Osmanlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Osmanlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Kasım 2020 Cuma

12 ADALAR EGE SORUNU ATATÜRK - İSMET İNÖNÜ

12 ADALAR EGE SORUNU ATATÜRK - İSMET İNÖNÜ 



Ortaylı: '12 adaları Lozan'da verdik' demek Cehalettir


18 Ekim 2018 09:49

Kayseri'de 2'ncisi düzenlenen Kitap Fuarı'na 'Onur Konuğu' olarak katılan Prof. Dr. İlber Ortaylı, sevenleriyle bir araya geldi. 

Ortaylı, 

   '12 Adayı Lozan'da kaybettik diyorlar. Bu söz tamamen cehalettir. Bu sözü söyleyen bizim içimizdeki ve Yunanistan'daki bazı yalancılar' dedi.

Ortaylı: '12 adaları Lozan'da verdik' demek cehalettir

   Merkez Kocasinan İlçesi Zümrüt Mahallesi'nde bulunan Kadir Has Kültür Merkezi Salonu'nda gerçekleştirilen konferansa Büyükşehir Belediye Başkanı 
Mustafa Çelik'in yanı sıra çok sayıda davetli, öğrenci ile vatandaşlar katıldı. Kayseri'nin en büyük salonlarından biri olan salonda izdiham yaşanırken, 
merdiven boşlukları ve kulis aralıklarının da dolu olduğu dikkatlerden kaçmadı. Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Çelik, "Geçen yıl salon dar gelmişti. 
Buraya geldik. Bu salonun kapasitesi de malum ama, maşallah vatandaşlarımız buraya da sığmadı. Müthiş bir ilgi var. Herkese teşekkür ediyorum" dedi. 
Kayseri Kitap Fuarı'na 'Onur Konuğu' olarak katılan İlber Ortaylı'nın söyleşisini 2 bin 500 kişinin takip ettiği belirtildi.

' TEL AVİV BİZİM SAYEMİZDE KURULDU '

    Günümüzde İsrail sınırları içinde yer alan birçok şehri Osmanlı'nın kurduğunu ifade eden Prof. Dr. İlber Ortaylı, "19. Yüzyıl'ın Osmanlı coğrafyasını 
maalesef bilmiyoruz. Bu bizim için çok yanlış şeyler getiriyor. O zaman ki Şam'dan, Halep'ten, Beyrut'tan haberimiz yok. Bu salonda bir anket yapsam 
'Beyrut neresi? Nasıl gelişmiştir' desem, çoğu kişi cevap veremez. Beyrut dediğimiz yer bir köydür. Onu, o hale getiren biziz. Bugün ki İsrail'deki şehirlerin 
hangilerini biz kurduk desem. Çoğundan haberiniz yoktur. Yafa, sadece bir iskeleydi. Gemi yanaşamazdı. Yafa'yı mamur hale biz getirdik. Osmanlı geliştirdi. 
Tel Aviv bizim sayemizde kuruldu. Biz müsaade ettik. Geldi, yerleştiler, kurdular. Sultan Hamit döneminde Yahudi gelmedi diyorlar. Bu tamamen yalandır. 
Avrupa'da zulüm gören Yahudiler sığınmak için talepte bulunuyor. Bir kısmı alınıyor. Bir kısmı reddediliyor. Gelenlerin bazıları da beğenmediği için ilk fırsatta 
buradan başka ülkelere gidiyor" dedi.
Yakın Çağ tarihinin, araştırmazlık dolayısıyla tahribatın çok fazla olduğunu da sözlerine ekleyen Prof. Dr. Ortaylı, "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuranlar 
tamamıyla Osmanlı Devlet ricalidir. Ay'dan inmemişlerdir. Osmanlı demek bir millet demek değildir. Osmanlı diye bir millet yok. 'Osmanlıca' zaruretten 
dolayı bürokrasinin geliştirdiği bir dildir. Bir sürü kelime var. Çoğuna Arapça diyorlar. Araba söylesen anlamaz. Osmanlıca, bir düşüncenin, gelişmenin, 
devlet hayatının, bürokrasinin, ilmi ihtiyacının, sosyal bilimler ve iktisat gibi bilimlerini gelişmesi, yeni şeylere bakması için hayatımıza girmiş. 
Bunu ayrı dil diye söylemeyin. O, bürokrasinin dili. Onun için okumuş olmak ve halkın anlaması lazım. Halk, günlük hayattaki kelimeleri bilir" diye konuştu.

'TÜRK KELİMESİ IRKÇILIK ANLAMINA GELMİYOR'

'Türkler' kelimesinin ırkçılık anlamına gelmediğini de ifade eden Prof. Dr. İlber Ortaylı, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Devlet isimleri, ya kurulduğu şehrin adını taşırlar Roma İmparatorluğu gibi, yahut hanedanın adını taşırlar Sasaniler, Abbasiler, Emeviler, Selçuklu 
veyahut Osmanlı. Bunun düpedüz millet adına dönüşmesi biraz zorlamadır. Muhtelif unsurlardan oluştuğumuz için devletin adı böyle çıkmıştır. 
Yani bir vatandaşlık gibi çıkmıştır. Zaten o imparatorluk parçalandı, geriye Türkler kaldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Türkiye olarak kuruldu ve 
ondan sonra da yerleşti daha Osmanlı İmparatorluğu ortadan kalkmadan. Çünkü çifte idare vardı biliyorsunuz, 1922 Kasım’ına kadar. 

Ondan sonra da bugünkü Türkiye Devleti adı oldu. Adı ırkçı yaklaşımla söylenmemiştir, bu çok açıktır. Fransa nasıl sadece Frank’ların ülkesi değilse 
ama herkesi içeriyorsa. Hiçbir kimse kalkıp da ‘Vay faşist Fransa’ demiyor. Demekki burada başka bir şey var."

12 ADALAR TARTIŞMASI

    Yunanistan'ın batı devletleri tarafından sürekli korunduğunu da ifade eden Ortaylı, "Türkiye devleti kurulurken bazı şeyleri kabul etmek zorunda kaldı. 
Mudanya Mütakeresi ve Lozan'da müthiş bir kavga çıktı. Lozan'da bize hiç kimse, süngüyle girmediğimiz, restore etmediğimiz haritamızı ve haklarımızı 
restore etmediğimiz bir memleketi vermez. Tarihte böyle memleketler vardır. Bunlardan bir tanesi Yunanistan'dır. Her zaman başka kuvvetler tarafından 
korunur. Hatta kaybettiği bir şekilde iade edilir" dedi. Lozan Antlaşması tartışmalarından da bahseden Prof. Dr. Ortaylı, 

"O zaman İngiltere ve Fransa, kolay kolay Yunanistan'dan Türklere toprak vermezdi. Yunanistan karlı çıkardı. Atina'ya yanaştık. 
Oradan mütakere imzalandı. Lozan'da süngü nerede bitiyorsa orayı verirler bize. '12 adayı Lozan'da verdik' demek cehalettir. Gidin lütfen haritaya bakın, doğru dürüst tarih okuyun. Lozan'da 12 adaların işi yok. Onlar çoktan zaten elden gitmiş. Londra ve Uşi Antlaşmaları'nda elden gitmiş. 

   Bunu söyleyen 2 takım var. 
Birincisi, bizim içimizde olanlar, Allah onları ıslah etsin İkincisi de Yunan uydurukçuları. Yunanistan'daki ve buradaki yalancılar bir araya geliyor, adı da '12 adayı Lozan'da verdik' oluyor. 12 adaları Lozan'da vermedik. Musul'u da vermedik. O zaman, Musul'da değildik. 
Musul bizim değildi. Halep'i de vermedik. Orada da değildik. Niye verelim. Milletin inisiyatifi olmasa, Hatay, Maraş ve Urfa'dan bu tarafa geçecektik" ifadelerine yer verdi.

'KAYSERİLİLERİN TARİHİ GÖRÜŞÜ KİRLENMEYE BAŞLADI'

Osmanlılar döneminde Kayseri sanayisinin gelişmişliğinden bahseden Ortaylı, "Osmanlı coğrafyasını bilmezseniz ve sloganlarla öğrenirseniz 'Bu imparatorlukta hiç sanayi yoktu' dersiniz. Ben bunu bir devlet adamından duydum, bir eski başbakandan ama doğru değildir, sanayi vardır, ihracat bile yapıyorlardı. 
Kayseri'de sanayi vardı, bunu Kayserililer bilmiyor, en fazla 'Bizim burada halı dokuturlardı' derler. Halı dokutmanın ötesinde işler vardı. 

Metal dokuma sanayisi üst düzeydeydi. Burada metal, büyük olmayan bir sanayi vardı. Top fabrikaları yoktu ancak sanayi vardı ve bunlar ihraç ediliyordu. 
İhracattan dolayı demiryolu gelmesi söz konusu olunca Ankara'ya kadar geleceği duyulunca, Kayserililer ayaklandı, 'bize gelmeyecek mi?' diye. Berlin'e, 
Hamburg'a kadar mal satıyorlarmış. Buradan giden kumaşı, halıyı, metal eşyayı, kuru meyveyi ve tabi ki pastırmayı, çoğu kişi bilmiyor. 

   Belki bunlar silah satmaya, otomobile benzemez ama bir üretimdir, mamuldür. Gelir getirir. Kayseri'deki taş konaklar yıkıldı. Yerine devasa binalar yapıldı. 
1962'den beri bu şehri bilirim. O Kayseri gitti, bu Kayseri geldi. Afiyet olsun. İkisi aynı olmadığı için, Kayserililerin tarihi görüşü kirlenmeye başladı" diye konuştu.
Program sonunda Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Çelik tarafından Prof. Dr. İlber Ortaylı'ya hediye verildi.


***

20 Mayıs 2020 Çarşamba

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NİN YENİDEN YAPILANDIRMA STRATEJİSİ: DENİZ HÂKİMİYETİ TEORİSİ'NDEN DENİZ HEGEMONYASINA GEÇİŞ. BÖLÜM 2

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NİN YENİDEN YAPILANDIRMA  STRATEJİSİ: DENİZ HÂKİMİYETİ TEORİSİ'NDEN DENİZ HEGEMONYASINA 
GEÇİŞ. BÖLÜM 2




Deniz Gücü, yerel destekten bağımsız bir şekilde çalışma yeteneği ile büyük avantaj sağlamaktadır. Her deniz kuvveti; kuvvet yapısı, teknoloji, istihbarat ve birlikte harekâtın sağladığı alışkanlıkların bileşiminden oluşan sinerjiden faydalanabilir.50 Donanmanın kullanım amaçları şöyledir;

Varlık gösterme ve caydırıcılık
Barış Operasyonları
İnsani Amaçlı Operasyonlar
Serbest Seyir İmkânının Sürdürülmesi
Denizde Polis Denetimi
Çevresel Operasyonlar
Ambargo
Savaş Dışında Kalan İnsanların Tahliye Operasyonu

Ticarî denizcilik ile donanma da karşılıklı olarak birbirlerine bağlıdır; endüstri, pazarlar, deniz ticareti, donanma ve üslerin sırası, birbirleri ile olan ilişki derecelerine göre belirlenmiştir.

Deniz gücünün küresel önemine, İran’ın bir saldırı olması durumunda, Hürmüz boğazını petrol trafiğine kapatacağına ilişkin açıklamasına karşılık ABD donanmasının körfezi açık tutmak için tatbikat hazırlığına başlaması örnek olarak verilebilir. Çünkü dünyada deniz yoluyla taşınan ham petrolün yüzde kırkı buradan geçmektedir.51

Uluslararası Denizcilik Bürosu’na göre son yıllarda korsan saldırılarında büyük bir artış olmuş; ilk sırada Somali, ikinci sırada Nijerya yer almıştır. Buna karşılık ABD 5. Filosu’nun merkezi Bahreyn`de bulunurken, Hint Okyanusu’ndaki Diego Garcia Deniz Üssü de ABD’nin en önemli merkezlerinden birisidir.


Harita-8: ABD’nin Askeri Üsleri ve Konuşlanmış Birlikleri.52

Livezey deniz gücü stratejisinin uygulama alanını şöyle belirtmiştir: “Tarihi dikkatle okuyunuz, uluslararası sorunları, akıllıca değerlendiriniz. Gerçek bir tarihî perspektif, görüş sağlayınız. Denizde kâfi kontrolü sağlama ilkesi ile birlikte, ulusal ticaret, ulusal refah ve ulusal büyüklük arasındaki aşikâr bağlantıları değerlendiriniz. Dünya koşulları değiştikçe, bunun ulusal politikaları değiştireceğini realize etmeyi öğreniniz. Kendinize düşen rolü oynayınız ve buna gereken değeri veriniz. Büyük Britanya ile dostane ilişkilerin yollarını arayınız. Mükemmel bir dünyadan bahseden sahte Mesihlere aldırmayınız yanlış yola
sürüklenmeyiniz. Kesinlikle ve tam zamanında görevlendirilmiş bir kuvveti adilane bir şekilde kullanmaktan korkmayınız. Hıristiyan uygarlığı, Doğu Asya'nın şiddetli saldırılarına karşı savunmaya hazırlıklı olunuz. Gelecek kuşakların güven vericileri olarak ihmal suçlarının, görev suçlarına oranla, daha tehlikeli olabileceğini anlayınız; genişleme politikasının faydaya dönük bir şekilde kullanılması ile yalnız ulusal değil dünya refahını da geliştirileceğinin idraki içinde olunuz.”53

Mahan denizlerden karalara doğru bir kuşatma öngörürken, Monroe doktrininde de mevcut olan yalıtım politikasına ilave olarak Pasifik açılımı ve denizden ABD’ye yönelik tehlikeler için Hawai Adasının önemi, Panama Kanalının açılması, Karayiplerin kontrolü hususlarını dikte ettirmiştir. Tespit ettiği stratejik noktalar ile uzun kollu boksör misali kıtadan her türlü harbin uzaklaştırılması sağlanacak tır.54 Paul Kennedy’nin tabiriyle, ‘sandalye stratejisti ‘hayattan kopuk stratejist yöntemi ile masa başında oturarak küresel ilişkilerin kurulması mümkün değildir.55

ABD, Panama Kanalı vasıtasıyla Atlantik ve Pasifik donanmalarını birlikte kullanma şansına sahiptir ve bu sayede Panama Kanalı, ABD’nin deniz gücünün merkezini teşkil etmektedir.

Fransa; hem kuzeyde hem de güneyde, Rusya; Baltık Denizi ve Karadeniz'de ayrı ayrı donanmalar bulundurmak mecburiyetinde kaldıkları için donanmalarını ABD ve İngiltere gibi merkezi bir konumda toplayamamaktadırlar. Geçmişte İngiltere, İngiliz Kanalı' ile Almanya'yı, Cebelitarık ile Fransa'yı kontrol etme imkânına sahip olmuştur. Bugün bu politikayı ABD uygulamaktadır. ABD, 

İngiltere ve Japonya gibi ada devletlerinin kara tehdit algılamaları bulunmamakta; buna karşılık, Fransa, Almanya gibi devletlerde olduğu gibi
Türkiye’nin kara tehdit algılamasına göre ordusu şekillenmektedir.
Ülkelerin deniz gücü hammaddelerinden birisi de nüfustur. ABD’nin nüfusu 1950-2000 arasında neredeyse ikiye katlanmış, 2050 yılına kadar nüfus artışının devam etmesi beklenmektedir. Rusya, Almanya, Japonya ve İngiltere nüfus açısından durgunluğa girmiş, bu devletlerin dünya siyasetindeki etkinlikleri de II. Dünya Savaşı ile birlikte zayıflamıştır.

Avrupa toplumlarının fazla nüfusunu Amerika kıtasına aktarması, Avrupa’da dinamizmi durdurmuştur. Dünya Savaşları ile meydana gelen maddi ve manevi zararlar öylesine büyük oldu ki, Avrupa XVIII -XIX. yüzyıllarda kazanmış olduğu birçok etkinliğini kaybetmiş oldu.

Avrupa ne kadar kudretten ve gösterişten düşmüşse, karşı kıyıda ABD o derece, XX.-XXI. yüzyılı simgeleyecek şekilde güç kazanmıştır. Küresel bayrak yarışında bayrak, öncelikle geçen yüzyıllarda Asya’dan Avrupa’ya devredilmiş, son yüzyılda da Avrupa’dan da ABD’ye geçmiştir. 1840’tan 1930’a kadar ABD, Avrupa’dan 35 milyondan fazla insan kütlesini kendine çekmiş, XVIII. yüzyılın başında 5.308.000 kişiden oluşan ABD’nin nüfusu 1900 yılında 75.995.00056, 2013 yılında 313.900.000’e ulaşmıştır.

Kendisine ABD politikasını hedef alan Almanya’nın nüfus yapısı müsait olmadığından “ihtiyar ülke” olma tehlikesi de mevcuttur. ABD ise halen genç bir ülke olup sürekli dünyanın genç nüfusunu kendisine çekmektedir.57 Denize açılan bir milletin nüfusu hem kalabalık olmalı, hem de bu nüfusun büyük bir bölümü denizciliği meslek seçmelidir. Bir devletin barış zamanındaki ticareti, onun bir deniz savaşında ne kadar dayanabileceğini gösterir. Gerek barış zamanında gerek savaş zamanında, denizciler için gerekli yeteneklere
sahip çok sayıda kişiye ihtiyaç vardır.58

Mahan’ın ortaya koyduğu iddialar Theodore Roosevelt ve Henry Cabot Lodge’u kendine çevirmiştir. Roosevelt, Mahan’ın yazılarıyla, denizler ötesine yayılma politikası için ABD kamuoyunu kendi tarafına çekme yolunda deniz gücü teorisini kullandı. ABD’de 1890’larda Mahan’ın etkisiyle büyük bir gemi inşaatı programı Roosevelt tarafından başlatılmıştır.59

Modern Avrupa’nın doğumunu hazırlayan ortaçağ uygarlığının kalıplarını çatlatan ruhani güçtür.60 ABD’de zihniyet değişimi ise XIX. yüzyılın sonunda gerçekleşmiş, bu zamana kadar kıyı savunması ve ticaret gemilerine saldırı teorileri, ABD’nin deniz stratejisinin gelişimini engellemiştir.61 ABD’nin başarısını açıklayan bazı unsurların şöyledir: bir serbest piyasa ekonomisinin varoluşu ve müteşebbislerin ayrıma tabi tutulmayışı; münakaşa etme ve denemenin özgür olması; ilerlemenin mümkün olduğu inancının yerleşmiş olması; soyuta değil uygulamaya dönük olana önem verilmesi; dinsel dogmalara ve geleneksel halk kültürüne karşı çıkan bir rasyonalizmin bulunmasıdır.62

Mahan’a göre dışarıya bakış neleri içermeliydi sorusunun cevabı şöyledir: En önce, Amerikalıların, deniz sorunlarına karşı olan zihnî tutumları bakımından, temelde bir değişiklik içine girmelerini gerektiriyordu. Bu yalnız iç problemlerle uğraşılmaması anlamını taşıyordu; modern bir donanma ile yeteri kadar sahil savunma tesislerinin inşasını zorunlu kılıyordu; özellikle Panama Kanalı başta olmak üzere, bazı üslerin işgal edilmesi anlamını taşıyordu; ABD deniz taşımacılığı konusundaki menfaatlerinin yeniden canlandırılmasını kastediyordu. Kısacası, Birleşik Devletlerinin bir dünya gücü olarak, hak, vazife ve sorumluluklarının gerçekleştirilmesi mevzuunda, günün yeni ve değişen şartlarının tanınmasını lüzumlu kılıyordu.63

Kennedy, Kuzey Avrupa ülkelerinin deniz gücü konusunda zafiyet göstermekte olduğunu belirterek, Uzak Doğu devletlerinin donanmalarındaki artışı, XV. yüzyılın sonunda Avrupa’nın Uzak Doğu ülkeleri karşısında güçlenmesine benzetmiştir. Bu şekilde devam etmesi halinde XV. yüzyılda yaşanan tarihi kırılma ve Avrupa’nın yükselişinin tersi bir durumun XXI. yüzyılda söz konusu olabileceği konusunda herkesi uyarmıştır.64

III. ABD GÜCÜ İLE İLGİLİ ÖNDE GELEN KAVRAMLAR

   Güç; niteliği, niceliği, ölçülebilirliği, alanı, hedefi, etkileme kapasitesi gibi pek çok boyutla değerlendirilir. Temelde iki ana teorik yaklaşımdan birincisi; güç olgusunu askeri güce indirgeyen neo-realistler, diğer tarafta; güç olgusunu ekonomik yapı ve karşılıklı bağımlılık olgularıyla ele alan neo-liberallerdir.65

   Davutoğlu’na göre özellikle XX. Yüzyılın sonlarına doğru etkisini artıran karşılıklı bağımlılık olgusu, güç tanımlaması ve algısını çok daha karmaşık bir hale sokmuştur. Ayrıca ulusdevletlere meşruiyet zemini sağlayan modern ideolojilerin etkilerini kaybetmesi ülkelerin uluslararası konumlarını etkileyen bir yeniden tanımlama süreci başlatmıştır.66

ABD gücüne yön veren unsurlardan birisi “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi”dir.

Buna göre ABD, küresel gücünü koruyabilmek için olası rakiplerini güçlenmeden etkisizleştirmek ve küresel enerji kaynaklarını kontrolü altında tutmalıdır. Kamuoyu desteği için de “Ortadoğu’nun demokratikleşmesi” alt hedefini, üst hedef olarak göstermeye çalışmaktadır. Buna göre Ortadoğu siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel olarak “yeniden yapılandırma” sürecine koyulmuştur.

ABD gücünü tarif etme çabası ile ortaya çıkan bir başka tanımlama ise: “Yumuşak Güç” (Soft Power) ve “Sert Güçtür” (Hard Power). Nye’e göre, Amerika Birleşik Devletleri’nin gücünü sürdürebilmesi için “Yumuşak Gücü”ne önem vermesi gerekmektedir.67 
Ancak buradaki vazgeçilmez unsur, yumuşak güç ancak sert güç var oldukça etkilidir. Yani havucu bir elinizle gösterebilmeniz için diğer elinizle sopayı arkanızda saklamalısınız.

Amerika Birleşik Devletleri gücünün son aşamada tanımlamada kullanılan terim hegemonyadır. Bu kavram, özellikle Soğuk Savaş’ın yumuşama sürecinde tartışılmaya başlanmıştır. Bazı uluslararası ilişkiler düşünürüne göre, İkinci Dünya Savaşı’ndan 1970’li yıllara kadar dünya sisteminde, ABD’nin egemen olduğu hegemonik bir sistem mevcut olmuştur.68 Her ne kadar bu tarihten itibaren güçler dengesinin değiştiği ve hegemonik dünyanın yerine karşılıklı bağımlılığın ortaya çıktığı savunulsa da günümüzdeki ve son 50 yıldaki durum sadece hegemonya kavramına bakış açısının değiştiğidir. ABD hegemonyasının bittiğini savunanlar bu düşüncelerini 1970’lere giderek söylemelidirler,
çünkü onların bahsettiği “20. YY hegemonyasıdır” ve o düşünce 20. YY’ da kalmıştır. Nasıl ki 21. YY, 20. YY’ dan çok büyük oranda farklıysa “21. YY hegemonyası” da o derece farklıdır ve bizim bahsettiğimiz “ABD’nin 21. YY hegemonyasının devam ettiği”dir.

  Hegemonya kavramını ilk kullanan Gramsci, toplumsal aktarımların bir sonucu olarak bir hegemonik sınıfın yerini bir başka hegemonik sınıf almaktadır. Devlet, egemen sınıfın, hegemonyasını sürdürme aracıdır. Hegemonya aynı zamanda bir devletin diğeri üzerindeki hâkimiyetidir.69

Nye’ e göre, uluslararası güç arenasında yürürlükte olan normları ve düzenlemeleri dikte etmek hegemonya anlamına geliyorsa, Amerika Birleşik Devletleri’nin, Uluslararası Para Fonu’nda güçlü bir konuma sahip olsa bile başkanını tek başına seçememesi veya Kara Mayınları Antlaşması’na karşı çıkmış olmasına rağmen, imzalanmasını önleyememesi onun hegemonik güç olduğunu tartışmalı hale getirmektedir.70 Ancak Nye’ın belirttiğinin aksine zaten ABD, antlaşmaya sadık kalmayarak sistemin açıklarından faydalanıp antlaşmalar
üzerinde oynamalar ile durumu kendi lehine çevirmektedir. (Irak Savaşı örneği)

Wallerstein’a göre modern devlet sistemi tarihinde üç hegemonik güce rastlanmaktadır; XVIII. yüzyıldaki Hollanda, XIX. yüzyıldaki İngiltere ve XX. yüzyıldaki ABD’dir. Bunların hegemonik güçleri askeri güçlerin ötesinde, sermaye birikiminden faydalandıklarından ekonomik güçlerine dayanmaktadır.71 

Bu görüşte hegemonik güç, güvenlik askeri güç gibi kavramları görmezden gelinmiştir.

Brzezinski, ABD’yi imparatorluğa benzetmiş, Roma İmparatorluğu ile kıyaslamıştır. Bu iki devletin benzerlikleri ikisinin de ülke dışında yaklaşık olarak 300 000 bin civarında askerinin bulunmasıdır. Farklılık ise Roma’da hiyerarşik bir yapı varken ABD’de ise demokratik bir yapı vardır. Bu demokratik yapıyı ABD’nin küresel hegemonyası karşısında bir engel olarak görse de72 Temsilciler Meclisi ve Senato ile demokrasi sınırlandırılmış ve Roma gibi ülke çıkarlarını öne çıkaran kanunlar oluşturulmuştur.

ABD’yi imparatorluk olarak gören Edward Said, İskoçyalı imparatorluk tarihçisi V. G. Kiernan’ın; “Bütün modern imparatorluklar birbirlerini taklit eder” sözünü dikkate alarak; ABD’nin çıkarlarını gördüğü topraklarda yerleşimler kurmak, buraları gözetim altında tutmak için sıkı bir çalışma içine girerek yaptıklarını imparatorluk anlayışı ile bağdaştırmaktadır.73


SONUÇ

ABD’nin önümüzdeki 20 yılda hegemonyasını artıracak olan deniz askeri gücü gelişmeleri şu şekildedir;74

İki yeni Gerald R. Ford sınıfı uçak gemisi inşa etmektedir. İkinci geminin 2018’e kadar hizmete girmesi planlanmaktadır.

Viginia sınıfı onuncu denizaltı 2013 yılında hizmete girecek olup 30 adet denizaltının daha sırasıyla hizmete girmesi planlanmaktadır.
Balistik Füze Savunması yetenekteki gemi sayısının 32’ye çıkarılması planlanmaktadır.

Zumwalt sınıfı muhribin 2014’te donanmaya katılması beklenmektedir.
45.000 tonluk Amfibi Hücum Gemisi America’nın (LHA-6) 2013 yılı içerisinde teslim edilmesi beklenmektedir

2013 yılı içerisinde ise P-3 Orion deniz karakol uçakları P-8 Poseidon deniz karakol uçakları ile yer değiştirmeye başlayacaktır.

Harita 9- Zumwalt Muhribi’nin, Eylül 1950 Kore Savaşı Incheon
Muharebesi'nde Kullanıldığı Durumu Gösteren Jenerik Harita 75

Yukarıdaki jenerik haritada, Eylül 1950 Kore Savaşı Incheon Muharebesi'nde Zumwalt Muhribi kullanıldığı takdirde savaşın 18 gün yerine 3 günde nasıl sonuçlandırılacağı belirtilmiştir. Destroyerler 85 milden radara dahi yakalanmadan tüm düşman hava savunmasını yok etmektedirler. Diğer muhriplere göre 20-30 metre daha uzun ve 10 metre daha geniş olan Zumwalt, buna rağmen radarda diğerlerine göre 50’de bir kadar radar ekosu oluşturmaktadır. Özellikle “Hava Savunma Harbi” için kullanılan Arleigh Burke sınıfı muhriplerin modern hali olan Zumwalt, “Sığ Sularda Harekât” için kullanılabilecek, kara hedeflerini uzak mesafelerden etki altına alabilecek, aynı zamanda lazer ve elektromanyetik ray silahlarının deneme platformu olacaktır.76

   En son yaşanan Suriye Krizi’nde, hâlihazırdaki durumu incelediğimizde, tüm dünyanın gözü ABD’nin hazırlıklarına takıldı. Öyle ki Akdeniz’e kıyısı olan devletler veya denizcilik geleneğinin temsilcisi İngiltere dahi ABD’nin yaptığı güç gösterisinin gölgesinde kaldı. Deniz gücü sayesinde, şu anda dahi böylesine hegemonyasını hissettiren ABD, yukarıda örneklem olarak ele aldığımız Zumwalt sınıfı muhrip ile lazer ve elektromanyetik ray silahları envanterine girdiğinde tüm teorileri değiştirecek bir güce sahip olacaktır. Görünen o ki, İbn Haldun’un “devletler de tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölür.” sözü belki de ABD için istisna olacak ve bu muazzam güç sadece bir dünya savaşında orantısız güç veya “dönüm noktası”77 sonucu ortadan kalkacaktır. En güçlü rakip olma ihtimalindeki Çin’in dahi teknolojide bu seviyeye ulaşması on yıllarını alacak ancak bununla beraber deniz gücünün diğer etmenlerini sağlaması belki de uzun vadede gerçekleşecektir.

   Strange, en uzun ömürlü imparatorlukların, merkezlerinden imparatorluğu yönetme kabiliyetine sahip olduklarını; buna istinaden, Gramsci’nin hegemonya kuramına dayanarak, merkezdeki yöneticiler ile “çevre”deki katılımcı müttefik ve ortakları arasındaki ayırımı gözden saklamayı becerebildiklerini vurgulamaktadır.

ABD, hâlihazırda imparatorluğun bu noktasındadır. Ayırımların giderilmesi çerçevesinde, yabancı pasaportlu işadamları, ABD’nin kültürel vatandaşları arasında yer almaktadır. ABD hegemonyasını güvenlik, üretim, finans ve bilgi yapılarından kaynaklanan, bölgeselliği aşan yapısal deniz gücü sağlamaktadır. Strange’e göre, yapısal deniz gücü, dört temel öğeye dayanmaktadır. Uluslararası politik ekonomide bu unsurlara en fazla sahip olan ülke, en güçlüdür:

Şiddete karşı güvenliklerini tehdit etmek ya da savunmak, inkâr etmek ya da artırmak yoluyla, diğer ülkeleri etkileme yeteneğini elinde tutmak,
Mal ve hizmet üretim sistemlerinin kontrolünün elinde tutmak, almak ve bu noktadan sonra savaşı kazanma ihtimalinin ortadan kalkması.

Finans ve kredi yapılarını belirleme yetkisini ve olanağını elinde tutmak, İster teknik, ister dinsel olsun, ya da fikirler alanında önde kalmayı kapsasın, bilgi ve bilişim üzerinde edinim, oluşturma ve iletişim yoluyla en fazla etkili olacak imkânları elinde tutmaktır.78

Strange’in bu ölçütlerine bakıldığında gerçekten de ABD’nin buna uyduğu görülmektedir. ABD imparatorluk veya hegemonik güç olsaydı; Irak’ın işgalinde Avrupa’yı ikna etmeli, Çin’deki ekonomik sarsıntı kendi ekonomisini etkilememeliydi gibi çekincelerle bu gerçeği öteleyenler için gözden kaçırılan enstantaneyi vurgulamak amacıyla şu husus değerlendirilebilir: 

Roma’nın bir imparatorluk olduğu düşüncesine Hıristiyanlığın doğuşu bir halel getirir mi?

KAYNAKÇA

Arı, Tayyar, Uluslararsı İlişkiler Teorileri, İstanbul, Alfa, 2.Baskı, 2002, s.318

Arıbaş, Kenan Küresel Çağda Siyasi Coğrafya, Konya, 2007, s.17.

Booth, K., Navies and Foreign Policy, New York, 1970, s.50.

Bostanoğlu, Burcu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası: Kuram ve Siyasa, Ankara, İmge, 1999, s. 194- 195.

Bozdağoğlu, Yücel - Çınar Özen, “Liberalizmden Neoliberalizme Güç Olgusu ve Sistemik Bağımlılık”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt1 Sayı 4 Kış, 2004 , ss.60-70.

Brzezinski, Zbigniew, Büyük Satranç Tahtası Amerika’nın Önceliği ve Bunun
Jeostratejik Gerekleri, İstanbul, Sabah, 1998, s. 13

Brezinski, Zbigniew, Tercih, (Çev: Cem Küçük), İnkilap Yayınevi, İstanbul, 2004, s.7.

Cable, James Gunboat Diplomacy 1919-1991, New York, 1994, s.32.

Cable, James, Diplomacy at Sea, Annapolis, 1985, s.3.

Chomsyky, Noam, Dünya Düzeni: Eskisi Yenisi, (Çev : Ali Çakıroğlu), Metis Yayınları, İstanbul, 2000, s.15

Clark, Amiral Vern “Açılış Konuşması”, Uluslararası Deniz Gücü Sempozyumu, Newport, 2003.

Clausewitz, Carl Won, Harp Üzerine, (Çev: Fahri Çeliker), Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Ankara, 1984, s.145.

Davies, Norman, Avrupa Tarihi, (Çev: Mehmet Ali Kılıçbay), İmge Kitapevi, İstanbul, 2006, s.511.

Davutoğlu, Ahmet, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul, 2001, s.34.

Davutoğlu, Ahmet, “Jeopolitik Teoriler Çercevesinde Dünya Kuvvet Dengesi ve Ortadoğu”, İlim ve Sanat Dergisi, Mart, 1986, s.9-14.

Dedeoğlu, Beril, Uluslararası Güvenlik ve Strateji, Boyut Kitapları, İstanbul, 2003, s.56.

Dinçer, Ömer, Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası, Alfa Yayınları, İstanbul, 2007,s.22.

Drows, Robert B., Dünyayı Değiştiren Kitaplar, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1980, s. 168.

Drucker, Peter F., Gelecek İçin Yönetim 1990’lar ve Sonrası, (Çev: Fikret Üçcan), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2005, s.337-376.

Earle, Edward Mead, Modern Stratejinin Yaratıcıları, (Çev : Demirhan Erdem), Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara, 2003, s.349.

Eralp, Atilla, Devlet ve Ötesi: Uluslararası İlişkilerde Temel Kavramlar, İstanbul, İletişim, 2005, ss. 155-157.

Ernle, Bradford, Akdeniz: Bir Denizin Portresi, (Çev.: Ahmet Fehmi), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004, s.347.

Falk, Richard A., Dünya Düzeni Nereye, (Çev : Neşenur Domaniç), Metis Yayınları, İstanbul, 2005, s.18

Friedman, Norman, Seapower and Strategy, Cambridge University Press, Annapolis, 2001, s.7.

Hart, B.H. Liddell, Strateji Dolaylı Tutum, (Çev: (E) Korgeneral Cemal Enginsoy), Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara, 2002, s.249.

Hobsbawm, Eric İmparatorluk Çağı, (Çev: Vedat Aslan), Dost Kitapevi, Ankara, 2003,

İbn-i Haldun, Mukaddime, (Çev: Süleyman Uludağ), Dergah Yayınları, Ankara, 2005, s.214.

Peter J. Katzenstein, Rethinking Japanese Security: Internal and External Dimensions, New York, Routledge, 2008.

Kennedy, Paul, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, (Çev : Birtane Karanakçı), Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1991, s.12.

Kennedy, Paul, “The Rise and Fall of Navies”, International Herald Tribune, 5 Nisan 2007.

Kinder, Hermann Dünya Tarihi Atlası, (Çev: Leyla Uslu), Ankara, 2006, s.376.

Kissinger, Henry, Diplomasi, (Çev: İbrahim H.Kurt), Türkiye İş Bankası Yayınlar, İstanbul, 2002, s.16.

Lautenbacher, Conrad C., “Optimizing Naval Forces Fr Twenty First Century Challanges:
Modernization Priorities and Consideration”, The Role of Naval Forces in XXI.st Century Operations, (Ed: Richard H.Shultz Jr., Robert L. Pfaltzgraff), Brasseys, 2000, s. 195-205

Livezey, William E., Mahan’a Göre Deniz Gücü, (Çev: İlyas Fidan), Harp Akademileri Yayınları, İstanbul, 1979.

Mackinder, H.J., “Geography, an Art and Philosophy”, Geography 27, s.129-130.

Mahan, Alfred Thayer, Deniz Gücünün Tarih Üzerine Etkisi, (Çev: Kerem Fındık, Melahat Fındık), Q Matris Yayınları, İstanbul, 2003, s.46.

Nye Jr, S., Amerikan Gücünün Paradoksu, İstanbul, Literatür Yayıncılık, 2003, ss. 10- 11. Ortaylı, İlber Avrupa ve Biz, Turhan Kitabevi, s. 198.

Ökte, Zekai, “Türk Denizciliğinin ve Deniz Ticaretinin Tarihi Gelişimi”, Belgelerle Türk Tarihi, Ocak, 2004, Sayı 84, s.88.

Said, Edward “Kültür ve Emperyalizm”, Kozmopolitan Dergisi, Toronto, York Üniversitesi,
www.kozmoplitan.com.tr , 25.08. 2006

Sloan, Collin S Gray–Geoffrey Jeopolitik Strateji ve Coğrafya, (Çev : Tuğrul Karabacak), Avrasya Stratejik Araştırmalar Vakfı Yayınları, Ankara, 2003, s.2.

Sun Tzu, The Art of War, (Çev : Thomas Cleary), Oxford University Press, Boston, 1988, s.41.

Tezkan, Yılmaz, Jeopolitik Yazılar, Ülke Kitapları, İstanbul, 2007, s.24.

Till, Geoffrey ,“Naval Transformation, Ground Forces, and The Expeditionary Impulse: The Sea Basing Debate”,
http://www.strategicstudiesinstitute.army.mil/pdffiles/PUB743.pdf   Wallerstein, Immanuel,
Genel Bunalımın Dinamikleri, (Çev : F.Akar), Belge Yayınları, İstanbul, 1984.

Tunçbilek, Necdet, Dünya Nüfus Dinamiği, İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Coğrafya Enstitüsü Yayınları, İstanbul, 1998, s.XXI0

Ünsan, Yalçın, “Dünya Deniz Ticareti ve Öngörüler”, 
http://www.ekutuphane.imo.org.tr/pdf/3818.pdf

W.Adorno, Theodor, Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi, (Çev: Nihat Ünler, Mustafa Tüzel, Elçin Gen), İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, s.140.

Wallerstein, Immanuel, Jeopolitik ve Jeokültür, İz Yayıncılık, İstanbul, 1993, s.47. Wallerstein, Immanuel, Dünya Sistemleri Analizi Bir Giriş, (Çev : Ender Abadoğlu), Aram Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.45.

Yılmaz, Veli, Jeo-Astrol Politikalar, Harp Akademileri Yayınları, İstanbul, 2005, s.259.

IHS Jane’s Fighting Ships, 2012-2013 Edition.
http://www.mapsofworld.com/thematic-maps/economy-maps/world-economicclassification.html
www.globalsecurity.org/military/library/policy/navy/nrtc/12018_ch20.pdf
http://people.hofstra.edu
www.wto.org

“Sea Power”, http://www.globalsecurity.org/military/ops/sea.htm
http://www.mapsofworld.com/world-maps/image/world-city-map.jpg
Clay Dillow, The Most Technologically Advanced Warship Ever Built, 10.16.2012, Popular
Science, http://www.popsci.com/category/tags/zumwal


DİPNOTLAR;


1 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul, 2001, s.34.
2 Alfred Thayer Mahan, Deniz Gücünün Tarih Üzerine Etkisi, (Çev: Kerem Fındık, Melahat Fındık), Q Matris Yayınları, İstanbul, 2003, s.46.
3 Sun Tzu, The Art of War, (Çev : Thomas Cleary), Oxford University Press, Boston, 1988, s.41.
4 Veli Yılmaz, Jeo-Astrol Politikalar, Harp Akademileri Yayınları, İstanbul, 2005, s.259.
5 Carl Won Clausewitz, Harp Üzerine, (Çev: Fahri Çeliker), Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Ankara, 1984, s.145.
6 B.H. Liddell Hart, Strateji Dolaylı Tutum, (Çev: (E) Korgeneral Cemal Enginsoy), Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara, 2002, s.249.
7 Beril Dedeoğlu, Uluslararası Güvenlik ve Strateji, Boyut Kitapları, İstanbul, 2003, s.56.
8 Ömer Dinçer, Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası, Alfa Yayınları, İstanbul, 2007,s.22.
9 İbn-i Haldun, Mukaddime, (Çev: Süleyman Uludağ), Dergah Yayınları, Ankara, 2005, s.214.
10 Peter F. Drucker, Gelecek İçin Yönetim 1990’lar ve Sonrası, (Çev: Fikret Üçcan), Türkiye İş Bankası Kültür
   Yayınları, İstanbul, 2005, s.337-376.
11 Norman Friedman, Seapower as strategy: navies and national interests,, Cambridge University Press, Annapolis, 2001, s.7.
12 http://www.mapsofworld.com/thematic-maps/economy-maps/world-economic-classification.html
13 Zbigniew Brezinski, Tercih, (Çev: Cem Küçük), İnkilap Yayınevi, İstanbul, 2004, s.7.
14 Henry Kissinger, Diplomasi, (Çev: İbrahim H.Kurt), Türkiye İş Bankası Yayınlar, İstanbul, 2002, s.16.
15 Richard A. Falk, Dünya Düzeni Nereye, (Çev : Neşenur Domaniç), Metis Yayınları, İstanbul, 2005, s.18; Noam Chomsyky, Dünya Düzeni: Eskisi Yenisi, (Çev : Ali Çakıroğlu), Metis Yayınları, İstanbul, 2000, s.15; Immanuel Wallerstein, Genel Bunalımın Dinamikleri, (Çev : F.Akar), Belge Yayınları, İstanbul, 1984.
16 Collin S Gray–Geoffrey Sloan, Jeopolitik Strateji ve Coğrafya, (Çev : Tuğrul Karabacak), Avrasya Stratejik Araştırmalar Vakfı Yayınları, Ankara, 2003, s.2.
17 H.J. Mackinder, “Geography, an Art and Philosophy”, Geography 27, s.129-130.
18 Davutoğlu, a.g.e. , s.109.
19 Yılmaz Tezkan, Jeopolitik Yazılar, Ülke Kitapları, İstanbul, 2007, s.24.
20 Kenan Arıbaş, Küresel Çağda Siyasi Coğrafya, Konya, 2007, s.17.
21 Arıbaş, a.g.e., s. 22.
22 www.globalsecurity.org/military/library/policy/navy/nrtc/12018_ch20.pdf
23 Mahan, a.g.e., s.17.
24 William E.Livezey, Mahan’a Göre Deniz Gücü, (Çev: İlyas Fidan), Harp Akademileri Yayınları, İstanbul, 1979.
25 Mahan, a.g.e., s.56.
26 http://people.hofstra.edu
27 Dünya Ticaret Örgütü, www.wto.org
28 Zekai Ökte, “Türk Denizciliğinin ve Deniz Ticaretinin Tarihi Gelişimi”, Belgelerle Türk Tarihi, Ocak, 2004, Sayı 84, s.88.
29 Robert B. Drows, Dünyayı Değiştiren Kitaplar, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1980, s. 168.
30 Mahan, a.g.e., s.46.
31 Edward Mead Earle, Modern Stratejinin Yaratıcıları, (Çev : Demirhan Erdem), Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara, 2003, s.349
32 Mahan, a.g.e., s. 51-91.
33 “Sea Power”, http://www.globalsecurity.org/military/ops/sea.htm
34 James CABLE, Gunboat Diplomacy 1919-1991, New York, 1994, s.32.
35 Friedman, a.g.e., s.14-33.
36 Friedman, a.g.e., s.1.
37 http://www.mapsofworld.com/world-maps/image/world-city-map.jpg
38 Yalçın Ünsan, “Dünya Deniz Ticareti ve Öngörüler”, http://www.e-kutuphane.imo.org.tr/pdf/3818.pdf
39 Immanuel Wallerstein, Dünya Sistemleri Analizi Bir Giriş, (Çev : Ender Abadoğlu), Aram Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.45.
40 Immanuel Wallerstein, Jeopolitik ve Jeokültür, İz Yayıncılık, İstanbul, 1993, s.47.
41 http://people.hofstra.edu
42 Eric Hobsbawm, İmparatorluk Çağı, (Çev: Vedat Aslan), Dost Kitapevi, Ankara, 2003,
43 Hermann Kinder, Dünya Tarihi Atlası, (Çev: Leyla Uslu), Ankara, 2006, s.376.
44 Geoffrey Till, “Naval Transformation, Ground Forces, and The Expeditionary Impulse: The Sea Basing Debate”,
     http://www.strategicstudiesinstitute.army.mil/pdffiles/PUB743.pdf
45 Conrad C. Lautenbacher, “Optimizing Naval Forces Fr Twenty First Century Challanges: Modernization Priorities
    and Consideration”, The Role of Naval Forces in XXI.st Century Operations, (Ed: Richard H.Shultz Jr., Robert L.
    Pfaltzgraff), Brasseys, 2000, s. 195-205.
46 James Cable, Diplomacy at Sea, Annapolis, 1985, s.3.
47 K.Booth, Navies and Foreign Policy, New York, 1970, s.50.
48 “Sea Power”, http://www.globalsecurity.org/military/ops/sea.htm.
49 Friedman, a.g.e., s.6.
50 Amiral Vern Clark, “Açılış Konuşması”, Uluslararası Deniz Gücü Sempozyumu, Newport, 2003.
51 “Sea Power”, http://www.globalsecurity.org/military/ops/sea.htm.
52 Peter J. Katzenstein, Rethinking Japanese Security: Internal and External Dimensions, New York, Routledge, 2008.
53 Livezey, a.g.e. , s.25.
54 Ahmet Davutoğlu, “Jeopolitik Teoriler Çercevesinde Dünya Kuvvet Dengesi ve Ortadoğu”, İlim ve Sanat
    Dergisi, Mart, 1986, s.9-14.
55 Theodor W.Adorno, Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi, (Çev: Nihat Ünler, Mustafa Tüzel, Elçin Gen),
     İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, s.140.
56 Necdet Tunçbilek, Dünya Nüfus Dinamiği, İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Coğrafya Enstitüsü
    Yayınları, İstanbul, 1998, s.XXI0
57 İlber Ortaylı, Avrupa ve Biz, Turhan Kitabevi, s. 198.
58 Mahan, a.g.e., s.48.
59 Drows, a.g.e., s.178.
60 Norman Davies, Avrupa Tarihi, (Çev: Mehmet Ali Kılıçbay), İmge Kitapevi, İstanbul, 2006, s.511.
61 Bradford Ernle, Akdeniz: Bir Denizin Portresi, (Çev.: Ahmet Fehmi), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
    İstanbul, 2004, s.347.
62 Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, (Çev : Birtane Karanakçı), Türkiye İş Bankası
    Yayınları, Ankara, 1991, s.12.
63 Livezey, a.g.e., s.73.
64 Paul Kennedy, “The Rise and Fall of Navies”, International Herald Tribune, 5 Nisan 2007.
65 Yücel Bozdağoğlu- Çınar Özen, “Liberalizmden Neoliberalizme Güç Olgusu ve Sistemik Bağımlılık”,
    Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt1 Sayı 4 Kış, 2004 , ss.60-70.
66 Davutoğlu, a.g.e., s. 16
67 Joseph S. Nye Jr, Amerikan Gücünün Paradoksu, İstanbul, Literatür Yayıncılık, 2003, ss. 10- 11.
68 Atilla Eralp (der), Devlet ve Ötesi: Uluslararası İlişkilerde Temel Kavramlar, İstanbul, İletişim, 2005, ss. 155-157.
69 Eralp, a.g.e., s. 158-159.
70 Nye Jr, a.g.e., s.19
71 Tayyar Arı, Uluslararsı İlişkiler Teorileri, İstanbul, Alfa, 2.Baskı, 2002, s.318
72 Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası Amerika’nın Önceliği ve Bunun Jeostratejik Gerekleri,
    İstanbul, Sabah, 1998, s. 13
73 Edward Said, “Kültür ve Emperyalizm”, Kozmopolitan Dergisi, Toronto, York Üniversitesi,
     www.kozmoplitan.com.tr , 25.08. 2006
74 IHS Jane’s Fighting Ships, 2012-2013 Edition.
75 Clay Dillow, The Most Technologically Advanced Warship Ever Built, 10.16.2012, Popular Science,
    http://www.popsci.com/category/tags/zumwalt
76 Dillow, a.g.m., s.1.
77 Taarruz eden için, dengesi bozulacak kadar güç harcamak; savunan için, geri dönülemeyecek kadar hasar
78 Burcu Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası: Kuram ve Siyasa, Ankara, İmge, 1999, ss. 194-195.

***

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NİN YENİDEN YAPILANDIRMA STRATEJİSİ: DENİZ HÂKİMİYETİ TEORİSİ'NDEN DENİZ HEGEMONYASINA GEÇİŞ. BÖLÜM 1

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NİN YENİDEN YAPILANDIRMA  STRATEJİSİ: DENİZ HÂKİMİYETİ TEORİSİ'NDEN DENİZ HEGEMONYASINA 
GEÇİŞ. BÖLÜM 1




Burak Şakir Şeker
*Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi. 
ULUSLARARASI GÜVENLİK KONGRESİ - 2013 KOCAELİ..



Özet

Küresel stratejiler üretirken üzerinde durulması gereken mutlak unsurlardan bir tanesi de denize kıyısı olan devletlerin sahip olduğu deniz gücüdür. Deniz gücü ifadesi ilk defa Mahan tarafından kullanılmıştır. Deniz gücü kavramı, bir devletin denizcilik ile ilgili sahip olduğu ekonomik ve askeri bütün faaliyet alanlarını kapsamaktadır. XX. yüzyılda, ABD’nin uyguladığı jeopolitik teorilerden birisi olan Deniz Hâkimiyet Teorisi ile geçerliliğini kanıtlayan deniz gücü, aynı zamanda hegemonik gücün de kaynağını oluşturmuştur.

Bağımsızlık sonrasında arenada yalnızcılığı tercih etmiş olan ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra küresel bir güç olarak ortaya çıkmış, çift kutuplu dünyada, Sovyetler Birliği’ne karşı hegemonyasını “çevreleme” politikası ile sürdürmüştür. Bilginin önemli bir güç olduğu bugünkü yeni süreçte ABD, kendi gücünü korumak için; “Medeniyetler Çatışması” ile “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika” projeleri gibi bu çerçevede değerlendirilebilecek stratejiler üretmiştir. Bugün, bu güç, hegemonyanın devamı için kendini yeniden yapılandırmaktadır.

Bu çalışmanın amacı; strateji kavramının önemi ve küresel deniz gücü oluşturmadaki öneminin belirtilmesi, küresel jeopolitik teoriler çerçevesinde Mahan’ın deniz hâkimiyet teorisinin irdelenmesi ve denizlerin küresel stratejilerdeki öneminin incelenmesi, ABD gücünü tarihsel süreçte ele alarak bu gücün hegemonyasının devam ettiğini gözler önüne sermektir.


GİRİŞ

Deniz gücü denildiğinde, ilk akla gelen çoğunluğu savaş gemilerinden oluşan bir filo olsa da XXI. yüzyılda, ekonomik gücün askeri güce nispetle daha fazla ağırlık kazandığı bir ortamda daha çok ticari bahriyenin ağırlıkta olduğu bir gücü belirtmektedir.1 Denizler, engebesiz düz coğrafyası ile ülkeler arasında ulaşımın sağlanmasında en kolay yollardan birisidir. Ticaret yolları, dünyanın kan damarları gibidir ve deniz ticaret yolları ana damarları oluşturmaktadır.
Roma İmparatorluğu’ndan itibaren hâkimiyet kuran devletlerin genel özellikleri
incelendiğinde, denizlere hâkim olan devletler her zaman hükmetmişlerdir. Bizans, Venedik, Osmanlı, Portekiz, İspanya, Hollanda, İngiltere ve son olarak ABD denizler üzerinde egemenlikler kurmuşlar dönemlerinin hegemonik gücü olmuşlardır. XXI. yüzyılda deniz gücü kavramı son derece değişmiştir; bu sebeple, deniz gücü oluşturmak isteyen devletler, stratejik adımlar atmak zorundadırlar. Bunun en temel yolu ise bu hususun devleti idare edenler
tarafından çok iyi anlaşılması gerekliliğidir.

ABD gücü ile uluslararası denge arasında çok önemli ilişkiler mevcuttur. Uluslararası yapının Soğuk Savaş sonrası karşılaştığı belirsizlikler gücün dinamik ve değişken yapısını da belirsizleştirmiştir. Bilginin önemli bir güç unsuru olduğu bir süreçte, gücü, bilgiden ayıramayız. Şimdiden bilgi ve bilgi teknolojisi için çaba sarf edenler geleceğin güç denklemlerinin birer parametreleri olacaklardır. Bu çerçevede, ABD bilgi tekeline sahip büyük güç konumundadır. Bu gücün devamı, hem sürekli bilgi üretimine hem de üretilen bilginin ve onun parçası olan teknolojisinin tekelinin sürdürülmesine bağlıdır.

I. STRATEJİ

XXI. yüzyılda yapılacak deniz gücü stratejilerinde Mahan’ın belirttiği kriterlere de uygunluk arz etmektedir. Mahan’a göre deniz gücü oluşturabilmek için gerekli unsurlar: Coğrafi konum, fiziksel yapı, ülkenin büyüklüğü, ülkenin nüfusu, halkın karakteri ve hükümetin karakteridir.2 Sun Tzu tarafından ortaya konulan Savaş Sanatı tanımı, stratejiyi şöyle açıklar: “Savaş sanatı, devlet açısından hayati önem taşır. Savaş sanatı, bir ölüm kalım meselesidir, güvenlik içerisinde yaşamak ya da yok olmak, savaş sanatının ne ölçüde bilindiğine ve uygulandığı  na bağlıdır.”3

Strateji kelimesi ‘düşmanın ne yapabileceğini veya ne yapmayacağını belirleyerek, buna göre genel bir plan yapmak, kendi güçlerini yerleştirerek gerektiğinde harekete geçirmek4 olarak tanımlanabilir. Clausewıtz’a göre strateji, harbi kazanmak için muharebeleri kullanma sanatı5 olarak tanımlanmıştır. Moltke Strateji’yi, çare bulma sanatı ve en zor koşullar altında
uygulamada bulunabilme sanatı şeklinde tanımlar. Hart açısından ise Strateji, siyasi amaçlara ulaşmak için askeri imkânların dağıtımı ve uygulanması sanatıdır.6

İktidarın hedefe ulaşmak için askeri kuvvetleri kullanma sanatı olarak kabul edilen stratejinin, askeri alan dışında, XIX. yüzyılın sonundan itibaren sanayi devriminin gerçekleştirilmesinin sonucu olarak sömürgecilik yarışında örneğin siyasal, ekonomik, kültürel, sanat ve benzeri alanlarda da kullanılıyor olması, bu terimin yıllar öncesi bilinen anlamını daha da genişletmiştir.7

Strateji, planlı olarak önce bilinçli olarak geliştirilmiş olması ve sonra eylemlere
dönüştürülmesidir. Ayrıca herhangi bir istikamet vermek ve rekabet üstünlüğü sağlamak maksadıyla, sürekli analiz ederek faaliyetlerin planlaması ve gerekli araç ve kaynakların yeniden düzenlenmesi süreci olarak tanımlanabilir.8

İnsanlar; emek, kudret ve iş yapma gücünü birleştirerek ihtiyaçlarının fazlasını temin edebilecekken ayrılmaları ve kendi ihtiyacını bizzat kendisinin temin etmesi halinde sadece kendi ihtiyacını bile karşılayamayacaklardır.9 Strateji ile etkili bir koordinasyon ve hedef birliğinin sağlanması halinde potansiyellerinin çok üzerinde bir etkinliğe kavuşacaklardır.

Bilinçli strateji tespiti yapılmadığı takdirde uzun vadede başka hedeflere kolayca sapılabilir.10

Eğer seçilen hedefler çok belirsiz ve anlaşılmaz olursa, eldeki kaynakların etkin bir biçimde kullanılması mümkün olamaz.11

Mücadele duygusu insanın yapısında olduğu gibi devletlerde de mevcuttur. Güçlenmeye başlayan bir devlet hemen tehdit olarak algılanır ve durdurulmaya çalışılır. Dünyadaki gelir dağılımındaki mevcut dengesizliğin geri döndürülemez bir hale geldiğini gösteren harita aşağıda olduğu gibidir.




Harita-1: Dünya Gelir Dağılımları Haritası12

Küresel bir devlet; kendi devrinde olaylara yön veren devlettir, politikalar kendisine bakılarak oluşturulur günümüzde ABD buna örnektir. Brezinski bu durumu şöyle ifade etmiştir:
“Amerika”nın dünyadaki rolü ile ilgili tezim çok basit; Amerika’nın gücü, ulusun
egemenliğini baskın bir şekilde öne çıkaran, bugün küresel istikrarın en büyük kefilidir.”13 Amerika Birleşik Devletleri’nde üç önemli stratejik uzak görüşlülük vardır; Birincisi, güvenliğin sağlanması, ikincisi, ekonominin sürekli geliştirilmesi, son olarak, değerlerin yayılmasıdır.14 ABD; dış politika stratejisinde, güç merkezleri ile ilişkilerin alternatifli tarzda yeniden düzenlemiş ve uzun dönemli kültürel, ekonomik ve siyasi bağlarını sağlamlaştırdığı
bir hinterland oluşturmuştur.15

II. GLOBAL DENİZ HÂKİMİYETİ

Jeopolitik kuramda çeşitli coğrafi kavramların günümüz politikası ve gelecekteki politikayla münasebetlerini ortaya koyan açıklamalar çıkarılmıştır.16 Gelecekte strateji ve politika üretecek kişiler geleceğe yönelik politikalar tasarlarken ileriyi görebilmelidirler. Tabi ki hala insanoğlunu ve çevresini geçmişten bugüne getiren hareketi anlama ihtiyacı duyacaklardır.17

Küresel ölçekli nükleer güç dengesine rağmen taktik jeopolitik alan mücadelelerinin, Soğuk Savaş süresince azalmadığını, hatta nükleer tehdit dengesinin gölgesinde daha az riskli mücadele türü olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır. II. Dünya Savaşı’ndan Soğuk Savaş’ın sonuna kadar olan dönemde ABD’nin dolaylı ya da doğrudan müdahil olduğu 14’ü Doğu Asya’da, 12’si Ortadoğu’da, 6’sı Doğu Avrupa ve Akdeniz’de, 6’sı Orta Avrupa’da, 6’sı Karaipler’de, 4’ü Güney Amerika’da ve 4’ü de Afrika’da toplam 50 düşük yoğunluklu çatışma bulunmaktadır.18

ABD amirallerinden Alfred Thayer Mahan (1840-1914)’ın “Deniz Hakimiyeti Teorisi”ne göre; açık denizler kıtaları birbirine bağlayan engin ovalardır ve buralarda da ulaşım istikametleri seyrüseferi etkileyen hususlar (akıntı, derinlikler, en kısa yol vb.) nedeniyle bir ölçüde sabitleşmiş durumdadır, bu yolları kontrol etmek dünya ulaşımının kontrolü anlamını taşır. Kara kuvvetleri ile dünyada ancak belirli ölçüde yer işgal edilebilir, hâlbuki dünya egemenliği veya büyük imparatorluklar kurmak için denizaşırı nokta ve bölgelerin ele
geçirilmesi ve bunlarla anavatan arasındaki irtibatı sürdürmek için de denizlerde egemen olmak gereklidir.19

Mahan’a göre, dünya hâkimiyetinde, deniz harekatı, kara harekatına göre, daha kolay ve daha güçlüdür. ABD; İngiltere, Almanya ve Japonya ile birlikte hareket edilebilir ve bu sayede Sovyet Rusya ve Çin kontrol edilebilir, böylece bu iki ülkenin Avrasya’daki gelişmeleri durdurulabilir. Bu teoriyi XX. yüzyıl boyunca, ABD, İngiltere, Almanya, Japonya ve Sovyet Rusya tarafından uygulanmıştır.20




Harita-2 Deniz hakimiyet teorisinin ABD tarafından Dünya deniz ve okyanuslarının Kontrol edilmesi. 21 

XX. yüzyılın ortalarından itibaren ABD, denizcilik alanında tek devlet olarak, donanması ve sivil bahriyesi ile muazzam bir zenginliğe erişmiştir.




Harita-3 ABD Donanmasının Dünya Üzerindeki Dağılımı22

Deniz gücü hâkimiyet teorisini benimseyen ABD başarılı olmuş, deniz gücü hâkimiyet teorisinin, diğer teorilerin yanında ayrı bir yere sahip olduğu ortaya çıkmış ancak tam anlamıyla kabullenilmemiştir. Çünkü tarihçiler genellikle denizin şartlarına aşına değillerdir, ne deniz hakkında özel ilgi, ne de özel bilgileri vardır ve deniz kuvvetlerinin büyük meseleler üzerindeki belirleyici etkisini görmezden gelmektedirler.23

Deniz gücü, sadece yüzen bir askerî kuvveti içermemekte, aynı zamanda, herhangi bir askerî filonun tabii ve sağlıklı bir şekilde seyre çıkabilmesini ve emniyetle, barış içinde seyre devam etmesini sağlayacak ticarî ve deniz nakliyat imkânlarını da içine almaktadır.24

Deniz gücü haline gelen devletlerin ortak özelliği, üretim kapasitelerindeki artıştır. Devletler ekonomik olarak harekete geçerek belirli bir üretim kapasitesi ne ulaştıktan sonra deniz gücü oluşturmaktadır. Üretilen maddelerinin mübadelesini de gerektiren üretim, mübadele edilen maddelerin taşındığı, taşımacılık ve taşımacılık faaliyetlerini kolaylaştırıp genişleten ve müteaddit emniyet noktaları ile taşımacılığı koruyan müstemlekeler, denize hududu olan
ulusların politikalarını biçimlendirdikleri kadar tarihin çoğu bölümlerini de
oluşturmaktadırlar.25

Dünyanın en büyük elli limanını gösteren harita incelendiğinde; Çin, Hindistan, Avrupa, Japonya, ABD ve Basra Körfezinde denizcilik faaliyetlerinin yoğunlaştığı, Basra Körfezi haricindeki mekânlarda, üretim konusunda dünyanın başını çeken devletlerin bulunduğu, gerekli olan hammaddeleri karşılamak ve ürettikleri ürünleri dünyaya arz etmek için deniz gücü elde etmek mecburiyetinde olduğu görülmektedir.




Harita-4 Dünyanın En Büyük 50 Limanı26

Aşağıda dünyanın en büyük 10 ithalat/ihracat yapan ülkesi sergilenmektedir. Bu grafik aynı zamanda dünyanın en büyük 10 deniz gücü ülkesidir.




Tablo-1 En Büyük 10 İthalatçı ve İhracatçı Ülke27

Yük ve yolcu gemileriyle, bunları işleten ve yöneten resmi, özel kurum ve kuruluşları, kurtarma ve araştırma gemileriyle, liman hizmet araçları ve işletmeleriyle, kıyı tesisleri ve benzeri kuruluş ve çalışmalarla deniz ticareti bir devletin ‘Deniz Gücü’nü oluşturmaktadır.28

Mahan’a göre deniz gücü kavramı içerisine, sadece savaş gemileri değil ticari denizcilik ve kuvvetli bir anavatan da girer. İhtişamlı bir ticaret bahriyesi ve başarılı bir donanmadan biri olmazsa öbürü de olmaz. Milletin zenginliği ikisine birden bağlıdır.29 Devletler gelişmeleri için zenginleşmelidir ve bu da fazla mal üretip dışarıya satmakla sağlanabilir. Bu ticarette, deniz ulaştırması başta gelen bir öneme sahiptir. Ancak ulaştırmanın korunması için deniz kuvvetlerine ihtiyaç vardır. Harp gemileri sürekli olarak denizde kalamayacaklarından ülkede ve deniz aşırı mevkilerde deniz üslerinin kurulması gerekir.

Böyle bir deniz gücü sistemini kurup işleten devletler de dünya çapında güçlülük ve egemenlik kazanırlar.30

Amiral Mahan’ın, bir ülkenin Deniz Gücü'ne ilişkin saptadığı altı faktör şöyledir;
Ülkenin coğrafi konumu
Ülkenin fiziki yapısı
Ülkenin büyüklüğü
Ülkenin nüfusu
Milli karakter
Hükümetin karakteri ve milli kuruluşlar. 31

Ülkenin Coğrafi Konumu; devletin ülkesinin deniz trafiğinin yoğun olduğu bölgede olması, meteorolojik şartların her mevsimde seyrüsefere müsait olması, balıkçılık sahalarına ve günümüzde deniz dibi petrol kuyularına yakın bulunması, fertleri ve hükümetleri deniz alaka ve menfaatleri ile ilgilenmeye iter.

Ülkenin Fiziki Yapısı; kıyı hattının karakteri ve kıyıya erişimin kolaylığı, insanların denizle kaynaşmasına yardımcı olur. Arazinin verimli veya verimsiz olması milleti denize itebilir veya karaya (tarıma) çekebilir.

Ülkenin Büyüklüğü; diğer güç kaynaklarınca desteklenme derecesine göre denizcilik gücüne etken bir güçlük veya zayıflık kaynağı oluşturur.

Ülkenin Nüfusu; deniz kıyılarındaki nüfus fazla ise denizciliğe ilgi artar.
Milli Karakter; milletin genleri, gelenekleri, denizcilik, ticaret ve silahlı kuvvetlerle ilgili değer yargıları deniz gücünün oluşumunu büyük ölçüde etkiler.
Hükümetin Karakteri ve Milli Kuruluşlar; hükümet, deniz gücünün iç ve dış politikadaki çok olumlu etkilerini kavrar ise; kamu ve özel sektörü denizcilik konularında teşvik eder ve destekler.32

Deniz gücü en kullanışlı diplomatik araçlardan birisidir. Hükümetler, deniz gücünü dünyanın üçte ikisine herhangi bir kısıtlama altında kalmadan ve kimseden izin almadan gönderebilirler. Deniz gücünün tarihsel altı kullanım şekli mevcuttur. Donanma savaşı, ambargo, ticari baskın, sancak varlık gösterme, sahil savunması ve güç gösterimidir. Son yarım yüzyılda buna iki teknik daha eklenmiştir; nükleer tehdit ve hava trafiğinin deniz gücü ile kontrol altına alınmasıdır.33

“Gambot Diplomasisi” bir sorunun kendi lehimizde sonuçlanması ya da bu sorun nedeniyle oluşabilecek maddi veya manevi zararların geciktirilmesi maksadıyla savaş zamanı kullanımı hariç, deniz kuvvetlerinin kısıtlı bir şekilde kullanımı veya kullanım tehdidini içerir.34

Deniz gücü, hasım devlete karşı en güçlü caydırıcı seçeneklerin başında gelmektedir. Deniz gücünün sevk edilmesi, direk sıcak temasa girmeden karşı tarafa kararlı duruş mesajı vermektedir. İcra edilen deniz harekâtları aynı zamanda ABD dış politikasının da parçasıdır.

Haiti’ye demokrasinin götürülmesi, Sırbistan’ın Dayton antlaşmasını imzalaması ve Irak’ın askeri kapasitesinin Körfez Krizi’nden önce azaltılması icra edilen uluslararası deniz harekâtlarının dış politikaya bakan yönleridir.35

XXI. yüzyılda deniz gücü, ABD’nin en önde gelen askeri diplomasi aracıdır. Körfez krizi ve sonrası ABD deniz gücünün karalardaki olayları denizden etkileme stratejisi (influencing events ashore) paralelinde yeni bir döneme girilmiştir.36 Bu dönemde bir tehdit olmaksızın, 3000 mil ötede ateş gücünü kullanarak, deniz unsurları cruise füzelerini ve sahip oldukları hava gücünü herhangi bir kısıtlamaya tabi olmadan kullanabilmişlerdir. Körfez krizi, Eski Yugoslavya krizi, Kosova Krizi ve Afganistan krizlerinde hava kampanyasının en önemli
taarruz araçları deniz kuvvetlerinden sağlanmıştır.

ABD tarafından yürütülen ambargo harekatları, yakın zamanlarda Kosova’da çıkan çatışmalara yapılan müdahaleler, Irak müdahalesi ve Afganistan müdahalesi gibi askeri güç yöneltmesine dayalı yöntemlerde deniz gücünün diplomatik kullanım metotlarındandır.

Soğuk Savaş’tan sonra hava ve kara gücüne oranla deniz gücünün önemi artmıştır. Körfez Savaşı’nda kullanılan bütün silahlar, uçaklar, mühimmatlar ve bakım malzemeleri Körfez’e uçak gemileri vasıtası ile taşınmıştır. Aşağıda haritada, devletlerin kalbine benzeyen büyük şehirler genel itibariyle deniz kenarında veya denize yakın yerlerde kurulduğu görülecektir.




Harita-5 Dünyanın Önemli Şehirleri37

Son yıllarda dünya ticaretinin hacim olarak % 90'ı, değer olarak % 84'ü denizler vasıtası ile taşındı. Ayrıca, ticaretin hacim olarak % 95'i, 9 önemli stratejik nokta üzerinden gerçekleşti. Bunlar; Bab-el Mandep, Ümit Burnu, Danimarka Boğazı, Malakka Geçidi, Panama Kanalı, Süveyş Kanalı, İngiliz Kanalı, Cebelitarık Boğazı ve Hürmüz Boğazı'dır.38

Dünya sisteminin temelleri XV. yüzyılın sonlarında atılan küresel dünya ekonomi
sistemidir.39 Bu sistemde devletlerin zenginliklerinin temelinde üretime dayalı dış ticaret bulunmaktadır. Bu da iş bölümünün tesisi ile sağlanmıştır. Mutlaka bütün tarihsel sistemler bir iş bölümüne dayanmaktadır, fakat öncekilerden hiçbiri kapitalist dünya ekonomisininki kadar karmaşık, geniş, ayrıntılı ve birbirine bağlı değildi.40




Harita-6 Stratejik Geçiş Yolları ve Stratejik Ticaret Yolları41

Hobsbawm bu durumu şöyle özetlemektedir: “Sanayi devrimimizin temelinde sömürge ve az gelişmiş pazarlar üzerindeki bu yoğunlaşma, bunları kimseye kaptırmamak için verilen başarılı mücadelede yatmaktadır. Bu mücadeleyi doğuda kazandık. 1766’da Çin’le yapılan ticaretinde Hollanda’yı bile saf dışı bırakmış durumdaydık. 1780’lerin başlarında Afrika’dan gönderilen tüm kölelerin yarısından fazlası İngiliz köle tüccarına kar sağlamaktaydı. Bunları hep İngiliz mallarına yararlı olması için yaptık. Sınai ekonomimiz ticaretimizden ve özellikle
de azgelişmiş dünya ile ticaretimizden doğdu. Ödemeler dengemizi ticaret ve gemi taşımacılığı sağladı ve uluslararası iktisadi ilişkilerimizin temelini, İngiliz imalat ürünlerinin bölgelerin ilkel ürünleri ile mübadelesi oluşturdu.”42

Deniz gücüne sahip olmanın etkisini, aşağıda 1914 yılına ait dünyanın sömürgelere taksimi haritasında görebilmemiz mümkündür. Harita aynı zamanda üretime dayalı bir ekonomi felsefesinin bir özetidir:


Harita-7: Dünyanın Sömürgelere Taksimi 191443

Ticaretin akış yönü ABD, Avrupa ülkeleri, Çin ve Hindistan ekonomilerinin daha sıkı bir şekilde birleşmesi sonucu, süper limanlar ve geçiş yollarında gerçekleştiği görülmektedir. Dış ticaretinin %95’inin denizler yolu ile gerçekleştiren ABD’nin milli geliri içinde dış ticaretin payı 1990’larda %13 civarındayken 2020 yılında bu oranın %35’e, 2030 yılında ise %60’a ulaşması beklenmektedir.

Savaş uçaklarının kısıtlı seyir kapasiteleri ve taşıyabilecekleri silahların sınırlı oluşu, tek başına küresel krizlere müdahale imkânı vermemekte, kriz bölgelerine yakın müttefik bir ülkeden üs elde edilmesi ile yapılacak askeri harekâtlarda ise politik kısıtlamalar ile karşılaşılmaktadır. ABD gibi açık denizlerde gezdirilen uçak gemileri vasıtası ile hem küresel çapta çıkabilecek sorunlara süratle müdahale edilebilmekte hem de mevcut düzenin devam ettirilmesinde güçlü bir silaha sahip olunmaktadır.44

Askeri anlamda deniz gücüne sahip olmak aynı zamanda teknolojik anlamda belirli bir seviyeyi geçmek demektir. Çünkü askeri gemiler teknolojik anlamda silahlı kuvvetler içerisindeki en modern unsurlardır. Sahip oldukları radarlar ve güdümlü mermiler sayesinde caydırırcı güç unsuru olan savaş gemilerinin, teknolojik gelişmelere uygun ve savaş durumunda kısa sürede üretilebilmeleri için, maya niteliğinde bir gemi inşa teknolojisine sahip olmak gerekmektedir.45

Savaş gemilerinin, sayı itibariyle az olmalarına rağmen, önemli bir yere sahip olmasının altında yatan temel sebep, konuşlandırılmasındaki esneklikten kaynaklanan şaşırtıcı etkisidir.
Sahile kıyısı olan bir devlet için karadan gelebilecek tehditlerin yönü tahmin edilse bile, denizlerden gelebilecek tehditlerin kestirilmesi imkânsız gibidir.46

Askeri anlamda deniz gücüne sahip olmak, kolektif güvenlik anlayışının gereği olarak müttefiklerin bulunmasını da kolaylaştırmaktadır. Aynı anda etkili bir biçimde hem kara gücü, hem de deniz gücüne sahip devlet neredeyse yok gibidir. Bu yüzden sadece kara gücüne ağırlık veren devletler, etkin bir deniz gücüne sahip devletlere yaklaşmaktadır.47

Donanma açısından zayıflık, askeri saldırılara davetiye çıkarmak demektir. Denizlerin kontrolü defansif açıdan savunmayı kuvvetlendirirken, ofansif açıdan saldırıya olanak sağlamaktadır.48 Kara tehdit algılaması içerisinde olan devletler, doğal olarak askeri anlamda kara gücüne ağırlık vermek zorunda kalmaktadır. Bu yüzden deniz gücü olan devletlerin kullandığı taktiklerden birisi; hasım devletin deniz gücü oluşturmasını engelleyecek bir biçimde kara tehdit algılaması oluşturmaktır.49

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

18 Şubat 2018 Pazar

HİLAL-İ AHMER CEMİYETİ’NİN KURUMSAL TARİHİNDE ÖNEMLİ BİR DENEYİM: TRABLUSGARP SAVAŞI (1911-1912). BÖLÜM 2

HİLAL-İ AHMER CEMİYETİ’NİN KURUMSAL TARİHİNDE ÖNEMLİ BİR DENEYİM: TRABLUSGARP SAVAŞI (1911-1912). BÖLÜM 2


Tüm olaylar dikkate alındığında hem İtalyanların hem de Osmanlı Devle-ti’nin farklı şekillerde yürürlükteki anlaşmaları ihlal ettikleri anlaşılmaktadır. Osmanlı 
gönüllü subaylarına doktor ya da sağlık görevlisi kimliklerinin verilmesi ya da resmi makamların buna göz yumması her ne kadar “vatan savunması” için 
yapılmış olsa da, savaşta sağlık görevlilerinin dokunulmazlıklarının kötüye kullanımı olarak değerlendirilmektedir. Kuşkusuz savaş içinde İtalyan savaş gemilerinin Osmanlı sivil gemilerine, hastane gemilerine ve sağlık görevlilerine yaptığı baskıların ve tutuklamaların tek sebebi bu değildir. Fakat bu durum İtalyanların savaş ihlallerine her defasında bu durumu “haklı” bir gerekçe olarak ortaya koymalarına olanak sağlamıştır. Öte yandan İtalyanların savaş boyunca, bandırasına bakılmaksızın, Osmanlı sivil ve hastane gemilerine yaptığı engellemeler ve tutuklamalar Cenevre ve Lahey Sözleşmelerine doğrudan aykırı bir durumdur ve açık bir savaş ihlalidir.120 Üstelik İtalyanların savaş hukukunu hiçe saymaları sadece sivil gemilerle de sınırlı değildir. Savaş içinde asker ve sivillere uyguladıkları kıyım ve vahşet yabancı Batı basınının gündeminde yer almıştır.121 İtalyanların uluslararası hukuka ve insaniyete karşı işledikleri bu suçlar Osmanlı parlamentosunda da görüşülmüş ve 9 Kasım 1911’de bir protesto metni hazırlanarak, Uluslararası Sulh Cemiyeti’ne gönderilmesine karar verilmiştir. 122 

İtalyanların Trablusgarp’ı işgali ve savaş içinde hukuka aykırı uygulamalara gitmesi üzerine Osmanlı Devleti de İtalyanlara karşı bazı hukuki yaptırımlara 
gitmiştir. Örneğin İtalya ile yapılmış antlaşma ve mukaveleler feshedilmiş, İtalyan malları boykot edilmiş, ticari bazıkısıtlamalara gidilmiştir. 
Ayrıca Osmanlı topraklarında yaşayan İtalyanların işlerine son verilerek, İtalyan tebanın ihracına yönelik bazı kararlar alınmıştır. 

Bu kararlar sağlık görevlilerini de kapsamaktadır. 

İtalya vatandaşlarının ihraç kararının ardından, Almanya devreye girmiş ve amele, doktor, dul kadınlar, İtalyan hastanelerinde görevli doktor ve hastabakıcıların, ayrıca Alman konsolosluğunda bulunan memurlar ve fi ziki durumları dolayısıyla uygun olmayan hasta ve yaşlıların ihraçtan muaf tutulmalarını talep etmiştir. Dahiliye Nezareti ise Alman sefi rine, “doktorların ihraçtan istisnası konusunda bir karar yoktur” açıklamasını yaparak, uygulamanın tüm İtalyanları kapsayacak şekilde uygulanacağını bildirmiştir. Bununla birlikte “ancak hastanede görevli İtalyan doktorların ihracından müessese ve hastalar büyük zarar gördüğü takdirde, doktorların 
ihraçtan istisna tutulabileceği” söylenmiştir.123 

Trablusgarp Savaşı’na giden gönüllü subayların, doktorların ya da Hilal-i Ahmer Cemiyeti tarafından gönderilen sağlık heyetlerinin karşılaştıkları tek zorluk 
İtalyanların baskısı değildi. Trablusgarp’a gidenler, bin bir güçlüğün yanı sıra karantina engelini de aşmak zorunda kalmışlardır. Bu tarihte İstanbul’da kolera 
olduğundan yolcuların Mısır’a çıkmasına engel olunuyor, ancak karantinadan geçtikten sonra Trablusgarp’a ulaşabiliyorlardı.124 Örneğin Enver Paşa’nın bulunduğu gemi dört gün karantinada kaldıktan sonra karaya çıkılmasına izin verilmiştir.125 Karantina engelini aşabilenleri bu defa Kuzey Afrika’nın zorlu coğrafi koşulları, insan vücudunu zorlayan iklim şartları, sıkı askeri kontroller ve başka birçok zorluk bekliyordu. 

Karantinadan geçerek bir an önce savaş alanında sağlık hizmeti vermeye çalışan gönüllü doktorlar ve Hilal-i Ahmer heyetleri zorlu bir yolculuk yapmak 
zorundaydılar. Genellikle deniz yoluyla Mısır ve Tunus üzerinden Trablusgarp’a gitmeye çalıştıklarından, gemi yolculuğunun ardından develerle ya da atlarla haf
talarca süren çöl yolculuğu yapmak zorundaydılar. Bu sırada İtalyanların yaptığı ani hücumlardan dolayı yanlarında getirdikleri bütün yiyecek ve giyecekleri 
bırakmak ya da orduya vermek zorunda kalabiliyorlardı. Bu durumda yeniden giyecek ve yiyecek tedarik etmek zorundaydılar. Gemi, tren ve develerle yapılan ve aylarca süren uzun ve zorlu yolculuklarda kaybolma, donma ve ölümle karşı karşıya geliyorlardı. Örneğin Derne ve Şehat hastanelerinde doktorluk yapmış olan Dr. Yüzbaşı Hüseyin Hüsnü Bey, İstanbul’dan yazdığı günlükte İstanbul’dan Trablusgarp’a iki ayda ve son derece zor koşullar altında varabildiğini anlatıyordu.126 

Hilal-i Ahmer heyeti üyesi Ahmet Şerif Bey de İstanbul’dan hareket ederek, 28 gün süren uzun ve çok zorlu bir yolculuktan sonra Trablusgarp’a ulaşabildiğinden bahsetmektedir.127 

Sonuç 

Trablusgarp Savaşı Osmanlı Devleti’nin yıkılış sürecinin hızlandıran savaşların başlangıç noktasıdır. Bu savaşta Osmanlı Devleti Kuzey Afrika’da elinde kalan 
son toprak parçasına saldıran İtalyanlara karşı asimetrik bir savaş yürütmüştür. 
İtalyanlar iyi organize olmuş kara ordusu ve güçlü donanmalarıyla savaşırken, Osmanlı Devleti askeri yetersizlikler ve fiziksel engeller yüzünden ordusunu Trablusgarp’a gönderemediği için savaşı gönüllü subaylar ve yerli kabileler vasıtasıyla sürdürmüştür. Belki de bu özelliğinden dolayı, Kuzey Afrika’da elde kalan son toprak parçasını savunmak “milli bir dava”ya dönüşerek, asker ve sivil tüm Osmanlı toplumunun vicdanında “vatanseverlik” duygularının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Hayatlarını tehlikeye atarak gizli yollardan Trablusgarp’ı savunmaya giden gönüllülerin gözünde burası “kutsal vatanın” bir parçası, kendileri de bu uğurda kendilerini feda eden “vatanseverler”dir. Bu milliyetçi söylemleri sadece gönüllü subayların yazılarında değil, cephede yaralanan askerlere yardımcı olmak amacıyla gönüllü olarak Trablusgarp’a gitmek isteyen bazı doktor, cerrah, eczacı, hastabakıcı gibi sağlık personelinin başvurularında da görmek mümkündür. 

Trablusgarp Savaşı Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti tarihinde de önemli bir köşe taşıdır. Cemiyet’in kurumsal tarihinde pek çok ilkin bu savaşta yaşandığını 
söyleyebiliriz. Örneğin 1911’de üçüncü defa ayağa kaldırılan ve “ihyaen tesis” edilen Cemiyet, bu savaşla birlikte geçici olmaktan çıkarak sürekli bir kurum haline gelmiştir. Buna bağlı olarak o zamana kadar geçici olarak kullanılan hilal sembolü de, artık sürekli kullanılmaya başlanmıştır. 

Hilal-i Ahmer, savaş boyunca yürüttüğü faaliyetler ile ülke içinde ve dışındaki Müslümanlar arasında ilk kurumsal imajını da yine Trablusgarp Savaşı’nda oluşturmaya başlamıştır. Savaş boyunca yaptığı çalışmalar, asker ve sivil halka verdiği sağlık hizmeti ve insani destek çalışmaları hem ülke içinde hem de Müslüman dünyada Hilal-i Ahmer’e karşı derin bir sempatinin oluşmasına neden olmuştur. Savaş sonunda İtalyanların öne sürdüğü iddiaya göre, hilal sembolü Müslüman Arap kabileleri arasında sadece bir amblem olmakla kalmayıp, “İslam birliği”ni sembolize etmiş, bu da Türk subaylarına destek vermede oldukça etkili olmuştur. 



Kızıl haç sembolünün ise tam tersi Hıristiyanlığı hatırlattığı o yüzden bu savaşın semboller üzerinden bir hilal-haç savaşı ya da diğer bir söylemle, 20. yüzyılda yeniden canlanan Haçlı ruhuna karşı Müslümanların verdiği kutsal İslam mücadelesi şeklinde yürütüldüğüdür. İtalyanların bu iddiası, Osmanlı Hilal-i Ahmer’inin bu savaşta sadece sağlık yardımı yapan bir kurum olmakla kalmayıp, sosyolojik açıdan da etkili olduğunu göstermektedir. 

Bununla birlikte, Osmanlı hükümetinin fiili asker gönderemediği bu savaşa dünyanın dikkatini çekmek amacıyla kamuoyu oluşturma çabalarında da Hilal-i 
Ahmer’in oldukça etkili olduğu anlaşılıyor. Bu çerçevede Hilal-i Ahmer’e hem Müslüman dünyasından (Hint Müslümanları, İngiltere’de yaşayan Müslümanlar, Mısır, Bosna, Güney Afrika Müslümanları vs) hem de çeşitli Batı toplumlarından ayni ve nakdi yardımlar yapılmış, tıbbi malzeme, ilaç vs gönderilmiş, doktor, cerrah ve pek çok sağlık görevlisi yardım için gönüllü olmuştur. 

Trablusgarp Savaşı’nda Hilal-i Ahmer Cemiyeti ilk kez yabancı Kızılhaç ve Kızılay heyetleriyle birlikte çalışma tecrübesi de edinmiştir. Bu heyetlerle yaptığı 
işbirliği, onun hem savaşta sağlık hizmetleri verme konusunda önemli tecrübeler edinmesine, hem bu konuda eksiklerini yakından görmesine hem de uluslararası 
alanda tanınıp, kabul görmesine yardımcı olmuştur. Trablusgarp’ta edindiği tecrübeler, Hilal-i Ahmer’e daha sonra yapılacak Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı’nda çok daha etkin bir hizmet verme konusunda büyük yarar sağlayacaktır. 

Trablusgarp Savaşı’nda Hilal-i Ahmer’in uluslararası “dokunulmazlığı”, bazı gönüllü vatansever subaylar tarafından cepheye gizli yollardan gitmek için bir kamuflaj olarak kullanılmıştır. Osmanlı Devleti’nin olanaksızlıkları ve içinde bulunduğu durum göz önüne alındığında, bu durumun vatan savunmasında zorunlu olarak başvurulan bir yöntem olduğu düşünülse de, bu açık bir savaş ihlalidir. Üstelik bu yöntemin fark edilmesi, İtalyanların savaş içinde Hilal-i Ahmer heyetlerine baskı yapmalarına, gözaltına almalarına, esir etmelerine ve yaptıkları birçok savaş ihlaline gerekçe olarak kullanılmıştır. 

DİPNOTLAR;

1 Terra irredenta (irredentismo Italiano): İtalya’nın kuzeyindeki Avusturya-Macaristan topraklarında yaşayan ve İtalyanca konuşan halkların topraklarından başlayarak, Doğu Akdeniz’in tamamını da içine alacak şekilde uzanan geniş toprakları kapsıyordu. Bu aslında Roma İmparatorluğu topraklarını yeniden 
ele geçirme hayaliydi ve İtalyan emperyalizminin temelindeki mitti. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında ortaya çıkan bu ideale dayanarak, İtalyan irredentistleri tarihsel olarak Kuzey Afrika coğrafyasının İtalya’nın dördüncü kıyısı olduğunu iddia ediyorlardı. Bu yüzden 1911’de İtalya’nın Trablusgarp’ı işgali söz konusu olduğunda “L’Italia non Va, Ritorna” (İtalya gitmiyor, geri dönüyor) şeklinde savaşçı sloganlar atılmıştı. Konu ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.cyclopaedia.de/wiki/Italian_irredenta (Erişim 
tarihi: 03.13.2016); Fabio L. Grassi, “Niçin Trablusgarp? İtalyan Çıkarması Ardındaki Siyaset ve Kültür”, Osmanlı Devleti’nin Dağılma Sürecinde Trablusgarp ve Balkan Savaşları 16-18 Mayıs 2011, İzmir, Bildiriler, yay. Haz. 
Mehmet Ersan ve Nuri Karakaş, TTK, Ankara 2013, s. 41, 42; Paulino Toledo Mansilla, “Trablusgarp Savaşı’nın İdeolojisi ve Propaganda Esasları (1911): Trablusgarp ve Sirenayka’da Çökmekte Olan Osmanlı Kültürüne Karşı Bir Kurtuluş Çaresi Olarak Görülen İtalyan Medenileştirme Misyonu”, Osmanlı Devleti’nin Dağılma Sürecinde Trablusgarp ve Balkan Savaşları 16-18 Mayıs 2011, İzmir, Bildiriler, Yay. Haz. Mehmet Ersan ve Nuri Karakaş, TTK, Ankara 2013, s. 555-563. 
2 İtalyanlar bu yenilgiden sonra işgal faaliyetlerini Kuzey Afrika’ya çevirdiler fakat bu bölgede etkin olmaktan vazgeçmediler. 1905’e kadar Eritre ve Somali’nin tamamına yerleştiler. Hatta Trablusgarp Savaşı’nda Yemen ve Asir’i de ele geçirebilmek amacıyla savaş alanını Kızıldeniz’e doğru genişlettiler. Fakat 
istedikleri sonucu elde edemediler. Mehmet Korkmaz, “Kızıldeniz’de Rekabet: 1911-1912 Trablusgarp Harbi Sırasında Kızıldeniz’de Osmanlı-İtalyan Mücadelesi”, Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi, sayı:21, Şubat 2013, s. 18, 19. İtalyanlar Habeşistan’ı ele geçirme amaçlarını ise 1934 yılında gerçekleştirdiler. Benito Mussolini, Habeşistan’ı yayılmacı siyasetinin hedefi yaptı ve Habeşistan ile İtalyan Somalisi arasında çıkan bir sınır çatışmasını gerekçe göstererek bölgeye müdahale kararı aldı. Bütün arabuluculuk önerilerini reddederek, 
  3 Ekim 1935'te Etiyopya'yı işgal etti. Bu işgal sırasında zehirli gaz ve hava bombası kullanarak yerli kabileleri dize getirdi. 1936-1941 yılları arasında İtalyan işgalinde kalan Habeşistan, II. Dünya Savaşı’nın sonunda yeniden bağımsızlığını kazandı. Mark Kıshlansky, Patrick Geary, Patricia O’Brien, Civilization in the West, sixth edition, Pearson, Longman, New York 2006, s. 851. 
3 Kuzey Afrika coğrafyasında yer alan Trablusgarp, Tunus ve Cezayir, Osmanlı Devleti’nde “Garp Ocakları” adıyla anılıyordu. Trablusgarp 16. yüzyılda (1551) Osmanlı idaresine girdi. Uzun süre Karamanlı Dayılar tarafından yönetildikten sonra 1834’de İstanbul’a bağlı bir vilayet yapıldı. 19. Yüzyılda bölgenin 
giderek önem kazanması ve Batılı güçlerin çıkar merkezi haline gelmesiyle Osmanlı Devleti Trablusgarp’ta merkezi idarenin güçlendirilmesi amacıyla bayındırlık, ziraat ve ticaret konularında birçok yatırımlar yapıldı ve vilayet yönetiminde yeni düzenlemelere gidildi. Sanayi Mektebi, okullar, hastaneler açıldı, gazeteler ve bankalar kuruldu, 1861’de de Trablusgarp-Malta arasına ilk telgraf hattı döşendi. 1882’de Mısır’ın İngilizler tarafından işgali Abdülhamit’in Trablusgarp’ı askeri olarak da güçlendirmesine neden oldu. Mevcut birliklerin 
sayısı arttırıldığı gibi, yerli halktan kurulan Hamidiye Alayları bölgenin güvenliği için etkin hale getirildi. 

Fakat Meşruiyet döneminde hükümetin Trablusgarp’a olan ilgisi azaldı. İktidara gelen İttihatçılar dikkatlerini iç siyasete ve ağırlıklı olarak Balkanlara yönelttiler. Bu durumdan yararlanan İtalyanlar Trablusgarp’ı işgal etti ve 1912’de yapılan Ouchy Antlaşmasıyla Trablusgarp İtalyan yönetimine geçti. Trablusgarp‘ın Osmanlı hakimiyetiyle ilgili tarihçesi için bkz. Enver Çakar, Doğu Akdeniz Sahilinde Bir Osmanlı Sancağı Trablus (1516-1579), TTK, Ankara 2012 ; Muhammed Tandoğan, Afrika’da Sömürgecilik ve Osmanlı Siyaseti (1800-1922), TTK, Ankara 2013, s. 11-17, Zekeriya Kurşun, “Trablusgarp Savaşı’nın Osmanlı Devleti’nin Mukadderatındaki Yeri”, Osmanlı Devleti’nin Dağılma Sürecinde Trablusgarp ve Balkan Savaşları 16-18 Mayıs 2011, İzmir, Bildiriler, yay. Haz. 
Mehmet Ersan ve Nuri Karakaş, TTK, Ankara 2013, s. 3-9 ; Ayrıca II. Abdülhamit döneminde Trablusgarp Valisi olan Ahmet Rasim Paşa’nın bölgede yaptığı çalışmalarla ilgili raporu için bkz; Hamiyet Sezer, “II. Abdülhamit 
Döneminde Osmanlı’da Vilayet Yönetiminde Düzenleme Gayretleri-Trablusgarp Örneği ve Ahmet Rasim Paşa”, http://www.eskieserler.com/dosyalar/mpdf%20(443).pdf, (Erişim tarihi: 16.06.2016). 
4 Sir Thomas Barclay, The Turco-Italian War And Its Problems, Constable & Company Ltd , London 1912, s. 13,14. 
5 Commodore W. H. Beehler, 1911-1912 Türk-İtalyan Savaşı, çev. Leyla Yıldırım, İlgi Kültür Sanat Yay, İstanbul 2014., s. 9. 
6 Grassi, a.g.e., s. 44. 
7 Timothy W. Childs, Trablusgarp Savaşı ve Türk-İtalyan Diplomatik İlişkileri, çev. Deniz Berktay, İş Bankası yay., İstanbul 2008, s. 45. 
8 David G. Herrmann, “The Paralysis of Italian Strategy in the Italian- Turkish War, 1911-1912” 
The English Historical Review, vol.104, no.411 (April 1989), s. 336. 
9 İtalya 1902’de Fransa ve Büyük Britanya ile anlaşmalar imzaladı. Alman- Avusturya ve İtalya 
arasında Üçlü İttifak Antlaşması ve Avusturya Macaristan ile bir anlaşma yaptı. 30 Haziran 1902’, 30 
Kasım 1909 ve 15 Aralık 1909’da da gizli antlaşmalar imzaladı. Orhan Koloğlu, Osmanlı-İtalyan Savaşı’nda 
İttihatçılar, Masonlar ve Sosyalist Enternasyonal, Ümit yay., Ankara 1999, s. 55. Barclay, a.g.e., s. 8-18. 
10 Zekeriya Kurşun, Yol Ayrımında Türk-Arap İlişkileri, İrfan yay, İstanbul 1992, s. 62. 
11 İtalya’nın Osmanlı Devleti’ne gönderdiği nota şöyleydi; “Trablusgarp ile Bingazi’nin Osmanlı Devleti’nce 
medeniyet nimetinden yararlandırılmadığına, bölgenin kalkınmasının İtalya için birinci derecede bir mesele olduğuna, 
Trablusgarp ile Bingazi’de İtalyanlara vesâir yabancılara karşı Osmanlı memurları tarafından bir takım olumsuz tavırlar 
sergilendiğine, böyle güvensiz bir ortam sebebiyle yabancıların bölgeyi terk etmeye başladıklarına, Osmanlı Hükümetinin ise 
bu duruma kayıtsız kaldığına, işbu notaya yirmi dört saat zarfında cevap verilmediği takdirde bölgenin işgal edileceğine dair 
İtalya Hükümeti’nin 28 Eylül 1911 tarihli notası ile Osmanlı Hükümetinin söz konusu gerekçeleri reddeden cevabî notası, 
Osmanlı Devletinin cevabî notasını yeterli görmeyen İtalya Hükümeti’nin savaşı başlattığına dair notası”. İtalya’nın Osmanlı 
devleti’ne gönderdiği nota ve karşılığında Osmanlı Devleti’nin İtalya’ya gönderdiği cevabî nota için 
Bkz. Osmanlı Belgelerinde Trablusgarb, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, İstanbul 2013, s. 474- 478. 
12 Barclay, a.g.e., s. 48,49; Hale Şıvgın, Trablusgarp Savaşı ve 1911-1912 Türk-İtalyan İlişkileri, Atatürk 
Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 1989, s. 39-58; İsrafi l Kurtcebe, Türk İtalyan İlişkileri (1911-1916), 
TTK, Ankara 1995, s. 45-52, Rıfat Uçarol, Siyasi Tarih, Filiz Kitabevi, İstanbul 1985, s. 352-353. 
13 Adnan Ataç,“Osmanlı Devleti’nde Askeri Sağlık Hizmetleri”, Osmanlı Devleti’nde Sağlık Hizmetleri 
Sempozyumu, Haz. Bilal Ak ve Adnan Ataç, Ankara: 2000, s. 258. 
14 Dr. Hüseyin Hüsnü Bey’in Not Defterinden Trablusgarp Savaşı, yayına Haz. Mebrure Değer, Kurtiş 
Matbaacılık, İstanbul 1998, s. 12. 
15 Hasan Kadri Dirim, “Trablusgarp Harbinde Derne Cephesi Sıhhi Hizmetleri”, Dirim, 31, 1956, s.157; 
Saip Giray, Trablus Harbinde Kızılay (Hilal-i Ahmer), Dirim, Sayı 30, 1955, s. 486. 
16 Dr. Hüseyin Hüsnü Bey’in Not Defterinden ….., s. 11; Nuran Yıldırım, Savaşlardan Modern Hastanelere 
Türkiye’de Hemşirelik Tarihi, Vehbi Koç Vakfı, İstanbul 2014, s. 105. 
17 Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin kuruluş tarihçesi için bkz. Seçil Karal Akgün ve Murat 
Uluğtekin, Hilal-i Ahmer’den Kızılay’a, Kızılay, Ankara 2000, Türkiye Kızılay Derneği, 73 Yıllık Hayatı, 18771949, 
(yay.y.), Ankara 1950 ; Haluk Perk, Felaketlerin Umut Işığı Türk Kızılayı, Zeytinbunu Belediyesi yay., 
İstanbul 2012; Türkiye Kızılay Cemiyeti Rakam ve Resimlerle Çalışmalarımız, Doğuş Matbaası, Ankara 1959, Orhan 
Yeniaras, Türkiye Kızılay Tarihine Giriş, Kızılay Bayrampaşa Şubesi, İstanbul 2000, Mesut Çapa, Kızılay 
(Hilal-i Ahmer) Cemiyeti (1914-1925), Türk Kızılayı, Ankara 2010. 
18 Akgün ve Uluğtekin, a.g.e., s. 14-40, 49. 
19 Hilal-i Ahmer Genel Merkezi 7 Ekim 1911’de bir toplantı yaparak, savaş bölgesine sağlık ekibi 
gönderme kararı aldı. Bu karar çerçevesinde, savaş boyunca Trablusgarb’a üç sağlık heyeti gönderdi ve 
hastaneler kurdu. Gönderilen heyetlerden ikisi Trablusgarp tarafına (Aziziye, Hums ve Garian) ve biri de 
Bingazi’ye (Derne ve Tobruk) gönderilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti 1331-1329 
Salnamesi, Ahmet İhsan ve Şürekası Matbaası, İstanbul 1329, s. 96, 101-105. 
20 Salname, a.g.e., s. 100. 
21 A.g.e., s. 95; Türk Kızılay Derneği’nin 73 Yıllık….., a.g.e., s. 8. 
22 Dirim, a.g.e., s. 153- 155. 
23 Salname, a.g.e., s. 96, 101-105. 
24 Akgün ve Uluğtekin, a.g.e., s. 31, 32. 
25 Türk Kızılay Arşivi (TKA), klasör no: 7, belge no: 8. 
26 Osmanlı-Rus Savaşı’nda (1877-1878) Uluslararası Kızılhaç Komitesi hem Rusya’ya hem de 
Osmanlı Devleti’ne kullandıkları kızılay ve kızılhaç amblemlerini “koruma işareti” olarak tanıyıp tanımadıklarını 
sormuş, her iki devletin de onayıyla sağlık heyetleri bu amblemleri kullanmıştı. Uluslararası 
Kızılhaç Komitesi 1 Nisan 1911 tarihinde İtalyan Kızılhaç Örgütü’ne bir yazı göndererek, Osmanlı 
Hilal-i Ahmer’inin kullandığı amblemin Kızılhaç amblemiyle eşitliğini ve dokunulmazlığını teyit etmişti. 
Söz konusu yazıda; Osmanlı Devleti’nin Cenevre Sözleşmesi’ni resmen onaylayan devletlerden biri olduğu 
hatırlatılarak, “kızıl haç” armasına gösterilen saygının aynısının “kızıl ay” armasına da gösterilmesi ve korunması 
isteniyordu. İtalyan Kızılhaçı bu yazıya, denizde ve karada İtalyan Kızılhaçı’na saygı gösterildiği 
sürece aynı karşılığın verileceği cevabını verdi. Ayrıca Trablusgarp’taki İtalyan birliklerinin bu karardan 
haberdar edildiklerini bildirmişti. Ahmet Tetik ve Mehmet Şükrü Güzel, Kızılay ve Kızılhaç Belgeleriyle Osmanlılara 
Karşı İşlenen Savaş Suçları (1911-1921), İş Bankası yay, İstanbul 2013, s. 47. Özetle, Uluslararası 
Kızılhaç Komitesi 1878’den itibaren, ilke olarak, Kızılay ambleminin Hıristiyan olmayan ülkelerin koruma 
sembolü olarak kullanımını kabul etmişti. Amblemin resmi olarak kabulü 1929 Cenevre Sözleşmesi’nin 
19. maddesiyle https://www.icrc.org/applic/ihl/ihl.nsf/Article.xsp?action=openDocument&documentId=
B087250D706E5B5EC12563CD00518BA8 düzenlendi. Amblem Türkiye’nin yanı sıra Mısır, Pakistan, 
Malezya ve Bangladeş tarafından da kullanılmaya başlandı. Günümüzde 151 ülkede Kızılhaç, 32 ülkede 
de Kızılay amblemi kullanılmaktadır. Bkz. 
https://www.icrc.org/eng/resources/documents/misc/emblem-history.htm (Erişim tarihi: 23.06.2016). 
27 Dr. Kerim Sebati Bey’in başkanlığını yaptığı bu heyet altı doktor, 15 hastabakıcı ve bir muhasebeci
olmak üzere 22 kişiden oluşuyordu. Heyette operatör Dr. Abdüssalam Bey, operatör Dr. Ziya
Bey, operatör Dr. Rıfkı Bey, operatör Dr. Ali Bey ve Dr. Saip Giray bulunuyordu. Paris’ten satın aldıkları
tıbbi malzemelerle Tunus üzerinden Aziziye’ye giden Birinci Hilal-i Ahmer heyeti, Fırka Komutanlığı’nın
yönlendirmesiyle, Aziziye’de 160 yataklı ve gayet donanımlı bir Hilal-i Ahmer hastanesi kurdu. Heyet
Aziziye’ye geldiğinde burada altı askeri tabip ve Paris’ten gönüllü olarak gelen beş doktordan başka hiçbir
tıbbi kadro yoktu. Dolayısıyla heyetinin gelmesi, bölgedeki doktorları hem malzeme olarak hem de kadro
açısından oldukça rahatlattı. Aziziye Hilal-i Ahmer Hastanesi bir bina ile çevresinde kurulan çadırlardan
oluşuyordu. Tamamen yaralılara tahsis edilen hastane binası daha önce okul olarak kullanılan, bölgedeki
en düzgün yapılardan biriydi. Hastaneyi ziyaret eden H. C. Seppings Wright, bu hastanenin “Londra’daki
modern hastane kadar mükemmeldi” yorumunu yapmıştı. Hastanenin hizmetlerinden en çok faydalananlar İtalyan
harp esirleriydi. Bu hastanede “sinyorlar” adıyla anlayış ve şefkat görüyor ve tedavileri yapılıyordu. 
Bu hastane savaş sonuna kadar hizmet verdi. Salname, s. 76, 77; Giray, a.g.e., s. 485; H.C. Seppings-Wright,
Hilal Altında İki Yıl, çev. Derin Türkömer, İş Bankası yayınları, İstanbul 2010, s. 66, 67.
28 Salname, a.g.e., s. 96-98. 
29 Dr. Besim Ömer, Hanımefendilere Hilal-i Ahmer’e Dair Konferans, Haz. İsmail Hacıfettahoğlu, Türkiye Kızılay Derneği yay, Ankara 2009, s. 164. 
30 TKA, 43/11, 43/17, 43/8.13. 
31 Abdulkarim Abu Shwerib, El-Hilalu’l Ahmar el-Osmani Ve Devruhu fi’l Cihâdi’l Lîbî (Osmanlı Kızılay’ı ve Libya Savaşı’ndaki Rolü), 
Dar-ul Kutub El Vataniyye, 1989, s. 19.(Bu kitabın Arapçadan Türkçeye çevrilmesinde yardımcı olan Kübra Şahin’e teşekkür ederim.) 
32 TKA., 43/2. 
33 TKA., 43/17. 
34 TKA., 43/11. 
35 Kendi Mektuplarında Enver Paşa, yay. haz. M. Şükrü Hanioğlu. Der yay, İstanbul 1989, s. 76. 
36 Hasan Mert, Trablusgarp Savaşı’nda İzmir basınında çıkan yazıları incelediği bir araştırmada, 
yazılan yazıların birçoğunda ortak geçen kelimenin “vatan” olduğuna, Trablusgarp, Bingazi, Tobruk ve 
Derne’nin Osmanlı münevverleri için “vatan” olarak kabul edildiğine dikkati çekmektedir. Hasan Mert, 
“İzmir Basınında Trablusgarp Savaşı”, Osmanlı Devleti’nin Dağılma Sürecinde Trablusgarp ve Balkan Savaşları 1618 
Mayıs 2011, İzmir, Bildiriler, yay. Haz. Mehmet Ersan ve Nuri Karakaş, TTK, Ankara 2013, s. 690. 
37 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), DH. SYS. nr. 75-15/1-4, 2-3 
38 TKA., 43/2. 
39 Akgün ve Uluğtekin, a.g.e., s. 55. 
40 TKA., 43/17. 
41 Yıldırım, a.g.e., s. 102, 103. 
42 Salname, a.g.e., s. 100. 
43 Yıldırım, a.g.e., s. 105, 107. 
44 Shwerib, a.g.e., s. 129. 
45 Kemal Özbay, Türk Asker Hekimliği Tarihi ve Asker Hastaneleri, cilt I, Yörük Basımevi, İstanbul 1976, s. 84. 
46 TKA., 140/10. 
47 Dr. Besim Ömer Paşa, Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ni “henüz altı aylık bir tıfl-ı nevzâd” 
yani yeni doğmuş bir bebek olarak betimlemişti. Dr. Besim Ömer, a.g.e., s. 167. 
48 Salname, a.g.e., s. 95. 
49 Commodore Beehler, Fransız Kızılhaç Örgütü’nün de Türklere yardım ettiğinden bahsetmektedir. 
Fakat bu konuyla herhangi bir bilgiye ulaşılmamıştır. Beehler, a.g.e., s. 66. 
50 Dr. Hüseyin Hüsnü Bey’in Not Defterinden ….., s. 78. 
51 Akgün ve Uluğtekin, a.g.e., s. 83-87. 
52 Ayrıca savaş boyunca çoğu bağış yoluyla, hayır işleriyle ve ferdi çabalarla da çok sayıda ilaç, tıbbi 
ekipman vs toplanarak, Hilal-i Ahmer’e teslim edilmiştir. Osmanlı Hilal-i Ahmer Salnamesi, a.g.e., s. 95 ; 
Zuhal Özaydın, “Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin Kuruluşu ve Çalışmaları”, https://www.tarihtarih. 
com/?Syf=26&Syz=293938 (Erişim tarihi: 21.06.2016). 
53 BOA, DH.SYS, nr. 75-6/1-6, 27. 
54 “Natal Muhammedans”, The Scotsman, Nov. 9, 1911. 
55 TKA.,19/159. 
56 “Help For Turkish Sufferers in Tripoli”, The Manchester Guardian, Nov 9, 1911. 
57 Hanioğlu, a.g.e., s. 117. 
58 Özbay, a.g.e., s. 82. 
59 Prens Ömer Tosun Paşa’nın gönderdiği ilaçlar Kasr-ı Harun Muharebesi’nde gözünden yaralanan 
ve Derne’de tedavi altına alınan Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa’nın tedavisinde kullanılmıştı. Çarpışma 
sırasında gözüne giren kireç parçasından dolayı rahatsızlanan gözleri için asid borikle tedavi edilmeye 
çalışılmış ama istenilen başarı elde edilememişti. Bunun üzerine Suriye’den güçlükle getirilen göz doktoru 
Münir Bey, Derne Hastanesi doktorlarından Dr. Hakkı Bey ile yaptıkları muayenede Mustafa Kemal Pa-
şa’nın konunun uzmanı bir doktor tarafından tedavi dilmesine karar vermişlerdi. Muayene sırasında burada 
bulunan Eşfer Kuşçubası’nın önerisi üzerine bu tedavinin ünlü Avusturyalı Profesör Dr. Fox tarafından 
yapılması konusunda fi kir birliğine varmışlardı. Mustafa Kemal Paşa daha sonra Viyana’da tanınmış bir 
göz doktoru olan Prof Ernst Fuchs tarafından ameliyat edilecektir. Cemal Kutay, Osmanlı Trablusgarb’inde 
(Libya) İtalyan İşgaline Direnen Üç Türk’ün Anıları (Mustafa Kemal-Enver Paşa-Eşref Paşa), 1911-1912, abm yay., 
İstanbul 2016, s. 251-253; Eren Akçiçek, “ Trablusgarp Savaşı’nda Mustafa Kemal (Atatürk)’in Geçirdiği 
Travmalar ve Sağlığı”, Osmanlı Devleti’nin Dağılma Sürecinde Trablusgarp ve Balkan Savaşları 16-18 Mayıs 2011, 
İzmir, Bildiriler, yay. Haz. Mehmet Ersan ve Nuri Karakaş, TTK, Ankara 2013, s. 548. 
60 Dirim, a.g.e., s. 153- 155. 
61 Shwerib, a.g.e., s. 29. 
62 Dirim, a.g.e., s. 154. 
63 Heyetteki doktorlar, Dr. Goebel, Prof. Dr. Schütze ve Dr. Fritz idi. Prof. Dr. Schütze tifüse yakanıp öldü onun yerine Doç. Dr. Otten gönderildi. 
Garian’daki tifüs salgınına pek çok hastabakıcı yakalandı. 
Bu hastalıktan ölen üç hastabakıcının yerine Almanya’dan üç hasta bakıcı daha gönderildi. Yıldırım, Savaşlardan…… a.g.e., s. 106. 
64 Tetik ve Güzel, a.g.e., s. 49. 
65 Beehler, a.g.e., s. 83. 
66 Dr Goebel savaş sona erdikten sonra, Trablusgarp’taki tecrübelerini Alman Cerrahi Derneği’nin 
42. yıllık toplantısında bir tebliğ olarak sunmuştur. İtalyan kurşunlarının, uçaktan attıkları bombaların 
sebep olduğu yaralanmalar, şarapnel yaralanmaları ve bunların tedavisi konusunda oldukça önemli 
bilgiler vermiştir. Bu bilgiler savaş cerrahisi alanındaki gelişmelere büyük yarar sağlamıştır. Dr. Goebel’in 
tebliğinin ayrıntıları için bkz. “Our Berlin Letter: Military Surgery in Tripoli And in the Balkans”, Medical 
Record, 84/11, Sep 13, 1913, s. 486. 
67 Yıldırım, Savaşlardan …. a.g.e., s. 106. 
68 100. Yılında Trablusgarp Savaşı, Atlas Tarih, Doğan yay., İstanbul 2011, s. 28. Trablusgarp Savaşı’nda 
oluşturulan develi sıhhiye kolları cepheden menzil hastanelerine yaralı taşınmasında oldukça yararlı 
olmuştur. Özbay, a.g.e., s. 81; Seppings-Wright, a.g.e., s. 118, 119. 
69 Özbay, a.g.e., s. 84. 
70 Bu heyet Cuthbert Francis. Dixon Johnson direktörlüğünde oluşturulmuştu. Heyet şu kişilerden 
oluşuyordu: Baş cerrahlar; Bernard Haigh ve Charles Edgar Holton Smith, yardımcı cerrahlar, Robert 
Trail Brotchic ve Joseph S. Lauder, iki erkek hastabakıcı; G. Johnson ve William Kirby. “Turco-Italian War, 
New British Red Crescent Mission for Tripoli”, The Scotsman, Jun 1, 1912, s. 9; “Red Crescent Society in 
Tripoli: The British Field Hospital”, The Scotsman, Feb. 9, 1912, s. 7; Akgün ve Uluğtekin, a.g.e., s. 52. 
71 100. Yılında…. a.g.e., s. 62, 64, Yıldırım, a.g.e., s. 107. 
72 “Zion Jews to Aid Turks: Will Send Doctors and Nurses to Tripoli From Palastine”, New York Times, Dec 10, 1911. 
73 “Alliance Aiding Jews in Tripoli”, The American Hebrew & Jewish Messenger, Apr. 5, 1912. 
74 Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa, cilt II, (1908-1914), Remzi Kitabevi , İstanbul 1971, s. 220, 221. 
75 Mansilla, a.g.e., s. 556. 
76 BOA, MV, 154/93. 
77 Barclay, a.g.e., s. 57. 
78 Kurtcebe, a.g.e., s. 12-18. 
79 İtalyan milliyetçilerinin bu düşüncelerine karşı, anarşistler, sosyalistler, Cumhuriyetçiler ve liberal demokratlar 
Trablusgarp işgaline şiddetle karşı çıkıyorlardı. Katolik kilisesi ise işgal yanlısı bir politika güdüyordu. Bunun sebebi, 
Katolik sermayenin elinde olan Banco di Roma’nın Trablusgarp’ta önemli menfaatlerinin olmasıydı. Grassi, a.g.e., s. 42. 
80 Childs, a.g.e., s. 40, 41; 
81 Şıvgın, a.g.e., s. 24. 
82 Ahmet Şerif, Arnavutluk’da, Suriye’de, Trablusgarb’de Tanin, cilt II, haz. Ahmet Çetin Börekçi, Ankara: TTK, 1999, s. 274. 
83 Enver Paşa Kuzey Afrika’ya gitmeden önce dönemin Osmanlı padişahı ve 114. İslam halifesi 
olan V. Mehmet Reşad’ın (1844-1918) kızlarından biri olan Naciye Sultan ile nişanlanmıştı. Enver Paşa 
Trablusgarp’a gittikten sonra, 16 Kasım 1911’de Zaviye-i Ümürsüm’den yazdığı bir yazıda, Arapların kendisine 
duydukları saygı ve itaati şu şekilde anlatmıştı: “vali tayin ediyor olmam belki sizi şaşırtacak ama ben Halife 
tarafından gönderilen biriyim ve sultanın damadıyım. Bir tek bu bağlantı bana yardım ediyor. Araplar hürriyet kahramanı Enver 
Bey’i ya da erkân-ı harb (binbaşısı) kumandan Enver Bey’i tanımıyorlar ama Halifenin damadına saygı gösteriyorlar….”, 
Kendi Mektuplarında……, a.g.e., , s. 93, 115; konu ile ilgili ayrıca bkz. Şıvgın. a.g.e., s. 73-75. 
84 “Arab Amazons in Tripoli”, New York Times, May 19, 1912. 
85 Herrmann, a.g.e., s. 336, 344. 
86 Dr. Hüseyin Hüsnü Bey’in Not Defterinden ….., s. 12, 13. 
87 Salname, a.g.e., s. 105. 
88 Shwerib, a.g.e., s. 135. 
89 Salname, a.g.e., s. 105. 
90 Shwerib, a.g.e., s. 29. 
91 A.g.e., s. 25. 
92 A.g.e., s. 125. 
93 Missionary Herald, vol. CVII, no:12, December 1911, s. 552. 
94 Şıvgın, a.g.e., s. 66-73; Marie-Odile Moreau, “Ottoman Resistance During the Turkish –Italian War”, 
Osmanlı Devleti’nin Dağılma Sürecinde Trablusgarp ve Balkan Savaşları 16-18 Mayıs 2011, İzmir, Bildiriler, 
yay. Haz. Mehmet Ersan ve Nuri Karakaş, TTK, Ankara 2013, s. 80. 
95 Beehler, a.g.e.,, s. 72, 73. 
96 Childs, a.g.e., s.110. 
97 Dr. Hüseyin Hüsnü Bey’in…… a.g.e., s. 6. 
98 Aslında 1907 tarihli Lahey Sözleşmesi’ne göre, Kızılhaç veya Kızılay amblemi taşıyan hastane gemileri 
‘dokunulmaz’ kabul edilerek, savaş boyunca yaralı ve hasta askerlere hizmet etmeleri uluslararası 
düzeyde garanti altına alınmıştı. Bu durumda muharip devletlerin hiçbir şekilde bu görevdeki kişilerin görevlerini 
engelleyecek bir uygulamada bulunmamaları gerekiyordu. Lahey Sözleşmesi’nde “Convention on Hospital Ship” 
başlığı altında yer alan bu maddeler için bkz. 
https://www.icrc.org/ihl/INTRO/175?OpenDocument (Erişim tarihi: 13.02.2016). 
99 Shwerib, a.g.e., s. 
100 Salname, a.g.e., s. 96-98; Giray, a.g.e., s. 485. 
101 Ahmet Şerif, a.g.e., s. 241. 
102 A.g.e., s. 246. 
103 BOA, BEO 4049/300612, belge no: 3. 
104 Bu antlaşma İsviçre'nin Lozan şehri yakınındaki Ouchy kasabasında imzalandığı için Osmanlı 
Devleti tarafından Ouchy (Uşi) Antlaşması, İtalyanlar tarafından Trattato di Losanna olarak bilinmektedir. 
Antlaşmanın tam metni için bkz, Childs, a.g.e., s. 279-283. 
105 Korkmaz, a.g.e., s. 34. 
106 Beehler, a.g.e., s. 72. 
107 Salname, a.g.e., s. 101-104; Giray, a.g.e., s. 486, 487. 
108 “Italian Shell Town: Repulse Turks in Battle in Desert Near Tripoli, The Washington Post, Jan 20, 1912. 
109 Tutuklananlardan sadece bir subayın gitmesine izin verilmediği, bu kişinin de Hilal-i Ahmer’de 
görevli olmadığı ve yanında çok miktarda para bulunduğu belirtilmiştir. Beehler, a.g.e., s. 73. 
110 Salname, a.g.e., s.101-104; Giray, a.g.e., s. 486, 487. 
111 Shwerib, a.g.e., s.. 
112 Bu olaydan iki gün önce de, 16 Ocak 1912’de Kartaca adında bir Fransız Posta Vapuru İtalyan torpidosu tarafından, içinde bir uçak bulunduğu 
gerekçesiyle tevkif edilmiş ve yine Cagliari Limanına götürülmüştü. 
113 Trablusgarp’ı nasıl aldık?, Haz. Tahsin Yıldırım, DBY yay., İstanbul 2012, s. 96, 97. 
114 Tetik ve Güzel, a.g.e., s.50, 51. 
115 Besim Ömer, IX Washington Salib-i Ahmer Konferansı’nda Memuriyetim ve Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne Tekliflerim, İstanbul: 1328, s. 8. 
116 Dr. Hüseyin Hüsnü Bey’in Not Defterinden ….., s. 11. 
117 Korkmaz, a.g.e., s. 25. 
118 Cenevre Sözleşmesi’nin 14. maddesi şöyledir; Art. 14. If mobile sanitary formations fall into the power 
of the enemy, they shall retain their ' matériel, ' including the teams, whatever may be the means of transportation and the 
conducting personnel. Competent military authority, however, shall have the right to employ it in caring for the sick and wounded. 
The restitution of the matériel shall take place in accordance with the conditions prescribed for the sanitary personnel, and, 
as far as possible, at the same time. Sözleşmenin tam metni için Bkz. Convention for the Amelioration of the 
Condition of the Wounded and Sick in Armies in the Field. Geneva, 6 July 1906. https://www.icrc.org/ihl/ 
INTRO/180?OpenDocument (Erişim/Accessed: 20.02.2016) 
119 BOA, HR.HMŞ. İŞO, lef.31. 
120 Trablusgarp Savaşı öncesinde İtalya ve Osmanlı Devleti 1899 tarihli Lahey Sözleşmesi’ni imzalamış 
ve onaylamışlardı. 1907 tarihli Lahey Sözleşmesi’ni ise imzalamışlar fakat henüz onaylamamışlardı. 
Tetik ve Güzel, a.g.e., s. 45. 
121 Savaş sırasında Trablusgarp’ta bulunan Manchester Guardian, Dailly Mirror, Daily Mail, Mor-
ning Post, Daily Graphic ve Frankfürter Zeitung gibi Avrupa basınının savaş muhabirleri İtalyan askerlerin 
kadın, çocuk, genç ayırt etmeksizin yerli halkı doğrudan hedef aldığını, savaş esirlerine de vahşet dolu 
muameleler yaptığını Reuters ajansı muhabirlerinden aldıkları bilgiler doğrultusunda tüm dünyaya duyurmuşlardı. 
Bu gazeteler bilhassa Ekim 1911’de İtalyanlar tarafından yerli halka karşı girişilen ve işgalin başlangıcından 
beri en kanlı dört gün olarak Trablusgarp savaşı tarihine geçen katliamlara dikkat çekmişlerdi. 
Bu haberleri İtalyan başbakanı ise tümüyle inkar etmişti. Wilfrid Scawen Blunt, The Italian Horror And How 
to End It, The Chancery Lane Press, , London 1911, s. 14-22. 
122 Hakan Bacanlı, “1911-1912 Osmanlı-İtalyan Savaşı ve Örikağasızade Hasan Sırrı’nın ‘Hukuk-i 
Düvel Nokta-i Nazarında Osmanlı-İtalya Muharebesi Adlı Eseri’”, Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi, Sayı: 21, Şubat 2013, s. 49-50. 
123 Nurdan İpek Şeber, “Arşiv Belgelerine Göre Trablusgarp Savaşı’nın Osmanlı Topraklarındaki İtalyan Tebaya Yansımaları”, Osmanlı Araştırmaları Dergisi, 
Sayı: 38, 2011, s. 25. 
124 1910 yılında Trabzon’da başlayan kolera, önce Karadeniz sahillerine ardından da İstanbul’a sıçrayarak salgın halini aldı. Bu sırada sonbahar manevrası için 
İstanbul Okmeydanı’ndaki ordugahta toplanan ordu içinde de kolera vakaları tespit edilmiş fakat yeterli önlemler alınamamıştı. Askerler vasıtasıyla 
kolera tüm memlekete yayılarak ciddi bir durum almıştı. Aralık ayında kolera vakalarında büyük bir atış görüldü. Alınan sıkı tedbirlerle koleranın önü alınmaya 
çalışıldıysa da Trablusgarp savaşı başladığında İstanbul ve Anadolu’da kolera salgını hala devam ediyordu. Nuran Yıldırım, İstanbul’un Sağlık Tarihi, İstanbul 
Üniversitesi ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti, İstanbul 2010, s. 90. 
125 Aydemir, a.g.e., s. 219, 227, 228. 
126 Dr. Hüseyin Hüsnü Bey’in Not Defterinden ….., s. 11, 15, 78. 
127 Ahmet Şerif, a.g.e., s. 241-243. 



KAYNAKLAR 

Arşiv Kaynakları 
Türk Kızılay Arşivi (TKA) 

TKA. 7/8. 
TKA.,19/159. 
TKA., 43/2. 
TKA.43/8. 
TKA., 43/11. 
TKA. 43/13. 
TKA.43/17. 
TKA., 140/10. 

Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) 

BOA, DH. SYS. nr. 75-15/1-4. 
BOA, DH. SYS. nr. 75-15/ 2-3. 
BOA, DH.SYS, nr. 75-6/1-6, 27. 
BOA, BEO 4049/300612/ 3. 
BOA, HR.HMŞ. İŞO, 31. 
BOA, MV, 154/93. 

Kitaplar ve Makaleler 

Ahmet Şerif, Arnavutluk’da, Suriye’de, Trablusgarb’de Tanin, cilt II, haz. Ahmet Çetin Börekçi, TTK, Ankara 1999. 

Akçiçek, Eren, “Trablusgarp Savaşı’nda Mustafa Kemal (Atatürk)’in Geçirdiği Travmalar 
ve Sağlığı”, Osmanlı Devleti’nin Dağılma Sürecinde Trablusgarp ve Balkan Savaşları 
16-18 Mayıs 2011, İzmir, Bildiriler, yay. Haz. Mehmet Ersan ve Nuri Karakaş, 
TTK, Ankara 2013, ss. 541-549. 

Akgün, Seçil Karal - Uluğtekin, Murat, Hilal-i Ahmer’den Kızılay’a, Kızılay yay., Ankara 2000. 

“Alliance Aiding Jews in Tripoli”, The American Hebrew & Jewish Messenger, Apr. 5, 1912. 
“Arab Amazons in Tripoli”, New York Times, May 19, 1912. 
Ataç, Adnan, “Osmanlı Devleti’nde Askeri Sağlık Hizmetleri”, Osmanlı Devleti’nde Sağlık 

Hizmetleri Sempozyumu, Haz. Bilal Ak ve Adnan Ataç, Ankara: 2000, ss. 249-262. 

Aydemir, Şevket Süreyya, Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa, cilt II, (1908-1914), 
Remzi Kitabevi, İstanbul 1971. 

Bacanlı, Hakan, “1911-1912 Osmanlı-İtalyan Savaşı ve Örikağasızade Hasan Sır-
rı’nın ‘Hukuk-i Düvel Nokta-i Nazarında Osmanlı-İtalya Muharebesi Adlı Eseri’”, 
Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi, Sayı: 21, Şubat 2013, ss. 45-80. 

Barclay, Sir Thomas, The Turco-Italian War And Its Problems, Constable&Company Ltd, London 1912. 

Beehler, W. H. Commodore, 1911-1912 Türk-İtalyan Savaşı, çev. Leyla Yıldırım, İlgi 
Kültür Sanat yay., İstanbul 2014. 

Besim Ömer, IX Washington Salib-i Ahmer Konferansı’nda Memuriyetim ve Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne 
Tekliflerim, İstanbul 1328. 

 Hanımefendilere Hilal-i Ahmer’e Dair Konferans, Haz. İsmail Hacıfettahoğlu, 
Türkiye Kızılay Derneği yay, Ankara 2009. 

Blunt, Wilfrid Scawen, The Italian Horror And How to End It, The Chancery Lane Press, London 1911. 

Childs, Timothy W., Trablusgarp Savaşı ve Türk-İtalyan Diplomatik İlişkileri, çev. Deniz Berktay, İş Bankası yay., İstanbul 2008. 

Çakar, Enver, Doğu Akdeniz Sahilinde Bir Osmanlı Sancağı Trablus (1516-1579), TTK, Ankara 2012. 

Çapa, Mesut, Kızılay (Hilal-i Ahmer) Cemiyeti (1914-1925), Türk Kızılayı, Ankara 2010. 

Dirim, Hasan Kadri, “Trablusgarp Harbinde Derne Cephesi Sıhhi Hizmetleri”, Dirim, 31, 1956, ss. 153- 155. 

Giray, Saip, “Trablus Harbinde Kızılay (Hilal-i Ahmer)”, Dirim, Sayı 30, 1955, ss. 484-487. 

Grassi, Fabio L., “Niçin Trablusgarp? İtalyan Çıkarması Ardındaki Siyaset ve Kültür”, 
Osmanlı Devleti’nin Dağılma Sürecinde Trablusgarp ve Balkan Savaşları 16-18 Mayıs 
2011, İzmir, Bildiriler, yay. Haz. Mehmet Ersan ve Nuri Karakaş, TTK, Ankara 2013, ss. 37-47. 

“Help For Turkish Sufferers in Tripoli”, The Manchester Guardian, Nov 9, 1911. 

Herrmann, David G.,“The Paralysis of Italian Strategy in the Italian- Turkish War, 
1911-1912” The English Historical Review, vol.104, no.411 (April 1989), s. 332-356. 

“Italian Shell Town: Repulse Turks in Battle in Desert Near Tripoli, The Washington Post, Jan 20, 1912. 

Kendi Mektuplarında Enver Paşa, yay. haz. M. Şükrü Hanioğlu, Der yay., İstanbul 1989. 

Kıshlansky, Mark - Patrick, Geary - Patricia, O’Brien, Civilization in the West, sixth edition, Pearson, Longman, New York 2006, s. 851. 

Koloğlu, Orhan, Osmanlı-İtalyan Savaşı’nda İttihatçılar, Masonlar ve Sosyalist Enternasyonal, Ümit yay., Ankara 1999. 

Korkmaz, Mehmet, “Kızıldeniz’de Rekabet: 1911-1912 Trablusgarp Harbi Sırasında 
Kızıldeniz’de Osmanlı-İtalyan Mücadelesi”, Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi, Sayı: 
21, Şubat 2013, ss. 17-43. 

Kurşun, Zekeriya, “Trablusgarp Savaşı’nın Osmanlı Devleti’nin Mukadderatındaki 
Yeri”, Osmanlı Devleti’nin Dağılma Sürecinde Trablusgarp ve Balkan Savaşları 16-18 Mayıs 
2011, İzmir, Bildiriler, yay. Haz. Mehmet Ersan ve Nuri Karakaş, TTK, Ankara 2013, ss. 3-17 

Kurtcebe, İsrafil, Türk-İtalyan İlişkileri (1911-1916), TTK, Ankara 1995 

Kutay, Cemal, Osmanlı Trablusgarb’inde (Libya) İtalyan İşgaline Direnen Üç Türk’ün Anıları 
(Mustafa Kemal-Enver Paşa-Eşref Paşa), 1911-1912, abm yay., İstanbul 2016. 

Mansilla, Paulino Toledo, “Trablusgarp Savaşı’nın İdeolojisi ve Propaganda Esasları 
(1911): Trablusgarp ve Sirenayka’da Çökmekte Olan Osmanlı Kültürüne Karşı 
Bir Kurtuluş Çaresi Olarak Görülen İtalyan Medenileştirme Misyonu”, Osmanlı 
Devleti’nin Dağılma Sürecinde Trablusgarp ve Balkan Savaşları 16-18 Mayıs 2011, İzmir, 
Bildiriler, yay. Haz. Mehmet Ersan ve Nuri Karakaş, TTK, Ankara 2013, s. 555564. 

Mert, Hasan, “İzmir Basınında Trablusgarp Savaşı”, Osmanlı Devleti’nin Dağılma Sürecinde 
Trablusgarp ve Balkan Savaşları 16-18 Mayıs 2011, İzmir, Bildiriler, yay. Haz. 

Mehmet Ersan ve Nuri Karakaş, TTK; Ankara 2013, ss. 683-694. 

Missionary Herald, vol. CVII, no: 12, December 1911. 

Moreau, Marie-Odile, “Ottoman Resistance During the Turkish –Italian War”, Osmanlı 
Devleti’nin Dağılma Sürecinde Trablusgarp ve Balkan Savaşları 16-18 Mayıs 2011, 
İzmir, Bildiriler, yay. Haz. Mehmet Ersan ve Nuri Karakaş, TTK, Ankara 2013, ss. 77-83. 

“Natal Muhammedans”, The Scotsman, Nov. 9, 1911. 

Osmanlı Belgelerinde Trablusgarb, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, 
İstanbul 2013. 

“Our Berlin Letter: Military Surgery in Tripoli And in the Balkans”, Medical Record, 84/11, Sep 13, 1913, s. 486. 

Özbay, Kemal, Türk Asker Hekimliği Tarihi ve Asker Hastaneleri, cilt I, Yörük Basımevi, İstanbul 1976, s. 84. 

Perk, Haluk, Felaketlerin Umut Işığı Türk Kızılayı, Zeytinbunu Belediyesi yay., İstanbul 2012. 

“Red Crescent Society in Tripoli: The British Field Hospital”, The Scotsman, Feb. 9, 1912. 

Seppings-Wright, H.C., Hilal Altında İki Yıl, çev. Derin Türkömer, İş Bankası yayınları, İstanbul 2010. 

Shwerib, Abdulkarim Abu, El-Hilalu’l Ahmar el-Osmani Ve Devruhu fi’l Cihâdi’l Lîbî (Osmanlı 
Kızılay’ı ve Libya Savaşı’ndaki Rolü), Dar-ul Kutub El Vataniyye, 1989. 

Şeber, Nurdan İpek, “Arşiv Belgelerine Göre Trablusgarp Savaşı’nın Osmanlı Topraklarındaki 
İtalyan Tebaya Yansımaları”, Osmanlı Araştırmaları Dergisi, Sayı: 38, 
2011, s. 237-262. 

Şıvgın, Hale, Trablusgarp Savaşı ve 1911-1912 Türk-İtalyan İlişkileri, Atatürk Araştırma 
Merkezi Yayınları, Ankara 1989. 

Tandoğan, Muhammed, Afrika’da Sömürgecilik ve Osmanlı Siyaseti (1800-1922), TTK, Ankara 2013. 

Temel, Mehmet, “Trablusgarp Savaşı’nda Osmanlı Devleti ve İtalya Tarafından Savaş Kaçağı 
İlan Edilen Maddeler ve Denizlerde Karşılıklı El Koymalar”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2005, cilt 22, Sayı: 1, ss. 203-214. 

Tetik, Ahmet - Mehmet Şükrü Güzel, Kızılay ve Kızılhaç Belgeleriyle Osmanlılara Karşı 
İşlenen Savaş Suçları (1911-1921), İş Bankası yay, İstanbul 2013. 

“Turco-Italian War, New British Red Crescent Mission for Tripoli”, The Scotsman, Jun 1, 1912. 

Türkiye Kızılay Derneği, 73 Yıllık Hayatı, 1877-1949, (yay.y.), Ankara 1950 

Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti 1331-1329 Salnamesi, Ahmet İhsan ve Şürekası Matbaası, İstanbul 1329. 

Trablusgarp’ı nasıl aldık?, haz. Tahsin Yıldırım, DBY Yay., İstanbul 2012. 
Türkiye Kızılay Cemiyeti Rakam ve Resimlerle Çalışmalarımız, Doğuş Matbaası, Ankara 1959. 
Yeniaras, Orhan, Türkiye Kızılay Tarihine Giriş, Kızılay Bayrampaşa Şubesi, İstanbul 2000. 

Yıldırım, Nuran, Savaşlardan Modern Hastanelere Türkiye’de Hemşirelik Tarihi, Vehbi Koç Vakfı, İstanbul 2014. 

Yıldırım, Nuran, İstanbul’un Sağlık Tarihi, İstanbul Üniversitesi ve İstanbul 2010 Avrupa 
Kültür Başkenti, İstanbul 2010. 

“Zion Jews to Aid Turks: Will Send Doctors and Nurses to Tripoli From Palastine”, New York Times, Dec 10, 1911. 

Web Sayfaları 

http://www.cyclopaedia.de/wiki/Italian_irredenta (Erişim/Accessed: 13.03.2016) 

https://www.icrc.org/ihl/INTRO/175?OpenDocument (Erişim/Accessed:13.02.2016). 

https://www.icrc.org/ihl/INTRO/180?OpenDocument (Erişim/Accessed:20.04.2016) 

https://www.icrc.org/eng/resources/documents/misc/emblem-history.htm (Erişim/Accessed: 23.06.2016) 

https://www.icrc.org/applic/ihl/ihl.nsf/Article.xsp?action=openDocument&documentId=
B087250D706E5B5EC12563CD00518BA8 (Erişim/Accessed:23.06.2016) 

Hamiyet Sezer, “II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı’da Vilayet Yönetiminde Düzenleme 
Gayretleri-Trablusgarp Örneği ve Ahmet Rasim Paşa”, http://www. 
eskieserler.com/dosyalar/mpdf%20(443).pdf, (Erişim/Accessed: 16.06.2016). 

Zuhal Özaydın, “Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin Kuruluşu ve Çalışmaları”, https://
www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=293938 (Erişim/Accessed: 21.06.2016) 



***