ANKARA'DAKİ MUHALEFET: TEK PARTİLİ SİSTEME GEÇİŞ. BÖLÜM 8
CUMHURİYETİN KURULUŞUNDA İKTİDAR KAVGASI.
Halide Edip Adıvar,Tekpartili Sisteme Geçiş, Terakkiperver Cumhuriyet fırkası,Hıyanet-i Vataniye Kanunu,Takrir-i Sükun,Muhalefet Partisi,
TCF Kurulur Kurulmaz, BMM'ye partinin mensupları ve onların siyasi faaliyetleri hakkındaki şikayetler akmaya başladı. 1 Şubat 1925 tarihli bir belgedeki şikayette, TCF'ye üye yazmaya çıkanların "Sultanı mı yoksa Mustafa Kemal'i mi tercih edersin?" 111 diye sorarak üye kaydettikleri iddia ediliyordu. TCF'nin rakipleri, en etkili şikayetin dinin siyasi arenada kullanılması olduğunu pek çabuk fark ettiler, çünkü TCF'nin parti programında dine saygılı olduğunu belirten bir madde (Madde 6) vardı. Dolayısıyla, Takrir-i Sükun Kanununun 4 Mart 1925'te geçmesinden sonra, şikayetler akmaya başladı. Ahmet Yeşil'in bildirdiği gibi, BMM arşivlerinde, çeşitli TCF mensupları aleyhine verilmiş 68 ayrı belge ve bir defter dolusu mah
keme zaptı bulunmaktadır.112 Mahkeme zabıtları, TCF aleyhindeki şikayetlerin ele alındığı 14 duruşmaya aittir. 7 Mart 1925''3 tarihinde kurulan Ankara İstiklal Mahkemesi, bu şikayetlerin incelenmesi sonucu, II Nisan 1925'te, TCF'nin İstanbul genel merkezinin ve diğer İstanbul şubelerinin elinde bulunan her hirlü belgeye el konmasına hükmetti. TCF'nin muhasebesine ilişkin kayıtların incelenmesiyle de ilgilenen mahkeme, tüm şubelere ve genel merkeze aynı anda girilmesi talimatını da verdi.114 Polisin el koyduğu iki büyük çuval dolusu belge, 13 Nisan 1925'te Ankara'ya gönderildi. Ahmet Yeşil, TCF'nin eski Beykoz şubesi başkanı Hüseyin Bey, şube sekreteri Hayri Bey ve Nuri Bey'in gözaltına alınıp sorgulanmak üzere aynı gün Ankara'ya gönderildiğine değinir."115 Dini siyasete alet ederek propaganda yapmakla suçlanan başka TCF mensupları da vardı - Salih Paşo ve
Kamil Efendi gibi. Ankara Mahkemesi -belgeleri inceledikten ve zanlıları sorguladıktan sonra-siyasette dini propaganda yapma suçunun varit olduğuna
hükmetti. Buna bağlı olarak zanlıları bir yıldan müebbetle kadar değişen cezalara çarptırdı. Zanlılardan Resul Hoca ise küçük bir Anadolu kasabası olan Ayaş'a sürüldü 116 Şu da var ki, mahkeme kendini suç işleyenlerle sınırlamamış, TCF'nin faaliyetlerine karşı hükümeti "Uyarmaya" da karar vermişti. Başka bir deyişle parti, kayıtlı her üyesinin fiillerinden tamamen sorumlu tutulmuş oluyordu. Bu TCF için çok ağır bir yüktü, çünkü partinin her mensubunun hareketlerini kontrol etmesi mümkün değildi.
TCF'ye asıl darbe, Ankara'dan değil Şark İstiklal Mahkemesinden geldi. Ankara Mahkemesindeki duruşmalar devam ederken, Şark İstiklal Mahkemesinin önüne benzer bir dava geldi. TCF'nin Urfa-Siverek temsilcisi Mehmet Fethi Bey, dini siyasete alet etmekle suçlanıyordu. Dava önemliydi, çünkü Doğu Anadolu'daki TCF şubelerinin 25 Mayıs 1925'te kapatılmasıyla sonuçlandı. Buna paralel olarak, sekiz gün sonra, 3 Haziran 1925'te, hükümet Takrir-i Sükuna dayanarak TCF'nin tüm şubelerinin kapatılmasını (sedd) emretti. Teknik olarak konuşmak gerekirse, partinin fesih edilmeyip, tüm şubelerinin kapatılması kayda değerdir. TCF üyeleri, mecliste blok halinde oy kullanmaya devam ettiler. Yine de, pratik anlamda
bu 1946'ya kadar sürecek tek parti döneminin başlangıcıydı. TCF'nin bir daha açılmasına izin verilmedi.
TCF Kurulur Kurulmaz, BMM'ye partinin mensupları ve onların siyasi faaliyetleri hakkındaki şikayetler akmaya başladı. 1 Şubat 1925 tarihli bir belgedeki şikayette, TCF'ye üye yazmaya çıkanların "Sultanı mı yoksa Mustafa Kemal'i mi tercih edersin?" 111 diye sorarak üye kaydettikleri iddia ediliyordu. TCF'nin rakipleri, en etkili şikayetin dinin siyasi arenada kullanılması olduğunu pek çabuk fark ettiler, çünkü TCF'nin parti programında dine saygılı olduğunu belirten bir madde (Madde 6) vardı. Dolayısıyla, Takrir-i Sükun Kanununun 4 Mart 1925'te geçmesinden sonra, şikayetler akmaya başladı. Ahmet Yeşil'in bildirdiği gibi, BMM arşivlerinde, çeşitli TCF mensupları aleyhine verilmiş 68 ayrı belge ve bir defter dolusu mah
keme zaptı bulunmaktadır.112 Mahkeme zabıtları, TCF aleyhindeki şikayetlerin ele alındığı 14 duruşmaya aittir. 7 Mart 1925''3 tarihinde kurulan Ankara İstiklal Mahkemesi, bu şikayetlerin incelenmesi sonucu, II Nisan 1925'te, TCF'nin İstanbul genel merkezinin ve diğer İstanbul şubelerinin elinde bulunan her hirlü belgeye el konmasına hükmetti. TCF'nin muhasebesine ilişkin kayıtların incelenmesiyle de ilgilenen mahkeme, tüm şubelere ve genel merkeze aynı anda girilmesi talimatını da verdi.114 Polisin el koyduğu iki büyük çuval dolusu belge, 13 Nisan 1925'te Ankara'ya gönderildi. Ahmet Yeşil, TCF'nin eski Beykoz şubesi başkanı Hüseyin Bey, şube sekreteri Hayri Bey ve Nuri Bey'in gözaltına alınıp sorgulanmak üzere aynı gün Ankara'ya gönderildiğine değinir."115 Dini siyasete alet ederek propaganda yapmakla suçlanan başka TCF mensupları da vardı - Salih Paşo ve
Kamil Efendi gibi. Ankara Mahkemesi -belgeleri inceledikten ve zanlıları sorguladıktan sonra-siyasette dini propaganda yapma suçunun varit olduğuna
hükmetti. Buna bağlı olarak zanlıları bir yıldan müebbetle kadar değişen cezalara çarptırdı. Zanlılardan Resul Hoca ise küçük bir Anadolu kasabası olan Ayaş'a sürüldü 116 Şu da var ki, mahkeme kendini suç işleyenlerle sınırlamamış, TCF'nin faaliyetlerine karşı hükümeti "Uyarmaya" da karar vermişti. Başka bir deyişle parti, kayıtlı her üyesinin fiillerinden tamamen sorumlu tutulmuş oluyordu. Bu TCF için çok ağır bir yüktü, çünkü partinin her mensubunun hareketlerini kontrol etmesi mümkün değildi.
TCF'ye asıl darbe, Ankara'dan değil Şark İstiklal Mahkemesinden geldi. Ankara Mahkemesindeki duruşmalar devam ederken, Şark İstiklal Mahkemesinin önüne benzer bir dava geldi. TCF'nin Urfa-Siverek temsilcisi Mehmet Fethi Bey, dini siyasete alet etmekle suçlanıyordu. Dava önemliydi, çünkü Doğu Anadolu'daki TCF şubelerinin 25 Mayıs 1925'te kapatılmasıyla sonuçlandı. Buna paralel olarak, sekiz gün sonra, 3 Haziran 1925'te, hükümet Takrir-i Sükuna dayanarak TCF'nin tüm şubelerinin kapatılmasını (sedd) emretti. Teknik olarak konuşmak gerekirse, partinin fesih edilmeyip, tüm şubelerinin kapatılması kayda değerdir. TCF üyeleri, mecliste blok halinde oy kullanmaya devam ettiler. Yine de, pratik anlamda
bu 1946'ya kadar sürecek tek parti döneminin başlangıcıydı. TCF'nin bir daha açılmasına izin verilmedi.
TCF'nin kapatılması haklı bir gerekçeye dayanıyor muydu? Fethi Bey'in Şark İstiklal Mahkemesinde görülen davasına şöyle bir bakmak bile, verilen hükmün tarafsızlığı hakkında şüphe uyandırmaya yeter. Bu yüzden, evvela davaya daha yakından bir bakalım. Bu bağlamda en faydalı birincil kaynak, TBMM arşivlerinde bulunabilen dava zabıtları dır.117
Resmi dava kayıtları, Fethi Bey'i suçlayan herkesin karşı partiden, CHF'den geldiğini gösterir.118
Ahmet Yeşil, ithamcıların hepsinin birbirinin tıpatıp aynı cümleler kullandıklarına ve birbirleri dışında başka hiç kimseyi şahit gösteremediklerine dikkat çekmiştir. İtham edenlerin, Fethi Bey'in ağzından çıktığını iddia ettikleri bu tıpatıp birbirine benzer cümleler şöyleydi: "Onlar [hükümet] medreseleri kapattılar. Şeriatı rafa kaldırdılar. Biz [TCF] Şeriat-ı Muhammediye istiyoruz. Partimiz dini [İslamiyet'i] ilerletecek. Gelin hep beraber çalışalım. 119
Vatana ihanet kategorisine girdiği kesin olan bu cümleler, Hıyanet-i Vataniye Kanununa ve Takrir-i Sükuna göre cezalandırılabilirdi. Fethi Bey, bu suçlamalarla 30 Nisan ı925'te mahkeme karşısına çıkarıldı. Davası oldukça çabuk görüldü ve üç duruşmada (30 Nisan, 12 Mayıs ve 18 Mayıs 1925) bitti.
Dini kullandığına dair her türlü suçlamayı reddeden Fethi Bey, onun yerine CHF'nin Urfa/Siverek şubesi reisi ve şehrin belediye başkanı Mehmet Emin Bey'i, TCF'ye zarar vermek için böyle asılsız rivayetler uydurmakla suçladı.120
Sonra savcı Süreyya Bey, TCF'nin parti programındaki "parti dine hürmet eder" şeklindeki 6. Madde'ye ilişkin sorulara geçti. Fethi Bey, halkın TCF'yi dinci bir parti sanmasının failinin bu madde olduğunu belirtti. Buradan çıkarılan sonuç basitti: TCF din hakkındaki bu maddeyi programına, böylece muhafazakar zihniyetli insanları daha çok cezbedeceğini düşünerek dahil etmişti. Durum belki buydu, ama 6. Madde kendi başına bir suç teşkil etmiyordu.
Esasında parti, 1924 Kasım'ında, bu programıyla ve hükümetin izniyle kurulmuştu. Tek suç, maddenin siyasi kazanım maksadıyla istismar edilmesi olurdu. Bunu bilen Fethi Bey daha siyasi bir cevap verdi: "6. Maddemizin kanuna uygunluğuna karar vermek, BMM'nin sorumluluğundadır. Bu nedenle, ben siyasi faaliyetlerimde hiçbir zaman bu maddeye değinmedim."121 Başka bir deyişle Fethi Bey, dini kullandığı yolundaki ithamı reddetti.
Yukarıda da değinildiği gibi, rakip partiye mensup şikayetçilerin beyanları dışında, savcı Fethi Bey'in kendi partisinin Siverek şube başkanı Şeyh Eyüp'ün beyanlarından da yararlandı. Şeyh Eyüp anlattıklarında, Siverek şubesini kurarlarken Fethi Bey'in kendi evinde 15 gün kaldığını belirtmiş ve şöyle demişti: Fethi Bey "TCF şubesini burada açmaya ve üye toplamaya çalışıyordu. Mustafa Kemal'in buna izin verdiğini ve partinin dine saygı göstereceğini belirtiyordu. Diğer partinin [CHF] dinle başı hoş değildi. Bunu açıkça söyledi. " 122
Ahmet Yeşil, böyle bir ithamın, muhtemelen Şeyh Eyüp'ün kendisine yapılmış boş birtakım vaatlerin sonucu olabileceği tahmininde bulunur.123
Ancak, böyle bir ihtimalin mevcut olması dışında, bu tür bir pazarlığa dair herhangi bir kayıt yoktur. Fethi Bey suçlamayı kategorik olarak reddetti, yine
de suçlu bulunmaktan kaçamadı ve Sinop'ta beş yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Önceki iyi hali ve millete hizmetleri nedeniyle, cezası üç yıla indirildi.
Ahmet Yeşil, böyle bir ithamın, muhtemelen Şeyh Eyüp'ün kendisine yapılmış boş birtakım vaatlerin sonucu olabileceği tahmininde bulunur.123
Ancak, böyle bir ihtimalin mevcut olması dışında, bu tür bir pazarlığa dair herhangi bir kayıt yoktur. Fethi Bey suçlamayı kategorik olarak reddetti, yine
de suçlu bulunmaktan kaçamadı ve Sinop'ta beş yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Önceki iyi hali ve millete hizmetleri nedeniyle, cezası üç yıla indirildi.
Ankara İstiklal Mahkemesinin 3 Mayıs 1925'24 ve Şark İstiklal Mahkemesi'nin 19 Mayıs 1925'25 tarihli hükümleri sonucu, hükümet (kabine) 3 Haziran ı925'te ülkenin her yerindeki bütün TCF şubelerinin kapatılmasına dair bir kararname yayınladı.126 Kararnamede Mustafa Kemal Paşa'nın (Cumhurreisi), İsmet Paşa'nın (Başvekil) ve hükümetteki diğer altı bakanın imzaları bulunuyordu.127 Kararnameye göre: Ankara İstiklal Mahkemesi huzurunda cereyan eden bir takım tahriklere müteallik [takibatlar] ve davalar esnasında, İstanbul mıntıkasındaki
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası bünyesinde resmi görevleri bulunan bazı şahısların, parti programında bulunan dini inanç ve itikatlara hürmet prensibini, efkarı umumiyeyi aldatmak ve dini duyguları tahrik etmek maksadıyla kullandığı tespit edilmiş ve hükümetin dikkatini partinin mevcut tutumuna çekme hususundaki mahkeme kararı, cumhuriyet savcılığı makamınca hükümete
sunulmuştur.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası bünyesinde resmi görevleri bulunan bazı şahısların, parti programında bulunan dini inanç ve itikatlara hürmet prensibini, efkarı umumiyeyi aldatmak ve dini duyguları tahrik etmek maksadıyla kullandığı tespit edilmiş ve hükümetin dikkatini partinin mevcut tutumuna çekme hususundaki mahkeme kararı, cumhuriyet savcılığı makamınca hükümete
sunulmuştur.
Diyarbakır İstiklal Mahkemesi'ndeki [takibatlar] ve davalar esnasında, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın resmi görevlerinin, parti programında bulunan dini inanç ve itikatlara hürmet prensibini, kendilerine vatanı dinsizlerden kurtarıyormuş süsü veren mürtecilerin propagandasına destek sağlamaya alet ettiği ve bunun son [Şeyh Said] ayaklanmada tecelli eden pek çok ciddi hadiseye yol açtığı tespit edilmiştir .... Bu şartlar altında, dini siyasete alet etmeyi amaçlayan bir hareketin var olmasına izin verilmesi mümkün değildir.128
SONUÇ
Bu bölümde, çeşitli soruları irdelemeye çalıştım. Şeyh Said İsyanıyla radikal Kemalistler arasındaki ilişkiye dair soru, ilk ve en önemli soruydu.
Her ne kadar yabancı gözlemciler -Amerikan, Fransız ve İngiliz-isyanı Ankara hükümetinin alevlendirdiği ihtimalini akıllarına getirmiş, hatta bunu ileri sürmüş de olsalar, bu herkesin kabul ettiği bir görüş değildir. Bu kaynaklar bu iddialarını Şeyh Said İsyanının Kürtler ve İngilizlerden çok Kemalistlerin işine yaradığı şeklindeki arızi (dolaylı) delillere dayandırırlar. Arızi deliller tabiatları gereği kesin olarak kabul edilemez; ancak bu onların ille yanlış oldukları anlamına da gelmez. Başka bir deyişle bu tür deliller üzerinden kesin sonuçlara varılması şüphe götürür ama varılan sonuçlar doğru da olabilir. Ankara'nın Şeyh Said İsyanın.. çıkardığı -pek başarılı olmayarak-ancak böyle delillerle iddia edilir.
Elimizdeki kesin delillerle desteklenebilecek en önemli iddia, Şeyh Said İsyanının ülke genelindeki muhtemel sonuçlarının abartılmak suretiyle ustaca kullanıldığıdır. Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve CHF'deki radikal kanadın, Şeyh Said İsyanı öncesinde bile, siyasi muhalefet şöyle dursun herhangi bir eleştiri karşısında dahi kendini güvencesiz hissettiği ve alınganlık gösterdiği konusu, belgeleriyle varittir. Bunun için onlar, yeni siyasi muhalefet partisi TCF'nin kuruluşuna büyük bir kuşkuyla yaklaştılar. Muhalefet çözülsün diye baskı yapmak adeta doğal bir refleksti, çünkü herhangi bir siyasi muhalefetin, radikal Kemalistlerin başarmayı umdukları işlerin ve bunları gerçekleştirmekte kullanacakları yöntemlerin önüne
engeller çıkaracağı açıktı. Dini kullanmanın, muhale[ etin seçimlerdeki büyük silahı olacağını, yeni radikal inkılapların ise tam bir sessizlik istediğini biliyorlardı.
engeller çıkaracağı açıktı. Dini kullanmanın, muhale[ etin seçimlerdeki büyük silahı olacağını, yeni radikal inkılapların ise tam bir sessizlik istediğini biliyorlardı.
Mustafa Kemal'in en yakın çevresi dahil birçok birincil kaynak, yeni inkılapları hayata geçirmede kullanılan yöntemlerin despotça olduğunu kabul eder.129 Ancak, erken cumhuriyetin siyasi coğrafyasının, Mustafa Kemal'i bir ikilem karşısında bıraktığını da kaydetmek gerekir.
Ya inkılabı ve kendi iktidarını riske atmak pahasına muhalefetle demokratik araçlar kullanarak baş edecekti ya da muhalefeti bir daha belini doğrultamayacağı şekilde yere serecekti. Recep (Peker), Mazhar Fuat, Kılıç Ali, Ali Saip gibi radikal Mustafa Kemal yandaşlarının kafasında ise böyle bir ikilem bulunmuyordu.
Onlara göre, amaç için her araç mubahtı ve yeni rejim (veya kendi iktidarları) her ne pahasına olursa olsun korunmalıydı. Kemalist hizbin radikal kanadı -iktidar vasıtalarını elinde bulunduran-ikinciyi seçti; ancak böyle yapmakla, Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasi kültürünün temellerini de atmış oldu. izleyen on yıllarda, arka arkaya gelen hükümetlerin birinci hedefi, muhalefeti tamamen bertaraf etmek değilse de mümkün olduğunca yola getirmek ve yönetimi tekeline almak oldu. Böyle bir sağlıklı siyasi muhalefete güven eksikliği, modern Türkiye'nin 21. yüzyılda dahi karşılaştığı sorunlardan biridir.
Bu noktada bir diğer önemli soru daha dile getirilebilir. Eğer Mustafa Kemal ve radikaller siyasi muhalefete hiç saygı duymuyor idiyseler, demokratik
ilkelere dayanan bir cumhuriyet şeklinde bir yeni rejim yaratmak konusunda niye bu denli ısrarlıydılar? Benim vardığım sonuca göre, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasından sonra, Mustafa Kemal ve arkadaşları için yaşayabilir tek rejim cumhuriyetçilikti. Mustafa Kemal'in "halife" unvanını alması gerçekçi olmadığı gibi, kendisinin siyasi yönelimleriyle de çelişiyordu.
ilkelere dayanan bir cumhuriyet şeklinde bir yeni rejim yaratmak konusunda niye bu denli ısrarlıydılar? Benim vardığım sonuca göre, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasından sonra, Mustafa Kemal ve arkadaşları için yaşayabilir tek rejim cumhuriyetçilikti. Mustafa Kemal'in "halife" unvanını alması gerçekçi olmadığı gibi, kendisinin siyasi yönelimleriyle de çelişiyordu.
Ne var ki, Batının siyasi ideallerinden etkilenmiş bir asker ve devlet adamı olarak Mustafa Kemal'in "cumhuriyetçiliğe" bağlılığı, ancak pratik bir anlam ifade ediyordu. ülkenin siyasi gerçekleri ve içine girdiği iktidar mücadelesi, Mustafa Kemal'in kendisini gerçek demokrasinin hayata geçirilmesine tamamen hasretmesini imkansız hale getirdi. Bu yüzden, bu ideal dillerden asla düşürülmedi, ama Takrir-i Sükun ve İstiklal Mahkemeleri tecrübesinin de öğrettiği gibi, tam demokrasiyi hayata geçirme mecburiyeti yoktu. Ayrıca CHF'li radikaller, rejimin siyasi muhalefete hayat hakkı tanımayan bir cumhuriyet olmasından herhangi bir nedamet duymaları da söz konu değildi.
Bu çalışmanın daha spesifik sonuçlarına baktığımızda, ilk soru şu olur: Şeyh Said İsyanını TCF ve İstanbul basını mı körükledi? Tüm kanıtlar, durumun bu olmadığını gösterir. İsyancıların çoğu zaten Türkçe konuşamıyor ve okuma-yazma bilmiyordu. O yüzden bu tür gazeteleri okuyup onlardan esinlenmeleri pek gerçeğe uygun değil. İsyanın önderleriyle, TCF ve İstanbul basını mensuplarının ortak yönleri hemen hemen hiç yoktu.
Böyle bir bağlantı, sadece muhalefetin icabına bakmak için icat edildi. Avni (Doğan) Bey'in hatıratı da, gazetecilerle isyan arasında tespit edildiği söylenen
bağın, verdiği ifadede gazetecileri suçlaması karşılığında Şeyh Said'e yapılmış boş bir vaat olduğu gerçeğini teyit eder.
bağın, verdiği ifadede gazetecileri suçlaması karşılığında Şeyh Said'e yapılmış boş bir vaat olduğu gerçeğini teyit eder.
Türkiye'deki tek yasal muhalefet olan TCF'nin kapatılması, Şeyh Said İsyanının da doğrudan sonucuydu. H ükümet her ne kadar isyanla TCF'nin faaliyetleri arasında bir bağlantı olduğunu ileri sürmüşse de, bu kanıtlanmadı. Karar için arkasına sığınılan bahane, dinin siyasi amaçlara alet edilmesiydi. TCF programının 6.
Maddesi -yani parti dini inanç ve itikatlara hürmet eder-şahsi fiilleri parti geneline bağlayan bir ortam yarattı. Bu madde, hükümete, şahısların eylemleri yüzünden bütün parti aygıtını suçlama fırsatı verdi. Bu arada savcılar da, dini siyasete alet
etmekle suçlanan şahısların dahi itham edildikleri gibi suçlu olduklarını şüpheye yer bırakmayacak şekilde açıkça kanıtlamayı başaramadılar.
etmekle suçlanan şahısların dahi itham edildikleri gibi suçlu olduklarını şüpheye yer bırakmayacak şekilde açıkça kanıtlamayı başaramadılar.
Mahkemeler hükümlerini, çoğu rakip siyasi partinin faal üyesi olan görgü şahitlerinin kuşkulu anlatımlarına dayanarak verdiler.
Yabancı gözlemciler Ankara'daki gelişmeleri büyük bir ilgiyle izliyor ve hassas değerlendirmeler yapıyorlardı. Bu çalışmayı bunlardan biriyle bitirelim. Takrir-i Sükun Kanununun geçmesi ve İstiklal Mahkemelerinin yeniden canlandırılması üzerine, İstanbul'daki ABD Yüksek Komiseri Amiral Bristol, 8 Mayıs 1925 tarihinde Washington DC'deki ABD Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği tahminlerinde şöyle diyordu:
Ankara, kendini hızla Çeka modeline göre biçimlendiriyor. Görünüşe bakılırsa amacı her türlü siyasi muhalefeti bertaraf etmek; yöntemi, sunulan kanıtlara göre değil, belli bir politikaya göre mahkum etmek; kurbanları, alakasız vatandaşlara ilaveten, nüfuz ve mevki sahibi kişiler.
Editörleri, saldırı amaçlı bir sözcük kullandıkları için değil, belli bir zihniyete sahip oldukları için yargıladı.
Basını terörize etmekte öylesine başarılı oldu ki, hakkaniyetten en aleni sapmaları eleştirilmedi bile; muhalefeti öylesine terörize etti ki, onun
anayasaya aykırılığına karşı artık protesto yapılmıyor.
anayasaya aykırılığına karşı artık protesto yapılmıyor.
Bu eleştiri, Dışişleri Bakanlığına çok sert gelebilir, ama ben olayların doğruladığından daha sert olduğunu sanmıyorum. Mahkemenin faaliyetlerinden dolayı hasıl olan şüphe ve nefret atmosferi, Hamidiye günlerinin atmosferini hatırlatıyor ve eğer Mahkemenin iştahı yedikçe artacaksa, ufukta Türkiye' deki şahsi hürriyetlerin iyice bastırılması gibi ayrı bir tehlike var.
( ... )
[Gazeteci davaları] hükümetin sert tedbirlerle her türlü açık muhalefetin kökünü kazımak yolundaki kararının daha ileri bir dışavurumu sayılabilir.
( ... )
[Gazeteci davaları] hükümetin sert tedbirlerle her türlü açık muhalefetin kökünü kazımak yolundaki kararının daha ileri bir dışavurumu sayılabilir.
Bu politika, belki de en açık ve şiddetli biçimde, Müdafaayı Milliye Vekili Recep Bey tarafından ifade edildi. Recep Bey, İzmit, "Hür-Fikir" gazetesine şu mülakatı verdi: "Türk vatanındaki faaliyetleriyle Türk'ün veya Türklüğün zararına çalışan bütün şahıs veya cemiyetler, her kim olursa olsun hayat hakkına sahip değildir ve yok olmaya mahkumdur. Kangren olmuş bütün uzuvları kesip atacağız."130
DİPNOTLAR;
DİPNOTLAR;
111 TBMM Arşivi, T 3 D 22 (Tasnif no 28), Yeşil, 322, n. 41.
112 Ahmet Yeşil, TCF'nin kapatılması konusunda, TBMM Aşivlerine dayanarak, çok detaylı ve iyi belgelenmiş bilgiler verir (bkz. Özellikle 321-76). TBMM Arşivleri hakkında malumat için Yeşil'den yararlandım.
113 Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri (İzmir: 9 Eylül Üniversitesi Yay., 1988) isimli eser, hu kötü şöhretli mahkemeler hakkında, önyargılı olmakla beraber iyi bir kaynaktır. Ankara İstiklal Mahkemesi için bkz. s. 353-474.
114 Bu şubeler Eminönü, Galata, Erenköy, Beykoz, Makriköy (Bakırköy), Rami, Kağıthane, Samatya, Arnavutköy ve Şile semtlerinde bulunuyordu. Ayrıca Ahmet Yeşil'in belirttiğine göre, bu liste İstanbul Valisi Süleyman Sami'nin mahkemeye sunduğu mektuptan alınmıştı. Günlük gazetelerde, bu şubeler birazcık farklıdır; bkz. Yeşil, 339, dipnot. 92.
115 Yeşil, mahkeme sırasında, tutuklanmış olan Beykoz şubesi üyelerine yönelik bir önyargının varlığını sezdirir; zira bunların Ankara'ya doğru yola çıkış tarihleri, el koyulan belgelerinkiyle çakışmaktadır. Bir başka deyişle mahkeme belgeleri incelemeden karar vermiştir. Bununla beraber Yeşil, TCF üyeleriyle başta
kurulan temasın resmi bir tutuklama olmadığını kabul eder; polis onları sadece sorgulamak için gözaltına almıştı. Esas tutuklama, mahkemeye çıkmalarından sonra gerçekleşmiştir; bkz. Yeşil, 339-40, dipnot. 93.
116 Sadece Hüseyin Bey aklandı. Karar hükmü TBMM Arşivleri T-3, Dosya 22, Karar 24 Aybars'ta alıntılandığı gibi, 363 ve Yeşil'e de gönderme yapıldığı gibi. Aybars'ın verdiği tarih 3 Mayıs 1925 iken, Yeşil 4 Mayıs 1924'ü gösteriyor.
117 TBMM Arşivleri, T. 12, D.3, Bu tutanaklar, metninde bazı belge asıllannı da içeren Ahmet Yeşil tarafından incelenmiştir; bkz. Yeşil, 356-76.
118 Age., 356-57, dipnot. 129.
119 Age., 356-57, dipnot. 129, ayrıca bkz. dipnot. 130, 131, 132.
120 TBMM Arşivleri, T-12, D. 3, 3-4. Soruşturma Yeşil'den alıntılanmıştır Yeşil, 366-367.
121 Şark Mahkemesinin savcısı Süreyya Bey'in hatıratı, bu ifadelerle çelişmekte dir. Süreyya Bey, Fethi Bey'in partisinin programındaki 6 numaralı maddeyi onaylamadığını ve bunu da mahkemede açık seçik beyan ettiğini iddia etmektedir. Bkz. Örgeevren, 130.
122 Daha kapsamlı bir yaklaşım için, bkz. Yeşil, 370, n. 160.
123 Yeşil, 369, n. 157.
124 Karar No: 24/ Esas No: 3, in TGNA, T-3, D. 22. Metnin tamamı için bkz. Yeşil. 482-84.
125 Karar No: 30/ Esas No: 32, in TGNA, T-12, D. 3. Metnin tamamı için bkz. Yeşil, 485-87.
126 İngilizce metnin tamamı için bkz. Zürcher, Political Opposition ... , 160-62; Türkçe metin içinse, bkz. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler, 1859-1952 (İstanbul: y.b., 1952), 621-622, ve Yeşil, 488-90.
127 Dr. Tevfik (Hariciye Nazırı), Rüştü Recep (Müdafaa Nazırı), Dr. Tevfik Rüştü (Adliye Nazın), Mehmet Sabri (Bahriye Nazırı), ve Ali Cenani (Ticaret Nazırı).
128 Zürcher'in İngilizce tercümesini kullandım. Düzelttiğim tek şey ise, takibat kelimesinin, hatalı olarak "eziyet" şeklinde çevrilmiş olan karşılığını, "kovuşturma" haline getirmekti.
129 Örneğin Mustafa Kemal'in yakın arkadaşlarından Falih Rıfkı Atay'ın, harf inkılabı ile ilgili olarak söylediklerine kulak verilebilir: "Bu, tepeden inme bir durum, sürprizdi. BMM bile bunun hakkında malumat sahibi değildi. Şüphe yoktur ki bu (inkılabı gerçekleştirme) usuller(i) diktatörce idi. Bkz. Atatürkçülük Nedir? (İstanbul: Ak, 1966), 34.
130 Mark L. Bristol'den Dışişleri Bakanlığına, 867.00/1870.
CUMHURİYETİN KURULUŞUNDA İKTİDAR KAVGASI
ANKARA'DAKİ MUHALEFET: TEK PARTİLİ SİSTEME GEÇİŞ
***
ANKARA'DAKİ MUHALEFET: TEK PARTİLİ SİSTEME GEÇİŞ
***