Zeytin Dalı harekatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zeytin Dalı harekatı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Şubat 2020 Pazartesi

Türkiye-ABD Arasında Güvenli Bölge Mutabakatı ve Fırat’ın Doğusu

Türkiye-ABD Arasında Güvenli Bölge Mutabakatı ve Fırat’ın Doğusu





Ali SEMİN.,
www.bilgesam.org
Türkiye-ABD Arasında Güvenli Bölge Mutabakatı ve Fırat’ın Doğusu
www.bilgesam.org
Suriye iç savaşı Türkiye’nin Orta Doğu bölgesine yönelik dış politikasında önemli odak noktası olduğunu söylemek mümkündür. Suriye’de yaşanan savaşın etkisinin artmasıyla beraber Ankara’nın da Esed rejimine karşı izlediği politikalar doğrultusunda bölgemizde çeşitli diplomatik ilişkileri de karmaşık hale getirmektedir. 

Bu bağlamda Suriye iç savaşındaki gelişmeler bölgeyi birçok bloka ayırdığı gibi küresel güçleri de aynı ayrışmaya sevk ettiği söylenebilir. 

Bu durum Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) daimi üyeler (ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya) arasında da güç mücadelesine dönüşerek uluslararası toplumu da etkilemektedir. Özellikle Esed rejiminin aleyhine alınmak istenilen karaları veto eden Rusya ve Çin gibi BMGK daimi üyeleri arasındaki rekabeti de gün ışığına çıkarmıştır. Bu bağlamda Türkiye’nin 2011 yılından bu yana Suriye iç savaşında izlediği politikalara bakıldığında, PKK/PYD-IŞİD gibi terör örgütleriyle mücadeleyi önceleyerek Esed’in devrilmesi, güvenli bölge-
uçuşa yasak bölgenin oluşturulması ve ılımlı silahlı Suriyeli muhaliflerin eğitilmesi gibi öneri / planlarını gündeme getirse de uluslararası güçlerce 
yeterince destek alamadığı ifade edilebilir.

Türkiye’nin önerdiği güvenli bölgenin, mevcut uluslararası güvenlik sisteminde BMGK’ nın kararlarının sonucunda oluşturulması ehemmiyet kazanmaktadır. Çünkü Irak’ın Kuveyt’i işgalinin ardından Saddam rejiminin kuzey Irak’a hava operasyonlarını engellemek amacıyla BMGK, 1991 yılında 688 no’lu kararını uygulayarak 36. paralelin kuzeyi ve 32. paralelin güneyindeki bölgeyi Irak uçaklarının uçuşunu yasaklamıştır. BMGK’ nın söz konusu kararıyla Kuzey Irak’ta güvenli bölge tesis edilmiştir. Şu noktaya dikkat çekmekte yarar vardır; başlangıçta Türkiye, güvenli bölge-uçuşa yasak bölge planı tamamen Esed rejiminin sivillere karşı düzenlediği saldırıları önlemek gayesiyle önermiştir. Türkiye’nin ilk kez gündeme getirdiği güvenli bölge planının Saddam döneminde Irak’ın kuzeyindeki uçuşa yasak bölge ilanına benzer bir planı olduğunun 
altını çizmek gerekir. Türkiye’nin başlangıçtaki planı oluşturulmaya çalışılan güvenli bölgenin Türkiye-Suriye sınırındaki Suriye toprakları içerisinde 
yer alan Azez-Cerablus hattı boyunca 98 kilometrekare uzunluğa ve 45 kilometre derinliğe sahip bir alanda inşa edilmesiydi. Türkiye bahse konu 
güvenli bölge planının 24 Ağustos 2016 tarihinde başlattığı Fırat Kalkanı Harekâtı ve Ocak 2017’deki Zeytin Dalı Harekatı (Afrin’i YPG’den temizlemesi) ile birlikte güvenli bölge planının boyut-kapsam ve jeopolitik alanın da değiştiğini söylemek mümkündür. Türkiye bilhassa oluşturmaya çalıştığı bölgenin sınırındaki PKK/PYD/YPG ve IŞİD terör örgütlerinden tamamen arındırılmış bir güvenli bir bölge planlamaktadır. 

Başka bir ifadeyle Türkiye’nin ikinci aşama olarak adlandıracağımız güvenli bölge planının Fırat’ın doğusunda ve Suriye’nin kuzeydoğusunda ABD ve müttefikleri nin kurduğu PKK/YPG terör örgütü kantonlarını ortadan kaldırmaktır. Bu durumda Türkiye Suriye ile olan sınırındaki terör tehdidinin önüne geçecektir.

   Aslında Türkiye, 24 Temmuz 2015’te PKK/YPG-IŞİD terör örgütlerine yönelik hava operasyonları başladıktan sonra ABD ile güvenli bölge planı görüşmelerini başlamıştır. Hatta IŞİD’e karşı mücadele edilebilmesi için ABD’nin isteği üzerine Türkiye, uluslararası koalisyona İncirlik üssünü Suriye’de güvenli bölge ve uçuşa yasak bölgenin ilan edilmesi karşılığında açmıştır. Ancak İncirlik üssünün uluslararası koalisyon güçlerinin kullanımına açılmasına Türkiye tarafından izin verilmesinden sonra ABD, güvenli bölge yerine IŞİD terör örgütünden arındırılmış bölgeler kavramını gündeme getirmiştir. 

   Bu bağlamda Ankara’nın Suriye’de inşa edilmesini istediği güvenli ve uçuşa yasak bölge şartlarına ilişkin, Washington’ın sürekli temkinli ve tereddütlü olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumun temel sebebi ise, ABD’nin askeri eğitim, danışmanlık, silah ve lojistik destek vererek Fırat’ın doğusunda ve Suriye’nin kuzeydoğusunda özerkliğe doğru ilerleyen PKK/YPG terör örgütünü koruma altına almak amacı yatmaktadır. 

Ankara-Washington Güvenli Bölge Planında Anlaşabilir mi? 

Fırat’ın doğusunda ve Suriye’nin kuzeydoğusunda güvenli bölge oluşturulması için 5-7 Ağustos 2019 tarihlerinde Ankara’da Türk ve ABD heyeti arasında oldukça kritik bir görüşme gerçekleşti. Görüşmede Türkiye’nin ABD ile vardığı mutabakatın üç aşamadan oluştuğu duyurulmuştu. 

Birinci Aşama Türkiye’nin güvenlik endişelerinin giderilmesi,

İkinci Aşama güvenli bölgenin tesisi için Türkiye-ABD ile birlikte Müşterek Harekat Merkezi’nin kurulması,

Üçüncüsü ise, Güvenli bölgenin bir barış koridor olarak yerinden edilmiş Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönüşlerini sağlamak.

Yukarıda belirtilen mutabakatın Türkiye’nin endişelerini tamamen karşılamadığını söylemek mümkündür. Çünkü Türkiye’nin istediği PKK/YPG’den arındırılmış bir güvenli bölgedir. ABD’nin istediği ise Türkiye-Suriye sınırında 

   “Türkiye, 24 Temmuz 2015’te PKK/YPG-IŞİD terör örgütlerine yönelik hava operasyonları başladıktan sonra ABD ile güvenli bölge planı görüşmelerini başlamıştır. Hatta IŞİD’e karşı mücadele edilebilmesi için ABD’nin isteği üzerine 
Türkiye, uluslararası koalisyona İncirlik üssünü Suriye’de güvenli bölge ve uçuşa yasak bölgenin ilan edilmesi karşılığında açmıştır. ”

    PKK/YPG ile Türkiye arasında bir tampon bölgenin oluşmasıdır. Fakat Türkiye’nin istediği Fırat’ın doğusunda ve Suriye’nin kuzeydoğusunda 
oluşmakta olan PKK/YPG özerkliğinin sonlanmasıdır. Bu durumu Amerikalılar bulandırarak Türkiye’ye ağır silahları YPG terör örgütünün elinden almak veya Fırat’ın doğusunda Türk Silahlı Kuvvetleri ile ABD askeri unsurları arasında havadan ve karadan ortak devriyeye dönüştürerek zaman kazanmaya çalıştığı açıktır. 

   Aslında Türkiye özellikle 20 mil ve 32 km derinlikte Suriye-Irak sınırının Malikiye sınırına kadar uzanan 140 kilometrelik uzunlukta bir güvenli 
bölge kurmaktır. Bu nedenle ortak devriye gibi adımların atılması Türkiye’nin endişelerini giderecek tatmin edici bir yol haritası çizmemektedir. 

   Bu çerçeveden bakıldığında Amerikalıların Ankara’ya önerdiği güvenli bölge planı 5 km ile 15 km derinlikte bir alanda kurulmasıdır. Şayet Türkiye’nin Amerikalıların sunduğu planı kabul etmiş olursa YPG’liler tamamen Amerikalıların koruması altında kendi bölgelerinde şu andaki özerk ya da kanton bölge olarak oluşturdukları bölgeleri meşrulaştırmış olacaktır. Türkiye onun için bu tür planlara karşı çıkmaktadır. Peki Amerikalıların güvenli bölge konusunda tüm manevralarına rağmen neden Türkiye şuana kadar Fırat’ın doğusuna ve Suriye’nin kuzeydoğusuna yönelik herhangi bir adım atmıyor? Sorusu kafaları karıştırmaktadır. Bu sorunun esas cevabı şudur; Türkiye özellikle Amerikalıların samimiyetini test etmek istemesinden kaynaklanmaktadır. Bu sebeple Ankara ABD ile üç madde konusunda mutabık kaldıklarını açıkladılar. Şu hususa dikkat çekmekte yarar vardır; Türkiye daha önce de Amerikalılarla buna benzer bir mutabakatı somut bir örnek olarak Menbiç’te yapmıştı. Haziran 2018’de ABD ile Türkiye arasında Menbiç mutabakatı konusunda kentin etrafında ortak devriye gezmeleri ve Menbiç’teki YPG’lilerin çıkarılması gibi bir anlaşma sağlanmıştı. ABD Menbiç mutabakatını tamamen uygulanmasına yanaşmamıştır. Çünkü Menbiç mutabakatına göre kentin idari ve güvenlik yönetimi tamamen yerli halka verilecekti. Bütün bu sebeplerden dolayı Türkiye güvenli bölge mutabakatı konusunda daha temkinli davranmaktadır.

Yukarıda belirtilen hususlar doğrultusunda, Aslında Türkiye’nin A planı diplomatik yollarla Amerikalılarla anlaşmaya varıp, Fırat’ın doğusunda 
ve Suriye’nin kuzeydoğusunda tamamen güvenli bölge ilan ederek bölgeyi büsbütün YPG terör örgütünden temizlemektir. Türkiye’nin ABD ile vardığı mutabakat noktaları konusunda herhangi bir ilerleme kaydedilmezse Ankara’nın B planı tek taraflı sınırlı da olsa bir askeri operasyon olabileceğini söylemek mümkündür. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin zaten şu anda sınırda ciddi bir asker yığınağı mevcuttur. Bu nedenle eğer ki Amerikalılar Ankara ile varılan mutabakata sadık kalmazsa Türkiye B planını hayata geçirecektir. 
Türkiye’nin C planı ise Fırat’ın doğusunda ve Suriye’nin kuzeydoğusunda tamamen kontrol ettikten sonra güvenli bölgeye dönüştürüp Türkiye’de bulunan Suriyeli mültecilerin büyük bir kısmını bölgeye intikal etmesini sağlamaktır. 

    “ Türkiye 4 milyona yakın Suriyeli mültecilere 37 milyar dolar harcamıştır. 

Bu nedenle Türkiye Suriyeli mülteciler konusunda çok ağır yükün altındadır. Dolayısıyla Türkiye’nin bu mültecilerin en azından planlanan güvenli bölge 
oluşturulduktan sonra yüzde 60 ila 70’inin kurulan bölgeye geri dönmesini sağlamaktır.”

   Türkiye’nin Suriye’de 3 tane esas stratejisi var. Bunu A,B,C planı olarak değil temel stratejisi olarak nitelemek mümkündür. Bunlardan birincisi ve en önemlisi Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak, ikinci stratejisi, Suriye’deki terör örgütleri özellikle YPG/PKK terör örgütünün Suriye’nin kuzeyinden tamamen çıkarılması ve o bölgenin tamamen güvenli bölge ilan edilmesi, Üçüncüsü ise, Türkiye’de bulunan mültecilerin kurulacak güvenli bölgeye yerleştirilmesidir. Türkiye 4 milyona yakın Suriyeli mültecilere 37 milyar dolar harcamıştır. 

Bu nedenle Türkiye Suriyeli mülteciler konusunda çok ağır yükün altındadır. Dolayısıyla Türkiye’nin bu mültecilerin en azından planlanan güvenli bölge oluşturulduktan sonra yüzde 60 ila 70’inin kurulan bölgeye geri dönmesini sağlamaktır. Çünkü bu durum Suriyeli mültecilerin aynı zamanda Türkiye’deki 
iç kamuoyunda zaman zaman siyasi bir ihtilafa da yol açtığı görülmektedir. Ayrıca zaman zaman toplumsal bir krize dönüşüyor ve Türkiye bunun altından şu anda mümkün olduğu kadar kalkabiliyor, ancak ilerde ciddi toplumsal, güvenlik ve ekonomik sorunlara da yol açacağını bildiği için şu anda bu güvenli bölge planının üçüncü hedefi Suriyeli mültecilerin en az yüzde 60’ının ülkelerine geri dönmesini istemektedir. 

    Bu üç hedef doğrultusunda eğer ki, Türkiye ABD ile vardığı güvenli bölge mutabakatından herhangi bir somut sonuç elde etmezse kuvvetle muhtemel D planı olarak Suriyeli mültecilerin Avrupa’ya gitmesine göz yumarak Avrupa’ya mülteci akınını başlatabilir. Mülteciler Türkiye’nin elinde Avrupa’ya karşı önemli bir kart olduğu söylenebilir.

Sonuç itibarıyla ABD Türkiye’nin güvenli bölge planı yerine Türkiye-Suriye sınırında Türk Silahlı Kuvvetleri ile YPG terör örgütü arasında 5 ila 9 km derinlikte bir tampon bölgesinin kurulmasını benimsemektedir. Öte yandan Türkiye’nin öngördüğü güvenli bölgenin etnik ve mezhepsel yapısı da göz önünde bulundurulmalıdır. Bölgede bulunan Arap, Kürt, Türkmen ve diğer etnik grupların güvenli bölgedeki siyasi, askeri, idari ve mali yapılanmada ortak bir paylaşım içerisinde bulunmalarını sağlamak önemlidir. Suriye’den Türkiye’ye göç edenlerin sayısı Mart 2011’den bu yana 4 milyona yaklaşmıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin güvenli bölge planının temel amaçlarından biri olan oluşturulan bölgeye ülkede bulunan Suriyeli mültecilerin yerleştirilmesidir. Ancak 8 yıldır Türkiye’de yaşayan ve artık ülkeye adeta yerleşmiş gibi görünen Suriyeliler 
(kamptakiler hariç) güvenli bölgeye gitmeyi kabul etmeyebilir. Özetlemek gerekirse; ABD’nin Türkiye’nin planı doğrultusunda 32 kilometrelik derinlikte bir güvenli bölge kurulmasına ve YPG’lilerin kurdukları kantonların ortadan kaldırılmasına Ankara ile tam anlamıyla mutabık kalması mümkün görülmediği söylenebilir. 

“ ABD Türkiye’nin güvenli bölge planı yerine Türkiye-Suriye sınırında Türk Silahlı Kuvvetleri ile YPG terör örgütü arasında 5 ila 9 km derinlikte bir tampon bölgesinin kurulmasını benimsemektedir.”

BİLGESAM Hakkında

BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 

Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine 
yoğunlaştırmaktadır. 
BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel 
düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

Yazar Hakkında
ALİ SEMİN.,
Mart 2011’de BİLGESAM Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı olarak başlamış olduğu görevine, 1 Eylül 2015 tarihinden beri Araştırma Koordinatörü olarak çalışmaları na devam etmekte olan Ali Semin, Orta Doğu siyaseti, Türkiye’nin Ortadoğu politikası, Türk-Irak ilişkileri, Irak’ın iç ve dış politikası, kuzey Irak’ın siyasi yapısı, Türkmenler, Iraklı Kürtlerin bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri, Körfez 
ülke- leri, İran, Suriye, Libya, Mısır, Tunus, Filistin sorunu, Hizbullah ve Hamas konularıyla ilgilenmektedir. Semin, 2012 yılından itibaren Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler doktora programına devam etmektedir.




***

25 Ocak 2019 Cuma

Dört Tarafımız Türkiyesiz dizayn ediliyor

Dört Tarafımız Türkiyesiz dizayn ediliyor



Cahit Armağan Dilek  
23 Kasım 2018


    Türkiye'nin çevresindeki kriz noktalarında gelişmeler görüntüde Türkiye lehineymiş algısı verse de biraz dikkatli bakıldığında Türkiye'nin nihai hedefini bilmediği senaryolara sürüklendiği görülmektedir. Gelin çevremizde şöyle bir tur atalım.

Katar Dışişleri Bakanının Bağdat ziyaretinde Irak, İran, Katar, Türkiye ve Suriye'yi kapsayan 5 ülkeden koalisyon kurulmasını önerdiği bildirildi. Görünürde olumlu bir haber. Ama böyle bir önerinin Katar gibi batılı doğulu tüm devletlerle gizli iş tutan bir devlet üzerinden gelmesi dikkat çekici.

Katar bunu bir başka devletin yönlendirmesiyle mi yapıyor sorusunun cevabını bulmak gerekir. Trump'ın 2017'de S.Arabistan'daki zirvesinde Ortadoğu Stratejik İttifakı kurulması kararı alınmıştı, başına da Suudileri oturtmuşlardı.

Halbuki böyle ittifaklar bölgenin lider ülkesi Türkiye tarafından organize edilmeliydi. Türkiye'nin bu gücünün olduğu ve kamu görevinde olduğumuz dönemlerde bunun strateji dokümanlarına girmesini de sağlamıştık. Devamı gelmedi. Ancak şimdilerde sadece kimin ne yaptığını takip eder, sıklıkla da şikayet eder durumdayız.

İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, bir körfez ülkesine ait askeri bir gücün Suriye'nin kuzey doğusunda Irak sınırına yakın Deyrezzor’a yerleştiğini bildirdi. Haber henüz teyit edilmedi ancak ABD'nin Suriye'ye Arap gücü konuşlandırma planlarını biliyoruz. ABD Fırat'ın doğusuna Türkiye'den önce Körfez ülkelerini yerleştiriyor olmasın?

Fırat'ın batısında operasyon yapıp kontrol altına aldığımız yerlerin kontrolümüz altında olmadığı haberleri geliyor.

Afrin'de TSK'nın ÖSO ile birlikte Afrin'de hırsızlık, gasp ve çete faaliyetleri yapan Şuheda El Şarkıyye (Doğu Şehitleri) grubuna yaptığı operasyon bir süredir Afrin'de çığırından çıkan işler olduğunu teyit ediyor. Diğer taraftan Zeytin Dalı harekatı sonrası yeniden Afrin'e dönen veya Afrin'de saklanmış YPG'lilerin ÖSO'ya yönelik saldırılarını, yerel halka eziyetlerini de dikkate aldığımızda Afrin'de devam eden çatışmalar başka sıkıntıların habercisi gibi.

Fırat'ın doğusunda PYD'nin Arap aşiretlerle görüşerek Türkiye'nin operasyonlarına karşı yanlarında yer almaya çağırdığı haberleri var. PYD'nin görüşmelerde Türk sınır hattında SDG Arap gruplara Türk sınırında devriye yapmasını hatta sınır güvenliğini Esad yönetimine devredilmesini önerdiği söyleniyor.

PYD'nin bu görüşmeleri ABD'den habersiz yapması mümkün değil. Bu durum Türkiye'nin El Bab'tan sonra Menbic'e yönelmesi üzerine batı ve güney sınır hattına Rus ve Suriye askerlerinin konuşlanmasıyla TSK'nın operasyonunun engellenmesine benzer bir süreci hatırlatıyor.

Yani biz ABD ile Rusya'ya mavi boncuklar dağıtırken onlar arkada bizim Fırat doğusuna operasyon  söylemlerinin de boşa çıkarak başka işler pişiriyor olabilir,.

Suriye liderliğinin ılımlı ve terörist grupların İdlib mutabakatını ihlalini sürekli hale getirmeleri üzerine İdlib'e operasyon kararı aldığı ve gün saydığı yönünde haberler sıklaştı. İran'ın da bu kararı desteklediği, Rusya'nın da operasyonu daha fazla geciktiremeyeceği duyumları geliyor.

Nitekim Rusya Türkiye'nin çok çalıştığını ancak yükümlülüklerini yerine getirmediğini  açıkladı. Savunma Bakanı Şoygu Suriye'deki mevcut durum için iki ülkenin hızlı aksiyon alması gerektiğini söyledi. Yani Rusya'nın sabrı tükenmek üzere.

Ancak Astana garantörlerinin 28-29 Kasım'daki 11. toplantısının bekleneceği ifade ediliyor. İdlib'de de zaman daralıyor.

Kaşıkçı cinayeti nedeniyle yerli yabancı tüm medyanın hedefe oturttuğu Suudi veliaht prens Selman 30 Kasım'da Arjantin'de yapılacak G20 zirvesine katılacakmış. ABD'nin Kaşıkçı raporunu açıklamadan sızdırılan bu bilgi CIA'nın raporu hakkında da .ipucu veriyor. Ve önceki gün Suudi Kral, Prens Selman’ın insan kaynağı geliştirme ve yeni nesli hazırlamaya odaklandığını söyledi. Yani kimse heveslenmesin oğlum kral olacak diyor.

Veliaht prensi G20'de aile fotoğrafında liderlerle el sıkışıp aklanırken göreceğiz galiba. Öyle olursa bu cinayetin esas faturası Türkiye'ye kesilecek gibi.

Batımızda Avrupa Ordusu tartışmaları var. Bu ordunun temeli olacak PESCO anlaşması çerçevesinde AB bir dizi kritik karar aldı. Rum-Yunan ikilisi birçok kritik projede rol almasının yanında sadece ikisinin birliğin ortak istihbarat okulu ile Müşterek Özel Kuvvetler Gücü komutasını projesini üstlenmesi arkalarına aldıkları gücü göstermesi açısından dikkat çekicidir.

Bizimkiler Türkiye'ye rağmen kuş uçmaz, yaprak kıpırdamaz deseler de bölge Türkiye'siz dizayn ediliyor. Türkiye değerli yalnızlığıyla başbaşa bırakılıyor.


https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/dort-tarafimiz-turkiye-siz-dizayn-ediliyor