3 Aralık 2015 Perşembe

27 MAYIS DARBESİ VE TALAT AYDEMİR, Yassı ada duruşmaları ve Yazılamayanlar 3





27 MAYIS DARBESİ VE TALAT AYDEMİR,   
Yassı ada duruşmaları ve Yazılamayanlar 3


FETHİ GÜRCAN DA AYNI BAŞARISIZ DARBEDEN DOLAYI ASILMIŞTI

Talat Aydemir ile birlikte asılan ikinci kişi ise binbaşı Fethi Gürcan'dı. Talat Aydemir yönetimindeki 22 Şubat 1962 ayaklanmasına katıldığından; binbaşı rütbesiyle, direnişe katılan diğer genç subaylarla birlikte ordudan atılmıştı. 20 Mayıs 1963 ayaklanmasınında öncüleri arasında yer aldı ve Mamak Askeri Mahkemesi'inde yargılanarak idama mahkum edildi ve hüküm 27 Haziran 1964 Cuma günü sabaha karşı yerine getirildi. Darbe girişiminin diğer lideri Albay Talat Aydemir ise 5 Temmuz 1964'de yine sabaha karşı idam edildi.



MUSTAFA ÜNAL 

Baykal'ın Talat Aydemir yanılgısı

Deniz Baykal, Başbakan Erdoğan'a idam sehpasının yolunu gösterirken Adnan Menderes'ten değil, iki darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlanan Albay Talat Aydemir'den esinlendiğini söyledi. Oğul Aydın Menderes'i arayarak 'Yanlış anlaşıldım, çok üzüldüm' dediği basına yansıdı. Bir siyasi liderin Menderes'in idamını hatırlatması yadırganmıştı. Baykal, hatasını düzeltti. 
Ancak bir yanlış daha var. Aydemir olayı, siyasetçilere hatırlatılacak örnek değil. Siyasi bir olay değil çünkü. 

Mahiyeti bambaşka. 

Doğrusu ben Baykal'ın mesajını anlamakta zorlandım. Bir iki gündür düşünüyorum; acaba Talat Aydemir'in idamından siyasi kadrolar mı ders çıkarmalı yoksa darbe heveslileri mi? Asıl soru bu. Merak ettiğim, CHP liderinin Aydemir'i niye hatırladığı... Başörtüsüne özgürlük sağlayan anayasa değişikliğinin düğmesine basan Başbakan Erdoğan'la Talat Aydemir'in cunta faaliyetleri arasında nasıl bir bağ kurulabilir? Biri iflah olmaz bir darbeci, diğeri halka yaslanan bir siyasetçi... Her iki olay arasında bir ilişki kurmakta zorlanıyorum. 

Neyse, Baykal'ın Aydemir'i hatırlatması iyi oldu. Bugünlerde Talat Aydemir'den ders çıkarması gerekenler var. Ve sayıları da hiç az değil. Aradan geçen onca yıla ve kat edilen demokratik mesafeye rağmen içlerindeki darbe ateşi bir türlü sönmeyenlerin, yakın tarihin bu kara sayfalarını bir daha okumaları gerekir. Gazete sayfalarına her gün darbe çığırtkanlığı yapan yeni bir haber düşüyor. İşte onlardan biri... Dün Bugün'ün manşetiydi. İstanbul'da bir panel. Çok tanıdık bir isim. Darbe planları deşifre olan eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur başrolde. İçlerinden biri, askerî darbeden söz ediyor ve lafı hiç eğip bükmeden açıkça, 'Bazı durumlarda hukukun askıya alınmasının zararı yoktur. Ülke zora düştüğü zaman hukuk dışına da çıkılabilir.' diyor. Peki CHP liderinin hatırlattığı Talat Aydemir kimdi? Neden idam edildi? Harp Okulu'nun komutanıydı. 27 Mayıs'ı yapan asker, bir yıl sonraki 1961 seçimlerinden hoşnut kalmadı. Demokrat Parti kapatılmasına rağmen devamı niteliğindeki AP ve YTP seçimi kazandı. Darbecilerin açık destek verdiği İsmet İnönü'nün liderliğindeki CHP kaybetti. 1962'de cunta faaliyetlerine girişen Albay Talat Aydemir, bir grup arkadaşıyla darbe girişiminde bulundu. Ancak başaramadı. Emekli edildi, güç bela ekibiyle birlikte ordudan uzaklaştırıldı. Rahat durmadı. Bir yıl sonra yeniden sahneye çıktı. Harp Okulu'nda karargah kurdular ve öğrencileri harekete geçirdiler. Parola 'Harbiyeli aldanmaz' idi. Aydemir'in yönlendirdiği öğrenciler, Ankara Radyosu'nu ele geçirdi. Ertesi gün bazı gazeteler 'Kahraman Albay' manşetiyle çıkar. Darbeci Binbaşı Fethi Gürcan, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'na hakim oldu. Köşk'te Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, hükümeti AP ile kuran Başbakan İsmet İnönü bazı bakanlarla toplantı halindeydi. 
Darbenin başı Aydemir, Gürcan'ın 'Ne yapayım?' sorusuna tereddüt içinde 'Bırak gitsinler' demese işin rengi değişecekti. İnönü'nün, dışarıya çıkarken Gürcan'a dönerek, ' Talat'a söyle, şimdi kaybetti' dediği söylenir. Aydemir'in bildirilerinin yayınlandığı radyoda ' Meclis'in feshedildiği, partilerin kapatıldığı, idareye el konulduğu, ülke genelinde sıkıyönetim ilan edildiği' duyuruldu. Başkentte yer yer çatışmalar çıktı. Aralarında ölenler ve yaralananlar oldu. Özellikle İnönü'nün kıvrak manevraları sonucu ihtilal girişimi kısa sürede bastırıldı. İnönü, Aydemir cuntasını 'Talat'ın üç buçuk adamı' diye niteledi. Darbeciler Ankara'da kurulan sıkıyönetim mahkemesinde yargılandı, idama mahkum olanlardan Talat Aydemir ve Fethi Gürcan, son nefeslerini idam sehpasında verdi. 

Baykal'ın hatırlattığı idam sehpası işte bu... Bugün Aydemir olayından çıkarılacak çok ama çok dersler var. Dersin kimlere olduğu açık. Şüphesiz siyasetçiye bakan yönleri de var olayın. İsmet İnönü'nün dirayeti ve darbe girişimini bertaraf eden manevralarından da ders alınmalı.


27 Mayıs 50. Yılında Masaya Yatırılıyor

İki günlük sempozyumun açılışında konuşan Prof. Dr. Tunçay " 27 Mayıs'la askeriye devlet yönetiminde kalıcı hale geldi " dedi. Sempozyumun ilk gününde herkesin temennisi ortaktı: " Türkiye bir daha darbe görmesin..."

Berivan TAPAN 
berivan@bianet.org 
İstanbul - BİA Haber Merkezi
21 Mayıs 2010, Cuma 

Heinrich Böll Stıftung Derneği Türkiye Temsilciliği, Habervesaire ve Helsinki Yurttaşlar Derneği'nce düzenlenen "27 Mayıs Darbesinin 50. Yıldönümü ve Türkiye Siyasetine Etkileri" başlıklı sempozyum Harbiye'deki İstanbul Kongre Merkezi'nde başladı. Sempozyum yarın 10.00-19.00 arasında devam edecek.
Sempozyumu açan İstanbul Bilgi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi'nden Prof. Dr. Mete Tunçay konuşmasında "darbe geleneği"nin 1960 ile başlamadığını belirterek, "Osmanlıda da yeniçerilerin siyasete müdahalesini biliyoruz. Darbeler, müdahaleler Ergenekon ile de başlamadı. Bunun bir gelenek haline geldiğini görüyoruz" dedi.

1960'a gelene kadar Demokrat Parti (DP) hükümetinin kalkınma hamleleriyle anımsandığını ifade eden Tunçay, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Ama bugün biliyoruz ki DP hükümeti daha sonraki yıllarda çaresiz kaldı ve kısmen Amerika'dan kısmen de Rusya'dan yardım aldı. Menderes, II. Abdülhamid'in yaptığı hatayı yaptı. II. Abdülhamid de orduya yatırım için Almanlardan yardım almıştı. Ama bu hatayı Atatürk yapmadı."
Tunçay, 1960 darbesine giden sürecin kendisi için farklı bir anlamı olduğunu söyledi:

"O dönem DP Yozgat milletvekilinin kızıyla yeni evlenmiştim. Ben o sıra babasına da DP'li olduğu için tavırlıydım. [Yassıada Mahkeme Başkanı] Salim Başol da o sıralar kayınpederimin evine gidip geliyordu."

27 Mayıs darbesinin daha çok "korporatif" niteliği olduğunu söyleyen Tunçay, "Darbeyi yapanlar biraz acemiydi. Çünkü bir hiyerarşiyle yapılmadı. Çeşitli rütbelerden insanların bir araya geldiği bir fikirlerin özgürce savunulduğu bir Kurucu Meclis vardı. 27 Mayıs ile beraber artık askeriye devlet yönetiminde kalıcı hale geldi. Darbeye 'Evet' diyen üniversite hocalarının sayesinde de daha sonra Yassıada Mahkemeleri kuruldu" diye konuştu.
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Prof. Dr. Ali Ülkü Azrak da "27 Mayıs Askeri Müdahalesi ve 1961 Anayasasının Hazırlanış Süreçleri" başlıklı konuşmasında "1961 Anayasası taslağında tiyatro gibi bazı kurumların özerk olması kuralı vardı. Ama kabul edilen anayasada taslaktaki bu ifade yer almadı. Bunu gibi taslaktaki birçok şey anayasaya alınmadı" dedi.
Darbenin ardından üniversitelerin öğretim üyelerinin birbirlerini "jurnallediği" bir dönem yaşandığını ifade eden Azrak, "147'ler olayı olarak bildiğimiz bu olay nedeniyle bazı hocalar kürsülerini kaybetti. Sıdık Sami Onar bu nedenle istifa etti. İstifasını açıkladığı gün ben de odasındaydım. Yakın bir arkadaşı onu istifadan vazgeçirmeye çalışıyordu. Ama vazgeçmedi" dedi.
Azrak, 1961 anayasası için "bir üst yapı düzenlemesi" değerlendirmesinde bulundu.
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Prof. Dr. Osman Doğru, "27 Mayıs Yargısı" başlıklı konuşmasında, darbe öncesi çok sayıda hukukçunun ve savcının tasfiye edildiğini söyledi:
"O dönem Danıştay üyelerinin yarısı emekliye sevk edilmişti. DP'nin görevine son verdiği bu hakimlerin darbenin ardından geri getirilmesi istendiğinde ihtilalin Adalet Bakanı, 'İyi ki uzaklaştırıldılar. Çünkü onlar el etek öperek bir yerlere gelmişlerdi' diyor. Yani DP'nin bu hakimleri tasfiye etmesini darbe yapıcılar da onaylıyor."
Doğru, o döneme dair "Yassıada mahkemelerinin hukuki kriterlere uygun olup olmadığı" tartışmasına ilişkin ise şunları söyledi:
"Yassıada mahkemelerine 'mahkeme' diyemeyiz. Çünkü hukuki kriterlere göre karar vermemişlerdir."
İlk oturumun moderatörlüğünü yapan İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Prof. Dr. Turgut Tarhanlı da Yassıada mahkemelerini izlemek üzere vapura bindirilen kişilere verilen ve içerisinde Yassıada mahkemelerinin neden kurulmak durumunda olduğu, darbenin gerekçelerinin özetlendiği 'Yassıada broşürlerini' salondakilere gösterdi.

İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Prof. Dr. Serap Yazıcı da "27 Mayıs Müdahalesinin Türkiye'nin Hukuk ve Siyasi düzenine etkisi" başlıklı konuşmasında şunları söyledi:

"Anayasa yapım sürecinde seçmen kitlesinin yüzde 40'ına sahip olan DP bu anayasa sürecinden dışlanmıştır. Çünkü Anayasa yüzde 61 evet oyuyla kabul edildi. Demokratik bir görüntü içerisinde aslında çok otoriter bir yapıydı. Milli Güvenlik Kurumu (MGK) ilk defa 1961 Anayasası ile kurulmuştur."
"27 Mayıs'tan bu yana 'anormal' olanı 'normal' gören zihinsel ve kurumsal bir miras devralınmıştır." (BT)

27 Mayıs Darbesinin 50. Yıldönümü

27 Mayıs Batıda Coşkuyla, Doğuda Korkuyla Karşılanmıştı
"27 Mayıs Darbesinin 50. Yıldönümü ve Türkiye Siyasetine Etkileri" sempozyumunun ikinci günü “Kurumlar ve Kimlikler” adlı panelde Prof. Dr. Mete Tunçay, Prof. Dr. Murat Belge, gazeteci-yazar Tarık Ziya Ekinci, Dr. Dilek Güven ve gazeteci Nadire Mater konuştu.
Çiçek TAHAOĞLU  İstanbul - BİA Haber Merkezi 23 Mayıs 2010, Pazar 


27 Mayıs Darbesinin 50. Yıldönümü: “Bugünkü Vesayet Rejiminin Temeli 1961 Anayasası İle Atıldı”


"27 Mayıs Darbesinin 50. Yıldönümü ve Türkiye Siyasetine Etkileri" başlıklı sempozyum bugün Harbiye'deki İstanbul Kongre Merkezi'nde devam etti. Heinrich Böll Stıftung Derneği Türkiye Temsilciliği, Habervesaire ve Helsinki Yurttaşlar Derneği işbirliğiyle düzenlenen sempozyumun ikinci gününde 27 Mayıs Darbesi sürecinde kurumlar ve kimlikler tartışıldı.
Panelin moderatörlüğünü yapan Nadire Mater, "bizim özgürlükçü bulduğumuz anayasanın, kendini Türklüğün içinde tanımlamayanlar için o kadar da özgürlükçü olmadığını darbenin 30. yılında kavramaya başladık" dedi.

Üniversite ve solun darbeyle imtihanı

Prof. Dr. Mete Tunçay "27 Mayıs ve üniversite hakkında söyleyeceğim iki şey var: üniversiteden 1960 güzünde yapılan tenkisat, ve üniversite hocalarının toplumdaki yeri" dedi. "Üniversiteler insanları eleştirel düşündürmek için kurulmuş kurumlardır. Ama kurulduğu günden beri çeşitli iktidarlar tarafından üniversitelerden beklenen iktidara eleştirel yaklaşılması değil, övmesiydi" diye konuştu.

Prof. Dr. Murat Belge, solun 27 Mayıs sürecinde kendini nasıl konumlandırdığına değindi. "Sol, Demokrat Parti'nin iktidara gelmesini bir karşı devrim olarak nitelendirdi ve DP'ye beslediği muhalefet duygularıyla da bu darbeyi destekledi" diyen Belge şöyle devam etti:

"Olan bir olay insanların zihnini, bakış açısını etkiler. Bu anlamda 27 Mayıs onu izleyen dönemde solcuların zihninde bir model oluşturdu. Bu yarım kalmış bir devrim olarak görülürken, sosyalist strateji 27 Mayıs'ın devamını öngören bir zihniyete girdi. Bu Türk solunun kemalizmle ilişkisinin de bir sonucuydu. Sol her zaman kurulu düzen tarafından sakıncalı sayılır. Dolayısıyla kendine bir korunak bulması gerekir. Türkiye'de de bu şemsiye her zaman kemalist milliyetçilik oldu."

"27 Mayıs batıda coşkuyla, doğuda korkuyla karşılandı"

Gazeteci-yazar Tarık Ziya Ekinci 27 Mayıs'ın Kürt toplumunda nasıl yaşandığını anlattı. "Darbeden sonra batıda CHP öncülüğünde bir bayram havası vardı. Doğuda ise tam aksine korku, endişe ve telaş vardı. 27 Mayıs'ta 49'lar adlı Kürt bir grup dışında cezaevlerindeki tüm siyasi mahkumlar çıkarıldı. Bu Kürtlere gelen ilk darbeydi. İkincisi ise, Milli Birlik Komitesi'nin 550 Kürt aydın ve ağalarının topluma interne edilmesi kararını alması oldu. Aralarından 55 kişi hakkında sürgün kararı alındı ve batı illerinde ikamet etmeye mecbur tutuldular."

Dr. Dilek Güven darbe döneminde Rum, Ermeni ve Yahudilerin yaşadıklarına değindi. Güven, "Gayrimüslümler politik elitler tarafından hep bir tehdit olarak görülmüşlerdir. Bunun asıl amacı etnik olarak homojen bir ulus yaratmaktır, bir de sermayeyi Türkleştirmek. Ancak 1945-50 arasına baktığımızda, gayrimüslümlere karşı ayrımcı uygulamalarda bir azalma var. Bunu da Demokrat Parti'nin kurulmasıyla azınlıkların, sempatisi kazanılması gereken seçmenlere dönüşmesiyle açıklayabiliriz. Ama 1954'e doğru, DP'nin tutumunun CHP'den farklı olmadığı ortaya çıkıyor. Zaten DP raporlarında da, yaptıkları açılımın 'batıyı yatıştırmak için olduğu' ifadesine rastlıyoruz" diye konuştu.(ÇT) 

27 Mayısa Giden Süreci Tanıklar Anlatıyor

28 Nisan 1960daki gösterilerde polis tarafından öldürülen Turan Emeksiz ve 30 Nisanda hayatını kaybeden Nedim Özpulat 27 Mayıs öncesi öğrenci protestolarının verdiği iki kurbandı. O tarihte öğrenci olanların ifadeleri yakın tarihe ışık tutuyor.

İstanbul - Sosyalizm ve toplumsal mücadeleler ansiklopedisi 27 Mayıs 2006, Cumartesi 

27 Mayıs 1960'da olaylar sırasında ölen Harb Okulu son sınıf öğrencisi Ispartalı Teğmen Ali İhsan Kalmaz o gece yaşadıklarını ve hislerini hatıra defterinde şöyle dile getiriyor 
"Türk tarihinde yeni bir sayfa başlamak üzere. Saat 22.45'de memleket mukadderatını emin ellere tevdi etmeye hazırlanan, tarihte ikinci defa şerefli bir vazifeye çağrılan Harbiye'nin genç teğmenlerine yirmişer mermi verildi. 
Kader gülerse, memlekette yarın, 27 Mayıs 1960 mübarek cuma namazı kalplerde huzur, gönüllerde imanla kılınacak. Hepimiz daha yeni bıyığı terleyen en genç mensupları ile, başta inandığımız kumandanlarımızla şerefli sancağımızı Harb Okulu kulesinden Çankaya sırtlarına taşımaya hazırlanıyoruz. 

Harbiyelilerin Parolası: İnkilap 

Kalbimizde ve bütün benliğimizde en ulvi heyecanlar duyuyoruz. Aldığımız irfan, kahraman Atatürk'ün Harbiye'nin giriş yerinde mermer üzerine değil de, kalbimize hakkettiği gençlik hitabesi. Harbiye'yi taşıyan sütunlar üzerindeki şehit ağabeylerimizden üstün olarak bir mazlum milletin hürriyetini iade etmek için değil, asırlarca hürriyete susamış, hürriyet aşığı aziz Türk halkına huzur getirmeye memur idik. 

Parola: İnkılâp. İşareti: El Kaldırma. 

Şu anda saatler ilerliyor. Kader gülerse satırlarıma yarın şafakla devam edeceğim. İnandığımız şafak altında yürürken talih gadrine uğrarsak, inanarak öleceğiz. Kalbimizde huzur var. Arkamda kalan anam ve babam ve kardeşlerim müsterih olsunlar. Bugün için doğdum, severek gidiyorum." 
28 Nisan 1960'da öğrenci gösterileri sırasında polis tarafından öldürülen Turan Emeksiz ve 30 Nisan'da hayatını kaybeden Nedim Özpulat 27 Mayıs öncesi öğrenci protestolarının verdiği iki kurbandı. 

Alp Kuran: sinemada protesto gösterisi 

Nisan'ın son günlerinde yoğunlaşan öğrenci olaylarını, Hukuk Fakültesi asistanı Alp Kuran şöyle anlatıyor: 

"Hürriyet mücadelesi devam ediyordu. Yakalanmayan, yakalanıp da kışladan subay ve erlerin yardımıyla kaçan arkadaşlar yılmadan çalışıyorlardı. Ben de onlara katıldım. Aralarında bir öğretim üyesi olması, gençlere hız verdi. 
Bir gazete çıkarmayı düşündük. Ama bu gerçekleşinceye kadar, elimizdeki üç bin liralık kağıdı parça parça keserek üzerlerine ıstampa ile dikta rejimini lanetleyen sözler yazdık. 

27 Mayıs sloganları 

'Susmayacağız', 'Katiller cezalandırılmadıkça susmayacağız', 'Şehitlerin kanı üzerine taht kuramazsınız', 'Menderes istifa et' bu sözlerden bir kaçıydı. 

22 Mayıs'ta üniversiteli arkadaşlar İstanbul'un 16 sinemasına dağıldılar. Filmlerin en heyecanlı sahneleri perdeye aksettiği an, bu protesto kağıtçıklarını balkondan koltuklara doğru serptiler. 

26 Mayıs gecesi yine bu kağıtlardan 40 bin adedi vitrinlere, otomobillere, kapılara yapıştırıldı. Son bir cümle daha eklenmişti bu sözlere: 'Diktatör İstanbul'dan defol!...' 

Ancak bu çalışmamızı polis haber almıştı. Kağıtlar gece yarısından önce kazındı. Ertesi gün arkadaşlar 20 sinemaya dağılacaklar, 14.15 matinesine girecekler, saat tam 16.07'de hep bir ağızdan İstiklal Marşı'nı söyleyeceklerdi. Fakat marşımızı sinemada söylemek nasip olmadı. Ordu idareyi ele aldı." 

Yüksel Çengel: Polis kılığına girmiş partililer 

İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi son sınıf öğrencisi Yüksel Çengel de 28 Nisan olaylarında aktif bir rol üstlenmişti. Çengel şunları anlatıyor: 

"Altı arkadaş bir komite kurmuştuk. Bu komitenin her okulda, her sınıfta bir kolu vardı. Ertesi gün, yani 28 Nisan'da üniversitede bir protesto gösterisi düzenlemeğe karar verdik. 
İstanbul'daki 63 öğrenci yurdundan 47'sini dolaştık. Toplantıda Türk gençliği adına diktatörlere ilk ihtarı yaptık. O gün polis ve polis kılığına girmiş partililer vurdular, yakaladılar. Bir hafta polis takibinden kurtuldum. 

Polis takibi ve yakalanma 

4 Mayıs'ta Beyazıt Meydanı'nda arkadaşlarla buluşacaktık. Öğleden sonra üniversite kapısında dolaşırken, bir polisle iki sivilin beni göz hapsine aldıklarını fark ettim. Kaçmalıydım. Sahaflar Çarşısı'na seğirttim. Kapalıçarşı yoluyla Sultanhamamı'na indim. Şöyle bir geriye göz attım. Polis ve iki sivil hâlâ peşimdeydi. 

Bir koşuda Sümerbank'ın Bahçekapı mağazasına girdim. Ama onlar da atik davranmışlardı. Polis yanıma yaklaştı ve bana 'hakkında ihbar var' dedi. Önce polis müdürlüğüne götürüldüm. Oradan Harbiye'ye, Harbiye'den de Davutpaşa'ya sevk edildim." 

Afife Alemdar: Taba giyme tanırlar 

26-27 Nisan öğrenci gösterilerine katılan Sibel Kız Talebe Yurdu'nda kalan genç üniversitelilerden (*) olan Afife Alemdar'ın olaylarla ilgili gözlemleri şöyleydi: 
"Üniversite bahçesi yine kaynıyordu, kapılar kapatılmıştı. Beyazıt Meydanına bakan parmaklıkla arasından tankların 'taret'leri, süngü uçları gözüküyordu. Hepimiz Plevne Marşı'nın diktatörlere yazılan sözlerini söylüyorduk. 

Birden heykelin yanındaki küme marşı yanda kesti. İkinci bir marşa başladı: "Taba giyme tanırlar, ihtilalci sanırlar". 

Nurcan, "Asker ateş etmeyecek", diyor 

Taba manto giymiş bir genç kız, topluluğun arasına karıştı. Bana sarılıp öptü. Taba mantolu kızın adı Nurcan'dı. Birlikte kaldığımız Sibel Kız Yurdu müdürü Raif Serin'den söz etmeye başladık. 
Nurcan önceki gece müdürün kendilerini topladığını ve "çocuklarım, örfi idarenin kararlarını hepiniz biliyorsunuz. Her türlü sorumluluğu üzerime alıyorum. Yurdumuz kapatılmayacaktır. Memleketin her köşesinde her an önemli olaylar olabilir. Bu durumda ben sizi yollara dökemem, sokağa atamam. Hepiniz burada kalacaksınız. Mücadelenize devam edin, yalnız yakalanmayın. Asker size ateş açmayacaktır" dediğini anlattı. 

Nurcan'ın anlattığına göre herkesin gözleri sulanmıştı. O gün beş arkadaşımız bir polisi atından atmışlar, gaz bombasını almışlar ve polislere atmışlardı. Şimdi sen anlat dedi. 
Polisler bizi yakalayıp birinci şubeye götürdüler dedim. Bizi çatı katında bir odaya attılar. Odada toplanmış gazeteler ve kitaplar vardı. Kitaplardan birini aldım. Adı "Hürriyetin İlanı" idi." 

Bilge Gürün: Mitingden konuştum, yakalandım  Bilge Gürgün ise anılarında şunları anlatıyor: 

"27 Nisan akşamı bir arkadaşımız geldi ve ertesi gün sesiz bir yürüyüşün yapılacağını söyledi. O gece hiçbirimiz uyumadık. Ertesi gün ilk derse Sencer Bey (Divitçioğlu) girdi. O da durumu biliyordu. 

Heyecanlıydı. 

Birden dışarıdan gürültüler geldi. İçeriye giren birisi 'ne duruyorsunuz' dedi. Sınıf bir anda karıştı. Herkes kapıya doğru koşmaya başladı. Bu sırada yanıma biri yanaştı ve hükümetin tutumunu beğenip beğenmediğimi sordu. 'Hayır' dedim 
ve verdim veriştirdim. Bunun üzerine polis olduğunu ve kendisiyle gelmemi söyledi. Yerimden fırladım ve koridordan kantine kaçtım. Arkadaşlar beni sakladılar. 

Polis sorgusu 

Mayıs ortalarında Ankara'ya gittim. Başkent kaynıyordu. Bir gece Yenimahalle'de Güler Sakağı'nda bir eve gittim. Havacı bir arkadaşla ve aile dostumuz bir hanımla mitinglerden konuşmaya başladık. Ertesi sabah eve polis g
eldi ve beni Emniyete götürdü. 
Müdür Bicioğlu'nun ilk sorusu "Dün gece kiminle beraberdiniz, ne konuştunuz" oldu. Hemen durumu anladım, Aile dostumuz bizi ihbar etmişti. Dön saat sorguya çekildim. Havacı çocuk için çok kötü olacağından her şeyi inkar ettim. Sonra serbest bıraktılar. Bir kaç gün sonra celp geldi. 27 Mayıs'ta 
mahkemeye çağrılıyordum". 

Ayşe Tümay Baykal: 26 Mayıs gecesi 

Bir "yeraltı" komitesinde görevli Tıp Fakültesi 9. sömestr öğrencilerinden Ayşe Tümay Baykal ise darbeden bir gün önceki toplantıyı şöyle anlatıyor: 

"26 Mayıs gecesi gene toplanmıştık. 20-30 kişi Beyazıt'ta bir binanın zemin katıydı. Her zaman olduğu gibi BBC, Amerika'nın Sesi radyosunun Türkçe yayınlarını ve öteki yabancı radyoların haber bültenlerini dinledik. Haberlerde bizden bahsediliyordu. 

Sevinç içindeydik.

Toplantı sonunda ertesi gün küçük gruplar halinde İstanbul sinemalarına dağılmak, 14.30 matinelerine girmek ve saat tam 16.07'de hep birlikte ayağa kalkarak Plevne Marşı'nı söylemeye karar verdik. Ama aramızda polisler olduğu için gene de korkuyorduk. 

Uğur, Toker, Barçın ve Batum 

Örneğin 2 Mayıs'ta NATO Konseyi'nin önündeki mitingi polis dağıtmıştı. Biz kaçarken resmi plakalı bir araba durdu ve bizi içine aldı. Aralarından birisi 'bunları bırakalım, bunlar hürriyet istiyorlar' dedi. Merak ettim sordum. Eski polis müdürü Necdet Uğur olduğunu söyledi. Partizan idare onu işinden 
uzaklaştırmıştı. 

Bir diğeri Belediyede önemli bir görevi olan Turgut Toker'di. Yaralıların kaçırılmasını sağlayan doktorlar, yakalananları salıveren subayları unutmak imkansız. Özellikle Binbaşı Sabahattin Barçın ve E. Batum'a ne kadar teşekkür etsek azdır"*. (AD) 


*** 

Bu yazı, İletişim Yayınlarının 1988 yılında sekiz ciltlik halinde çıkarttığı, Ertuğrul Kürkçü'nün yayın yönetmenliğini yaptığı, "Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi"nin 6. cildinden alıntılanmıştır. Sayfa: 1970-1971. 

*** 

Yazıda kullanılan vurgular ve ara başlıklar bianet'e aittir. 

4.CÜ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEK.,

.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder