BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BOP_ TÜRKİYE
VE SURİYE BÖLÜM 1
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP),
Türkiye Ve Suriye
Yrd. Doç. Dr. Murat KÖYLÜ*
* Yrd. Doç. Dr., Toros Üniversitesi
İ.İ.B.F., murat.koylu@toros.edu.tr
Cilt/Vol.: 1 -Sayı/No.: 2
-Aralık/December 2015
MAKALE ADI
J Eğrisi Analizi Ve Türkiye Üzerine
Bir Uygulama
Öğr. Gör. Abidin KEMEÇ, Prof. Dr.
Levent KÖSEKAHYAOĞLU
Kurumsal Liderlik: Kurum Kültürü İle
Uyumlu Etkin Liderlik Davranışlarının
Belirlenmesi Üzerine Bir Araştırma
Dr. Tamer KILIÇ
Stratejik Planlama İle Örgütsel
Değişim Arasındaki İlişkinin Araştırılması:
Eğitim Sektöründe Bir Uygulama
Yrd. Doç. Dr. İrfan AKKOÇ, İbrahim
ERGEN
Enerji Tüketimi ve Ekonomik Büyüme
İlişkisi: Türkiye Örnekleminde Eşbütünleşme Analizi
Doç. Dr. Bekir GÖVDERE, Dr.
MuhlisCAN
Örgütsel Adaletin Örgütsel Bağlılığa
Etkisi: Etik İkliminin Aracılık Rolü
Doç. Dr. Abdullah ÇALIŞKAN
İş Stresi Kaytarma İlişkisinde
Liderin Rolü: Turizm Sektöründe Bir Araştırma Doç. Dr. Ömer TURUNÇ
J Eğrisi Analizi Ve Türkiye Üzerine
Bir Uygulama
Öğr. Gör. Abidin KEMEÇ, Prof. Dr.
Levent KÖSEKAHYAOĞLU
Kurumsal Liderlik: Kurum Kültürü İle
Uyumlu Etkin Liderlik Davranışlarının
Belirlenmesi Üzerine Bir Araştırma
Dr. Tamer KILIÇ
Stratejik Planlama İle Örgütsel
Değişim Arasındaki İlişkinin Araştırılması:
Eğitim Sektöründe Bir Uygulama
Yrd. Doç. Dr. İrfan AKKOÇ, İbrahim
ERGEN
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP),
Türkiye Ve Suriye
Yrd. Doç. Dr. Murat KÖYLÜ
Enerji Tüketimi ve Ekonomik Büyüme
İlişkisi: Türkiye Örnekleminde
Eş bütünleşme Analizi
Doç. Dr. Bekir GÖVDERE, Dr.
MuhlisCAN
Örgütsel Adaletin Örgütsel Bağlılığa
Etkisi: Etik İkliminin Aracılık Rolü
Doç. Dr. Abdullah ÇALIŞKAN
İş Stresi Kaytarma İlişkisinde
Liderin Rolü: Turizm Sektöründe Bir Araştırma
Doç. Dr. Ömer TURUNÇ
Uluslararası İktisadi ve İdari
Bilimler Dergisi yılda 2 kez yayımlanan hakemli bir dergidir. Türkçe ve İngilizce
dillerinde iktisat, işletme, uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi ve kamu
yönetimi, davranış bilimleri, maliye, ekonometri, çalışma
ekonomisi ve endüstriyel ilişkiler, bankacılık ve finans, insan kaynakları
yönetimi, yönetim bilişim sistemleri, sosyal hizmet, uluslararası ticaret ve
lojistik, sağlık bilimleri yönetimi ve ilişkili alanlarda makaleler yayımlar.
Dergide yayımlanan makalelerin dil, bilim, yasal ve etik sorumluluğu yazara aittir.
Makaleler kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Editörler;
Doç. Dr. Abdullah ÇALIŞKAN (Toros
Üniversitesi)
Doç. Dr. Ömer TURUNÇ (Süleyman
Demirel Üniversitesi)
Yayın Kurulu / Editorial Board
Doç. Dr. Ömer TURUNÇ (Süleyman
Demirel Üniversitesi)
Doç. Dr. Abdullah ÇALIŞKAN (Toros
Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. İrfan AKKOÇ (THK
Üniversitesi)
Danışma Kurulu / Advisory Board
Prof. Dr. Abdülkadir VAROĞLU
(Başkent Üniversitesi)
Prof. Dr. Ali ÖZDEMİR (Dokuz Eylül
Üniversitesi)
Prof. Dr. Dilek ZAMANTILI NAYIR
(Marmara Üniversitesi)
Prof. Dr. İbrahim EROL (Celal Bayar
Üniversitesi)
Prof. Dr. Levent KÖSEKAHYAOĞLU
(Süleyman Demirel Üniversitesi)
Prof. Dr. Mustafa Kemal DEMİRCİ (Dumlupınar
Üniversitesi)
Prof. Dr. Mahmut PAKSOY (İstanbul
Kültür Üniversitesi)
Prof. Dr. Nejat BASIM (Başkent
Üniversitesi)
Prof. Dr. Pınar SÜRAL ÖZER (Dokuz
Eylül Üniversitesi)
Prof. Dr. Ozan BAHAR (Muğla Sıtkı
Koçman Üniversitesi)
Prof. Dr. Selim Adem HATIRLI
(Süleyman Demirel Üniversitesi)
Prof. Dr. Süleyman TÜRKEL (Toros
Üniversitesi)
Prof. Dr. Uğur YOZGAT (Marmara
Üniversitesi)
Prof. Dr. Ünsal SIĞRI (Başkent
Üniversitesi)
Doç. Dr. Ahmet ERKUŞ (Bahçeşehir
Üniversitesi)
Doç. Dr. Bekir GÖVDERE (Süleyman
Demirel Üniversitesi)
Doç. Dr. Cengiz DURAN (Dumlupınar
Üniversitesi)
Doç. Dr. Gülizar KURT GÜMÜŞ (Dokuz
Eylül Üniversitesi)
Doç. Dr. Hakan TURGUT (Başkent
Üniversitesi)
Doç. Dr. Haldun YALÇINKAYA (TOBB
Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi)
Doç. Dr. Harun ŞEŞEN (Lefke Avrupa
Üniversitesi)
Doç. Dr. Köksal HAZIR (Toros
Üniversitesi)
Doç. Dr. Mazlum ÇELİK (Hasan
Kalyoncu Üniversitesi)
Doç. Dr. Murat ÇUHADAR (Süleyman
Demirel Üniversitesi)
Doç. Dr. Necdet BİLGİN (Celal Bayar
Üniversitesi)
Doç. Dr. Sait GÜRBÜZ (Kara Harp
Okulu)
Doç. Dr. Umut AVCI (Muğla Sıtkı
Koçman Üniversitesi)
Doç. Dr. Yusuf GÜMÜŞ (Dokuz Eylül
Üniversitesi)
Not: İsimler, Akademik Ünvan ve
Alfabetik sıra gözetilerek sıralanmıştır.
Dergide yayınlanan yazılardaki
görüşler ve bu konudaki sorumluluk yazarlarına aittir.Yayınlanan eserlerde yer alan
içerikler kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
http://dergipark.ulakbim.gov.tr/uiibd/
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ (BOP),
TÜRKİYE VE SURİYE
Murat KÖYLÜ*
ÖZET:
Amerika Birleşik Devletleri
tarafından 2004 yılında uygulamaya koyduğu Büyük Ortadoğu Projesi, Ortadoğu,
Orta Asya ve Kuzey Afrika'yı dönüştürmeyi, bu alanları küresel pazarlara açmayı
ve Batı demokrasisi standartlarına ulaştırmayı amaçlamaktadır. Proje
kapsamındaki ülkelerin çoğunun Müslüman nüfusa ve zengin yeraltı kaynaklarına
sahip olmaları, projenin kültürel ve ekonomik
boyutunu yansıtmaktadır. BOP yeni bir girişim olarak görülse de, temelleri I.
ve II. Dünya Savaşları ve sonraki gelişmelere kadar dayanmaktadır. Büyük Orta
Doğu Projesi, aslında tarihi niteliği olan bir projedir. Orta Doğu' da yer alan
bölgelerin bir bütün olarak görülmesi ve bu bölgede otoriteyi sağlayacak bir
siyasal yapılanmanın gerçekleştirilmesi doğrultusunda her
dönemde ve her siyasal güç açısından Orta Doğu'yu genel olarak büyük sınırlar içerisinde
ele alan bazı yaklaşım lar ve projeler geliştirilmiştir. İran, Anadolu,
Mezopotamya ya da Mısır merkezli siyasal yapılanmalar daha büyük bir güç olmak
için ortaya çıktıklarında, dünyanın jeopolitik merkezi olan Orta Doğu alanını
daha büyük sınırlar çerçevesinde kendi
kontrolleri altına almak istemişlerdir. Sümerler, Babiller, Persler, Memluklar,
Selçuklular ve de Osmanlılar aynı yoldan giderek,
bütün bölgeye egemen olmak istediklerinde kendilerine göre ve gene kendilerinin
merkezinde yer aldıkları bir Ortadoğu hegemonya alanı oluşturmanın çabası
içerisinde olmuşlardır. Bölge içinde, yanında ya da bölgeye yakın bir konumda
kurulmuş olan bütün devletler daha fazla büyümek amacıyla Orta Doğu alanını
kendi denetimleri altına almak ve böylece bir büyük imparatorluğu kurmak
istemişlerdir. Orta Doğu bölgesi sahip olduğu konumu gereği böylesine büyük siyasal
yapılanmalar için, elverişli olduğundan, büyümek isteyen devletler Orta Doğu
alanında daha büyük bir Orta Doğu arayışı içerisinde olmuşlardır. Bölge
ülkeleri bütün bölgeyi kendi kontrolleri altına alabilmek için böylesine bir
projeyi her zaman için kendi güvenlikleri açısından zorunlu görmüşlerdir. Bu
çalışmanın amacı; yaşananlar Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)`nin bir parçası mı?
Ve Batı`nın Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme çabası mı olduğunu ortaya
koymaktır.
1. GİRİŞ
Ortadoğu, Doğu ile Batıyı, Akdeniz
ile Hint Okyanusu`nu, Rusya ile sıcak denizleri birbirine bağlayan, aynı
zamanda Doğu ile Batı arasındaki bütün ticari ve kültürel bağlantıların
yapıldığı bir bölgedir. Yeryüzünün en önemli kara ve suyollarını kumanda etmesinin
kendisine kazandırdığı eşsiz jeopolitik değer, Ortadoğu.yu tarihin ilk dönemlerinden
bu yana dünya egemenliği peşinde koşan güçlerin birincil hedefi haline getirmiştir.
“Kara altın” olarak tanımlanan petrolün 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren
değerkazanmasıyla Ortadoğu.nun,
dolayısıyla buradan geçen kara ve deniz yollarının stratejik önemi dünyanın
hiçbir yeriyle kıyaslanamayacak derecede artmıştır (Turan, 2002:16-17)
20.yüzyılın başında Balkanları da
kapsayacak kadar geniş şekilde tanımlanan Orta Doğu günümüzde daha dar bir
coğrafyayı ifade etmeye başlamıştır. Buna göre bu tanımlama en dar anlamıyla
Mısır’dan İran’a uzanan Nil ve Mezopotamya havzaları nın arası için, en geniş
şekliyle de Fas’tan Pakistan’a kadar uzanan, başka bir deyişle Atlantik’ten
Ganj havzasına kadar yayılan coğrafyayı
ifade etmektedir. Geniş ve dar anlamda tarif edilen bu coğrafya genel olarak
değerlendirildiğinde medeniyet kimliği ve jeokültürel olarak İslam kimliğini,
jeoekonomik kaynak alanı olarak petrolü, fiziki coğrafya olarak bozkır ve çöl iklimini,
stratejik olarak Avrasya’yı çevreleyen kenar kuşak(rimland)’ı ifade ettiği görülmektedir (Davutoğlu,2004:324)
Ortadoğunun önemi, Rockefeller
Kardeşler Fonu olarak bilinen ve Amerika Birleşik Devletleri ekonomi
politikasının ilkelerini saptayan örgütçe hazırlanan 1952 tarihli bir raporda
vurgulanarak, emperyalizm için vazgeçilemez olduğu ifade edilmiştir. Raporda
şöyle denilmiştir: “Asya, Ortadoğu ve Afrika milliyetçiliği, Sovyet Bloğunun
tahrikleriyle yıkıcı bir güç haline gelecek olursa,
Avrupa.nın petrol ve diğer hammadde ikmal kaynakları tehlikeye girebilir. Şu
halde, bölgeyi güvenlik altına almak için bölge ülkeleriyle ilişkiler kurmak ve
yaşamsal önemdeki kaynakları böylece güvenceye almak gerekir.
Bu nedenle,
Ortadoğu, emperyalizmin ilgi odağı olmuştur ve bu bölgeyi kendi etki alanı
içinde tutmak gereklidir (Değer, 1994:92) ”
Orta Doğu’yu önemli kılan başlıca
özelliklerden biri de bu coğrafyanın Avrupa, Asya ve Afrika’dan oluşan dünya
anakıtasının kesişim alanını oluşturuyor olmasıdır. Bu bölge; kara havzası
açısından Asya’nın batısını, Avrupa’nın doğusunu ve Afrika’nın kuzey
sınırlarını barındırmaktadır. Buna bağlı olarak Avrupa, Asya ve Afrika’yı
birbirine bağlayan deniz, kara ve hava ulaşım hatlarının düğüm
noktasını teşkil etmektedir. Bununla beraber dünyada birinci derecede önemi
haiz olan üç stratejik deniz yolu olan Süveyş Kanalı, Babel Mendeb ve Hürmüz
boğazları bölgeyi önemli kılmaktadır (Davutoğlu, 2004:325-326)
20.yüzyılın başlarında Orta Doğu’nun
Osmanlı egemenliği altında olduğu görülmekte dir. Bu dönemde Osmanlı
Devleti’nin ise zayıflamış otoritesi ile hayatta kalma mücadelesi içerisinde
olan bir devlet durumunda olduğu görülmektedir. Hem içeride hem de dışarıda pek
çok düşmanla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Zor durumda bulunan Osmanlı
Devleti’nin Orta Doğu’da mutlak hâkim olduğunu söylemek güçtür. Arap liderler
ise sadece iki bölgede sınırlı bir özerklik elde etmeyi başarabilmişlerdir.
Bu iki bölgeden biri Lübnan’dır.
Lübnan genel olarak bazen Hıristiyan bazen Dürzî olan yerel liderlerin kontrolünde
kalmıştır. Arapların özerklik kazanmayı başardığı bir diğer bölge ise Arabistan
yarımadasıdır. Özellikle Osmanlılar, İranlılar ve İngilizler arasında
tartışmalı olan Körfez, esas mücadele alanı olarak ortaya
çıkmıştır. 18.yüzyılın sonlarına doğru Körfez bölgesindeki aşiret reisleri
mücadelede öne geçmiş ve kısmî bir özerklik elde etmişlerdir (Kelidar,
1993:263)
20. yüzyılın başlarında Orta
Doğu’nun panoramasını değiştiren en önemli
olaylardan biri de Filistin’e
yönelik Yahudi göçüdür. Daha sonraki dönemde İsrail Devleti’ne dönüşecek olan
bu göçler sonucunda bölgede zaten var olan gerilim çok daha üst seviyelere tırmanmıştır.
İngiltere’nin 1838’den itibaren “Hasta Adam” olarak nitelendirilen Osmanlı Devleti’ni
parçalamak ve Orta Doğu’yu ele geçirmek üzere kendisi ile işbirliği
yapacaklarını öngördükleri Yahudilerin Filistin ve
çevresine yerleşmesini desteklemiştir.
Bu dönemde Yahudiler de Filistin’e yerleşmek üzere harekete geçmiştir.
1870 yılından başlamak üzere 1908 yılına kadar Filistin’de 33 Yahudi yerleşim
birimi kurulmuştur (Arslan,256;151).
Özellikle 1897 yılında Basel’de
Theodor Herzl başkanlığında toplanan 1.Siyonist Kongresi’nde “Yahudiler için Filistin’de bir
vatan yaratmak” hedefi ortaya konulması ile bu hareket daha organize hale
gelmiştir. Theodor Herzl’in 1896 yılında yazmış olduğu “Der Judenstaat(Yahudi Devleti)”
adlı kitabında yaptığı tespitte Filistin’e yapılacak Yahudi göçünün hem
Yahudilerin hem de Yahudilerle sorunu bulunan Batı dünyasının çıkarlarına
hizmet edeceği vurgulanmıştır (Parlar, 2006:275)
Yapılan bu tespite istinaden İtilaf
Devletlerinin desteğinin de sağlanabileceği öngörülmüştür.
ABD’nin 2000’li yıllardan itibaren
önceleri kısaca BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) denilen, sonrasında GOKAP
(Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi) olarak anılan projeyle,
görünürde bölgede insan hakları, demokrasi, özgürlük, hukuk devleti, sivil
toplum ve piyasa ekonomisini egemen kılmak istediği savunulmuştur. Gerçekte ise
Washington, kimi ülkelerin sınırlarını, kimilerinin
rejimlerini, kimilerinin de hem sınırlarını hem de rejimlerini değiştirmek
istediğini açıklamıştır. Sonradan dışişleri bakanlığı yapacak olan Condoleezza Rice,
“Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırlarının ve rejimlerinin değişeceğini” yazmıştır .
ABD bu yolla, Ortadoğu ’da kendi güdümünde rejimler yaratmaya, zaten öyle olan
rejimleri de tahkim etmeye çalışmaya yönelmiştir. BOP, ilk kez 2000 yılındaki
Davos Zirvesi’nde Dick Cheney, 2004’te ise Bush tarafından dillendirilmişse de
öncesinin olduğu bilinmektedir. Fikri hazırlığını yapan isimler arasında
Türkiye’de de yakından tanınan Bernard Lewis, Zbigniew Brzezinski gibi uzmanlar
öne çıkmışlardır. BOP’un kapsama alanına 35 ülkenin girdiği, bunlardan 22’sinin Arap ülkesi,
5’inin Arap olmayan Ortadoğu ülkesi, 5’inin Orta Asya ülkesi, 3’ünün ise Trans
Kafkasya ülkesi olduğu çokça ifade edilmiştir.
BOP’un hazırlanış gerekçelerini
anlayabilmek ve uygulamanın nasıl olabileceğini dair öngörülerde bulunabilmek
için, konuya ışık tutabilecek bazı tarihi saptamalar yapılması uygun olacaktır.
Aslında daha eskilere dayanmakla birlikte BOP’un diriliş noktası, 11 Eylül 2001’deki
uçaklı intihar saldırılarıyla ABD’yi çok ciddi şekilde sarsan ve bütün dünyaya
korku veren “küresel terörizm”dir. Ünlü
Amerikalı gazeteci-yazar Robert Fisk’in “ezilmiş ve aşağılanmış insanların
şeytani ve korkunç zalimliği” (Chomsky, 2002: 198) olarak nitelediği küresel terörizmin
temel nedeni ve kaynağı ise, köktendinci İslami değer yargılarının yanı sıra,
günümüz dünyasının zengin ve yoksul ülkeleri arasında var olan uçurum
boyutlarındaki gelir dengesizliğidir. Nedeni Batı sömürgeciliği olan bu
dengesizlik farklı bir şekilde olmakla birlikte günümüzde de sürmekte ve
özellikle İslam coğrafyasını vurmaya devam etmektedir. ABD, sömürü düzeninin bu
acımasızlıkta sürdüğü sürece, küresel terörizmi bitirmenin imkansız olduğu
gerçeğini anlamıştır. Zira bu sömürü düzenine başkaldıran insanların, sömürgecilerin modern silahlarına
karşı verilecek bir mücadelede kendi göğüslerinden başka silahları yoktur.
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ (BOP),
TÜRKİYE ve SURİYE ULUSLARARASI İKTİSADİ VE İDARİ
BİLİMLER DERGİSİ 2 (1) 2015, 85-100
Bu analiz, Tunus’tan başlayıp
Suriye’ye kadar sıçrayan olaylar için geçerli olabilir. Ama mesela, 1960’ta iç
savaşla Sudan’da, 1984’te bölücü PKK terörüyle Türkiye’ de, 2003’te ABD-İngiliz
işgaliyle Irak’ta meydana gelen kanlı olayları ve yaşanan bölünmeleri izah
edebilir mi? Hayır. Çünkü sayılan bu çatışmaların mahiyetini çok iyi biliyoruz;
BOP çerçevesinde başlamış ve sürüp gitmektedir. Eş
zamanlı ve tesanüt içinde yürüyen PKK bölücü terörü ve AB uyum yasaları adı
altında yapılan düzenlemeler, BOP çerçevesinde ve ABD güdümünde gerçekleşmektedir.
Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey
Afrika’yı da kapsayan Büyük Ortadoğu Projesi, ABD’nin Fas, Moritanya, Orta Asya
ve Moğolistan, Kafkasya ve Türkiye ile Arap Dünyası ve Somali’yi içine alan
“İslam Coğrafyası” dönüşüm stratejisidir. Uzun bir vadede gerçekleştirilmeye
göre planlanmıştır. ABD’nin, yeni-muhafazakârlar (neokonlar) denilen ekibinin 1997’de geliştirdiği “Yeni
Amerikan Yüzyılı Projesi”nin (PNAC) bir alt unsurudur. Aslında BOP, 1957’de
belirlenen ve Eisenhower Doktrini olarak da bilinen “Ortadoğu’da Barış ve
İstikrarı Koruma” planının devamından ibarettir. Bugün BOP çerçevesinde öne
çıkan “Ortadoğu Serbest Ticaret Alanı” ve “Ortadoğu Ortaklık Girişimi destek
programları” son yıllarda siyasi söylemlerde sıkça dile getirilmektedir.
Diğer taraftan Suriye`de yaşanan
siyasi kriz ve iktidar zaafiyeti, bölgeyi terör örgütlerinin rahatlıkla tüm
faaliyetlerini yürütebildiği bir alan haline getirmesini Dünya endişe ile
izlemektedir.
1. Türkiye-Suriye İlişkileri
Suriye’deki gelişmeler Türkiye’yi
yakından etkilemektedir. Türkiye’nin en uzun kara sınırına sahip olduğu komşusu
olan ülkedeki tüm gelişmelerin Türkiye’ye yansıması, siyasi, iktisadi,
toplumsal anlamda yankı bulması doğaldır. Suriye’deki iç savaşta Türkiye’nin Cumhurbaşkanı
Esad karşıtları nı desteklemesi nedeniyle siyasi ve diplomatik ilişkilerin yanında,
iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler de, sınır ticareti başta olmak üzere kesilmiştir.
Bu süreçte Türkiye, kimi hesaplara
göre en az 30 milyar dolar kaybetmiştir. Suriye’de olaylar patlak verdiğinde
ilk aşamada açıktan tavır almayan, bir süre sonra ise rejim karşıtlarına destek
veren Türkiye’ye karşı Suriye’nin de politikası değişmiştir. Yıllarca gerginlik
yaşayan iki ülke (Hatay meselesi, su sorunu ve
Şam’ın yıllarca terör örgütü PKK’ya verdiği destek nedeniyle) hem Suriye’nin
geri adım atması hem de dünya ve bölge dengelerindeki değişimler nedeniyle ilişkilerini
normalleştirdikten, ikili ilişkileri belli bir düzeye taşıdıktan sonra yeniden
gerginlik yaşamaya başlamışlardır. İlişkilere özel önem verildikten, ikili
ticaret, sınır ticareti arttıktan, kar-şılıklı olarak vizeler kaldırıldıktan,
2009’da ortak bakanlar kurulu düzenlendikten
sonra, ilişkilerin hızla gerilmesi, turizmden ticarete dek her alana
yansımıştır.
Orta Doğu’nun bölge içi dengelerine
bakıldığında ise oldukça kaotik bir durum arz ettiği değerlendirilmektedir.
Bölgedeki devletlerin çoğunluğunun Arap olmasına rağmen Araplar arasında
dayanışma ve işbirliğinden söz etmek mümkün değildir. Körfez krizinin görünür
nedeni iki Arap devleti-Irak ve Kuveyt-arasındaki anlaşmazlıktır. Her ne kadar
Arapİsrail savaşları Arap ve Müslüman devletler
arasındaki anlaşmazlıkları bastırarak, bu ülkeleri bir araya getirmiş olsa da
zamanla bu birlik çözülmüştür. Davutoğlu’na göre bölgedeki kaotik ortam,
“Osmanlı egemenliğinden sonra dağılan, ancak Soğuk Savaş döneminin çift kutuplu yapısı içerisinde NATO-Varşova Paktı
ve Arap-İsrail gerginliği zeminine oturan bölge içi güç yapılanmasının yeni bir
dengeye oturamamasının bir sonucudur.” (Davutoğlu, 2004:361)
Bölge içerisindeki bu denge
arayışına bağlı olarak ülkeler arasında “düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkesi
ilişkilerin temeli haline gelmiştir (Dipneh,34). Örnek olarak 1990’lardan İran
ve Suriye’nin PKK/KONGRA-GEL terör örgütüne verdiği iddia edilen destek,
Türkiye ve İsrail’in yakınlaşmasına yol açmıştır. Bunun da ötesinde 1996’da
yılında Irak’ın kuzeyinde Barzani ve Talabani kuvvetleri arasındaki
çatışmalarda, zor durumda kalan Barzani, Kürtlerin can düşmanı Saddam ile
ittifak kurabilmiştir (Uzgel, 2005: 265).
ABD ve Alman kaynaklarında son
dönemde sık sık Suriye ordusunun kaybettiği mevzileri yeniden kazandığı,
muhaliflerin güç kaybettiği yazılmaktadır.
Öte yandan terör örgütü PKK’nın
Suriye kolu olan PYD’nin, ülkenin kuzeyinde özerklik ilan etmeye hazırlandığı,
Suriye muhalefeti içindeki kimi İslamcı gruplarla silahlı çatışmalara girdiği
bilinmektedir.
PYDhem terör örgütü El Kaide’ye
bağlı El Nusra’ya karşı hem de Özgür Suriye Ordusu’na karşı çatışmaktadır. İlk
toplantısını 160 ülkenin katılımıyla yapan “Suriye’nin Dostları” grubunun,Mayıs
2013’te Ürdün’ün başkenti Amman’da ancak 11 ülkenin katılımıyla toplanması da Esad’ın elinin güçlendiğine ve
muhalefetin durumuna ilişkin önemli bir göstergedir.
Suriye de BOP kapsamında bölünmesi
ve ortadan kaldırılması planlanan bir ülkedir. Beşar Esad'ın İsrail'e ve ABD'ye
uzattığı zeytin dalları sürekli geri çevrilmektedir.
Önümüzdeki dönemde tepkilerin
göğüslenebilmesi için İsrail ile birlikte yapılacak eş zamanlı bir harekâtla
Suriye ve İran sorununun aynı anda çözülme girişiminin büyük olasılıkla gündeme
geleceğine dair işaretler bulunmaktadır.
Lübnan'daki muhalefetin Suriye'nin
bir an önce askerlerini çekmesi için protesto gösterileri düzenlemesi etkili
olmuştur. Suriye, askerlerini belirli bir plana göre çekmeye başlamıştır. Şubat
2005'in son haftasında düzenlenen gösteriler sonrası Lübnan'da Suriye yanlısı
hükümet istifa etmiştir. Suriye'nin, Lübnan'da siyasal, ekonomik, ticari
çıkarları bulunmaktadır. Irak'ta başlatılan
savaşın yayılması için işaretler vardır. Powell, Suriye'nin Irak'ı
desteklemekle risk aldığını söylemiştir. Bir Yahudi topluluğa yaptığı
konuşmada, Suriye'yi suçlamıştır. Suriye Dışişleri Bakanlığı,
"İşgalcilerin Irak'ta yenildiklerini görmeyi umut ettiklerini "
söylemiştir. Suriye Devlet Başkanı, Beşar Esad, Arap rejimlerinin ABD'nin liderliğindeki savaşa karşı çıkmaya
çağırmıştır. Esad, "Suriye'nin oturup bir sonraki olmayı bekleyemeyeceğini"
söylemiştir. Öte yandan, medya Saddam’ın kitle imha silahlarını Suriye’ye
kaçırdığı ve orada sakladığı konusunda ısrarlı yayınlar yapmıştır.
Libya’yı bölen güçler şimdi Suriye
üzerine odaklanmış durumda. Suriye’de Esad rejimini zor kullanarak devirecek
bir askeri müdahalenin Irak benzeri bir iç savaşa neden olması kaçınılmaz.
Irak’ta nasıl iktidarı elinde tutan Sünni Arap azınlık (%20-25) temsilcisi Saddam’ın
devrilmesinden sonra bugüne kadar devam eden bir iç savaşı sürdürdü ise, Suriye’de
de Nüsayri azınlık, kendilerine yönelik intikam, dışlama ve cezalandırma politikalarına
tepki olarak Esad öldürülse bile savaşı sürdürecektir.
İsrail de Suriye’de, Müslüman
Kardeşler’in iktidarı yerine parçalanmış bir Suriye tercih edecektir.
Washington ne düşünür ise düşünsün, İsrail, Mısır ve Suriye’de iki Müslüman
Kardeşler iktidarı arasında yaşamak istemeyecektir.
2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİE..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder