Behiç Gürcihan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Behiç Gürcihan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Kasım 2018 Cumartesi

Ergenekon Davalarını Engelleme Girişimleri., BÖLÜM 2

Ergenekon Davalarını Engelleme Girişimleri., BÖLÜM 2



 08.01.2009: HSYK'yı Devreye Sokma gayreti:

Ergenekon soruşturmasının 10. dalga operasyonlarında üst düzey askeri ve sivil yetkililerin gözaltına alınmasıyla deprem geçiren kontrgerillacılar, HSYK'yı soruşturmayı yürüten savcı ve hakimleri görevden aldırmak için devreye sokma gayret ettiler.

 10.01.2009: Sanıklar arasında ayrımcılık:

Soruşturmada yaşanan bazı eksiklere ve aşırıya kaçan bazı ayrıntılara dikkat çekerek, bunları merkeze alarak Ergenekon'la ilgili asıl resmi gözden kaçırma ya da özellikle göz ardı etme girişimleri yaşanıyor bazı çevrelerde. CHP lideri Deniz Baykal bu tür girişimleri yapanlardan sadece biri. Ergenekon soruşturmasında İbrahim Şahin, Veli Küçük gibi kişilerin gözaltına alınmasına onay veren ancak rektörlerin gözaltına alınmasına ise bunlar terörist olamaz diyerek karşı çıkanlar bu girişim ve gayretleriyle Ergenekon soruşturmasını karalamaya çalışıyorlar.

 15.01.2009: Kanadoğlu Ergenekon'a 40 savcı istedi:

Cumhurbaşkanlığı seçimini engellemek için 367 formülünü bulan çevreler, şimdiye kadar karşı çıktıkları Ergenekon soruşturmasını durduramayacaklarını anlayınca sulandırmak için halen 5 olan savcı sayısının 40'a çıkarılmasını istemeye başladılar. Ergenekon terör örgütü soruşturmasının son dalgasında evinde arama yapılan Kanadoğlu, Ergenekon savcılarının sayısının artırılması gerektiğini söyledi. Benzer bir teklifi YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu da yapmıştı. Kanadoğlu, Ergenekon davasını yürüten savcıların sayısının ciddi soruşturma içeren dava için az olduğunu, bu sayının Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)'ndan destek alınarak 40 savcıya yükseltilmesi gerektiğini ifade etti. Kanadoğlu, "Çünkü bu işi savsaklamaya, bir tarafa bırakmaya artık tahammül yok. Bu olayın öyle ya da böyle açıklanmasına ihtiyaç var." dedi. Ancak uzmanlara göre şu anda 5 savcı ile yürütülen soruşturmanın 40 savcıyla yürütülmeye çalışılması yürütülememesi sonucunu getirecektir.

 27.01.2009: CHP Savcıyı HSYK'ya şikayet etti:

CHP Konya Milletvekili Atilla Kart, “Ergenekon” soruşturmasını yürüten Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz ve diğer savcılar hakkında “inceleme ve soruşturma yapılması ve haklarında idari ve adli sürecin başlatılması talebiyle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na (HSYK) başvuruda bulunduğunu” bildirdi. Kart, yaptığı yazılı açıklamada şunları kaydetti: “Kamuoyunda 'Ergenekon' adıyla bilinen soruşturmada yaptıkları işler ve davranışlarıyla görevini doğru ve tarafsız yapamayacağı, kişisel duygulara kapılarak görev yaptığı kanısını uyandıran, ayrıca soruşturmanın gizliliğini ihlal eden eylemler içinde bulunduğuna dair bulgular mevcut olan Savcı Zekeriya Öz ve diğer savcılar hakkında Hakimler ve Savcılar Kanununun 68/b, c maddeleriyle TCK'nın soruşturmanın gizliliğinin ihlalini düzenleyen 285. maddelerine muhalefet ettiği gerekçesiyle inceleme ve soruşturma yapılması ve haklarında idari ve adli sürecin başlatılması talebiyle Adalet Bakanlığı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu başkanlığına tarafımdan başvuruda bulunulmuştur. Gelinen süreçte Savcı Zekeriya Öz ve diğer savcıların soruşturmanın selameti ve adli yargılamanın alt yapısını hazırlama konusunda üzerlerine düşen görevi bihakkın yapamadıkları ve bundan böyle de yapamayacakları ortaya çıkmıştır.”

10.02.2009: Sanıklardan Hakimlere baskı ve kışkırtma çabası:

Ergenekon sanıklarının ve çevrelerinin davaya bakan hakim ve savcıları etkilemek ve kışkırtmak için her yolu denemeye çalışıyor. Ergenekon davasında söz alan tutuklu sanıklardan Behiç Gürcihan, Yassıada’da yapılan yargılamalar sırasında hakimin sanıklara, “Sizi buraya tıkan güç böyle olmasını istiyor” dediğini ifade ederek, Adnan Menderes’i tasvip etmemesine rağmen bu sözleri okuduğunda hakime çok kızdığını anlattı. Bizi buraya tıkan güç sizin kulağınıza ne fısıldarsa fısıldasın, sizlerin prim vermeyeceği konusunda ümidimi sürdürmek istiyorum. Tempo dergisinde sizi tanıyanlarla yapılan görüşmeler sonucunda hazırlanan bir haber yayınlandı. Önünüze koyulanlarda suç arayan biri olduğunuz söyleniyor. Bunu tekzip ettiniz mi bilmiyorum. Polis ve savcılık önüne koyulanlarda suç aradığında onları yadırgamadım. Fakat sizleri yadırgarım. Sizin göreviniz suç aramak değil, maddi gerçeği bilip adaleti sağlamak olmalıdır.” Bunun üzerine Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün, “O dergide başka şeyler de yazıyor. Bir kelimesini değil de onları da alsaydınız” dedi.

 05.03.2009: Ergenekon sanığı: Savcı herkese iftira etti:

 Ergenekon tutuklusu ve JİTEM kurucularından Albay Atilla Uğur, Meclis İnsan Hakları Komisyonu'na mektup yazarak Savcı Zekeriya Öz'ün 9. Ekim 2008'de kendi ifadesini alırken bir çok kişiye iftira ettiğini iddia etti. Uğur mektubunda savcılık sorgusunda şunların yaşandığını öne sürdü: “Savcı Öz ‘Biz seni geçen sene alacaktık, baktım yeni emekli olmuşsun, bırakayım biraz yaşasın dedim. Bu Şener ve Hurşit’le ilgili her şeyi bize anlat seni yarın sabah bırakacağım’ dedi. Tekirdağ F-1 Kapalı Cezaevin’de tutuklu olarak bulunurken 9.10.2008 günü Beşiktaş Adliyesi’ne götürüldüğünü anlatan Uğur, Savcı Öz’ün ‘kanını donduran’ şu cümleleri söylediğini de iddia etti: “Bu Veli Küçük zaten Ermeni’nin teki. Ben araştırdım, soyu sopu da Kafkasya’dan kalkıp Bilecik Gölpazarı’nın Türkmen köyüne gelmişler. Neden çünkü Türkmen ismindeki köye göçerek Ermeni olduklarını kamufle etmek istemişler. Ermenice de biliyor. Ben hem şivesinden hem de evinden çıkan Ermenice belgelerden onun Ermeni olduğunu anladım...Ayrıca bu Sevgi denilen kadın da Ermeni (Erenerol’u kastediyor) Yozgat’ın Ermenelik Köyünden...eski adı Ermeneli yani o da Ermeni. Aslında Deniz Baykal Ergenekon’un tam içinde, biz biliyoruz. Nur Serter de (CHP Milletvekili) bu işin içinde..Toplantı yaptıkları evleri falan biliyorsan bize söyle. Bunlar nasıl orgeneral olmuşlar ya. Doğu Perinçek efendinin emri ile hareket ediyorlar, yok şu seminere git yok şu konferansa katıl. PKK terörü neden 2002 de tekrar başladı. Çünkü AK Parti iktidara geldi. Onu baltalamak için. Sen bize bu adamlarla ilgili bir şeyler söyle altına da imzanı at. Biz de senin için iyi düşünelim..”

16.03.2009: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan şok bir soruşturma daha:

 Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, İşçi Partisi'nin eski MİT Müsteşarı Kenan Atasagun hakkında MİT'in hazırladığı Ergenekon şeması sebebiyle "Ergenekon'u neden belgeledin? Niye TSK'yı alenen aşağıladın? Bu şema, TSK'ya karşı entrikalarda, komplolarda kullanılmıştır. Bu şema, şüpheli Şenkal Atasagun ve ortaklarının suçlarının kanıtıdır" satırlarını içeren şikayet dilekçesini işleme koyarak Başbakanlıktan soruşturma izni talep etti. Bu girişim, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Ergenekon soruşturmasını baltalamak ve karalama amacı taşıdığı izlenimi veren üçüncü girişimi. İşçi Partisi ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Ergenekon konusundaki uyumu şaşırtıcı. Başsavcılığı, Bundan bir yıl önce, 21.03.2008'de Yargıtay'a suikast krokilerinin de ele geçirildiği İşçi Partisi'nin genel merkezinde polis tarafından yapılan Ergenekon soruşturması kapsamındaki arama işleminin hukuka aykırı yapıldığı iddiasıyla İşçi partililerin şikayeti üzerine Ergenekon savcıları hakkında soruşturma başlatmıştı. Bu olaydan da önce, 19.08.2008'de Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Ergenekon soruşturmasını baltalamak amaçlı olduğu izlenimini veren İstanbul Organize Şube'deki Ergenekon soruşturmasına ait henüz mahkeme aşamasına bile gelmemiş çok gizli belge ve bilgileri ele geçirme girişimi ile aslında Ergenekon soruşturmasına aykırı yaklaşımını ortaya koymuş bulunmaktaydı. Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Boyrazoğlu'nun adı daha önce de Büyükçekmece Adliyesi'nde kaybolan dava klasörlerinden çıkmıştı. Ergenekon iddianamesinin ek klasörlerine giren Büyükçekmece'deki arazi yolsuzluğu belgelerinin, daha önce başka bir davaya konu olduğu Büyükçekmece Adliyesi'nde kaybolduğu belirlenmişti. Kaybolan klasörler, Büyükçekmece ve beldelerine yönelik arazi yağması operasyonu ile ilgiliydi. Operasyonu yapan dönemin Jandarma Binbaşısı Zeki Bingöl'ün mahkemeye sunduğu deliller kaybolmuştu. Bingöl, Boyrazoğlu'nun başında bulunduğu S.S. Defne Dalı Konut Yapı Kooperatifi'ne Kadıköy Belediyesi tarafından arsa tahsisi yapıldığını söylüyordu. Yine Boyrazoğlu'nun Ergenekon sanıklarından Sedat Peker'le irtibatı da medyaya yansımıştı. Eski Genelkurmay Başkanları İsmail Karadayı ve Çevik Bir hakkında darbeyi övücü sözleriyle anayasa suçu işledikleri gerekçesiyle yapılan çok sayıdaki suç duyurularını görmezlikten gelen ama İşçi partililerin her başvurusunu hemen soruşturma konusu yapan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, suç duyuruları arasında dikkat çekici şekilde ayrım yaptığı izlenimi veriyor.

 18.04.2009: Ergenekon Davasına saygın olmayan baskı:

İlhan Selçuk, Mustafa Balbay ve Yalçın Küçük gibi kişiler Ergenekon soruşturmasında gözaltına alındığında ve Sabih Kanadoğlu ile Türkan Saylan'ın evi arandığında 'saygın kişilere böyle muamele edilmemeli onlar asla suç işlemiş olamaz' şeklinde yapılan karalama kampanyası ile yargı üzerinde baskı kurulmaya çalışıldı.

20.05.2009: Gizli Tanıkları Devre dışı bırakma çabası:

Danıştay'ın Adalet Bakanlığı'nın müfettişlerine verdiği dinleme yetkisini iptal etmesi üzerine, hepsi mahkeme kararlarına dayandığı defalarca açıklanan gizli dinleme kararları ile gizli tanıklıklar hükümsüz bırakılmaya ve delil olmaktan çıkarılmaya çalışıldı.

18.06.2009: F-tipi Polis karalaması:

Sanıklar ve avukatları ile bazı çevrelerin, "Soruşturmayı poliste örgütlenmiş F-tipi polislerin, yani  Fethullah Gülen cemaatine mensup polislerin yönlendirdiği, sahte belgeler düzenleyip tutukluların ev ve bürosuna yerleştirdikleri, silahların da onlar tarafından gömülüp buldurulduğu vs.vs..." gibi iddialarla Ergenekon soruşturmasını itibarsızlaştırma, soruşturmayı başlangıcından beri hukuki değil siyasi olmakla suçlayarak karalama gayretleri.

 28.07.2009: Sanıklardan ve CHP'den HSYK'ya toplu şikayet:

HSYK'nın Ergenekon savcı ve hakimleriyle ilgili soruşturmaya izin verileceği tavizini Adalet Bakanlığı'ndan koparmasından sonra Ergenekon davası sanıkları ve çevrelerinden savcı ve hakimlere yönelik şikayetler yağmur gibi yağmaya başladı. Adalet Bakanlığı, 'Ergenekon' soruşturmasını yürüten Cumhuriyet savcıları ve bu soruşturmada işlemleri bulunan hakimlerle ilgili olarak 38 şikayet dosyası açıldığını bildirdi. Açıklamada şöyle denildi: "Bunlardan 28 dosya kapsamındaki şikayetler hakkında inceleme yapılmış ve yeterli delil bulunmaması nedeniyle soruşturma başlatılmasına gerek görülmemiştir. Şikayetlerin büyük bir bölümünün öncekilerin tekrarı ve benzeri mahiyette olması nedeniyle bunlar hakkında aynı işlem uygulanmıştır. 10 dosya kapsamındaki şikayetlere ilişkin incelemeler ise devam etmektedir. Görüldüğü gibi 'Cumhuriyet savcıları ve hakimler hakkındaki ihbar ve şikayetlerin işleme konulmadığı' iddiası kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır. Bakanlığımız tarafından bu güne kadar bütün ihbar ve şikayetlerle ilgili olarak yasal işlem yapıldığı gibi bundan sonra da gerekli işlemler, mevzuat çerçevesinde, yargı bağımsızlığı ilkeleri göz önünde bulundurularak sürdürülecektir." Bakanlığın bu açıklamasının ardından HSYK'ya iki şikayetin daha yapıldığı ortaya çıktı. Ergenekon sanıklarının avukatlarından Turgut Kazan şikayetinde, "Ergenekon Savcısının; 11 aydır 'ucu açık' bir soruşturma yürüttüğünü ve yaşanan gelişmelere göre "dalga operasyonlar"a başvurduğunu, bu uygulamayla, “geceleyin kapı çalınınca sütçü gelmiştir diye uyanma hakkımızın öldürüldüğünü”, insanların korku içinde olduğunu ve yaşananlardan dehşete kapıldığını belirterek Savcı Öz hakkında soruşturma açılmasını" talep etti. İkinci şikayet ise Ergenekon tutuklu sanığı emekli Albay Levent Göktaş'ın avukatı tarafından HSYK'ya yapıldı. Öz hakkında, görevi kötüye kullanmak ve adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçundan işlem yapılması istendi. Şikayet dilekçesinde, devletin güvenliğine ait belgelerin ancak hakim tarafından inceleneceğinin yasada belirtilmesine rağmen, Savcı Öz'ün bu belgeleri polise incelettiği belirtiliyor. Polisler hakkında soruşturma başlatan Fatih Adliyesi'ne de savcının müdahalede bulunduğu savunulan dilekçede, Zekeriya Öz'ün adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs ve görevi kötüye kullanmak suçlarından cezalandırılması isteniyor. Savcıları son olarak şikayet eden kişi, Ergenekon'dan tutuklanıp ertesi gün şaibeli şekilde tahliye edilen Albay Dursun Çiçek olmuştu. Savcıları şikayet edenlerin çoğunluğunun CHP'li milletvekilleri olması ise dikkati çekiyor.

 29.07.2009: HSYK'dan Korsan açıklama, Hükümetten sert tepki:

HSYK'nın daimi ve yedek 10 üyesi toplu bir açıklama yaparak bazı basını ve hükümeti suçladı. Üyeler açıklamalarında, günlerdir konuşulan, kurulun Ergenekon davası hakim ve savcılarını görevden alacağı iddialarını reddetti. Adalet Bakanlığı bu açıklamaya karşı  adeta 27 Nisan muhtırasına karşı hükümetin direnişini andıran sert bir tepki verdi. HSYK kurul üyelerinin açıklaması şu şekildeydi: "Ergenekon davasına bakan mahkemenin başkanı ve üyelerle ilgili herhangi bir tasarrufumuz olmamıştır." Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) 5’i yargıdan gelen 10 üyesi Ergenekon davasını kastederek, "HSYK’nın, davaya bakan mahkemenin başkan ve üyeleri ile ilgili herhangi bir düşünce, öneri ve tasarrufu başından beri olmamıştır" dedi. Bu ifadeyle ‘Ergenekon hakimleri’ ile ilgili bir talepleri olmadığını ifade eden HSYK-10'lusu, HSYK toplantılarının kamuoyunda adeta canlı yayındaymış gibi tartışılmasından rahatsızlık duyduklarını da açıkça hissettirerek basını ve bir takım siyasetçiler adı altında AK Parti hükümetini suçladılar: "Soruşturmanın her noktasında basın ve bir kısım siyasetçilerin ölçüsüzce her noktada yargıyı etkileyecek şekilde yer almalarına fırsat verilmiş olması.." Tartışmalar üzerine, bu aşamaya gelinmeden hemen önce HSYK toplantılarında kurul başkanı olan Adalet Bakanı ile kurul üyeleri arasında sert tartışmalar yaşandığı da ortaya çıktı. HSYK üyelerinin, 14 gün uzayan atama kararnamesi krizinin yaşandığı toplantılarda Ergenekon savcılarını ve ara kararları veren hakimlerini usülsüzce (talepleri olmadan, soruşturma geçirmeden, 7 yılı doldurmadan) görevlerinden almaya çalıştığı, Ergenekon savcılarının soruşturma geçirmemelerini eleştirdiği, HSYK üyelerinin çok gizli Ergenekon soruşturma dosyalarını ele geçirerek incelediği, en önemlisi de HSYK'daki üyelerin kurulun yetkilerini de aşarak Ergenekon soruşturmasını, soruşturmayı baltalayacak önerilerle Yargıtay'a taşımaya çalıştığı, soruşturmayı da alenen eleştirdiği ortaya çıktı. Adalet Bakanlığı, kurulun açıklamasını 'korsan' olarak niteledi ve uzun ve yazılı bir açıklama yaparak çok sert tepki verdi. O açıklamanın satırbaşları şu şekildeydi: "HSYK'lı bazı üyeler soruşturmanın gizliliğini ihlal etti, yetki gaspı yapmaya kalktı. Ergenekon savcılarıyla ilgili şikayetlerde muhatap şikayeti yapanlardır HSYK değil. HSYK görev alanını aşan konularda bile Bakanlıktan dosya istemektedir. HSYK Ergenekon davası hakimlerini değil ancak savcılarını ve ara karar veren hakimleri ile KCK savcı ve hakimini değiştirmek istedi. Bakanlık bu haksız değişiklik taleplerini kabul etmemiştir..Bakanlık kurul kararlarına muhalefet şerhi koymamıştır. HSYK'nın yedek üyelerle açıklama yapması kabul edilemez. HSYK'nın soruşturması devam eden kritik davaların savcı ve hakimlerini değiştirmeye kalkması yargıya müdahaledir. Adalet Bakanlığı bundan sonra da korsan girişimlere karşı durmaya devam edecektir."

 03.08.2009: Tanıklara Baskı ve karalama kampanyası:

Son günlerde Cemal Temizöz davasındaki üç tanık dikkat çekici şekilde ifadelerini birer birer geri çekti. Benzer şekilde Danıştay davasının Ergenekon davasıyla birleştirilmesinde verdiği ifadeleri de dikkate alınan Ergenekon sanığı gizli tanık Osman Yıldırım'ın deli olduğu ve ifadelerinin geçersiz olduğu şeklinde bazı medyada dikkati çeken yayınlar yapılmaya başlandı. Benzer yayınlar daha önce de diğer bir Ergenekon tanığı Tuncay Güney için yapılarak, şahsın güvenilmez ve hatta cinsel sapkınlıkları olduğu vurgulanmış ve onun ifadelerinin de yeraldığı  Ergenekon soruşturması çürük bir tertip suçlamasıyla karalanmaya çalışılmıştı. Hürriyet gazetesi 13.08.2009 tarihli haberinde, GATA'dan Yıldırım için “İleri derecede anti-sosyal Kişilik Bozukluğu” tanısı konulan bir rapor verildiğini iddia etmiş ancak ne raporu yayınlayabilmiş ne de doğrulatacak bir kaynak gösterebilmişti. Haberde, tanıklığı hakkında şüphe uyandırabilmek için Osman Yıldırım hakkında en ağır ifadeler haber diye verilmiş, Ergenekoncu çevrelerin dillerinin altındaki bakla olan “böyle adi ve korkunç bir varlığın ifadeleri nasıl olur da Danıştay ve Cumhuriyet bombalamalarının Ergenekon'la birleştirilmesinde ciddiye alınır, hayret” ifadesi dolaylı şekilde aktarılmıştı. Hürriyet'in habercilikten çok hakaretçilik değeri taşıyan bu haberi, “Danıştay saldırısı ve Ergenekon davalarının aynı anda ‘tanık, gizli tanık ve sanığı’ olarak Türk hukuk tarihinde bir ilki gerçekleştiren abla katili Osman Yıldırım” şeklinde başlıyor, “Abla katili, Komutanlarına saldıran, mizacı sıkıntılı huzursuz, anksiyöz madde kullanıyor, öldürüp başkasını suçlar, günah, ayıp, suç tanımazlar. Vicdanları yoktur. Kural tanımazlıklarını, suçlarını, kendileri ve karşılarındakilere rasyonalizm (akla uygun hale getirme) ve projeksiyon (yansıtma) şeklinde açıklarlar. Bir anti-sosyal kişilik, annesini öldürür, hüngür hüngür ağlar. Sonra da annesini suçlar ve haklı gerekçeler çıkartır” şeklinde devam ediyor ve “Bu kişilerin mahkemelerde tanıklık yapmasına hazin hazin, gülerek bakarım. Bu kişiler 10 dakika içinde 10 tane yalan söylerler. Hepsinde de yemin ederler” diyerek bitiyordu. Hürriyet gazetesinin bu haberi üzerine 1.11.2009 tarihinde GATA tarafından bir açıklama yapıldı ve Osman Yıldırım hakkında hiçbir raporlarının olmadığı belirtildi.

 17.08.2009: Deniz Feneri bitti, gelsin İsmailağa Cemaati:

 Ergenekon davasını pasifize edebilmek için Deniz Feneri davasını sürekli gündeme taşımalarıyla dikkati çeken Ergenekon medyası, yeterli etkiyi uyandıramayınca bu kez İsmailağa cemaati dosyasını sürekli gündeme getirmeye başladı. Hükümetin, "Deniz Feneri soruşturması, sonu nereye giderse gitsin sürdürülsün. Deniz Feneri'nin içerisinde varsa suç işleyenler, varsa yasalara aykırı hareket edenler bedelini öderler, cezasını öderler." açıklamaları Ergenekon medyasının hızını kesmişti. Ancak medya bu kez başka başka bir soruşturmayı, Erzincan'da İsmailağa cemaat mensuplarına yönelik tarikat soruşturmasını Ergenekon davasının karşısına çıkarmaya çalışıyor. Haberlerde, cemaatin üzerine gidilmediği, hükümetin müdahalesiyle soruşturmanın sürüncemede bırakıldığı iddia ediliyor. Aynı haberlerin devamında Ergenekon soruşturma ve davasının aslında siyasi olduğunu belirtiliyor.

 25.08.2009: Tanıkların bir bir deşifre edilmesi:

Ergenekon davası ve bu davayla da bağlantılı olan Albay Cemal Temizöz'ün yargılandığı faili meçhul cinayetlerle ilgili davada kritik ifadeler veren gizli tanıkların, bir bir deşifre edilmesi dikkati çekti. Böylece yeni tanıkların önüne geçilmesi ve eski tanıkların da tıpkı Temizöz davasındaki gibi tanıklıklarını geri çekmelerinin sağlanmasının hedeflendiği ileri sürülüyor. Bu şüpheyi güçlendiren bir gelişme daha ortaya çıktı. Buna göre, gizli tanıkların kimliğinin deşifre edilmesini önlemek için kurulan 'Tanık Koruma Kurulu'na Ergenekon savcı ve ara hakimlerini görevden almak isteyen ve Kent Otel toplantılarına katıldığı anlaşılan Başkan Vekili Kadir Özbek ile Ali Suat Ertosun'un üyesi olduğu HSYK'nın üye atadığı ortaya çıktı. Bu ayrıntı, gizli tanıkların deşifre edilmelerinde HSYK'nın da rolü olduğuna dair şüpheleri arttırdı.

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

Ergenekon'un Arkasındaki Mutabakatlar

Ergenekon'un Arkasındaki Mutabakatlar


Behiç Gürcihan.,



Tespiti Baştan yapalım, ayrıntısına sonra girelim…

“Ergenekon” bir kadro operasyonudur.

“Ergenekon” bir “Yeni Devlet” operasyonudur. 

“Ergenekon” bir darbe üzerinden Türkiye’yi federalleştirecek esas darbe sürecini kolaylaştırma ve gizleme operasyonudur.

 Burada, “ Operasyon ” ile yargı sürecini değil, bu yargı süreci ile şekillendirilen kamusal siyasi alanı kastettiğimi de ayrıca vurgulamalıyım. 

 Hiç kimse işin sadece bir AKP operasyonu olduğunu zannetmesin. Devleti belediye zannedenlerin çapını fazlasıyla aşan bir konu bu..Bakmayın siz Tayyip Erdoğan’ın “MİT ve Emniyet bana bağlı” demesine. Bu cümleyi biraz da tersten okuyun, MİT’in kendisine her şeyi söylediğini varsayan bir başbakanın naifliğini görün o cümlede. O kadar tavize rağmen, AB tarafından her tersyüz edilişinde “ahde vefa” gibi bir kavrama sığınan bir Başbakan’dan söz ediyoruz.Uluslararası politika ve diplomaside hiç de ciddiye alınmayacak bir kavramdan medet uman Tayyip Erdoğan’ın bırakın Devlet’i, danışmanlarını bile doğru okuyabildiğini varsaymak hatadır.

 O yüzden Erdoğan, “Ergenekon” operasyonunun ancak çeperinde yer alan bir isimdir. 

 Son günlerin moda tabirleri-merkez ve çeper-üzerinden tezimizi derinleştirelim.
“Ergenekon” operasyonu iki katmanlı bir operasyondur. Merkez ve çeper dinamiklerden oluşmaktadır.

 Merkez ve çeperin bu operasyondan anladıkları da; hedefleri de, metodolojileri de farklıdır ama birbirlerini dengeleyecek ve eninde sonunda çeperin feda edileceği bir rota izlenmektedir.

 Merkez, “Yeni Devlet’in kontrolünde; çeper ise “Yeni siyaset”in kontrolündedir.

“Yeni Devlet” kilit tepe noktadaki askerî, güvenlik, istihbari ve ekonomi bürokrasisinin dış müttefikleri ile kesiştiği noktada kristalize olan bir oluşum.

 Telafer’de Türkmenler katledilirken seyredip Afganistan’a Taliban’la mücadele için özel kuvvet yollayan Genelkurmay da,Öcalan’dan bir akademisyen ve vizyoner çıkarmaya çalışan MİT; Alman istihbaratının 2000’lerdeki benzer operasyonunun ismini aynen benimseyerek, çeteci-darbeci-tetikçi-meczup tiplemelerle vatanseverleri aynı “Ergenekon” çuvalına dolduran Emniyet, hep aynı devletin unsurları.

Merkez; müttefikleri ile ortak hedefi çerçevesinde içeri aldırdığı isimlerle, müttefiklerinin kendi devlet içi çatışmalarına da destek atıyor. O yüzden ABD devleti içindeki çatışmalarla, Türk Devleti’nin içindeki çatışma ve ayrışmalar aynı paralellikte seyrediyor. O yüzden, CİA’den referans alacak kadar rengini belli eden Gülen’in gazetesi, siyonist neo-con Rubin’i hedef tahtasına koyuyor.

 Merkez; içeri aldırdığı tetikçinin, istihbaratçının, öğretim görevlisinin-bu içeri alınanların bir çoğu farkında olmasa da-bir katman ötelerinde hangi yabancı servisin hangi kanadının yer aldığını çok iyi biliyor.Ama bunları alenen beyan etmek, “alemin raconuna” ve kurmak istedikleri yeni dengelere aykırı olduğu için, çeper’in perdeleme ve sansasyonlaştırma yeteneğini kullanıyor.
 Çeper, haliyle ve rolü itibarıyla olayın “cadı avı” boyutunu aşabilmiş değil.

 Önüne atılan karikatürize bir “derin devlet” öcüsü üzerinde tepinip duruyor. Kahramanmaraş’tan Susurluk’a geçmişin bütün sicili bu karikatürize derin devlete yıkılıyor.

 Bir tür “liberal ve dinci” mezesi olarak servis edilen bu “Derin devlet masalları”, hem gerçek derin devleti kamufle ediyor, hem de “Yeni Devlete” toplumu müttefikleri ile üzerinde uzlaştıkları küresel plan üzerinden yeniden dizayn etme şansı tanıyor.

 Merkez, çeperin siyasi hedeflerine saygı göstermiyor değil. O yüzden AKP’nin muhalifleri de, Genelkurmay’ın muhalifleri de bu operasyonda tetikçiler/darbeciler/ meczuplarla birlikte paketlenenler arasında.

 Bu ‘muhalif kotası’ AKP’ye ve Genelkurmay’a, hem alt kadrolarda, hem de toplumda bilinci ve dolayısıyla iç direnci yükselten isimleri pasifize etme şansı tanırken, operasyonun çekirdeğini de bir sansasyon bulutu arkasına gizliyor.

“Darbe günlükleri” darken, darbe günlüğü tutmayacak kadar zeki, sinsi ve ketum olanları; Mustafa Balbay darken, Pentagon lahikalarında adı geçenleri göz ardı ediyoruz.

 Açıkçası: 2009’la birlikte derinleşecek küresel ve ulusal kaostan Türkiye’ “yapıcı bir krizle”, yeni bir siyasi paradigma ve dönüşmüş olarak isteyenlerin “esas darbesi” mevcut darbe goygoyculuğu ile perdeleniyor.

 Kendini Atatürk veya lider zanneden kıt akılların yanına 2004’ten, 2005’ten beri yerleştirdikleri meczup ve tetikçilerle tarlayı ekenler, şimdi hasadı topluyor. 

 Peki çeperdekiler olayın ne kadar farkında?

 Geçici bir dinlenme sonucu, “küllerinden yeniden doğacak bir Anka kuşu” olarak kurgulanan Erdoğan’ın bilmesi gerektiği kadar farkında…

Bu operasyon öncesinde karşısındaki caddeye “Gladyo” isimli bir dükkan açılsa, bunu İtalyan ayakkabı markası zannedecek olanlar ise hiç farkında değil.

 Süreç ilerledikçe, çekirdeği korumakla yükümlü her çeper gibi (meyve) işlevlerinin sona ereceğini ve kamuoyu tanrılarına kurban edileceklerini biliyorlar ama çok da umurlarında değilmiş gibi bir havaları var.
 Mesleklerinin ilkelerini, hukukunu, etiğini bu kadar fütursuzca ayaklar altına alanların ya akıllarından şüpheleri vardır, ya da geleceklerinden emindirler. Bekleyip göreceğiz. 

 Merkez-çeper ilişkisisn daha netleştirmek için sorularımızı çoğaltalım.

 Merkez, çeperi nasıl kontrol ediyor?

 Sakka operasyonu sırasında kurulan ilişkilerin devamından söz etmiyorum.

 Merkezin çeperle yüz göz olmadan, kendini çeperden bile sakınarak yaptığı müdahaleler söz konusu.

 Mesela Medya…

Bariz olan kısmı, “RTE Ajans Haberleri” olarak kodlanan bölümü kastetmiyoruz. 

 Önemli olan, görünürde bu operasyona karşı gibi görünenler üzerinden çekilen ince ayarlar. 

 Mesela Hürriyet ve Cumhuriyet.

 Hürriyet, “Şerefsiz Ödlek” başlığıyla 3-5 bin kişinin okuduğu bir sitedeki yazar kavgasını manşetine taşıdığında tarih 30 Haziran 2007’ydi…

Ben, bu Manşetten 3 gün once gözaltına alındım.

 Savcı bana Hürriyet’in manşetini gösterip, “Seni gözaltına aldırma gerekçelerinden biri de bu; burada bir tehdit gördük” dediğinde ise, tarih 30 Haziran’dı, yani manşetle aynı gün…

Hürriyet’in 3 gün sonra atacağı manşet yüzünden gözaltına alınmıştık!

 Aynı Hürriyet, hani şu Ergenekon’daki usulsüzlüklere tavır alan Hürriyet, geçenlerde yine bir haber yaptı. 

İkinci gözaltına alınışımızda, bilgisayarımızdan “yeni darbe günlükleri” çıktığını, “darbeci olduğumuzu, hem de darbeyi MSN üzerinden ve emekli paşalarla konuşacak kadar salak olduğumuzu yine Hürriyet’ten öğrendik. Hürriyet’in bir yandan Ergenekon mağduru yaratıp, bir yandan Ergenekon mağdurlarına ağıt yakması anlamlıydı.

Cumhuriyet’e gelince…

Atılan el bombaları ile bizzat bu operasyonun nesnelerinden biri olmasına rağmen, İlhan Selçuk alınana kadar Ergenekon mağdurlarını Cumhuriyet sayfalarında ara ki bulasınız…

Selçuk alınınca “Susmayacağız” diye manşet atan Cumhuriyet’in yine o nitelikli sessizliğine dönmesi için 4-5 gün yetti. 

 Balbay’la birlikte yine aynı yaygara koptu. Cumhuriyet yine nitelikli bir sessizliğe bürünecek mi? Kurbanın ahlâkını değil, mağduriyetini benimseyip Brüksel sendromu sergilemeye başlayacak mı? Bekleyip göreceğiz.

 Merkez’in çeperi, sınırları aştığı noktada medya ile terbiye ettiğinin örneğini hep birlikte tecrübe edeceğiz.

 Merkez-çeper dinamiğini deşmeye devam…

Ergenekon operasyonunun merkez dinamikleri ile çeper dinamiklerini bir arada tutan iki temel mutabakat var. 

 Bu mutabakatlardan birasi, Türkiye’de “Yeni Siyaseti” şekillendiren AKP-Genelkurmay mutabakatı.

İkincisi ise, “Yeni Devleti” kurgulayan; “Devlet” ile “müttefiklerini”, hem kendi içlerindeki rakiplerini/ direnç noktalarını ortaklaşa bertaraf eden, hem de yeni küresel plan konusunda uzlaştıran mutabakat.

 AKP-Genelkurmay mutabakatı, bunların içinde en berrak olanı.

İki yıl once, “Hilmi Özkök şiir gibiydi, Yaşar Büyükanıt ninni gibi olacak” diye yazdığımızda bize kızanlar, şimdi resmi daha net görüyorlar. 

 Topluma karşı yürütülen ve AKP’ye oy kazandırmaktan başka hiç bir işe yaramayan e-muhtıralarla renklendirilen bu kayıkçı kavgasına analitik ve tarafsız gözle bakan herkes görebilir bu mutabakatı. 

2002 yılında kaleme aldığımız, “Hac yolunda değil, Haç yolunda” başlıklı rapordan beri bu tezi açıkça savunuyoruz. Bir ABD-NATO projesi olan “ılımlı İslamın” siyasi taşıyıcısı olan AKP ile, darbe yaptıktan sonra bile ilk işi NATO’ya sadakat bildirmek olan bir yapının, temelde çatışmayacağını, sorun çıkaran kadroların tasfiye edileceğini ve bu arada, “tepeyi” hâlâ kendinden bilen “tabanın” gazını almak için göstermelik sahneler kurulacağını söylüyoruz.

 Bütün bunlar, “Genelkurmay AKP’ye hizmet ediyor” veya “Erdoğan askerle anlaştı” görüntüsü altında yapılamayacağı için, kabaca “ayranın köpüğünü kabart, sonra köpüğü temizle” operasyonu olarak nitelendirebileceğimiz “Ergenekon”, 2004-2005’ten beri kurgulanıyor. 
 Ordu içinde ve dışında yapılan yemleme operasyonları ile belli başlı tuzaklar etrafında toplanan darbe/cunta/terör heveslileri ve kendini Atatürk zanneden bazıları; ülkelerinin sömürgeleştirilmesine karşı hem AKP’ye, hem Genelkurmay’a,hem AB’ye, hem de ABD’ye karşı fikirleriyle siyaseten örgütlenmekten başka bir “suçu” olmayanlarla aynı Ergenekon çuvalı içine dolduruluyor. 
 Generaller orduevlerinden toplanırken, “dostlar alışverite görsün” kabilinde bir açıklama yapan Genelkurmay’ın; yargıya ve hukuka bu kadar saygılıysa, bu cuntacı eğilimleri neden daha once tespit edip, kendi askeri yargı sistemi içinde yargılayıp Türk generalinin ulusal ve uluslararası kamuoyunun gözü önünde koluna girilip götürülmesine izin verdiği, cevaplaması gereken önemli bir sorudur.

Başörtüsü bir siyasi simgedir de, “koluna girilen paşa” siyasi simge değil midir? 

Acaba TSK’nın manevi şahsiyetinin alenen aşağılanmasına zemin hazırlamak da suç mudur?
AKP-Genelkurmay mutabakatını sadece bir Erdoğan-Büyükanıt veya Erdoğan-Başbuğ görüşmesine indirgemek de yanlıştır. 

 Neticede bütün bu buluşmalar, “önce psikolojik olarak borçlandır, sonra tavizi kopar” stratejisinin meyve toplama seanslarıdır. Kadro hareketinin ayrıntılarından, Selimiye’yi otel yapma projesine kadar pek çok meyve konulabilir o sepete…

Büyükanıt Şemdinli ile; Başbuğ “ağlama duvarıyla” borçlandırılıp sonra babalarından kızları istenmiştir “niyetimiz ciddi” taahütleri altında…

AKP-Genelkurmay mutabakatının ayrıntısını merak edenler, bu konuda kaleme aldığımız onlarca yazıya bakabilirler.

 Ama şu asla unutulmamalıdır:

 AKP-Genelkurmay mutabakatı, daha küresel/makro bir uzlaşma olan ve “Yeni Devleti” şekillendirecek olan “Devlet ve müttefikleri” mutabakatının sadece bir alt kümesidir. 

 Nedir bu makro mutabakatın özü?
“Devleté ile müttefikleri arasındaki çok ayaklı; bazen kendi içinde çekişmeli ama nihayetinde en milliyetçi geçinenlerin bile “ehven-i şer/parçalanmaktan iyidir” mantığıyla yanaştığı bir limandan söz ediyoruz…
 “Devlete Mektup, Yüzde 40 Artı 7- Teslimiyet-Temsiliyet Dengesi” başlıklı yazımızda Devletimize bu mutabakatla bir hata yaptığını sesimiz çıktığınca duyurmuştuk.

 Duyurmaya devam edelim….

Haritalarında farklılıklar gözlense de (Ortadoğu eksenli-Kafkasya eksenli); üniterizm/federalism kavramı henüz netleşmese de, demokrasi/otoriterizm dengesi tama olarak oturmasa da, sonuçta “Neo-Osmanlı” olarak kodlayacağımız bir formül bu.

 Bu formüle biat ettiğinizi, ofisinizdeki bir tuğra ile rahatça kanıtlayabilirsiniz; aynen bir öncekinin biat sembolü Atatürk resmi olduğu gibi…

Cumhuriyeti’nin 80. yılında daha Anadolu’nun altındaki kaynakları ve üstündeki insanlarını adam gibi sayamayan, kontrol edemeyen bir devlete, “Cihan İmparatorluğu” hayalleri kurdurtan bir LSD hapı bu.

 Hatırlarsanız, İstanbul’daki NATO zirvesi sırasında, Topkapı Sarayı’nda dünya liderlerine bir konser verilmişti. O konserde İngiltere Başbakanı Tony Blair “şaka yollu” Erdoğan’a “Ofisinizi buraya taşısanıza” demişti. İşte bu şakayla başlayan, Erdoğan’ın ofisini Dolmabahçe’ye taşımasıyla sembolleşen, Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması planlarıyla eko-politik bir boyut kazanan ve Boğazı da İngiliz savaş gemisinde kraliçenin yemek davetine icabet edecek kadar makro siyasetten bîhaber bir Cumhurbaşkanı ile boynumuza dolanan bir zincir bu.
 Bu sahnede karizmasını kiralayan lider olarak rol alan devletin adamı, (Devlet Adamı ile aynı şey değildir. Bu konudaki tezi “Batı Bey’in Can Polat’I Erdoğan” başlıklı yazımızda bulabilirsiniz.)

Erdoğan’ın hakkını yememek adına, aşağıdaki tespiti de yapmak zorundayız. 
İstanbul’a taşınma furyasını ilk kim başlattı? 

Atatürk’ün kurduğu ve CHP’nin hisse sahibi olduğu İş Bankası…

Dolayısıyla, “ Neo-Osmanlı Treni ”, kâh Tanrı Dağı mavisi, kâh Hıra Dağı yeşili tonlarla, gidecekleri yer konusunda olmsa da, artık terketmeleri gereken yer konusunda mutabakatlara varmışların treni olarak çok önceden yola koyuldu. 
Bu trenin raylarını döşeyenlerin; Türk Devleti’ne bu “Neo-Osmanlı” rüyasını gördürme karşılığında istedikleri bir bedel var elbette…
Nedir bu bedel? 

Bedeli görmek istiyorsanız, ABD ile imzalanan nükler işbirliği anlaşmasına bakın…

Bedeli görmek istiyorsanız, Tayyip Erdoğan’ın iktidara gelir gelmez imzaladığı ve Türkiye’yikorumak zorunluğu olduğu kilometrekare toprak başına en fazla tanker uçağına sahipülke konumuna getiren tanker uçağı anlaşmasına bakın…
Bedeli görmek istiyorsanız, Telekom’dan madenlere artık takip etmekten yorulduğunuz ihanetlere bakın. 

Maddi bedellerden değil, geleceğimizin kontrolünü vermekten söz ediyorum.

“Büyümene izin veririm, sana kapıları açarım ama karşılığında bu geminin kaptan köşkünde kalıcı bir yer ve bu geminin kaptanlarının bu gemiyi özgür denizlere sürmeyecek uyumlu kadrolardan oluşacağının garantisini isterim”
şartını kastediyorum…


İşte bu şart şimdi,bir yandan “temizleme”, diğer yandan “yetiştirme” operasyonlarıyla yerine getiriliyor. 

 F tipi ve M tipi cemaatler o yüzden AB-D’nin “kariyer-net”i gibi çalışıyor.
 O yüzden, Fethullah Gülen’in en parlak çocuklarını kapsayan “Altın nesil” projesi, Pentagon’unkiyle aynı adı taşıyor.

 O yüzden, “liderlik”, “kariyer planlama”, “NLP gibi cafcaflı kavramlar üzerinden nesil istihbaratı yapılıyor; nesil filitreleri oluşturuluyor.

 O yüzden Genelkurmay, “çağa ayak uydurma” adı altında, “İnsan Kaynakları Yönetimi Sistemleri” uygulamaya başlıyor; “Çavuş bile general olabilecek” manşetlerinin atıldığı dönemin hemen ertesinde generaller, çavuşlar tarafından kelepçelenip Metris’e götürülüyor.

“Görevini en iyi yapan, vatana en iyi hizmet edendir” sloganını hatırlıyor musunuz?

“Bu görevi bana kim, niçin Verdi” sorusunu sormayacak ebleh profesyoneller isteniyor.

 Mevcutların ne olacağı sorusunun cevabı ise “Ergenekon” operasyonunda yatıyor. “Facebook Kriminolojisi ve 2020’lerin General Kadrosu” başlıklı yazıyı tekrar okuyun. 

“Ergenekon”la içeri alınan her isimle sırf kahve içti, bayram tebriği attı, aynı toplantıda görüldü, telefonda görüştü diye kaç kişinin siciline not düşüleceğini gözardı etmeyin…

Ya da şu soruyu cevaplayın:

 Sizce ABD’nin sadece birini belirleme şansı olsa, 2020 yılında TSK’nın mı, yoksa siyasetin mi üst kadrolarını belirleme şansına sahip olmak isterdi?

 Birilerinin Türk Devleti’ni üzerlerine geçirilen Yeniçeri üniformasının aynı zamanda devşirilmişliğin sembolü olduğunu göremeyecek kadar kör kadroların eline teslim etme ihtiyacı daha başka sorularla da netleştirilebilir.
 Sorular ne kadar çoğalırsa çoğalsın, cevabın özü değişmeyecektir.

 Ergenekon operasyonu, bu büyük dönüşüm projesinde “Yeni Devlet’in” müttefikleriyle birlikte kurguladığı kilit operasyonlardan biridir; bir “temizlik” yani kadro operasyonudur. 

 Operasyonun çekirdek-merkez dinamiğine hakim olan Devlet, o yüzden makro hedeflerine hizmet edecek şekilde kurunun yanında yaşları da yakmakta bir mahzur görmemektedir.

 Ellerinde, işleri bittikten sonra kamuoyu tanrılarının önüne atılacak savcılar, bolca komiser ve medya bulunmakta nasılsa.
 Toz bulutları dağıldığında, “Yeni Devlet’in müttefikleriyle ortak oyuncağı olan “Gladio-Ergenekon”kendini daha iyi perdelemiş, ayakbağlarından kurtulmuş ve kamuoyunda “Derin devlet/çeteler/ gladio artık pasifize edildi” şeklinde sahte bir güvenlik hissi yaratmış olarak yoluna devam edecektir. 

 2009-2012 arasında gerçekleşecek “esas darbe” ve beraberinde gelecek siyasi paradigma değişimi, kontrol dışı unsurlar temizlendiği için çok daha kontrollü gerçekleşecektir. 

 Bu yanıyla Ergenekon, bir bakıma “9 Mart’tan önce yapılan bir 12 Mart “operasyonudur.  

   İtalya’dakiGladio”yu araştıran savcının P2 Mason locasından Başbakan’a, NATO’dan milletvekillerine kadar onlarca gerçek iktidar odağını hedef aldığını unutturanlar, Ergenekon savcısını “  Ergenekon canavarına karşı tek başına savaşan savcı” olarak kamuoyuna pazarlamaktadır. Bu savcı Türkiye’de Ergenekon/Gladio’yu araştırırken neden hiç bir siyasiye, F tipi ve M tipi cemaatlere, NATO’ya, yabancı istihbarat servislerine dokunmadı sorusu ise asla sorulmayacaktır. 

   Bırakın NATO’yu; bu savcı neden Özden Örnek’e dokunmadı sorusunu bile soramamaktadır bu yazar kasalar…
Darbe yapmak suçtur da, darbeye yeltenmek sevap mıdır?

 Yoksa Özden Örnek, Yeni Devlet’in yeni Mahir Kaynak’ı mıdır?

 Aslında burada büyük resme bakıldığında nispeten küçük kalan bir mutabakat daha var. 

 Çalık Holding=Berat Albayrak=Burak Örnek=Tolga Örnek=Ferit Şahenk=vs.vs.

 Gördüğünüz gibi, Sinan Aygün’ü her hafta ATO’da Cuma namazını Cemil Çiçek’le beraber kılmak kurtaramamıştır ama Özden Örnek ve oğullarının başbakan ve damatlarıyla aynı kıbleden sebeplenmesi nin işe yaradığı görülmektedir.

İddianamelerin boylarının değil işlevlerinin önemli olduğunun anlaşıldığı ve iddianameler cüceleşirken aklın, vicdanın ve hukukun devleştiği bir ülkeyi görmek dileğiyle.

F tipi hücremden sevgi ve saygılarımla…

B.G

Kaynak: Behiç Gürcihan
Açık İstihbarat 

http://siyah.co/konu/beh%c4%b0%c3%87-g%c3%9crc%c4%b0handan-mektup-var-bir-me%c3%a7h%c3%bbl%c3%bcn-elinde-tutsa%c4%9f%c4%b1m.270765/

***

Terörle Mücadele'nin Tavsiye Ettiği 'Teröristin' Kitabı - Sizi buraya tıkan güçler böyle istiyor,

Terörle Mücadele'nin Tavsiye Ettiği 'Teröristin' Kitabı

Behiç Gürcihan 

Daha çok şaşıracaksınız...

 Hele bir duruşmalar başlasın; Ergenekon duruşmalarının nasıl bir 'Yassıada duruşmalarına' dönüşeceğini göreceksiniz.

 Adnan Menderes'e, "Sizi buraya tıkan güçler böyle istiyor" diyen Salim Başol zihniyetinin ortalığa nasıl saçıldığını göreceksiniz..

 Elbet suçlular, çeteciler, teröristler, darbeciler varsa bunlar cezasını bulacak; fakatt kurunun yanında yaşları da yakan hukuksuzluk, vicdansızlık,akılsızlık ve absürdlüğün boyutu her şeyi gölgeleyecek.

 Soruşturmanın gizliliğini ihlal etmeye ne kastımız, ne de lüksümüz var. Bu lüksün kotası çoktan dağıtıldı. O yüzden, Cumhuriyeti'n temel taşı olan savcılık müessesesinin düştüğü durumu bütün netliği ile ortaya koymak için bıraz daha zamana ihtiyacımız var...

 Zincir nasıl en zayıf halkası kadar güçlü ise Cumhuriyet'in de ancak savcıları kadar zeki,ahlaklı ve evrensel olduğunu,olabileceğini tek tek kanıtlıyacağız. O gün gelene kadar soruşturmanın gizliliğini ihlâl etmeyeceğiz.

 Bir absürdlüğü sizinle paylaşayım. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ''Gözaltına alıp tutuklamak için'net, somut, elle tutulur delillere ihtiyaç vardır'' maddesinin kendisini bağlamadığını düşünecek kadar mesleğinden soğuyanlar sayesinde Terörle Mücadele, 'evrakla mücadeleye' dönüşmüş durumda. 

 Artık kendi aralarında, en hızlı silah çekmekle değil en hızlı fotokopi çekmekle övünüyorlar ...

 Ve aylardır, Milyonlarca Sayfa belgeyi okumak ve suç aramakla meşgûller.

İşte o Terörle Mücadele'nin; - sağolsunlar- hayli meşhur bir nezâreti var. İsterseniz kitap bile okuyabiliyorsunuz! 

 Duvarda asılı listeden istediğiniz kitabı seçiyorsunuz, getiriyorlar. Siz orada kitabınızı okurken onlar yukarıda SİZİ OKUYORLAR...

 En son gözaltına alındığımda iki kitap bitirdim. Biri, Eski Mezepotamya Tarihi (İletişim Yayınları),diğeri ise "Irak Bataklığında Türk-Amerikan ilişkileri* isimli kitap. Biricisini boşverin de, ikincisi kime aitti biliyor musunuz?

 MUSTAFA BALBAY'a...

 Terörle Mücadele Şubesi'nin "Okunacak kitaplar" listesinde, halen gözaltında bulunan ve ''terör örgütü üyeliğiyle" suçlanan' Mustafa Balbay'ın kitabı vardı...

Ben de Terörle Mücadele Şubesi'ndeki polis arkadaşlara benim kitaplarımı armağan ettim...Mustafa Balbay gibi bir "terörist" o listeye giriyorsa, ben haydi haydi girerim(!)

 Vatan Gazetesinin tek manşette özetlediği gibi ''NE ÜLKE AMA.........!? '' 

http://siyah.co/konu/beh%c4%b0%c3%87-g%c3%9crc%c4%b0handan-mektup-var-bir-me%c3%a7h%c3%bbl%c3%bcn-elinde-tutsa%c4%9f%c4%b1m.270765/


****

Genelkurmay'dan Kim İstifa Edecek?

Genelkurmay'dan Kim İstifa Edecek?


Behiç Gürcihan
07 Ağustos 2007

Hiç birimizde yatımıza Fenerbahçe bayrağı çekip tatile çıkacak hal kalmadı. 

Hayatımızın ; Yatsız ve Mutabakatsız bu safhasında; AKP'nin %47'sini görmüş Tuncay Özkan gibi bakıyoruz birbirimize. 

 "İki kişiden biri" psikozu ile boğuşmaktayız. 

 Gereğini yapanlar var. 

 Ağar istifa etti. Övülesi bir davranış ama Ağar'ı övme işini, bu konuda daha tecrübeli olan Perihan Mağden'e bırakıyoruz. 
 (Bkz: Tahtıravelli Ülkesinde 1 Perihan Mağden Kaç Ağar Eder) 

 Aldığımız duyumlara göre; Baykal'da istifa edecekti ama Rodosluların yoğun baskısı sonucu vazgeçti ve Türk siyasi tarihine geçecek o meşhur açıklamayı yaptı. 

Peki istifayı düşünmesi gereken başka bir yer yok mu? 

 Bu seçimin tek mağlubu Ağar ve Baykal mı? 

Tabiki hayır. 

 Bu seçimde alınan sonucun bir numaralı müessibi ve toplum karşısında ve kendi içinde samimi bir özeleştiri tavrı sergilemesi gereken yegane kurum varsa o da Genelkurmay'dır. 

 08 Mayıs'ta yazdığımız Bir Muhtıra Çevresinde Danseden İki Devlet Adamı 
başlıklı yazıda altını çizmiştik: 

 Kötü bir kompozisyon tadında yazılan ve dosta düşmana; bu ülkeyi yönetme iddiasında olan kurmayların ülkenin karşı karşıya olduğu tehlikeyi ne kadar yüzeysel okuduklarını ilan eden "Muhtıra"; 

 bütün zamansızlığı , üslupsuzluğu ve içeriksizliği ile beş temel vektöre hizmet etmiştir: 

 1) Tayyip Erdoğan'a seçim öncesinde partisindeki kontrol dışı unsurları dizginlemesi 

 2) Kamuoyu oluşturma mekanizmalarına; Tayyip Erdoğan'a ayak bağı olan bu unsurları sevimsizleştirme fırsatı vermesi 

 3) Yaşar Paşa'nın alt kadroları nezdinde çok değerli bir zamanı kazanması 

4) Tayyip Erdoğan'ın seçmenine dönüp, "mağduru" ve "demokrasi kahramanını" oynaması ve dolayısı ile mevcut oylarını kemikleştirirken; düşüş trendini yükselişe çevirmesi 

 5) AKP'ye ; Kürt kökenli seçmene; 

 "sakın maceraya kalkışmayın yoksa bakın muhtıralarının sonuna durup dururken "Ne Mutlu Türküm demeyen düşmanımızdır" gibi ibareler yerleştiren asker amcalara sizi veririz"  mesajını verme şansı tanıması. 

Sanmayın ki; uzun zamandır savunduğumuz bir tez olan; "Genelkurmay Türk Silahlı Kuvvetlerini yönetemiyor" tezinin her seferinde bir kez daha kanıtlanmasından memnunuz. 

 2003 yılında Hac Yolunda Değil, Haç Yolunda başlıklı raporumuz ile ortaya koyduğumuz ve daha sonra TSK ile AKP'nin Gölge Dansı (13 Ocak 2003) ; Türkiye'de Pentagonizasyon Süreci (22 Ağustos 2003) ; Gladio Ürünü İslamcılık ve Kürtçülüğün Yeniden İnşaasında Koza Olarak AKP (20 Ağustos 2005) ; Askerleşen Entellektüeller, Entellektüelleşen Askerler, Salak Yerine Konan Millet (28 Ekim 2004) ; Kurmayın Zekası İmamın İmanı Tekleyince (21 Temmuz 2006) ; Erdoğan - Büyükanıt Ekseninde İki Entellektüel (25 Ağustos 2006) gibi bir çok yazı ile; Dolmabahçe Mutabakatına gelip dayanan bu hazin süreci irdelemeye çalışıyoruz. Yaşar Paşa'ya yazdığımız mektupları saymıyorum bile...(Yaşar Paşa'ya Mektup IV - Emperyalizmin A, B, D -si ) 

 Takdir edersiniz ki; bu yazılarla Genelkurmay'ın derin sevgisini kazandık. Periyodik olarak sevgilerini göstermeye devam ediyorlar. 

 Ama hala ne kendi içlerinde, ne de Türk Milleti'ne karşı samimi bir özeleştirinin en ufak bir emaresini göstermiş değiller. 

 AKP gibi bir partiyi; %35'lerden aşağı doğru yönelmişken ve en önemlisi tabanında ciddi sorunlar yaşamaya başlamışken; demokrasi havarisi konumuna sokup, tabanını kemikleştirip, kitleler nezdinde mağduriyet primini toplamasına yardım etmek en hafif tabirle basiretsizliktir. 

 Karşı dinamiklerin, Cumhuriyet mitinglerini "postalla" eşleştirmesini kolaylaştıran bu vahim zamanlama hatasının, basit bir basiretsizlik olmadığını zaman ortaya çıkaracaktır. 

 Bütün bunlar sonucunda; bırakın siyaset mühendisliğini; Genelkurmay'ın siyaset teknisyenliği yapacak kadar bile kendi toplumunu ve dinamiklerini bilmediği bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır. 

 Türk Silahlı Kuvvetleri gibi; sadece dünyanın en cesur silahlarını değil, aynı zamanda en donanımlı beyinlerini barındıran bir yapının ürete ürete, AKP'yi %47 ile iktidara taşıyan bir muhtıra üretmesinin ciddi bir açıklamasını Genelkurmay'ı yönetenler Türk Milleti'ne borçludur. 

 Bugüne kadar siyasal İslam'ı besleyen onlarca toplumsal dinamiği; ister OYAK olsun, ister kontrolündeki vakıflar olsun, emrindeki onlarca mekanizma ile topluma serpeceği bir çok eğitim/istihdam/vs. odağı ile bertaraf edebilecekken; 
 (Bkz: Coşkun Ulusoy OYAK'ın yurtlar kurmasına neden karşı çıktı? Yurtlarda Hollandalılar kalacak olsa, aynı direnci gösterir miydi?) ; 
 bugün Siyasal İslam'a karşı duruş sergiliyormuş gibi yapmak kimseye inandırıcı gelmemektedir. 

 Yıllardır "stratejik müttefik", "Atatürk'ün gösterdiği hedef" olarak nitelendirdiği AB-D'yi; bugün PKK'ya silah sağlamakla suçlamak ilkokul çocuklarının bile mantık duvarlarında eriyip gitmektedir. 

 OYAK satılırken; Muavenet vurulurken; Irak bölünürken, başına çuval geçirilirken sesini çıkarmayanların; Türkiye'de ürete ürete "türbanlı kız" üzerinden siyaset üretmesi ve sesini yükseltmesi , siyaseti ne kadar sığ bir düzlemde algıladıklarını ortaya koymaktan başka bir işe yaramamaktadır. 

 Daha da vahimi; 

 Genelkurmay; bugüne kadar, Türkiye adına bir uzun vadeli, kapsamlı ve yerli bir Güvenlik Politikası üretip, kamuoyunun değerlendirmesine sunamamıştır. 

 Genelkurmay Başkanlarının yaptığı durum değerlendirmelerine Plato'nun Devlet'i muamelesi yapan medyanın varlığı bu eksikliği örtse de; AB-D'nin konjonktürel ihtiyaçları doğrultusunda değişen küresel güvenlik terminolojisinin Türkiye'nin şartlarına uyarlanarak , tercüme edilmesi; Türk Ordusu'nu Afganistan'a, Lübnan'a en gözde birliklerini yollarken, Güneydoğu'da mayınlara bir telaş içinde çözüm arama noktasına getirmiştir. 

 "ABD'ye karşı Rusya"; "İsrail'le birlikte Çin" gibi bulunan "denklemsel" çözümler; ABD aşıldığı noktada bile, sorunun temelinde yeralan "müttefiksiz asla" psikolojisinin aşılamadığını göstermektedir. 

 Eğirdir'de gerçekleştirilen halkla ilişkiler faaliyetleri ; Ertuğrul Özkök, Mehmet Ali Birand, Taha Akyol gibi gazeteci süsü verilmişlerin varlığı olmadan hiç bir anlam ifade etmez. O faaliyetlerde hiç kimse size gerçek, sorulması gereken sorular sormaz. 

 "Bugüne kadar özel şirketlere akıttığınız milyonlarca dolar kaynak karşılığında üretilen araçların zırhı ne durumda?"  diye sorup canınızı sıkmaz. 

 Ya da tutup; 

 "Türkiye'deki 500 büyük ailenin oğulları nerelerde askerlik yapmaktadır, daha doğrusu yapmakta mıdır?"  gibi terbiyesizliklere muhatap olmazsınız. 

 Türk Komandosunun dağlardaki kahramanlığını ışığı sadece sizi değil, gerekirse bütün kör noktaları sorgulayıcı gözlerden saklar ama bu Türk Askeri'nin özündeki Türk Evladı'na olan cevap borcumuzu geçersiz kılmaz. 

Şu çok iyi bilinmelidir ki; 

 "aman TSK'yı yıpratmayalım" gerekçesi; bu gerekçe ardında her türlü verimsizliklerini ve basiretsizliklerini saklamaya çalışanları sonuna kadar koruyamayacaktır. 

 Türk Silahlı Kuvvetleri'ni en çok; üniformanın kutsallığı ile üniformanın içindekinin faniliğini değiş tokuş etmek isteyenler yıpratmaktadır. 

 Halkın içinden çıkan bir ordunun, tepeye vardığında çevresini; NATO standartları, oligarşik ilişkiler, stratejik müttefikler ile kuşatılmış bulmasının dinamikleri sorgulanmadan; ne Hudson rezaletini, ne e-muhtıra hezimetini, ne de yattaki Fenerbahçe bayrağını anlamamız mümkün olacaktır. 

 Bir Türk Vatandaşı olarak üzülerek tespit etmek durumundayız ki; 

 Genelkurmay; küresel siyaset mühendislerinin; AKP üzerinden kurguladıkları makro siyaset mühendisliğinin araç kutusundaki bir unsura dönüşmüştür. 

 "Türkiye'nin en büyük ihraç malı ordusudur" diyen ve bir kere olsun TSK'yı yıpratmakla suçlanmayan Soros'un bunu bizden daha önce görmüş olduğu anlaşılmaktadır. 

 Zamanında "Internet korkakların yeridir" tespitinde bulunan Yaşar Paşa'nın döneminde Internet'e konulan o e-muhtıra ; Soros ve gibilerinin Türkiye'ye akıtacağı milyarlarca dolar fona bedeldir. 

 NATO stratejilerine bağlılığı düşünce eksenlerinin ana kulvarı haline getirenler; NATO'nun bu coğrafyada kurguladığı proje AKP ile örtüşünce tarihi bir çelişkiler yumağı içerisinde kendilerine yeni bir rota belirlemeye çalışırken; Millet nezdinde de görüntüyü idare etmeye çalışmaktadırlar. 

 E-muhtıra ve "çete operasyonları" ; bu bağlamda aynı makro operasyon madalyonunun iki yüzüdür. 

 E-muhtıra yüzü; AKP'nin yelkenlerini şişirerek; BOP Projesinin en değerli kadrolarını toplum üzerinde psikolojik firavun konumuna yükseltirken; 

 "Ulusalcı Çete Operasyonları" yüzü; birileri için , Ağustos şurası öncesinde çok değerli hareket alanları açmıştır. 

 Bu hareket alanları; 2020'lerin General kadrosunu şimdiden düşünen AB-D'nin fazlası ile işine gelecek ve "ulusalcı-çeteci" yaftası bahane edilerek; Tayyip Erdoğan'ın Milli Görüş gömleğini çıkarmasından daha hızlı bir şekilde, kadrolarda gömlek değişimine gidilecektir. 

 Dolayısı ile Dolmabahçe mutabakatı; biri 22 Temmuz, diğeri 30 Ağustos olmak üzere iki ayaklıdır. 

 Bu açıdan bakıldığında; 

 bizim; "e-muhtıra hatası yüzünden kim istifa edecek?" diye soru sormamız bile naiftir. 

 Internet üzerinden yayınlanan o e-muhtıra; anlaşmanın taraflarının istediği sonucu fazlası ile vermiştir. 

 Birileri görevlerine Baykal kararlılığı ile; "oylarını yükseltmiş olarak" devam edecektir. 

 Beylerbeyi mutabakatı, Dolmabahçe mutabakatı deşifre edilmiş kimin umurunda...


B G

https://www.ulkucudunya.com/index.php?page=altin-yazi-detay&kod=501


***


İşçi Partisinin, Ergenekon Sürecindeki Hatası

İşçi Partisi'nin "Ergenekon" Sürecindeki Hatası 


Behiç Gürcihan
(Kıvanç Değirmenli) 
www.acikistihbarat.com
12.05.2008 


"Ergenekon" kodlu sürece avukatların hataları damga vuruyor; sessiz sedasız. 
Yalçın Küçük'ün "bu ülkede üç ihanet var; Müslümanlar İslam'a ; Atatürkçüler Atatürk'e; meslek sahipleri mesleklerine ihanet ediyor" tezini doğrulayan hatalar, yanlış yönlendirmeler yaşanıyor. 

Ailelerdeki atıllığı ve"ne yaparsak yapalım bir şey değiştiremeyiz" psikolojisini derinleştiren bu hatalar en çok da "Ergenekon" kodlu süreci ülkedeki diğer süreçlerle senkronize etmek isteyen; içerdekileri bir tür "rehin" olarak tutanların işine yarıyor. 

Buna benzer bir yanlış yönlendirme Danıştay saldırısı - Muzaffer Tekin olayı sırasında yaşanmıştı. Aralarında Eymür'ün avukatının da bulunduğu üç kişi Muzaffer Tekin'i yanlış yönlendirerek saklanmasına sebep olmuş ve medyanın dezenformasyon kampanyası bu gereksiz saklanma üzerinden inşa edilmişti. 

Konu ile ilgili ayrıntıları Tekin İntihar Etmeden Bir Gece ünce, Bir Gece Sonra başlıklı yazıda ele almıştık. 

En son vahim hata Aydınlık / İşçi Partisi'nden geldi. üyeleri arasındaki avukat sayısı ile bir tür avukat partisi olarak adlandırabileceğimiz İşçi Partisi'nden. 

Ve bu hata; iddianame hazırlığında sona yaklaşıldığı haberlerinin/duyumlarının yaşandığı bir dönemde yapıldı. Hatta gazeteler "Ergenekon" davası için salon arandığı ve "AB standartlarında" yeni Silivri cezaevinin duruşmalar için kullanılacağını yazdı. 

"Ergenekon" yaygarasını koparanların başından beri sarıldığı bir fotoğraf karesi mevcut. 

Kadraj mühendisliği ve facebook kriminolojisi (Bkz : Facebook Kriminolojisi, 6 Derece Teorisi ve 2020'lerin General Kadrosu) üzerinden yürütülen soruşturmanın altın buzağılarından biri bu fotoğraf. 

Fotoğrafta; Veli Küçük İsviçre'de gerçekleştirilen Dünya Azerbaycanlılar Kongresi (DAK) sırasında "Alparslan Aslan"'la birlikte kameraya poz verirken görülüyordu. 

Bunu "çete/örgüt kanıtı" olarak kamuoyuna sunan Ergenekon vakanüvistlerin hevesi kursağında kaldı. 

Ortaya çıktı ki; fotoğraftaki kişi Alparslan Aslan değil, ona çok benzeyen ve Stockholm'de yaşayan Azeri bir gençmiş. 

İki insan yanyana durup , kameraya poz verdi diye onları "çete/örgüt" yapacak kadar kursaksızlar tabi bu gelişmeyi kamuoyuna duyurmadı. Kitabında "belge" açıkladığını iddia edip, soruşturma çerçevesinde gözaltında bulunanların eşlerinin adreslerini deşifre eden şıh şamil Tayyar gibilerden konu hakkında tek bir satır duyulmadı. 

Normaldir. Normal olmayan bu belgenin bu kadar zamansız açıklanmasıydı. 

Bu belgenin ortaya çıkmasından hemen sonra televizyonlarda yine "Ergenekon" soruştuması çerçevesinde birilerinin ifadelerine başvurulmaya başlandığı haberleri yayınlanmaya başladı. 

Karagümrük çetesinin elebaşlarından, Ali Balkaner'e kadar bir çok isim savcının huzuruna çıkarıldı. 

Bir yıldır tamamlanamayan bir soruşturmada yeni isimlere yeni sorular sorulması ihtiyacı duyuldu. Birilerinin kafasının karışık olduğu ortada. 

Bu süreçte kanıt diye medyaya yansıyanların "Alparslan Arslan-Velü Küçük fotoğrafı" gibi evrensel hukuk-yerel hukuk-evrensel iz'an-yerel iz'an standartlarını hayli zorlayan unsurlar olduğu da gözönüne alınırsa ortaya çıkacak iddianamenin en fazla çevrecileri kaygılandıracağı söyleniyor. 300 dosya, binlerce sayfadan sözediliyor; az değil. 

"Hata nerede?" dediğinizi duyuyorum...

Hata şu...

İşçi Partisi ; medyanın temel kanıtlardan biri olarak çevresinde döndüğü sahte Alparslan Aslan-Veli Küçük fotoğrafını çürüten belgeyi mahkeme sürecine saklamalıydı. 

Veli Küçük'ü önce 1 numara yapıp sonra zamanla rütbesinde tenzile gitseler de neticede o meşhur "Ergenekon" şemasında Küçük hala "tuğgeneral" rütbesi ile "en değerli" zat. 

Ve onu Danıştay tetikçisi "Alparslan Aslan" ile bağlantılandıran bu fotoğrafın iddianamenin menteşelerinden biri olma ihtimali hayli yüksek. 

Durum böyleyken ; bu fotoğrafla ilgili yapılan erken deşifrasyon iddia makamına iddiasını yenileme, gözden geçirme ve gerekli düzeltmeleri yapma fırsatı tanıdı. 

Binlerce sayfalık bir iddianın yeniden düzenlenmesi ve doğacak boşluğun yerini alacak yeni "kanıtların" temini için geçecek sürede gözönüne alındığında ; "Ergenekon" sürecini uzatmak isteyenlerin de ekmeğine yağ sürüldü. 

Halbuki sözkonusu deşifrasyon mahkeme sürecinde yapılsaydı iddia makamının "çete/örgüt ilişkileri" kapsamında sunması hayli yüksek bu "delilin" canlı olarak mahkeme sırasında çürütülmesinin etkisi çok daha farklı ve derin olurdu. 

Delilden değil tanıdık üzerinden suça giden metodolojide büyük bir gedik açılırdı. 

Bu fırsat kaçtı. 

Avukatlar yine hata yaptı. 
Şimdi birileri harıl harıl iddialarını yeniden düzenlemekle, doğan boşlukları yeni "delillerle" kapatmakla meşgul. 

Biz yine de "İddianame 15 Haziran'a çıkacak" duyumlarına inanmak istiyoruz. 

Godot'yu bekler gibi bekliyoruz. 


B.G. 

http://www.biroybil.com/showthread.php?5752-CIA-Böyle-Öğretti/page25



***

BEN OĞLUMA GÜVENİYORUM ve DESTEGİNDEYİM.

BEN OĞLUMA GÜVENİYORUM ve DESTEGİNDEYİM. 


Behiç Gürcihan Tutuklandı - Behiç'in Babası Ali İhsan Gürcihan 

08.06.2008 
acıkistihbarat.com


Biz anne ve baba olarak iliskisinin derecesini, çete denen illegal örgütün içerisinde görevinin ne oldugunu,hangi faaliyetleri yürüttügünü ve hangi eyleme ya da eylemlere katildigini bilmek istiyoruz . Bunun da en dogal hakkimiz olduguna inaniyoruz. 

Ben buradan iddia ediyorum ki ; 

Oğlum Behiç, Devleti’ne, Milleti’ne, Bayragi’na sadik, bu ülke insanlarinin ve milletimizin değerlerine ve inançlarina duyarli bir TÜRK EVLADIDIR. 

Düsünce ve fikir düzeyindeki çalismalarindan ve söylemlerinden öte hiçbir illegal çalismasi ve faaliyeti olmamistir. 

Açik Istihbarat Sitesinin sahibi ve yazari üç günlük göz alti süresi sonunda çikarildigi mahkeme tarafindan tutuklanmiş tir. 

Hakkinda bir karar verilerek tutuklanmis olmasina ragmen , dosyasina konan KISITLAMA nedeni ile, su ana kadar ne ile suçlandigini biz ailesi olarak ögrenemedigimiz gibi,Baro’dan görevlendirilen avukat da ayni nedenle bize bilgi verememistir. 

Tek söylenen ‘’ Ergenekon Dosyasi ile iliskişi’’ olmak . 

Biz anne ve baba olarak iliskisinin derecesini, çete denen illegal örgütün içerisinde görevinin ne oldugunu,hangi faaliyetleri yürüttügünü ve hangi eyleme ya da eylemlere katildigini bilmek istiyoruz . Bunun da en dogal hakkimiz olduguna inaniyoruz. 

Ben buradan iddia ediyorum ki ; 

Oglum Behiç, Devleti’ne,Milleti’ne,Bayragi’na sadik, bu ülke insanlarinin ve milletimizin degerlerine ve inançlarina duyarli bir TüRK EVLADIDIR. 

Düsünce ve fikir düzeyindeki çalismalarindan ve söylemlerinden öte hiçbir illegal çalismasi ve faaliyeti olmamistir. 

ülkenin gelecegi konusunda kendisini daima sorumlu hissetmis,bu amaç dogrultusunda kendini gelecege hazirlamaya ve çalismalar yapmaya gayret göstermistir. Idealist bir yaklasimla TüRKIYE’nin yakin bir gelecekte dünyanin 7 nci ülkesi olmasi umuduna ve gayretine katkida bulunmak üzere , yillar once 2023 platformunu kurmustur.Bu platformda ’’ülkenin gelecegini kursun atarak örgütlenenler degil, beynini son hücresine kadar kullanarak çalisanlar kurtaracaktir ‘’ felsefesi ile hareket ederek, arkadaslari ile birlikte sürekli düsünce ve fikir gelistirmeye çalismistir. Bu platform bir çete değil, idealist gençleri düşünce ve çalışma bazında bir araya getiren arkadaş dayanışmasıdır.

Behiç ;yasal olmayan her türlü faaliyet ile kendi çapinda yazarak mücadele eden,Ergenekon -Gladyo karsisinda olan ve onu açiga çikarma gayreti ile bu konuda ‘GLADYO’ya MEKTUPLAR ‘adli kitap bile yazmis biri olarak , su akibete bakin ki aleyhine tavir aldigi bir yapinin üyesi olmakla suçlanarak tutuklanmistir. 

KISACASI BEN OĞLUMA GÜVENİYORUM ve DESTEGİNDEYİM. 

Bu söylemim , baskaca bir maksadi ve anlami olmayan,sadece ogluna güvenen bir babanin açik ifadesidir. 

Gelinen noktada bizler de yasal hakkimizi sakli tutmak kaydi ile hukuki sürece saygiliyiz.Savci ve hakimlerimize de güveniyoruz.Demokrasiyi hedef aldigi iddia edilen bir çete karsisinda biz de tüm ailece Hukuk’un ve Demokrasinin yanindayiz .Bu ülkenin gelecegi açisindan da var oldugu iddia edilen çetelerin ne oldugunun ortaya çikarilmasini ve çökertilmesini bizler de görmek istiyoruz. 

Ancak bu gözalti sürecinde,geçmiste de oldugu gibi bir defa daha ortaya çikan gerçegi de sizlerle paylasmak istiyorum. 

Bu süreçte usul geregi,bizler oglumuz hakkinda hiçbir bilgi dahi edinemez iken , özellikle tarikat ve cemaat görüslü basin yayin organlarinin,gözaltina alinma isleminin hemen akabinde yazdiklari gerçek disi bilgiler ve iki gün boyunca isin basindan itibaren tutuklandigina dair verdikleri haberler bizleri rahatsiz edici oldugu kadar da düsündürücü bir durumdur. 

Yasa geregi,bize her türlü kapilarin kapandigi bir ortamda, Güvenlik Güçlerimizin ve Savciligin bu bilgileri basina da vermeyecegini hiç tereddütsüz kabul ediyoruz. 

Gizliligin ihlal edilmemesine ragmen , özellikle tarikatçi ve cemaatçi basinin ürettigi haber ve senaryolarla haksiz bir saldiriya ugradigimizi ve kendi taraftarlari adina da Yargi üzerinde maksatli bir sekilde kamuoyu baskisi kurulmaya çalisildigini gözlemledim. Bu güven ve cesareti nereden aldiklarinin yetkililer tarafindan tespit edilip ortaya konacagina ve bu haksiz uygulama konusunda bizlerin özgürlügü adina savcilarimizin geregini yapacagina da inaniyorum. 

Bu ve benzeri olaylar açikça ortaya koymaktadir ki;ülkemizde iddia edilen demokrasi karsiti çetelerin yanisira, kökleri tarikat ve cemaatlere dayali olan, özgürlükleri demokrasi maskesi ile istismar ederek Cumhuriyeti ve onun laik yapisini her firsati kullanarak yipratma çabasinda olan hazir kuvvet ve çok iyi teskilatlanmis baska çetelerde bulunmaktadir. 

Bizlerin kisisel magduriyeti bir yana,bu ülkeyi gelecekte tam demokratik, çagdas ve huzurlu bir döneme tasimayi gerçekten istiyorsak ,Demokrasiyi hedef aldigi iddia edilen ve Ergenekon olarak adlandirilan çetelerin yanisira,mevcut rejimi yani Laik Cumhuriyeti hedef alan,bizi Ilimli Islam’a boyun egmeye zorlayan dis odaklarca güdülen hoca efendinin ve tarikatçilarin çete veya çetelerinin de çökertilmesi gerektigine inaniyorum. 

BU üLKE ANCAK ve ANCAK ,DEMOKRASI DüSMANI üETELERIN YANISIRA , CUMHURIYET ve İSLAM DİNİ DüSMANI ILIMLI ISLAM üETELERININ DE üüKERTILMESI ILE AYDINLIK BIR GELECEGE KAVUSACAKTIR . 

Behiç’in babasi Ali Ihsan GÜRCİHAN 

NOT :Eger basin mensuplarinin dedigi dogru ise ,arama sirasinda bulundugu iddia edilen ve suç dosyasina kondugu söylenen Genelkurmay’a ait GIZLI denen belgeler, benim kitap ve dökümanlarimin arasinda ve evimin bana ait odasinda bulunmustur. Hizmete üzel’dir ve hizmete yönelik olmak kaydi ile tarafimdan kullanilan bana ait dökümanlardir.Bu belgeler yurt disi göreve giden her Silahli Kuvvetler personelini bilgilendirmek maksadi ile verilen sözde Ermeni Soykirimi ve özellikle Nato ülkelerine yönelik genel bilgi notlaridir.Basinda yer aldigi gibi ne darbe günlügüdür,ne çete ile ilgisi vardir.Söylenen anlamda gizli bir belge de degildir

Kaynak: Behiç'in Babası Ali İhsan Gürcihan 

http://www.biroybil.com/showthread.php?5752-CIA-Böyle-Öğretti/page25

***


Türk Ordusunun Kök Hücresi Teğmen’i Harcarsan


Türk Ordusunun Kök Hücresi Teğmen’i Harcarsan

Behiç Gürcihan.,
1 Ekim 2008 Çarşamba

2004 yılında; cuntacılığını tespit ettiklerini huzura çağırıp, artık günlüklere dökülmüş faaliyetleri hakkında içi boş uyarılar yapmak yerine, askeri yargıyı devreye sokar, mensubunu o gün yargılarsın. O gün yargılamadıklarının bugün kimlerin önüne malzeme olacağını ve bunun Türk Ordusu’nun aleyhine nasıl kullanılacağını bilirsin.

Hukukçuysan Bilirsin, Askersen haydi haydi bilirsin.

Derdin, Türk Ordusu’nun alenen aşağılanmasının önüne geçmekse zamanında ve yerinde hareket edersin. Mensuplarını da Ergenekon operasyonuna yem etmezsin.

Dünyanın en zor, en tehlikeli trapezinde yürür. Hem asker, hem hukuk adamıdır. Belli sınırlar çerçevesinde astın üste tabi olduğu bir meslekte sadece yasalara, aklına ve vicdanına tabi olması gereken bir alanda icra eder faaliyetlerini. O ince çizgide varolmak şeref meselesidir ve hatta yükselmek dünyanın en zor zanaatıdır; en eskisi olmasa bile.
Genelkurmay Adlî Müşavirliği o yüzden devletimizin en sıcak odalarından biridir. Bu odanın icraatlarını takip etmek, bağırsakları düğüm düğüm olmuş devletimizin çektiği sancıları teşhis etmek adına çok önemlidir.

Şahit Olduklarınız, Bu odada yaşananların TSK’ya yansımasıdır.

Söz konusu 3-5 bin kişinin okuduğu bir internet sitesine “alenen aşağılamak” suçlamasıyla dava açmak olduğunda iş kolaydır.

“Türkiye’nin en iyi ihraç malı ordusudur” diyerek Mehmetçik’in kanını ve terini metalaştıran küresel tefeci ve kara para aklayıcısı Soros’a dava açmak ise güven, özveri ve tecrübe ister.

Herkesin gittikçe daralan bir piramidin tepesine tırmanmaya çalıştığı hiyerarşik, disiplinli ve kapalı camialarda “cunta faaliyetleri” çok geçmeden tespit edilir.

Cuntaya karşı harekete geçmek,ASKER ile HUKUKUN en rahat dansedebildiği alandır. Askeri hukukta da, askerlik mesleğinde de cuntacılık en ağır askeri disiplin suçudur. Sivil yargıdan önce askeri yargıyı ilgilendirir.
Adı milyon avroluk yolsuzluk skandalına karışmış adamını bile adalete teslim etmeyen bir partinin oyununa alet etmeden; Türk Ordusu’nun Paşa’sını kelepçeleyerek elaleme afişe etmeden de hem hukukun hem askerliğinin gereğini yerine getirebilirsin.

Çok Basit.

2004 yılında; cuntacılığını tespit ettiklerini huzura çağırıp, artık günlüklere dökülmüş faaliyetleri hakkında içi boş uyarılar yapmak yerine, askeri yargıyı devreye sokar, mensubunu o gün yargılarsın. O gün yargılamadıklarının bugün kimlerin önüne malzeme olacağını ve bunun Türk Ordusu’nun aleyhine nasıl kullanılacağını bilirsin.

Hukukçuysan bilirsin, askersen haydi haydi bilirsin.

Derdin, Türk Ordusu’nun alenen aşağılanmasının önüne geçmekse zamanında ve yerinde hareket edersin. Mensuplarını da Ergenekon operasyonuna yem etmezsin.

İstediğin zaman bunu yapabileceğinin örnekleri çoktur.

Senin nutuğunu çektiğin “Atatürkçü Düşünce Sistematiğini” içselleştirdikleri için, ülke adına samimi kaygılarla yanlış yapan teğmenlerinin medyaya malzeme edildiği günlerde Diyarbakır’da sonuçlanan dava bunun kanıtıdır.

Diyarbakır’da yine aynı şekilde sivillerle beraber ihalelere fesat karıştıran albay ve yarbayını nasıl askeri mahkemede yargılayıp medyaya malzeme etmiyorsan; teğmenlerini de askeri bir suçla yargılayıp medyaya malzeme etmekten kurtarabilirsin.

Kaleme aldığı hukuk abidesi iddianamede ağzınıza pelesenk, duvarınıza tablo yaptığınız Atatürk’ü ve düşünce sistematiğini açıkça “terörizm” ve “terörle” benzeştirmeye çalışan savcının önüne o teğmenleri çıkarmazsın.

Askersen yapmazsın, hukukçuysan hiç yapmazsın.

Teğmenlerin yanına verdiğin askeri inzibat, altlarına verdiğin askeri araçla “her şey kontrol altında” imajı verdiğini zannedip, bizi de keriz yerine koymazsın.
İşin ilginci…

Çürük raporu çürük çıkan YARSAV Başkanı Eminağaoğlu’nun çürük raporunu sağlama almak için saatlerce toplantı yapıp, “sağlam” çürük raporu alması için GATA’nın kapılarında generallerin karşılamasını sağlarsın ama 5 teğmeninin çürük medyaya yem olmaması için aynı çabayı göstermezsin.

Anlaşılıyor ki sen, Türk ordusunun namusunu yolsuz yarbaylar ve çürük raporlu bürokratlar söz konusu olunca hatırlar, “ülke elden gidiyor” kaygısı gençliğine kurban giden çakı gibi teğmenlerin söz konusu olunca unutursun.

Ondan sonra da Fethullah Gülen’in baş sempatizanı John Espozito’lu demeçler verip; karşında mum gibi eriyen, “ Şamil Bey, sizi iknâ edebildim mi?” cümlesinin üzerine köşe yazan bakan üniversitlere o çok manidar talimatı verirsin:


Bana Paşa demeyin

Allah aşkına biraz izan…

   “Bu Ülke Bağımsızlığını kaybedecekse bunun vebali Subaylara ait olacaktır ” (1920, Afyon Kolordu Karargâhı)
diyen Mustafa Kemal’in Paşa olduğu bu memlekette, size kim “ Paşa ” der ki artık? 
   Teğmenin teröristle çatıştığı dağdan iner inmez “terörist” yaftasıyla gözaltına alındığı bir memlekette; paşalardan vaz geçtik biz, Türk Ordusu’nun kök hücresi Teğmen’in derdindeyiz. (Bkz. İyi ki Şehit Düştün Teğmenim” yazısı)


Kaynak: Behiç Gürcihan-Açık İstihbarat

http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=7855

http://ulusal-birlik.blogspot.com/2008/10/trk-ordusunun-kk-hcresi-temeni.html


***

3 Ekim 2018 Çarşamba

İSTANBUL BİR LİMAN; FERGANA BİR VADİ; SOROS KİM?



İSTANBUL BİR LİMAN; FERGANA BİR VADİ; SOROS KİM? 

( Limanlardan Vadilere, Küresel Uyuşturucu,- Silah Şebekeleri )  


Behiç Gürcihan,
Kategori: Siyaset
2005-06-27

Soros'u izliyorum...

CIA Gözetiminde; Azerbaycan Muhalifi İsa Kamber ile buluştuğu Boğaz malikanesinin sahibinin, servetinin önemli bir bölümünü Azerbaycan petrollerinden kazanması görüntüye ayrı paradoksal bir tad veriyor. 

Soros; 

Türk Milleti'nin can damarlarından birine basıyor...İstanbul Boğazına. 

Bu Sahneyi izlerken; bir dostumun; tüm medyayı nasıl yönlendirebileceğini anlatan , Soros gibi Yahudi bir iş adamına bir akşam yemeğinde söylediği şu laf aklıma geliyor : 

Boğaz Kıyısında oturmuş; Azerbaycan Muhalifi Kamber ile görüşen SOROS; gün geçtikçe daha güçlü bir şekilde Türk Milleti'nin can damarına basıyor. >

" Unutmayın beyefendi; Servetinizin çapı ne kadar büyük olursa olsun, bu Milletin aleyhine Çalışan her servetin çapı Nihai tahlilde 7.65 mm'tir."

O gün masada soğuk duş estiren bu cümle ile dostumun söz konusu iş adamına ne kadar büyük haksızlık ettiğini şimdi daha iyi anlıyorum. 

Neticede Adam servetini şöyle ya da böyle agresif ama yasal yollardan elde etmişti. Soros'la karşılaştırıldığında bir melekti. 

Türk Milleti'nin can damarı İstanbul'a musallat olan Soros için de aynı şeyleri söylemek mümkün. 

< Boğaz Kıyısında oturmuş; Azerbaycan Muhalifi Kamber ile görüşen SOROS; gün geçtikçe daha güçlü bir şekilde Türk Milleti'nin can damarına basıyor. >

Şeytan'ın da bir melek olduğunu unutmazsanız.Hem de "Işık" olarak gözüken bir "Melek"

Ve "Melek"'in saçtığı "Işık"'tan rahatsız olanlar da, etkilenenler de Soros'a hep aynı açıdan yaklaşıyor. 

"Soros Türkiye'ye 60 koldan girdi" diye başlık atan da; 

"Nedir bu Soros Kompleksi, adam iyi şeyler yapıyor" 

şeklinde konuşanlar da; 

Soros'un esas kimliğini bilinçli, bilinçsiz perdeliyorlar. 

Soros'u; ister olumlu, ister olumsuz bir bakış açısı ile olsun; olumlu bir kavram olan "DEMOKRASİ" ile yanyana koyuyorlar. 

Hakkında kullanılan en spekülatif sıfat ise; SPEKÜLATÖR. 

Halbuki SOROS'un yanyana koyulması gereken tek bir sözcük var ise bu da : 

SOROS; ister olumlu, ister olumsuz düşünenler tarafından olsun, sürekli OLUMLU bir kavramla yanyana anılıyor : DEMOKRASİ >

UYUŞTURUCUDUR.

Bir Çin atasözü şöyle der : 

Başarı insanı kral, başarısızlık hırsız yapar!
Bu açıdan bakıldığında, SOROS ile bizim Baybaşin arasındaki fark sadece bir başarı farkıdır. Tabi; "mürekkep yalamış" olmanın getirdiği estetik hareket tarzını da gözardı etmemek lazım. 

<  SOROS; İster olumlu, ister olumsuz düşünenler tarafından olsun, sürekli OLUMLU bir kavramla yanyana anılıyor : DEMOKRASİ
Halbuki isminin yanına yerleştirilmesi gereken tek bir kelime var : UYUŞTURUCU  >

Başarının bir diğer özelliği; sizi propagandanın negatifleştirme etkisinden yararlanma fırsatı vermesidir. 

Kamuoyuna sunum yapan MEDYA isimli PROPAGANDA aygıtı; Soros gibi bir SİYAHIN NEGATİFİNİ başarı ile topluma BEYAZ olarak sunma yeteneğine sahiptir. 

Fakat; SOROS; okumayı bilenler için, düzden de, tersten de SOROS olarak okunur. 

Örnek mi; 

Siz MEDYA'dan onun Macar asıllı bir Yahudi olarak okursunuz
ve tabi savaş zamanında Yahudilerin çektiği zulmü hatırladığınızda; 

SOROS için; "zorlukların içinden geçip zengin olmuş" imajı otomatikman canlanır. 

Halbuki MEDYA sizden; 

SOROS'un savaş sırasında NAZİ'lere çalıştığını ve zengin Yahudilerin servetlerinin NAZİ'ler adına ortaya çıkarılarak, el konulmasında nasıl rol aldığı bilgisini saklar.

Siz; SOROS'un, nasıl Londra'da seçkin bir eğitim aldığını ve Karl Popper'dan etkilendiğini okursunuz; 

İmaj da hazırdır..." Zengin ve Entellektüel "..

< SOROS Şebekesi'nde yeralıp da, ismi uluslararası KARA PARA-UYUŞTURUCU-PARA AKLAMA-SİLAH TİCARETİ ile geçmeyen tek bir isim yok. >

"MİLLET'e ahkam kesiyor ama boş adam değil" görüntüsü hemen masanıza servis edilir...

Halbuki; 

SOROS ve temsil ettiği küresel UYUŞTUCU-SAVAŞ-KARAPARA MAFYASI'nın operasyon merkezinin neden Hollanda ve Hollanda Antilleri olduğu yeteri kadar sorgulanmaz...

SOROS ŞEBEKESİ'ndeki yeralan her ismin; bir şekilde UYUŞTURUCU ve KARA PARA AKLAMA soruşturmasına konu aldığını; MEDYA dışı kaynakları okumuyorsanız haberiniz olmaz. 

Tabi bu ayrıntıları incelemediğiniz zaman; 

Türkiye'ye giriş yapan Hollanda merkezli Finans sermaye ile; 

Geçenlerde Türkiye'de katıldığı bir toplantıda; 

Türk Ordusu'na ahkam kesip,

"Türk Ordusunun demokratikleşmesi gerektiğini" belirten Hollanda Genelkurmay Başkanı arasındaki bağlantıyı da kuramayabilirsiniz. 

Emirlerini Kraliçe'den alan bir asker kılıklının, kendi ülkemizde, ordumuza demokrasi dersi vermesi ne kadar komikse; 

Bu asker kılıklı Kraliyet tetikçisinin emrindeki NATO bayraklı gemilerin; 

Akdeniz'de sadece silah ve personel taşımada kullanılmadığı yolundaki iddialarda hayli ciddi ve çeşitlidir. 

Neticede; 

SİLAH ve UYUŞTURUCU bu dünyada hep kol kola gezer. 

Ve daha da ilginci; 

SİLAH ve UYUŞTURUCU; bir kaç tane serseri mafya babasının üzerinden değil; 

< SOROS'un operasyonlarının Hollanda merkezli olması ile; Kraliçe'den emir aldığı halde, Türkiye'ye gelip TSK'nın demokratikleşmesi konusunda ahkam kesecek kadar komik olabilen Hollanda Genelkurmay Başkanı arasında bir bağ var mı acaba?
Bu sorunun cevabını daha iyi anlamak için; Akdeniz'de NATO bayrağı altında seyreden Hollanda Deniz Kuvvetleri gemilerinin kargolarını daha iyi etüd edebilmek lazım.  >

ÜST DÜZEY KÜRESEL EMPERYAL ODAKLARIN ONAYLADIĞI ŞEBEKELER ÜZERİNDEN EL DEĞİŞTİRİR.

Konu bir köşe yazısına; hatta benim bu çarşaf gibi yazılarıma sığmayacak kadar geniş. 
Fakat ilerde ayrıntılarına gireceğimiz konu hakkında size şimdilik şu kadarını söyleyelim : 
Peru'daki Tingo Maria Huallaga Vadisi ile; (CIA'in zamanın Peru rejimini Ruslardan "arındırmak" için düzenlediği operasyonu finanse etmek için kullandığı uyuşturucuyu yetiştirttiği alan) 

<  Gözlerden UZAK fakat UYUŞTURUCU'ya hayli yakın bir ortamda NATO Formasyonuna alınan "HİKMET ABİ" ile; ABD Derin devletinin organlarından IRI 'nın Sırp uzmanlarından danışmanlık alan AKP'nin çöküş sürecine; Özbekistan Devlet Başkanı'nın SERVETİNİ kimin yönettiğinden, Haydarpaşa merkezli inşa edilmesi planlanan İstanbul Finans Kolonisi'nin kimin tarafından finanse edileceğine kadar bir çok konu sahnenin derinliklerinde birbirleri ile ilintili bir hal alıyor. >

Özbekistan'daki Fergana vadisi;

Haydarpaşa'da boşaltılacak 1 milyon metrekare arazi üzerine kurulması planlanan finans kolonisi ile; Özbekistan üzerinden Türkiye'ye akan para; (Özbekistan Devlet Başkanı'nın servetini kim yönetiyor acaba?)

Hollanda'daki finans sermaye ile; 
Iran-Kontra skandalı bağlantılı; 
Kudüs-Washington-Tahran arasında kurulan ilişkiler ağı; 
SOROS'un İstanbul'a el atışı ile; 

(APO) kod adlı Operasyonun; başaktörü Abdullah "Öcalan" isimli maşanın neden yeniden yargılanamayacağı; 
ABD derin devletinin organı IRI'nın (International Republican Institute) Sırbistan merkezli uzmanlarından politik danışmanlık alan AKP'nin çöküş süreci ile; 

Bu sürece GÖZLERDEN UZAK; UYUŞTURUCUYA hayli yakın, ÖZEL NATO formasyonu ile hazırlanan "HİKMET ABİ"; sahnenin derinlerinde birbirlerine bağlı. 

Geçenlerde Mim Kemal Öke; SKYTürk'teki bir programda şu cümleyi kullandı; 

Öcalan yeniden yargılanmalı ama sadece devlete başkaldırı suçundan değil; aynı zamanda uyuşturucu kaçakçılığı suçundan.

İşte orada dur Hocam...

Öcalan'ın "UYUŞTURUCU" suçu da eklenerek yargılanması; 

Öcalan yeniden yargılanabilir mi...Daha da önemlisi; yeniden yargılama sürecinde Öcalan'ın suç listesine UYUŞTURUCU TİCARETİ eklenebilir mi? APO kod adlı operasyonun kilit noktası burada yatıyor.  >

Susurluk Skandalını; 

Haydarpaşa Lisesi kantin ihalesi yolsuzluğu seviyesine indirecek DEVASA bir İHANET ve YOLSUZLUK yumağını ortaya çıkarabilir. 

O zaman bizimkiler Pentagon'a gittiklerinde; onurlu şikayetlerini, 

"Ne zaman bu PKK'ya operasyon yapacaksınız. Biz artık bizim Milleti idare edemiyoruz"
Noktasından; 
"Ne zaman SOROS'un ipini çekeceksiniz" noktasına taşımak zorunda kalabilirler"

(PENTAGON'a PKK'yı şikayet etmenin; "kötü polisi" "iyi polise" şikayet etmekten farkı olmadığını göremeyenlerin; SÖZKONUSU SOROS olduğunda yine aynı hatayı yapma ihtimali olduğundan böyle konuşuyorum.)

Bu durumda; birileri açısından iki seçenek kalır : 
Ya Türk askeri; SOROS'un hayalleri doğrultusunda, son ferdine kadar yurtdışına ihraç edilip; nerede bir çatışma noktası varsa, orada SADIK NATO ASKERİ olarak görevlendirilir ve içerde doğan boşluğu ; "NATO ACİL MÜDAHALE TİMLERİ" doldururken, UYUŞTURUCU-KARA PARA finansmanı Türkiye'ye akar. 

Ya da; Türk MİLLETİ toprağına sahip çıkar; 

O zaman Boğaz'a karşı oturmuş; MİLLET'in can damarına basan SOROS ŞEBEKESİ ve benzerlerinin kancaları bu topraklardan sökülür. 

SOROS'un nihai tahlilde çapına karar verilmesinden sözetmiyorum. O işin en kolay kısmı. Neticede Boğaz'ın her zaman karşıyı net olarak gören bir karşı kıyısı mevcut. 

Bahsettiğim; 

NATO'dan;

İSTANBUL'u üst düzeyde bir FİNANS-UYUŞTURUCU-KARA PARA merkezi yapıp yapmayacağımıza 

(Haydarpaşa'ya o kadar gökdeleni hangi para ile inşa edeceklerini zannediyorsunuz) 

kadar bir çok yapıyı gözden geçirmek zorunda kalmamız. 

Neticede FERMAN onların elinde olsa da; KARAR BİZİM; 

Kız Kulesi'ne karşı çayımızı içerken; 

O çayda UYUŞTURUCU tadı almak; 

İstiyor muyuz...

İstemiyor muyuz...?


B.G.

http://acikistihbarat.com/Haberler/1115-Haberler-%C4%B0STANBUL%20B%C4%B0R%20L%C4%B0MAN;%20FERGANA%20B%C4%B0R%20VAD%C4%B0;%20SOROS%20K%C4%B0M?%20(%20Limanlardan%20Vadilere%20K%C3%BCresel%20Uyu%C5%9Fturucu-Silah%20%C5%9Eebekeleri)%20-%20Behi%C3%A7%20G%C3%BCrcihan

MOBİUS DÜZLEMİNE MAHKUM KARINCALAR


MOBİUS DÜZLEMİNE MAHKUM KARINCALAR 


Behiç Gürcihan



Üzerinde karıncaların yürürken resmettiği bu düzlemin İsmi ise Mobius düzlemi. 

Matematikçi Ferdinand Mobius (1790-1868) ve Alman matematikçi Johann Benedict Listing (1808-1882) 'in birbirinden bağımsız olarak düşündükleri bu düzlemi; 

Elinize bir kağıt Şeridini alıp; Kağıdı kıvırıp, Uçları birbirine yapıştırarak elde edebilirsiniz. 

Bunu yaptığınızda normalde iki yüzü olan bir kağıdı tek yüzlü haline getirmiş olursunuz ve böyle bir düzlem üzerinde karıncaları koyduğunuzda o karıncalar sonsuza kadar hiç bir engelle karşılaşmadan yürüyebilirler. 

Sizden bu Düzlemi bir kaç saniye İncelemenizi rica ediyorum.

Üç boyutlu düşünme yeteneğinden ve ayağa kalkıp çevresini bütün boyutları ile algılama yeteneğinden yoksun bir karınca; 

böyle bir düzleme hapsedildiği noktada; sürekli bir yere gittiğini zannederek sonsuz bir kısır döngüye sokulabilir. 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yönetim kadrosunda bulunanları izledikçe aklıma hep Escher'in bu resmi geliyor.

Geçenlerde Ankara'da bir toplantıya davet edildim. 

Görevde Dışişleri mensuplarının yanısıra, E mekli büyükelçilerin de bulunduğu bu toplantıda; "Nasıl bir Irak İstiyoruz" konusu ele alındı. 

Irak politikamızı teslim ettiğimiz beyinlerin, önlerine konan seçenekler arasından ehven-i şer'i seçmenin ötesinde bir potansiyellerinin olmadığını bu toplantıda bir kere daha net bir şekilde gördüm. 

Hapsedildiği düzlemden çıkamayan karınca yürüyüşleri ile yönetilen devletin kadroları; 

"Nasıl bir Irak" İstediklerini; tartışırken duramayıp sordum; 


bir kaç yüz metre ötenizdeki ABD Büyükelçiliğine yasa taslakları fakslanıp, görüşleri sorulurken; 

Bırakın Irak'a Anayasa belirlemeyi; ikinci bir sınır kapısı açacak iradeyi bile gösteremezken; 

Bırakın Irak'ta; bir Türk devleti olan KKTC'nin Cumhurbaşkanlığı koltuğuna; siyasi kariyerini Türkiye Cumhuriyeti'ne küfretmek üzere kuran Talat oturmuşken; 

Kırmızı pasaport verip başımıza çıkarttığınız aşiret ağaları; Ankara-Mersin-Diyarbakır üçgeninde rant şebekeleri kurup, Türkiye'de siyaset satın almaya başlamışken;

burada nasıl bir Irak istiyoruz diye tartışırken kendinizi naif bulmuyor musunuz?

Soru netti; cevaplar ise "Haklısınız ama" ile başlayan; "konjonktürel zorluklardan ve imkansızlıklardan" sözeden hapsedilmiş zihniyetlerin cevapları idi. 

Bu zihniyetten; iyiniyetli olsa dahi; en fazla ehven-i şer milliyetçisi çıkabileceğini söylemek için kahin olmak gerekmez. 

Bu toplantı sonrasında bir kez daha gördüm ki; 

Bu devleti bizim adına yönetme durumunda olan kadroların hepsi önlerine konan Mobius düzlemine mahkum karıncalar...

Binyıllık üniformayı üzerinde taşıdığını unutup; Milli Egemenliği "ucundan azcık" tartışmaya açanlar;

NATO; 

Hazine Bürokratları IMF; Devletin diğer bürokratları; Medya ve Avanesi ile birlikte AB; İsimli Mobius düzleminde karıncalar misali yürüyüp duruyorlar.

Mobius düzleminin "İslamcı" tarafından yürümeye başlayıp; iktidarın kapıları tek tek önünde açıldıkça İslamcı yüzeyin AB yüzeyine dönüşmesi ile kendini iktidar koltuğunda bulunan Tayyip Erdoğan'ın mevcut ruh hali; "yürü yürü aynı yerde dönüp duruyoruz" psikolojisine kapılan bir karıncanınkinden farklı olmasa gerek. 

Keza; 

Aylardır sağından, solundan tartışıp durduğumuz BOP'da; 

Milletin önüne atılmış; insanı, taraf da olsanız, karşısında da dursanız, hakim gücün parametreleri ile düşünmeye zorlayan ve bu düzlemin ötesine taşıyamayan bir Mobius düzlemi. 

Bu düzleme mahkum bir zihniyetin; düzlemin yaratıcılarının makro planı dışına çıkabileceğini beklemek için hayli naif ve iyimser olmak gerekiyor. 

Bu tarz düzlemlerin ötesinde düşünmenin gerekliliğine dikkat çekenler ve "karıncalara" içine düştükleri çıkmazı işaret edenler ise "komploculukla" suçlanıyor. 

Dengeleri bozmayan ve ister tez, ister anti-tez tarafında olsun, tabldot tablonun çevresinde dönen söylem ve eylemler ise küresel ve yerel gündemin bir noktasında mutlaka kendine bir köşe buluyor. 

Mobius teorileri ne kadar aykırı olursa olsun; en makul "komplo teorilerine" tercih ediliyor.

Sayın Okuyucu; 

Sürülmek İstediğimiz çıkmazı mevcut zihniyetle aşamayacağımız her geçen gün gözümüzün önünde Berraklaşmaktadır. 

Gün; Ehven-i Şer anlayışını bırakıp;

Bütün "Konjonktürel" açıklamalar ve özürler den sıyrılıp;  önümüze konulan Mobius düzlemlerin den sıyrılma günüdür. 

Bunu; Her ağızlarını açışlarında, Türkiye'nin yüz binlerce milyar dolar borcundan söz eden;  AB-D'nin bombalarına, gücüne felik bir hayranlık duyan;

İyi niyetli dahi olsa tek boyutlu düşünmenin ötesine geçemeyen ve Milletimiz ve coğrafyamız adına ancak "karınca" kararınca çözüm üretmekten başka bir ufka sahip olmayan kadroların başarması mümkün değildir. 

19 Mayıs; bu karınca yürüyüşünü terk etme cesaretini gösteren bir Liderin ve kadrolarının; tarihi boyunca karınca yürüyüşüne mahkum olmamış bir Millet'dan aldığı güçle bize hediye ettiği bir armağandır. 

Geçen yüzyılın Mobius düzlemleri ile bugünkiler benzer dinamiklere sahiptir. Bu düzlemler üzerinden yürümeye ikna edilmiş karıncalar da. 

İş Başa Düşmüştür. 

B.G. 

http://acikistihbarat.com/Haberler/987-Haberler-MOB%C4%B0US%20D%C3%9CZLEM%C4%B0NE%20MAHKUM%20KARINCALAR%20-%20Behi%C3%A7%20G%C3%BCrcihan

***