısında hızla tüketilmesi sorunuysa, hem çevrecileri hem de  iktisatçıları çok yakından ilgilendiren diğer bir konu olmuştur.  >

Yenilenemeyen enerji kaynakları stoğunun belli tüketim hızları karşısında hızla tüketilmesi sorunuysa, hem çevrecileri hem de iktisatçıları çok yakından ilgilendiren diğer bir konu olmuştur. Bugünkü üretim düzeyleri veri kabul edilirse, bölgeler ve ülkeler bazında değişmekle birlikte 2001 yılı sonu itibarıyla dünyamızın 41 yıllık petrolü, 216 yıllık kömürü ve 62 yıllık doğal gaz stoku kalmış bulunmaktadır.13 

Yukarıda değinildiği gibi, bu tip veriler bulunan yeni yataklarla ve değişen tüketim oranlarıyla her gün yenilenmekte, teknolojik ilerleme ise hiç bilinmeyen enerji tipleri ortaya çıkarabilmektedir. Buna rağmen, çeşitli amaçlarla 19. yüzyılın ortalarından bu yana, mevcut enerji kaynaklarının hızla tüketildiğini savunan, fakat hiç biri gerçekleşmeyen pek çok senaryo üretilmiştir.14 

Çoğu kez devletler tarafından da desteklenen bu tip kötümser senaryolar ile bir yandan yeni rezervler ve alternatif enerji kaynaklarına yapılacak devasa yatırımların alt yapısı hazırlanmakta öte yandan enerji sakıngan ve/veya yeşil teknolojilere yeni müşteriler bulunmaktadır. 

Esasen, zamanla enerji kaynaklarının birim üretim maliyeti ve fiyatına bağlı olarak iktisattaki Ricardian rant teorisine benzer bir sürecin devreye girmesini beklemek mümkündür. Özetle, bu mekanizma bir yandan geçmişte Kuzey Denizi ve Alaska sahalarının üretime alınmasında yaşandığı gibi marjinal maliyeti yüksek sahalara, öte yandan petrollü şist, petrollü kum ve kömür, biyokütle ya da biyogazdan dönüştürülen kaynaklar gibi çeşitli petrol benzerlerine ve hidrojen, güneş, rüzgar, jeotermal, gelgit, hatta çağlayan enerjileri gibi 
yeni/yenilenebilir enerji türlerine geçişin alt yapısını hazırlamaktadır. Çevreciler arasında giderek artan popülaritesi nedeniyle, gelecekte de bu tip felaket senaryolarla karşılaşılacağını ileri sürmek mümkündür. Ancak, bu, petrol ve doğal gaz ile daha uzun süre beraber yaşayacağımız gerçeğini değiştirmez. 

Rezerv meselesi ile ilgili bu genel saptamanın kuşkusuz önemli bir amacı daha vardır: Bu bölümde, yukarıdaki gerekçelerle, özellikle ülkeler ve sahalar bazında ayrıntılı rezerv rakamları vermekten bilerek kaçınılmış, sadece meselenin özü için gerekli olan toplam Hazar Bölgesi rakamlarıyla yetinilmiştir. Aynı durum, üretim ve ihracat rakamları için de geçerlidir. Bu işle uğraşan hemen her kesimin (şirketler, ülkeler, organizasyonlar vs.) kafasında uçuşan binlerce rakamla okuyucuyu boğmak istemedik. Daha fazla ayrıntı bekleyenlere, kaynakçamızda da yer alan, bu konuda referans sayabileceğimiz üç ciddi kuruluşun, IEA, BP ve ABD Enerji Bakanlığı’na bağlı EIA’nın çalışmalarına itibar etmelerini salık veririz. 

Asıl soruyu soralım: Hazar petrolü ve doğal gazını Dünya ve AB enerji dengeleri açısından önemli hale getiren ana parametreler nelerdir? 

Bu sorunun cevaplanması, buradaki analizin sağlıklı bir temele oturtulması açısından çok önemlidir. Cevabımız temelde iki parçaya bölünmüş olup, yine bu cevabın bir parçası olmakla birlikte birbirini tamamlayan üretim, ihracat ve boru hattı seçeneklerini ayrı bir bölümde ele almayı tercih ettik. 

II.1. Cevabın İlk Parçasını ‘Rezerv’ Durumu Oluşturmaktadır 

Hazar Denizi’ne kıyısı olan Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Rusya ve İran ile bölge hinterlandında yer alan Özbekistan; Hazar bölgesindeki temel enerji üreticileridir. Ancak, dünyanın önde gelen ham petrol ve doğal gaz üreticilerin den Rusya Federasyonu ve İran’ın, Hazar kıyısında önemli sayılabilecek bir petrol rezervi bulunmamaktadır. 

Hemen ekleyelim ki, bugün bölgede yaşanan pek çok sorun, Batı Sibirya petrol üretimi giderek pahalılaşan Rusya ile dünya iktisadi sisteminden kopmuş durumda olan İran’ın, Hazar’ı ‘kurtarıcı’ olarak görmelerinden kaynaklanmakta dır.15 

<  Hazar Denizi’ne kıyısı olan Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Rusya ve İran ile bölge hinterlandında yer alan Özbekistan; Hazar bölgesindeki temel enerji üreticileridir. >

Bu nedenle, rezerv, üretim ve ihracat gibi kalemleri ele alırken kullandığımız Hazar Bölgesi tanımının, sadece Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan’dan, ya da diğer adıyla ‘Hazar Dörtlüsü’nden oluştuğunu belirtmekte yarar görüyoruz. Kazakistan tarafından Rusya’ya ‘sus payı’ olarak verilen Kuzeybatı Hazar’daki iki sahayı da Kazakistan bünyesinde değerlendiriyoruz. Yakın bir gelecekte, petrol potansiyeli açısından Azerbaycan ve Kazakistan’ın, doğal gaz deposu olarak ise daha çok Türkmenistan ve Özbekistan’ın öne çıkacağını söylemek mümkündür. Gerçi, yaklaşık 1 trilyon m3’lük rezerv tespit edilen Şah Deniz keşfi ile birlikte, sadece petrol değil bir doğal gaz ülkesi olacağının da sinyallerini veren Azerbaycan’ı, bu son gruba da dahil etmek yanlış olmayacaktır. 

Petrol ile başlarsak, yeni yüzyılın gözdesi Hazar Bölgesi’ndeki petrol rezervlerinin miktarı konusunda çok çeşitli tahminler yapılmaktadır. 

Bundan 4 yıl önce Uluslararası Enerji Ajansı tarafından yayınlanan bölge ile ilgili en kapsamlı rapora göre,16 Hazar Bölgesi toplam (ispatlanmış+muhtemel) petrol rezervleri 200 milyar varil düzeyindedir. Ajans, sadece bölge ispatlanmış ham petrol rezervlerinin dahi, dünya toplam ispatlanmış petrol rezervinin % 4’üne denk geldiğini öne sürmektedir. 2002 yılı Temmuz’unda revize edilen ABD Enerji Bakanlığı verileri ise, Kaşağan keşfini de dikkate alarak, Hazar Bölgesi toplam (ispatlanmış+muhtemel) petrol rezervinin 250 milyar varil civarında 
olduğunu göstermektedir.17 Sadece 4 yıl içinde değişen bu rakam, rezervler ile ilgili saptamamız açısından çok somut bir örnektir. Yine de, bölge ham petrol rezervlerinin ekonomik değerinin günümüz ham petrol fiyatlarıyla (26$/varil) 5-6 trilyon Dolar civarında olduğu hesaplanabilir. 

2001 yılı sonu itibarıyla, dünya toplam ispatlanmış ham petrol rezervlerinin, 1 trilyon varilden fazla ya da 143 milyar ton düzeyinde olduğu hesaplanmakta dır.18 Bu son rakam, Hazar petrol potansiyelinin nerede durduğu hakkında bir fikir vermektedir; her ne kadar ‘muhtemel’ ağırlıklı bir rezerv rakamı olsa da, dünyamız İran ve Irak rezervlerine eşit bir petrol rezervi ile karşı karşıyadır ve bu, İran ile Irak’ın ABD tarafından ‘by-pass’ veya piyasalardan ‘aforoz’ edilmiş günümüzdeki durumuna da açıklık getirmektedir. 

Doğal gaz rezerv durumunu da kısaca gözden geçirebiliriz. BP raporundan, 2001 yılı sonu itibarıyla dünya ispatlanmış doğal gaz rezervinin 155 trilyon m3 olduğunu öğreniyoruz.19 Yakın bir gelecekte bu resmin önemli bir parçası olacak Hazar Bölgesi doğal gaz rezervleri de petrolünkine benzer bir şekilde sürekli değişmekle birlikte, bölge toplam (ispatlanmış+muhtemel) 18 trilyon m3 civarında doğal gaz rezerv potansiyeline sahip olduğu öne sürülmektedir.20 Ajans, bölge ispatlanmış doğal gaz rezervlerinin dünya toplamından % 5 civarında pay aldığını ifade etmektedir. 

Hazar Bölgesi’nin yeni bir Orta Doğu olmadığı, ancak, yakın gelecekte rezervlerini tüketmesi beklenen ve stratejik açıdan Batının elindeki en önemli petrol sahası konumundaki Kuzey Denizi’nin yerini almaya aday olduğu bilinmektedir. Mevcut durumda, Hazar Bölgesi’nin belirlenen petrol ve doğal gaz rezervleri, Kuzey Denizi petrol rezervleri ve Kuzey Amerika gaz rezervleri ile mukayese edilebilecek durumdadır. Üstelik, bölgenin tahmini petrol rezervlerinin Suudi Arabistan rezervlerine, tahmini doğal gaz rezervlerinin ise İran rezervlerine eşit olduğuna inananlar da bulunmaktadır. Bugün, bölge ham petrol ve doğal gaz rezervlerinin büyük bir kısmının henüz geliştirilme aşamasında olduğu ve bölgenin pek çok yerinde rezerv tespit işlemlerinin tamamlanamadığı hatırlanırsa; dünya toplamından ‘şimdilik’ alınan payların, çok yakın gelecekte hızla artacağını söylemek mümkündür. 

II.2. Cevabın ikinci bölümünde ise temel tüketici bölgelerin petrol ve doğal gaz talep projeksiyonları yer almaktadır: Tablo 3’den, 2001’de 75 milyon varili aşan dünya toplam günlük petrol tüketiminin, % 1.9’luk bir yıllık ortalama artış hızıyla 2020’de 115 milyon varil/gün’e çıkacağı anlaşılmaktadır. 2001 yılında 2.4 trilyon m3 olan dünya toplam doğal gaz tüketiminin ise, % 2.7 oranındaki petrolden çok daha yüksek bir yıllık ortalama artış hızıyla, 2020’de 4.2 trilyon m3 düzeyine ulaşacağı ortaya çıkıyor. 



Tablo 3. Dünya Ham Petrol ve Doğal Gaz Talep Projeksiyonu21 

<  Hazar petrollerinin önemini arttıran asıl gösterge, başlıca talep merkezlerinin önümüzdeki yirmi yılda ithal petrole bağımlı lık oranlarında belirgin bir artış beklenmesidir. >

Hazar petrollerinin önemini arttıran asıl gösterge, başlıca talep merkezlerinin önümüzdeki yirmi yılda ithal petrole bağımlılık oranlarında belirgin bir artış beklenmesidir: Günümüzde toplam petrol tüketiminin %55’ini ithal petrolle karşılayan gelişmiş OECD bölgesinde, söz konusu oran 

2010’da %64’e ve 2020’de ise %70’e çıkacaktır. Aynı oranlar, Avrupa için sırasıyla %68 (2010) ve %79 (2020) iken; Pasifik bölgesinde %93’ler (2020) gibi çok yüksek seviyelere ulaşacaktır.22 

Arz cephesinden bakıldığında da Hazar Petrolleri’nin önemi pekişmektedir. 2020 yılında OPEC üyesi Orta Doğu ülkelerinin dünya petrol üretimindeki paylarının %58 civarında gerçekleşeceği ve geriye kalan %42’lik pastadan Hazar Petrolleri’nin de küçümsenmeyecek bir pay alacağı tahmin edilmektedir. Kaldı ki, son dönemde ABD’nin özellikle Suudi Arabistan’ı Rusya ile ikame etmesi örneğindeki gibi, genel olarak OPEC dışı kaynakların devreye alınması; OPEC payının tahmin edilenden küçük gerçekleşmesine de yol açabilecektir. 

Doğal gazda ithalata bağımlılık oluşacak fiyatlara göre değişecek olmakla birlikte, günümüzde % 15’ler civarında seyreden OECD toplam doğal gaz tüketiminde ithalatın payı, 2010’da en az % 26’ya ve 2020’de ise en az % 32’ye sıçrayacaktır.23 

Konuyu daha fazla dağıtmadan, Hazar petrol ve gazının hedef piyasası konumundaki AB enerji dengelerinin geleceği açısından biraz daha açmak gerekiyor. Buradaki değerlendirmede kullanacağımız temel referans kaynağımız, AB’nin önümüzdeki 30 yıllık resmi enerji serüvenini belgeleyen, AB enerji arz güvenliğinin ‘Kutsal Kitabı’ sayabileceğimiz ‘Green Paper’dır.24 

Günümüzde, dünyanın ikinci en büyük enerji tüketicisi konumundaki AB, dünya enerji ithalatında da ilk sırayı almaktadır. Avrupa Birliği üyesi olmaya aday ülkelerin de katılımıyla, bugün toplam enerji tüketiminin % 50’sini ithalatla karşılayan AB’nin, önümüzdeki 20-30 yıl içinde enerji tüketiminin % 70’i için ithalata bağımlı hale geleceği anlaşılmaktadır. Tüketimde dışa bağımlılık, petrolde % 90’a, doğal gazda % 70’e ve kömürde ise % 100 seviyelerine yaklaşacaktır. 

Enerji ithalatındaki dışa bağımlılık bugün AB’nin toplam ithalatının % 6’sına ve AB toplam GSYİH’sinin de % 1.2’sine denk gelmektedir. 

Petrol ithalatının % 45’i Orta Doğu’dan ve doğal gaz ithalatının ise % 42’si tek başına Rusya Federasyonu’ndan (RF) gerçekleştirilmektedir. 

Mevcut üretim ve tüketim trendlerinin devam etmesi halinde, önümüzdeki 30 yıl içinde AB enerji bilançosunda yakıt payları Tablo 4’deki gibi olacaktır. Petrolün payı mutlak ve nispi olarak hemen hemen aynı kalırken, petrolün ve özellikle nükleerin boşalttığı alan doğal gaz tarafından doldurulacaktır. 



Tablo 4. AB Enerji Bilançosunda Yakıt Payları25 


< Kuşkusuz, AB’nin en fazla dışa bağımlılık yaşadığı kaynak, toplam tüketimin % 76’sının ithalatla karşılandığı petroldür. >

Kuşkusuz, AB’nin en fazla dışa bağımlılık yaşadığı kaynak, toplam tüketimin %76’sının ithalatla karşılandığı petroldür. Özellikle Kuzey Denizi’ndeki rezervlerin 25 yıl içinde tükenecek olması ve yeni bir kaynak tespit edilememesi nedeniyle, bu oranın kabaca korunacağı hatta biraz daha artacağı öngörülmektedir. 

AB doğal gaz tüketiminde ithalata bağımlılık oranı ise % 40 düzeyindedir. Doğal gaz tüketiminin ithalatla karşılanma oranının 20-30 yıl içinde yaklaşık % 70’ler düzeyine çıkması beklenmektedir. Kuzey Denizi rezervlerinin (özellikle Hollanda ve Norveç) 25 yıl içinde tükenmesinin beklenmesi bu resmi tamamlamaktadır. Kyoto Protokolü’nde taahhüt edilen emisyon oranlarına inilebilmesi açısından ve nükleer enerjide yaşanan durgunluk dönemi nedeniyle AB’nin, önümüzdeki 30 yıl içinde, enerji kaynakları arasında daha çok doğal gaza ağırlık vereceği anlaşılmaktadır. 

İşte, tüm bu önemli göstergeler, Türkiye’nin geliştirdiği petrol ve doğal gaz boru hattı projelerini hem ülkemiz ve Türk Cumhuriyetleri hem de AB açısından oldukça önemli hale getirmektedir. Söz konusu rapor, bu gerçeğin farkına varmış bir yaklaşım içindedir. Gerçekten, özellikle doğal gaz konusunda RF, Norveç, Cezayir, Libya gibi bilinen arz kaynakları ile birlikte, İran dahil Hazar Bölgesi rezervlerinden ve Nijerya’dan da potansiyel kaynaklar olarak söz edilmektedir. 

< ‘Green Paper’dan, genel hatlarıyla AB’nin enerji arz geleceğinde gerek Hazar hidrokarbon kaynaklarının gerekse en önemli geçiş ülkesi   konumundaki Türkiye’nin çok kritik bir rol üstleneceği anlaşılmaktadır.  >

Özellikle petrol ve gaz için muhtemel transit güzergâhlar arasında Doğu ve Kuzey Avrupa ile Akdeniz’in öneminden bahsedilmektedir. 

Rapor, bu konuda her biri aday ülkeler de olan Türkiye, Bulgaristan ve Romanya’ya nasıl yardım edilebileceğinin araştırılmasını tavsiye etmektedir. 
Ayrıca, raporda, bugün hızla ilerleyen bir AB Projesi’ne dönüşmüş olan, Yunanistan ile Türkiye arasında doğal gaz boru hattı bağlantısı kurulmasının öneminden de söz edilmektedir. Türkiye’nin Avrupa’ya gaz açılım stratejisi ile bu konuda yapılanlar ve yapılacaklar daha ayrıntılı ele alınması gereken başka bir çalışmanın konusu olmakla birlikte, ülke olarak sağlıklı bir yapıya kavuşmasına özen gösterdiğimiz Balkanlar’ın da bu sürecin bir parçası haline getirilmesine büyük önem verdiğimizi önden saptamak gerekir. 

Bu nedenle, INOGATE, TACIS, TEN vb. çeşitli inisiyatifler ve programlar aracılığıyla, AB’yi, hem Türkiye hem de Balkan ülkeleri enerji alt yapısının geliştirilmesinde finansman desteği sağlamaya yöneltmek için gayret göstermek ve varolan gayretleri hızlandırmak gerekmektedir. Esasen, AB’nin, RF’ye olan doğal gaz bağımlılığını azaltmanın bir yolu, Türkiye’nin, 2001 Aralık ayından bu yana aldığı İran gazının ardından Azerbaycan, Türkmenistan ve hatta Irak’tan almayı planladığı doğal gazı, özellikle Balkan ülkeleri üzerinden Avrupa’ya taşımaya yönelik girişimlerine hız vermesinden geçmektedir. 

‘Green Paper’dan, genel hatlarıyla AB’nin enerji arz geleceğinde gerek Hazar hidrokarbon kaynaklarının gerekse en önemli geçiş ülkesi konumundaki Türkiye’nin çok kritik bir rol üstleneceği anlaşılmaktadır. Ancak, bu tek başına yeterli değildir. Ülkemizin geliştirdiği projelerin AB enerji açığının (başta petrol ve doğal gaz) kapatılması açısından önemini, daha somut veriler ve ayrıntılı analizlerle değerlendiren pek çok çalışma yapılmasına ihtiyaç vardır. Bu önemli konu, hem Hazar’daki Türk Cumhuriyetleri’nin geleceği ve Türkiye’nin yeni yüzyılın enerji köprüsü görevinin üstlenmesi açısından hem de ülkemizin AB üyeliğine aday diğer ülkelerin bir adım önüne geçmesi ve üyeliğe daha hızlı bir 
kabul sürecinin sağlanması bakımından büyük önem taşımaktadır. Bu başlığı burada noktalayıp, Hazar’ın üretim, ihracat potansiyeli ve boru hattı seçenekleri açısından incelendiği aşağıdaki bölüme geçmek, bu sayede cevabını aradığımız sorunun diğer kısımlarını da tamamlamak istiyoruz. 

III. Hazar’ın Üretim Ve İhracat Potansiyeli: Hazar Boru Hatları Kime Ne Yarar Sağlayacak? 

21. yüzyılın en stratejik enerji üretim merkezlerinden biri olmaya aday Hazar Bölgesi’nde, ham petrol üretim ve ihracat potansiyeli açısından en çok dikkat çeken iki ülke, Azerbaycan ve Kazakistan’dır. Bakü'nün Doğu ve Güney doğusunda yer alan Azerbaycan’a ait Hazar sahalarında, 30 milyar varilden fazla ham petrol rezervi olduğu tahmin edilmektedir. Kazakistan’a ait Kuzeydoğu Hazar Sahili ve Orta Kazakistan’daki toplam 22 büyük sahada ise 95 milyar varillik dev bir ham petrol rezervi bulunduğu hesaplanmaktadır. 50 milyar varillik ‘dev’ Kaşağan keşfi ise, önümüzdeki 10 yıl içinde Kazakistan’ı en büyük petrol üreticileri ve ihracatçıları arasına katacaktır. 

Bu iki ülkenin asıl önemi, bölgede çok çeşitli arama, geliştirme ve üretim projeleri yürüten 80’e yakın uluslararası petrol şirketinin yoğun ilgisinden de anlaşılmaktadır. Hazar'ın bu iki stratejik ülkesi ile Batılı petrol şirketleri arasında 50 milyar Dolar tutarında üretim-paylaşım anlaşmaları imzalanmıştır. Bu, Batılı petrol şirketlerinin, 2005 yılına kadar Hazar Bölgesi’ndeki arama ve üretim faaliyetleri için yılda en az 5 milyar Dolar tutarında bir yatırım yapacakları anlamına gelmektedir. 

Açıktır ki, bölge ülkelerinin mevcut enerji üretim kapasitelerinin artması, bir yandan teknolojik gelişmeler ve yeni yatırımlar yapılmasına öte yandan yeni ve güvenilir ihraç yollarının ortaya çıkmasına bağlıdır. Günümüzde sadece Hazar Denizi, 6 farklı ‘offshore’ hidrokarbon havzasına sahiptir. Buna, Hazar’a kıyısı bulunan ülkelerin ‘onshore’ sahaları da eklenince, hiç de küçümsenmeyecek bir enerji potansiyeli karşımıza çıkmaktadır. 19. yüzyıl sonunda dünya petrolünün yarısını üreten Bakü dünyanın petrol başkenti olarak anılıyordu. 1900’lerin 
başında da Azerbaycan dünyanın en önde gelen petrol üretim bölgelerinden biriydi. SSCB döneminde ise, Azeri ‘onshore’ petrol sahaları geliştirildikten sonra, yeterli teknolojiye sahip olmayan SSCB, Hazar Denizi petrolü yerine daha çok Volga-Ural Bölgesi ve Batı Sibirya’daki ‘onshore’ sahaların geliştirilmesine yöneldi. Oysa, Azeri rezervlerinin büyük bölümü ile Kazak ve Türkmen petrollerinin neredeyse % 40’ı Hazar’ın soğuk suları altında yatmaktaydı.27 

Hazar’ın doğal gaz rezervlerine gelince, daha önce değindiğimiz gibi 8 trilyon m3 ‘ispatlanmış’ ve 18 trilyon m3 tahmini toplam rezerv miktarıyla dikkat çeken bölgede, başta Türkmenistan ve Özbekistan olmak üzere, Kazakistan ve Azerbaycan’ın dünyanın önde gelen 20 doğal gaz ülkesi arasında yer alması dikkat çekicidir. Ancak, ispatlanmamış yani ‘muhtemel’ hidrokarbon rezervi olarak, piyasası o gün için belirsiz doğal gaz yerine petrolün geliştirilmesine öncelik verilmiştir. Bunda, özellikle rezervlerin potansiyel pazarlara uzaklıkları büyük rol oynamaktadır. Yine de Hazar’ın doğal gaz potansiyeli, özellikle 2010’dan sonra giderek artacağı anlaşılan AB arz açığının kapatılması sürecinde, 
hiç de yadsınamayacak bir alternatif sunmaktadır. Tüm bu önemli göstergeler, üretilebilir petrol ve doğal gaz rezervlerinin, çok yakın bir gelecekte, mevcut yatırımdan çok daha fazla bir tutarın bölgeye akacağına işaret etmektedir. 



Tablo 5. Hazar Petrolleri Üretim ve İhracat Projeksiyonu28 


Uluslararası Enerji Ajansı’nın ‘iyimser senaryosuna’ göre, Hazar Bölgesi toplam ham petrol üretiminin, 2010’da 194 milyon ton (MT) ve 2020’de ise 308 MT düzeyine çıkacağı tahmin edilmektedir (Tablo 5). Üretim artışına paralel olarak, bölge ham petrol ihracatının da hızla artması, 2010 yılında 117 MT ve 2020’de 180 MT civarına ulaşması beklenmektedir. Önümüzdeki 20 yıl içinde Hazar Bölgesi ham petrol ihracat potansiyelinin hızla artacağı anlaşılmaktadır. Bugün toplam ham petrol üretiminin % 42’sini ihracata ayıran Hazar Bölgesi için bu oran, 2010’da % 60 ve 2020’de % 58 seviyelerine ulaşacaktır. 

Bölge’deki en önemli iki üretici ülke, Azerbaycan ve Kazakistan’dır. 2001’de 15 MT civarında seyreden Azerbaycan ham petrol üretiminin, 2010’da 70 MT, 2020’de ise 120 MT düzeyine çıkacağını; buna bağlı olarak da 2001’deki 9 MT’luk yıllık ihracatın 2010’da 55 MT ve 2020’de 94 MT seviyesine sıçrayacağını öğreniyoruz.29 

Böyle olunca, bugün % 66 olan Azerbaycan ham petrol üretiminden ihracata ayrılan pay da, 2010’dan sonra ve hatta 2020’lere kadar % 80’ler civarında seyredecektir. 

Önümüzdeki beş yıl içinde, Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’nın (GSYİH) en az % 30’unun, tek başına petrol sektöründen kaynaklanacağı, hatta 2010 yılında, Azerbaycan Hükümetince petrolden sağlanacak gelirin 56 milyar Dolara ulaşacağı; bir başka ifadeyle petrol gelirinin ülke cari GSYİH'sinin neredeyse iki katına çıkacağı hesaplanmaktadır. 

Bölge’deki önemli bir diğer ülke ise eski Sovyet Cumhuriyetleri içinde, enerji üretiminde üçüncü, enerji tüketiminde dördüncü sırayı alan Kazakistan’dır. 2001’de yaklaşık 40 MT olan Kazakistan ham petrol üretiminin, 2010’da 100 MT ve 2020’de 160 MT düzeyine çıkacağı tahmin edilmektedir. Bu üretim artışının, temel olarak, Kuzey Hazar’daki sahalara, özellikle dünyanın keşfedilen en büyük petrol sahalarından biri olan Tengiz petrol sahasına (ispatlanmış rezerv 9-13 milyar varil) dayanacağı anlaşılmaktadır. 

Bugün, Kazak ham petrol üretiminin yaklaşık yarısı üç büyük sahadan; Tengiz, Uzen ve Karacaganak’tan karşılanmakta dır.30 Çok yakın bir gelecekte, 50-60 milyar varil düzeyinde rezerv potansiyeline sahip olduğu tahmin edilen Doğu Kaşağan ve ümit vaadeden diğer sahaların da bunlara katılımıyla, Kazakistan, dünyadaki en önemli üreticileri arasına girecektir. 

Üretim artışı ile birlikte 2001’de 31 MT olan Kazakistan ham petrol ihracatının da hızla artması, 2010’da 55 MT ve 2020’de 78 MT düzeyine ulaşması beklenmekte dir. Kazakistan’ın 2010’da % 55 civarında olacağı tahmin edilen ham petrol üretiminden ihracata ayıracağı pay, 2020’de % 50’ler dolayında istikrara kavuşacaktır.31 

21. yüzyılın ilk çeyreğinde Kafkasya'nın potansiyel ham petrol üreticileri arasında önemli bir yer alması beklenen bir diğer Hazar ülkesi, Türkmenistan’ın durumuna da kısaca değinmek gerekmektedir. Hazar Denizi’nin doğusunda bulunan Türkmenistan, 80 milyar varillik ‘muhtemel’ ham petrol rezerviyle dikkat çekmektedir.32 Ancak, günümüzde, gerek Hazar kıyı şeridi boyunca uzanan gerekse ülke içlerinde yer alan sahalarda daha çok doğal gaz üretilmektedir. 2001 yılı sonu itibarıyla 3 trilyon m3 civarında olan sadece ispatlanmış doğal gaz rezerviyle Türkmenistan, tam anlamıyla bir ‘doğal gaz devletidir’.33 

Bugün doğal gaz üretimine ağırlık veren ülkenin, muhtemel rezerv potansiyeli sayesinde, 21. yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarında, ham petrol üretimi ve ihracatıyla da adından söz ettirmesi beklenmektedir. 

Özellikle Hazar’ın doğal gaz ihracat potansiyeline son bölümde ayrıntılı olarak değinileceği için burada EIA ve BP rakamlarını özetlemekle yetineceğiz: 2001’de toplam 118 milyar m3 civarında olan Hazar Bölgesi doğal gaz üretiminin, 2010’da 200 milyar m3’e yükseleceği tahmin edilmektedir. Aynı şekilde Bölge doğal gaz ihracatının da hızla artması ve 2010’da 85 milyar m3 dolayında Hazar gazının çeşitli piyasalara sevkedilmesi beklenmektedir. 

Yukarıda ele alınan petrol ve doğal gaz değerlerine bakıldığında; Hazar Bölgesi ham petrol ve doğal gaz ihracat potansiyelinin önümüzdeki 20 yıl içinde hızla artacağı anlaşılmaktadır. Günümüzde ham petrol üretiminin % 42’sini; doğal gaz üretimininse sadece % 9’unu ihracata ayıran Hazar Bölgesi için, söz konusu oranlar, 2010’da sırasıyla % 60 ve % 40’lara ulaşacaktır. 

İhracata yönlendirilecek miktarların hem oransal hem de mutlak büyüklüğü, Hazar’ın 21. yüzyıl dünya enerji dengelerinde çok stratejik bir eleman olacağını kanıtlamaktadır. Peki, Hazar’ı dünya piyasalarına bağlayacak boru hatlarında mevcut durum nedir? 

Bölgenin boru hattı sistemi Sovyetler Birliği zamanında inşa edilmiş olup, çoğunlukla Rusya Federasyonu’na hizmet vermektedir. Bu sistem günümüz petrol üretimini günümüz ihracat merkezlerine taşıyacak şekilde tasarlanmamış, temelde iç piyasa ve komünist Doğu Avrupa’nın beslenmesi hedeflenmiştir. Ayrıca, mevcut haliyle Hazar Bölgesi’nde veya yakınında bulunan boru hatlarının özellikle bakımsızlık nedeniyle tümüyle eskidiğini ve Hazar Dörtlüsü’nün ihraç gereksinimini karşılamaktan uzak olduğunu da eklemek gerekir. 

Bunun dışında, Rusya Federasyonu’nun 65 bin km uzunluğundaki petrol boru hattı sistemini kontrol eden ‘Transneft’ şirketi, eski Sovyetler Birliği devletlerine kendi taşıma ağından daha fazla ihraç kotası ayırma konusunda hiç de istekli değildir. Benzer şekilde, 145 bin km’lik dev doğal gaz boru hattı ağının da Rus ‘Gazprom’ şirketinin kontrolü altında olması nedeniyle, özellikle Türkmenistan kendi gazını Rusya üzerinden ihraç etme konusunda çok zorlanmaktadır. Üstelik, Gazprom, kendi gazını Batı Avrupa’daki önemli piyasalara ihraç ederken, Türkmen gazını Ukrayna ve Gürcistan’a yönlendirmekte; bu ise Türkmenistan’ın zaten ödenmemiş gaz faturaları nedeniyle borç batağına batmış ülkelere yapılan bu tip satışlar nedeniyle kazançlı çıkmasını engellemektedir.34 

3 Cü BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***