NEDEN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
NEDEN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mart 2019 Cumartesi

Bizi kim, neden ve nasıl takip ediyor?

Bizi kim, neden ve nasıl takip ediyor? 








Prof.Dr.Sait Yılmaz 
11 Nisan 2018 

 Batı dünyasını son dönemde meşgul eden konulardan biri de Cambridge Analytica adlı şirketin Facebook ile ilişkilerinin ortaya çıkması ile yaşanan skandal oldu. Cambridge Analytica, İngiltere’de 1993 yılında kurulan Stratejik İletişim Laboratuvarları (SCL) adlı bir şirketin devamı. Bu şirketin yönetim kurulunda İngiliz yönetici sınıfı, eski askerler ve savunma sözleşmecileri gibi derin devletin üyeleri bulunuyordu. 2011’de İngiliz Savunma Bakanlığı’nın SCL ile 40 bin poundluk bir sözleşme yaparak, “hedef kitle analiz” eğitimi 
aldığı ortaya çıktı. 2012 yılında SCL’nin yerini Cambridge Analytica aldı ve faaliyet sahasına ABD de dâhil edildi. 

 ABD ve İngiltere medyası içinde çöreklenen şirket, en az 50 milyon Facebook 
kullanıcısı üzerinden çalışmalar yapmış. Bu çalışmalar, hileli yöntemlerle seçimleri yönlendirmek ve politikacıları tuzağa düşürmek üzerine kurulu. Amerikalı milyarder Robert Mercer ile ortaklık halinde, ABD seçimlerinde Trump’ın Cumhuriyetçi Partisi desteklendi. ABD Savunma Bakanlığı ise 500 bin dolarlık bir sözleşme ile bu şirketten denizaşırı propaganda ve dezenformasyon konusunda araştırma ve analitik destek aldı. NATO, 775 bin dolarlık bir proje ile SCL ile Doğu Avrupa’da Rusya’yı hedef alan propaganda operasyonları 
yapıyor. 

Buraya kadar olanlar; lobicilik, reklamcılık ve seçimleri yönlendirme operasyonları için yabancı özel şirketlerin, sosyal medya ile işbirliği yaparak kamuoyunu nasıl yanılttığının yeni bir örneğini oluşturuyor. Bunlar dışında; potansiyel suçluların takibi, arşivleme, fişleme gibi kolluk güçleri takibi dışında özellikle yabancı istihbarat teşkilatları tarafından sosyal medya üzerinden sosyal radar ve duyarlılık analizlerine tabi tutuluyoruz. Sadece telefonlarımız ve sosyal medya hesaplarımız ya da e-postalarımız takip edilmiyor, özel 
hayatımıza giriliyor, masum insanlar ya da şirketler hakkında istihbarat amaçlı bilgi toplanıyor, izleniyoruz. Peki, bizi kimler ve nasıl takip ediyor? İşte bu soruya, hikâyenin Batı dünyasındaki bölümü ile ilgili özet bir cevap vermek niyetindeyiz. 

 Soğuk Savaş döneminde istihbarat teşkilatlarında kariyer yapmanın yolu ‘takip’ 
işlerinden geçerdi. Klasik bir takip üç kişi ile şu şekilde yapılırdı; ilk kişi (1) hedefin 20-30 m. arkasından gelir, ikincisi (2) sokağın karşısında paralel yürür, üçüncü (3) ise (1)’in gerisinden gelerek başka bir istihbarat servisinin arkalarına takılıp takılmadığını kontrol ederdi. Bir süre sonra (1), (2)’nin; (2), (3)’ün yerini alır, (3) ise (1)’in yerine gelirdi. Bugün Batı istihbaratı içinde takip işleri yerine sosyal medya üzerinden ‘hedef bulma’ kariyer yapma yöntemi haline geldi. 

Bu hedefler, drone’lar ve suikastlar ile yok ediliyor; bu ölüm zincirine ise ‘terörle 
mücadele’ deniyor. 

 Bu işin tepesinde ise ABD Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) var. NSA, PRISM programı yolu ile YouTube, Skype, Google and Apple şirketlerin server’larından doğrudan bilgi çekebilmektedir. Son birkaç yıldır ABD’de Apple ve FBI arasında yapılan “açık kapı” tartışmaları ise istihbaratçılara verilen ortak şifrenin (arka kapı) Amerikan vatandaşları için sınırlanmasına yönelikti. NSA, bu program sayesinde dünya üzerindeki herkesin email, internet ve sosyal medya ilişkilerini izlemekte ve öncelikle mesajlaştığımız kişilere ait adres listelerimizi toplamakta dır. NSA’nın Özel Kaynak Operasyonları (SSO) günde yaklaşık 450 
bin, yılda ise 250 milyon adres kaydetmektedir. 

 Diğer bir takip alanı bilgisayar izlemesidir (computer surveillance). Bu başkalarına ait bilgisayarda yapılan işlerin izlenmesi kadar, hard drive’da depolanan bilgiler veya internet yolu ile kullanılan bilgileri de içermektedir. Xkeyscore; kablolu şebekeler ve tesislerden gelen bilgileri toplar. Bu bilgiler Fairview, Stormbrew, Blarney ve Oakstar şeklinde kodlanan programlar üzerinden gelmektedir. Örneğin, Blarney küresel şebeke yolu ile “metadata” 
istihbarat toplama programıdır. Yukarıdaki sistemler şüphesiz meşhur küresel kulak Echeleon’un yerini almıyor. Bu sistemler daha çok cari, gerçek zamanlı ve tesadüfi bilgi toplama işleri için düşünüldü. 

Hiçbir internet bağlantısı NSA’ya uğramadan ABD’ye girmemektedir. En çok bilgi 
Yahoo üzerinden gitmekte, onu sırası ile Hotmail, Gmail ve Facebook izlemektedir. En değerli bilgiler Facebook üzerinden gelmektedir. NSA dev bir Facebook Arama Grafiği’ne sahiptir. ABD için bu 2008 yılından beri geliştirdiği halkların duyarlılık analizi ve sosyal radar çalışmaları ile başka ülke halklarına angaje olma çalışmasının bir parçasıdır. Facebook’un en ilginç kullanım alanlarından birisi siyasi amaçlı sosyal eyleme geçirme özelliğidir. Twitteroloji, küresel ölçekte çeşitli halkların ruh halinin analizinde kullanılmaktadır. 

Sosyal şebeke haritası oluşturularak kişilerin ilgi alanları, dostları, dâhil olduğu 
gruplar, istekleri, inançları, düşünceleri ve faaliyetleri ile ilgili bilgi toplanmaktadır. Google e-postası olan Gmail tüm haberleşmeleri saklamanın yanında insanların ne konuştuğuna bakarak reklam şirketlerine tavsiyelerde bulunur. Google sayfaları bilgisayarınıza yüklediği yardımcı programlar (cookies) ile sizin bilgisayar kullanma alışkanlıklarınızı, ne okuduğunuzu, hangi siteleri gezdiğinizi takip eder ve böylece profiliniz çıkar. Google; MI5, MI6 ve GCHQ gibi İngiliz istihbarat teşkillerinin ana bilgi kaynağı arasındadır. Google Cloud 
ise NSA’nın yabancı ülkelerde büyük ölçekte bilgi toplamasına ve özel operasyonlar yapmasına yardım ediyor. 

 ABD’nin küresel istihbarat toplama faaliyetlerinin önde gelenlerinden bir diğeri tüm dünyayı dinlediği “telekulak” sistemidir. 2013 yılında, NSA/CIA ajanları dünyanın çeşitli yerlerindeki 90 adet “Özel Toplama Servisi” birimini kullanarak aralarında 35 ülke liderinin de bulunduğu milyonlarca kişiyi dinlediği ortaya çıktı. Bu birimler, sadece izleme yapmamakta, seçilen hedeflere örtülü operasyonlar da düzenlenmektedirler. Cep telefonlarının takibi ile günde yaklaşık 5 milyon görüşme kayıt altına alınıyor ve yüz milyona yakın aletin yeri depolanıyor. ABD istihbaratı, dünyanın her köşesindeki gazetelerden, telefon görüşmelerine elde edilen bilgilerden hedef listesi oluşturuyor. NSA’nın Blackpearl adlı gizli programı tüm dünyadaki bankalar arasında elektronik fon transferi standardı sağlayan sistem olan Swift ağını kullanıyor. 

CIA, Virginia’daki Sosyal-Medya Takip Merkezi ile Açık Kaynak Merkezi’nde 
çalışan analizciler, milyonlarca tweet, facebook mesajı, online sohbet kaydı ve diğer www üzerindeki halk verilerinden dünyanın her yerindeki bölgeler ve gruplar hakkında bilgi edinmektedir. Bu merkez; sadece Çin, Pakistan ve Mısır gibi ülkelerden günde beş milyon tweet toplamaktadır. BBC Monitoring ile ortak çalışan ABD Açık Kaynak Merkezi ise 150 ülkede 100’den fazla dilden 3000 kaynağı her gün izlemekte ve ABD açısından önemli olanları İngilizceye tercüme ettirmektedir. BBC Monitoring, Rusya Federasyonu ve Orta Asya’da yayınlanan gazeteleri, radyo ve televizyonları izlemektedir. ABD Açık Kaynak Merkezi, Uzak Doğu ve Latin Amerika’yı izlemektedir. İki kuruluş Afrika’yı, Ortadoğu’yu ve Avrupa’yı aralarında bölüşmüşlerdir. 

 Bu işte Batılılar yalnız değiller. Rusların siber istihbarat özellikle siber saldırı 
kabiliyetleri Batıdan çok daha iyi durumdadır ve çeşitli ülkelere (Estonya, Ukrayna vb.) yapılan saldırılar ile sürekli test edilmektedir. Rusya, sosyal medya üzerinden etkileme operasyonlarına çok daha önem vermekte ve son yıllarda pek çok ülkenin seçimlerine bulaşmıştır. Çin ise büyük ölçüde teknoloji kopyalama faaliyetlerine odaklanmıştır. Bu kısa makalede değinemesek de, Rus ve Çin istihbaratının faaliyetleri ile ilgili daha önce yazdığım makale ve kitap bölümlerini okuyabilirsiniz. Rus istihbaratının son dönemi ile ilgili kitap 
çalışmamız da devam ediyor. 

 Sonuç olarak, sadece sosyal medya üzerinden eğilimleriniz ya da ilişkileriniz değil, telefonlarınız üzerinden görüşmeleriniz ve nerelere gittiğiniz takip ediliyor. Etrafımızdaki gizli ya da açık kameralar ile hareketleriniz; bankalar, oteller, benzin istasyonlarındaki işlemleriniz, kart kullandığınız tüm alış verişleriniz sürekli kayıt altına alınıyor ve şahsınıza ait bir dosyada toplanıyor. Bankaların para hareketleri ile ilgili rapor vermeleri sorumluluğu var. IBAN no.ları, biyometrik resimler vb. uygulamalar, terörist ve suçlu takip ediyoruz 
maskesi altında Batılıların bize dayattığı takip uygulamalarıdır. Peki, takip edilmek istemiyorsanız ne yapmalısınız? Bu makalenin amacı, durum farkındalığı yaratmaktı. Kaçınmak istediğiniz bilgileriniz varsa en azından özel bilgilerinizi internete bağlanan bilgisayarlarda saklamamanız, mümkünse akıllı telefon kullanmamanız tavsiye edilebilir. 

***

17 Eylül 2018 Pazartesi

Türkiye Neden Eskisi kadar Dış yatırım Çekemiyor



Türkiye Neden Eskisi kadar Dış yatırım Çekemiyor?.,


Özge Özdemir
BBC Türkçe
1 Şubat 2017



Türkiye'deki yatırım ortamına dair son önemli gelişme kredi derecelendirme kuruluşu Fitch'in not indirimiydi. 2012'de kazanılan 'yatırım yapılabilir seviye' notlarının tümü artık yitirilmiş durumda.

Bu gelişmeler yabancı yatırımcıların Türkiye kararlarını da doğrudan etkiliyor.

Fitch, notun düşürülmesinin gerekçeleri arasında en önemli etken olarak siyaset ve güvenlik alanlarında yaşanan gelişmeleri gösterdi.

Fitch'e göre bu alanlarda yaşananlar ülkenin ekonomik performansını ve kurumsal bağımsızlığını zedeledi.


Fitch'e Göre kararda etkisi olan gelişmeler:

Kamudaki Kitlesel Tasfiyeler
Olağanüstü hâl
Basına yönelik operasyonlar
Terör saldırıları

2016'da doğrudan yabancı yatırım yüzde 63.1 azaldı
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) en son Kasım ayında gelen ödemeler dengesi verilerine göre Türkiye'de Ocak-Kasım ayları arasında doğrudan uluslararası yatırım, 2016 yılında bir önceki yıla göre yüzde 63,1 azalmış durumda.


ULUSLAR ARASI DOĞRUDAN YATIRIM GRAFİĞİ

GRAFİK 1 (  Türkiye Neden Eskisi kadar dış yatırım çekemiyor ) 

'Ekonomide odak uzun zamandır Siyasette'

Peki yabancı yatırımcılar, Türkiye ile ilgili olarak bu yıl öncelikli olarak hangi konuları takip ediyor?

Bu soruya verilen cevaplarda Fitch'in de dikkat çektiği gibi siyaset ön plana çıkıyor.

Merkezi İsviçre'nin Cenevre kentinde bulunan finansal varlık yönetim şirketi Ram Capital'ın ortağı ve yatırım müdürü Ogeday Topcular, 2017'nin de Türkiye için oynak ve olaylarla dolu geçeceğini söylüyor.

Topcular, Türkiye ekonomisi için uzun zamandır dikkatin ekonominin kendisi yerine siyaset üzerinde odaklandığını vurguluyor.

Topcular'a göre 2017'de Türkiye ekonomisi hakkında öne çıkan başlıklar şöyle olacak:

Anayasa referandumu: Listenin en başında bu maddenin olmasının sebebi önemli politik değişikliklere yol açacak olması.
Ekonomi: 2016 üçüncü çeyrekte uzun yıllar sonra ilk defa daralmanın gerçekleşmesi, kurdaki değer kaybı ve özel sektörün dış borcu, ekonomi için alarm veren konular.

Jeopolitik durum: Türkiye'nin Suriye krizinin önemli oyuncularından biri olması sebebiyle çatışmalardan etkilenmesi.
Türkiye-ABD ilişkileri: Korumacı politikalarıyla dikkat çeken Trump'ın Türkiye ile ilişkilerini gözden geçirme ihtimali.
Türkiye-AB ilişkileri: Türkiye'nin en büyük ticaret ortağı Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerin gerilemesi.
'Darbe Teşebbüsü endişeleri artırdı'

Topcular, Türkiye'nin yatırım potansiyeli hakkında yorum yaparken Türkiye'nin geçen yıl gelişen ülkelerden negatif ayrıştığına dikkati çekiyor.

ABD Merkez Bankası'nın (FED) 2013 yılında normalleşme yolunda faizleri artıracağını söylemesinin ardından gelişmekte olan ülkelerin zorlu bir yola girmesine rağmen geçen yıl toparladığını söyleyen Topcular, bunun Türkiye'de görülmemesini şöyle açıklıyor:

"Bence bunun en büyük sebebi Türkiye siyasetinin etrafındaki belirsizlik. Ayrıca darbe teşebbüsü de yatırımcılar arasındaki korkuyu artırdı. 2017'ye girerken anayasa referandumunun daha çok belirsizlik yaratmasıyla bu korkuların hâlâ geçerli olduğunu görüyoruz. Yatırımcılar siyasette bir berraklık görene kadar Türkiye'de yatırım yapmaktan kaçınacaklardır."


GRAFİK 2 EKLE ( Türkiye Neden Eskisi kadar dış yatırım çekemiyor )


Merkez Bankası'nın Bağımsızlığı.,

Merkezi İngiltere'de bulunan BlueBay portföy yönetimi şirketinin gelişmekte olan piyasalar masasından Timothy Ash ise Türkiye ekonomisi ile ilgili üç başlığa dikkat çekiyor:

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) Para Politikası
Güvenlik durumu,
Referandum,
Ash, aynı zamanda yatırımcıların kamu kurumlarına yapılan operasyonların devletin kurumsal gücünü azaltacağı endişesiyle sona erdirilmesini istediğini tespit  ediyor.


'' Piyasa ve yatırımcı referandum kampanyasının kutuplaştırıcı etkisi, Siyasi istikrarsızlığı artırıcı ve güvenlik durumuna zarar verici etkisinden çekiniyor.
Kaynak; Timothy Ash , BlueBay portföy yönetim şirketi ''

Ash, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın faizlerin düşürülmesi için yaptığı çağrıların yabancı yatırımcının algısına zarar verdiği görüşünde:

"Bu durum TCMB'nin ellerini bağlıyor, MB'nin bağımsızlığını, enflasyona karşı harekete geçmek ve Türk Lirası'nı dengede tutmak için harekete geçme kabiliyetini zayıflatıyor."

Güçler ayrılığı ve denetim mekanizmasının güçlü olması takdirinde başkanlık sisteminde yatırımcıların bir sakınca görmediğini söyleyen Ash, piyasa ve yatırımcının referandum kampanyasının kutuplaştırıcı etkisi, siyasi istikrarsızlığı artırıcı ve güvenlik durumuna zarar verici etkisinden çekindiğini söyledi.

'Piyasa AB müzakerelerinde ilerleme beklemiyor'

Gelişmekte olan piyasalar üzerine çalışan ABD merkezli yatırım şirketi Gramercy'nin başkan yardımcısı ve araştırmacı olan Petar Atanasov, Temmuz ayında gerçekleşen darbe girişiminden beri risk algısının siyasi olaylara kaydığını aktarmakta.

"Finansal yapı açısından mali denge sağlıklı ancak kurumların ve bankacılık sisteminin döviz cinsinden yükümlülüklere karşı kırılganlıklarının yüksek olması bizim için bir kaygı sebebi ve buna çok fazla dikkat ediyoruz" diyen Atanasov'a göre Türkiye ekonomisiyle ilgili üç başlık öne çıkıyor:

Anayasa referandumunun sonucu, siyasi, ekonomik ve güvenlik ile ilişkili durum
Mali eğilimler ve kamu bütçesiyle ilgili izlenecek politika, Merkez Bankası'nın yatırımcı algısını ve Türk Lirası'nı desteklemek için gerekli görülen adımları atma kapasitesi/iradesi Türkiye'nin güçlü Dolar ve küresel finansal durum karşısında kırılgan olması dolayısıyla küresel finansal gelişmeler

5.8 milyar dolarlık bir fonu yöneten bir yatırım şirketi olan Gramercy'den Atanasov, "Referandum sonucunda otoriterliğin daha çok güçlenmesi yatırım kararları üzerinde olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Piyasa, Avrupa Birliği (AB) müzakerelerinde herhangi bir ilerleme beklemiyor, buradan sonra sadece ilerleme olabilir ama bizim görüşümüze göre bu çok olası değil" açıklamasında bulunuyor.

Yabancı Yatırımcıya Vatandaşlık işe yarar mı?

Diğer yandan hükümet, yabancı yatırımcıyı Türkiye'ye çekmek için bazı hamleler gerçekleştiriyor.

< Orta-uzun vadede Türkiye'nin yatırım potansiyeli yüksek. Ancak kısa vadede kurumsal zayıflamadan ötürü bu duruma karşı büyük riskler var.
ALINTI; Petar Atanasov, ABD Merkezli Yatırım şirketi Gramercy >

Bu ay Resmi Gazete'de yayımlanan gelişmeye göre, en az 2 milyon dolar tutarında sabit sermaye yatırımı gerçekleştirdiği veya en az 1 milyon dolar tutarında taşınmazı, tapu kayıtlarına 3 yıl satılmaması şerhi koyulmak şartı ile satın aldığı ilgili kurumlarca tespit edilen yabancılar, Bakanlar Kurulu kararı ile Türk vatandaşlığını kazanabilecek.

Ram Capital'dan Ogeday Topcular ise bu adımın büyük bir fark yaratmayacağını, sadece çok az sayıda insanı etkileyeceğini belirtiyor.

Timothy Ash, 'vatandaşlık verilmesinin yatırımcıya nasıl cazip geleceğini anlamadığını, belki sadece Ortadoğulu yatırımcılar için çekici olabileceğini' söylüyor.

Türkiye'nin yatırım potansiyeli nasıl?
Ash'e göre Türkiye'nin yatırım hikayesi karışık:

" Güçlü kamu bütçesi, güçlü banka sektörü, olumlu demografik yapı, olumlu iş çevresi, farklı ticari yapı ve iyi büyüme potansiyeli gibi güçlü yanları var. Ancak olumsuz tarafları ise zayıf güvenlik durumu, kutuplaşmış politika, anlaşılmayan ve saydam olmayan para politikası."

Petar Atanasov ise " Orta-uzun vadede Türkiye'nin yatırım potansiyelinin yüksek olduğunu düşünüyoruz. Ancak kısa vadeli ve kurumsal zayıflamadan ötürü bu duruma karşı büyük riskler olduğunu düşünüyoruz" diyor.


https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-38794633

***

20 Ocak 2017 Cuma

Neden otoriter rejimler Amerikan yönetiminin isteğidir?




Neden otoriter rejimler Amerikan yönetiminin isteğidir?,,



Bülent Esinoğlu

20 Ocak 2017


Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, bugün yemin ederek göreve başlayacak, yeni Başkan Donald Trump'ın, Dışişleri Bakanı adayı Rex Tillerson ve Savunma Bakanı adayı James Mattis ile görüştü.

Çavuşoğlu’nun Trump’ın yemin törenine de, katılacağı ifade edildi. Gazeteler.

Amerikan derin devletinin, yeni Başkan Trump ile girdiği mücadeleyi doğru değerlendirmek zorundayız. Biz entelektüellerden çok, Türk devletinin durumu doğru değerlendirmesi gerekir.

Amerikan derin devleti ile Trump arasındaki kayıkçı kavgasını esas alarak düşünmek, dünya sorunlarına Amerika’dan bakmak anlamına gelir. Emperyalizmin kurumsal yapısını, kurumsal davranışını bilmemek anlamına gelir.

Trump’ın korumacı söylemlerine bakarak, Amerikan devletinin diğer ulus devletlerin iç işlerine karışmayacağını sanmak, devlet aklının yapacağı iş değildir.
Amerika ile ilişkilerde uzmanlaşmış, belki de tek Millet Türk Milletidir.

Küçük Amerika* diyerek bu günlere geldik. Amerikancılığın ne demek olduğunu iliklerimizde yaşayarak öğrendik. Müdahalelerle, süreçlerin kuralsızlaştırılarak, özelleştirildiğine şahit olduk. Ulus devletimizin nasıl da, uçurumun kenarına getirildiğini yaşayarak öğrendik.

Bir zamanlar Amerika ile içli dışlı olanların, Amerikancılığı normal hayatın gidişi sananların, Trump’ın söylemlerini ülkemiz bakımından iyi söylemler gibi anlamaları olasıdır.
Amerika, Türk devletinin iç işlerine karışmak ve Türk Devletini yönetmek için, giriştiği her operasyonda, böyle ortamları değerlendirmiştir.

Amerika’nın neden otoriter rejimlerle daha rahat çalıştığını anlamak, ekmek su kadar zorunludur.

Başkanlık sistemini Amerikan emperyalizminin baştan beri tercih etmesinin sebebi budur.

Amerikan devleti tarafından, diktatörlerin kullanılması şu sebeplerden ötürü tercih sebebidir.

Meclis gibi ikna edilmesi zor olan kurumların devre dışı kalması ve maliyetinin düşürülmesi bakımından tercih edildiği kesindir.

Amerika’nın en uzun ve iyi ilişki kurduğu devletlere bakarsanız hepsinin de otoriter rejimlerle yönetildiğini görürsünüz. Suudi Arabistan, Körfez Ülkeleri gibi… Yönetemediği veya müdahalede zorlandığı devletleri de haydut devlet sınıfına koyar.

Ülkemize başkanlık sistemini öteden beri isteyen Amerikan derin devletidir.

Çavuşoğlu, Trump’ın bakanlarına, bizim iç işlerimize karışıp karışmayacaklarını soracaksa, alacağı her cevap emperyalist bir yalan niteliğinde olacaktır.

 
Gerek Açılım sürecinde, gerekse, ülkenin bölünmesi için federasyonlaşma taleplerinde, Amerikan sözcülerinin, hep başkanlık sistemi önerdiğini görürüz.

Amerikancı FETO teşkilatının yayın organlarında hep Başkanlı önerilerine şahit olmuştuk. Her ne kadar şimdilerde RTE’ye karşı olsalar da, ortak oldukları dönemlerde FETO hep başkanlığı savunmuştur. Çünkü Büyük Biraderin asıl talebi budur.

Şimdilerde Amerikan emperyalizmi RTE ile arası iyi değildir. Bunu biliyoruz.

Trump’ı Amerikan emperyalizminin başına gelmiş bir peygamber sanmak ve 15 Temmuz’u unutmak, Amerikan derin devletinin stratejisine en uygun davranıştır. Sonu daha büyük felakettir.

Bülent Esinoğlu
bulentesinoglu@gmail.com
ulusalkanal.com.tr




http://www.ulusalkanal.com.tr/neden-otoriter-rejimler-amerikan-yonetiminin-istegidir-makale,6037.html


***

11 Ağustos 2015 Salı

NEDEN VE NEREYE SÜRÜKLENİYORUZ?




NEDEN VE NEREYE SÜRÜKLENİYORUZ?

Ordu istemeyen ve ordunun yüklediği maddi, manevi fedakârlığı göze aldırmayan bir millet esaret zincirini kendi eliyle boynuna geçirir -Gazi Mustafa Kemâl Atatürk(1930)
3 Ağustos 2015’de Türkiyede tipik bir Asimetrik Savaş dönemi yaşanıyor.
PKK ve IŞİD başta olmak üzere terör örgütü mensupları ülkemizin her köşesini savaş alanı ilan etmişlerdir. Askeri tesisler başta olmak üzere tüm devlet güçlerine ağır silahlarla saldırıyorlar. Yakıyorlar, yıkıyorlar, yol kesiyorlar, haraç topluyorlar, pervasızca adam öldürüyorlar. Giderek sayıları artan şehit cenazeleri tüm yurtta teröre lanet yağdıran sloganlarla kaldırılıyor. Terörden yılan halkımızın isyanı ve öfkesi giderek artarken, arkasına aldığı dış dünyanın desteğiyle cüretini arttıran terör örgütü azgınca saldırmaya devam ediyor.
İşte böyle günlerde ülkemizde güçlü bir iktidara, güçlü bir ekonomiye ve güçlü bir ordu ile siyasi yöneticilerine tam güvenen milli iradeye ihtiyacımız vardır.
Türk ordusu; tüm gücü ile teröre karşı kendisine sağlanan sınırlı çerçeve içinde görevini başarıyla yerine getirmeye çalışmaktadır. Ama bu yeterli değildir. Havadan bombardıman ile teröriste zarar verilebilir ama önlemek mümkün değildir. Ayrıca günümüz siyasi ortamında ve kendisine sağlanan hukuki yetkilerle ordunun başarı şansı fazla değildir.
Türkiye, dünyanın en sorunlu bölgesinde etrafındaki kan denizinin doğrudan etkisi altındadır. Uluslararası terörün ülkemize zarar vermesini önlemek için tam bir siyasi güç birliğine ihtiyacımız vardır.. Çünkü mevcut Asimetrik Savaşı sürdürecek ve milli güç unsurlarımızı bu savaşa hazırlayıp yönetecek olan güç siyasi güçtür. Oysa 3 Ağustos 2015’te Türkiyede resmen hükümet yoktur. Seçimin üzerinden iki ay geçmesine rağmen ülkeyi çoğu milletvekili dahi olmayan istifa etmiş AKP hükümeti kerhen yönetmektedir.
Vatanı ve milleti sahiplenip ülkemize karşı yürütülen savaşı göğüsleyecek ve saldırılara karşı milli güç unsurlarını yönetip yönlendirecek olan TBMM ise 2 Ekime kadar kendini tatile sokmuştur. Ne yazık ki ülkemiz her alanda yangın yerine dönmüşken sayın vekillerimiz deniz kıyılarında serinlemektedir.
Teröre karşı verilen Asimetrik Savaşı fiilen yürütecek olan ordumuzun teröre karşı koyma yetki ve sorumluluğu yoktur. Memleketi savaş alanına çeviren terör örgütlerine karşı mücadele (bu işten hiç anlamayan) vali ve kaymakamlar eliyle İller İdaresi Kanununa göre yürütülmeye çalışılmaktadır. Ordu ve güvenlik kuvvetleri sadece kendisine doğrudan saldırılarda meşru müdafa halinde operasyon yapabilmektedir.
Türk ordusu, geçen dönemde kumpasa dayalı davalarla kaybettiği gücünü toparlamaya ve yaralarını sarmaya çalışmaktadır. Kumpas ile birlikte yapılan düzenlemelerle ordunun geleneksel disiplinini sağlayan İç Hizmet kanunundaki kaldırılan bazı maddeler yüzünden yaşanan disiplin zafiyeti devam etmektedir. Ayni şekilde Bedelli Askerlik Kanunu uygulaması ile parası olmayanın vatan için şehit olduğu, parası olanın banka veznesindan terhis olduğu ortamın yarattığı sıkıntılarda henüz giderilememiştir.
T.C. Devleti; kendisini koruyacak tüm tedbirleri Anayasa ve yasalarla belirlemiş ve bununla ilgili teşkilatları oluşturmuştur. Buna rağmen bu hususlar dikkate dahi alınmamakta, Sıkıyönetim, Olağanüstü Hal, Seferberlik ve Savaş Hali durumlarını ilan etmek akla gelmemektedir.
Ordunun üst komuta kademesinin tamamı 3 Ağustos Askeri Şurasında tamamen değişecektir. Bu durumda eski yönetim kademesinin etkili tedbir alması beklenemez. Ayrıca yaz ayları ordu ve emniyet güçlerinin rutin tayin mevsimi olup tecrübeli birlik komutanları ve kurum amirlerinin önemli bir bölümü yer değiştirme süreci içindedir.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen insanlarımız içinde bulundukları bölünüp parçalanma ve kanlı bir iç savaşa sürüklenme sürecinin farkında bile değildir. Yaratılan psikolojik algı ortamı ile halkımız hiç bir şeyi önemsemez hale gelmiştir. İşte asıl tehlikeli olan budur.
Türkiye herşeye rağmen güçlü bir ülkedir. Bugün en önemli eksiği güçlü bir siyasi iradeye sahip olmamasıdır. Vatanın ve milletin sahibi olan TBMM’nin böyle zor günlerde tatilde olması bu vatana yapılabilecek en büyük kötülüktür. Oysa 23 Nisan 1920’de açılan TBMM’in ilk icraatları bugünün vekilleri için ibret alınacak derslerle doludur.
23 Nisan 1920-1 Nisan 1923 arasında görev yapan Birinci TBMM olağanüstü bir meclistir. Çünkü günümüz meclisinin aksine orada Güçler Birliği ilkesi vardır. Yasama, Yürütme ve Yargı TBMM’de toplanmıştır. 23 Nisanda en yaşlı üye sıfatıyla Sinop Mebusu Şerif Bey Meclisi yönetmiş ve 24 Nisan’da Mustafa Kemal TBMM Başkanı olmuştur.
Bugün her türlü kanun, yönetmelik ve iç tüzük hükümlerine sahip olan 2015 meclisi, ülkedeki tüm ağır şartlara rağmen kendisinde dört ay hiç bir iş yapmama yetkisi bulurken Atatürk’ün TBMM, kuruluşunun ikinci gününde ilk kanununu kabul etmiştir. Birinci TBMM’nin 24 Nisan’da çıkarmış olduğu ilk kanun Ağnam (Hayvan vergilerinin 4 katına çıkarılmasına dair) Kanunudur. İkinci Kanun ise 29 Nisan 1920’de çıkarılan Hıyanet-i Vataniye Kanunudur.
Demekki TBMM bir gün içinde toplanıp ülke yönetimine sahip çıkabiliyor ve gerekli yasal düzenlemeleri yapabiliyormuş.. Bugünde yapılmaması için hiç bir sebep bulunmamaktadır.
ACİLEN ÖNERİLERİM ŞUNLARDIR;

– TBMM derhal toplanıp ülke yönetimine ağırlığını koymalıdır. Bu meclisten istenildiği takdirde ülkenin tüm sorunlarını sahiplenecek hükümet çıkabileceği dosta düşmana göstermelidir.
– Acilen alınacak yasal önlemlerle (Sıkıyönetim, Olağanüstü Hal, Seferberlik ve Savaş hali gibi ) yürütülen savaş için güvenlik güçlerinin elini bağlayan zincirler kırılmalıdır..
– Mevcut terörün dış kaynaklı ve destekli olduğu gerçeğinden hareketle teröre karşı etkin mücadelenin ancak Suriye, Irak ve İran ile yapılacak koordineli çalışmalarla önleneceği dikkate alınarak bu ülkelerle en üst düzeyde siyasi ilişkiler geliştirilmeli, ortak operasyonlar düzenlenebilmelidir.
– Terörden etkilenen ve yaratılmak istenilen iç savaş ortamından halkımızı korumak maksadıyla ülke çapında yoğun bir halkı bilgilendirme operasyonu (Psikolojik Algı Operasyonu) yapılmalıdır. Bu konuda üniversiteler ve sivil toplum kuruluşlarımızda dahil olmak üzere tüm iletişim kanallarından koordineli şekilde istifade edilmelidir.
– Terörle mücadelede çok üstün gayret ve hizmetleri bulunan yetişmiş personel (emekliler dahil) bulunmalı, etkin ve doğru görevlendirmeler yapılarak bunların bilgi, görgü ve tecrübesinden azami istifade edilmelidir..
Bunlar yapılmadığı takdirde sonumuzun ne olacağını görmek için uzmanlığa ihtiyaç yoktur. Son bir kaç yıl içinde Irak, Suriye, Libya’nın yaşadığı süreç geleceğimizin fotoğrafını göstermektedir. Bu albüme bakmak kafi gelecektir.
Dr. Tahir Tamer Kumkale
 https://kumkale.wordpress.com/2015/08/03/neden-ve-nereye-surukleniyoruz/

..

22 Şubat 2015 Pazar

Nereye? Neden? Nasıl?



Nereye? Neden? Nasıl?


Yekta Güngör Özden


09.02.2004/Sayı:49

Onbeş günlük rapor niteliğinde yazmaya çalıştığım için oldukça uzun görülen yazılarım umarım bıkkınlık vermemiştir. Ülkemizin o ölçüde ağır iç ve dış sorunları var ki nereden, hangisinden başlayacağını saptayamıyor, ne kadar tutacağını kestiremiyorsunuz. Değinmeden geçmeye de katlanamıyorsunuz. İlgisizliğin, duyarsızlığın, tepkisizliğin giderek yaygınlaştığı bir ortamda yazmamayı, yazıların ne yarar sağladığını da düşünüyorsunuz. Ama kişinin kendine soruları ve yanıtları özgüdü (vicdan) duyumu yönünden öncelik ve önem taşıyor. Bu nedenle doğru bildiklerinizi, toplumsal yaşamın aydınlanmasına katkısı olacağını sandıklarınızı ele alıyor, eleştiri, öneri ve dileklerinizi sıralamaya özen gösteriyorsunuz. Kimi zaman da uyarılarda bulunmayı, bir parçası olduğunuz topluma karşı görev sayıyorsunuz. Yurttaşlık bilincinin ideolojiye dönüştürülen, siyasal çıkar aracı durumuna getirilen ve tarikata indirgenen din konusundaki yetersizliği, karanlıkları çağrıştırmaktadır. AB’nin kendisinin asla uygun bulmadığı durumları Türkiye için hoşgörüyle karşılaması, ABD’nin Türkiye’yi daha iyi kullanmak için demokrasiyle bağdaşması olanaksız inanç düşkünlüğünü ve bu bağımlılığın devlet işlerinde gözetilmesini geçerli sayması, kendi varlığını korumak, Şeriat düzenini gerçekleştirmek isteyen iktidarı kötülüklere özendirmektedir. AB ve ABD’ye ne kadar ödün verirse içerde amacını o kadar kolay gerçekleştireceğini sanarak dinsel yönden değişikliklere çağırmakta, ancak sıkmabaştan vazgeçmekte, lâikliği benimseme sözleri etmesine karşın lâikliği savunanlara karşı düşmanca tutumunu sürdürmektedir. Asla güven vermeyen, inanılması olanaksız tutum, takiyye olarak yaşama geçirilmeye çalışılan artniyetlerle çekinilmeden sergilenmektedir. Kabadayılıklarla süslenen yalanlar, siyasal beklentileri olanlarla besleme ve çıkarcı medya kesimi için ballı gerçekler biçiminde yansıtılmakta, böyle anlaşılmakta, kendileri ve başkaları inandırılmaya çabalanmaktadır.

Hanedan-Halife Aşkı Kabardı

Medyanın yaldızladığı ABD gezisinin dincilerle başlaması, Hanedan-Halife aşkının kabarması anlamlıdır. Tayyip Erdoğan, Abdülhamit’in torunu Ertuğrul Osman’la görüşürken, TBMM Başkanı da Abdülmecit’in torunu Neslişah’la görüntü veriyordu. Atatürk’ün manevî kızı, İsmet İnönü’nün çocukları çağrılmıyor.
Sıkmabaşlı bayanların ağladıkları yazılan fakir sofraları, aylar önce yazdığımız değişim pompacılarının yeni mârifetlerini (!) açıklıyor. Neyde değişmişler? Dokunulmazlık dosyaları dönem sonuna erteleniyor. Yeni zamlar sırada tutuluyor. Yurtseverleri, gerçek aydınları statükoculukla suçlayan Türkiye düşmanlarının kışkırttığı siyaset adamları kendilerini benimsetmek, kafalarındaki düzeni yerleştirmek için gülücük dağıtıp ilişki kurarak yol alacaklarını sanıyor. Kendilerini yükseltmek için Türkiye’yi batırıyorlar. AB ülkelerinin dinsel açılımları yasaklama, din simgelerine olur vermeme kararı bizim din yoluyla siyaset yapanlarımızı uyarmıyor. Yurtseverlere saldıranlar suspus. Kuzey Irak’taki kürt yöneticilerden Neçivan Barzani’nin tehditleri, Türkiye Cumhuriyeti siyasal partilerinden kimilerinin yıkıcı ve bölücü tutumları da eleştirilmiyor. Beylere göre herşeyin tek engeli Atatürkçüler.
Yıllardır anlatmaya çalıştığımız lâikliğe yurtdışında övgüler yağdırılması da medya tetikçilerinin görme alanı dışında kalıyor. “Lâikçilik, lâikperestlik” yakıştırmalarıyla kendi karanlıklarını dışa vuruyorlar. Şeyhleri değişse de kendileri değişmiyor. Başimamın peşinde yeni kuyruklar oluşuyor, o kadar. 2003 sonuyla dış borç 63.4, iç borç 139.3 milyar dolarmış, emekliler kıvranıyormuş, İstanbul kış depremiyle boğuşuyormuş, öğretmenler, hekimler, teknik adamlar geçim güçlüğü çekiyormuş, Anayasa değşiklikleri gündemdeymiş, beylerin umurunda değil. Dinsel bayramlarda mezarlıklara parasız otobüs çalıştırılır, ulusal bayramlarda şehitliklere ve tören yerlerine böyle bir kolaylık düşünülmez. Her şey din-iman için, demokrasi de, hukuk da. Yineliyorum; din siyasallaştırılarak demokrasi dinselleştirilmektedir.


 Medyanın büyük bölümü uyku ilâcı görevi yapmaktadır.

Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başlıca amaçlarından biri de bir bilim ve teknoloji devleti olarak kurulacak Türkiye Cumhuriyeti’ni tüm çağdaş nitelikleriyle hukuk devleti yapmaktı. İsmet İnönü, bu konuda tam bağımsızlık ve kapitülâsyonların kaldırılması kadar Lozan’da uğraş verildiğini kaç kez anlatmış, hattâ yazmıştı. Atatürk daha 1920’de yargı hakkının bir ulusun bağımsızlığının göstergesi olduğunu, yargısı bağımsız olmayan bir ulusun varlığının kabul edilemeyeceğini söylemişti. Adalet toplumsal namustur. Bunu gerçekleştirecek yargıya saldırıların, yargıyı yıpratıp kuşkulu duruma getirmenin kimseye yararı yoktur. Yargıya güveni ve saygıyı arttırmak, siyasallaştırmaktan kaçınmak herkesin görevi bilinmelidir.

Yerel seçimler bir sınavdır

Yaklaşan yerel seçimler kişiler ve kurumlar için bir sınav olarak algılanmalıdır. İlkesiz ve ufuksuz siyasal partilere bir de ilkesiz ve kişiliksiz kimi aday adayları eklendi. Önseçim ya da tüm üyelerin seçimiyle aday belirlemeyi düşünmedikleri izlenen siyasal partiler, getirilecek yeri değil, nasıl oy alacaklarını gözeterek aday aramakta ya da yeterliğine hiç bakmadan aday göstermeye çalışmaktadır. Kimi aday adayları bir uçtan bir uca geçmekte, önce ayrıldığı partiye seçilmek amacıyla dönmekte ya da önceleri tümüyle karşısında olduğu partiye katılmakta hiç bir sakınca görmemektedir. Yeniden seçilmek için şimdi hangi parti güçlüyse onun adayı olmayı yeğlemekte, tüzük, program hiç tasası olmadığı gibi hiç bir ilkeye bakmadan her kapıyı çalabilmektedir. Hele iktidar partisinin değişik olanakları kullanarak oy toplama oyunlarıyla yarışmanın olanağı yokken. İktidarın başındaki kişinin eğitimi, geçmişi, konuşmaları, tutumu tüm ayrılıkları, çelişkileri, tutarsızlıkları, gülünüp ağlanacak yönleriyle ortadayken, bu durumdakilerle siyasal yarışa her zaman çıkmak olanaklı iken, oy almak için başvurdukları yollar gözetilince yarışa çıkmanın gereksizliği açıktır. Yerel seçimler sonuçlanınca Türkiyemizde kimi değişikliklerin olacağı, siyasal alanda dağınıklığın giderileceği, iktidardan uzaklaşanların artacağı umutları giderek daha çok konuşulmaktadır. Toplumun siyasal ve ekonomik durumu bu tür beklentileri doğrulayacak düzeyde değildir. Özellikle kimi aydınların, büyük bölümüyle medyanın yandaşlığı ve çıkarcılığı, ayrıca yoğun kadrolaşmanın katacağı güçle siyasal iktidar bildiğini okumayı sürdürecek, direndiği yasaları çıkartacak, kökten dinci bir düzeni gerçekleştirmek için adımlarını hızlandıracak, değişmediğini kezlerce gösterecektir. Ama iş işten geçmiş olacaktır. Yaşam koşulları giderek ağırlaşan insanlarımız kimi oyunlar, yalanlar, avutma ve oyalamalarla, daha çok inanç bağımlılığının verdiği durgunluk ve katlanışla ezilerek bekleyeceklerdir.

Türk Devrimi’ne ve Atatürk ilkelerine içtenlikle bağlı kişilerin kurup yönettikleri siyasal partilerin niçin kurulduğunu gözardı edenlerle bilmek istemeyenler, dağınıklık işlerine gelenler söylentilerle ilgilileri yıprattıkça, gerçekler kavranmadıkça, ilkeler korunmadıkça, bencillikten ve kadroculuktan vazgeçilmedikçe, bilimsellik, hukuksallık ve ahlâk benimsenmedikçe, AB ve ABD’ye körü körüne bağlılıktan uzaklaşılmadıkça, yurttaşların sorunları benimsenmedikçe bir yarar beklemek boşunadır. Dağınıklığı gidermek, birlikteliği sağlamak, muhalefeti güçlü kılmak için kurumsal bir anahtar olarak kurulan partiler seçim dalgalanmaları nedeniyle yaraşır oldukları ilgiyi görmemişlerdir. Siyasetten tiksinmeye kadar uzanan nedenler üzücüdür. Demokrasiyi benimsemiş toplumlarda özverilerle siyaset yapmaya soyunanları kınamak, tembelliği ve kötülükleri hoşgörmek aymazlığı “tuzu kuru” olanların bozukluklarını yansıtmaktadır. Sanat ve spor türü, namuslu, onurlu, saydam ve soylu siyaset örnekleri verilerek toplumsal gelişmelere katkının değeri bilinmelidir. Dağınıklığı gidermeye öncülük ederek geleceği aydınlatma çabaları önemli bir hizmettir. İlkesiz, niteliksiz, yeteneksiz, yetersiz, kişiliksiz, tutarsız, inançsız, çıkarcı ve bencil olanları toplayarak bir yere varılamaz. Gençleri siyasete ısındırarak, halkı siyasete doğrudan katılıma çağırarak demokrasi gerçek kimliğine kavuşturulabilir. Tersi anlayış ve tutumlarla giderek daha çok karanlığa gömülürüz.

Demokrasilerde türban sorununa yer yok

Siyasal iktidarın ikiyüzlü tutumu sürmektedir. AİHM’den geri çekilen savunma Başbakan’ın ABD’de “Türkiye’de türban sorunu var” karasözüyle desteklenmiştir. Değiştiği söylenen dışarıda lâiklikten söz eden, başta Araplar müslüman topluluklara değişim çağrıları sıralayan Başbakan sıkmabaşı “türban” diyerek dayatmakta, devletin ilkesi ve hukuksal konumu karşısında asla geçerli olmayan, asla özgürlük ve uygarlık belirtisi sayılmayan kişisel seçeneği devlet yaşamına sokmaya çalışmaktadır. Kimilerini vekâleten kimilerini doğrudan göreve alıp-aldırarak yoğun kadrolaşma yetmemiş gibi kendi ülkesini dışarda suçlamakta, çıkarları için gülümseyişle karşılayan yabancıların desteğini alarak ya da onlar için asla önemli olmayan ve tehlike belirtisi sayılmayan sıkmabaşa aldırışsızlıklarını olumlu yaklaşım gibi gösterip geçerlik kazandırma çabasına girmektedir. Bu yol yol değildir. Sıkmabaşın ne için kullanıldığı, ne zamandan beri gündeme geldiği, kimlerin kullandığı bilinmektedir. Biçimsel geri dönüşün demokrasiyle, özgürlükle, insan haklarıyla hiç bir ilgisi yoktur. Hukuksallığı söz konusu değildir. Anayasa Mahkemesi’nin 1989 kararı gerçek bir hukuk devleti olan demokrasilerde bu sorunun yeri olmadığını en doyurucu gerekçelerle ortaya koymuştur. Özellikle lâikliğe bağlı kalma andı içenlerin Mahkeme kararının bağlayıcılığını, Anayasa’nın değiştirilmesi önerilemez ilkelerini gözetip toplumsal barışı daha fazla bozmamaları gerekir. Öğretim-eğitim düzenini, gençlerin geleceğini kendi din-siyaset ikilemleri ve sömürüleriyle karartmamaları gerekir. Bu sorun ve yaygaracıları ortaya çıkıncaya kadar müslümanlık yok muydu? Bugünlere kadar kadınlarımız müslüman değil de günahkâr mıydı? Kur’an yanlış mı anlaşılmıştı? Yalnız bunlar mı biliyordu ve   yalnız bunlar mı müslümandı? Devlet ve hukuk ne idi? Temel sorunları çözümlemekten kaçınanların düzenbazlığından başka bir şey değil.

İnsan Olmayan Müslüman Olamaz

Başbakan yapılan Erdoğan ABD’de musevi kuruluşlardan ödül aldı. Fahrî doktora diploması verildi. Medyanın köktendinci kesimi bunlara yeterince değinmedi. Ben, Türk Devrimi’ni ve Atatürk ilkelerini dilimin döndüğünce anlatıp bu konularda aydınlatma çabalarımı sürdürürken toplumumuza eğitim, sağlık, sanat ve spor yönünden katkılarını izlediğim, Atatürk ilkelerine bağlılıklarını içtenlikli bulduğum Lions ve Rotary kulüplerinde konferans verip teşekkür belgesi alınca terbiye dışı eleştirilerle karşılaştım. Bir üyeliğim, bağım, ilgim olsa asla yadsımayacağım açıkken gerçekdışı bağlantılarımı yazdılar, mahkeme kararlarıyla aslı olmadığı anlaşılmasına karşın tazminatları ödemedikleri gibi özür dilemek inceliğini de gösteremediler. İnsanlar, soy, inanç, dil, renk, cinsiyet ve başka ayrımlar olmadan birbirini anlamaz, dostluk duyguları, çağdaşlık gerekleriyle kucaklaşmazsa savaşlar bitmez. Kendi içinde mutlu olmayanın başkalarını mutlu etmesi nasıl olanaksız ise, kendi ülkesinde barışçı ve dinginliği sağlayamayanın başka ülkelerle iyi ilişkiler kurması da olanaksızdır. Kimse sürekli aldatılamaz. Başbakanın yansıttığı tutum, ikilemler taşıdığı gibi medyamızın şeriatçı kesimiyle iktidar borazanlığı yapan besleme kesimi de (Irak, Kıbrıs ve Güneydoğu konularında izlendiği gibi) zararlarını birbirine eklemektedir. Dine saygısı olanlar, insana, kişiliğe ve onura saygılıdır. Din, temelde doğruluk, temizlik ve terbiye demektir, insanlık, barış ve aydınlıktır. Nasıl diploma ile bir kimse aydın ve insan olamazsa, Hac’ca ve umreye gitmekle de müslüman olamaz. Özetle, insan olmayan, müslüman olamaz.

Ödün, Arkası Kesilmeyen, Sonu Gelmeyen Veriştir

Söz ABD’den açılmışken bir çelişkiye daha değinmek istiyorum. ABD; subaylarımız yoluyla Türkiye Cumhuriyeti’nin başına geçirdiği çuval için özür dilememişken, PKK/KADEK konusunda Türkiye’ye doyurucu bir yanıt vermemişken ve bu sorunlar için yeterli açıklamalar yapmamışken buyruklarını önceden sıralayıp bir Başbakanı nasıl ayağına çağırabiliyor ve Başbakan buna nasıl uyabiliyor? Hiçbir anlayış ortaya koymadan nasıl yeni ödünler isteyebiliyor? Yandaşlığı, karşıtlığı çok belirgin iken nasıl inanılacak ve istekleri nasıl yerine getirilecek? Özellikle Kıbrıs konusunda Milli Güvenlik Kurulu bildirisinin içermediği hususları Tayyip Erdoğan nasıl söyleyebiliyor? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nin duyarlıkları benimsenmemiş gibi, ilkelerden vazgeçilmiş, iktidar istediğini yapabilirmiş gibi yansıtma anlaşılır bir tutum değildir. AB için her ödünün verilemeyeceği bilinmelidir. Bakalım Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Kıbrıs özel temsilcisi değişecek mi? Arabulucu ya da kolaylaştırıcı Erdoğan’ın istediği nitelikte görevlendirilecek mi? Kim kimi etkiledi, kim güçlü, göreceğiz... Ödün, arkası kesilmeyen, sonu gelmeyen veriştir. Vermekle kurtulmak olanaksızdır. “Risk almak” kişisel ve kurumsal böbürlenme, kabadayılık, sessiz çoğunluğa, çoğunluk diktasına güvenmenin açıklaması olabilir ama yitiklerin boyutu tarihin bağışlamasına sığmaz ve bedeli ağır olur. Clinton’un Hazreti Muhammed Mustafa için söyledikleri belki Başbakan’ın ABD’den dönüşünde kendini etkiler de sıkmabaş fedailiğini gözden geçirir. Türk Humeyniliğiyle ayetullahlığına soyunduğu için ABD’nin güvencesine sığınan kişinin Türkiye’ye dönme hazırlıklarından söz edildiği ortamda, 150 bin kişinin karşılayacağı söylemleri içinde, yeşil kuşaktan yeşil sarığa ve yeşil cübbeye geçiş çabaları akıllıca değerlendirilir. “Daha müslüman bir yapı” özlemiyle demokratik, laik, sosyal hukuk devletinden yoksun kalmayız.
“Yeni Sevr’in Ankara’da imzalanması” anlamındaki düzenlemelere değinmiş, Tahkim   konusundaki Anayasa değişikliğiyle yasa tasarısını “Kapitülasyonlara dönüş” olarak nitelemiştik. Çıkarcılar ise övgülerle karşılamışlardı. Şimdilerde tahkimden kurtulmak için yasa hazırlıklarına girişildiği duyulmaktadır. Türkiye’yi haklı olduğu ilişkilerde haksız göstermek için yeğlenen tahkim yönteminin sakıncaları ortaya çıkmaktadır. Özelleştirme de böyle olacaktır. SEKA’nın Balıkesir kuruluşunun yok pahasına nasıl özelleştirildiği basında vurgulanmaktadır. Herşeyi parayla ölçen kimi bilim adamları da ekran başında halkı uyutmakta, otomobil fabrikalarının iş alanı açtığı savlarını yinelemektedirler. Yabancı sermaye sanki dışarıya, getirdiğinin üzerinde kârlarını ekleyerek götürmüyormuş gibi. Nasıl Kıbrıs konusunda “mutabakat” olmadan “referandum” olamayacağı ulustan saklanmak isteniyorsa özelleştirmenin nelere mal olduğu ve olacağı da saklanmaktadır.
Haksızlık, adaletsizlik, yolsuzluk, hortum, kadrolaşma, şeriat ve tarikat dayanışması, Kur’an kurslu yurtlar, dergâhlar, iktidarı ve yandaşlarını hiç ilgilendirmiyor. Milli Güvenlik Kurulu’nu yararsız ve önemsiz bulanlar, yıpratılıp etkisiz kılınmasına çalışanlan son toplantısı için nasıl öne çıkardılarsa değindiğimiz sakıncalı oluşumlar için de bir gün pişman olacaklardır. KİT çalışanları emekli edilirken açıktan 40 bin kişinin devlet görevine alınacağı hazırlıkları çok düşündürücüdür.

Kamu Yönetimi Temel Yasası ile Yerel Yönetimler Yasası ileride büyük sorunlar getirecektir. Hazırlayıcılarının, destekçilerinin, danışmanlarının kimler olduğu ortaya çıkınca endişeler daha artmıştır. İktidar, inadından vazgeçmeyecektir. Dinciler, liderlerinden aldıkları buyruğa göre oy verirler. Onları bağımsızlık, özgürlük, egemenlik, devlet, ulus, hukuk, ilke asla etkilemez. Bunları düşünmek onlar için fazlalıktır. İmam-cemaat düzeninde bile ilişki bu ölçüde değildir. Türkiye’mizin geleceğini temelden ilgilendiren olumsuz açılımlara elverişli kurallar, lâik cumhuriyetin, tekil devletin kıyımına yöneliktir. Büyük Atatürk’ün TBMM’nce verilmiş “gazi” ünvanı ve “mareşal” rütbesini yansıtan resmine yönelik eleştiriyle “özrü kabahatinden büyük” sözünü anımsatan savunmanın sahibine verilen göstermelik “uyarı” bu anlayışın ürünüdür. Ama kötülüklerin, olumsuzlukların, aykırılıkların, bozuklukların, boşlukların iktidara ilişkin olanlarını, Atatürk ve İsmet İnönü’yü eleştiren yazarlar eleştirmedi. Savunmasızlara yüklenmeyi beceri saydılar. Patronları da bunları genel yayın müdürleriyle yüreklendirdi.

Yurtsever komutanlara saldıran uşaklar

İşte Ege Ordu Komutanı Orgeneral Hurşit Tolon’un haklı sözünden gocunanlarla belli koronun çığlıkları, terbiyesizlikleri ve düşmanlıkları, “Yarası olan gocunur” sözü nasıl unutulur? Kuyruklarına basıldı. Eşit, gerçekçi, Kuzey Kıbrıs’ın ve Türkiye’nin güvenliğini, halkın haklarını gözeten çözümlere kim karşı olabilir? Sayın Tolon’un suçladığı sapkınlar ne olursa olsun Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını sağlayacak bir verişi savunanlardır. Tıpkı AB’ne eşit ve onurlu girmeyi savunanları karşıtlıkla suçlayan sapkınlar gibi. Hortumcuyu, soyguncuyu, hırsızı, ahlaksızı, dolandırıcıyı, teröristi, sömürücüyü, yobazı, namussuzu, çıkarcıyı, döneği, kötülükleri belli kimseleri bırakıp yurtsever komutanlara saldıran uşak ruhlu, kerpiç beyinli, tezek yürekli yabancılar, sahtekarlar, pislikler nasıl da yuvalanmış. Karalayıp küçültmek, toplumun kötü duygularını çekmek için nasıl da yalan yazıp vicdansızlık yapabiliyorlar? Bunlar fesi beyinlerinde olan baylarla, sıkmabaşı kafasının içinde saklayan bayanlardır. Söyleyecekleri ciddi bir şey olmayınca sıkmabaş yaygarasıyla geçiştiriyorlar.

Ocak ortasında İzmir’de Ege-Koop’un düzenlediği etkinliği birkaç kişi dışında kim değerlendirdi, kim yazdı? Magazin medyasının ulusal sorunlara, ulusal konulara utanç verici ilgisizliği giderek tepki toplamaktadır. Yurttaşları konut sahibi yapmak başlıca görevi olan bir kooperatif birliği, yöneticilerinin duyarlığı ve yurttaşlık bilincinin üstün düzeyde olmasıyla ulusal sorunları irdeleyen bilimsel bir etkinlik düzenlemişti. Sınırlı zaman içinde söylenecek nice söz bir yana bırakılarak değinilen durumlar aydınlatıcı ve uyarıcı oldu. Çok kuruluşa örnek olması gereken bu tür etkinlikler arttıkça aymazlık azalacak, uyanış ve diriliş artacaktır. Düzenleyenleri ve katkı verenleri kutlamayı görev sayıyorum.

Anayasa Mahkemesi’nin yeniden yapılanması

Anayasa Mahkemesi’nin yeniden yapılanması, insan hakları ve özgürlükler konusunda, kuruluşunda esinlendiği Federal Almanya Federal Anayasa Mahkemesi’nde olduğu gibi yurttaşların doğrudan başvurmalarına açık bir kurumlaşma yıllardan beri özlenmektedir. Yedek üyeliğin kaldırılması her dönemde istenmiş, beklenmiştir. Benim 1991-1997 yıllarında yaptığım kuruluş yıldönümü konuşmalarım incelendiğinde şimdi gündeme getirilenlerin hiçbirinin yeni olmadığı anlaşılacaktır. Ancak, bugünlerde önerildiği yazılan yaş sınırının yükseltilmesi ile aylıkların arttırılması istekleriyle birlikte kurumlaşmanın içiçe bulunması doğru değildir. Bir anlaşma izlenimini veren, yasama organına gereğinden fazla üye seçimine olanak tanıyan girişimler yanlıştır. Cumhurbaşkanı’nın tüm üyeleri seçip ataması da doğru değildir. 1961 Anayasası’ndaki gerçekçi düzenlemeye dönmekte, 1697 sayılı Yasa’yı anımsatmakta, parasal durumdan çok onursal duruma ağırlık vermekte yarar vardır. Bu konuda ayrıntıda çok şeyler söylenip yazılabilir. Kimi beklentilere karşı ve yarara katkı için şimdilik bu kadar değinmeyi yeterli buluyorum.

Türkçesi “Adalet Devletin Temelidir” sözü Hazreti Ömer’indir. Mülk yerine devleti 1960’dan beri kullanmaktayız. Altına Atatürk’ün imzasının konulması yanlıştır. Atatürk’ün övgüye ve savunmaya gereksinimi yoktur. Başkasının sözünün altına adının konulması O’nun büyüklüğüyle bağdaşmaz. Bunu bildiğim için görevim zamanında ilgili Müsteşarı ve Adalet Komisyonu Başkanı’nı uyararak imzanın kaldırılmasını, sözün Türkçe yazılmasını önerdim. Önerimi yerine getirenler oldu, aldırmayıp yukardan buyruk bekleyenler oldu. Ben bu sözü sonra “Adalet devletin ve dünyanın temelidir” diye yazdım. Bir avukat stajyeri de tezinde benim adıma yollama yaparak “Adalet devletin, savunma da adaletin temelidir” sözünü işlemiş. Gerçekten savunma hakkı, anlatmaya çalıştığım gibi tapınma hakkından önemlidir. 

Dayanak önemlidir.

Gençlerin çalışkanlığı onları kuşkulu göstermek isteyenleri yalanlıyor
Bu yazımı kimi yanlış anlamaları düzeltmek için gerekli saydığım bir belirtmeyle bağlıyorum. İleri Yayıncılık’a, gençlere katkı ve destek olması için, yalnız “Atatürk ve Atatürkçülük” konusundaki yazılarımı içeren bir kitabı yayınlamak istediklerini bildirdiklerinde hiç duraksamadan olur verdim. Kitabımın satış yönteminin, bedelinin benimle hiçbir ilgisi yoktur. Atatürk ilkeleri konusunda özenle çalışan gençlerin akçalı güçlerinin artmasına yararı olacaksa mutluluk duyarım. Dağıtım ve satım çabaları onları kuşkulu göstermeye çalışanları yalanlamakta, haksızlıklarını ortaya koymaktadır. Yorulmadan yılmadan dağıtıp çalışmalarına kaynak sağlamaktadırlar. Giderleri de, gelirleri de kendilerinindir. Her işlemleri açıktır, ilgili makamların denetimlerine bağlıdır. Benim herhangi bir etkim ve başka ilişkim yoktur.



..

10 Ocak 2015 Cumartesi

NEDEN YENI BİR ANAYASA TEKLİFİ YAZDIM


NEDEN  YENI  BİR   ANAYASA  TEKLİFİ  YAZDIM


Doç. Dr. Öz Yılmaz

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının refah ve huzurunu ve siyasi, iktisadi ve sosyal bakımdan güçlü bir Türkiye'yi amaçlayan bir kanun-ı esasiyi (anayasayı) hazırlarken şu hususları göz önünde bulundurmak gerekir:
1. Kanun-ı esasi aslında bir hukukun değil, bir hukuk felsefesinin ifadesidir. Kanun-ı esasi yalnızca vatandaşın hak ve hürriyetlerini tarif etmez; karşılığında, vatandaşın görev ve sorumluluklarını da tarif eder. Ve uygulamaya konulduğunda, kanun-ı esasi vatandaş ile Cumhuriyet arasındaki yegane sözleşme olur.

2. Siyasi iradenin belirlenmesine iştirak ederken vatandaşın istekli olması gereksinimine karşılık, iştirak etmeyi teşvik etmek gerekir.

3. Siyasi iradenin partilere teslim edilmesi yerine, halkın kendisince sahiplenmesi gerekir.

4. Yasama, yürütme ve yargıda şüphesiz kuvvetler ayrımı gerekir ve,

5. Yasama için demokratik, yürütme için otokratik, yargı içinse aristokratik bir üslup gerekir.

6. İyi bir devlet yönetiminin, ancak kişisel menfaatlerini aşmış, yüksek meziyetli şahsiyetleri seçmekle mümkün olabileceğini düşünebilirsiniz. Lakin, sosyal, kültürel ve iktisadi bakımlardan farklı öğeleri olan bir cemiyette, mutlaka çatışan menfaatler her zaman mevcut olacaktır. Bir öğenin menfaatinin başka öğelerin menfaatlerinin önüne geçmesine engel olmanın yolu, yasama, yürütme ve yargı organlarına siyasi partilerin merkezden aday göstermeleri yerine, halkın yerel düzeyde kendi adaylarını eleme usulüyle seçmesidir.

7. Nasıl insanoğlunun tabiatında şahsi gücünü ve nüfuzunu artırma hırsı varsa, yasama, yürütme ve yargı kurumlarında da kendi güç ve nüfuzlarını artırma temayülü her zaman olacaktır. Kanun-ı esasi, bir kurumun diğer kurumlar üzerinde hakimiyetine engel olacak tarzda tanzim edilmelidir.

8. Yasama, yürütme ve yargı kurumlarının en zayıf olmaya meyilli olanı yargıdır. Yargının, diğer iki kurum tarafından arka plana itilmesine engel olmanın yolu, yargıya aristokratik bir karakter kazandırmakla; yani, hâkimlerin yüksek meziyetli şahsiyetler olarak ömür boyu görevlendirilmelerini sağlamakla mümkün kılınabilir.

9. Kanun-ı esasi, mümkün olduğunca kısa olmalıdır; gelecekte iktisadi ve siyasi şartların değişmesinden etkilenebilecek hususlar işlenmemelidir; buna mukabil, değişimi sağlayacak tarzda esnek olmalıdır.

10. Kanun-ı esasi için kullanılan yazı dili, nüansları ayırt edebilecek ve bir fikrin ifadesinde herhangi bir belirsizliği önleyecek tarzda olmalıdır. Herkes için farklı anlamlar taşıyabilecek kelimeleri telaffuz etmek yerine, kanun-ı esasinin özünü teşkil edecek felsefeyi ifade etmek gerekir.

11. Kanun-ı esasinin bir girişi (eski tabirle dibacesi) olmalıdır. Giriş kanun-ı esasinin ruhunu, maddeler ise kanun-ı esasinin bedenini temsil eder. Aşağıdaki örnekteki gibi giriş bölümünde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tarihsel bir özgeçmişi yapılmalı ve kanun-ı esasinin yazılış nedeni ifade edilmelidir.

12. Kanun-ı esasi, Türkiye'nin idare şekli ve kanun-ı esasinin mahiyeti, Cumhuriyet kanunlarının tanzim, telaffuz ve tatbik yetkileri, Cumhuriyet kanunlarının esasları, Cumhuriyet'in yasama kurumu Türkiye Cumhuriyet Meclisi'nin teşkili, Cumhuriyet'in yasama kurumu Türkiye Cumhuriyet Meclisi'nin mesai ve görevleri, Cumhuriyet'in yürütme kurumu Türkiye Cumhuriyet hükümetinin teşkili, Cumhuriyet'in yürütme kurumu, Türkiye Cumhuriyet hükümetinin görevleri, Cumhuriyet'in yargı kurumu Türkiye Cumhuriyet senatosunun teşkili, cumhurbaşkanının seçimi ve Yüksek Mahkeme üyelerinin tayini, Cumhuriyet'in yargı kurumu Türkiye Cumhuriyet senatosunun görevleri, sağlık hizmetleri, eğitim hizmetleri, savunma hizmetleri, iktisadi esaslar, vergi esasları, çevreyi koruma ve tarihî eserler, ferdi hakların tarifi, toplumsal hakların tarifi, cezai esaslar ve kanun-ı esaside yapılacak değişiklikler hakkında maddeleri içermelidir.

Kanun-ı esasiyi kimler hazırlamalıdır?

Kanun-ı esasi gibi bir metni ancak ve yalnız hukuk eğitimini almış olanların yazabileceklerini ve böyle bir metni hukuk eğitimi olmayan kişilerin kaleme almasının münasip olmadığını düşünebilirsiniz. Naçizane hatırlatırım ki, kanun-ı esasi bir hukukun değil, bir hukuk felsefesinin ifadesidir. Bu felsefeyi inşa etmek için hukuk eğitiminden ziyade, öncelikle, çok derin ve geniş bir hayat tecrübesi şarttır. İnşa ettiğiniz felsefeye ince ayar yapabilmek içinse siyaset ve ahlak felsefelerine hakim olmak gerekir. Yine bu felsefeyi, Türkiye'ye özgün kılabilmek için de son iki-yüz yıllık yakın tarihimizi çok ciddi özümsemek elzemdir. Kanun-ı esasiyi, bu vasıflara sahip vatandaşların oluşturduğu bir 'anayasa konseyi'nin hazırlaması en doğrusudur. Anayasa konsey üyeleri halk tarafından seçilmelidir. Yirmi beş yaşından gün almış her Cumhuriyet vatandaşı anayasa konsey üyelerini seçmek; ve kırk beş yaşından gün almış ve herhangi ağır ceza yükümlülüğü olmayan ve yukarıda tariflenen vasıflara sahip her Cumhuriyet vatandaşı anayasa konsey üyesi seçilmek hakkına sahiptir. Anayasa konseyine bir alternatif olarak, şahsen tercih etmesem de, Türkiye Büyük Millet Meclisi düşünülebilir.

Dibaceye bir örnek:

Bizler ki on bin yıl önce Çatalhöyük'te toprağı yoğurup tahıl ettik. Bizler ki beş bin yıl önce Boğazköy'de üzümü bereket tanrısına adadık. Bizler ki dört bin yıl önce İyonya'da zeytini kutsallaştırdık. Bizler ki üç bin yıl önce Troya'da destan yazdık, Lidya'da akçeyi darp eyledik ve Anadolu'yu kentlerle bezedik. Bizler ki iki bin yıl önce Kapadokya'da peribacalarına yuva yaptık ve Nemrut Dağı'nı anıtlaştırdık. Bizler ki bin yıl önce dörtnala geldik Uzak Asya'dan ve bir kısrak başı gibi uzanan bu memleketi yurt edindik ve Karaman'dan dünyaya evrensel kardeşlik felsefesini Türkçemizle seslendirdik. Bizler ki Anadolu'nun toprağıyla yoğurduğumuz hoşgörüyü yüzyıllarca himayemizdeki cemiyetlerden esirgemedik. Bizler ki yüz yıl önce Balkanlar'dan ve Kafkaslar'dan akın akın yollara düştük ve yorgun ve bitkin, bu yurdun bağrında ana yüreğinin sıcaklığına kavuştuk. Bizler ki Sarıkamış'ta ve Çanakkale'de ve Sakarya'da istiklâl destanları yazdık. Ve bizler ki Ankara'da 'Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir' diyerek ve insanoğlunun ferdi haklarının kutsal olduğunu ve hiçbir zaman kısmen veya tamamen gasp edilemez olduğunu, and olsun ki bu böyle biline diye ilan ettik.

Biline ki bu kanun-ı esasiyi, istikbâldeki nesillerin huzur, refah ve mutluluğu için; Yaradan'ın, yarattığından övündüğü nesiller için; inancı ne olursa, anadili ne olursa, kökeni ne olursa, cinsi ne olursa, bize yadigâr Türkiye adıyla andığımız bu güzel ülkeyi yurt edinmiş nesiller için; Yüce Tanrı'nın bahşettiği akıl, sabır ve hür iradesini, dil ve inanç farklarına istinaden birbirlerini tahakküme zorlayarak israf etmek yerine, yine bize yadigâr Ay-Yıldızlı bayrak altında tek vücut olup birlikten dirlik yaratan nesiller için; yaşadığı çevreye saygı gösteren ve onu titizlikle koruyan, cemiyetin bütün fertlerinin birbirlerine hoşgörü, sevgi ve saygı göstererek yaşayacağı nesiller için; ve komşu ülkeler ve tüm dünya milletleriyle barış içinde yaşayacağı nesiller için, and olsun ki bu böyle biline diye ilan ediyoruz.

Doç. Dr. Öz Yılmaz'ın hazırladığı anayasa önerisi http://www.halkiradesi.org adresinden okunabilir.