Dr. Tahir Tamer Kumkale etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dr. Tahir Tamer Kumkale etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Nisan 2020 Cuma

YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR.,

YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR.,



Dr. Tahir Tamer Kumkale
13 OCAK 2020.,


Felaket başa gelmeden evvel , Onu önleyecek ve ona karşı savunulacak gerekleri düşünmek lazımdır. Geldikten sonra dövünmenin faydası yoktur. Atatürk (Nutuk -1927)

      Yasaklarla, Yoksullukla ve Yolsuzluk ile mücadele edeceğim diye geldiniz. Halktan, cumhuriyet tarihinde hiçbir partiye nasip olmayan desteği aldınız. Hem yerel yönetimlerde ve hemde TBMM’de daima ekseriyette oldunuz. Ne mecliste ve nede meclis dışında ciddi bir siyasi muhalefetle karşılaşmadınız. “Yaratılanı yaratandan dolayı sevdiğinizi”söyleyerek insanları inandırdınız..

Her şeyiniz vardı. Ama devlete ait bilgi ve tecrübeniz yoktu. Teslim aldığınız devleti hiç tanımıyordunuz. Bu zor coğrafyada ülkeyi şirket gibi yönelebileceğinizi sandınız.

Devlet bürokratlarının yerine getirdiğiniz kadrolarda liyakat ve bilgi değil, İmam Hatipli ve Ak Partili olma vasfını aradınız. Ama bu vasıf devlet yönetimine yetmedi. İktidarınızı cemaatlerle paylaşarak devlet içinde devletçikler yarattınız.

Eşin başörtüsünü devlet kadrolarında yükselmenin tek şartı olarak gördünüz.

Artık gelinen yer bellidir. Örtünüp gizlenecek bir şey kalmamıştır. 
KRAL ÇIPLAK’tır.

Kaçacaksınız ama kaçamıyorsunuz. Sıkıştınız. Açtığınız delik çok büyük ama yamanız çok küçük. Ve artık kapatmanıza da imkan yok..

ÇÜNKÜ SİZLER;

Bu kritik vatan topraklarında bin yıldır ayakta kalmamızı sağlayan ordunuzu kendi elinizle yok ettiniz. Türk Ordusu tarihindeki en büyük zaiyatı kendi yönetiminden aldı.

Cumhuriyetin yetiştirdiği son aydın neslini sahte belgeler ve kumpas mahkemeleri ile hapislerde çürüttünüz.

Tüm komşularınızla mevcut sorunlarınızı savaşla çözecek duruma çıkardınız.

Devletin temeli olan adalet sistemini sıfırladınız. Artık Türkiye’de “Adalet mülkün temeli” değildir. Türk vatandaşı artık sizin adalet sisteminize güvenmiyor.

Köylü milletin efendisidir” diyen Atatürk Cumhuriyetini komşularından saman satın alacak hale getirdiniz.

Anadolu otlaklarında binlerce yıldır dolaşan besi hayvanlarımızın kökünü kuruttunuz. Tarihimizde ilk defa kurban bayramı için kurbanlık hayvan ithal ettiniz.

İktidarınız müddetince tüm devlet bütçelerini açıkla kapattınız. Cari açığı alınan dış borçla kapatmaya çalışarak açığı büyüttünüz. Torunlarımızı dahi borçlandırdınız.

İthalat ve ihracat denge makasını daima ithalat lehinde gerçekleştirdiniz.

Halkın haber alma ihtiyacını karşılayan basını sansürlediniz.

Susan basın ile halkın haber alma ihtiyacını önleyerek vatandaşı kandırdığınızı sandınız.

Seçim hileleri geliştirerek demokrasiye gölge düşürdünüz.
Cumhuriyetin maddi kazanımlarını yabancılara satarak sıfırladınız. Osmanlının başına bela olup yıkımını hazırlayan kapitülasyonları geri getirdiniz.

Askerin başına ABD çuvalı geçirilmesine seyirci kalarak milli gururu kırdınız.

40.000 kişinin katili PKK lideriyle diyalog kurup onu meşrulaştırdınız. Genelkurmay Başkanı başta olmak üzere PKK ile mücadele eden askerlerimizi hapsettiniz.

Anayasanın temel dayanağı Yasama, Yürütme ve Yargı erkinin kuvvetler ayrılığı sistemini bozdunuz. Tüm gücü tek kişide toplayan bir rejim kurdunuz.

Devlete silah sıkan eşkıyayı seyrederken, hak arayan sade vatandaşlarınızın üzerine devletin polislerini Tomalarla ve gazlarla saldırtarak, “destan yazıyorsunuz” söylemleri ile toplumsal ayrışmanın hızlanmasını sağladınız.

Üniversiteleri lise kültürü seviyesine düşürerek ülkenin geleceğini zora soktunuz.

Milli eğitimi yaz- boz tahtasına çevirerek “cahil ve boş” ama “dindar ve kindar” bir nesil yetiştirilmesine çanak tuttunuz.

Suriye başta olmak üzere tarihinde ilk defa bir komşu ülkeye terör ihraç ederek ülkeyi sıcak savaş tehlikesi ile karşı karşıya getirdiniz. Dış dünyanın tepkisini çektiniz.

Anayasayı, yasaları ve hukuk düzenini yok sayarak veya kasten bozarak hukuk tanımazlığın en güzel örneklerini verdiniz.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinde Türkü ve Türk Kültürünü ve cumhuriyet kurucusu Atatürk’ü yok farz ettiniz. Atatürkçü Düşünce fikri temeli üzerine inşa edilen Anayasanın emredici hükümlerine rağmen Atatürk düşmanlığını milli politika haline getirdiniz.

Milli günlerde yapılan kutlamaları kaldırdınız.

Devlet ihale kanunlarını defalarca değiştirerek devletin doğal kaynaklarının yandaşlar, akraba ve hısımlar tarafından kolayca soyulmasına ortam hazırladınız.

Herkesi dinleyerek haberleşme hürriyetini sıfırladınız.
Siyasette belden aşağı kasetler dönemini başlatarak siyaseti soysuzlaştırdınız.

Milleti birbirine düşman ederek ötekileştirdiniz. Sizden ve bizden olanlar söylemi ile ayrımcılığı had safhaya çıkardınız.

Uluslararası İkiz Yasaları kabul ederek ülkenin bölünmesinin siyasi alt yapısını hazırladınız.

Üniversiteler başta olmak üzere yapılan tüm giriş imtihanlarında hileler yaparak vatandaşın hakkını yediniz.

Kendiniz ve yakınlarınızın maddi imkanlarını katlanarak büyütürken vatandaşı belediyelerden alacağı iki paket makarnaya muhtaç hale getirdiniz.

İş adamlarını vergi memurlarınızla tehdit ederek çalışma barışını sıfırladınız.

Sendikaları yandaşlara teslim ederek, işçileri taşeronlaştırarak çalışma barışını bozdunuz ve üretimi rekabet edemez hale getirdiniz.

Düzmece delillerle Türk ordusunun kozmik bürolarına girdiniz. Ordunun çok gizli savaş planlarının düzmece mahkeme dosyalarına taşıyarak dünyanın bilgisine açtınız.

Paralı asker uygulaması getirerek binlerce yıllık ordu-millet vasfını dağıttınız.

Milleti devamlı şokta tuttunuz. Bu da olur mu artık? Diyecek bir şey bırakmadınız.

AB yolunda Türk milletinin gururunu iki paralık ettiniz.
700.000 kişilik Kıbrıs Rum Kesiminin AB’ne üye olmasını sağlayarak Kıbrıs’taki 400 yıllık Türk geçmişini yok farz ettiniz.
Kuzey Irak’ın gerçek sahibi Musul ve Kerkük Türkmenlerine soykırım yapılmasını seyrederek bu bölgeyi azınlıktaki Kürt unsurlarına teslim ettiniz.

ŞİMDİ BURADA DURALIM VE DÜŞÜNELİM;

Yukarıda yazılanlar hiç düşünmeden hemen kalemin ucuna gelenlerdir. Sağlam teslim alınıpta bozulan sistemleri alt alta sıralamaya bu sayfalar yetmez.

İnsanlarımız artık kendisini adam yerine koymayan, sabah söylediğini akşam üzeri yalanlayan dindar maskeli siyasetçilere güvenmiyor.

Sizler; 2002’ de teslim aldığınız sağlam vazoyu var gücünüzle yere atıp kırdınız. Sonra teker teker kırılan parçaların üzerinde tepinerek, onların bir daha bir araya gelip eski haline dönemeyecek şekilde tuzla buz ettiniz. Yani Türkiye’nin bütün sistemlerini yeniden onarılamayacak kadar bozdunuz.

Onun için şimdi yapılacak şey, ülkeyi yeniden kurmak ve herşeyini yeniden tanzim etmektir. Peki bunu yapabilir miyiz?
Evet yaparız.

Çünkü 12.000 yıllık tarihi geçmişimizde Türk milleti olarak aynen bugün olduğu gibi tamamen kendi elimizle yıktığımız devletimizi tam 129 kere yeniden kurduk. Bugünde daha iyisini kuracak bilgi ve tecrübeye sahibiz.

Atatürk Türkiye’sini yine kuracağız. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk NUTUK isimli eserinde bunu nasıl yapacağımızı açıkça anlatmıştır.

Bugün AKP hükumeti tüm güvenirliğini kaybetmiştir. Ve ülkeyi, tamamen kendi eliyle getirdiği kaos ortamından meşruiyet içinde çıkarması artık mümkün değildir. Alacağı zecri tedbirlerle iktidarını da kurtaramaz. Çünkü şimdi gelinen durumda yaratılan yıkımdan ülkeyi çıkarmaya gücü ve yüzü yoktur.

Çünkü ekonomimiz battıkça ortaya çıkan yolsuzlukları kapatacak kadar büyük başörtüsü yoktur. Her geçen gün çıkacak yeni yolsuzluk dosyaları yönetimi daha da sıkıştıracak ve AKP kadrolarını insan içine çıkamaz hale getirecektir.

Şimdi hukuk ortamı içinde yapılacak şey, TBMM’nin AKP’den
verdiği emaneti geri almasıdır. Tüm partilerden üyelerin yer alacağı bir milli mutabakat hükumeti ile ülke hızla erken seçime götürülmelidir. Bu hükumetin ilk işi demokratik olmayan seçim kanunlarını değiştirerek halkın tüm oylarının TBMM’ne yansımasını sağlayacak yeni Seçim ve Siyasi Partiler Kanunu ile ülkeyi sağlıklı ve güvenli bir seçime taşımaktır.

Her şeye rağmen ülkemiz ve insanlarımızın önünde güzel günler görülmektedir.

Milletin gücünün, kendi seçtiği temsilcilerden daha büyük olduğu gerçeği asla unutulmamalıdır.

NOT: Bu yazı daha önce 20 Aralık 2013 günü kumkale.net ve kumkale.wordpress.com. sitelerinde yayımlanmıştır. Günümüzde durum aynen devam ettiğinden hatırlatmak amacıyla aynen tekrarlanmıştır TTK

https://kumkale.wordpress.com/2020/01/13/yolun-sonu-gorunuyor/

***

2 Nisan 2020 Perşembe

İMAMOĞLU’NUN KAYAK TATİLİNİ NEDEN SORUN YAPTILAR

İMAMOĞLU’NUN KAYAK TATİLİNİ NEDEN SORUN YAPTILAR



Dr. Tahir Tamer Kumkale
31 Ocak 2020


Bir Milletin siyasi alın yazısında Mevki sahibi olabilmek için onun ihtiyacını görebilme ve onun kudretini takdir edebilmede ehliyet sahibi 
olmak birinci şarttır.- 
Gazi Mustafa Kemal Atatürk-1927



Tüm basın-yayın organlarımız Depremler, Libya, Suriye-İdlip, İşsizlik, Pahalılık, Kızılay-Ensar İlişkileri v.s. gibi güncel sorunları görüşmek yerine  İBB Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu’nun eşi ve çocukları ile Erzurum’da yaptığı kayak tatiline kilitlendi.

Konuşmacılar ve köşe yazarları bu tatil keyfinin İmamoğlu’nun siyasi geleceğine çok kötü etkisi olacağı hususunu ısrarla vurguluyorlar. 
Bu davranışı büyük hata olarak değerlendiriyorlar ve halkımızın bunu asla affetmeyeceğini belirtiyorlar..

Bana göre yanlış yapıyorlar. Psikolojik Harekat konusunu bilen biri olarak ben olaya tam ters açıdan bakıyorum. Medyanın bu tutum ve 
davranışı Sayın İmamoğlu’na verilen olağanüstü değeri gösteriyor. O’nu karalamak isterken bilmeden O’nu ne kadar dikkate aldıklarını ve 
ne kadar önemli bir kişi olarak gördüklerini vurguluyorlar. Yani bedava reklamını yapıyorlar.
Ekrem İmamoğlu bu çapta bir reklam kampanyası açsa maliyetini asla karşılayamazdı.

Sonuçta Sayın İmamoğlu’na atfedilen suç her insan gibi dinlenme ihtiyacını ailesi ile birlikte bir arada olarak gidermiş olmasıdır.. 

Hayatın doğal işleyiş kuralları içinde yer alan bir olaydır. Ortada kanunsuz ve ayıplı bir durum yoktur.

Kanaatime göre İmamoğlu’nun kamuoyu nezdindeki değeri azalmamış bilakis artmıştır. Eğer böyle olmasa bu kadar çok gündeme gelmezdi… 

Bekleyip göreceğiz..

https://kumkale.wordpress.com/2020/01/31/imamoglunun-kayak-tatilini-neden-sorun-yaptilar/

***

TÜRKİYE’DE GARİP İŞLER OLUYOR.

TÜRKİYE’DE GARİP İŞLER OLUYOR. 


ANLAMAKTA ZORLANIYORUZ. 
BİRİ BİZE ANLATSIN..

Dr. Tahir Tamer Kumkale
19 OCAK 2020


Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.
(Gazi Mustafa Kemal Atatürk)

Başlangıç olarak TBMM’nin açıldığı 23 Nisan 1920’yi kabul edersek Türkiye Cumhuriyeti tam bir asırlık bir hukuk devletidir. Anayasa ve kanunlarla yönetilir..

Kuruluş nizamını sağlayan en önemli Kanunlardan biri de Tevhid-i Tedrisat (Eğitimin Birleştirilmesi) Kanunudur. Bu TBMM tarafından 3 Mart 1924 tarih ve 430 Kanun Numarası ile kabul edilmiş olan ve ülkedeki bütün eğitim kurumlarının Maarif Vekaleti’ne bağlanması öngörülmüştür…

Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabulünden bir hafta sonra 11 Mart 1924’te, laik ve çağdaş eğitimin gereği olarak tüm medreseler kapatılmıştır..

Bu ön bilgiden sonra günümüze gelelim. Bugünkü haber bültenlerinde dikkati çeken bir haber; ” Bitlis’in Güroymak ilçesinde, Nakşibendi tarikatı şeyhlerinden Abdülkerim Çevik (50), uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi” şeklinde idi.

Şeyh olarak nitelendirilen cübbeli, sarıklı ve sakallı şeyhin cinayet haberinin verilmesi çok doğaldır. Çünkü kim olursa olsun bir kişinin öldürülmesi ciddi bir haberdir. Allah rahmet eylesin dedikten sonra aklıma takılan bir hususu da vurgulamadan geçmek istemiyorum. Çünkü ölen kişi hakkında devlet büyüklerimizin söylemlerini oldukça garip buldum..

Ülkemizde insanlar arasında birlik ve bütünlüğü sağlamaktan sorumlu İçişleri Bakanımız Sayın Süleyman Soylu mesajında, “Çok hüzünlüyüm… Bir alimin ölümü bir alemin ölümüdür. Bitlis Güroymak (Norşin) Medresesi Başmüderrisi Seyda Abdülkerim ÇEVİK Allah’a yürüdü. Allah rahmet eylesin…” ifadelerine yer vermiştir.

Eski Başbakan ve Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu; “Bitlis Norşin Medresesi Baş müderrisi Seyda Abdülkerim Çevik’in menfur bir saldırı sonucu hayatını kaybettiğini öğrendim. Bölgede halkın kaynaşmasına güzel bir örnek teşkil eden merhuma Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dilerim.”sözleri ile medreselerin devam ettiğini teyit etmiştir.

Biz bu ifadelerle 11 Mart 1924’te fiilen kapatılan medreselerin halen eğitime devam ettiklerini ve bu eğitimleri müderris ve baş müderrislerin verdiğini öğrenmiş bulunuyoruz.. Demek ki Türkiye’de Maarif Bakanlığı çatısı dışında eğitim veren başka kuruluşların olduğu devletimiz tarafından da tescil ediliyor..

1982 Anayasasının henüz dokunulamayan 174’üncü maddesi “İnkılap Kanunlarının Korunması” başlıklıdır.

“MADDE 174.– Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz” şeklindedir.

Bu maddede sıralanan 8 İnkilap Kanununun 1’inci Maddesinde 3 Mart 1340 (1924)tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu yer almaktadır.

Atatürk’ün “Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.” sözlerini de hatırlatarak diyorum ki;

Konu yoruma meydan bırakmayacak kadar açıktır. Milli Eğitim Bakanlığı yanında ülkemizde medrese eğitimi de devam etmektedir.

Bu fiili gerçeğe karşı bizim vatandaş olarak yapabileceğimiz bir şey yoktur. Görev Cumhuriyet Savcılarımıza düşmektedir..



***


3 Mart 2019 Pazar

Genç Emekliler Cenneti Türkiye

Genç Emekliler Cenneti Türkiye




Dr. Tahir Tamer Kumkale
17 Ocak 2000 Pazartesi

Sosyal Güvenlik Bakanımız Yaşar Okuyan Türkiye nin önemli bir sorununa köklü ve kalıcı bir çözüm bulabilmek amacıyla başlattığı çalışmalar kamuoyunu çok meşgul etti. Her geçen gün durumu biraz daha kötüleşen Sosyal Sigortalar Kurumu için bir çıkış yolu olabileceği düşüncesiyle emeklilik yaşı kadın ve erkeklerde 50 - 55 olarak belirlendi. Bu konuda halk yığınlarının feryatları var. Konuyu duygusallıktan ve alışkanlık tan sıyrılarak biraz deşelim. 

İyi bir istatistikçi cumhuriyet döneminde işçi ve memur emeklilerinin yaşı ile ilgili bir araştırma yapacak olsa inanın işin içinden çıkamaz. Bilindiği gibi ülkemizde emeklilikte belli bir yaş sınırı yok. Kadınlarımız 20, erkeklerimiz ise 25 yıllık sigorta süresi içinde 5000 iş günü prim ödemeleri halinde emekli olabiliyor. Emekliliğin amacı; fizik ve beyin gücü ile artık yeterli bir hizmet üretemeyecek durumda olan işçi ve memura hayatının geri kalan kısmında bugüne kadar yaptıklarının karşılığı olarak rahat ve güvenli bir yaşam sağlamaktır. Daima örnek aldığımız Avrupa da kadın ve erkeklerin emeklilik yaşının tespitinde her ülkedeki kadın ve erkeklerdeki ortalama ömür yönlendirici baz olarak alınır. Bundan 10-15 yaş geriye çekilerek emeklilik yaşı tespit edilir. Emeklilik yaşı pek çok Avrupa ülkesinde 65 yaş civarındadır. Yani Türkiye den 5-10 kat fazla milli geliri olan zengin Avrupa devletleri kendisine verilen 35-40 yıllık hizmet karşılığında sadece 10-15 yıl daha emeklisine sosyal güvence sağlamaktadır. 
Emeklinin çalıştığı zamankine nazaran daha az maaş alması doğaldır. Çünkü artık ihtiyarlık sınırına gelmişlerdir. Emeklilerin çocukları en az 35-40 yaşına ulaşmıştır. Bunların okutulması, evlendirilmesi ve iaşelerinin temini yükü artık anne ve babalarının üzerinde değildir. Aldıkları maaş ile karı-koca son derece refah içinde mutlu bir yaşam süreceklerdir. 

Ülkemizde ise manzara içler acısıdır. Utanç vericidir. 18 yaşında işe giren kadınlarımız 38, erkeklerimiz ise 43 yaşında yani; gerek fizik ve gerekse bilgi bakımından en verimli oldukları bir yaşta emekli olmaktadırlar. 

Bu emekliler Türkiye ömür ortalaması dikkate alındığında en az 25-30 daha yaşayacaklardır. Çocukları daha tahsil çağındadır. Askerlik ve evlilik gibi sorunları durmaktadır. Bunlardan daha önemlisi psikolojik çöküntü onları beklemektedir. Genç denilecek bir yaşta "sen artık yaşlandın , bilgi ve tecrüben bizim işimize yaramıyor " denilerek çok az bir maaş ve bir oda dahi satın alamayacak kadar cüz'i bir ikramiye ile adeta sokağa terk edilmektedirler. Bu durumda evi olmayan, çocukları tahsilde olan insanlarımız çalıştığı zamankinden çok daha az bir ücret karşılığında ikinci ve bazen üçüncü bir iş yapmak durumunda kalmaktadır. Ne kadar garip bir durum ; 25 yıldır yaptığı işten " artık işe yaramıyorsun " diyerek işten çıkartılıyor. 

Daha önce hiç bilmediği bir işte her şeye sıfırdan başlayarak hizmet üretilmeye çalışılıyor. Ülkemizde milyonların işsiz olduğundan bahseden sayın yetkililer ve ilgililer; eğer bu ikinci iş yapmak zorunda bıraktıkları emeklilerden kendi işlerinde istifade etmenin yollarını bulsalardı ülkemizde işsizlik sorununun kalmadığını görecekler ve belkide şimdi uzak doğudan ucuz işçi bulmak için çareler arayacaklardı. 

Emeklilik sorunu ülkemizin en büyük toplumsal yarasıdır. Bir bakanın görüşü, birkaç bürokratın yönlendirmesi ile kısa vadede çözümlenecek gibi değildir. Bu güne kadar yaptığımız yanlışlarda dikkate alınarak ilgili bütün kuruluşların katılacağı kongrelerde enine-boyuna tartışılmalı, üniversite zeminlerine taşınmalı ve mutlaka neticeye bağlanmalıdır. 

Yukarıda saydığım şartları bizzat yaşayan ve daha en az 10 yıl başarıyla hizmet edebilecek genç bir emekli olarak bu hususta bütün ilgilileri sağduyuya ve ülke yararı etrafında toplanmaya davet ediyorum. Bilindiği gibi toplumların gelişmişlik düzeyi sosyal faaliyetleri organize etme başarısı ile ölçülür. Yatırımın en faydalısının insana yatırım olduğu gerçeğini daima göz önünde bulunduralım. Türkiyeyi hep birlikte genç emeklilerden kurtaralım. Yaşlı ama, refah ve huzur dolu bir ömür sürecek yaşlı emekliler cenneti haline getirelim. Bunda hepimizin menfaati olduğunu unutmayalım...

Dr. Tahir Tamer Kumkale
17 Ocak 2000 Pazartesi,

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=4


***

8 Ocak 2019 Salı

Atatürk'ün Cumhuriyet Köyleri projesi gerçekleşiyor mu?

Atatürk'ün Cumhuriyet Köyleri projesi gerçekleşiyor mu?





Dr. Tahir Tamer Kumkale
2 Eylül 2000 Cumartesi

Bugün 2 EYLÜL 2000 Cumartesi. Başkakan Ecevit ve beraberindeki devlet erkanı Ordu'nun Mesudiye İlçesi Çavdar Köyünde Köy-Kent Projesinin temelini attılar. Başbakan ECEVİT havaya uçurduğu beyaz güvercinlerin ardından " Bu benim 30 yıllık hayalimdi. Beni önceleri ciddiye almadılar. Ama şimdi hayallerim gerçekleşti. Çok mutluyum" dedi.

Köy-Kent Projesi; Atatürk tarafından planlanan, proğramlanan, şekilleri çizilen fakat ömrü yetmediği için gerçekleştiğini göremediği "CUMHURİYET KÖYLERİ PROJESİ" dir.

Atatürk'ten 63 yıl sonrada olsa gelinen yer ve alınan mesafe ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE açısından son derece anlamlı ve sevindiricidir. Faaliyet çok güzel olmasına rağmen seçilen KÖYKENT isim yanlıştır. KÖYKENT= KÖYŞEHİR'in manası anlaşılamamaktadır. Köy başka bir kavramdır. Şehir başka bir kavramdır. İkisininde önemli ama birbirinden çok farklı işlevleri vardır. Fakat ikisinin biraraya gelmesi kafiyeleri uyumlu güzel bir sözden öte bir mana içermemektedir. 

Bu bakımdan Atamızın bizzat isimlendirdiği" CUMHURİYET KÖYÜ" isminin kullanılmasının daha uygun olacağı kanaatindeyim.
Atatürk'ün CUMHURİYET KÖYLERİ; sadece Sayın Ecevit'in KÖYKENT'lerinin değil, bugün ülkemizin ikinci büyük partisi ve hükümetin büyük ortağı olan MHP'in ortaya koyduğu TARIM KENTLERİ PROJESİ'ninde aynisidir.

İlgililerin Sayın Prof.Dr.Afet İNAN tarafından hazırlanan ve uzunca bir dönem ortaokullarda Yuttaşlık Bilgisi dersi olarak okutulan " VATANDAŞA MEDENİ BİLGİLER" isimli ders kitabına bakmalarını öneririm. Orada detaylı bilgiye ulaşacaklar ve bugün yeni bir şey gibi ortaya koyduklarının bizzat Atatürkün kendi eli ile hazırladığı "CUMHURİYET KÖYLERİ " nin basit bir kopyasından ibaret olduğunu göreceklerdir.

Sayın yetkililerimiz, Atatürk'ün başlattığı fakat bütün yurda yaymak için ömrünün yetmediği "CUMHURİYET KÖYLERİ" ni tam olarak oluşturabildikleri takdirde; bugüne kadar alt yapı için harcanan ve dahada harcanacak miktarın çok cüz'i bir kesimiyle hizmeti ülkenin en uç noktasına ulaştırabileceklerdir. Bu şekilde dağ başında hiç bir şey üretmeden ve daima vermeden almayı şiar edinmiş bir kaç vatandaşımızın yaşadığı yerleşim yerlerinin güvenliği için sarfedilen yüksek rakkamlı harcamalar doğrudan üretime aktarılabilecektir. Atatürk'ün idealini geçte olsa yürürlüğe koyan Sayın ECEVİT'i kutluyor ve bu projenin Ordu'nun MESUDİYE ilçesinin Çavdar Köyüne münhasır bir faaaliyet' olarak kalmamasını, yurdun her köşesini kaplamasını diliyorum.

İşte Değerli İYİ İNSANLAR; TÜRKİYE'nin gerçek gündemi budur. Türkiye'nin başbakanının yapacağı işler bunlardır. Türkiyenin muhalefet partilerinin bütün güçleri ile sahip çıkacakları ve destekleyecekleri projeler bunlardır.

Oysa Sayın ECEVİT dışında hem iktidar ve hemde muhalefet partilerinden konuya ilişkin ne menfi ve nede müsbet tek bir habere rastlanmamıştır.

Basın yayın organlarımızın birinci sayfaları ve önemli flaş haberleri; yine yapıcılıktan yana değildir. Gündem açıp gündem kapatan başarılı Medyamız bugün; Fethullah Gülen yanlılarının katrilyonlarca liraya malolan vakıfları, dernekleri, üniversiteleri, okulları, işyerleri, fabrikalarının nasıl ve ne zaman kapatılacağının detaylarını açıklamaktadır. Yani var edilen milli servetlerimizin geliştirilmesine değil , ortadan kaldırılmasına ilişkin suni ve sahte gündemlerle doludur.

Bu vesile ile Cumhuriyet Tarihimiz boyunca ülkemizdeki en başarılı ekonomik kalkınma devrini Türk Milletine yaşatan Atatürk'ün en güçlü olduğu yanı olan EKONOMİK GÖRÜŞ ve UYGULAMALARI'NA bir kere daha değinmek istiyorum.

Atatürk; fikir ve düşünceleriyle 20nci asırda Türklük Dünyası başta olmak üzere bütün insanlığa ışık saçmış ve adeta insanlığı iyiye, doğruya ve güzele yönlendirmiştir. Geçen çağa ismini altın harflerle yazdırmıştır. Tutarlı, dengeli ve uygulanabilir düşünce sistemi ile 2000'li yıllarada damgasını vuracaktır.

Bu büyük insanın her yönü incelenmiş ve fakat en kuvvetli olduğu ve en büyük başarıların kazanıldığı EKONOMİK GÖRÜŞ VE UYGULAMALARI daima ikinci planda tutulmuştur.

Bu husus Atatürk'ten sonra gelen cumhuriyet yönetimlerinin affedilmez bir hatası olarak değerlendirilmektedir. Başlattığı büyük hamleler maalesef kendisinden sonra gelenler tarafından dikkate alınmamıştır. Ülkenin kalkınması için ithal ekonomik sistemler daha çok tercih edilmiştir.

ATATÜRK; tamamen sıfırlanmış bir ekonomiden insangücü, sermaye, bilgi, altyapı ve hiçbir dış destek olmadan ağır sanayiini kurmuş ve planlı kalkınma dönemini başlatmıştır. Enflasyonsuz, borçsuz, kendi tankını, topunu ve uçağını yapabilen, geleceğe güvenle bakan bir Türkiye yaratmıştır. Osmanlı'nın Düyun-u Umumiye yönetiminden kalan borçlarınıda ödeyerek çağına göre büyük bir kalkınma hamlesi sağlanmıştır. Atatürk'ün dünyanın bilinen ve uygulanan başlıca ekonomik sistemlerinin dışında; Türk milletinin ihtiyaçlarına , istek ve arzularına, milletin kabiliyetlerine uygun olarak yarattığı ekonomik sistem ile geçen asrın en büyük ekonomik mucizesi meydana getirilmiştir.

Kapitalizm ve sosyalizm gibi başlıca ekonomik doktrinler üzerinde bilim adamlarınca binlerce cilt eser verilmiştir. Yıllarca üzerinde çalışılmıştır. Bugün artık kalıplaşarak doktrin haline gelmiş bu gibi sistemler ve bunların pek çok ülkedeki başarılı uygulamaları mevcutken sadece 15 yıllık kısa bir uygulaması olduğu bilinen Atatürkçü Ekonomi 'den ve bu sistemlere üstünlüğünden bahsetmek mümkün olabilir mi ?

Konunun cevabı ilk bakışta olumsuzdur. Meseleye Atatürk'ün iktidar olduğu 15 yıl içinden değilde ,O'nun içinden yetiştiği Türk Milletinin binlerce yıllık geleneksel ekonomik faaliyetleri açısından bakalım. İşte burada;" nesiller boyu birbirine aktarılarak ve daima kendini yenileyerek sistemleşen ekonomik kültürümüzün Atatürk'ün şahsında en başarılı örneklerini verdiğini" söyleyebiliriz.

Tarihi ticaret yollarını kontrol eden bölgelerde siyasi egemenlik sahibi olmaya özen gösteren atalarımız; bu coğrafi konumlarının gerekli kıldığı şartları en iyi şekilde değerlendirmişler ve ticari alandaki üstünlüklerini herzaman çevrelerine kabul ettirmişlerdir. Tarihteki Türk Devletlerinin ortak bir vasfıda ; halkının refah ve mutluluğunu çağının şartları içinde en üst düzeyde gerçekleştirerek çok zengin bir ekonomik kültür yapısı oluşturmalarıdır.

Atalarından aldığı ekonomik kültür mirasını çok iyi kullanan Atatürk'ün ekonomik düşüncesinde fikir ve icraat arasında eşsiz bir uyum vardır. Sıfır denilecek bir seviyeden ve savaş şartları içinden on yılda ağır sanayi hamlesini gerçekleştirerek kendi tankını, topunu ve uçağını çağın gereklerine uygun olarak bizzat Türk insanının yapabileceği bir düzeye ulaşılması onun dehasının eseridir.

Yine dünyanın en gelişmiş ekonomilerine sahip ülkeler 1929 ekonomik krizi ile büyük sıkıntılar içinde bunalırken, bu durumdan etkilenmeyen ve bilakis lehine çeviren, buhranı takibeden devrede planlı ve proğramlı kalkınmanın dünyadaki en güzel örneklerinden birinin yaratılması yine onun üstün dehası ve önderlik kabiliyetinin bir neticesidir.

Atatürk'ün ekonomik politikalarını belirleyen ilk dönem 1923-1930 yıllarını kapsar. Mevcut ekonomik durum Birinci İzmir İktisat Kongresinde tesbit edilir. Kongrede belirlenen hedeflere ulaşılmaya çalışılır. Fakat arzu edilen sonuçlara tam olarak ulaşılamaz. Gelişmeler sadece tarım kesiminde görülür. Fakat Osmanlı'dan kalan borçlar ödenir.

Atatürk'ün ekonomik politikasının temelleri ve esasları 1930 -1940 arasındaki ikinci dönemde ortaya çıkar ve en üst düzeye ulaşır. İlk döneme nisbetle ağırlığın bugün elden çıkarılmaya çalışılan İktisadi Devlet Teşekküllerinde olduğu tamamen kendine özel bir ekonomik rejimin uygulandığı görülmektedir. Bu dönemde ; DEVLET ÖNCÜLÜĞÜ, DEVLET YATIRIMCILIĞI, DEVLET İŞLETMECİLİĞİ, DEVLETİN TESBİT ETTİĞİ HEDEFLERE EKONOMİNİN YÖNLENDİRİLMESİ gibi hususlar ağırlık kazanır. Fakat bu faaliyetlerin temelinde yine "fertlerin topyekün kalkınması ve refah seviyesinin adaletli olarak dağıtılması" yatar.

Şimdi Türk toplumunun ekonomik bünyesi ve şartlarının daima gözönünde tutulduğu Atatürkün ekonomik görüşlerinin tekniğine inmeden elde edilen sonuçları günümüz Türkiye ekonomisi ile bazı temel alanlarda karşılaştırmak istiyorum.

Batı toplumunun ürünü olan Kapitalizm ve Sosyalizm batı insanının gerçeklerine, ihtiyaç ve kültür yapısına uygun dizayn edilmişlerdir. Nasıl ki montaj sanayii tek başına ülkenin kalkınmasına imkan vermiyorsa, montaj doktrin ve sistemlerin kalkınma modeli olarak kullanılması herzaman yeterli olmayabilir. Oysa Atatürk'ten sonra ülkeyi yönetenlerin ve ekonomiyi yönlendirenlerin gözlerini daima dışarıya çevirdikleri ve çareyi yine yabancı modeller arasında aradıkları bir gerçektir.

 * Bugün yeterli sermayemiz, her alanda yetişmiş insan gücümüz, yeterli okullarımız ve öğretmenlerimiz mevcuttur.

 * Edirnede oturan vatandaşımız bir gün içinde karayolu ile ülkenin en uzak ve en ücra noktasına ulaşabilmektedir. Malını gönderebilmektedir.

 * Fabrika yapan fabrikalarımız, fabrikalarımızda üretilen hammaddeyi sağlayan yeraltı ve yerüstü zenginliklerimiz vardır.

 * Ayrıca ellerimizde elektronik çağının bulunmaz nimeti kredi kartlarımız vardır.
Bütün bu olumlu göstergelere rağmen Türkiyenin 2000 Eylülündeki ekonomik seviyesinin Atatürk döneminin çok altında olduğu gerçeği değişmiyor.

*** 
Atatürk döneminde Dolar ve TL.birbirine eşitti ve hatta lira daha değerliydi. Şimdi paramızın değeri dolar karşısında 655 000 kat düştü. Evlatlarımız benim neslimin 30 sene aralıksız kullandığı PARA, KURUŞ ve hatta LİRA'yı tanımıyor. Piyasalarımız TL.ile değil "Dolar" ile tanzim edildi. Hatta bütçemizi mecliste sunan Sayın bakan ve başbakanlarımız " 2000 yılı bütçemiz .... dolar olacak " şeklinde konuşmak zorunda kaldılar !

*** 
İthalatımız daima ihracatımızdan fazla oluyor ve bütçemiz daima eksi ile kapanıyor. Yapılan basit bir araştırma ithalatın önemli bir kısmının lüks tüketim malzemeleri olduğu ve yine tarım ülkesi olmamıza rağmen bir diğer büyük rakkamını da tarım ürünlerinin teşkil ettiği görülüyor.

*** 
Son yirmi yıldır fiatları ve zamları takip etmek mümkün değildir. Savaş şartlarına rağmen Atatürk dönemi yöneticilerinin adını dahi bilmedikleri ENFLASYON CANAVARI tam yirmi yıldır % 50 nin altına inmiyor. Fakat arasıra üç haneli rakamlara da ulaşıyor. Türkiyeyi ziyaret eden İtalyan ekonomi profesörü " Türkiyedeki enflasyonun derslerde anlattıklarına uymadığını, yirmi yıldır bir ülkenin bu şartlarda yaşamasının fiilen ve ilmen mümkün olmadığını ve bunu nasıl becerebildiğimizi incelemeye geldiğini "belirtiyor.

*** 
Atatürk döneminde hazırlanan Ekonomik Kalkınma Proğramları %100 gerçekleşirken son yıllarda hazırlanan planların kağıt üzerinde kaldığı görülüyor.

*** 
Atatürk döneminde toplumun bütün kesimleri üretime katkıda bulundukları sürece üretimden eşit pay almakta iken, bu durumun günümüzde giderek toplumun sosyal sınıfları arasında kapatılamaz bir uçurum doğurduğunu görüyoruz. Bugün bankacılık sektörü hiç yorulmadan kağıt üzerinde yılda % 973 kar elde ederken; bordrolu bir profesörümüz ancak % 25 dolayında maaş artışı elde ediyor. Tabiki bu değer daima enflasyonun altında kaldığından reel kazanç hep azalıyor.

*** 
Türk kamuoyu çok üst düzey bürokratlarımızın, yöneticilerimizin hergün yeni bir rüşvet ve yolsuzluk hikayeleri ile güne başlıyor. Devletin yüce makamları adeta birilerinin hizmet üreteceği yerler değilde nemalanacağı yerler olarak görülüyor. Oysa Atatürk devri bürokratlarının devletin her kuruşu için gösterdikleri hassasiyeti anlatan yüzlerce kitap ve doküman süsledikleri kitapçı raflarında okunmayı bekliyor...!

*** 
Türk vatandaşları tasarrufa değil tamamen tüketime yönlendiriliyor. İnsanımız adeta doyumsuzlaşıyor. Piyasada faaliyet gösteren 500 Televizyon ve 2500 Radyo İstasyonu (TRT dışında) " x gazozunu için, y çamaşır suyunu kullanın " dan kazandıkları ile faaliyetlerini sürdürüyorlar.

Benim amacım; manzarayı abartarak ülkemizin çok kötü bir durumda olduğunu sergilemek ve milletimin moralini bozmak değildir. Bilakis az bir çaba ile çok daha iyiye ve güzele sahip olmaları gerektiğini vurgulamaktır.


- Ülkemizde bugün herşeyimiz vardır.
- Türkiye artık kredi alan değil veren bir ülke seviyesine erişmiştir.
- Avrupa başta olmak üzere bütün dünya ile ilişkilerimiz gelişmektedir.
- İnsanımızın refah seviyesi giderek gelişmiş ülkeler seviyesine yaklaşmaktadır.

Fakat bütün bunlar bizim gibi önemli bir coğrafyada bulunan ve gelişmek için son derece yeterli potansiyele sahip bir ülke için yetmez.Yetmemelidir.

- İnsanımız kabiliyetlidir.
- Ekonomik faaliyetlere dünyanın diğer insanlarına göre çok daha fazla yatkındır.
- Müteşebbistir. Daha iyisini başaracak güce, yeteneğe ve tecrübeye sahiptir.

O halde daha iyisini yapmak varken ve önünde Atatürk gibi bir önderin çok başarılı uygulama örnekleri dururken neden bu durumdayız. Daha iyisini ve fazlasını istemek bizim hakkımızdır.

Diğer ekonomik görüşler yanında çok daha tutarlı ve tamamen Türk insanının kabiliyetlerine göre hazırlanmış ATATÜRKÇÜ EKONOMİ'nin uygulanması ile bugün çok daha ileri bir seviye ulaşmamız mümkündür. Çünkü Atatürk zamanında olduğu gibi artık bir ön hazırlık devresine ihtiyaçta yoktur.

Atatürke inanmış kadroların bilinçli ve planlı çalışmalarıyla çok kısa bir sürede başarılı neticeler alınabilecektir.

Atatürk dönemi uygulamaları için aşağıda vereceğim iki küçük misal dahi sistemin geçerliliğini ve önemini ortaya koymaktadır.

Bugün Özelleştirme konusu ülkemizin ekonomik gündeminin en önemli maddesidir. Sadece bunun için bir bakan dahi ayrılmıştır. Özelleştirilmesi istenilen Kamu İktisadi Kuruluşlarının ilki ve en büyüğü olan SÜMERBANK'ın 11 TEMMUZ 1933 tarihli, 2262 Sayılı Kanunu'nun 11 nci maddesini sayın yetkililerimiz lütfen açıp okusunlar. Orada" bir kamu kuruluşunun bir yıl içinde kendisini nasıl özelleştireceği , bulunduğu üretim sahasından nasıl çekileceği ve bu alanı özel kuruluşlara nasıl devredeceği " detaylı olarak anlatılır. İlgililerimize önemle duyurulur.

Atatürkçülük uygulama ile olur. Nutuk çekerek Atatürkçü olunmaz. Doğu ve Güneydoğu Anadoluda hiç bir üretimin yapılmadığı sadece birkaç ailenin yaşadığı köy ve mezralara devletin yol, su, elektrik, okul, telefon ve televizyon götürdüğü, ebe ve hemşire gönderdiği görülmektedir. Ayrıca "buraları eşkiya basmasın ve vatandaşlarımız eşkiyayı beslemek zorunda kalmasın" diye karakollar kurulduğu ve önemli miktarda güvenlik harcaması yapıldığı görülmektedir. Dünyanın hiç bir ülkesi bukadar zengin değildir. Bunun adı resmen savurganlıktır ve yönetim zaafiyeti belirtisidir. Buraya giden hizmette yarımdır. Oysa her yere yarım ve eksik hizmet gideceğine, merkezi bir yere tam hizmet verirsiniz. Vatandaşımız akıllıdır. Çok kısa bir süre içinde zaten kendisini buraya taşıyacaktır. İşte dün Atatürk'ün ,bugün Sayın Ecevit'in ideallerindeki CUMHURİYET KÖYLERİ ( KÖYKENT'ler )bunun için önemlidir.

Netice olarak; 20 yılı aşkın bir süredir ATATÜRK'ün en kuvvetli yönü olduğuna inandığım ekonomik görüşlerini her platformda savundum. Bu konuda "bu görüşlerin diğer görüşlerden her yönü ile iyi olduğunu açıklayan" doktora tezi verdim. Konferanslarla, gazete makaleleri ile, seminerler ve televizyon proğramları ile ilgili ve yetkililere ulaşmaya çalıştım. Fakat hiç bir ilgili ve yetkiliye ulaşmaya muvaffak olamadım. Şimdi teknolojinin bana sağladığı bu imkandan yararlanarak bana düşen ikaz ve uyarma görevini bir kere daha özetle vurguluyorum.

Atatürk ve Atatürkçü Düşünce'ye inanmış iyi insanları bir kere daha göreve davet ediyorum. Milletin huzuru, güveni, refah ve mutluluğu Atatürk'ün gösterdiği yoldadır...

Dr. Tahir Tamer Kumkale
2 Eylül 2000 Cumartesi

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=66


***

YENİ BİR TÜRK DEVRİMİNE İHTİYACIMIZ VAR..

YENİ BİR TÜRK DEVRİMİNE İHTİYACIMIZ VAR.. 




Dr. Tamer KUMKALE
ttkumkale@oncevatan.com.tr 
07 Mart 2006, 00:00


Milleti idarede prensibimiz milletin müşterek ve umumi fikir ve eğilimlerine uymaktır. Bu fikir ve eğilimlerin hakiki ve ciddi olabilmesi, milletin maddi ve manevi ihtiyaç kaynaklarından gelmesine bağlıdır- Gazi Mustafa Kemal Atatürk- (1925) YENİ BİR TÜRK DEVRİMİNE İHTİYACIMIZ VAR: - Türkiye'de etkin bir grup özgürlükleri ülkeyi parçalamak için kendilerine tanınmış bir hak olarak görüyor. Ayrıca din açısından baktığımızda da aynı gerçeği görüyoruz. Giderek siyasi ve ekonomik güce ulaşan cemaatlerin yaygın hale geldiğine ve kabul gördüğüne şahitlik ediyoruz. - Haksız kazanç meşrulaştı. Kayıt dışı ekonomi yüzde 80lere varmış durumda. Para nerden gelirse gelsin hiç önemli değil mantığı var. Kaçakçılık had safhadadır. Türkiye'de yolsuzluk ekonomisini de aşmış bir soygun ekonomisi var. Helal para yok edilmekte. Türk sermayesi yüzde 25'lere düşmüş, yabancı sermaye yüzde 75lere çıkmış. - Türkiye öyle bir noktaya geldi ki, Kur'an-ı Kerim'in İncilleştirilmesi tartışılıyor.. - Ortadoğu'da birtakım planları olan büyük devletler Türkiye'den istediklerini alabilmek için 'bir takım girişimlerde' bulunabilir. Türkiye'de terörle mücadele yasası yok, yolsuzlukla mücadele yasası yok, terörü besleyen kaynaklara el koyma yasası yok. PKK'nın giderek büyük bir güç elde ediyor ve bütün mafyalar da ağırlıklı duruma geldiler. Buna karşı önleyici tedbirler açısından büyük yasal boşluklar var. Ceza adalet sisteminin bilinçli bir şekilde çökertildiğini görüyorsunuz." - Bugün Türkiye'yi, Türkler yönetemediği için, siyasetteki insanlar iyi niyetli bile olsalar emir alan konumundan çıkıp iyi niyetlerini halkla paylaşamıyorlar. Yeni bir Türk Devrimine ihtiyacımız var."

.......... Yukarıdaki tespitler Yurt partisi Genel Başkanı Sadettin TANTAN'a ait. Ülkenin içine düşürüldüğü durumu özetleyen bu sözler Aksiyon Dergisindeki görüşlerinden birkaçı. Sadettin Tantan sıradan bir kişi değil. Bütün yaşamı boyunca Polislikte, Belediye Başkanlığında, Bakanlığı safhasında dürüst kalabilmiş, kural ve nizam dışına çıkmamış, ülke menfaatlerini daima kendi menfaatlerinin önünde görmesini bilen örnek bir siyasetçi. Sadettin Tantan; Siyaset düzeni bozulup siyaset kavramı; ahlaksızlık, yolsuzluk, soygunculuk ile birlikte anılmaya başlayıp, devletin değil şahsi menfaatlerin ön plana çıkmaya başladığı bir dönemde sistemin dışında kalarak ülke menfaatlerini kendi çabaları ile ayni dürüstlük ve azimle sürdürmeye çalışan bir örnek vatandaş. Sözlerinin her cümlesi önemlidir. Çizdiği tablo çok kötü ama gerçeğimiz ne yazık ki böyle. Türkiye'yi bu karamsar tablodan çıkaracak kadrolar bu milletin içinde fazlası ile var. Bunlar durumu görüyorlar. Yapılanları, ihanetleri kavrıyorlar, bugün düzeltecek makam ve mevkilerde olmamalarına rağmen çözümler üretmeye devam ediyor ve söz sırasının kendilerine gelmesini bekliyorlar. Sayın Tantan; görüşlerini sıraladıktan sonra "YENİ BİR TÜRK DEVRİMİNE İHTİYACIMIZ VAR" diyerek sorunumuzu özetliyor. Buna göre devrimi yapacak bir devrimciye de ihtiyacımız vardır. Peki Sadettin Tantan, bu beklenen devrimci olabilir mi? Kendisini yakından tanıyan bir kişi olarak "Neden olmasın" diyorum ve şartlar gerektirdiği takdirde bu görevi başarı ile yapabileceğine inanıyorum.. ERDOĞAN'IN HAKARETLERİ BIKTIRDI: "Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı Nazmi Bilgin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın basına yönelik sözlerine tepki olarak yaptığı yazılı açıklamada; "Gazetecilerin, 3 yıldan beri bu hükümetin temsilcilerinin hakaretlerine maruz kalmaktan artık bıktıkları" görüşüne yer verdi ve ekledi; "Başbakan Erdoğan'ın, gazetecileri 'menfaat peşinde koşan iftiracılar' olarak suçlayan açıklamasını esefle karşılıyoruz. Eleştiri içerikli soru ve yazıların 'bir şeylerin karşılığı yapılmış iftiralar' olduğunun kanıtları ellerinde varsa, bunu açıkça ortaya koymalıdırlar. Asıl iftira, bunun aksinin yapılmasıdır. Biz kendi işimize bakıyoruz. Basının kamuoyunu aydınlatmaktan, usulsüzlükleri meydana çıkarmaktan daha önemli ne görevi olabilir. Dün de böyle yaptık, yarın da böyle yapacağız." 

....................... Dört yıldır her gün siyasi köşe yazan bir kişi olarak Basın-Yayının hem içindeyim. Cumhuriyet Tarihi ihtisasım içinde incelediğim olaylar içinde ulaştığım bir tek gerçek var. Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları Milli mücadeleye başladıklarında ülkede halka ulaşan tek yayın organı gazeteler idi. Mevcut gazetelerin % 95'i Gazi ve arkadaşlarını vatan haini olarak nitelendiriyor ve yaptıklarını sonuçsuz serüven olarak değerlendiriyordu. Bunun için Anadolu harekâtını desteklemek üzere Sivas'ta İrade-i Milliye, Ankara'da Hâkimiyet-i Milliye (Ulus Gazetesi), Anadolu Ajansı ile Matbuat ve İstihbarat Umum Müdürlüğü (Basın -Yayın ve Enf. Genel Müdürlüğü) kurularak milli mücadelenin sesi kamuoyuna duyurulmaya başlandı. Bunların dışında işgal güçlerinin emrinde hareket eden basına "MÜTAREKE BASINI" adı verildi. Bugün ise benzer olarak "MÜZAKERE BASINI" olarak nitelendireceğimiz Basın-Yayın organlarının % 95'i kayıtsız ve şartsız, inansın veya inanmasın AK PARTİ yönetimini desteklemektedir. Basın, AKP'yi desteklemek zorundadır. Çünkü bugün basın organlarımızın çoğunun sahibi gazeteciler değil, tüccar iş adamlarıdır. İş adamlarına göre basın organları da bir ticarethanedir. Ticarethanenin yaşaması da mevcut iktidara şirin görünmek ve ona ters düşmemekle mümkündür. Hal böyle iken Başbakan Erdoğan'ın basında çıkan ve mevcut basın organlarında %10 bile olmayan muhalefete dahi tahammül edemediğini belirten açıklaması ciddi bir talihsizliktir. Ve bindiği dalı kesmektir. Gazeteciler Sendikasının tepkisi de boş bir çabadır. Bugün basınımızın nerelere bağlı olduğunu ve kimlerden para ve destek aldığını küresel güçler isim vererek yayın organlarında açıklamaktadır. Dolayısıyla ne Başbakanın ve ne de Gazete temsilcilerinin sözlerinin tam olarak doğruyu yansıtmadığını halkımız görmektedir. Basın gerçekten görev yapmaya ve halkın sesi olmaya başladığı anda, ülkenin gündemindeki konular hakkında hükümetin körü körüne desteklendiğini değil, hak ettiği icraatların her yönüyle desteklendiği görebileceğiz.. 

FEHRİYE BULUNSUN, İADE EDİLSİN: 

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, " Terörist Fehriye Erdal'ın kayıplara karışması üzerine Türkiye'nin tutumunun ne olacağına" ilişkin soruya karşılık, Türkiye'nin Erdal'ın iadesini 3 kez istediğini, mahkeme süreci boyunca da bu konuda ısrarcı olunmasına rağmen, bunun gerçekleşmediğini hatırlattı. Önemli terör olaylarına karışmış bir kişinin yargılanma sürecinin bu kadar uzun olmasının, göz hapsinde tutulurken kaybolmasının "çok düşündürücü" olduğunu belirten Gül, Belçika makamlarının bunu kendi kendilerine sorması gerektiğini söyledi. "Fehriye Erdal'ın bulunmasını ve Türkiye'ye iade edilmesini bekliyoruz" dedi.

............ Bilindiği gibi Sabancı Holding Otomotiv Grubu Başkanı Özdemir Sabancı, Toyota-Sa Genel Müdürü Haluk Görgün ve sekreterleri Nilgün Hasefe, 9 Ocak 1996'da Sabancı iş merkezinin tepesindeki makam odasında katledilmişti. Cinayetin faili Fehriye Erdal'ın gözaltında bulunduğu Belçika devleti nezdinde yaptığımız bütün girişimlere rağmen kaçması olayı Avrupa'daki adalet sisteminin içine düştüğü aczin açık ifadesidir. AB'nin bayraktarlığını yaptığı İnsan Hakları aldatmacasının iflasıdır. Bunun böyle olacağı belli idi. Çünkü Belçika Adalet sistemi akıl almaz bir vurdumduymazlık içinde idi. Bu saatten sonra Fehriye Erdal yakalanmış veya yakalanmamış bir faydası yoktur. Avrupa Adalet Sistemi olduğu kadar bu işten Türkiye'de yara almıştır. Türkiye devlet gibi devlet olamamış ve Fehriye Erdal cinayetinde ağırlığını ortaya koyamamıştır. Hapiste değil, dışarıda bir evde gözaltında tutulan ve dışarıya alışveriş için yalnız başına çıktığı bilinen bir kişinin yaka-paça alınıp Türkiye'ye getirilmesi gerekmekte idi. Bunda çok geç kalınmıştır. Fakat daha her şey bitmemiştir. Avrupa'da adalet olmadığını ispat eden Fehriye Erdal Türk makamları tarafından bütün imkânlar zorlanarak dünyanın neresinde olursa olsun mutlaka bulunup getirilmeli ve Türk Adaletine çıkartılmalıdır. Bunun için acele edilmelidir. Abdullah Öcalan'da olduğu gibi birileri tarafından yakalanıp teslim edilerek milletçe küçük düşürülmeden önce tarafımızdan yakalanıp getirilmeli ve adaletin ne olduğu kendini medeni sayan Avrupalı sömürgecilere gösterilmelidir. İkinci Dünya Harbinde Yahudi katliamında görev aldıkları belirlenen Nazilerin düzenlenen insan avları ile dünyanın dört bir yanından yakalanıp İsrail'e getirilerek adalet önünde hesap verdikleri örneğini unutmamamız gerekmektedir. Bilelim ki; Bakan Gül'ün "Fehriye Erdal'ın bulunmasını ve Türkiye'ye iade edilmesini bekliyoruz" sözleri bu milletin hislerine tercüman olmuyor ve beklentilerini karşılamıyor..

Önce Vatan Gazetesi

Kaynak:
https://www.oncevatan.com.tr/yeni-bir-turk-devrimine-ihtiyacimiz-var-makale,19961.html


***

Adaletsizliğimiz,

Adaletsizliğimiz,







Dr. Tahir Tamer Kumkale
7 Kasım 2000 Salı 

26 OCAK 2000 tarihinde Jandarma özel timleri Metris Ceza ve Tutukevindeki İBDA-C örgütünün kaldığı koğuşlara ŞAFAK BASKINI adı altında bir operasyon düzenliyor.

Operasyonun hedefi; bir yılı aşkın bir süredir tutuklu olduğu halde üç seferdir koğuşundan alınamadığı için mahkemeye götürülemeyen ve her mahkeme günü isyan eden örgüt lideri bir sanığı hakim önüne çıkarmak. İfadesinin alınmasını sağlamak. Operasyon başarı ile sonuçlanıyor, isyan bastırılıyor. Bu defa sanıklar koğuşundan alınıp hakim önüne çıkartılıyor.

Basın ve yayın ordumuzun fedakar çalışanları önceden mevzilenmişler. Bu büyük ve son derece önemli olayı canlı olarak kamuoyuna duyurmanın telaşı içindeler.Adalet sisteminin, yakalayıp tutukladığı 65 İBDA-C örgüt üyesi karşısındaki aczini sergilemeye gelmişler sanki.

Örgüt; liderleri Salih MİRZABEYOĞLU'nu vermiyor. Onlar vermeyince de biz alamıyoruz. Onlar isyan ediyor. Ceza ve Tutukevi bir kere daha yakılıyor, yıkılıyor. Cezaevi çalışanları yine rehin alınıyor. Karşılıklı silahlı mücadele yapılıyor. Devletle pazarlığa oturuyorlar. Saatler süren pazarlıklardan sonra verilen tavizleri beyler lütfen kabul edip lütfederek isyanı bitiriyorlar.

TARİH: 4 KASIM 2000

Karagümrük Çetesi liderleri Nuri ve Vedat Ergin kardeşler Uşak Ceza ve Tutukevinde devlete karşı savaş veriyorlar. Öğrenildiğine göre 2 aydır cezaevinin yönetimini elegeçirmişler. 5 kişiyi insanlık dışı işkencelerle öldürerek cesetlerini yönetimini elegeçirdikleri Cezaevi Müdürünün odasından aşağıya atıyorlar. Öldürülenlerin alınlarına bıçakla imzalarını atıyorlar. Gözlerini çıkartıyorlar. Sonunda bellerinde silahları olduğu halde istedikleri cezaevine naklediliyorlar. Cezaevini tamamen tahrip ediyorlar. Basının gözleri önünde adeta devlete meydan okuyorlar.

Sayın Uşak Valimiz televizyonda gururla fazla kan dökülmeden başarı ile olayın sona erdiğini anlatıyor. Adalet Bakanımız "maalesef hapishanelerde yönetimi tam olarak sağlayamadık" diyerek basın karşısında açıklama yapıyor. Ayrıca "biz beceremedik, talibi çıkarsa Cezaevlerinin yönetimini devretmeye hazırız" diyerek, olayın, yani adaletsizliğin ulaştığı boyutları bir kere daha gözler önüne seriyor.

Uşak'ta devletin onuru ayaklar altına alınırken, yani devlet baba babalığını mafya babalarına terkederken iktidarın ortağı MHP; Ankarada yaptığı 6 ncı olağan kongresinde millete ve dünyaya nasıl başarılı hizmetler yaptıklarını ballandıra ballandıra anlatıyor.

İşte kendi çok küçük fakat neticesi devlet otoritesine indirilen darbe olarak çok vahim olan bu olaylar basınımız tarafından kamuyu oluşturmak için çok güzel fırsatlar olarak algılanıp en ince ayrıntılarına kadar bir avuç insan karşısındaki aczimiz vurgulanıyor. Ne garip rastlantı ki ayni günlerde Türkiye'nin Avrupa Birliğine kabulü için hazırlanan protokol Avrupanın gündeminde tartışılıyor.

Kamuoyunun artık kanıksadığı cezaevi isyanları bastırıldıktan sonra tutuklu koğuşlarına girerek arama yapan kolluk kuvvetlerimiz, basını davet ederek ele geçirdikleri bir cephaneliği dolduracak çap ve vüsatteki silah ve malzemeyi göstererek başarılarını vurguluyorlar. Bu haber malzemesini alan tecrübeli basınımız bu görüntüleri en güzel şekilde Türk ve dünya kamuoyuna aktarıyor. Her isyanda ayni yakma, yıkma, silah, cephane ve hapishanede bulunması yasak bir yığın malzemenin sergilenmesine herkez alıştı. Sonunda medeni bir ülkede fevkalade önemli olantık bu görüntüler ülkemizde haber olma niteliğini yitirdi.

Adaleti sağlayamayan bir adalet sistemi ile devlet işlerinin sağlıklı yürüdüğünü iddia etmek mümkün değildir. Efendim;" hapishaneler koğuş sistemi olarak inşa edilmiş. Ondan böyle imiş. Hücre sistemi olsa imiş bunlar olmazmış."

Özür; kabahatinden büyük. Yapmak istedinizde kim size engel oldu.? Paranız mı yoktu ?, Demiriniz mi yoktu ?, Çimento mu bulamadınız ? Yoksa bugünlerde Türk müteahhit ve mühendisleri yurtdışında dünyayı inşa ettikleri için elde inşaatçımız mı kalmadı?

Yapmıyorsunuz, veya yapmak istemiyorsunuz. Bu millet sizin derpremzedeler için 3 ayda 35000 ev yaptığınızın şahididir. Dünyaya karşı haklı olarak kasılıyorsunuz. Japonların altı ayda yaptığını biz 3 ayda yaptık diye. Bilerek batırılan bankalara milyarlarca doları bir kalemde verebilen bir devletin parasızlık gibi bir mazereti de olamaz.

Mazeretinizi iyi tesbit edin sayın yetkililer. Lütfen devletimizi; Türk ve dünya kamuoyunda güçsüz gösterecek olayların gerçek sebebini açıklayınız. Gücünüz yoksa istediğiniz gücü bu millet size verir. Yaşanan olayları anlayabilmek ve vatandaşın anlamasını beklemek mümkün değildir.

Gelelim işin esas yanına, BU GÖRÜNTÜ ASLINDA DEVLET OTORİTESİ'NİN ÇÖKTÜĞÜNÜN GÖRÜNTÜSÜDÜR. HUKUK SİSTEMİNİN ÇÖKÜŞÜDÜR. 65 milyonu temsil eden ve Cihan İmparatorluğunun mirası üzerine inşa edilen koca bir sistemin getirildiği yerin resmidir.

Devletin koyduğu yasaları dinlemeyerek,yakalanıp cezalandırılmak için Ceza ve Tutukevine kapatılan 65 kişi; 65 milyonun gözünün içine baka baka " Biz senin yasalarını kabul etmiyoruz. Mahkemeni tanımıyoruz. Tanımadığımız bir sistemin mahkemesine de gelmiyoruz." diyorlar ve gelmiyorlar. Getirilemiyorlar.

İsteyen istediği düzeni, arzu ettiği cezaevinde kurabiliyor .Kendisinden sorumlu olan devlet görevlilerini kendi istekleri doğrultusunda kullanabiliyor. Olayları tamamen kendi insiyatifi ile yönlendirebiliyor. Onu oraya koyabilen güç maalesef birkaç zayıf ve basiretsiz yönetici sayesinde tamamen güçsüz bir duruma indirilebiliyor. Acı ama gerçek.

Aslında kendi çok küçük ama yansıması çok büyük olan olayı, cezaevlerinin koğuş sistemi şeklinde inşa edilmesine bağlamanın yanlış olduğu görüşümü bir daha vurgulamak istiyorum. Olayların meydana gelmesinin sebebi devletimizin ve hukuk sistemimizin aczi ve sistemin bozukluğu değildir. Yetersiz ve yeteneksiz kadroların cezaevlerinde görevlendirilmesidir. Adam gibi adamların yokluğundandır. Bu sistemde , bu yönetmelikler ve kurallarla devletin gücü en iyi şekilde gösterilebilirdi. Gösterildi de. Bu cezaevleri yeni inşa edilmedi . İlk defa cezaevlerimize sanık ve suçlular getirilmiyor. Biz bu sistemle yıllarca hukukumuzu tatbik ettik. Bu derece acz içinde olduğumuz hiç bir dönem olmadı. Sorunun başı ve aslı personel zaafiyeti ve eğitim noksanlığıdır. Buradaki görüntünün asıl sebebi; gücünü gösteremeyen, yetkisini kullanamayan, basiretsiz ve cesaretsiz cezaevi yöneticileridir.

Binlerce yıllık köklü gelenekler üzerine inşa edilmiş devletimiz güçlüdür. Hiç kimse, hiç bir örgüt veya kuruluş devletten daha güçlü olamaz. Olmamalıdır. Fakat bugün devletimiz örgütler karşısında güçsüz durumda gösterilmiştir. Cezaevlerimiz devletin kontrolundan çıkmış ve ÖRGÜT CEZA VE TUTUKEVLERİ haline dönüşmüştür. Kanun ve kural dışı herşey buralarda yönetimin gözü önünde açıkça yapılabilmektedir.Buna ait haberler basınımız tarafından adeta dizi proğram halinde yayınlanmaktadır. Her türlü anarşi ve terör olayları buradan yönetilebilmekte, yeterince yetişmemiş militanlara buralarda akademik ve silah eğitimleri verilmektedir.

Burada mahkumlardan ziyade , onlara göz yuman, bilerek veya bilmeyerek cezaevlerini bu hale getiren yönetim başlıca sorumludur. Kanunları uygulamak yerine kanunsuzlukları destekler durumdaki sıralı yöneticilere bugüne kadar hiç hesap sorulmamıştır. Veya sorulamamıştır. Halkımız bu sorumsuzlardan hesap sorulmasını bekliyor. Üzülerek ve içi kan ağlayarak gelinen vahim durumu seyretmekle yetiniyor.

İsyan eden koğuşta ele geçen malzemeyi utancımızdan saklayacağımıza özenle bir araya toplar, gururla basını çağırır," işte biz bunları hapishanenin içinde ele geçirdik" diyerek takdir bekleriz. Gülelim ağlanacak halimize. Girmemize ramak kaldığımız avrupalı komşularımız bunları gördüğü zaman gülüyor halimize....

 - Kim bunlar ?

 - Kim bunları bu sorumlu mevkilere getirdi ?

 - Görevini bilmeyen, yetkilerini kullanmaktan aciz, asli sorumluluklarını yerine getiremeyen bu yönetim kadrolarını kimler atadı?

 - Hangi hak ve selahiyetle bu insanlar hala ayni görevlerinde tutuluyorlar ?

 - Bu memlekette nice yetişmiş beyinler," merkez valisi, merkez emniyet müdürü, APK Uzmanı" gibi uydurma isimlerle boş oturup hizmet beklerken bu millet bu yeteneksiz kadroları beslemeye mecburmu ?

Suçluya hesap sormayan ve ona ceza veremeyen bir ülkede adalet tesis edilemez. Adaleti tesis edemeyen devlet, devlet olma vasfını muhafaza edemez. Atamız Osmanlı Devletinin 3 kıt'ada, 24 milyon km.kare topraklarda, 600 sene süren hakimiyetinin tek özelliği; her hal ve şartta adaleti mutlaka uygulaması olmuştur.

Devletimizin birinci ve temel görevi; devletin gücünü yeniden tesis etmek ve bunu dosta-düşmana göstermektir. Suçluya kendini saydıramayan devlet; normal yurttaşına hiç saydıramaz. Avrupalı olmak gayret gösteren sayın büyüklerimize duyurulur.

Lütfen gücünüzü bilin ve kullanın. KENDİ MİLLETİNİN SAYMADIĞI BİR DEVLETİ BİLİN Kİ BAŞKALARI HİÇ SAYMAZ VE DİKKATE ALMAZ.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
7 Kasım 2000 Salı  


http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=80

***

Kararname krizi,

Kararname krizi,




Dr. Tahir Tamer Kumkale
15 Ağustos 2000 Salı


Son günlerde ülkemizde devletin zirvesinde cereyan eden olayları dışarıdan seyreden bir göz sanırım biz Türkleri anlamanın ne kadar zor olduğu hakkındaki kararsız tutumununu pekiştirir. Neden ve nasıl bu derece en basit olayları dahi mesele edip, adeta devleti bir kriz ortamına sürüklediğimizi anlaması mümkün değildir. Aslında bizim anlayabildiğimizi söylemek de çok zor.

Yürütmenin başındaki sayın Cumhurbaşkanı SEZER ile Hükümetin başındaki Sayın ECEVİT arasında basın aracılığı ile yapılan karşılıklı açıklamalar, ülkemizin bugünlerde çok ihtiyacı olduğu olan istikrar ve güven ortamını önemli derecede sarsmaktadır.

Aslında üzerinde anlaşılamayan konu; bir devlet krizi yaratacak kadar önemi olan ve acilen çözüm gerektiren bir husus değildir. Hükümet ortakları ; "Anarşi ve terör olaylarına karışmış memurların işten çıkartılmalarını "kanun hükmünde kararname ile çözmek istemiştir. Hukuk kökenli Cumhurbaşkanımız Sayın SEZER; daha önceki uygulamalara bakarak " bu konunun Anayasamız hükümleri uyarınca kararname ile değil ,KANUN ile çözümlenmesi gerektiğini" bildirerek veto ederek geri göndermiştir.

İşte olay bundan sonra gelişmiştir. Devlet işlerinde sorumluluğun Cumhurbaşkanına ait değil kendisinde olduğunu varsayan ve bugüne kadar bu şekilde muameleye alışkın olmayan hükümet , ayni işte israr edince devletin tepesinde istenmeyen zamansız bir kriz ortamına girilmiştir.

Sayın SEZER'in Cumhurbaşkanı seçildiği günlerde kaleme aldığımız yazımızda "Bunun Türkiye ve Türk Milleti için tarihi bir dönemin başlangıcı olduğunu belirterek; Allahın geçde olsa bu milletin yüzüne güldüğünü, devlete artık devlet adamı ciddiyetinin hakim olacağını , 864 Rakımlı Tepeden başlayacak ciddi ve sorumlu devlet adamlığına yakışan uygulamaların dalga dalga yurdu kaplıyacağını" üzerine basa basa vurgulamıştık.

Sayın SEZER görevi devraldığı 16 Mayıs tarihinden itibaren istikrarlı tutum ve davranışları ile bizi haklı çıkartmıştır. Halkın beklediği ve yıllardır özlemini duyduğu bir yönetim göstermektedir. Bugün gelinen durum itibarıyla Sayın SEZER'in davranışları halk tarafından büyük destek görmektedir. Oysa halkın bu desteğine rağmen, kendisini seçen partilerin hükümetlerine bekledikleri ödünü vermediği için arzu edilmediği de artık açıkça görülmektedir.

Kapalı kapılar arkasında birtakım yeni planların yapıldığı, SEZER'in istifaya zorlanarak yerine kendi güdümlerinde ve kendi istekleri doğrultusunda herşeyi kabul edecek bir Cumhurbaşkanı seçme hazırlıklarının başladığı hususu artık kamuoyu gündemine inmiştir. Kamuoyumuzu belirleyen ve yönlendiren anlı-şanlı köşe yazarlarımız açıkça bunu ülke gündemine taşımımaya başlamışlardır.

Bize göre; Cumhurbaşkanı SEZER kendisinden beklenen performansı göstermektedir. 30 yıldır ilk defa bir kararname köşkten dönmüştür. Akabinde Başbakan Sayın ECEVİT; "Cumhurbaşkanı'nın bize hayır deme yetkisi yoktur. İmzalamak mecburiyetindedir" diyerek kararnameyi aynen köşke iade ederek bu suni krizi yaratarak olayı kendisi ve hükümeti açısından çıkmaza sokmuştur.

Yani krizi; bu ülkeyi istikrar ve huzur içinde yönetmesi gereken Sayın Başbakan bizzat yaratmıştır.

Cumhurbaşkanımız; demokrasiyi güçlendirmek istiyor."Yasalar işlesin,Yasalar herkeze lazım" diyor. Demokrasiyi güçlendirmek istiyor. "Bu kararnameyi imzalarsam iktidarın gücü kaba güce dönüşebilir, yargının yetkilerini hükümetin kullanması yolu açılırki bu demokrasiyi zedeler" diyor.

Sayın ECEVİT ise kensisinden beklemediğimiz ve anlamakta zorlandığımız bir tavır sergileyerek "GÖRÜŞMEK İSTEDİM, BANA RENDEVU VERMEDİ. ÇEKTİ İSTANBULA GİTTİ. DEVLET KRİZİ YARATTI." diyerek adeta devletin başını suçlumak suretiyle kafaları karıştırıyor.

Düşünen ve Türkiyenin gelişmesi için kafa yoran aydın beyinler ortaya çıkartılan bu suni krizi şaşkınlıkla seyerdiyor. "ÖZÜRÜ KABAHATİNDEN BÜYÜK" şeklinde güzel bir atasözümüz vardır. Sayın ECEVİT'in davranışı buna çok uyuyor. Bir başbakan , bugünkü kitle iletişim ve ulaşım imkanlarına rağmen ülkenin sorumluluklarını paylaştığı Cumhurbaşkanı ile görüşmek için basını kullanıyorsa durum çok ciddi demektir. Bunun gerisinde "Sayın SEZER'in istenmediği"görüşü ağırlık kazanmaktadır.

Sonuç olarak; Sayın SEZER; BU ÜLKE İÇİN LAZIMDIR. SEZER İSMİ KISA SÜREDE BÜTÜN MİLLETİN GÜVENİNİ KAZANMIŞTIR. ARKASINDA KENDİSİNİ KÖŞKE TAŞIYAN BİRKAÇ SİYASETÇİNİN DEĞİL HALKIN DESTEĞİ VARDIR. BU DESTEĞİN GÜCÜNÜ SİYASETÇİLERİMİZİN İYİ ANLAMASI LAZIMDIR.

Yaptırın ciddi bir kamuoyu araştırması. Türkiyenin gündemini belirleyecek kadar etkili olduğunu bildiğimiz medya gücümüzün imkanlarını seferber edin. Milletin büyük çoğunluğunun "Sayın SEZER'in bu ülke için ne büyük şans olduğunu" nasıl haykırdığını göreceksiniz.

Dayanın Sayın SEZER. Sizin siyasi oyunlara alet olmayacak bir olgunluk ve dirayette olduğunuzu bir kere daha bu millete gösterin. Bunu göstermek ve kanun hakimiyetini ülkede hakim kılmak için elinize geçen şansı sonuna kadar kullanın.

Millet nefesini tutmuş sizi bekliyor. Size güveniyor ve inanıyor. Bu güvene layık olduğunuzu biliyor.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
15 Ağustos 2000 Salı

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=63

***

Prof. Dr. Mehmet U. Özaydın

Prof. Dr. Mehmet U. Özaydın





Dr. Tahir Tamer Kumkale
6 Ağustos 2000 Pazar 

Son günlerde gündemde iki flaş isim var. Bunlar bilindiği gibi, Rektörü bulundukları üniversitelerinde idaresine talip oldukları öğretim üyelerinin en fazla oyuna mahzar oldukları halde Cumhurbaşkanımız tarafından yeniden Rektör olarak atanmayan 19 Mayıs ve Dicle Üniversitesi rektörleridir.

Yazının başlığındanda üzere konumuz Dicle Üniversitesi Rektörü Sayın Prof.Dr.Mehmet U.ÖZAYDIN ile ilgili.

İsmi üzerinde çeşitli spekülasyonlar yapılan, muhtelif dedikodu ve asılsız iddialarla karalamaya çalışılan, bu her yönü ile mümtaz ve örnek bir insan olan değerli bilim adamımıza her Türk aydınının sahip çıkması gerektiğine inanıyorum. Ve bu satırları kaleme almayı kendisini yakından tanıyabilme mutluluğuna erişmiş bir kişi olarak bir görev telakki ediyorum.

Diyarbakır'ın yetiştirdiği ve bugün yetiştiği topraklara çok büyük hizmetler yapabilmenin haklı gururunu yaşayan Sayın Prof.Dr.ÖZAYDIN'ın Dicle Üniversitesinde geçen hizmetlerinin asla unutulmayacağı nın, bu üniversite ayakta kaldığı sürece hatırlanacağının, isminin bu camia içinde daima saygı, sevgi ve hürmetle anılacağının bilinmesini istiyorum.

Mehmet ÖZAYDIN; 4O yıllık şerefli bir geçmişi olan Emekli Tabip Albay'dır. Fakat sıradan ve adı unutulacak bir albay değildir. O; bu geçen 40 yıl içinde görev yaptığı bütün birimlere bir daha silinmeyecek şekilde imzasını atmıştır. Mehmet ÖZAYDIN adını ; mümtaz , aydın ve Atatürkçü kişiliği ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin her kademesinde kazımıştır. İnsani vasıfları yüksek, Atatürkçü Düşünce'nin aşığı ve uygulayıcısı, yenilikçi, üretici, yapıcı, birleştirici ve bütünleştirici yönleriyle örnek bir insan olarak saygı ile anılmasını sağlamıştır.

Dicle Üniversitesinde görev yaptığı yıllar içindede bütün kalbimle inanıyorum ki, bu üniversiteyi yıllarca bulunduğu seviyeden alarak gelebileceği en üst düzeye çıkartmıştır. Bunu çok kısa süre ile görev yaptığı birimleri nereden alıp nerelere götürdüğünü birebir yaşayan bir kişi olarak söylüyorum.

Ondaki vatan, millet ve görev aşkını tutabilmek, O'nu hizmet yarışında yakalayabilmek, O'nun çalışma azmine erişebilmek ve geçebilmek mümkün değildir. Bu üstün vasıfları dolayısıyla çok büyük bir kitlenin takdir ve teveccühünü kazanırken; hayatı boyunca yatarak, onun bunun sırtından geçinerek, tembellik yaparak, yalan ve dolanla mevki ve makam sahibi olanların da daima husumetini üzerine çekmiştir. ÖZAYDIN; tembelliğin, riyakarlığın ve adam sendeciliğin, devlet malına göz dikenlerin gerçek bir düşmanıdır. Dün böyle idi. Bugün böyledir. Yarında böyle olacağına eminim.

Sayın Cumhurbaşkanımız takdirlerini kullanmışlar ve Sayın ÖZAYDIN'nın bir kere daha DİCLE Üniversitesinin başında kalmasını istememişlerdir. Bu çok doğaldır. Bir nöbet değişimidir. Saygı ile karşılamak gerekir. DİYARBAKIR gibi yıllardır anarşi ve terörün kucağında ızdırap çeken bir şehirde yapılan çok zor şartlardaki bir görevin sonucunda Sayın ÖZAYDIN ve ailesinin de dinlenmeye ihtiyacı vardır.

Prof.Dr. Mehmet ÖZAYDIN; bu ülkede maalesef çok az bulunan ve çok nadir yetişen mümtaz beyinlerden biridir. İnanç sahibi olması, Atatürkçü ve milliyetçi vasıfları ile daha da değer kazanan beynine bu ülke insanının daha çok ihtiyacı olacaktır. Bilindiği gibi bir insan ömrü boyunca en kıymetli varlığı olan beyninin verilmiş rütbelere , makam ve mevkilere ihtiyacı yoktur. Beyin her nerede bulunursa bulunsun ülke, bayrak , devlet ve millet sevgisi ile dolu bulunduğu sürece onu durdurmak ve hapsetmek mümkün değildir. Böyle beyinler insanımıza her yerde ve her zamanda hizmete devam ederler.

Sayın Özaydın'ada allah uzun ömürler versin, bu ülkeye ve millete daima kadar hizmet edecektir. Bunu bilerek ve inanarak söylüyorum.

Şimdi yeni bir dönem başlamıştır. Geriye dönüş mümkün değildir. Yeni Rektör atanmıştır. Kendisine yeni görevinde sonsuz başarılar diliyorum. İnşallah görevi aldığı yerden çok daha ilerilere götürür. Buna en çok Diyarbakırlı ve güneydoğulu vatandaşlarımızın ihtiyacı vardır.

Burada bir konu hakkında YÖK ilgililerinin dikkatini çekmek istiyorum. Lütfen bir tesbit yapınız. Elinizde bütün üniversitelerimizi gezen ve yakından tanıyan tecrübeli Denetleme Kurullarınız var. Lütfen bir tanesini özel bir görevle Diyarbakıra gönderin.

Üniversitelerin elinde bütün kayıtlar mevcuttur. Dicle Üniversitesi'nin kuruluş döneminden itibaren her rektör zamanında ve her alanda ulaştığı neticeyi istatistiki olarak ve hiç bir tesir altında kalmadan ortaya çıkartın. Bunu yapmakla; rektörlerinize çamur atarak onları ve dolayısı ile sizleri karalamaya çalışan şer güçler karşısında bilimin gücünü ortaya koyun ve kendinizi bir kere daha kanıtlayın.

Ben size şimdiden ve hiç oralara gitmeden alacağınız neticeyi söyliyeyim. Dicle Üniversitesi bünyesinde, kurulduğu günden itibaren görev yapan sayın rektörlerimizin hepsinin toplamının birkaç katı düzeyinde bir gelişmenin Sayın ÖZAYDIN döneminde gerçekleştiğini göreceksiniz. Ve şaşıracaksınız.

Hadi bu iş çok zor, yapamıyoruz diyorsanız. Lütfen bugünkü gelinen seviyenin iyi bir tesbitini yapın. Bunu bir kenara yazın ve saklayın. Dört yıl sonra yeni rektör atandığı zaman yeniden değerlendirin. Bugün gelinen noktanın ne kadar altında olduğunu görerek bir kere daha şaşıracaksınız. Bunu nereden mi biliyorum.? Biz bunu daha önce bir kaç kere yaşadıkta ondan biliyorum.

Bilerek ve isteyerek; bugüne kadar yapılan bütün hizmetleri gözardı ederek Dicle Üniversitesi eski Rektörü Sayın Prof.Dr. Mehmet U.ÖZAYDIN'ı karalamaya çalışan, ama aslında kendilerinin karalandıklarının farkında olmayan aciz ve korkak şer güçlerinide buradan kınıyorum.

Sonuç olarak; Altın daima altındır. Altını çamura bulamakla onun değerini düşüremezsiniz. Onun değeri daima aynidir. Sayın ÖZAYDIN'da bugün değerinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Ülkemizde DİCLE ÜNİVERSİTESİ gibi Sayın ÖZAYDIN'ın bilgisinden, kültüründen ve tecrübesinden yararlanmak için bekleyen nice kuruluşlarımız vardır.

Kendisini 6 yıl süre ile büyük bir özveri ile hizmet ettiği Dicle Üniversitesindeki hizmetlerinden dolayı kutluyorum. Bundan sonra çok daha büyük ve etkili görevlerle bu ülke insanına hizmet vereceğine inanıyorum.

Sayın Mehmet Özaydın için yönetimin verdiğinin değil, halkın bahşettiği rütbe ve makamın çok daha önemli olduğunu biliyorum. Bu rütbeye erişmek her kişiye nasibolmaz. Bunun için kendisini bir kere daha kutluyorum.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
6 Ağustos 2000 Pazar

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=62

***

Emanete Sahip Çıkabiliyor muyuz? (Hayri Yazıcı)

Emanete Sahip Çıkabiliyor muyuz? (Hayri Yazıcı)




Dr. Tahir Tamer Kumkale
1 Eylül 2000 Cuma 

ATATÜRK'ÜN EMANETİ OLAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN EMANET EDİLDİĞİ BİZLERİN HALİ NEDİR? ACABA EMANETE SAHİP ÇIKABİLİYOR MUYUZ?

Gönderici; HAYRİ YAZICI (29 AĞUSTOS 2000, MÜREFTE)

Atatürk Türkiyesi sitesine gönderilen ve önemli görüşleri içeren yazıları daha çok kişinin istifadesine sunmak için ana sayfaya almayı uygun bulmaktayım. Bu defada değerli bir dostumuz Hayri Yazıcı Beyefendinin ülkemizin içinde bulunduğu durumu özetleyen düşüncelerini aynen aşağıya aldım. Hayri Yazıcı; bu ülkede daha milyonlarcası bulunan ve ülkeyi yarınlara taşıyacak aydınlarımızdan biri. 21 nci Asrı Türk asrı yapacak nesillerin temsilcisi. İçinde bulunduğumuz ortam kendisini şimdiden karamsarlığa sokmuş. Hak veriyorum , ama durumumuzun ATATÜRK'ün GENÇLİĞE HİTABI'nda açıkladığı ortam yanında çok iyi olduğunuda belirtmek istiyorum. Yani bu ülkenin kalkınması ve yücelmesi için bizim yapacak daha çok işimiz olduğunu vurgulamak istiyorum.

DÜŞÜNDÜM DE,

ACABA SENELER ÖNCE YÜCE ATATÜRK'ÜN KURMUŞ OLDUĞU VE BİZ TÜRK İNSANINA EMANET ETTİĞİ TÜRKİYE'YE ve TÜRKİYE CUMHURİYETİNE NE KADAR SAHİP ÇIKABİLİYORUZ.

BİNBİR ZORLUKLARLA KAZANILMIŞ ONCA SAVAŞ VE MEYDAN MUHAREBESİ, ONCA BAYRAK VE VATAN UĞRUNA FEDA EDİLMİŞ CANLAR VE DÖKÜLMÜŞ KANLAR SONUNDA KURULMUŞ BİR CUMHURİYET VE YÜCELMİŞ BİR TÜRK MİLLETİ.

OSMANLI İMPARATORLUĞU ZAMANINDA BİZİM OLAN BİR ÇOK ARAP ÜLKESİ VARDI. ŞİMDİ O ÜLKELERE O MEMLEKETLERE GİRİLİRKEN ELİN ARABI BİZE HESAP SORUYOR. HATTA İŞİ İYİCE AZITARAK GÜZEL ÜLKEMİZİN TERÖRDEN ZARAR GÖRMESİ İÇİN, BİRLİK VE BÜTÜNLÜĞÜNÜ DAĞITMAK İÇİN ELİNDEN NE GELİRSE YAPIYOR.

BİZLER VATANDAŞ OLARAK NE YAPABİLİYORUZ? HİÇ BİR ŞEY. ÜZÜLEREK SÖYLÜYORUM HİÇ BİR ŞEY. TÜRKİYE GİBİ STRATEJİK BİR KONUMU OLAN BİR ÜLKEDE BU OLAYLARI BERTARAF EDEBİLMEK İÇİN NELER YAPIYORUZ? TABİİKİ SADECE HİÇ BİR ŞEY.

BUNDAN 15 SENE EVVEL GELEN ARAPLARA KAPIMIZI AÇMADIK MI? EN GÜZEL YERLERİMİZİ ONLARA SATMADIK MI? SONUNDA NE GÖRDÜK HER ZAMANKİ GİBİ HIYANET VE HAİNLİK.

KARAYOLU İLE YURTDIŞINA ÇIKAN HERKES BİLİR. MALUM ÜLKELERE GİRERKEN ÇEKİLEN EZİYET VE SIKINTILARI. BİZLER GENÇ VE ORTA YAŞLI KESİM OLARAK MEMLEKETİMİZE NE KADAR SAHİP ÇIKIYORUZ?

GÖRDÜĞÜMÜZ UTANÇ VERİCİ OLAYLAR. YAŞADIĞIMIZ 17 AĞUSTOS DEPREMİ İNSANLARIMIZIN HEPSİNİN BİR ARADA OLMASI GEREKİRKEN ŞEREFSİZLER NE YAPTILAR. ÖLMÜŞ İNSANIN KOLUNU KESİP BİLEZİKLERİNİ ÇALMADILAR MI? HASARLI EVLERİ SOYMADILAR MI? 50.000 LİRALIK EKMEĞİ 500.000 TL'YE SATMADILAR MI?

HANİ NERDE İNSANLIK? HANİ NERDE VİCDAN? ÖNCE KENDİ KENDİMİZİ VİCDANEN SORGULAYALIM. ACABA YAPTIKLARIMIZIN NE KADAR DOĞRU OLDUĞUNA BAKALIM. ZATEN EN ÖNEMLİSİDE BU DEĞİL Mİ?

BUNLARIN MUHAKEMESİNİ KENDİMİZDE YAPARSAK BELKİ DOĞRUYU BULABİLİRİZ.

HERKESİN AYRI BİR HAVA ÇALDIĞI MEMLEKETTE, ÇALIŞIP NASIL ZENGİN OLABİLİRİM DÜŞÜNCESİ YERİNE; "HANGİ YOLSUZLUĞU YAPARSAM YAKALANMADAN PARA KAZANIRIM" DİYEN İNSANLARIN OLDUĞU BİR ORTAMDA, HATTA DEVLETİN ELİNİ KOLUNU BAĞLAYARAK SAYIŞTAYIN DEPOSUNDA YANGIN ÇIKARARAK KENDİNİ AKLAMAYA ÇALIŞAN BALİNALARLA NEREYE KADAR GİDEBİLİRİZ Kİ?

1983 SEÇİMLERİNDEN BU YANA NORMAL SÜRESİNDE SEÇİM YAPILDIMI HİÇ? TABİİKİ HAYIR. KURULAN HÜKÜMETE SAHİP ÇIKAMAYAN PARLEMENTO ÜYELERİ KENDİ ŞAHSİ EMELLERİNİ ÖN PLANA ÇIKARARAK KİŞİSEL KAYGILAR, LİDERLİK KOLTUĞUNU KAPTIRMA KORKULARI, YADA MUHALEFETTE KALMA KORKUSU HEP BU HÜKÜMETLERİN SÜRESİNDEN ÖNCE DAĞILMASINA SEBEP OLMADI MI?

MİLLETİN VEKİLİ OLDUĞUNU İDDİA EDEN SÖZÜM ONA VEKİLLER MECLİSE GİRDİKTEN SONRA NE ZAMAN VEKİLİ OLDUĞU HALKINI DÜŞÜNDÜ Kİ ? VERDİKLERİ KANUN TEKLİFLERİNİ NE ZAMAN VATANDAŞA DANIŞTILAR Kİ? SEÇİMLERİN BİLE DEMOKRATİK OLMADIĞINI DÜŞÜNDÜĞÜM BİR ÜLKEDE HANGİ VEKİLİN VATANDAŞINI DÜŞÜNDÜĞÜNÜNDE TARTIŞILMASI GEREK MEZ Mİ? (BU SADECE ŞAHSİ FİKRİM)

EVET UZUN SÖZÜN KISASI; SAHİP ÇIKMAMIZ GEREKEN BİR ÜLKEMİZ, KORUNMASI GEREKEN BİR TOPLUMUMUZ VAR. BİR ARADA KENETLENMEMİZ GEREKEN BİR ZAMANDAYIZ.

GELİN HEP BERABER BİRLİK OLALIM DOĞRUYU BULALIM.

BİRLİKTEN KUVVET, KUVVETTENDE YEPYENİ GELİŞMİŞ BİR ÜLKE VE AYDINLIK REFAH DOLU BİR TÜRKİYE YARATALIM.

BU YÜCE ATATÜRK'ÜN KURDUĞU TÜRKİYE'YE VE ULU ÖNDERE BİR NAMUS BİR VİCDAN BORCU DEĞİL MİDİR?

SAYGILARIMLA (Yazan: Hayri Yazıcı)

Dr. Tahir Tamer Kumkale
1 Eylül 2000 Cuma

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=65

***

Fehriye Erdal,

Fehriye Erdal,





Dr. Tahir Tamer Kumkale
18 Ağustos 2000 Cuma 

Ülkemizin en saygın ve başarılı işadamlarından Özdemir SABANCI Beyefendi; ülkemizin en modern ve güvenli olduğu bilinen SABANCI İŞ MERKEZİ'nin zirvesindeki odasında iki üst düzey yöneticisi ile birlikte profesyonel katiller tarafından huhharca katledildi.

Türkiyenin en köklü ve zengin ailelerinden birine karşı yapılan bu hain saldırı ülkemizdeki anarşi ve terörün geldiği noktayı göstermesi bakımından çok önemli idi. Milletimiz Sabancı ailesiyle birlikte bu acı olayı lanetledi ve haklı üzüntüsünü her vesile ile gösterdi.

Güvenlik güçlerimiz bu defa iyi çalıştılar. Katiller kısa sürede belirlendi. Bunlardan bir tanesi yakalandı. Yargılandı. Yargı safhasında hapishanede öldürüldü. Katillerin bir diğeri, yazıma konu olan Fehriye ERDAL ise dost ve müttefikimiz BELÇİKA topraklarında yakalandı.

Türkiye'nin en saygın iş adamlarından birinin katili olduğu resmen belirlenen Fehriye ERDAL; Belçika resmi makamlarınca 65 milyon Türkün gözleri önünde hapishaneden çıkartıldı. Şimdi Belçikada bir evde dinlendiriliyor. Bu arada dost ve müttefikimiz olan Belçika ve Avrupalı dostları bu azılı katilin hayatının geri kalan günlerini rahat geçirebileceği bir ülke arıyorlar. Abdullah ÖCALAN misalinde olduğu gibi, muhtemelen yakında bulurlar ve gönderirler.

Aralarında olmak için can attığımız Avrupalı işte budur. Dün böyle idi. Bugün böyle. İnanıyorum ki yarın da böyle olacaktır. Bu çifte standart insanlık kuralları uygulayan ülkelerin Almanya versiyonu Birinci Cihan Harbi sonunda Eski Osmanlı Başbakanı Talat Paşa'yı sokak ortasında herkezin gözü önünde öldüren azılı Ermeni cani Talleryan'ı adeta kahraman ilan ederek bir ömür boyu refah içinde yaşamasını sağlamıştır.

Bunlar için insanlık ve hukuk Türkiye ve Türklük düşmanları için vardır. 30.000 kişinin katledilmesine vesile olan Katil başı APO ve yandaşları hapiste nezle olsalar akın akın hesap sormaya gelirler. 20 yaşında hayatının baharında şehid olan fidan gibi binlerce Türk evladının yakınlarını ve ailelerini hiç dikkate almazlar. 3 aylık bebeklerle 80 lik nineleri vahşice katleden azılı canileri milli kahraman ilan ederler ve bu masum bebeklerin ölümüne alkış tutarlar.

Belçika nın bugün yaptığını çok kısa bir süre önce İtalya ve Yunanistan'dan Abdullah Öcalan için gördük ve yaşadık. Bunlar Avrupalı için doğaldır. Bunu yapmaları kendi menfaatleri icabıdır. Bizim sözümüz onlara değildir. Bizim sözümüz Belçika gibi avuç içi kadar küçük bir ülkeye dahi haddini bildiremeyen Cihan İmparatorlukları kurmuş bir devletin mirasını devralan 65 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti Devleti yöneticilerinedir.

Basınımızdan bir kaç cılız sesin dışında, yöneticilerimizden çıt çıkmıyor. Onlar kendi vatandaşlarının defterini dürecekleri bir kararname peşindeler. Gündemi bu suni krizle kilitleyenler Fehriye ERDAL olayı ile,Türk Devletinin uluslararası prestijinin indiği noktayı göremiyorlar. Veya görmemezlikten geliyorlar. Oysa Türkiye Devletinin gücü kendisini devlet yerine koymayan, ve saymayan Belçikayı altetmeye fazlasıyla yeterdi. Neler yapılabilirdi. Sıralayalım;

- Fehriye ERDAL yakalandığı gün resmen geri almak için müracaaat edilir ve ekipler derhal Belçikaya gönderilirdi.

- Belçikada yaşayan 250.000 Türk Vatandaşı ile Avrupa da yaşayan 4 milyon T.C. vatandaşının yasalar dahilinde heryer de protesto toplantıları ve gösteri yapmaları sağlanırdı.

- 65 milyon Türk vatandaşı ve 250 Milyon soydaşımızın bulundukları yerlerde gösteri ve mitinglerle olayı kınaması suretiyle, bu alandaki TÜRK HÜKÜMETİ'nin haklı isteklerine destek olmaları sağlanabilirdi.

- Mektup, telefon, E-mail ve fax'larla Belçika resmi daireleri kitlenebilirdi.
- Belçika ile ekonomik alandaki ilişkiler derhal askıya alınarak bu ülke bankalarında bulunan Türklere ait mevduatların çekilmesi sağlanabilirdi.
- Belçika nezdinde bulunan temsilcilerimiz derhal geriye çekilir, kadrolar asgariye indirilir, sorun bizim istediğimiz şekilde çözülene kadar ilişkiler dondurulur du.

Bütün bunlar Türkiye'ye daima önyargılı bakan Avrupa ülkelerinin anlayacağı dildir. Onlar barış, dostluk ,insanlık, kardeşlik gibi dilden anlamazlar. Çünkü bu ülkeler hala sömürgeci zihniyeti ve kafasını atamamışlardır. Dünyada sömürge yönetimine karşı ilk defa bir milli mücadele vererek onların yenilebileceğini isbat eden Türkiye Cumhuriyetine başka türlü davranmalarını beklememek lazımdır.

Başımızda artık ATATÜRK gibi bir lider yoktur. Hükümetlerimiz ise kendilerini Avrupa hülyasına kaptırmışlar, onları üzdürmemek ve kızdırmamak için birbirleri ile adeta yarışmaktadırlar. Bunu normal karşılayabiliriz. Fakat , MİLLİ RUHU ve MİLLİ GURURU kendilerine bayrak edinerek MİLLİYETÇİ ve ÜLKÜCÜ vasıfları dolayısıyla halkımızdan oy toplayıp bugün iktidar koltuğunda oturan Milliyetçi Hareket Partisi için ne demek lazım bilemiyorum. Milliyetçiliğinin seçim zamanı ve seçim meydanlarının dışına çıkmadığını milletimize isbat eden MHP yöneticilerini yine milletin sağduyusuna havale ediyorum.

Sonuç olarak;

Fehriye ERDAL olayı; TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ ve Türk Milleti için utanç verici bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Bugün olan olmuştur. Atı alan Üsküdarı geçmiştir. Demekki bu gibi olaylara Avrupa'nın çifte standartlı bakış açısı yüzünden daha çok karşılaşacağımız anlaşılmaktadır.

Hükümetlerimizin her zaman olduğu gibi bu gibi olayları seyretmekle yetineceği de görülmektedir. Bunun için haklı nedenleri bulmaları da mümkündür.

O halde ne yapmak lazım?
Kim bu milletin önüne düşecek?
Kim bu ülkenin potansiyelini harekete geçirecek?
Hakkımızı kim koruyacak?

Bunun tek cevabı ve adresi vardır. O'da SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI'dır. Kıbrıs için milyonları sokağa döken, "YA TAKSİM YA ÖLÜM" sloganlarıyla halkı coşturan, ve halkın desteğini görerek kendisini görevli sayarak Kıbrıs Türk Halkına sahip çıkmak üzere hükümeti yönlendirenler onlardır. Sivil Toplum Kuruluşları'mıza çok önemli görevler düşmektedir. Anadolu Türk Toplumunun kendi gücünü her alanda temsil edecek örgütlü mücadeleleri yapacak Sivil Toplum Kuruluşları halinde biraraya gelmeleri uzak değildir.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
18 Ağustos 2000 Cuma

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=64

***

8 Aralık 2018 Cumartesi

Avrupa Birliği eşiğinde AGİT ile ilişkilerimiz (A. Nazmi Çora)

Avrupa Birliği eşiğinde AGİT ile ilişkilerimiz (A. Nazmi Çora)





Dr. Tahir Tamer Kumkale
12 Mart 2000 Pazar,

Türkiye'nin önemi (A. Nazmi Çora)


"DÜNYAYI YÖNETEN DÜŞÜNCELER DEĞİL KUVVETTİR, ANCAK; KUVVETİ  KULLANAN  DÜŞÜNCELERDİR..."

Halen dünya sahnesinde görülen milletler içinde kendi özgün milli kimliğini koruyarak bağımsız devlet varlığını kesintisiz olarak, milat öncesi yüzyıllardan günümüze kadar, sürdürebilen yegane millet bizim milletimizdir; Türk Devleti ebedidir.

Tarih sahnesine çıkan milletler içinde küresel çapta, nitelikte cihan nazımı, kıtasal ebatta güç, süper güç konumuna erişen, bu konumunu dikkate alınmaya değer bir süre devam ettirebilen milletlerin sayısı bir elin parmak sayısını aşamayacak kadar sınırlıdır.

Türk Milleti eski dünyada cihan nazımı süper güç, kıtasal çapta büyük devlet konumunu bu seviyeye erişebilen milletler arasında en uzun süre koruyabilen millet olmuştur. Üç kıt'anın medeni hayata, iskana müsait 55 milyon km² genişliğindeki büyük bölümü değişik tarih dönemlerinde yüzlerce yıl Türk boylarının, Türk hükümet ve devletlerinin yönetimine girdiği
gibi Avrasya kıt'a blokunun uzun ekseni üzerinde kıt'asal genişlikte bir merkezi alan kesintisiz Türk varlığına, Türk dil ve kültürüne vatan olma özelliğini korumuştur.

Saka, Hun, Batı Hun, Avar, Hazar, Göktürk, Uygur, Karahanlı, Gazneli, Büyük Selçuklu, Kuman, Peçenek, Kıpçak, Harzemli, Anadolu Selçuklu, Cengizli, Çağataylı, İlhanlı, Altın Ordulu, Timurlu, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Safevi, Babürlü, Osmanlı hayat ve egemenlik alanları hatırlanmalıdır.

16 ncı Yüzyıl Türk Yüzyilı diye adlandırılır. Bu yüzyılın devamında Türklüğün (dört ayrı devlet çatısı altında) üç kıt'a üzerinde toplam egemenlik alanlarının 40 milyon km² ye eriştiği, Türklüğün batı kolunu oluşturan Osmanlı İmparatorluğu'nun yüzölçümünün 19 milyon km²'yi aştığı da hatırlanmalıdır.

BÜYÜK ATATÜRK; Cumhuriyetimizin Onuncu Yılında yaptığı tarihi konuşmada;
"Bugün Sovyetler Birliği, dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir...Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır.
Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür...İnanç bir köprüdür...Tarih bir köprüdür..."
"...Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Dış Türkler'in) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli..." demiştir.

"Sovyet Rusya ile daima iyi komşu olmaya gayret etmeliyiz. Fakat ne haklarımızdan en küçük bir şey feda etmeliyiz ve ne de oyunlarına kapılmalıyız" Bu sözleri büyük ATATÜRK 1922 yılı Haziran ayında Moskova'dan dönen Büyükelçimiz A.F.CebesoyPaşa'ya söylemiştir. Bu sözler bugün de değerlerini koruyorlar.

Sovyetler Birliği'nin çöküşü, özellikle Doğu Avrupa, Balkanlar, Kafkasların güneyi, Orta Asya ve Orta Doğuda büyük bir değişikliğe ve istikrarsızlığa yol açmıştır. Türkiye, coğrafi ve kültürel açıdan bu değişikliğin tam merkezinde bulunmaktadır. Konumu ve Müslümanlığın hakim olduğu bir ülke olarak liberal demokrasinin gerektirdiği müesseseleri tesis ve muhafaza edebilmesi nedeniyle Türkiye, istikrarsızlıkla başa çıkmaya çabalayan ülkelere örnek teşkil etmektedir.

"Amerikan ülküsü" gibi "Türkiye ülküsü"de insanları ve kültürleri bir araya getirme alanında büyük bir önem taşımaktadır. Bağımsızlıklıklarına yeni kavuşan Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin Batı modeline motive edilmesinde Türkiye'nin çok önemli bir yeri vardır. Bu cumhuriyetler gözlerini 75 yıl aradan sonra Türkiye'ye çevirmişlerdir. Batı değerlerini benimsemiş olan Türkiye, bunlar için yegane modeli teşkil eder. Gerek kaynak, gerekse deneyim açısından Türkiye'nin bu ülkelere verebileceği çok şey vardır.

Dünya kamuoyu Rusya'daki gelişmelere seyirci kalmaktadır. Bunun örneği Çeçenistan'da yaşanmıştır. Olayların tırmanması ve operasyonun başlamasına rastlayan süreçte başta ABD olmak üzere büyük devletler, konunun Rusya'nın içişi olduğunu belirterek görüş bildirmekten kaçınmışlardır. Bölge barışı ve Avrupa'da istikrarın devamı için bir tehlike teşkil eden fundamentalist hareket ve düşüncelerin yayılmasında Türkiye önemli bir engel teşkil eder. Türkiye, sadece Orta Doğu, Kafkasya ve Orta Asya cumhuriyetleri için değil, bağımsızlıklarına kavuşan Doğu Avrupa ülkeleri için de demokrasi ve serbest pazar uygulamaları açısından ideal bir model teşkil eder.

Türk boğazları önemini hala korumaktadır. Türkiye Batı için çok önemli olan Orta Doğu petrolünü kuzeyden örter. Türkiye bölge ve dünya barışı için tehlikeler teşkil edebilecek risk kaynaklarının büyük bir bölümünü kontrol edebilecek veya yönlendirebilecek bir konum ve seviyededir.

Türkiye dünya halkları için büyük bir tehlike teşkil eden uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele eden ülkelerin başında gelmektedir. Türkiye dünyada en çok uyuşturucu kaçakçısı, suçlusu yakalayan ve yakaladıklarına en ağır cezaları veren ülkelerin başında gelerek, bu konuda üzerine düşen görevi fazlasıyla yerine getirmektedir. Uyuşturucu kaçakçılığının terörle ilişkisi gözönüne alındığında bunun değeri daha iyi ortaya çıkar.

Türkiye'nin dünyada mevcut 43 Müslüman ülke arasında demokrasi ile idare edilen tek laik ülke olması, kendisine birçok sahalarda önemli avantajlar sağlamaktadır. Batı Hristiyan dünyası ile diyalog kurabilen yegane Müslüman ülkedir. Diğer bir deyişle Türkiye, "Kuzey-Güney- Doğu-Batı, İslam-Hristiyan, Totaliter-demokratik ve köktendinci-laik" düşünceler arasında bir köprü görevi yaptığından bölge ve dünya barışına önemli katkılarda bulunmaktadır.

Son gelişmelerden sonra merkezi Avrupa'da NATO ile BDT arasında bir tampon bölge meydana gelmesi sonucu, bu bölgeye yönelik doğrudan tehdit büyük ölçüde ortadan kalkmış; ancak şimdiye kadar NATO'da bir kanat ülkesi olan Türkiye'yi tehdidin ve risklerin tam ortasındaki bir "Cephe"durumuna getirmiştir. Bu nedenle Türkiye daha uzun bir müddet Yeni NATO Stratejisinde öngörülen "Forward Presence" (ileride bulunma) yerine "Forward Defense" (ileride savunma) konseptini uygulamaya devam etmek durumunda kalacaktır.

Batı ülkelerinin artık Türkiye'nin bu yeni jeo-stratejik değerini kavramaları gerekir. Eğer Türkiye hala Batı ile işbirliği yapmakta zorlanır ve Batı kurum ve kuruluşlarına girmesinde güçlükler çıkarılırsa, bu durum Batının stratejik menfaatlerine tamamen ters sonuçlar yaratabilir. Eğer Türkiye; Doğuda bazı cazibeler bulup, Batı ile olan ilişkilerini azaltırsa bu Batının aleyhine olur; zira Türkiye seçenekleri çok fazla olan bir ülkedir.

Bölgede Türkiye için anahtar sözcük istikrardır. Bütün olumsuz gelişmelerin içinde Türkiye bir çeşit sükun adasıdır. Oldukça fırtınalı bir denizde sakin bir limandır. ABD eski Başkanı Bush'un dediği gibi, "Türkiye değişen med-cezir olaylarının olduğu bir bölgede bir istikrar feneridir."ABD eski Dışişleri Bakanı James Baker'in ifade ettiği gibi "Türkiye Batının çıkarları açısından soğuk savaşın en kötü günlerinden daha büyük bir role sahiptir."

Dengesiz bir ortamla çevrelenen Türkiye, karmaşık ve değişken bir güvenlik sorunu ile karşı karşıya bulunmaktadır. Belirsizliklerin ve istikrarsızlıkların nerede, ne zaman ve nasıl krize veya askeri tehdide dönüşebileceği önceden kestirilememektedir. NATO içinde ikinci büyüklükte silahlı kuvvetleri ile caydırıcılığa önemli bir katkıda bulunan Türkiye, ekonomik ve endüstri alanında da süratle gelişip büyümektedir. 2000'li yıllarda 70 milyona ulaşacak nüfusu, kalkınan ekonomisi ve modernize edilmiş silahlı kuvvetleri ile NATO'nun ve Batının güçlü ve güvenilir bir dostu olarak pakt içindeki görevine devam edecektir.

Jeo Stratejik konumu, siyasal ve ekonomik yapısı, kültürel bağlarıyla aynı zamanda Avrupa, Balkan, Karadeniz, Akdeniz ve daha geniş bir çemberde Orta Doğu ülkesi olan Türkiye; Karadeniz bölgesinin ihtiyaç ve şartlarını göz önünde bulundurarak KEI'ni harekete geçirmiştir.

Türkiye 1922 yılından beri barış içinde yaşayan ülkelerden biridir. Kimsenin toprağında gözü yoktur. Hatta etrafındaki risk ve tehditlere rağmen ihtiyatlı bir silahsızlanma ve silahların kontrolünden yanadır. Ancak yakın geçmişte komşu ülkelerde meydana gelen politik ve askeri değişimler, çevre ülkelerde hüküm süren istikrarsızlık ve belirsizlikler dikkate alındığında, Türkiye'nin jeopolitik ve jeostratejik konumu ile komşularının tarihi emellerinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıktığı görülecektir.

NATO da eskiden "KANAT" ülkesi iken şimdi "CEPHE" durumuna gelen ve Rusya, Orta Doğu ve Balkanlar'daki yangının tam ortasında bulunan Türkiye, coğrafi mevki, sosyal ve kültürel değerleri ve diğer milli güç unsurları ile bölgesinde bir denge unsuru olmaya devam etmektedir.

Türkiye çok geniş bir bölgede, çevresindeki bütün devletlerden ileri, onlara bir şeyler verebilecek ve model olabilecek bir ülke konumunda olup, elindeki stratejik kartının değeri azalmayıp, bilakis artmaya devam eden ender ülkelerden biridir.

Sonuç olarak; Jeopolitiği ve devlet olma özelliği tarihin derinliklerinden gelen Türkiye'nin yeni yüzyılda hangi konumda yer alacağının bugünden tespiti ve tayini gerekir. 20 nci Yüzyılın son 15 yılına sıkışmış görünen hızlı değişimlere, yeni stratejiler üretmeden "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" anlayışı ile ayak uydurulamayacağı bir gerçektir. Bu gerçeği görerek yeni politikalar üretmenin zamanı gelmiştir ve geçmektedir. (Yazan: A. Nazmi Çora)


http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=21

***