AB KARŞI DEKLARASYONU
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ
selekdag@hotmail.com
23.10.2005
Türkiye’nin çetin pazarlıklardan sonra 29 Temmuz 2005 tarihinde Uyum Protokolünü imzalamak zorunda kalmasından sonra ülkemiz adına yayınlanan bir deklarasyon ile bu protokolün imzasının Türkiye’nin Kıbrıs Rum yönetimini Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıdığı anlamına gelmeyeceği dünyaya duyurulmuştu. AB dönem başkanı İngiltere ve üst düzey AB yetkilileri de bu tutumumuzu destekleyen açıklamalar yapmışlardı. Uyum Protokolünün daha mürekkebi kurumadan, Fransa, Avusturya, Yunanistan ve tabii Kıbrıs Rum yönetimi, beklendiği gibi, Türkiye’nin Deklerasyonunu değersiz bir kağıt parçası haline getirecek bir karşı Deklerasyon yayınlama girişimlerine başladılar. Fransa, Kıbrıs Rumlarını dahi şaşırtan ve endişeye sevk eden bir çıkışla, Türkiye “Kıbrıs Cumhuriyetini” tanımadan tam üyelik müzakerelerinin başlatılmamasını talep eden düşmanca bir tavır sergiledi. Dönem başkanı İngiltere’nin çabaları ile karşı Deklarasyon metninin nispeten makul bir içerik kazanması beklenirken Türkiye karşıtı Fransa’nın başını çektiği cephenin inadı ile metne önemli olumsuz hükümler ilave edildi.
Metnin ilk taslağında, GKRY’nin Türkiye tarafından tanınması konusu “üyelik öncesi gereklilik” şeklinde dile getirilirken bu kez, Rumların istediği şekilde, “tüm üye ülkelerin tanınması katılım sürecinin gerekli bir unsurudur” ibaresi metinde yer almaktadır. Böylece, “müzakere süreci”ne atıfta bulunulmak suretiyle, karşı Deklarasyon Türkiye aleyhine kuvvetlendirilmiş bulunmakta ve Kıbrıslı Rumlar başta olmak üzere malum ülkelere tanınma şartını Demoklesin kılıcı gibi tepemizde tutma imkanı sağlanmış olacaktır.
İkinci bir unsur, Ek Protokolün tam olarak tüm üyelere uygulanmasına ilişkin ibaredir. Metinde, Protokol’ün tam olarak uygulanmaması halinde “ilgili müzakere başlıklarının açılamayacağı”nın altı çizilmektedir. Bu hususu daha da ağırlaştıracak şekilde: “yükümlülüklerin tam olarak uygulanmasının başarısızlığa uğraması halinde müzakerelerin genelinin bundan etkileneceği” ifadesine yer verilmektedir. Böylece, Türk deniz ve hava limanlarının, Rumlara açılması, müzakerelerin başlaması açısından olmasa dahi, bu sürecin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi açısından şart haline getirilmektedir.Türk limanlarının Kıbrıs Rum gemilerine açılmasına verilen büyük önemin gerçek nedeni dünyanın sekizinci ticaret filosunu oluşturan Kıbrıs Rum gemilerinin önemli bir bölümünün belli başlı AB üyesi ülkelere ait olmasıdır.
Yine nihai metne Rumların ısrarı ile ilave edilen bir paragrafta Türkiye’nin uluslararası kuruluşlara Kıbrıs Rum yönetiminin üyeliğini veto etmemesi istenmektedir. Bu paragrafın amacı da Türkiye’nin Rumlara karşı elinde mevcut tek önemli silah olan Rum yönetiminin Nato’ya üyeliğini önleme imkanının elimizden alınmasıdır.
Avrupa Birliğinin Türkiye’ye defalarca Kıbrıs sorununun tam üyelik yolunda bir engel oluşturmayacağı yolunda verdiği sözlerin ne kadar çirkin bir aldatmaca olduğu bugün gelinen noktada bir kez daha açıkça görülmektedir. Bazı Avrupalı liderlerin Kıbrıslı Rumların AB’ye alınmasının büyük bir hata olduğu şeklindeki pişmanlık ifadelerini de ciddiye almamak ve bu tür ifadeleri “timsah gözyaşları” olarak nitelendirmek gerekmektedir.
Kofi Annan Planının Kıbrıs Rum toplumunca reddedilmesi ve Kıbrıslı Türkler tarafından kabulünden sonra Kıbrıs Türk halkına uygulanan tecridin kaldırılacağı sözünü veren Avrupa Birliğinin bu sözünü de unutarak şimdi Türk hava ve deniz limanlarının Rumlara açılması üzerindeki ısrarı ibret vericidir. Yine BM genel sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıslı Türklere uygulanan tecride son verilmesini tavsiye eden raporu 1,5 yıldır BM Güvenlik Konseyinin gündemine dahi getirilmemiştir. Güvenlik Konseyinin daimi üyesi olan İngiltere Fransa’nın yanında, dostça ve yakın ilişkilerimiz bulunan ABD, Rusya ve Çin’in bu konudaki kayıtsızlıkları üzüntü vericidir.
Görünen odurki; 3 Ekim’de AB ile tam üyelik müzakereleri başlayacaktır. Ancak 17 Aralık 2004 tarihinde karşımıza çıkarılan ucu açık müzakere, Türk vatandaşlarına tam üyelikten sonra dahi kalıcı kısıtlamalar uygulanması ve tam üyelik yerine özel statü tehdidine şimdi Kıbrıs sorunu da eklenmiş bulunmaktadır. Fransa’nın tüm pürüzler aşılsa dahi Türkiye hakkındaki son kararı Fransız halkının referandum ile vereceği tehditi de olumsuz tabloyu büsbütün ağırlaştırmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder