Bülent Esinoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bülent Esinoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ocak 2017 Cuma

Neden otoriter rejimler Amerikan yönetiminin isteğidir?




Neden otoriter rejimler Amerikan yönetiminin isteğidir?,,



Bülent Esinoğlu

20 Ocak 2017


Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, bugün yemin ederek göreve başlayacak, yeni Başkan Donald Trump'ın, Dışişleri Bakanı adayı Rex Tillerson ve Savunma Bakanı adayı James Mattis ile görüştü.

Çavuşoğlu’nun Trump’ın yemin törenine de, katılacağı ifade edildi. Gazeteler.

Amerikan derin devletinin, yeni Başkan Trump ile girdiği mücadeleyi doğru değerlendirmek zorundayız. Biz entelektüellerden çok, Türk devletinin durumu doğru değerlendirmesi gerekir.

Amerikan derin devleti ile Trump arasındaki kayıkçı kavgasını esas alarak düşünmek, dünya sorunlarına Amerika’dan bakmak anlamına gelir. Emperyalizmin kurumsal yapısını, kurumsal davranışını bilmemek anlamına gelir.

Trump’ın korumacı söylemlerine bakarak, Amerikan devletinin diğer ulus devletlerin iç işlerine karışmayacağını sanmak, devlet aklının yapacağı iş değildir.
Amerika ile ilişkilerde uzmanlaşmış, belki de tek Millet Türk Milletidir.

Küçük Amerika* diyerek bu günlere geldik. Amerikancılığın ne demek olduğunu iliklerimizde yaşayarak öğrendik. Müdahalelerle, süreçlerin kuralsızlaştırılarak, özelleştirildiğine şahit olduk. Ulus devletimizin nasıl da, uçurumun kenarına getirildiğini yaşayarak öğrendik.

Bir zamanlar Amerika ile içli dışlı olanların, Amerikancılığı normal hayatın gidişi sananların, Trump’ın söylemlerini ülkemiz bakımından iyi söylemler gibi anlamaları olasıdır.
Amerika, Türk devletinin iç işlerine karışmak ve Türk Devletini yönetmek için, giriştiği her operasyonda, böyle ortamları değerlendirmiştir.

Amerika’nın neden otoriter rejimlerle daha rahat çalıştığını anlamak, ekmek su kadar zorunludur.

Başkanlık sistemini Amerikan emperyalizminin baştan beri tercih etmesinin sebebi budur.

Amerikan devleti tarafından, diktatörlerin kullanılması şu sebeplerden ötürü tercih sebebidir.

Meclis gibi ikna edilmesi zor olan kurumların devre dışı kalması ve maliyetinin düşürülmesi bakımından tercih edildiği kesindir.

Amerika’nın en uzun ve iyi ilişki kurduğu devletlere bakarsanız hepsinin de otoriter rejimlerle yönetildiğini görürsünüz. Suudi Arabistan, Körfez Ülkeleri gibi… Yönetemediği veya müdahalede zorlandığı devletleri de haydut devlet sınıfına koyar.

Ülkemize başkanlık sistemini öteden beri isteyen Amerikan derin devletidir.

Çavuşoğlu, Trump’ın bakanlarına, bizim iç işlerimize karışıp karışmayacaklarını soracaksa, alacağı her cevap emperyalist bir yalan niteliğinde olacaktır.

 
Gerek Açılım sürecinde, gerekse, ülkenin bölünmesi için federasyonlaşma taleplerinde, Amerikan sözcülerinin, hep başkanlık sistemi önerdiğini görürüz.

Amerikancı FETO teşkilatının yayın organlarında hep Başkanlı önerilerine şahit olmuştuk. Her ne kadar şimdilerde RTE’ye karşı olsalar da, ortak oldukları dönemlerde FETO hep başkanlığı savunmuştur. Çünkü Büyük Biraderin asıl talebi budur.

Şimdilerde Amerikan emperyalizmi RTE ile arası iyi değildir. Bunu biliyoruz.

Trump’ı Amerikan emperyalizminin başına gelmiş bir peygamber sanmak ve 15 Temmuz’u unutmak, Amerikan derin devletinin stratejisine en uygun davranıştır. Sonu daha büyük felakettir.

Bülent Esinoğlu
bulentesinoglu@gmail.com
ulusalkanal.com.tr




http://www.ulusalkanal.com.tr/neden-otoriter-rejimler-amerikan-yonetiminin-istegidir-makale,6037.html


***

23 Şubat 2016 Salı

ABD Esad’ı hedef alırsa, IŞİD ile Savaşırız!




ABD Esad’ı hedef alırsa, IŞİD ile Savaşırız!


Bülent ESİNOĞLU
bulentesinoglu@gmail.com
Tarih: 07-10-2014 12:53


Davutoğlu, Christian Amanpour’a verdiği mülakatta, “Amerika, stratejisini değiştirir, Esad’ı hedefe koyarsa, biz de karadan, IŞİD ile savaşırız.”

Bu görüşmenin ne anlama geldiğini anlamaya çalışalım. Ancak, öncelikle Amanpour kim onu anlayalım.

CNN İnternational’ın, Amerikan savaş makinesi olduğunu hepimiz biliyoruz. Bildiğiniz gibi; Amerikan emperyalizmi, savaşın önemli bir kısmını, medya kanalı ile yürütüyor.

Yani savaşlar artık, egemen sınıfların medyasında başlayıp onların medyasında bitiyor.

Bu medya savaşının, önemli elemanlarından birisi de,  Amanpour’dur.

Belki de Amerikan devleti bakımından, Amanpour’un değeri, dışişleri bakanının değerinden daha yüksektir.

Tüm devlet başkanları ile mülakat yapar. Yönlendirir. Ağzından laf alır. Velhasıl Amerika’nın yapacağı tüm savaşlara ön hazırlık yapar.

Tekrar, Davutoğlu’nun Amanpour aracılığı ile Amerikan devletine gönderdiği mesajın anlamına dönelim.

Diyelim ki Amerikan devleti Davutoğlu’na izin verdi. TSK da, Suriye’ye, Suriye devleti ile savaşmak üzere Suriye topraklarına girdi. Yani Suriye’ye savaş ilan ettik.

Böyle bir durumda, düşmanlarımızı ve müttefiklerimizi, gelir gider defterinin sağına ve soluna yazalım.

Lübnan Hizbullah’ı, Suriye devleti, İran, Rusya ve Çin’in karşımızda olacağı kesindir.

Keşke Suriye’ye girdiğimizde düşmanlarımız bu kadar olsa…

Asıl düşmanlar sütre gerisinde dost gibi duranlardır.

Başta İngiltere ve Fransa, tarihten gelen deneyimleri sebebiyle karşı olurlar.

Karşı olurlar, zira Türkler bir yere girerse çıkmazlar diye düşünür. Çünkü onlar Suriye’yi paylaşmak üzer buradadırlar. Varlıkları Haçlı Seferi varlığıdır.

Bölgede ki ilk amaçları Birleşik Kürdistan’ı kurmaktır.

Şimdilik, IŞİD’ı böyle bir durumda, düşman tarafında saymadım. Ancak böyle bir paylaşımda, Araplar da, IŞİD da, karşı tarafta olacaktır.

Mesela, Mısır’ı dost tarafında sayabilir miyiz.

Herhalde cephe gerisinde, PKK ve Birleşik Kürdistan’ı kurmak için eli silahlı bekleyenler fırsatı değerlendireceklerdir.

Cephe gerisini sağlama almayan tüm savaşlar yitik savaşlardır.

Bunun anlamı da; ülkemizde terör eylemleridir.

Böyle bir durumda bölgesel savaş başlamış,  İran ve Rusya doğrudan savaşmasa bile, alacakları önlemler Türkiye’yi savaşamaz hale getirmiş olabilir..

Bunun dışında, halkımızın Amerika adına evlatlarını cepheye sürmeyeceği bilinen bir şeydir. Halkımızın muhalefeti ile karşılaşılır.

Savaş durumunda üstünlük ordunun eline geçeceğinden ordunun vereceği karalar, kişisel egoların tatmininden çok, ülke çıkarları yönünde olacağından, bir muhalefet de ordudan gelir.

Savaş halkların istemediği bir felakettir.

Savaş isteyenler, savaşın sonunda kaybedince, kelleyi verecek olanlardır.

Yani bu iş; Davutoğlu’nun Amanpour’a söylediği kadar kolay karar verilecek bir husus değildir.

Amerika’nın ve Batı’nın çıkarları için Türk ordusunu öyle Davutoğlu veya belli mezhepçiler istedi diye Suriye’ye girmez.

Bölgede ki sorunları yaratanlar, bölgenin sorunlarını çözemezler.

Tek çare bölge ülkelerinin bölgeye saldıranlara karşı birleşmeleri ve saldırganlara karşı koymalarıdır.

Bunun dışındakiler kan ve gözyaşıdır.

bulentesinoglu@gmail.com

http://www.kemalistler.org/yazarlar/bulent-esinoglu/abd-esad-i-hedef-alirsa-isid-ile-savasiriz/297/



.

Petraeusun altı aylık Rutin denetlemesi,







Petraeusun altı aylık Rutin denetlemesi,




 Bülent Esinoğlu
 03 Eylül 2012, 13:05


Amerika Birleşik Devletlerinin Merkezi Haber Alma Teşkilatı CIA’in, Çuvalcı Paşası Petraeus, ülkemizi altı ay aralıklarla, muntazam olarak denetlemede bulunur.

Bu denetlemede, görüşülecek konular; Elbette, Suriye ve Türkiye’nin komşularıdır.

Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında yapılan bu denetlemeler, projenin geldiği aşamaları değerlendirmek, aksayan hususları gözden geçirmek ve BOP’un selameti için yapılacakları, BOP Eş Bakanlığı ile yerinde görüşmektir.

Projenin uygulanmasında, Suriye için, bazı yeni durumların ortaya çıkması hasebiyle, yeni bir yol haritasına ihtiyaç vardır.

Bu cümle yanlış anlaşılmasın. BOP’tan vazgeçme veya başka bir yola gitme diye bir şey yoktur. Sadece bazı taktik değişikliklere ihtiyaç duymuşladır. Konuşulacak olanlar da bunlardır.

Tabi Amerikan Genel Kurmay Başkanı David Dempsey’in açıklamaları elbette görüşülecektir.

Demsey, Davutoğlu’nun Suriye’de kurulacak tampon bölge isteğine, olumsuz söylemlerde bulunması, Türkiye’nin yalnız bırakıldığı yorumlarına yol açmıştır.

CIA, Amerikan derin devletinin en yetkilisi olması hasebiyle, Demspsey’in bu açıklamalarının pek önemli olmadığı, Türk tarafından bu beyanatın dikkate alınmamasını, Petraeus Türkiye’den isteyecektir.

Bu gelişte, İran’a petrol ve gaz ambargosu da, mutlaka görüşülecektir. İsrail yönünden, Türkiye’nin İran’a uyguladığı petrol ambargosu işlememektedir.

Sadece Türkiye’nin İran’dan aldığı petrolde yüzde onluk bir azalma gerçekleşmiştir. Geri kalan alımlar altın karşılığında devam etmektedir.

Petraeus, petrol alımlarının durdurulması ve başka tedarik kanalları yaratılmasında ısrarcı olacaktır. Çünkü İsrail öyle istiyor.

Suriye’ye tekrar dönelim.

Suriye için yeni durum nedir derseniz?

Suriye Devleti kendisini dışarıdan gelen saldırılara karşı savunmada, dayanıklı çıkmıştır. Halk büyük çoğunlukla devletinin yanında yer almış, dış destekli terörü temizleme noktasına gelmiştir.

Durum bu olunca, Suriye’den Türkiye’ye geçen terörist ve mülteci miktarında artmalar olmuştur.

PKK teröründe de artışlar olunca, Eş Başkanlık iç siyaset açısından, oldukça zor durumda kalmıştır.

Bu durum karşısında, Eş Başkanlık, Suudi Arabistan ve Katar’dan daha fazla mali destek, Batıdan da daha çok siyasi destek istemektedir.

İşte tam bu noktada, Amerikan derin devletinin başı ülkemizdedir.

Suudi Arabistan, Türkiye’ye daha fazla mali destek yerine, Amerika’nın, doğrudan, Suriye’ye askeri müdahalesini istemektedir. Daha dün, Suudi Kral bu isteğini bir kez daha yenilemiştir.

Peki de, Amerika neden Askeri müdahaleden çekinmektedir?

Suriye’ye müdahalenin bir dünya savaşına neden olacak noktada durmasıdır. Hem jeopolitik bakımından, hem de gelinen durum bakımından.

Rusya’nın hemen her gün yeni bir kararlılık açıklamaları, Çin’in İran’ın arkasında sağlam durması, İran’ın zaten kendisinin kolay lokma olmaması, Amerika’nın elini soğutmaktadır.

Bunların da ötesinde, Amerika’nın terörle savaş adı altında, yürüttüğü savaşlar vasıtası ile dünya denetimini sağlamak yerine, denetimin sürekli elinden çıkıyor olmasıdır.

Öyle görülmektedir ki, Amerika’nın artık ahlaksız (örtülü) savaşları yürütecek mecali bile kalmamıştır.

Var olan askeri varlığını, söylemlerle etkin kılmaya çalışmaktadır.

Peraeus’un gelip gitme sebebi de budur.

Amerika’nın elinde, bir AKP iktidarından başka bir şey kalmamıştır.

Bülent Esinoğlu
bulentesinoglu@gmail.com



..

27 Nisan 2015 Pazartesi

Arkadaşını Satan General., Ülkesi için Savaşamaz,





Arkadaşını Satan General., Ülkesi için Savaşamaz,



 Bülent Esinoğlu
 05 Ağustos 2012, 18:40

Yüksek Askeri Şura’da, tutuklu 40 general emekli edildi.

Amerika’nın Türk Ordusu içinde on yıldır sürdürdüğü operasyon, Amerika açısından başarı ile tamamlanmıştır. Kemalist generaller tasviye edilmiş, Amerika ve irtica ile uzlaşı içerisinde çalışabilen generallerle, yola devam kararı alınmıştır.
Bir subayı subay yapan düşmana karşı olan mücadele inancıdır.
Bu gün, ülkenin Düşmanı Amerika ve onun uzantısı olan ayrılıkçı kesimler ve PKK’dır.
Hem Amerika ile işbirliği yapacaksınız, hem de onun uzantısı olan bölünmeden yana olan bileşenleri ile işbirliği yapacaksınız.
Siz bu savaşı kazanamazsınız.
Çünkü bu savaşı kazanmak için önce irade gereklidir. İradesi olmayanın isterse elinde dünyanın en iyi silahı olsun, kazanamaz.
İnanç, bir yok odlumu, her şey kaybolur. Hayatın anlamı dahi yok olur.
Nitekim bu komuta kademesinin ağır başarısızlıkları ortaya çıkmaya başlamıştır.
Yığınak’ta hata yapmış hedefi şaşırmıştır.
Asıl hedefinin bölücülük olması gerekirken, Suriye meselesinde Amerika’nın Büyük Ortadoğu Proje görevlisi olan, Eş başkanlığın talimatına topuk selamı verilmiş ve yığınakta(Stratejide) büyük hata yapmıştır.
Yığınakta hata yapmak demek girdiğiniz savaş, sizin istediğiniz yerde değil de, düşmanın istediği yerde devam ediyor demektir. Savaş başka yerde, siz başka yerdesinizdir.

İrade size ait olmayınca, savaş da sizin savaşınız olmaz.

Türkiye’nin varlık yoklu meselesi olan bölücü terör bir yerde dururken, siz cephe gerisini yeterince sağlam tutmadan, Suriye için yığınak yaparsanız bölücü terör ile savaşacak irade bulamazsınız.
Fazla bir şey söylemeye gerek yok. Şemdinli’de bir günde ölen, 8 Mehmetçik insanın yüreğini darmadağın ediyor.
Artık başarısızlığa kimsenin tahammülü kalmadı.

Bülent Esinoğlu
bulentesinoglu@gmail.com

Operasyon Manyağı olduk,




Operasyon Manyağı olduk,




 Bülent Esinoğlu
 12 Ağustos 2012, 10:40


Amerika’nın Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Türkiye’deydi. Kapalı kapılar arkasında neler konuşuldu bilinmez ama bilinen bir şey var ki, bu kadın ne zaman Türkiye’ye gelse, Türkiye biraz daha çukura batıyor.
Önce şunu ifade etmek gerekir.
Sağlıklı olmayacak ölçülerde, Amerikancılığı yaşadığımız şu dönemlere, eğer bir isim vermek gerekecekse, manyaklık derecesinde Amerikancıların, istedikleri gibi, Türkiye’yi yönettikleri yılardı, denilebilir.
Çünkü Amerika ile olan bu işbirliğini, sadece, AKP’nin iktidarda kalması için uyguladığı bir süreç olarak almak eksik olur, kanaatindeyim. AKP’ye destek veren kendini aydınım diye kamunun önünde sergileyenlerde de, manyaklık ölçüsünde Amerikancılık var.
Kamuoyu yoklamalarında, dünyada Amerikan karşıtlığının en yüksek olduğu ülke, Türkiye olmasına karşın, medyada Amerikan yanlısı görüş ve düşünceler en yoğun biçimde sergilenmektedir.
Bunların bir kısmına, zaten CIA ajanıdır, desek bile, manyaklık derecesinde Amerikancılık yapanların, bu kadar yoğun olmasını, gene de izah etmiş olamayız.
Neyse, bu hastalıklı halin izahatını psikologlara bırakalım ve günümüze dönelim. Clinton, bu gün, bizimkilere ne talimatlar verdiğini, Clinton’un ağzından çıkan sözlerden anlamaya çalışalım.
Tabi konu Suriye’ydi.
“Bu güne kadar, ortak bir operasyonel resim ortaya kaymak istedik” dedi.
Davutoğlu’da Suriye’de ortak çalışma guruplarından söz etti.
Bu iki cümleyi birleştirince ve cümlelerin birisinde de, operasyon sözcüğü olunca, kapalı kapılar arkasında nelerin konuşulduğu hemen ortaya çıkmış oldu.
İstihbarat işbirliği, ortak çalışmanın, esas teması olmuş.
Daha açık ifade edersek; “CIA ile birlikte yapılan çalışmalara kurumsal bir nitelik kazandıralım” denmiş.
Diyeceksiniz ki, zaten CIA ile Suriye’de, birlikte iş yapmıyor muyuz? Elbette yapıyoruz. Kamplarda, Amerikan El – Kaidesine lojistik ve eğitim veriyoruz.
Ancak görünen o ki, bu birliktelik Esad’ı devirmek için yeterli değildir. Daha iyi işbirliği ve daha çok operasyonel olmak gerekmektedir.
Ordumuza operasyon, gazetecimize operasyon, parti yöneticilerine operasyon, ihalelere operasyon, YÖK’e operasyon, operasyon üstüne operasyon.
Daha çok operasyonel olmak için, daha örgütlü olmak gerekir. Bunun içinde operasyon yapan istihbaratçıların tek elden yönetilmesi gerekmektedir.
Sözün kısası, Türkiye’nin istihbarat birimlerinin başına CIA’nin kıdemli uzmanlarını yerleştirelim isteği dile getirilmiş olmaktadır.
“Bu kadar operasyon yetmez, daha çok operasyon yapmak gerekir” anlaşmasına varıldığı çok açık ortaya çıkmaktadır.
Kara Gümrük Çetesinin Başı, seni Mermi Manyağı yaparım demişti. Bu ifade Türk halkının hafızasına kazınmıştı.
Galiba, Amerika’nın dünya ölçeğinde sürdürdüğü örtülü savaşlarda, yaptığı operasyonlar(cinayetler), kendileri için o kadar sıradanlaşmış ki, kadın operasyondan başka bir şey bilmiyor.
Bu gidişle bizi de, operasyon manyağı haline getirecek.
Benzetmeler bir tarafa, ülkemizin kendi iradesini, her geçen gün, Amerika’ya biraz daha teslim eder olması, bir felaketin de habercisi olarak görünmektedir.

Bülent Esinoğlu
bulentesinoglu@gmail.com

..

14 Nisan 2015 Salı

Yalnızca Kemalist Paşalara değil, Ordunun Mehmetçiğine de düşman,




Yalnızca Kemalist Paşalara değil, Ordunun Mehmetçiğine de düşman,



 Bülent Esinoğlu
 14 Ağustos 2012, 11:54

"Birkaç Mehmet öldü diye Meclisi toplayacak değiliz" hem bu sözleri
söyleyeceksin, hem de inkâr edeceksin. Kişilik diye buna derim. Karakter
diye buna derim. Devlet adamlığı diye buna derim.

Sözlerin kayıtlarda, aç Ulusal Kanalı kendi görüntün eşliğinde kendini
seyret. İnkar edebiliyorsan inkar et.

Aslında tam bir sosyolojik vakıa.

Hem söyleyeceksin, hem de sonradan, çok korkacak ve ben böyle söylemedim
diyeceksin.

İşte sizin Türk ulusunu yönetme biçiminiz budur.

Nasıl da, içindeki Türk düşmanlığını dışa vuruyor. Nasıl da, gizli PKK
hayranlığını dışa vuruyor.

Nasıl da, PKK'nın arkasındaki asıl zihniyeti açığa vuruyor.

Savaş halinde olduğumuz, PKK'yı bundan daha iyi savunan bir ifade
bulunamazdı.

Uluslaşmanın, millet olmanın mitleşmiş değeri Mehmetçiğe saldırma, yanı
Türk ulusuna saldırma. Aslında bu Türk ordusuna kurşun sıkmaktan da beter
bir durum.

Hem Türk'e düşman olacaksın, hem de Türkleri yöneteceksin. Aman Allahım,
Türk ulusunun içine düştüğü belanın boyutlarını anlayabiliyor muyuz?

Ey Halkım şimdi anlayabildiniz mi, neden Ergenekon, Balyoz Tertipleri var.

Bunlar sadece Kemalist subaylara düşman değil, Mehmetçiğe de düşman.

Bunlar Türk ordusu ile savaşıyorlar.

Bülent Esinoğlu
bulentesinoglu@gmail.com

http://www.ulusalkanal.com.tr/yalnizca-kemalist-pasalara-degil-ordunun-mehmetcigine-de-dusman-makale,382.html

Savaşın gerçek karargahı medyadır,



Savaşın gerçek karargahı medyadır,



 Bülent Esinoğlu
 17 Ağustos 2012, 11:24


Yaşadığımız örtülü savaşların ve rejim değiştirme savaşlarının nasıl yapıldığını öğrendik.
Bu savaşlar önce medyada başlıyor.
CNN International ve BBC bir propaganda kampanyası başlatıyor. Arkasından, Avrupa ülkeleri medyaları katılıyor.
İran hariç, tüm Müslüman ülkeler, Amerikan denetiminde olduğu için, onların medyaları da propagandanın bir parçası oluyorlar.
Müslüman ülkelerde kurulu Amerikan televizyonları, alt edilecek ülkenin halklarına yoğun bir baskı uyguluyorlar.
Zaten var olan etnik ve mezhepsel ayırımlar kışkırtılıyor. Üstüne bir de, kitle imha silahları ve kimyasal silahlar yalanı ilave ediliyor.
Amerikan denetimindeki Müslüman ülkeler ve Avrupa ülkeleri ile beraber olan Amerika, bunlara “uluslar arasılaşmış” olma sıfatını veriyor. Dünyanın büyük bir kısmı Amerikan planının dışında olmasına karşı, hareket uluslar arası sıfat kazanmış oluyor.
Dünya kamuoyu belli bir seviyeye taşınınca, belli odaklar anketler düzenliyor.
Kamuoyu imalatını tamamlanması savaşın %70’inin kotarılması anlamına geliyor.
Gerçek savaş karargâhının medya olduğunu söyleyebiliriz.
Bu süreçte, CIA ve diğer gizli servis odakları medyayı yönlendirecek yalanlar ile besliyor.
Dün gece, CNN International Televizyonunda ibret verecek bir tartışmaya tanık oldum.
Sözde gazeteci olan, Cristian Amanpour, karşısında oturan, Amerikan Devletinin Dışişleri Bakan yardımcısı bir kadın vardı.(Üzgünüm ismini unutmuşum)
Konu; Suriye’ye müdahale edilmesiydi.
Cristiyan Amanpour, dışişleri yetkilisini, Suriye’ye müdahale konusunda Amerikanın yeterli etkinliği göstermediğinden şikâyet kar oluyordu.
Yetkili, “müdahalenin Libya’daki kadar kolay olmayacağını, şartların farklı olduğunu” söylüyor.
Yetkili ilave ediyor. “Muhalif guruplar arasında birlik yok, farlı guruplar Esad’a karşı savaşıyor” diyor.
Amanpour, “olsun Yugoslavya’da da farlı guruplar vardı”. Diyor.
Yetkili, “NATO ülkeleri arasında birlik vardı” ,”Burada(Suriye) farlı guruplar var” diyor.
Amanpour, “Amerika kendi başına müdahale etsin” diyor.
Yetkili ise, “bu durumda Rusya ve Çin devreye girecek” diyor.
Amanpour, telefon bağlantısı ile Jon Mc. Cain’i televizyona alıyor.
McCain ise, “Türkiye de hazır, müdahale etmenin tam zamanıdır” diyor.
Bu tartışma devam ederken, Suriye’den muhaliflerin verdiği vahşet görüntüleri veriliyor.

Bu tartışmayı şunun için naklettim.

Amerikan derin devletinin, bir sözcüsü olan Amanpour, Dışişleri Bakan Yardımcısının üzerinde bir konumda olduğunu görmek, seçilmişlerin, ne kadar da zavallı durumda olduğunu anlamak için yeterlidir.
Amerika’da gerçek iktidarın, yani para sahiplerinin gerçek temsilcilerinin medya kuruluşlarında, savaşın karargahında olmalarını anlamak gerekiyor.
Şimdilerde, Amerika’da müdahale edelim mi, etmeyelim mi anketleri yapılıyor.

Bülent Esinoğlu
bulentesinoglu@gmail.com


http://www.ulusalkanal.com.tr/savasin-gercek-karargahi-medyadir-makale,389.html

.

Birleştirseydi, Arapları birleştirirdi,



Birleştirseydi, Arapları birleştirirdi,




Bülent Esinoğlu
 17 Ağustos 2012, 23:13

Mevcut Siyasi iktidar, Milli Kimliğimizi bir yana bırakmamamızı, dini kimliğimizin asıl kimlik olmasını zorluyor.
Bu zorlama milli kimliğimiz sayesinde, elde ettiğimiz, birliğimizi de ortadan kaldırıyor.
Halkımızı cemaatlere, ayrıştırıyor. Mezheplere ayrıştırıyor. Etnik guruplara ayrıştırıyor.
Neden ülkemizde, emperyalizm etkinleştikçe, toplumsal ayrışma artıyor?
Bu soruya, piyasa ekonomisini savunan bilim insanlarının verdiği bir cevap var. Bir de sınıfsal analizden giderek, verilen bir cevap var.
Piyasacılardan başlayalım.
Diyorlar ki; bireyin özgürleşmesi için, içindeki tüm duygularını ve kimliklerini yaşaması gerekir.
Kimliğini yaşaması özgürlüğüdür. Diyorlar.
Etnik, dini, cinsel kimliklerinin özgürleşmesi ise, halkın ayrışmasının nedeni oluyor.
Karslı bir esnaf, yanı başındaki Ispartalı esnaftan alış veriş edilmemesini istiyor. Onların jargonları ile söylesek, bireysel hırslar artıkça, ister istemez ötekileştir me hızlanıyor.
Bir kez ayrışma başlayınca, dindar, dindar değil sınırında kalmıyor. Dinin kendi içinde, farklı inanışlara göre de, ayrışma oluyor.
Alevi/Sünni ve Sünni inanışın içinde var olan farklılıklar, v.s.
Toplum, bir kez, içinde yaşadığı ekonomik ve siyasi ortam nedeniyle, ayrışmaya başlayınca, atomlarına ayrışana dek, ayrışıyor.
Milli kimlik birleştirmeye çalışırken, dini ve bireyselleştirici kimlik ayrıştırıyor.
Kökten piyasacılık, sınıfsal kimliği, yani milli kimliği bastırmak ve etkinliğini azaltmak için, diğer kimlikleri alabildiğine öne çıkarıyor.
Milli kimlik sınıfsal kimlik olduğundan ve birleştirdiğinden, Karslı esnaf, Ispartalı esnafı kendinden ayrı kişi olarak görmüyor.
Dini kimliğin, özelde, Müslüman kimliğinin birleştirici olmadığı, tarihsel veriler ile ortadadır.
İslamiyet, Arapların dini olarak ortaya çıktığı günden bu yana, ayrışarak gelmiştir.
Her Arap ülkesinin ve diğer Müslüman ülkelerinin kendilerine göre bir Müslümanlık anlayışı var. Ayrışarak bu güne gelmişler.
Bu gün de, hala ayrışmaya devam ediyorlar.
Gülen Tarikatı, Kadiri Tarikatından ayrışıyor.
Cemaatleşme, ayrışma, sahte uygarlaşma, bir özgürlük projesi gibi önümüze konuyor.
Suriye’de Amerika ile birleşen dinciliğin, Suriye halkını nasıl ayrıştırdığını görüyoruz.

Irak’ta görüyoruz.

Libya’da Hıristiyan ile birleşmeyi, Müslüman ile birleşmekten daha evla gören durumları görüyoruz.
Dincilik ve mezhepçilik birleştirmiyor, ayrıştırıyor.
Mutafa Kemal döneminde, halkı birleştiren temel iki öğe, laiklik ve halkçılıktı.
Halkçılık ve laiklikten (bir anlamda akılcılık) uzaklaştıkça, ayrışma sürecektir.
Bu ayrışmayı durdurmak ve birliğe, beraberliğe giden yolda ilerlemek için, emperyalizm yerine halkçılık, dincilik yerine, laikliği öne çıkarmalıyız.

Din birleştirseydi, Arapları birleştirirdi. Onları Amerikan köleliğinden çıkartırdı.
İran hariç, tüm İslam ülkeleri Amerika sömürgesi olmazdı.

Bülent Esinoğlu
bulentesinoglu@gmail.com


http://www.ulusalkanal.com.tr/birlestirseydi-araplari-birlestirirdi-makale,392.html