Gürcistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gürcistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Şubat 2021 Perşembe

ABD’nin Karadeniz’de Nüfuz Tesis Etme Girişimi

ABD’nin Karadeniz’de Nüfuz Tesis Etme Girişimi






Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI
Giresun Üniversitesi Öğretim Üyesi
Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi 
Yıl: 5 
Sayı: 17 
Kış 2012 


      Amerika Birleşik Devletleri diğer büyük güçler gibi kendi çıkarları doğrultusunda dönem dönem ekonomik, kültürel ve siyasi yayılma siyaseti 
uyguladığı gibi fiilen askeri birliklerle de müdahalelere yönelebilmektedir. ABD’nin bu harekât tarzına ait örnekler yakın tarihte Güneydoğu Asya’da, Afrika’da, bugün ise Afganistan ve Irak’ta görülebilir.
     Karadeniz (1) havzası, dünyanın diğer çatışma bölgelerine yakın olmasına rağmen nispi bir istikrara sahiptir.
Amerika Birleşik Devletleri ve diğer Batılı güçler çeşitli siyasi gelişmeleri gerekçe göstererek Karadeniz havzasında doğrudan veya dolaylı yoldan müdahil olma girişimlerini sürdürmektedir.
Bu çalışmada, ABD ve diğer batılı güçlerin müdahale sahasına dönüşen Afrika, Afganistan ve Irak gibi kriz bölgelerinden örnek verilerek, ABD’nin Karadeniz bölgesine yönelik politikaları incelenecektir. ABD’nin insan hakları, demokrasi ve benzeri gerekçeler üzerinden Karadeniz bölgesine nüfuz etme ve bölgede sürekli varlık tesis etmeye yönelik izlediği siyaset analiz edilecektir.

Karadeniz havzası bulunduğu coğrafi konum itibariyle çok önemli stratejik, jeopolitik ve jeostratejik öneme sahiptir.

Öncelikle bu coğrafya Rusya, Kafkasya ve Orta Asya’ya yakınlığı nedeniyle enerji, nakil ve ulaşım yolları üzerinde bulunmaktadır. Rusya Federasyonu’nun en önemli ticari ve askeri limanları Karadeniz kıyısında bulunmaktadır. 
Deniz taşımacılığı bakımından Rusya’nın bu limanları ülke ekonomisi bakımından hayati konumda dır. Rusya Batı’nın özellikle Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılarken Karadeniz limanlarını kullanmaktadır.
Ayrıca Orta Asya’nın Batı pazarlarına ulaşmak için kullanabileceği en önemli alternatiflerden biri Karadeniz’dir.
Kafkasya ülkelerinin, özellikle Azerbaycan’ın Batı pazarlarına ulaşmakta en rasyonel alternatifi Karadeniz’dir. Karadeniz’de bulunan mevcut enerji, nakil hatları ve gelecek dönemde yenilerinin yapılması düşüncesi bir gerçeği ortaya koymaktadır.
Bu gerçek, Avrupa’nın enerji ihtiyacını tedarik ve temin için Karadeniz’in vazgeçilmez olduğudur. Soğuk Savaş döneminde Karadeniz havzası Türkiye hariç doğu bloğu ülkelerinin egemenliği altında bulunduğundan genellikle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği hâkimiyeti altındaydı. Rusya’nın yanı sıra o dönem Sovyetler Birliği’nin bir parçası konumunda bulunan Gürcistan ve Varşova Paktı (2) üyeleri olan Romanya ve Bulgaristan Karadeniz ülkesiydi.

Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin nüfuz sahasında yer alan Karadeniz’ de, Sovyetler Birliği’nin ve ardından Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra dengeler Batı lehine değişmiş oldu. Gürcistan bağımsızlığını kazandıktan sonra liderlerinin tercihi neticesinde hızlı bir şekilde Rusya’dan uzaklaştı ve Batı eksenine yaklaştı.
Etnik sorunların ortaya çıkmasıyla kısa süre içinde ülkenin bazı bölgelerinde (3) Tiflis’in hâkimiyeti zedelendi. Daha sonra Rusya’nın Güney Osetya meselesini gerekçe göstererek Gürcistan’a savaş açması bağımsızlığına yeni kavuşan bu küçük ülkeyi önemli sorunlarla baş başa bıraktı. Gürcistan’ın Rusya ile sorunları halen devam etmektedir.
    Romanya ve Bulgaristan da Sovyetlerin dağılmasından sonra kısa zaman içinde Batı eksenine müdahil oldu.
İki ülke de çok kısa sürede NATO’ya (2004), gerekli reformları gerçekleştirerek Avrupa Birliği’ne (2007) katıldı. Romanya ve Bulgaristan’ın NATO’ya üye olması ise özellikle ABD’nin Karadeniz üzerinde nüfuz tesis etme hedefiyle açıklanabilir. Bu iki ülkenin hem AB’ye hem de NATO’ya katılması, Gürcistan ve Azerbaycan’ın da başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerle yakın ilişkiler geliştirmesi Karadeniz’deki dengelerin değişmesine neden olmuştur.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Karadeniz havzasında daha önceleri Sovyetler Birliği sınırları içerisinde bulunan yeni devletlerin ortaya çıkması ve bağımsızlıklarını kazanması Batı’nın ilgisini çekmiştir. Özellikle Ukrayna,
Beyaz Rusya ve Moldova bu hususta öne çıkmış görünmektedir.

ABD ve Avrupa devletleri bütün olanaklarını kullanarak bu ülkeler üzerinde nüfuz tesis etmeye yönelik girişimlerde bulunmuştur.
Bu girişimler zaman zaman söz konusu ülkelerin iç işlerine müdahil olmak şeklinde de tezahür etmiştir. Bu nüfuz yöntemi özellikle genel seçimler sırasında, parlamento veya başkanlık seçimleri dönemlerinde büyük fonlarla ve kitle iletişim araçlarının imkânlarıyla gerçekleştirilmiştir.

Nitekim George Soros’un (4) Ukrayna ve Beyaz Rusya’daki seçim dönemleri esnasında ve sonrasında meydana gelen toplumsal hareketliliklerde yönlendirici rol oynadığı bilinmektedir.
Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD, Karadeniz havzasında nüfuz tesis etmeye yönelik somut girişimlerde bulunmuştur.
Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova arasında oluşturulan GUAM Demokrasi ve Ekonomik Kalkınma Teşkilatı, Washington’ın teşvikiyle ortaya çıkmıştır. 1997 yılında kurulan teşkilat ile hedeflenen NATO’nun Karadeniz havzasında etkinliğini artırması ve Rusya’nın nüfuzunun sınırlandırılmasıdır. Teşkilatın adı 1999’da Özbekistan katılımıyla GUUAM olarak değiştiyse de, 2005’te Taşkent’in bu oluşumdan ayrılması ile tekrar GUAM olmuştur. GUAM’ın Şangay İşbirliği Teşkilatı’na alternatif olarak kurulduğu da ileri sürülmektedir.
Bu teşkilatın, bünyesindeki ülkeleri Avrupa-Atlantik kurumlarına yaklaştırdığı gözlemlenmektedir.
ABD, Karadeniz’de etki alanı tesis etme hedefiyle, 2001’den beri Akdeniz’de faal olan NATO’nun Aktif Çaba Harekâtı’nı terörle mücadele gerekçesi ile Karadeniz’e genişletmeye çalışmıştır. Türkiye ve Rusya bu girişime birlikte muhalefet etmiş, Türk yetkililer böyle bir adımın Karadeniz’de gereksiz yere gerilim doğurabileceği ne işaret etmiştir. Türkiye, Karadeniz’de terörle mücadeleyi mevcut oluşumların yürütebileceğini beyan etmiştir. Bu oluşumlar 2001’de teşkil edilen Karadeniz İşbirliği Görev Grubu ve 2004’te faaliyete geçen Karadeniz Uyumu Harekâtı’ dır. Diğer taraftan, 2005 yılında ABD, Karadeniz Ekonomik İşbirliği’ne gözlemci statüsüyle katılmak istemiş, Rusya veto etmiştir.
ABD’nin Trabzon’da bir askeri üs talebinde de bulunduğu, Türkiye’nin ise bu talebe sıcak bakmadığı basına yansımıştır.
ABD’nin Karadeniz havzasında etki kurma çabası Bulgaristan ve Romanya’nın 2004’de NATO’ya üye olması ile hız kazanmıştır.
ABD Bulgaristan’la 2006 yılında bir savunma işbirliği antlaşması imzalamıştır. Romanya ile de balistik füzelere karşı konuşlandırılacak bir savunma kalkanı konusunda işbirliği kararlaştırılmıştır. Bu işbirliği doğrultusunda Romanya’ya 2015 yılında kıyı konuşlu radar sistemi ve kara konuşlu füze bataryaları yerleştirilecek tir. ABD hâlihazırda iki ülkede de askeri üs bulundurmaktadır. Bulgaristan ve Romanya’nın ABD ile gelişen ilişkileri, İsrail’in de bu ülkelerle münasebetlerini güçlendirmesi için gerekli zemini hazırlamıştır. İsrailli pilotlar Romanya semalarında eğitim uçuşları yapmaya başlamıştır. İki ülkenin hava kuvvetleri ortak tatbikatlar gerçekleştirmektedir.
İsrail, Bulgaristan ile de 2011 yılında bir askeri işbirliği anlaşması imzalamıştır.
Son dönemde Avrupa Birliği de Karadeniz bölgesindeki siyasi nüfuzunu artırmaya yönelik somut girişimlerde bulunmuştur. 
     AB, 2007’de bölge ülkeleriyle çevre, ulaşım ve enerji alanlarında sektörel işbirliği ve ortak projeler hedefiyle Karadeniz Sinerjisi girişimini başlatmıştır. AB, Komşuluk Politikası’nın bir parçası olarak geliştirdiği Karadeniz Sinerjisi ile birlikte AB-Rusya ilişkilerinde ve AB-Türkiye ilişkilerinde yeni bir strateji geliştirmiş, Karadeniz’deki varlığını artırmayı amaçlamıştır. AB; Ukrayna, Moldova, Beyaz Rusya, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan ile imzaladığı Doğu Ortaklığı stratejisi ile de aynı doğrultuda hareket etmektedir. AB ile gümrüksüz ticaret ve vizesiz seyahatin öngörüldüğü bu strateji ile Birlik, Karadeniz havzası üzerindeki ekonomik ve siyasi nüfuzunu artırmaya çalışmaktadır.

Karadeniz Havzası, enerji kaynaklarına yakınlığının yanı sıra bölgesel kriz merkezlerine de yakın mesafede bulunması bakımından önem arz etmektedir. Etnik gerilimin dinmediği Kafkasya, Karadeniz’in güneydoğu bölgeleriyle iç içedir. Gürcistan’da filli bir parçalanmışlık söz konusudur.

   Kuzey Kafkasya’da Çeçenistan ve Dağıstan sorunlarının ciddiyeti devam etmektedir. Azerbaycan topraklarının başta Karabağ olmak üzere %20’si (5)
Ermenistan işgali altındadır. Bütün bu kriz bölgeleri, Güney ve Kuzey Kafkasya coğrafyasını bir çatışma alanına çevirmiş durumdadır.

Karadeniz güneybatıdan Balkanlar’la iç içedir. Eski Yugoslavya’nın parçalanmasıyla birlikte Balkanlar’da ortaya çıkan uyuşmazlıklar; etnik çatışmalar, iç savaşlar, etnik temizlik ve soykırımı beraberinde getirmiştir. Balkanlar’da nispi bir barış ortamı sağlanmış ise de bölgedeki hiçbir etnik ve dinsel sorun tamamen çözülmemiştir. Ortaya çıkan yeni devletlerin iç siyasi karışıklıkları, birbirleriyle olan sınır anlaşmazlıkları ve diğer sorunları varlığını devam ettirmektedir.
     Karadeniz, Kafkasya ve Balkanlar’ın yanı sıra dünyanın diğer çatışma bölgelerine de yakın mesafede bulunmaktadır.
İsrail’in Filistin meselesindeki uzlaşmaz tutumu ve bölgesel hegemonya hedefi doğrultusundaki Makyavelist politikaları sebebiyle Orta Doğu’nun kalıcı barış ve huzura ermesinin uzak olduğu söylenebilir.
Öte yandan Kuzey Afrika ve Orta Doğu coğrafyasındaki hâkim konumdaki otoriter iktidarları sarsan, Arap Baharı(6) diye adlandırılan toplumsal hareketlilik ve değişim rüzgârı bölgenin istikrarını ve güvenliğini doğrudan etkilemektedir. Diğer taraftan Irak ve Afganistan işgalleri de Karadeniz havzasını yakından ilgilendirmektedir.
    Zira Irak ve Afganistan Karadeniz’e çok yakın mesafededir. Karadeniz’de meydana gelen gelişmeler; Rusya, Bulgaristan, Ukrayna, Romanya, Beyaz Rusya, Moldova, Ermenistan ve Gürcistan’ı etkilediği kadar Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir.
Türkiye, Karadeniz’e 1685 km’lik kıyı şeridiyle bu havzanın en önemli aktörlerinden biri konumundadır.
Karadeniz’in açık denizlere tek ulaşım yolu olan boğazların da sınırları içinde bulunması Türkiye’nin konumunu daha da güçlendirmektedir. Uzun kıyı şeridi boyunca irili ufaklı yüzlerce yerleşim merkezi ve Samsun, Ordu, Giresun ve Trabzon gibi önemli limanların bulunması bu havzayı Türkiye için ekonomik bakımdan oldukça önemli kılmaktadır. Bu nedenle Karadeniz ve havzasında meydana gelebilecek herhangi bir istikrarsızlık ve sıcak çatışma, doğrudan doğruya Türkiye’nin milli güvenliğini tehdit edebilir.
Türkiye’nin enerji ihtiyacının büyük kısmı Rusya ve Azerbaycan’dan doğrudan, Hazar’ın doğu kıyısından dolaylı yoldan enerji nakil hatları vasıtasıyla Karadeniz havzası üzerinden karşılanmaktadır.

Karadeniz coğrafyası üzerinden Türkiye’ye nakledilen enerji kaynakları Akdeniz limanlarından, boğazlardan ve batı sınırından dünya ve Avrupa piyasalarına taşınmakta, bu vesileyle ülkeye önemli bir döviz girdisi sağlanmaktadır. Diğer taraftan Karadeniz’de deniz taşımacılığının yaygınlaşması Türkiye limanları üzerinden gerçekleşen ticaret açısından oldukça faydalıdır. Mesela, Trabzon limanı komşu İran devleti için çok önemlidir. İran’ın bütün dünyadan ithal ettiği mal ve ihtiyaçlarının önemli bir kısmı Trabzon limanı üzerinden bu ülkeye sevk edilmektedir. 
   Bu liman İran dış ticareti bakımından en önemli alternatiflerden birisidir. Dolayısıyla Karadeniz; Türkiye için olduğu kadar komşularla yürütülen ticari ve ekonomik ilişkiler açısında da önem teşkil etmektedir.
Özetle, ABD Soğuk Savaş sonrası dönemde Karadeniz’de bir etki alanı meydana getirmeye çalışmıştır. 
Bu çabanın 2000’li yıllarda arttığı, somut girişimlere dönüştüğü gözlemlenmekte dir.
ABD’nin girişimlerine karşın, bölgede Türkiye ve Rusya’nın mevcut dengelerin muhafaza edilmesi doğrultusunda tutum sergilediği fark edilmiştir. Karadeniz’deki mevcut dengenin ABD lehine değişmesi, özellikle Karadeniz’de olduğu gibi Kafkasya ve Orta Doğu’daki hassas süreçleri de olumsuz etkileyebilir.

DİPNOTLAR:

(1.) Karadeniz: 461.000 km2‘lik alanı kapsayan 8350 km’lik kıyı şeridine sahip olan Karadeniz’in doğudan batıya en geniş noktalarının arası 1175
       km, en derin noktası 2210 m’dir.
(2.) Varşova Paktı: Soğuk Savaş döneminde ABD önderliğindeki Batı bloğunun oluşturduğu Kuzey Atlantik Antlaşması’na (NATO) karşı Sovyetler
       Birliği ve güdümündeki ülkeler tarafından iş birliği ve karşılıklı yardımlaşma amacıyla kurulan askeri ve siyasi bir birliktir. 14 Mayıs 1955
       yılında Polonya’nın başkenti Varşova’da kurulan Birliğe, Sovyetler Birliği’nin yanı sıra Arnavutluk, Demokratik Alman Cumhuriyeti, Polonya, Çekoslovakya
       ve Romanya üye olmuştur. Varşova Paktı 1990’da Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla feshedilmiştir.
(3.) Gürcistan: 69.700 km2 yüzölçüme sahip ülkede nüfus 5 milyon (tahmini 2010) civarındadır. Acaristan, Abhazya ve Güney Osetya bölgeleri
       merkezi hükümetin denetimi dışında bulunmaktadır. Gürcistan, NATO ve AB üyesi olmak için uğraş vermektedir.
(4.) George Soros: 1930 doğumlu Soros, Macar Yahudi bir ailenin mensubu olup, halen ABD vatandaşıdır. Soros, finans spekülatörü olarak
       özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan ülkelerdeki açık ve kapalı faaliyet ve toplumsal hareketleri yönlendirmesiyle
        üne kavuşmuştur.
(5.) Azerbaycan: Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Dağlık Karabağ’ın yanı sıra halen 7 ilçesi Ermenistan işgali altında bulunmaktadır. Bu ilçeler:
       Ağdam, Fuzuli, Cebrail, Zengilan, Laçin, Kelbecer ve Gubatlı’dır.
(6.) Arap Baharı: Bkz:
       http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1067:arap-baharna-farklbak&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150

https://www.turansam.org/makale.php?id=3882

***

31 Ocak 2020 Cuma

21. YÜZYIL DÜNYA ENERJİ DENGESİNDE PETROL VE DOĞAL GAZIN YERİ VE ÖNEMİ BÖLÜM 4

21. YÜZYIL DÜNYA ENERJİ DENGESİNDE PETROL VE DOĞAL GAZIN YERİ VE ÖNEMİ BÖLÜM 4




BAKÜ-TİFLİS-CEYHAN HPBH PROJE KRONOLOJİSİ 

(1992-1997) 
(Mayıs 1998) 

(Ekim 1998) 

(Nisan 1999) 

(Kasım 1999) 

(Kasım 1999) 

(Ekim 2000) 

(Ekim 2000) 
(Ekim 2000) 
(15 Kasım 2000-

5 Mayıs 2001) 

(19 Haziran 200118 Haziran 2002) 
(28 Ağustos 2002) 
(29 Ağustos 2002) 
(10 Eylül 2002) 
(18 Eylül 2002) 
(20 Eylül 2002) 

(26 Eylül 2002) 

Muhtelif Görüşmeler 

İstanbul Mutabakat Zaptı Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye Ankara Deklarasyonu Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye, Kazakistan, Özbekistan Devlet Başkanları (ABD Enerji Bakanı şahit) İstanbul Protokolü Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye (ABD yetkilisi şahit) 

IGA’nın İmzalanması Azerbaycan, Gürcistan ve 

Türkiye Devlet Başkanları (ABD Başkanı şahit) İstanbul Deklarasyonu Azerbaycan, Gürcistan, Kazakistan ve Türkiye Devlet Başkanları (ABD 
Başkanı şahit) 
HGA’nın İmzalanması Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye TA’nın İmzalanması Hükümet Garantisi’nin İmzalanması 

Temel Mühendislik 

Detay Mühendislik 
Detay Mühendislik-İş-Tamamlama Belgesi 
Arazi Temin ve İnşaat-İşe Başlama Bildirim 
Arazi Temin ve inşaat-Resmi Başlangıç Tarihi 
BTC Temel Atma Töreni-Bakü 
BTC Türkiye Kesimi Sözleşmeleri İmza Töreni-

Ankara  BTC Ceyhan Terminali Temel Atma Töreni- Adana 

Aralık 2000’de Ramco şirketinin AIOC konsorsiyumundaki tüm hissesi Devon Energy, Unocal ve Delta-Hess şirketleri tarafından satın alınmıştır. Böylece, AIOC konsorsiyumundaki şirket payları değişmiş ve AIOC içinde meydana gelen bu değişiklik, BTC Sponsor Grubu’na da yansımıştır. Daha önce bu oluşuma katılmamış olan ‘Devon Energy’ şirketi, Ramco’nun Sponsor Grup içindeki hisselerinin bir kısmını alarak gruba dahil olmuştur. Ramco hisselerinin geriye kalanı ise Unocal ve Delta-Hess şirketlerine devredilmiştir. 

Devon Energy daha sonra Sponsor Grup’dan çekilmiştir. 

<  18 Ekim 2001 tarihinde Sponsor Gruba (MEP) İtalyan dev petrol ve enerji firması ENI’nin katılımı projenin geleceği açısından çok önemli bir dönüm noktası olmuştur.  >

Gerek AIOC Konsorsiyumu gerekse Sponsor Grup liderliğini BP şirketi üstlenmektedir. 

18 Ekim 2001 tarihinde Sponsor Gruba (MEP) İtalyan dev petrol ve enerji firması ENI’nin katılımı projenin geleceği açısından çok önemli 
bir dönüm noktası olmuştur. Böylece, ilk kez AIOC üyesi olmayan, yani taşınacak petrolün sahibi olmayan bir firma MEP Katılımcısı unvanını 
almıştır. ENI katılımının önemli bir diğer özelliği ise, BTC hattı ile Kazak petrollerinin de taşınmasının önünü açmış olmasıdır. Gerçekten de, 
ENI’nin alt kuruluşu olan Agip, Kazakistan’daki dev Kaşağan sahasının operatörü ‘Agip KCO Konsorsiyumu’nun lideri konumundadır. Fransız Total FinaElf,  Japon Inpex ve Amerikan ConocoPhillips firmalarının da katılımıyla Sponsor Grup içerisindeki şirketler ve payları zaman içerisinde değişmiş olup, pay dağılımı aşağıdaki gibi oluşmuştur: 


Tablo 5: Sponsor Grup İçindeki Firmaların Payları 

MEP Katılımcıları, 1 Ağustos 2002’de, inşaat ve işletme faaliyetlerini yürütmek amacıyla ‘BTC Co.’ ve finansman işlerinden sorumlu olmak üzere ise ‘BTC Invest’ şirketlerini kurarak, BTC hattının hayata geçirilmesi konusundaki kararlılıklarını bir kez daha kanıtlamışlardır. BTC Co. üyelerince gerek Kazak petrolünün de BTC hattı ile taşınması gerekse dış finansman sağlanması kapsamında yürütülen görüşmeler çok olumlu şekilde devam etmektedir. BTC boru hattı inşaatının % 30’unun BTC Co.’daki hisseleri oranında şirketler tarafından ve geriye kalan % 
70’inin ise uluslararası finanssal kuruluşlarca karşılanması planlanmaktadır. 

Anahtar Teslim Anlaşması çerçevesinde müteahhit olarak görevlendirilen BOTAŞ, her biri projenin ana aşamalarını da temsil eden, ‘Temel Mühendislik’ çalışmalarını 6 ay, ‘Detay Mühendislik’ çalışmalarını 12 ay içinde başarıyla tamamlamıştır. BOTAŞ, 10 Eylül 2002 itibarıyla resmi olarak başlatılan üçüncü ve son aşama ‘Arazi ve İnşaat’ çalışmalarını ise 32 ayda bitirmekle yükümlüdür. Tüm hattın tamamlanması ve devreye alınması için hedeflenen tarih ise 2005 yılı bahar aylarıdır. 

b. Özet Proje Bilgileri 

1. Proje Yatırım Maliyeti 

PLE Mühendislik firması tarafından yapılan fizibilite etüdünde projenin toplam sistem için yatırım maliyeti 2,4 milyar Dolar olarak hesaplanmıştır. 

Türkiye kesiminin tahmini maliyeti ise kamulaştırma dahil 1,4 milyar Dolar düzeyindedir. 

Türkiye kesiminin tüm finansmanı, Türkiye tarafından değil; bizzat projeye iştirak eden şirketlerce karşılanacak olup, işin zamanında bitirilmesi 
durumunda proje, Türkiye’ye hiçbir maliyet getirmeyecektir. 

Türkiye, 1.4 milyar Dolarlık Türkiye kesimi yatırım maliyetinin aşılması durumunda, karşılıklı anlaşmaya bağlı olarak devreye girip girmeyeceği 
tespit edilecek 300 milyon Dolar tutarında Hükümet Garantisi sağlamış bulunmaktadır. 

2. Proje Süresi Esas süre 40 yıl olmakla birlikte, proje katılımcılarının talep etmesi durumunda, 10’ar yıllık dönemler halinde iki kez uzatılması 
mümkündür. 

3. Projenin Teknik Özellikleri Maksimum Kapasite 50 MTY (1 Milyon varil/gün) 

Toplam Uzunluk 1,774 km 

Azerbaycan 440 km 

Gürcistan 260 km 

Türkiye 1,074 km 

Boru Çapı 42’/34’ 

Dizayn Basıncı 100 Bar 

Toplam Pompa İstasyonu 8 
Türkiye 4 


4. Projeden Sağlanacak Gelir BTC Projesi’nden sağlanacak dolaylı kazançlar bir yana bırakılırsa, Türkiye’nin, bu projeden ‘geçiş vergisi ve işletmecilik hizmetleri’ karşılığında; taşınacak kapasiteye bağlı olarak, 1-16. yıllar arasında 140 ile başlayıp 200 milyon Dolara ulaşan, 17-40. yıllar arasında ise 200 ile başlayıp 300 milyon Dolar civarına çıkan bir yıllık gelir elde etmesi beklenmektedir. 

Özellikle 50 MT’luk maksimum yıllık kapasiteye ulaşıldığında BTC’den sağlanması beklenen gelirin, Irak hattından sağlanan gelirin üzerinde 
olacağı anlaşılmaktadır. Bu rakamlar, BTC’nin Türkiye açısından önemini daha da somutlaştırmaktadır. 

5. Projenin Türkiye’ye ve Doğu-Batı Enerji Koridoru’na Diğer Katkıları Ekonomik etkileri kısaca gözden geçirilirse, hattın gerçekleşmesi ile geçiş ücreti ve sahalardaki payımızdan dolayı önemli ölçüde gelir elde edilecek; taşıma maliyetlerinin minimuma indirilmesi, finansman ve navlun ücretlerinden sağlanacak tasarruf gibi nedenlerle daha ucuza ham petrol temin etmek mümkün olacaktır. BTC hattından alınacak petrol ile, ithalata bağımlı ülkemizin enerji arz güvenliğine yapılacak katkı açısından da çok ciddi bir avantaj tesis edilmiş olacaktır. 

İnşaat aşamasında yaratılacak yeni istihdam ve iş olanakları ile de hem Türk özel sektörünün önü açılacak hem de hattın geçtiği bölgelerde ekonomik canlanma yaşanacaktır. Özellikle inşaat aşaması boyunca, kısa, orta ve uzun vadeli istihdam olanakları yaratması açısından projenin, gerek boru hattı güzergâhı üzerinde gerekse deniz terminali mücavir alanlarında bulunan yerleşim birimleri için pek çok imkan yaratması beklenmektedir. 

Halihazırda, geliştirilme aşamasında olan sosyal ve çevresel yatırım programları ile de boru hattı ve deniz terminali civarında bulunan genel çevre ve yerleşim alanlarına bir takım faydalar sağlanması mümkün olacaktır. 

<   Doğu-Batı Enerji Koridoru’nun en kritik ayağını oluşturan BTC HPBH ile hem Türkiye’nin jeopolitik önemi artacak hem de Azerbaycan ve Gürcistan’ın siyasi ve iktisadi istikrarına katkı yapılacaktır. >


  BTC hattı içinde ve Ceyhan terminalindeki ham petrol sayesinde, kriz zamanlarında arz esnekliği sağlamak üzere, Türkiye’nin stratejik petrol stok kapasitesi de artacaktır. Proje ile Ceyhan terminali önemli bir uluslararası petrol piyasası merkezi haline gelirken; yaratılan sinerji ile Mersin ve İskenderun limanları da hızla canlanacaktır. 

Bugüne kadar siyasi, ekonomik, stratejik ve güvenlik bakımından en uygun çözüm olduğunu tüm dünyaya kanıtlayan BTC HPBH Projesi, Türk Boğazları ’ndaki aşırı trafik yükünden kaynaklanan geçiş risklerinin en aza indirilmesi sayesinde çevresel etkiler bakımından da açık ve önemli bir avantaj sağlayacaktır. 

Doğu-Batı Enerji Koridoru’nun en kritik ayağını oluşturan BTC HPBH ile hem Türkiye’nin jeopolitik önemi artacak hem de Azerbaycan ve Gürcistan’ın siyasi ve iktisadi istikrarına katkı yapılacaktır. Proje ile Azerbaycan, dünya genelinde sayılı üreticiler arasına girerken, Gürcistan da en önemli geçiş ülkesi olarak ön plana çıkacaktır. 

Çeşitli ulusal ve uluslararası platformlarda da pek çok kereler vurgulandığı üzere, hattın geçeceği güzergah Doğu ile Batı arasında bir enerji köprüsü oluşturacak ve her şeyden önemlisi bu proje, bölge ülkelerinden dünya pazarlarına ham petrol ve doğal gaz nakledecek diğer boru hattı projelerine de öncülük edecektir. 

BTC’yi, sırasıyla Azerbaycan gazını Türkiye ve Avrupa’ya ulaştıracak Şah Deniz Doğal Gaz Boru Hattı Projesi ve Türkmenistan gazını ülkemiz ve Avrupa piyasalarına taşıyacak Hazar Geçişli Türkmenistan-Türkiye-Avrupa Doğal Gaz Boru Hattı Projesi izleyecektir. Bu hatlar, bugün ikisi de hızla ilerleyen Türkiye-Yunanistan-İtalya ve Türkiye-BulgaristanRomanya-Macaristan-Avusturya Doğal Gaz Boru Hattı projelerine bağlandığında koridor tamamlanacak ve Türkiye gerek petrol gerekse doğal gazın Batı piyasalarına aktarımı bakımından tam anlamıyla bir enerji terminaline dönüşmüş olacaktır. 

DİPNOTLAR;

1 BP-Statistical Review of World Energy 2002, (Londra; Haziran 2002), s.38.; World Energy Council, ‘Yarının 
Dünyası için Enerji’ (Ankara, 1996), ss. 43-47, 288-91’deki Tablo C1a,C1b,C4a,C4b, 302’deki Tablo C15; B. 
Yücel, ‘21. Yüzy›l Eşiğinde Türkiye’nin Enerji Politikalarına Yön Verecek Gelişmeler’, Türkiye 6. Enerji 
Kongresi, (Ankara: Dünya Enerji Konseyi, 1994), ss.24-38.; B. N. Bayraktar, ‘Enerji Kullanım Yönünden 
Ülkelerin Uygarlık Düzeylerinin Karşılaştırılması’, Enerji Politikaları ve Planlama- Türkiye 7. Enerji Kongresi, 
Ankara: Dünya Enerji Konseyi, 3-8 Kasım, 1997, ss. 11-19.; F. Birol, ‘Küresel Enerji Talebi: Uzun Vadeli Bir 
Bakış’ Enerji Politikaları ve Planlama - Türkiye 7. Enerji Kongreyi, (Ankara: Dünya Enerji Konseyi, 3-8 Kasım, 
1997), ss. 1-6; International Energy Outlook, 1999 bask›s›, ‘Environmental Issues and World Energy, Table 
A.10, Reference Case’, http://www.eia.doe.gov/oiaf/ieo99/environmental.html; International Institute for 
Applied System Analysis (IIASA) and World Energy Council (WEC), ‘Global Energy Perspectives’, N. 
Nakicenovic, A. Grubler ve A. Mcdonald (Der.) (Cambridge University Press., 1998), Chapter 4.; International 
Energy Agency – Caspian Oil and Gas, The Supply Potential of Central Asia and Transcaucasia, 1998 
baskısı,(OECD/IEA Pub., Paris), Part IV. 
2 Tablonun hazırlanmasında kullanılan kaynaklar: International Energy Agency- World Energy Outlook, 1982 
baskısı, (OECD/IEA Pub., Paris), s. 65.; Energy Agency - World Energy Outlook, 1998 baskısı,(OECD/IEA 
Pub., Paris).; International Energy Agency- World Energy Outlook: Assessing Today’s Supplies to Fuel 
Tomorrow’s Growth, 2001 Insights, OECD/IEA Pub., Paris.; BP - Statistical Review of World Energy 2002, 
(Londra; Haziran 2002). 
3 Hidrolik hariç, günefl, rüzgar, gel-git, jeotermal, geleneksel ve modern biyolojik yakıtlar. 
4  Aslında, elimizde, enerjinin geleceği hakkında, Ajans raporu (IEA 1998) dışında, biri Dünya Enerji Konseyi’ne 
(WEC 1996) ait, diğeri ise Konsey ve Uluslararası Uygulamalı Sistemler Analiz Enstitüsü’nün ortak raporu 
(IIASA/WEC 1998) olmak üzere iki adet çalışma daha vardır. Bu üç rapor, en az›ndan 2020 yılına kadar 
dünyanın geniş ölçüde fosil yak›tlara bağımlı kalacağı ve alternatif enerji kaynaklarının ise çok s›n›rl› bir paya 
sahip olacağı konuları üzerinde anlaşmaktadırlar. Bu raporların tümünde, enerji ve çevre açısından 2020’ye 
kadarki görünüm hemen hemen aynı olmakla birlikte, asıl farklılık 2020’den sonra ortaya çıkmaktadır. 
   WEC (1996) ve IIASA/WEC (1998) çalışmaları, çeflitli enerji ve çevre senaryoları itibarıyla öngörülerini 2050 hatta 
2100 yılına kadar uzatmaktadırlar. Burada, Keynes’in “uzun dönemde hepimiz ölüyüz!” felsefesinden esinlenerek 
ve diğerlerine göre daha gerçekçi bir senaryodan hareket ederek önümüzdeki 20 yılı detaylı şekilde analiz eden Ajans 
(IEA) tahminleri tercih edilmiştir. 
5 International Energy Agency - World Energy Outlook, (Paris: OECD/IEA Pub., 1998), ss. 19-20. 
6 Aynı raporu 2001 verileriyle revize eden Ajans’ın (International Energy Agency- Key World Energy Statistics, 
   (OECD/IEA, Paris, 2001)) raporundaki genel eğilimlerin aynı kalacağını belirterek, Hazar’a daha geniş yer 
   ayırması bunun kanıtıdır. 
7 International Energy Agency - World Energy Outlook: Assessing Today’s Supplies to Fuel Tomorrow’s 
Growth, 2001 bask›s›, (OECD/IEA Pub., Paris), s. 33. 
8 Energy Economist, ‘Transport into 2020’, Financial Times Energy, (Eylül 1998), ss.1-7. 
9 Afganistan savaşının Hazar boru hatlarına etkisi, bu savafşın arka planında ABD’nin bölgedeki tüm potansiyel 
  oyunculara ve/veya seyircilere gönderdiği çeşitli mesajların değerlendirildiği bir çalışma için bkz. Cenk Pala, 
  ‘Afganistan Savaşının Hazar Boru Hattı Projelerine Etkisi: Kırmızı Kalem Bu Kez Kimin Elinde’, PetroGas, Cilt 
  26, (Kasım-Aralık, 2001), 38-43. 
10 International Energy Agency- Key World Energy Statistics, (OECD/IEA, Paris, 2001), ss. 135-136. 
11 Tablo için kullan›lan kaynaklar: International Energy Agency- World Energy Outlook: Assessing Today’s 
    Supplies to Fuel Tomorrow’s Growth, 2001 Insights, OECD/IEA Pub., Paris. S.24.; International Energy 
    Agency - World Energy Outlook, 1998 baskısı,(OECD/IEA Pub., Paris). s. 64, Table 6.1. 
12 TC Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, ETKB Alt Komisyon Raporları, Türkiye 1. Enerji şurası- 7-9 Aralık, 
    İstanbul, (Ankara: 1998), ss.10-25. 
13 BP- Statistical Review of World Energy 2002, Haziran, Londra. 
14 Bu felaket senaryolarını örnekleyebiliriz: 1865 yılında ünlü İngiliz iktisatçısı Stanley Jevons, İngiltere kömür 
     kaynaklarının çok kısa bir süre içinde tükeneceğini yazmıştır. Oysa, 1860’lara 70 milyon tonluk bir üretim 
     düzeyi ile giren İngiltere için bu yıllar, kömür üretiminin hızla arttığı yıllar olmuştur. 1914 yılında ise bu kez 
     ABD Maden Bürosu, Amerikan’ın 10 yıllık petrol rezervinin kaldığını savunmuştur. Çeşitli hükümet kuruluşları 
     bu kehanetlere devam etmişler ve ilkin 1939’da, ardından 1951’de Amerikan petrol rezervlerine 13 yıl ömür 
     biçilmiştir. Bu tahminler arasında en çarpıcı olanı ise, 1972’de Roma Klubü tarafından yayınlanan “Ekonomik 
     Büyümenin Sınırları” isimli 70’lerin ünlü raporunda yer alan petrol rezerv tahminleridir. Rapora göre, o tarihte 
     550 milyar varil olan dünya ispatlanmış ham petrol rezervleri, 20 yıl içinde tükenecektir. Oysa, 1970 ile 1990 
     yılları arasında dünya 600 milyar varil petrol tüketmiştir. Üstelik, Roma Klubü tahminlerinin tersine, 1990’da 
     (petrol benzerleri hariç) hiç kullanılmamış “ispatlanmış” rezerv miktarı 900 milyar varil düzeyine ulaşmıştır. 
     Burada, dünyanın 2003 yılına 1 trilyon varili aşan (ki bazı tahminlere göre 3 trilyon varil) bir petrol rezerviyle 
     girmiş olduğunu da kayda geçmek gerekir (‘Environmental Scales: plenty of Gloom’, The Economist, Cilt 20, 
     (December, 1997), ss. 21-23; BP- Statistical Review of World Energy 2002, Haziran, Londra., s.4.). 
15  Cenk Pala ve E. Engür, ‘Kafkasya Petrolleri: 21. Yüzyılın Eşiğinde Hazar Havzası ve Türkiye’, İşletme ve 
     Finans, Sayı 152, (Kasım, 1998), s. 25. 
16 International Energy Agency – Caspian Oil and Gas, The Supply Potential of Central Asia and Transcaucasia, 
     1998 baskısı,(OECD/IEA Pub., Paris). 
17 United Nations, Energy Information Administration, Caspian Sea Region: Reserves and Pipeline Tables (New 
     York: United Nations, 2002), ss. 4-6. 
18 BP- Statistical..., s. 4. 
19 BP- Statistical..., s. 20. 
20 International Energy Agency – Caspian Oil and Gas, The Supply Potential of central Asia and Transcaucasia, 
    1998 baskısı,(OECD/IEA Pub., Paris). ; United Nations, Energy Information Administration, Caspian Sea 
    Region: Reserves and Pipeline Tables (New York: United Nations, 2002). 
21 Tablo için kullanılan kaynaklar: International Energy Agency-World Energy Outlook, 1998 baskısı,(OECD/IEA 
     Pub., Paris). s. 134, Table 8.10.; International Energy Agency- Key World Energy Statistics, (OECD/IEA, 
     Paris, 2001), s. 38,Table 2.1,135.; BP- Statistical Review of World Energy 2002, Haziran, Londra, ss. 910,25,40. 
22 International Energy Agency- Key World Energy Statistics, (OECD/IEA, Paris, 2001), s. 42, Table 2.3. 
23 International Energy Agency- Key World Energy Statistics, (OECD/IEA, Paris, 2001), s. 172, Table 2.10. 
24 European Union, European Comission-Diroctorate-General for Energy and Transport, Green Paper: Towards 
     a Europen Strategy for the Security of Energy Supply, (Brüksel: EU, 29 Kasım 2000), s.769. 
25 European Union, European Comission-Diroctorate-General for Energy and Transport, Green Paper: Towards 
    a Europen Strategy for the Security of Energy Supply, (Brüksel: EU, 29 Kas›m 2000). 
26 Güneş, rüzgar, gel-git, jeotermal, geleneksel ve modern biyolojik yakıtlar. 
27 Cenk Pala ve E. Engür, ‘Kafkasya Petrolleri: 21. Yüzyılın Eşiğinde Hazar Havzası ve Türkiye’, İşletme ve Finans, Sayı 152, Kasım, 1998, ss. 21-39. 
28 Tabloyu oluştururken kullanılan kaynaklar: International Energy Agency – Caspian Oil and Gas, The Supply 
     Potential of central Asia and Transcaucasia, (Paris: OECD/IEA Pub., 1998); BP- Statistical Review of World 
     Energy 2002, Haziran, Londra. 
29 International Energy Agency – Caspian Oil and Gas, The Supply Potential of central Asia and Transcaucasia, 
     1998 baskısı,(OECD/IEA Pub., Paris); BP- Statistical Review of World Energy 2002, Haziran, Londra; United 
     Nations, Energy Information Administration, Caspian Sea Region: Reserves and Pipeline Tables (New York: 
     United Nations, 2002). 
30 Cenk Pala ve E. Engür, ‘Kafkasya Petrolleri: 21. Yüzyılın Eşiğinde Hazar Havzası ve Türkiye’, İşletme ve 
    Finans, Sayy 152, Kasım, 1998, s. 25. 
31 International Energy Agency – Caspian Oil and Gas, The Supply Potential of central Asia and Transcaucasia, 
    1998 baskısı,(OECD/IEA Pub., Paris); BP- Statistical Review of World Energy 2002, Haziran, Londra; United 
    Nations, Energy Information Administration, Caspian Sea Region: Reserves and Pipeline Tables (New York: 
    United Nations, 2002). 
32 United Nations, Energy Information Administration, Caspian Sea Region: Reserves and Pipeline Tables (New 
    York: United Nations, 2002). 
33 BP, Statistical Review of World Energy 2002, (Londra: BP, 2002). 
34 Cenk Pala, ‘Afganistan Savaşı’nın Hazar Boru Hattı Projelerine Etkisi: Kırmızı Kalem Bu Kez Kimin Elinde’, 
    PetroGas, Sayı 26, Kasım-Aralık, 2001, ss. 38-43. 
35 United Nations, Energy Information Administration, Caspian Sea Region: Reserves and Pipeline Tables (New 
    York: United Nations, 2002). 
36 Reuters, 21 Ağustos 2002. 
37 International Energy Agency – Caspian Oil and Gas, The Supply Potential of Central Asia and Transcaucasia, 
    (Paris: OECD/IEA Pub., 1998). 
38 ‘ Afganistan Savaşı’nın Hazar Boru Hattı Projelerine Etkisi: Kırmızı Kalem Bu Kez Kimin Elinde’, PetroGas, 
    Sayı 26, Kasım-Aralık, Ankara, ss. 38-43. 

***

3 Kasım 2018 Cumartesi

Kürdistan’ı Kabul keşke bu kadar kolay olsaydı

Kürdistan’ı Kabul keşke bu kadar kolay olsaydı



Serdar AKİNAN
14 Kasım 2007

Pakistan’da ABD yanlısı Müşerref ikinci darbeyi yaptı. 

Bu, Pakistan gibi nükleer güce sahip son derece kritik bir ülkede kaçınılmaz bir istikrarsızlık demektir. 

 Pakistan her türlü kaosa açık bir ülke haline geldi. 

 Ve, bu aynı zamanda küresel bir tehlikedir. 

 Gürcistan’da 4 yıl önce “Gül devrimi” ile gelen ABD yanlısı Saakaşvili iktidarı sallantıda... 

 Bu iktidarın düşmesi ABD açısından büyük bir stratejik kayıp olur. 

 Mısır’da ve hemen hemen tüm ABD yanlısı iktidarlara sahip körfez ülkelerinde “Müslüman kardeşler” muazzam bir güce kavuşuyor. 

 Müslüman kardeşlerin ilk zaferi Mısır’da olabilir. 

 Bu tüm körfezi ateşleyecek kan rengi bir işaret fişeği olabilir. 

 Bush, iktidarını devretmeden önce İran’ın nükleer güç kapasitesine ulaşmadan durdurulacağı hedefi ile kendini bağlamış vaziyette. 

 Petrol fiyatlarının 100 doları geçmesi, ABD’de finans piyasalarındaki istikrarsızlık ayrı bir tehdit. 

 Tüm bu kriz ortamlarındaki öngörülemeyen dalgalanmaların ötesinde uzmanlar ABD’yi vuracak 11 Eylül benzeri yeni bir saldırının adeta kaçınılmaz olduğunu düşünüyorlar. 

 5 Kasım’da Bush ile Erdoğan arasında yaşanan “samimi” görüşmenin sonuçları üzerine medyamızda adeta “suskunluk” diyebileceğim ölçüde bir düşük eleştiri profili var. 

 Oysa dünya küresel bir güç kırılmasına doğru gidiyor. 

 Merkez Üssü ise bölgemiz olacak. 

 5 Kasım itibarıyla ortaya çıkan tablo, altını bir kez daha ve ısrarla çizmek gerekiyor, Irak’ın kuzeyinde yani Musul vilayetinde bir Kürdistan’ın kurulmasının iktidar tarafından zımnen kabulüdür. 

 PKK meselesi artık teferruattır. 

 Kürdistan’ın kurulması ise ABD yanlısı AK Parti iktidarının desteğini aşan ölçekte bir güç dengesi değişimi demektir. 

 Yukarıda saydığım gelişmeler ABD’nin “süper güç” olarak varlığını doğrudan etkileyebilecek sonuçlara neden olabilecek son derece sıcak gündem maddeleridir. 

 Dünyada Amerikan politikalarından en çok rahatsız olan millet kimdir? 

 Türkler... 

“Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğüne yönelik en büyük tehdit kimden gelmektedir?” sorusuna yanıtı bu millet nasıl veriyor? 

“En büyük tehdit ABD...” 

En büyük halk desteğine sahip parti ise AK Parti... 

 Bu aslında, ekonomik ve sosyal gerekçelerden ötürü, bir paradoks değil. 

 Ama... 

“Ama”sı şu... 

 Türkiye, 5 Kasım itibarıyla, Amerikan çıkarılarına uygun bir karar almıştır. 

 Ve, bence, yukarıda saydığım sıcak gelişmeler de dikkate alındığında, bu karar yanlış ve tehlikeli bir karardır. 

 Ama çok daha tehlikelisi, tüm bu saydıklarımı okuyan ve anlamayan “uyuşmuş sessiz yığınlar”ın, ani bir ekonomik krizle, öngörülemeyen bir sosyal hareketliliğe kalkışmasıdır. 

Allah bu Millete acısın” demekten başka bir şey içimden gelmiyor. 

 Ve, Elbette, Yüzde yüz yanılıyor olmaktan...


Serdar AKİNAN
14 Kasım 2007

https://www.ulkucudunya.com/index.php?page=altin-yazi-detay&kod=736

***

23 Ekim 2015 Cuma

TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ BÖLÜM 16

TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

BÖLÜM 16


ULUSLARARASI POLİTİKALAR EKSENİNDE KAFKASYA


ULUSLARARASI POLİTİKALAR EKSENİNDE KAFKASYA
Dr. Fatih ÖZBAY

Stratejik açıdan dünyanın en önemli bölgelerinden olan Kafkasya coğrafik olarak batıda Azak Denizi’nin güneydoğusunu oluşturan Taman Yarımadası’ndan doğuda Hazar Denizi’nin batısında bulunan Apşeron Yarımadası’na; kuzeyde Don ve Kuma ırmakları ağzı bölgesinden güneyde Aras Irmağı’na ve Kars Platosu’na kadar uzanan; kuzeyde “Büyük Kafkaslar” güneyde “Küçük Kafkaslar” dağlarıyla kaplı yaklaşık 440.000 km2’lik bir alandır. Don nehri Kafkasya’nın kuzey sınırını, Aras nehri ise güney sınırını oluşturur.

40. ve 46. boylamlar arasında yer alan Kafkas sıradağları batıda Karadeniz kıyısındaki Novorossiysk şehrinden doğuda Hazar Denizi kıyısındaki Derbent şehrine kadar uzanır. En yüksekleri 5647 metre yükseklikteki Elbruz Dağı ve 5047 metre yükseklikteki Kazbek Dağı olan bu sıradağlar aynı zamanda Avrupa ile Asya kıtaları arasında doğal bir sınır oluştururlar. Derin vadiler, boğazlar, geçitler, yüksek yaylalar ve yer yer uzanan ovalarla Kafkas sıradağları kuzeyde ulaşım yolları olarak da kullanılan Dinyeper, Don ve Volga gibi büyük nehirlerin bitim noktasında bulunur.
Kafkasya Doğu-Batı ve Kuzey-Güney eksenlerinde çok önemli bir geçiş noktası dır. Kuzeyde Rusya’nın içlerinden başlayıp güneyde Anadolu, Ortadoğu ve Afrika’ya yönelen eski ulaşım ve ticaret yollarının kesiştiği yerdedir. Doğuda Çin’den ve uçsuz bucaksız Orta Asya steplerinden başlayıp batıda Avrupa ve Akdeniz’e kadar uzanan tarihi “İpek Yolu” da Kafkasya üzerinden geçer. Kafkasya, kendine özgü coğrafik yapısıyla Asya, Avrupa ve Ortadoğu üzerinden Karadeniz, Akdeniz, Hazar Denizi, Basra Körfezi ve Hint Okyanusu gibi önemli denizlere giden yolların kavşağında bulunur.

Bölgenin oldukça dağlık olan yapısı ekonomisine, ulaşımına, siyasi ve kültürel yapısına doğrudan etki etmektedir. Kafkasya bölgesinin en önemli özelliği birçok farklı etnik grubu içerisinde barındırmasıdır. Dağlık yapısı etnik grupların belirli noktalarda yoğunlaşmasına sebep olmuştur. Gürcüler, Azeriler, Ermeniler, Osetler, Çerkezler, Kabartaylar, Balkarlar, Abhazlar, Çeçenler, İnguşlar, Dargiler, Laklar, Nogaylar, Kumuklar, Lezgiler ve Avarlar etnik Kafkas halklarından bazılarıdır. Kafkasya içerisinde barındırdığı dil çeşitliliğiyle de dünyanın ender bölgelerinden birisidir. Dini yapı olarak da sahip olduğu çeşitlilik bölgeyi dünyanın diğer bölgelerinden ayırmaktadır. Jeostratejik öneminden dolayı bölge tarih boyunca Hunlar, Araplar, Bizans, Moğollar, Osmanlı, İran ve Rusya gibi yükselen büyük güçlerin sürekli ilgi alanında olmuştur. Büyük güçlerin tarih boyunca bölge üzerinde denetim ve nüfuz kurma mücadeleleri Kafkasya’yı etnik, kültürel ve politik anlamda derinden etkilemiş ve şekillendirmiştir.
Kafkasya bölgesi “Kuzey Kafkasya” ve “Güney Kafkasya” olmak üzere iki farklı bölgeye ayrılmaktadır. Kuzey Kafkasya etnik dağılım yönünden Güney Kafkasya’ya göre daha karmaşıktır. Kuzey Kafkasya, Rusya Federasyonu’nun parçası olan Adıgey, Dağıstan, Kabardino-Balkar, Karaçayevo-Çerkez, Kuzey Osetya, İnguşetya ve Çeçenistan gibi cumhuriyetlerden oluşmaktadır. Güney Kafkasya ise SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlıklarına kavuşmuş olan Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan devletlerinden oluşmaktadır.

SSCB’nin dağılması sonrasında Güney Kafkasya’da bağımsızlığına kavuşan devletler ve uluslararası ilişkiler parametrelerinin değişmesiyle ortaya çıkan yeni dengeler hem bölge devletlerinin hem de bölgede çıkarları olan devletlerin dış politika davranışlarına önemli etkide bulunmaktadır.

Günümüzde Kafkasya, sahip olduğu zengin kaynakları, jeopolitik konumu, jeostratejik önemi ve çok etnikli ve çok kültürlü yapısından kaynaklanan sorunlarıyla uluslararası ilişkilerin acil gündem maddelerinden birisi haline gelmiştir.

Kafkasya’nın karmaşık etno-kültürel yapısı bir taraftan bölge halklarının kültürel zenginliğine ve yakınlığına katkı sağlarken, diğer taraftan anlaşmazlık durumların da halkların bölünmesine, şiddetli çatışmaların, hatta savaşların çıkmasına olanak sağlamaktadır. Stratejik konumu, sahip olduğu doğal kaynaklar, etnik gruplar arasındaki çatışmalar, bölgenin ekonomik sorunları ve iç siyasi istikrarsızlık gibi olumsuz etkenler Kafkasya’yı bölge içi ve bölge dışı güçlerin müdahalesine açık bir hale getirmektedir.

Kafkasya bölgesinin en önemli özelliği kendi içerisinde siyasi ve ekonomik açıdan güçlü devletlere sahip olmamasına rağmen büyük ve güçlü devletler tarafından çevrelenmiş olmasıdır. Güney Kafkasya’nın bağımsız devletler Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan ile birlikte Kuzey Kafkasya’daki Rusya Federasyonu’na bağlı cumhuriyetler Rusya, Türkiye ve İran tarafından çevrelenmişlerdir. Bölgenin tarihi bu üç büyük ve güçlü ülkenin nüfuz ve çıkar mücadeleleri ile şekillenmiştir.

Jeopolitik, jeoekonomik ve jeostratejik öneminden dolayı tarih boyunca büyük güçlerin nüfuz mücadelesinin alanı olarak önemini hiç kaybetmeyen Kafkasya günümüzde de bağımsızlık mücadeleleri, şiddetli etnik çatışmalar ve Ortadoğu’dan sonra dünyanın en zengin enerji kaynaklarının bulunduğu Hazar Denizi havzasına yakınlığı sebebiyle uluslararası ilişkilerin ilk gündem maddelerindendir.
Azerbaycan ile batılı petrol şirketleri arasında Hazar petrollerinin çıkarılmasına yönelik projelere ilişkin imzalanan “Asrın Anlaşması” ile Kafkasya’nın önemi daha da artmıştır. Günümüzde bölgenin Hazar Denizi ve Orta Asya’dan çıkartılan petrol ve doğalgazın dünya pazarlarına ulaştırılması için yapılan uluslararası enerji boru hatlarının geçiş güzergâhında olması, Asya ile Avrupa arasındaki uluslararası kara ve demiryolu ulaşım ağlarının bazılarının bu bölgeden geçmesi dünyanın ilgisini yeniden Kafkasya’ya çekmiştir. Büyük güçler hem kendi petrol
şirketlerinin menfaatlerini korumak hem enerji nakil hatlarının güvenliğini sağlamak için bölgede daha aktif politikalar izlemeye başlamışlardır.

“Yeni İpek Yolu Projesi”, “Bakü-Tiflis-Ceyhan” petrol boru hattı, “Bakü-Tiflis-Kars” demiryolu hattı, “TRACECA” (Avrupa-Kafkasya- Asya Ulaşım Koridoru), “INOGATE” (Avrupa’ya Devletlerarası Petrol ve Gaz Taşımacılığı) ve “Kuzey-Güney Uluslararası Ulaşım Koridoru” gibi önemli projeler Kafkasya bölgesinin önemini arttıran etkenlerdir.

Kafkasya’nın coğrafik olarak Ortadoğu sorunu, Afganistan, Irak ve İran gibi sıcak bölgelere olan yakınlığı stratejik önemini daha da arttırmaktadır.

SSCB’nin dağılması sonrasında Kafkasya’da jeopolitik bir güç boşluğu ortaya çıkmıştır. Bu güç boşluğunu doldurmak için aday olan ülkelerin en başında coğrafik olarak en yakın ülkeler Türkiye, Rusya ve İran gelmektedir. Bu üç ülkeye, bölge dışından olmasına rağmen küresel güç olma planları çerçevesinde Kafkasya’da nüfuz kurma politikaları güden ABD, AB ve Çin ile birlikte çok uluslu büyük enerji şirketleri de eklenebilir. Kafkasların bağımsız üç ülkesi Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan bölgedeki statüko yüzünden bir çıkmaza girmişler ve aralarındaki mevcut problemleri çözememektedirler. Bu yüzden, çok zor ve karmaşık olsa da, durumu kendi lehlerine değiştirmek amacıyla Rusya, ABD, AB, Türkiye ve İran gibi diğer aktörleri kullanarak kendilerine yeni diplomatik kanallar açmaya çalışmaktadırlar. Bu durum ise zaten karmaşık olan ilişkiler ağını daha da karmaşıklaştırmaktadır.

Güney Osetya sorunu sebebiyle Kafkasya’da son yaşanan gelişmeler “Soğuk Savaş” bitmiş olsa da, Kafkasya’da iki kutuplu sistemin bir anlamda devam ettiğini göstermektedir. Taraflar arasındaki küresel rekabet bölgesel planda Kafkasya’da kendisini yerel çatışmalar, ayrılıkçı bölgeler, azınlıkların statüsü ve enerji jeopolitiği gibi noktalarda belli etmektedir. Bu durum dünyanın bu bölgesinde Soğuk Savaş’ın yeniden başladığı veya hiç bitmediği izlenimi vermektedir. Konunun bütün hatlarıyla ortaya konulabilmesi için bölge ülkelerinin ve diğer güçlerin aralarındaki ilişkiler ağını kısaca ortaya koymak gerekmektedir.

Azerbaycan: Güney Kafkasya ülkelerinden Azerbaycan nüfus, yüzölçümü, doğal kaynaklar ve coğrafik konumu sebebiyle Gürcistan ve Ermenistan’a nazaran daha öne çıkmaktadır. Azerbaycan’ın bağımsızlığını ilan etmesinden hemen sonra Ermenilerin çoğunlukta olduğu “Dağlık Karabağ” bölgesinin statüsü sorunu nedeniyle Azerbaycan-Ermenistan arasında 1992-1994 yılları arasında yaşanan savaş ve silahlı çatışmalarda binlerce kişi öldü. Ermenistan’ın işgal ettiği bölgeler de yaşayan bir milyona yakın Azeri bölgeden göç etmek zorunda kaldı. Dağlık Karabağ sorunu ve Azerbaycan topraklarının %20’sinin Ermenistan tarafından işgal edilmiş olması Kafkasya’da birçok sorunun temelini
oluşturan Azeri-Ermeni ihtilafının en önemli sebebidir.

Azerbaycan bölgede zengin enerji kaynaklarına sahip tek ülkedir. Hazar petrollerin in ve doğalgazının uluslararası pazarlara ulaştırılması amacıyla inşa edilen boru hatları Azerbaycan’ın bölgede önemini arttırmıştır. Rusya’daki boru hatlarına alternatif olarak inşa edilen bu hatlar sayesinde Azerbaycan bölgede Rusya’ya bağımlılıktan kurtulmuş olmanın avantajını yaşamaktadır. Hem Rusya hem Batı ile dengeli politikalar izlemektedir. Dağlık Karabağ sorunu ve Ermeni işgalinin sona erdirilememiş olması Azerbaycan’ı Rusya ile Batı arasında dengeli politika izlemeye iten en büyük etkendir. Kafkasya bölgesinde Türkiye ile en yakın ilişkiye sahip olan ülke Azerbaycan’dır.

Ermenistan: Ermenistan bölgenin denize çıkışı olmayan tek ülkesidir. Ermenistan, ulusal güvenliği ve ülke bütünlüğü açısından en büyük tehlike olarak iki yakın komşusu Türkiye ve Azerbaycan’ı görmektedir. Dengeleme politikası olarak Rusya ve İran ile ilişkilerini geliştirmektedir. Rusya ile yakın ilişkileri sebebiyle bölge ülkeleriyle sorunlar yaşamaktadır. Ermenistan için Rusya stratejik ortak olmanın yanı sıra, Türkiye ve Azerbaycan tehlikesine karşı garantör bir devlet olarak algılanmaktadır. Bu geleneksel bakış, 1990’lı yılların başlarından itibaren Ermenistan’ın dış politikasına adeta mührünü vurmuş durumdadır. Ermenistan, Rusya’nın dış politika ve askerî alandaki desteğini kullanmak suretiyle bölgede etkinliğini artırmak istemektedir. Önemli uluslararası sorunlarda Rusya ve Ermenistan’ın görüşleri ya bir birine çok yakındır veya örtüşmektedir.

Ermenistan Türkiye’ye karşı sözde soykırım iddialarını her platformda tekrarlamaktadır. Azerbaycan topraklarını işgale devam etmekte,
Türkiye ile arasındaki sınırı ise resmî olarak tanımamaktadır. İşgal sebebiyle Azerbaycan ile ilişkileri oldukça sorunlu olan ve Gürcistan ile de ilişkilerini geliştiremeyen Ermenistan “kuşatılmışlık psikolojisi” içerisinde politika üretmekte zorlanan kapalı bir ülke konumundadır. Ermenistan’ın sınır güvenliğini Rus askerleri sağlamaktadır ve Rusya’nın Ermenistan’da askeri üsleri vardır. Ermenistan İran ile yakın ilişki içerisinde olmak istemektedir. AB ve ABD gibi bölge dışı güçlerin enerji kaynakları ve bunların uluslararası pazarlara nakil hatları söz konusu olduğunda Ermenistan’ı dışlayan, buna karşılık Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye’yi kapsayan ilişkileri Ermenistan’ı doğal müttefik olarak
Rusya’yı kabul etmeye zorlamaktadır.

Gürcistan: Gürcistan Kafkasya bölgesinin açık denizlere çıkışı olan tek ülkesidir. Gürcistan enerji kaynakları yönünden fakirdir ve bu açığını enerji hammaddeleri nin dünya pazarlarına ulaştırılmasında transit ülke rolü oynayarak kapatmaya çalışmaktadır. Güney Kafkasya ülkeleri içerisinde en problemli ülkelerden birisidir. Etnik ve idari yapısından kaynaklanan sorunlar sebebiyle iç ve dış politikada zorluklar yaşamaktadır.

Bağımsızlığını kazandıktan sonra ayrılıkçı politikalar güden Abhazya, Güney Osetya ve Acaristan özerk bölgeleri ile sorunlar yaşamaya başlamıştır. Acaristan sorununu kendi istediği doğrultuda çözümleyebilen merkezi Tiflis yönetimi aynı politikasını Abhazya ve Güney Osetya konusunda yürütememiştir.

Eski Sovyet cumhuriyetleri ve Güney Kafkasya ülkeleri içerisinde Rusya ile en çok sorun yaşayan ülke Gürcistan’dır. Gürcistan, dış politika ve savunma sahasında gittikçe Avrupa-Atlantik eksenine yönelmeye başlamıştır. Gürcü yetkililer Gürcistan’ın gelecekteki yöneliminin Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşme olduğunu açıklamıştır. Bu politikası ile Rusya’nın tepkisini çekmekte gecikmemiştir. Gürcistan’ın “Gül Devrimi” sonrası yönünü tamamen batıya çevirmesi, AB ve NATO’ya üyelik perspektifini politik gündemine alması, Türkiye ve ABD ile yakın ilişkiler içerisine girmesi ve bölgede Rusya’yı dışlayan enerji ve ulaşım projelerinde aktif rol oynaması gibi sebepler Tiflis-Moskova ilişkilerini
devamlı gerginleştirmektedir. Buna karşılık ayrılıkçı bölgeler Abhazya ve Güney Osetya’ya Rusya’nın açık desteği Gürcistan’ın tepkisini çekmektedir. Gergin ilişkiler Ağustos 2008’de yaşanan savaş ile iyice gün yüzüne çıkmış ve Gürcistan-Rusya ilişkileri tamamen bozulmuştur.
ABD: 11 Eylül saldırılarından sonra terörizmle savaşı birinci önceliği haline getiren ABD, “Büyük Orta Doğu Projesi” çerçevesinde bölge ülkelerinin
demokratikleştirilmesini, batı tarzı yönetim sistemlerini benimsemelerini ve Avrupa-Atlantik eksenine yakınlaşmalarını istiyor.

Bu açıdan bakıldığında Kafkasya bölgesi Avrupa-Atlantik ekseninin önemli halkalarından birisidir. ABD bu amaçla bölge ülkelerinde çeşitli sivil toplum örgütleri aracılığıyla batı yanlısı hareketleri ve demokratik rejimlerin kurulmasını desteklemektedir. Gürcistan’daki “Gül Devrimi” ve Ukrayna’da “Turuncu Devrim” ABD’nin bu politikasında başarılı olduğunu göstermiştir.

ABD, Soğuk Savaş sonrası eski Sovyet Cumhuriyetleri ile olan ilişkilerini güçlendirmeye çalışmaktadır. Rusya’ya karşı yeni bir “çevreleme politikası” sürdürmektedir. Bölgede özellikle Gürcistan ile çok yakın ilişki içerisindedir. Kafkasya bölgesinin güvenli bir hale getirilmesinin ve demokratikleşmesinin önündeki engellerden en önemlisi bölgedeki “Abhazya”, “Güney Osetya” ve “Dağlık Karabağ” gibi “Dondurulmuş Çatışmalar”dır. ABD açısından buna karşı konulacak en etkili tavır bölge ülkelerinin NATO başta olmak üzere Batı örgütlerine entegre olmasıdır. ABD’nin söz konusu politikası bölgeyi hayati çıkar alanları arasında gören Rusya’yı endişelendirmekte ve kontr politikalar üretmeye
zorlamaktadır.

AB: Küresel bir güç olma yolunda AB’nin öncelikli hedefi etrafında bir güvenlik kuşağı oluşturmaktır. Bulgaristan ve Romanya’nın birliğe üye olarak kabulüyle sınırları Karadeniz kıyılarına ulaşmıştır. Türkiye üyelik için başvurmuş ve belirtilen kriterleri yerine getirmek için çalışmaktadır.

Ukrayna ve Gürcistan da uzun dönemde AB üyeliğine dönük planlar yapmaktadırlar. Bu durum gelecekte AB’nin doğu sınırının Kafkasya
bölgesine kadar uzanacağına işaret etmektedir. Rusya’ya enerji yönünden bağımlılığını gittikçe azaltmak isteyen Avrupa açısından Hazar havzası petrol ve doğalgazını batıya ulaştıran enerji hatları oldukça önemlidir. Bu amaçla “Nabucco” gibi alternatif hatlar planlamaktadır.

İnsan, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı ve terörizm gibi sorunlarla mücadeleyi politika olarak belirleyen AB açısından Kafkaslar bölgesi potansiyel risk bölgesidir.

AB son dönemde Kafkasya bölgesini yakından izlemeye almıştır.

AB, özellikle 2004 genişlemesi ile Kafkasya’yı komşuluk statüsüne almıştır. 

AB’nin güvenlik algılamasında, bölgesinin ve komşu bölgelerin istikrar içinde olması önemlidir. Bu açıdan çatışmaların önlenmesi, demokratik yönetim, azınlık ve insan haklarına saygı ve serbest pazar ekonomisi istikrar için önemli noktalardır. Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan Avrupa Komisyonu’na üyedirler. Bu bağlamda AB’nin Kafkasya’daki gelişmelere uzak kalması düşünülemez.

Rusya: Rusya tarih boyunca zayıf ve istikrarsız dönemlerinde kendi kabuğuna çekilmiş ve içe dönük politikalar uygulamıştır. Güçlü ve istikrarlı dönemlerinde ise yayılmacı ve baskıcı bir politika izleyerek dışa dönük politikalar uygulama yoluna gitmiştir. Özellikle, yüksek petrol fiyatlarına bağlı olarak son yıllarda muazzam gelir elde eden Rusya ekonomik açıdan yeniden güçlenerek Kafkasya dahil eski Sovyet coğrafyasında siyasi ve askeri olarak nüfuzunu tekrar artırmak ve bölge ülkelerini etkisi altına almak istemektedir.

1993 yılında açıklanan Dış Politika Doktriniyle Rusya eski Sovyet coğrafyasını “yakın çevre” adıyla kendi nüfuz bölgesi olarak ilan etmişti.

Ancak SSCB sonrası gerek siyasi gerek ekonomik anlamda istikrara kavuşamayan Rusya bu politikasını kendi istediği şekilde tam anlamıyla
uygulayamamıştır. 2000 yılından itibaren Rusya devlet başkanı V. Putin’in sert ve kararlı politikalarına petrol fiyatlarındaki beklenmedik düzeydeki artışların ekonomiye olumlu katkısı eklenmesi Rusya’yı çıkarlarını korumak adına daha sert politikalar uygulama yönünde cesaretlendirmiştir.

Ağustos 2008’de yaşanan Rusya-Gürcistan savaşı bu açıdan uluslararası arenaya eskisi gibi güçlü bir şekilde dönmek istediğinin sinyallerini vermiştir. Rusya eski “büyük güç” statüsüne yeniden dönmek istemekte ve “yakın çevre” kabul ettiği coğrafyada yeniden hakimiyet sağlamak için gerginlikleri tırmandırma, kendisine bağlı cepheler oluşturma ve ayrılıkçı hareketleri destekleme şeklinde “kontrollü istikrarsızlık” politikası uygulamaktadır. Bölgedeki sorunları kendi kontrolünde tutma politikası izlemekte ve diğer aktörlerin çok fazla bölgeye müdahil
olmamasını istemektedir.

Rusya enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara kendi topraklarından geçen mevcut boru hatlarından taşınması için büyük mücadele vermiş ancak alternatif hatların inşa edilmesine engel olamamıştır. Kafkasya’da çıkarlarının tehlikeye düştüğünü gören Rusya dondurulmuş çatışmaları koz olarak kullanmaktadır. NATO’nun doğuya doğru genişlemesine Baltık Denizi ve Doğu Avrupa’da engel olamayan Rusya açısından Ukrayna ve Gürcistan’ın üyelik başvurusunda bulunması bardağı taşıran son damla olmuştur. Rusya, bölgedeki başat pozisyonunu korumak, ABD ve NATO’nun etkilerinin yayılmasını engellemek ve enerji ulaşım hatlarındaki tekel kontrolünü korumak için sert politikalar
izlemektedir.

İran: Bölgedeki bir diğer aktör ise İran’dır. İran da Türkiye gibi bölgesel bir güç olma isteğindedir. İran’ın Batı tarafından dışlanması, nükleer politikası nedeniyle ABD tarafından baskı altında tutulması ve ambargolara maruz kalması dikkatini kendi hinterlandına çevirmesine neden olmuştur. SSCB sonrası dönemin ilk yıllarında bölge ülkelerine rejim ihracı yapmaya çalışacağı düşünülen İran, oldukça pragmatist bir politika izleyerek daha çok ekonomik ve siyasi çıkarlarını savunma ve geliştirme politikası izlemiştir. Bölgede Rusya ve Ermenistan ile yakın ilişkiler içerisindedir. Bölgeye yönelik politikası daha çok bölge ülkelerinin ABD ile olan ilişkilerine endekslidir. Bu açıdan Rusya ile ilişkilerini stratejik olarak değerlendirmektedir. Rusya açısından, İran’la kurulan yakın ilişkiler, tek kutuplu dünya politikasına, NATO’nun doğuya doğru genişlemesine ve NATO üyesi Türkiye’nin gerek Güney Kafkasya’da gerekse Orta Asya’da etkinliğinin artmasına karşı bir denge unsuru olarak görülmektedir.

Türkiye: Türkiye tarihiyle, coğrafyasıyla, ekonomisiyle, kültürüyle ve siyasi yapısıyla Kafkasya bölgesinde çok önemli bir ülkedir. Türkiye’nin laik ve demokratik sistemi, bölge ile uzun tarihsel geçmişi, kültürel birikimi, batılı çağdaş değerleri Kafkasya için önemli bir model oluşturmaktadır.

Coğrafik konumu itibariyle Türkiye Kafkasya ülkeleri için batıya açılımın bir çıkış ve açılım noktasıdır. Aynı şekilde Kafkasya Türkiye açısından doğuya yani Orta Asya’ya açılımın kapısıdır. 2006 yılında faaliyete geçen Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı, 2007’de faaliyete geçen Bakü-Tiflis-Erzurum Doğal Gaz Boru Hattı ve 2008 yılında faaliyete geçen Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Hattı bölgenin Türkiye açısından stratejik önemini daha da artırmıştır. Bu yüzden Kafkasya bölgesindeki barış ve istikrar Türkiye’nin kendi güvenliği ve istikrarı bakımından da büyük önem taşımaktadır.

Türkiye’nin gerek Kuzey Kafkasya gerekse Güney Kafkasya bölgesi ile tarihi, kültürel, ekonomik ve siyasi bağları mevcuttur. Türkiye, SSCB’nin dağılmasının ardından Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’ın bağımsızlıklarını ayrım gözetmeksizin hemen tanımıştır. Geleneksel olarak Azerbaycan ve Gürcistan’a özel önem vermekte ve bu ülkeler ile ilişkilerini geliştirmeye çalışmaktadır. Türkiye’nin bölgede sadece Ermenistan ile diplomatik ilişkisi bulunmamaktadır. Ermenistan’ın bağımsızlık bildirisinde ve Anayasasında Türkiye’nin toprak bütünlüğünü  sorgulayan ifadelerin yer alması, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki sınırı belirleyen 1921 tarihli Kars Anlaşması’nın yürürlükte olduğunu resmen tanımaktan kaçınması, soykırım iddialarının uluslararası alanda tanınmasını öncelikli dış politika hedefi olarak benimsemesi ve BM Güvenlik Konseyi kararlarına rağmen işgal altında tuttuğu Azerbaycan topraklarından geri çekilmemesi Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesini önleyen unsurlardandır.

Türkiye, bağımsızlıklarını kazandıktan sonra Azerbaycan ve Gürcistan ile ekonomi, finans, ticaret, enerji, ulaşım, eğitim, sağlık, turizm, kültür ve savunma gibi alanlarda birçok anlaşma imzalamıştır. Türkiye - Azerbaycan ve Türkiye-Gürcistan ekonomik ve siyasi ilişkileri gittikçe ilerlemektedir.

Türkiye’nin Kafkas politikası, Azerbaycan ve Gürcistan ile yakın ilişkiler tesis etmek, Ermenistan’a karşı mesafeli davranarak diyalog yollarını açık tutmak, İran ve özellikle Rusya ile bölgesel nüfuz için rekabet etmek olarak özetlenebilir. Türkiye’nin Güney Kafkasya bölgesine yönelik politikasının temelini egemenlik ve toprak bütünlüğüne sahip; barış, istikrar ve işbirliği içerisinde yaşayan devletlerin varlığı ve bu ülkelere çağdaş dünya ile entegrasyon yolunda siyasi ve ekonomik destek sağlanması oluşturmaktadır.

Türkiye’nin Kafkasya’ya yaklaşımında bölge ülkelerin bağımsızlıklarının ve toprak bütünlüklerinin korunması ve ekonomik güçlerinin artırılması öncelikli amaç olmak zorundadır. Rusya ile ticari ve siyasi ilişkiler oldukça ilerlese bile Kafkasya’da iki ülkenin çıkarlarının çoğu zaman uyuşmadığı unutulmamalıdır. Türkiye, Kafkaslarda “Türkiye - Gürcistan - Azerbaycan” şeklinde formüle edilen doğu-batı eksenini, Rusya ise “Rusya-Ermenistan-İran” şeklinde formüle edilen kuzey-güney eksenini savunmakta ve bunlara uygun politikalar izlemektedir.
Rusya, Türkiye’nin doğu-batı ekseninde enerji nakil ve ulaşım koridoru olmasını çıkarlarına aykırı görmektedir. Alternatif olarak kuzeygüney enerji nakil ve ulaşım koridorunu geliştirmek istemektedir. Türkiye, açısından doğu-batı ekseni bölge ülkeleri ve Orta Asya ile ekonomik ilişki ve entegrasyon açısından önemlidir. Türkiye, doğu-batı ekseninde söz konusu ülkeler ile ilişkilerini geliştirmeye devam etmeli ve bu ülkelerin Avrupa-Atlantik eksenine yaklaşmalarını aktif biçimde desteklemelidir.

Bu bağlamda Türkiye NATO’nun Güney Kafkasya ülkelerini içine alarak genişlemesini Rusya’nın itirazlarına rağmen desteklemelidir. Türkiye’nin Rusya’nın Kafkasya’daki gücünü başka türlü dengeleme olanağı bulunmamakta dır. Bu durum Rusya ile ilişkilerin bozulması anlamına gelmeyecektir. Çünkü Rusya-Türkiye ilişkileri işbirliği ve rekabetin bir arada olduğu birbirini tamamlayan ilişkilerdir. Türkiye, uluslararası hukuk çerçevesinde çıkarlarını Kafkasya’da Rusya’ya rağmen savunmaya devam etmelidir. Etkinliğini iyice yitiren KEİÖ de hem ekonomik hem siyasi anlamda canlandırılmalıdır. Bölge ülkelerinin hepsini tek çatı altında toplayan tek örgüt olmasına rağmen etkinliği bulunmamaktadır. KEİÖ’nün Kafkasya’nın geleceği açısından siyasi yönüne ağırlık verilmelidir.

Dağlık Karabağ, Güney Osetya ve Abhazya gibi ayrılıkçı bölge sorunları bölgede barış ve istikrarın tesisinin önündeki en temel engellerdir.

Bu sorunların çözümlenememesi ve gittikçe daha kötüleşmesi bölgede devletlerarası ikili ve çok taraflı ilişkilerin gelişmesini olumsuz yönde etkilemektedir. Türkiye, Kafkasya ülkelerindeki tüm ihtilafların barışçı yollardan çözümünden yana olmalı ve bu ülkelerdeki siyasi istikrara ve ekonomik refaha katkıda bulunmalıdır. Bu açıdan Rusya - Gürcistan savaşından sonra Türkiye’nin tekrar gündeme getirdiği “Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Paktı” önemli bir adımdır ancak kısa vadede uygulanması oldukça zordur. Bölge ülkelerinin birbirleriyle olan sorunlu ilişkileri böyle bir paktın daha başta sorgulanmasına yol açacaktır.

Kaldı ki böyle bir girişim uzun zamandır düşünülüyorsa bile savaş sonrası açıklanması aslında çok geç kalındığına işaret etmektedir. Ancak yine de Türkiye bu konuda taraflara ısrarcı olmalıdır. 2000 yılında yine Türkiye tarafından ortaya atılan bu pakt Rusya’nın olumsuz tavrı sebebiyle hayata geçirilememişti. Aynı şekilde yeni teşebbüsün de Rusya’nın onayı olmadan hayata geçmesi çok zordur. Rusya’nın ikna edilmesi aynı zamanda Ermenistan’ın da bu pakta dâhil edilmesi anlamına gelecektir. Bu ise yıllardır sorunlu olan Türkiye-Ermenistan ilişkilerini
kuvvetli bir diyalog zeminine çekmek olacaktır.

Ermenistan’ın, Azerbaycan topraklarını işgali Güney Kafkasya’da siyasi istikrarın, ekonomik gelişmenin ve bölgesel işbirliğinin önündeki en önemli engeldir. Dağlık Karabağ sorunu konusunda barışçı, adil ve kalıcı bir çözüm bulunması amacıyla AGİT çerçevesinde faaliyet gösteren Minsk Grubu’nun çalışmaları yetersiz ve neticesiz kalmıştır. Türkiye, Güney Osetya sorununun geldiği noktayı dikkate alarak tıkanıklığın aşılabilmesi için Minsk Grubu’nun çalışmalarını diplomatik platformlarda sorgulamaya başlamalı, bu konuda yeni projeler ve açılımlar
ortaya koymalıdır.

Türkiye, Ermenistan ve Ermeni diasporasına uyguladığı politikaları tek bir potada değil ayrı ayrı değerlendirmelidir. Bölgenin kapalı ve çevrelenmiş ülkesi olarak Ermenistan siyasi ve ekonomik açıdan diasporaya bağımlı durumdadır. Diaspora ise Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde yumuşama ve ilerlemeye kesinlikle karşıdır. Türkiye, Ermenistan ile ilişkilerinde aşamalı olarak bu ülkeyi diyalog zeminine çekecek, güven kazandırıcı çabalarına devam etmelidir. Bu çabalarla Ermenistan’a ekonomik olarak gelişmesi ve çağdaş dünyaya entegre olması için Türkiye ile yapıcı bir diyaloga girmesi gerektiği telkin edilmelidir. Bu sayede uzlaşmaz karaktere sahip diaspora ile Ermenistan yönetimi arasındaki bağa darbe vurulacaktır. Bu bağ ne kadar zayıflarsa o kadar Türkiye’nin faydasınadır. Ermenistan ile diyalog kapıları açılırsa, Suriye-İsrail, ABD-İran ve son olarak Rusya-Gürcistan arasındaki sorunlarda arabulucu olarak inisiyatif alan ve politik manevra alanını genişleten Türkiye, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki sorunlarda da arabuluculu rolü oynayabilir.

Rusya 1991’den sonra batı kurumlarının gerek Avrupa’da gerek Kafkasya’da doğuya doğru ilerlemesine kendisinin çevrelenmesi olarak bakmış ancak son yıllara kadar bu politikalara karşı pasif karakterde cevaplar vermiştir. Ancak Rusya’nın Kafkasya’da statükoyu bozan aşırı müdahalesi bu duruma artık aktif ve sert cevaplar vereceğini açıkça ortaya koymuştur. Türkiye açısından taşıdığı büyük stratejik önemden dolayı, Rusya’nın Kafkaslarda etkisinin yayılması Türkiye’nin çıkarlarına zarar verecektir. Türkiye bir taraftan Rusya ile ilişkilerini geliştirirken diğer taraftan Rusya’nın bu politikalarına karşı dengeleyici politikalar üretmelidir. Türkiye, Rusya’nın Kafkasya’da yayılmasına ve etkisini artırmasına
karşı batının ürettiği politikalar konusunda da kendi çıkarları prizmasından bakarak hareket etmelidir.

Türkiye’de yaşayan sayıları milyonlarla ifade edilen Kafkasya kökenli bir diaspora bulunmaktadır. Türkiye bölge ülkelerinin egemenlik ve toprak bütünlüğünü savunurken aynı zamanda nüfus yapısı, kültürel yakınlık ve tarihi bağlar nedeniyle bölgedeki sorunlarla yakından ilgilenmek durumundadır. Bunu yaparken ülkelerin tepkisini çekmemeye çalışmalı, içişlerine müdahale ediyor görüntüsü vermemelidir. Örneğin Türkiye’nin Kuzey Kafkasya politikası, aynı zamanda Türkiye’nin Rusya Federasyonu politikasının bir parçasıdır. Aynı şekilde Ahıska Türkleri politikası Türkiye’nin Gürcistan ile ilişkilerinden ayrı düşünülemez.

Bu bağlamda, Gürcistan ile ilişkiler geliştirilirken bir taraftan da Ahıska Türklerinin Gürcistan’daki yurtlarına dönebilmeleri için Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi’nin Ocak 1999’da aldığı Ahıska Türklerinin yurtlarına geri dönüşüne dair kararın Gürcistan tarafından uygulanışını takip etmelidir.

Bünyesinde barındırdığı Kafkas kökenli nüfusu vasıtasıyla Kafkasya’daki halkları birbirine yakınlaştıracak projeler ortaya koyarak “Kafkasya
Evi” bilincini geliştirmelidir. Kafkasya’nın birbirine düşman halkların coğrafyası olarak kalması Türkiye’nin hemen yanı başında patlamaya
hazır kriz ve savaşlarla her an yüz yüze olması demektir. Bu durum ise çevresinde istikrar ve barış ortamı isteyen Türkiye’nin çıkarlarına
büyük zarar verecektir ve zaten hâlihazırda vermektedir. Bütün bunları yaparken aynı zamanda Türkiye Kafkasya bölgesinde kriz yönetimi
kabiliyetini arttırmaya ve geliştirmeye çalışmalıdır.

Kafkasya’da Ağustos 2008’de ortaya çıkan kriz Türkiye’ye daha güçlü ve istikrarlı bir ülke olması gerektiğini bir kez daha hatırlatmıştır.

Bölge ülkeleri açısından ise uluslararası hukuk çerçevesinde hareket eden istikrarlı ve güçlü bir Türkiye’ye olan ihtiyacı ortaya çıkartmıştır.

Bu bağlamda Türkiye’nin AB üyeliği konusu yanı başındaki sıcak ve sorunlu bölge Kafkasya’nın istikrarı ve dolayısıyla ulusal çıkarlarının korunması
açısından öncelikli yerdedir. AB üyesi bir Türkiye Kafkaslarda istikrar ve barışın teminine çok büyük katkılarda bulunacaktır.


ULUSLARARASI POLİTİKALAR EKSENİNDE KAFKASYA
Dr. Fatih ÖZBAY

17. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***