ŞÜKRÜ ELEKDAĞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Nisan 2020 Çarşamba

ABD'nin Ortadoğu için en önemli jeopolitik dizaynı, Büyük Kürdistan' projesidir

ABD'nin Ortadoğu için en önemli jeopolitik dizaynı, Büyük Kürdistan' projesidir  


Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, " ABD'nin Ortadoğu için en önemli jeopolitik dizaynı ' Büyük Kürdistan' projesidir " ifadelerini kullandı.





Uğur Dündar'ın Sözcü'de yer alan haberi şöyle:


" Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ'dan Cumhurbaşkanı (Recep Tayyip) Erdoğan'ın ABD ziyareti öncesinde çarpıcı tespitler:

Sevgili okurlarım, ABD Başkanı (Donald) Trump'ın, PKK'nın Suriye uzantısı olan PYD'nin askeri kolu YPG'ye ağır silah ve mühimmat verilmesi kararını alması Türkiye-ABD ilişkilerini ağır bir krizin eşiğine getirdi. Gelişmeler, Amerika ile Batı dünyasında geniş yankı yarattı. Örneğin İngiltere'de yayımlanan Times Gazetesi 'Trump'ın bu adımının Türkiye'yi küçük düşürdüğünü' yazdı. 

ABD'nin eski Türkiye Büyükelçisi James Jeffrey de, 'Kararın Türkiye açısından ihanet olduğunu, Ankara'nın misilleme yaparak İncirlik Üssü'nü kapatabileceğini' açıkladı.

Krizin çok dikkat çeken yönü ise Trump'ın acele ederek kararını Erdoğan'la Beyaz Saray'da 16 Mayıs'ta yapacağı görüşmeyi beklemeden açıklatmış olması!.. Bu davranış basınımızda ve siyasi çevrelerde diplomatik nezaketsizliğin de ötesinde 'aşağılayıcı' olarak değerlendirildi. CHP yönetimi, Cumhurbaşkanı'nın Washington ziyareti kararını gözden geçirmesi gerektiğini belirtti. Bazı emekli büyük elçilerimiz de ziyaretin iptalini önerdiler.


Bu durumda tüm öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat, emekli Büyük elçi Sayın Şükrü Elekdağ'a, bu krizi nasıl yorumladığını sordum.


"Önce, Trump'ın erken karar almak suretiyle Ankara'ya nasıl bir mesaj vermek istediğini değerlendirelim. Ankara, Erdoğan-Trump görüşmesinin verimli geçmesi için gerekli ön hazırlıkların yapılması ve bir altyapı oluşturulması amacıyla Genelkurmay Başkanı, MİT Müsteşarı ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü'nden oluşan üst düzey bir heyeti Washington'a göndermişti. Bu heyet muhakkak ki Amerikalı asker ve sivil muhataplarına, Ankara'nın endişelerini, sorunun çözümüne yönelik önerilerini detaylı bir şekilde izah etmiş ve YPG'nin silahlandırılmasının ilişkileri sürükleyeceği tehlikeli çıkmazı vurgulamıştır. Yani Trump, YPG'yi ağır silahlarla donatma kararını, Türk heyetiyle yapılan görüşmelerle ilgili olarak kendisine sunulan rapor ışığında vermiştir. Bu durumda, Trump'ın, kararını erken açıklatarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'a şu mesajı vermek istediği tartışma götürmez: ' Rakka harekâtını PYD/YPG ile yapacağım. Bu kuruluşu savaşın icaplarına göre silahlandıracağım. Bu husustaki kararım nihaidir ve müzakereye açık değildir!..'"

'ERDOĞAN, BEYAZ SARAY'A MUTLAKA GİTMELİ'

Bu açık mesaja rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan Washington'a gitmeli mi?


Evet, gitmeli!.. Çünkü, Türkiye için yaşamsal nitelikte önemli ve ağır sonuçlar doğurabilecek bir güvenlik sorunuyla karşı karşıyayız. Erdoğan'ın Trump'la yüz yüze görüşmesi şu nedenlerle zorunlu: Birincisi, Washington'da taşlar henüz yerine oturmuş değil… Bu ortamda bazı siyasetçi, komutan ve diplomatlar kararı savunurken, bazıları da Türkiye ve Irak'ta PKK'ya terörist diyen ABD'nin, onun Suriye'deki uzantısı PYD'ye 'ortak' demesini anlamsız buluyor. Ayrıca Trump'ın, 1 Mart Tezkeresi nedeniyle Türkiye'ye beslediği husumeti bir türlü unutamayan CENTCOM'un (Irak ve Suriye'den Sorumlu Merkezi Komutanlık) etkisi altında kaldığı ABD basınında sıkça yer alıyor.



İkincisi, Erdoğan ile Trump, 25 Mayıs'ta Brüksel'de toplanacak NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'ne katılacaklar. Bu toplantı Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ABD'nin kararının sakatlığını ortaya koyması için önemli bir forum oluşturacaktır. Trump'la Beyaz Saray'da yapacağı yüz yüze görüşme, Erdoğan'a, NATO zirvesi için hazırlanma imkânını sağlayacaktır. Son olarak da Trump'ın kararı, harekâta gerekli bütçe tahsisi için ABD Kongresi'nde ele alınacaktır. Bu itibarla, Beyaz Saray randevusu Erdoğan'a, Trump yönetimince izlenen politikanın hatalı olduğunu Batı kamuoyuna anlatmak için kaçırılmaması gereken bir fırsat yaratmaktadır.

'AMERİKA YPG'YE DAHA FAZLA GÜVENİYOR'

Cumhurbaşkanı Erdoğan, yüksek perdeden konuşup, "Ortadoğu'da Türkiyesiz bir karar verilmesi düşünülemez… Türkiye'nin fikrine müracaat etmeden karar alanlar ağır bedeller öderler. Yanlıştan bir an önce dönülmesini temenni ediyorum" diyor. Yani Erdoğan, "Ben Washington'a, Trump'a fikir değiştirtmek için gidiyorum" diyor. Bu sözlerini nasıl yorumluyorsunuz?


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan

© AA / Murat Çetinmühürdar / Cumhurbaşkanlığı


Bence, bu noktadan sonra Trump geri adım atmaz!.. Ama Erdoğan, yaptığı açıklamalarla Trump'a kendi kırmızı çizgilerini kabul ettirmek için Beyaz Saray'a gideceği algısını yaratmak istiyor. Washington'a giden heyetin yaptığının ön görüşmelerden ibaret olduğunu, kendisinin söyleyeceklerinin ise 'virgül değil nokta değerinde olacağını' söyleyerek, Beyaz Saray randevusunda ezber bozucu görüşler ortaya koyacağını ima ediyor. Ancak bu ifadelerin boş 'retorik' olduğunu biliyoruz. ABD yönetimi Rakka'nın ele geçirilmesi için PYD/YPG'ye Türkiye'den ve yandaşı Özgür Suriye Ordusu'ndan (ÖSO) daha çok güvendiğini ortaya koydu. Zaten ağır silah ve mühimmatı YPG'ye teslim etmeye başladılar bile!


'TÜRKİYE'Yİ TEHDİT EDEN ÖRGÜTLERLE İŞBİRLİĞİNDE' Amerika'nın Suriye stratejisi Türkiye'nin bekasına ve ulusal güvenliğine en ağır tehdidi oluşturuyor.

Doğru! ABD, Türkiye'nin ulusal ve toprak bütünlüğüne karşı en ciddi, en acil tehdidi oluşturan ve en acımasız terörü yürüten PKK/PYD ile işbirliği yapıyor. Gerçekte Türkiye'nin son yıllarda karşılaştığı tehditlerde olağanüstü bir artış var. Savunma Bakanı (Fikri) Işık, son iki yılda yapılan operasyonlarla askerimizin 10 bin PKK teröristini öldürdüğünü, bu suretle PKK'nın belinin kırıldığını övünerek açıkladı. Ne yazık ki, PKK'nın belinin kırıldığı doğru değil! 

Çünkü Rakka harekâtın dan sonra Türkiye, karşısında büyük çoğunluğu Amerika tarafından eğitilmiş ve ağır-modern silahlarla donatılmış 60 bin kişilik bir PKK/YPG ordusu bulacak. Esasen, ABD'nin Rakka harekâtını YPG ile yapmasının başta gelen bir nedeni, savaştan başarılı çıkacak PYD'nin barış masasına oturarak meşruiyet kazanmasını ve ABD'nin desteğiyle Suriye'nin kuzeyinde oluşturulan Kürt Özerk Bölgesi üzerinde hak iddia edebilmesini sağlamaktır.

ABD Suriye'de, IŞİD'le mücadele amacıyla bulunduğunu söylüyor olsa da, Washington'un esas amacının 'Büyük Kürdistan'a zemin hazırlamak olduğu artık gün ışığına çıkmış durumda…


ABD'nin Ortadoğu için en önemli jeopolitik dizaynı 'Büyük Kürdistan' projesidir. Bu projeyi uygulamada Washington'un orta/uzun vadeli hedefi, kendi patronajında ve ABD'ye velinimet olarak bakan Barzani'nin yönetiminde bir Kürt jeopolitik havzası yaratmaktır. Bu stratejik bir karardır. Bu havzada öncelikle atılacak adım, Kuzey Irak'ta Kürt Devleti'nin ilk nüvesini oluşturmak ve bunun Suriye'nin kuzeyindeki Akdeniz'e çıkışı olan "Kürt koridoruyla" birleştirilmesidir. Sonra da bu devletin Türkiye'nin Güneydoğu bölgesiyle bütünleşmesi ve böylece "Büyük Kürdistan"ın ilk aşamasının kurulmasıdır. "Büyük Kürdistan"ın ABD için önemi, zengin gaz ve petrol rezervlerine sahip bulunmasından, stratejik konumundan ve bölgede İsrail gibi tam güven duyacağı ikinci müttefiki yaratacak olmasından ileri geliyor. ABD, bölgede kendisine biat edecek ve askeri kuvvetlerinin operasyonlarını sorgulamadan ve hiçbir kısıtlama koymadan gerçekleştirmesini kabul edecek müttefik arıyor. Barzani'nin başkanlığında oluşturulacak "Büyük Kürdistan Devleti" böyle bir müttefik olmaya en ideal adaydır. ABD'nin bölgesel stratejisinin kilit unsuru olacaktır. İsrail ise silahlanmasına azami önem vereceği bu yeni devletle, Arap dünyasına karşı bir müttefik ve güvence kazanacaktır.


TRUMP'IN VERECEĞİ SÖZLER LAFTA KALIR
Türkiye'nin dış politikasını ve savunma stratejisini bu gerçekler üzerine bina etmesi zorunlu!.. Şimdi Cumhurbaşkanı'nın Washington ziyaretine dönelim. Trump, Türkiye ile krizin tırmanmasını önlemek için ne gibi sakinleştirici önerilerde bulunabilir?



Muhtemel öneriler şimdiden basına aksetti. Bu bağlamda, Rakka'nın IŞİD'den temizlenmesinden sonra demografisinin değiştirilmeyeceği ve Araplara teslim edileceğinden ve PKK ile mücadelesinde Türk Silahlı Kuvvetleri'ne 'anlık' istihbarat verileceğinden söz ediliyor. Kamuoyumuz Başkan Bush döneminde bu anlık istihbarat desteğinin ABD makamlarınca nasıl istismar edildiğini hatırlayacaktır. Yani ortada ciddi, dişe gelir bir öneri yok! Bir de Türkiye'nin güney sınırlarına ABD tarafından güvenlik sağlanması önerisi var ki, buna gülüp geçmek lazım! Üzerinde önemle durulması gereken bir nokta, Trump'ın kararına Türkiye'nin nasıl mukabele edeceğidir. Ancak, bu konunun sağlıklı bir şekilde irdelenmesinin, Cumhurbaşkanı'nın Washington ziyareti sonuçları ışığında yapılması isabetli olacaktır.

https://tr.sputniknews.com/turkiye/201705151028462573-emekli-buyukelci-elekdag-abd-hedef-kurdistan/


***

28 Kasım 2018 Çarşamba

AMERİKA’NIN TÜRKİYE’Yİ İMHA PLANI: BÜYÜK KÜRDİSTAN, KÜÇÜK TÜRKİYE…

AMERİKA’NIN TÜRKİYE’Yİ İMHA PLANI: BÜYÜK KÜRDİSTAN, KÜÇÜK TÜRKİYE…


Prof. Dr. Cihan DURA, 
11.8.2013


Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Kemalist Türkiye Cumhuriyeti’ne, başından beri karşı olan, kuzu postuna bürünmüş, dost görünen düşman bir devlet… Türkiye’nin güçlü bir ulus devlet olarak mevcudiyetini küresel çıkarlarına aykırı buluyor. Ortadoğu’nun siyasal yapısından da memnun değil. Hedefi bu yapıyı değiştirmek, bölgedeki devletleri küçük, kişiliksiz, zayıf devletçiklere bölmek... Plana Türkiye de dahil... Bir Türkiye’yi parçalama planı var. Plan “ödüllendirir gibi davranma” taktiğine dayanıyor. Gururunu okşayarak, bir üst konum, sözde ağabeylik vaat ederek, büyük devlet olma, Ortadoğu’nun patronu olma havucunu sunuyorlar. Büyütür gibi yapıp bir darbe ile küçültecekler; Türkiye, federasyonlaşmaya itilecek.
ABD’nin bu hain planına dair kanıt ve belgeler hiç de az değil. Örneğin, 11.8.2013 tarihli Aydınlık’ta Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Hasan Köni şu değerlendirmeyi yapıyor: “Ortadoğu yeni baştan düzenlenmeye çalışılıyor.  Bölgede ABD ve İsrail’e karşı olmayan bir yapılanma peşindeler. NATO Kürt devleti istiyor. Petrolden çok İsrail’in korunması esas alınıyor. ABD Asya ve Çin planlarında kullanmak istediği Türkiye’ye yeni ilişkiler dayatıyor. Federasyon mu yoksa konfederasyon mu olacağına büyük patron olarak, ABD karar verecek. Plan bu. Planın tutup tutmayacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz.” Demek ki ABD’nin bir “Türk-Kürt Konfederasyonu” planı olduğu artık su götürmeyen bir gerçek. AKP hükümetinin sözde “demokratik açılımlar”ının, Irak’ın, Suriye’nin ateşe verilmesinin ardında bu hain plan var.
Yine Aydınlık’ta (12.5.2013) yayınlanmış olan "Türk-Kürt Federasyonu" başlıklı bir yazı… Mehmet Ali Güller; yazısında, bu planın, yani Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) kimi yönlerine ışık tutuyor. Çok ilginç tespitler var, aşağıda özetliyorum.

R.T. Erdoğan’ın “Akil adam”larından Fuat Keyman, “Çözüm süreci Türkiye’yi zayıflatıyor mu?” başlıklı makalesinde (Milliyet, 11 Mayıs 2013) şöyle diyor: “Çözüm süreci, Türkiye içinde belli bir kesim tarafından, Türkiye’yi zayıflatıcı bir gelişme olarak algılanırken, Türkiye dışında Türkiye’yi bölgesel düzeyde güçlendirecek ve zenginleştirecek bir gelişme olarak algılanıyor.” Keyman bu “saptamasını” çözüm sürecini konuşmak üzere gittiği ABD’deki düşünce kuruluşu temsilcilerinin, akademisyenlerin ve gazetecilerin görüşlerine dayandırıyor. Nitekim içerideki aktörler de “çözüm sürecini” benzer şekilde, “Türkiye’yi Kürtlerle büyütmek”, “Ortadoğu’daki sınırları anlamsız hale getirmek” gibi sözlerle savunuyorlar.

Ve “Baş akilDavid Phillips...  “Çözüm sürecinin” mimarlarından biri, sık sık Ankara’ya geliyor, AKP Hükümeti’ne akıl hocalığı yapıyor. İşte bu David Phillips, lafı dolandırmadan AKP-PKK “barış süreci”nin sonucunu ilan etmiş: Türkiye ve Kürdistan konfederasyon olacak! (Hürriyet, 11 Mayıs 2013)

Dönelim tekrar Fuat Keyman’ın “Çözüm süreci Türkiye’yi zayıflatmayacak, tersine güçlendirecek” tezine… Keyman bu tezini neye dayandırıyor? David Gardner’in ortaya attığı Türkosfer kavramına, yani “Türkiye, Kuzey Irak ve Suriye arasında ekonomi, enerji zenginlik ve etki alanı” kurulmasına! (Ne parlak laflar değil mi cd )

Biz de zaten hedefin Kürt Koridoru olduğunu, Washington’un Irak’ın kuzeyinde 20 yılda inşa ettiği Kürt Devleti’ni şimdi Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açmak istediğini, bu operasyonun alt yükleniciliğini AKP ile PKK’nın yaptığını, bu nedenle bir sözde “barış sürecinin” başlatıldığını önemle belirtiyoruz.
Ancak sorun asıl bundan sonra başlıyor.

Eğer Çin, Rusya ve İran’ın görmezden geldiğini ve Irak ile Suriye’nin, topraklarına el konulmasını sessiz kaldığını varsayarsak, başlangıçta, 780 bin km karelik ülke toprakları Irak’ın kuzeyi ve Suriye’nin kuzeyi ile genişlemiş olur! Diyelim ki oldu ve Kürtler emperyalizmin Ortadoğu’daki kurşunu olmaya, Türk Ordusu da AKP’nin aldığı enerji rüşveti karşılığında boru bekçiliği yapmaya ve komşularına zor kullanmaya razı oldu… Peki ya sonrası?

İşte Fuat Keyman, David Gardner ve David Phillips’in şimdilik hiç değinmedikleri gerçek bundan sonra kendini gösteriyor: Türkiye ile konfederasyon kuracak olan Irak, Suriye ve Türkiye Kürtleri, Büyük Kürdistan olarak bağımsızlıklarını ilan edecekler! Yani Türkiye önce Kürtlerle “teknik olarak” büyüyecek ama, sonra Diyarbakır merkezli Büyük Kürdistan’ın kopmasıyla küçülecek! “Barış”, “çözüm”, “terörü bitirmek” gibi palavraların arkasındaki çıplak ve yakıcı gerçek işte budur: Büyük Kürdistan, Küçük Türkiye demektir!
Evet, bence de olan ve olacak olan budur. Bu görüşümü daha önceki 28.3.2013 tarihli bir yazımda işlemiştim. O yazıyı kamuoyunun dikkatine, aşağıda yeniden sunmayı görev biliyorum.
***
ABD’nin ve AB’nin –daha doğrusu büyük küresel şirketlerin- Türkiye için geliştirdiği Büyük Tuzak “Osmanlı Milletler Topluluğu” veya “Yeni Osmanlıcılık” olarak karşımıza çıkmıştır. İstiklal savaşımızda olduğu gibi, sinsi bir plan, Türk devletini ve milletini imha planı uygulamaya konulmuştur. Bu bir zokadır ve ne yazık ki hükümet bunu yutmuş görünüyor. “Zoka”nın ne olduğunu önceki yazılarımda açıklamıştım, özetle şudur:
ABD Türkiye Cumhuriyeti’ne, başından beri karşı olan bir devlet, düşman bir devlet… Lozan’ı kabul etmemiştir. Güçlü bir ulus devlet olarak Türkiye’nin varlığını küresel çıkarlarına -daha doğrusu küresel şirketlerinin çıkarlarına- aykırı buluyor. Aynı sebeplerle Ortadoğu’nun siyasal yapısından da memnun değil. Hedefi bu yapıyı değiştirmek, bölgedeki devletleri küçük, kişiliksiz, zayıf devletçiklere bölmek... Plana Atatürk Türkiyesi de dahil... Bir süredir bütün gayreti bu yönde…
Türkiye’yi parçalama planı “ödüllendirir gibi davranma” taktiğine dayanıyor. Kulağa hoş gelecek laflar söyleyecek, ona değerli bir şey verecekmiş gibi hareket edecek. Gururunu okşayarak, bir üst konum, sözde patronluk, ağabeylik vaat ederek, amiyane deyişiyle gaza getirecekler AKP hükümetini... Büyük devlet olma, Ortadoğu’nun hâmiliği, bölgenin patronu olma havucunu sunacaklar. Büyütür gibi yapıp bir darbe ile küçültecekler, Türkiye, federasyonlaşmaya itilecek.
ABD hükümeti bir yandan da o klasik “ordo ab chao” stratejisini kullanmakta, yani “istediğin düzeni kurmak için önce kaos yarat!” Yarattığı kaosta Ortadoğu ülkelerini bir bir parçalarken, Türkiye’yi de bölmüş olacak. Süreç içinde “Büyük Kürdistan”ı kurduracak, büyük bir olasılıkla “Ermenistan”ı da araya sokuşturmuş olacak. Bunlar sağlandıktan sonra da “Haddini bil, biz varken patronluk senin neyine, çekil bakalım köşene” denecek –ne yazık ki- bölünmüş, küçülmüş olan Türkiye’ye[i].
Kürdistan projesi, dünyayı 500 yıldır sömüren Emperyalizm’in, onun dev küresel şirketlerinin asırlık projelerinden biri… Geçmişte İngiltere çok uğraştı üzerinde, bugünse Amerika BOP çerçevesinde gerçekleştirme yolunda. Irak’ta, ülke üç parçaya bölünerek çekirdek oluşturuldu. Sıra Türkiye ve İran’dan yapılacak eklemelere geldi. Planda Suriye de var. Irak’ın kuzeyinden Akdeniz’e ulaşan bir koridor açılacak. Dört parça birleştirilerek Büyük Kürdistan kurulacak. ABD bunu korumasına aldığı Mesut Barzani’nin patronajında gerçekleştirecek, tabiî AKP hükümetinin –en hafif deyimiyle- gafilce desteği ile!... Planla Kerkük petrol boru hattı güvence altına alınıyor. AKP hükümetinin de yardımıyla Suriye’deki Esat rejimine yüklenmelerinin asıl sebebi bu; demokrasi talepleri kılıftan, ambalajdan ibaret… Kitleleri böyle kulağa hoş gelen laflarla uyutuyor, harekete geçiriyor, savaştırıyorlar.
Projenin Türkiye ayağı PKK elebaşısı ile açıktan görüşmelerin başlanması ile, hızlandırıldı. Yukarda belirttim, Türkiye büyüyormuş, bir şeyler kazanıyormuş izlenimi verilerek, elindekiler alınıp, cascavlak bırakılacak ortada; tıpkı ağzındaki peyniri kaptıran karga ile kurnaz tilki öykücüğünde olduğu gibi… Türkiye çok şey kaybedecek, ancak iş işten geçmiş olacak.
 ‘***’
Yukarda dediğim gibi, PKK elebaşısı ile pazarlık artık alenen yapılıyor, hem de birden koyulaşıverdi, neden acaba? Öyle ki gündeme oturtulan mesajlar bile yayınlıyor Öcalan. Neden birden böyle bir sürece girildi? Bir görüşe göre, çünkü, hesapta Irak petrolleri var! Son yapılan tahminler Irak’ı petrol serveti bakımından dünyada birinci sıraya oturtmuş bulunuyor: 350 milyar varil petrol ve trilyonlarca metreküp doğal gaz rezervleri… Bunların önemli bir bölümü de Irak’ın kuzeyindeki Özerk Kürt Yönetimi’nin kontrolünde olan topraklarda… Plan Kerkük başkent yapılarak bu geniş petrol kaynaklarının üzerine oturmak… Ancak Irak merkezî hükümeti buna şiddetle karşı… Ne yapmalı? Gelsin, Amerika’nın “Yeni Osmanlıcılık” planı!...
Plana göre Türkiye, daha doğrusu Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, Barzani’nin hâmiliğine soyunacak. Peki, ne karşılığında?... Tabii, petrol karşılığında!... Antlaşmaya göre Barzani AKP hükümetine Kerkük petrollerinden pay verecek, yeter ki Irak merkezî hükümetine karşı, Türkiye onu koruması altına alsın. Peki, nasıl kotarılacak bu hâmilik? İşte, işin püf noktası burada, çünkü Türkiye’ye hazırlanan tuzak burada karşımıza çıkıyor: Amerikan planı Türkiye’nin hâmiliğinde petrol odaklı bir federatif yapı öngörüyor! Ancak gözden kaçırılan gizli ve nihaî bir hedef var: Büyük Kürdistan… Bütün bu adımlar Türkiye’nin güneyini boydan boya bir yılan gibi saracak olan Büyük Kürdistan’ın inşasına giden adımlar...
ABD bütün bunları M. Barzani’nin, Kürtlerin kara kaşına kara gözüne âşık olduğu için mi yapıyor? Elbette hayır, küresel şirketleri hesabına zengin petrol ve gaz rezervlerini kapatmak için yapıyor; bölgenin stratejik konumu için, İsrail’in yanı sıra tam güven duyacağı bir müttefik devlet daha olsun diye yapıyor. Ancak menfaatleri gerektirdiğinde, onun da kıçına bir tekme vurmaktan çekinmeyecektir[ii].
 ‘***’
Amerika’nın bu “büyüterek küçültme” stratejisini Sadi Somuncuoğlu’nun bir yazısında[iii] da buluyoruz, şöyle yazıyor: AKP hükümeti ile terörist başı arasında varılan mutabakatlar çerçevesinde yapılacak yasal düzenlemelerle, Türkiye Cumhuriyeti devleti iki ortaklı, iki dilli ve özerk bölgeli bir rejime dönüştürülecek. PKK bunları görüp emin olunca, bütün silahlı teröristler Suriye’ye kaydırılacak ve “Kürdistan”ın Akdeniz’e uzanan üçüncü ayağının inşasına başlanacaktır. Bu da sağlanınca ortaya, bir yanda “Türkiye ortaklık devleti”, öbür yanda “Irak ve Suriye federe devletleri” çıkacaktır. En sonra bu üç parçanın birleşmesiyle “konfederal” devlet kurulacaktır. İşte size İsrail’e dost olan yeni bir devlet: “Büyük Kürdistan!”
Somuncuoğlu devam ediyor: Başbakan ve Davutoğlu’nun “Türkiye’yi büyütmek” dediği şey ile, teröristbaşının Nevruz mektubunda bahsettiği “Bugün artık yeni bir Türkiye’ye, yeni bir Orta Doğu’ya ve yeni bir geleceğe uyanıyoruz. Misak-ı Milli’ye aykırı olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve Irak’taki Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleştirmek” söylemi aynı anlama gelmiyor mu? İyi de dünyanın altını üstüne getirecek böyle bir projenin sahibi Erdoğan, Davutoğlu, teröristbaşı ve Barzani olabilir mi? Mümkün mü bu? Asla!... Konuyla ilgilenen herkesin bileceği gibi, Erdoğan’ın da en az 30 defa “Bize eşbaşkanlık görevi verildi” dediği “Büyük Orta Doğu ve Genişletilmiş Afrika Projesi”nin (BOP’un) sahibi “Haçlı” emperyalistlerdir.  Projeleri de, ABD’nin malum eski “büyüterek küçültme” tuzağından ibarettir!
‘***’
Ne var ki iş burada da bitmiyor. Aslında plan içinde plan var, Rus matruşkaları gibi desem yeri... Öyle hazırlanmış ki insana dehşet veriyor. Buna göre “Büyük Kürdistan” sadece bir başlangıç… Peki gizli olan nedir o zaman? Asıl proje “Osmanlı İmparatorluğunu yeniden kuracağız” örtüsü altında “Kürdistan”ı kurarken, Ermenistan’ı da kurmak, Yunanlıların “Megalo idea”larına da yeni kapılar açmak.  Kısacası, bir Türkiye Cumhuriyeti’ni bütünüyle imha planı söz konusu! Bu korkunç komplonun kimi ipuçlarını Arslan Bulut’un bir yazısında[iv] buluyoruz:
7 Mayıs 2000… Fener Rum Patriği Bartholomeos konuşuyor:Türkiye’nin AB’ye üyeliği, Anadolu’da önceden var olmuş Hıristiyan toplumların yaşadığı bölgelerde yeniden Hıristiyanların yaşamasına izin vermelidir. Hıristiyanlar yaşadıkları bölgelere tekrar yerleşirse, o bölgelerde bulunan kiliselerin yeniden ayine açılmasını düşünebiliriz.”
2009’un Mayıs ayı… Başbakan Tayyip Erdoğan:  “Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Bu aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi.”
2008’in Eylülü… Emekli Büyükelçi, TÜSİAD’lı Volkan Vural: Devlet, Ermenilerden özür dilesin, Ermeni ve Rumlar tekrar eski topraklarına dönsün, tekrar vatandaş olsun… Ölen ve tehcire uğrayan insanların torunlarına bir çağrı da yapılabilir. ‘Burası sizin de topraklarınız, gelirseniz size de yer var’ denilebilir. Gelenlere vatandaşlık da verilebilir.”
Nihayet, 2013’ün ilk ayları… AKP’nin Kültür Bakanı Ömer Çelik, beklenen çağrıyı yapıyor: “Geçmişte yapılan bazı yanlışlıklar yüzünden ülkemizi terk etmiş Hıristiyan ve Yahudiler var. Hepsine ’Ülkenize geri dönebilirsiniz’ diyoruz.”
Ve diğer meşum gelişmeler: “Vatandaşlık yasası ile, yıllardan beri Türkiye’de bulunan 60-70 bin Ermenistan vatandaşına ve onların burada doğan çocuklarına, ayrıca Akdeniz sahillerinde yerleşen diğer yabancılara, son olarak da sığınmacı Suriyelilere Türkiye vatandaşı olabilme imkânı tanınıyor. Yunanistan istihbaratı, uzun yıllardır gönderdiği turistler vasıtasıyla, bütün Anadolu’da Eski Rum mallarının envanterini kaydediyor! Tarih Vakfı da Rockefeller Vakfı’nın para yardımı ile Türkiye’nin 10 pilot bölgesinde “Yerel Tarih Grupları” kurarak, Hıristiyanlara ait eski gayrimenkul tapularını ve eski azınlık mezarlıklarını araştırıyor.
‘***’
Yurtseverler!
Demokrasi ile, parti ile, barış teraneleri ile, şununla bununla oyalanacak zaman değil artık.
Birleşin, duruma el koyun.
Unutun, bütün farklılıklarınızı,
Bir an önce bu korkunç planı parça parça edin.
Yoksa, ne vatan kalacak, ne millet, ne de devlet!

===============================
YENİ GÜNCELLEYİCİ NOTLAR 
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN BİRİNCİ DÜŞMANI, PKK İLE EL ELE ÜLKEMİZİ BÖLMEYE ÇALIŞAN, KÜRESEL ŞİRKETLERİN KUKLASI OLAN AMERİKAN HÜKÜMETİ’DİR
ARSLAN BULUT: PKK, 1995’e gelindiğinde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kararlı operasyonları ile yok olmanın eşiğine gelmiş, kısacası ağır bir yenilgiye uğratılmıştı.
PKK’nın yeniden güçlenmesi ise 2003’teki Irak işgalinden sonra başlamıştı. Hem Irak ordusunun terk ettiği silahlarla, hem de daha sonraki yıllarda ABD’nin Irak’taki işgal kuvvetlerinin depolarından çıktığı anlaşılan A-4 ve C-4 patlayıcılarıyla eylem kabiliyeti kazanan PKK, Türkiye’de büyük saldırılar düzenlemeye başlamıştı. Buna karşılık Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başlattığı büyük kış operasyonu, ABD’nin baskısıyla sonuç alınamadan sona erdirilmişti.
Birinci Körfez Savaşı sonrasında da PKK’ya havadan silah ve mühimmat atarken suçüstü yakalanan ABD, her zaman PKK’nın imdadına yetişen güç olmuştur.
Oslo’da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, gizlice PKK ile masaya oturtan güç, ABD’dir.
Oslo görüşmeleri basına sızdırılınca, “çözüm süreci” ni dayatan da ABD’dir.
Süreç, PKK’nın eylem yapmasını durdurduğu için AKP iktidarının da seçimlerde oy kaybetmesini önleyici bir nitelik kazandığından bugüne kadar sürdürüldü.
ABD, şimdi IŞİD, PKK, PYD ve Barzani güçleri üzerinden sahnelediği oyunda, kendi suçlarını Türkiye’nin üzerine atarak, Türkiye topraklarını da içine alan Kürdistan’ı kurdurmaya çalışıyor.
■Arslan Bulut, Yeniçağ, (4.11.2014)
*
(TÜRKİYE’YE KARŞI TEZGÂHLANAN AMERİKAN-KÜRT OYUNU: BÜYÜK KÜRDİSTAN)
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ: Tür­ki­ye­’ye kar­şı tez­gah­la­nan oyu­nun tam ola­rak an­la­şıl­ma­sı için, AB­D’­nin Or­ta­do­ğu için en önem­li je­opo­li­tik di­zay­nı­nın “Bü­yük Kür­dis­ta­n” pro­je­si ol­du­ğu­nu be­lirt­me­li­yim. Bu pro­je­yi uy­gu­la­ma­da Was­hing­to­n’­un or­ta/uzun va­de­li he­de­fi, ken­di pat­ro­na­jın­da ve AB­D’­ye ve­li­ni­met ola­rak ba­kan Bar­za­ni­’nin yö­ne­ti­min­de bir Kürt je­opo­li­tik hav­za­sı ya­rat­mak­tır. Bu stra­te­jik bir ka­rar­dır.
Bu hav­za­da ilk atı­la­cak adım, Ku­zey Ira­k’­ta Kürt dev­le­ti­nin ilk nü­ve­si­ni oluş­tur­mak, son­ra da bu dev­le­tin Tür­ki­ye­’nin Gü­ney­do­ğu böl­ge­siy­le bü­tün­leş­me­si ve böy­le­ce “Bü­yük Kür­dis­ta­n”­ın ilk aşa­ma­sı­nın ku­rul­ma­sı­dır. “Bü­yük Kür­dis­ta­n”­ın ABD için öne­mi, zen­gin gaz ve pet­rol re­zerv­le­ri­ne sa­hip bu­lun­ma­sın­dan, stra­te­jik ko­nu­mun­dan ve İs­ra­il’­le bir­lik­te böl­ge­de tam gü­ven du­ya­ca­ğı bir ikin­ci müt­te­fik oluş­tu­ra­cak ol­ma­sın­dan ile­ri ge­li­yor. ABD, böl­ge­de ken­di­si­ne bi­at ede­cek ve as­ke­ri kuv­vet­le­ri­nin ope­ras­yon­la­rı­nı sor­gu­la­ma­dan ve hiç­bir kı­sıt­la­ma koy­ma­dan ger­çek­leş­tir­me­si­ni ka­bul ede­cek müt­te­fik arı­yor.
Bar­za­ni­’nin baş­kan­lı­ğın­da oluş­tu­ru­la­cak “Bü­yük Kür­dis­ta­n” dev­le­ti böy­le bir müt­te­fik ol­ma­ya en ide­al aday­dır ve AB­D’­nin böl­ge­sel stra­te­ji­si­nin ki­lit bir un­su­ru ola­cak­tır. İs­ra­il ise si­lah­lan­ma­sı­na aza­mi önem ve­re­ce­ği bu ye­ni dev­let­le, Arap dün­ya­sı­na kar­şı bir müt­te­fik ka­za­na­cak­tır.
■ http://sozcu.com.tr/2014/yazarlar/ugur-dundar/acilim-israri-turkiyeyi-ucurumun-kenarina-getirdi-653968/ (21.11.2014)

[i] C. Dura, “Binmişiz Bir Alamete Gidiyoruz Kıyamete”, http://cihandura.com/emperyalizm-yazilari/151-bnmz-br-alamete-gdyoruz-kiyamete.html
[ii] C. Dura, “Bizim İçin Çalışacak Biri”, http://cihandura.com/emperyalizm-yazilari/181-bzm-cn-caliacak-br.html
[iii] Sadi Somuncuoğlu, "On Emir" ve PKK’nın Suriye ayağı,” Yeniçağ, 23.3.2013
[iv] “Arslan Bulut, Erdoğan’ın Tarihi Projesi!” Yeniçağ, 22.3.2013


***

16 Ocak 2017 Pazartesi

Orta Asya'da rekabet ve Güç Mücadelesi



Orta Asya'da rekabet ve Güç Mücadelesi



ŞÜKRÜ ELEKDAĞ

       " DOĞU Avrupa'ya hakim olan Kalbgah'ı kontrol eder;
        Kalbgah'a hakim olan, Dünya Adası'nı (Avrasya ve Afrika) kontrol eder;
        Dünya Adası'na hakim olan dünyayı kontrol eder."

        Bu sözler ünlü İngiliz jeopolitikçi Mackinder'e ait... "Kalbgah" (heartland) veya "dünyanın mihveri" olarak nitelediği bölge bugün Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin bulunduğu coğrafyayı kapsıyor. Mackinder, "Kalbgah"ın denetiminin dünya hakimiyetine yol açacağı tezini, bu bölgenin savunma açısından "nüfuz edilemez" 

(impenetrable) doğal bir kale oluşturmasına ve çok zengin doğal kaynaklara sahip bulunmasına dayandırmıştı.
        Mackinder'in kuramının bir süre dünya politikasını şekillendirdiği bir gerçek. Hitler'in ve Alman stratejisine yön veren jeopolitikçi Karl Hausfer'in "Kalbgah" tezinden etkilendiği biliniyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, ABD'nin Sovyetler Birliği'ne karşı uyguladığı "çevreleme stratejisinin" (containment) temelinde de " Kalbgah"ı elinde tutan Sovyetler Birliği'nin, "Dünya Adası"na hakimiyetinin önlenmesi yaklaşımı yatıyor.
        Soğuk savaş sonrasında Avrupa ve Asya'nın bölünmüşlüğünün kalkması ve aralarındaki ilişkilerin gelişmesi, Avrasya'nın uluslararası sistemdeki önemini artırırken, Orta Asya'nın zengin enerji kaynaklarının işletilmesi ve boru hatları projeleri dikkatlerin Mackinder'in "dünyanın mihveri" diye tanımladığı bölge üzerine çevrilmesine yol açtı.
        Ne var ki, bugünün koşullarında ve özellikle Orta Asya Türk cumhuriyetleri açısından, Mackinder kuramı bir fanteziden ibaret kalıyor. Denize doğru çıkışı olmaması Orta Asya'yı hapsedilmiş bir bölge yapıyor. Bu bölgede yaşayan dört Türk devleti (Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan) bu nedenle Moskova'nın baskılarına son derece duyarlılar.
        Moskova'nın kontrolünü bertaraf etmek amacıyla zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarını Rusya topraklarından geçirmeden dünya piyasalarına sunmak bu devletlerin temel hedeflerini oluşturuyor. Moskova'ya karşı bağımsızlıklarını pekiştirmenin ve ekonomik kalkınmalarını sağlamanın yolu bu...

        Bu ülkelerin Üç önemli Dezavantajları daha var.

       * Bunlardan birincisi, 70 yıllık Komünist hakimiyetinde Türk cumhuriyetlerindeki üretim sisteminin "Sovyet üretim çarkının dişlileri gibi şekillendirilmiş" olmasının ,yarattığı bağımlılığın Moskova'ya sağladığı ilave kontrol imkanıdır.
       * İkincisi, bu ülkelerin hayli karışık etnik yapısıdır. Türk devletlerinde yaşayan hatırı sayılır büyüklükteki Rus azınlıklar iktisadi yaşamın kilit mevkilerinde rol almışlardır. Moskova bu azınlığın imtiyazlı konumunu muhafaza etmesinde ısrar etmekte ve Rusların hak ve güvenliklerini korumak için gereğinde müdahale edebileceğini söylemektedir.
       * Üçüncüsü, bu ülkelerin dış güvenliklerinin tamamen Rusya tarafından üstlenilmiş olmasıdır. Dört Türk devletinin sınırları Rus sınır muhafızları tarafından korunmaktadır.

Orta Asya: Rusya'nın Öz Toprağı

       Dünya, Moskova'ya, son sömürge imparatorluğunu tasfiye etmesi nedeniyle 1991'de alkış tutmuştu. Ancak, bugün Rusya, hortlayan Slav milliyetçiliğinin etkisiyle, Sovyetler Birliği'nden kopan cumhuriyetleri yeniden Moskova'nın boyunduruğuna alma peşinde koşuyor. Nitekim, Yeltsin'in, 14 Eylül 1995'te uygulamaya koyduğu kararname, BDT ülkelerinin, Moskova önderliğinde siyasal ve ekonomik bütünleşmeye gitmeleri ve Rus komutası altında bir kolektif savunma sistemi oluşturmalarını öngörüyor.
       BDT içindeki direniş nedeniyle şu sıralarda Yeltsin planı askıya alınmış durumda... Ancak, Moskova, Orta Asya'yı kendi öz toprakları gibi görüyor. Rus yetkililer, "Rusya'yı güneyden ve doğudan gelecek tehditlere ve İslam köktenciliğine karşı koruyan bir tampon bölge oluşturması nedeniyle, Orta Asya'nın tam kontrolünün Moskova için yaşamsal önem taşıdığını" belirtiyorlar.
       Türk alemi ile ilişkilerini geliştiren devletler arasında Moskova'nın en fazla kuşkuyla baktığı ülke Türkiye'dir. Bunun önde gelen nedeni, ülkemizle Türk devletleri arasındaki tarihsel, etnik ve kültürel bağların yarattığı yakınlıktır. Moskova'nın korkusu, Türkiye'nin Orta Asya Türkleri ile ilişkilerini geliştirmesinin bu ülkelerin bağımsız devlet oluşturma süreçlerini ve milliyetçilik duygularını güçlendirmesi ve bunun eski Türkistan birliğinin kurulmasına yol açmasıdır. Moskova, Türkistan birliğinin kurulması halinde bölge üzerindeki kontrolünün zayıflayacağından kaygılanmaktadır.

İran: Rusya'nın Stratejik Ortağı

       Bu nedenle Türkiye'nin Orta Asya üzerindeki etkinliğini zayıflatmak isteyen Moskova, bu yöndeki politikasının uygulanmasında, "stratejik ortak" olarak nitelediği İran'la işbirliği yapmaktadır. Orta Asya ülkeleriyle ilişkilerinde Türkiye'yi kendisine en kuvvetli rakip olarak gören İran, Rusya ile işbirliği sayesinde ABD'nin de bölgeye girişini zorlaştırabileceğini umut etmektedir. Zira, İran'ın kabusu, Körfez'de olduğu gibi Hazar petrollerinin de Amerikan kontrolü altına girmesidir.
       İran'ın, Orta Asya cumhuriyetlerindeki faaliyetleri Türkiye'ye kıyasla daha mütevazi bir düzeydedir. Ancak, İran'ın aynı coğrafi bölgede bulunduğu cumhuriyetlerle sınırdaş olması ve onlara açık denizlere çıkmak için en kısa ve kolay yolu sağlaması bu ülkeler üzerinde nüfuzunu geliştirmek açısından Tahran'a çok güçlü bir avantaj sağlamaktadır.
       Gelecek yazımızda iki önemli stratejik aktör olarak Çin Halk Cumhuriyeti ile ABD'nin Orta Asya'daki rollerini ve bölgenin tekrar Rus hakimiyetine girmemesi için nasıl bir politika izlenebileceğini ele alacağız.

http://www.milliyet.com.tr/1998/04/27/yazar/elekdag.html

***

11 Şubat 2016 Perşembe

AB KARŞI DEKLARASYONU





AB KARŞI DEKLARASYONU



 ŞÜKRÜ ELEKDAĞ 
selekdag@hotmail.com


23.10.2005 


Türkiye’nin çetin pazarlıklardan sonra 29 Temmuz 2005 tarihinde Uyum Protokolünü imzalamak zorunda kalmasından sonra ülkemiz adına yayınlanan bir deklarasyon ile bu protokolün imzasının Türkiye’nin Kıbrıs Rum yönetimini Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıdığı anlamına gelmeyeceği dünyaya duyurulmuştu. AB dönem başkanı İngiltere ve üst düzey AB yetkilileri de bu tutumumuzu destekleyen açıklamalar yapmışlardı. Uyum Protokolünün daha mürekkebi kurumadan, Fransa, Avusturya, Yunanistan ve tabii Kıbrıs Rum yönetimi, beklendiği gibi, Türkiye’nin Deklerasyonunu değersiz bir kağıt parçası haline getirecek bir karşı Deklerasyon yayınlama girişimlerine başladılar. Fransa, Kıbrıs Rumlarını dahi şaşırtan ve endişeye sevk eden bir çıkışla, Türkiye “Kıbrıs Cumhuriyetini” tanımadan tam üyelik müzakerelerinin başlatılmamasını talep eden düşmanca bir tavır sergiledi. Dönem başkanı İngiltere’nin çabaları ile karşı Deklarasyon metninin nispeten makul bir içerik kazanması beklenirken Türkiye karşıtı Fransa’nın başını çektiği cephenin inadı ile metne önemli olumsuz hükümler ilave edildi.
         Metnin ilk taslağında, GKRY’nin Türkiye tarafından tanınması konusu “üyelik öncesi gereklilik” şeklinde dile getirilirken bu kez, Rumların istediği şekilde, “tüm üye ülkelerin tanınması katılım sürecinin gerekli bir unsurudur” ibaresi metinde yer almaktadır. Böylece, “müzakere süreci”ne atıfta bulunulmak suretiyle, karşı Deklarasyon Türkiye aleyhine kuvvetlendirilmiş bulunmakta ve Kıbrıslı Rumlar başta olmak üzere malum ülkelere tanınma şartını Demoklesin kılıcı gibi tepemizde tutma imkanı sağlanmış olacaktır.
         İkinci bir unsur, Ek Protokolün tam olarak tüm üyelere uygulanmasına ilişkin ibaredir. Metinde, Protokol’ün tam olarak uygulanmaması halinde “ilgili müzakere başlıklarının açılamayacağı”nın altı çizilmektedir. Bu hususu daha da ağırlaştıracak şekilde: “yükümlülüklerin tam olarak uygulanmasının başarısızlığa uğraması halinde müzakerelerin genelinin bundan etkileneceği” ifadesine yer verilmektedir. Böylece, Türk deniz ve hava limanlarının, Rumlara açılması, müzakerelerin başlaması açısından olmasa dahi, bu sürecin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi açısından şart haline getirilmektedir.Türk limanlarının Kıbrıs Rum gemilerine açılmasına verilen büyük önemin gerçek nedeni dünyanın sekizinci ticaret filosunu oluşturan Kıbrıs Rum gemilerinin önemli bir bölümünün belli başlı AB üyesi ülkelere ait olmasıdır.
         Yine nihai metne Rumların ısrarı ile ilave edilen bir paragrafta Türkiye’nin uluslararası kuruluşlara Kıbrıs Rum yönetiminin üyeliğini veto etmemesi istenmektedir. Bu paragrafın amacı da Türkiye’nin Rumlara karşı elinde mevcut tek önemli silah olan Rum yönetiminin Nato’ya üyeliğini önleme imkanının elimizden alınmasıdır.
         Avrupa Birliğinin Türkiye’ye defalarca Kıbrıs sorununun tam üyelik yolunda bir engel oluşturmayacağı yolunda verdiği sözlerin ne kadar çirkin bir aldatmaca olduğu bugün gelinen noktada bir kez daha açıkça görülmektedir. Bazı Avrupalı liderlerin Kıbrıslı Rumların AB’ye alınmasının büyük bir hata olduğu şeklindeki pişmanlık ifadelerini de ciddiye almamak ve bu tür ifadeleri “timsah gözyaşları” olarak nitelendirmek gerekmektedir.
         Kofi Annan Planının Kıbrıs Rum toplumunca reddedilmesi ve Kıbrıslı Türkler tarafından kabulünden sonra Kıbrıs Türk halkına uygulanan tecridin kaldırılacağı sözünü veren Avrupa Birliğinin bu sözünü de unutarak şimdi Türk hava ve deniz limanlarının Rumlara açılması üzerindeki ısrarı ibret vericidir. Yine BM genel sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıslı Türklere uygulanan tecride son verilmesini tavsiye eden raporu 1,5 yıldır BM Güvenlik Konseyinin gündemine dahi getirilmemiştir. Güvenlik Konseyinin daimi üyesi olan İngiltere Fransa’nın yanında, dostça ve yakın ilişkilerimiz bulunan ABD, Rusya ve Çin’in bu konudaki kayıtsızlıkları üzüntü vericidir.
         Görünen odurki; 3 Ekim’de AB ile tam üyelik müzakereleri başlayacaktır. Ancak 17 Aralık 2004 tarihinde karşımıza çıkarılan ucu açık müzakere, Türk vatandaşlarına tam üyelikten sonra dahi kalıcı kısıtlamalar uygulanması ve tam üyelik yerine özel statü tehdidine şimdi Kıbrıs sorunu da eklenmiş bulunmaktadır. Fransa’nın tüm pürüzler aşılsa dahi Türkiye hakkındaki son kararı Fransız halkının referandum ile vereceği tehditi de olumsuz tabloyu büsbütün ağırlaştırmaktadır.