İDAM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İDAM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Kasım 2019 Pazartesi

Alparslan Türkeşli yıllar, BÖLÜM 2


Alparslan Türkeşli yıllar, BÖLÜM 2



Türk Milliyetçiliğinin Kutup Yıldızı: Alparslan Türkeş.,


Özcan YENİÇERİ
Eylül 2011 - 
Yıl 100 - 
Türk Yurdu DERGİSİ; Sayı 289


       Alpaslan Türkeş, Türk siyasi hayatının hikâyesi en zor anlatılabilecek liderlerindendir. Onu anlatmanın zorluğu çok yönlülüğü ve özgünlüğü dür. O, Askerdir, İhtilalcidir, Demokrattır, Mahkûmdur, Teorisyendir, Devlet adamıdır, Genel başkandır, Bilge’dir, Dava adamıdır, Liderdir, Ülkücüdür ve nihayet Başbuğ’dur.

       Hakkında olumlu ya da olumsuz söylenmedik söz, belirtilmeyen kanaat de neredeyse kalmamıştır. Türk siyasi tarihinde onun kadar ön yargılarla sorgulanmış, suçlanmış, itham edilmiş, iftiraya uğramış, haksızlık yapılmış insan da çok azdır. Soğuk savaş döneminin ideolojik kalıplarıyla teçhiz edilmiş guruplar tarafından Alpaslan Türkeş, algılanmaya, anlaşılmaya değil yargılanmaya tabi tutulmuştur.
       Diğer yandan Türk siyasi tarihinde Alpaslan Türkeş kadar takip edilmiş, örnek alınmış, alkışlanmış, sevilmiş, takdir edilmiş, yüceltilmiş, kurtarıcı olarak görülmüş ve güvenilmiş insan da çok azdır.

       Yaşadığı sürede millet hayatını etkileyen her kritik olayın önemli aktörü olarak temayüz etmiştir. Hayatında boşluk olmayan nadir insanlardandır. Her idealist için örnek teşkil edecek kadar iddialı bir hayat yaşamıştır. O, ihtilalden demokrasiye, tabutluk adı verilen hücrelerden başbakan yardımcılığına ulaşmış, bir elin parmakları kadar az sayıdaki insandan, fikirlerini milyonlarca insanın paylaştığı kitleleri ortaya çıkarmıştır. Türk milleti için ortaya koyduğu görüşleri, düşünceleri ve söylemleri yalnız bugünün nesillerini değil yarınki nesilleri de etkileyecek türdendir.

Alpaslan Türkeş’in sosyal ve düşünsel biyografisi özel hayatını aşmış insanlardandır. Takvim kişiliğinden ziyade tarihi bir şahsiyettir. Hayatını ideallerine adamış, ideallerini de hayata geçirebilmiş bir kişiliktir.
Gerçek bir reis-ül evvel olan Alpaslan Türkeş’in fırtınalı hayatının dönüm noktalarına kısaca değindikten sonra, toplum üzerinde bıraktığı etkiyi ve düşünce dünyasını, sınırlı biçimde irdelemeye çalışacağız.

Alpaslan Türkeş’in Biyografisi

Alpaslan Türkeş’in ataları Kayseri Pınarbaşı ilçesinin Yukarı Köşkerli köyündendir. 1860 yılında ailesi Kıbrıs’a göç etmiş. Alpaslan Türkeş, 25 Kasım 1917’de Lefkoşa’da dünyaya gelmiştir. Türkeş’in doğup yetiştiği yıllarda Kıbrıs, İngiltere’nin işgali altındaydı. 1933 yılında Alpaslan Türkeş’in ailesi Türkiye’ye tekrar geri gelmiştir. Alpaslan Türkeş, İzmit Mebusu Sırrı Bey ve Mareşal Fevzi Çakmak’ın yardımıyla kayıt olduğu Kuleli Askeri Lisesi’nden 1936 yılında, 30 Ağustos 1938 yılında ise Harp Okulu’ndan mezun olmuştur.
Alpaslan Türkeş’in asteğmenliğe yükselişi ile ilgili kararname Atatürk tarafından tasdik edilir.

Artık o, Türk ordusunun genç bir teğmenidir. Piyade eğitimini tamamladıktan sonra önce Kars’ta sonra Isparta’da görev yapar. Daha sonraki görev yeri Gelibolu 58. Piyade Alayı olur. İkinci Dünya savaşı yıllarında da sırasıyla Balıkesir, Bandırma, Erdek ve Marmara adasıdır görev yerleri.
1944 yılı Alpaslan Türkeş’in fırtınalı hayatındaki dönemeç noktalarından birisi olur. 3 Mayıs 1944 yılında Türkçülük, Turancılık adıyla arşivlerde yerini alan davayla ilgili olarak tutuklanır, yargılanır ve beraat eder.
Alpaslan Türkeş, 27 Mayıs 1960’daki ihtilalin, tok sesli “kudretli albayı”dır. İçinde olmak zorunda kaldığı 27 Mayıs ihtilalinin imkânlarını kullanarak Türkiye’nin temel sorunlarını çözmek ve bu imkânı millet yararına değerlendirmek ister. 27 Mayıs İhtilali’nin partiler üstünde kalmasını ve milli biçimde bir reform hareketi olmasını arzulayan Türkeş, MBK grubuna katılmış, 25 Eylül 1960’a kadar Başbakanlık Müsteşarı görevinde bulunur. 19 Kasım 1960’da, Hindistan’da Hükümet Müşavirliği sıfatıyla ikamete mecbur bırakılmıştır. Doğrusu Alpaslan Türkeş, ideallerini uygulamaya koyma imkânı bulamadan Yeni Delhi’ye sürgüne gönderilmiştir.

21 Şubat 1963 tarihinde Türkiye’ye dönmüş ve 21 Mayıs 1963 tarihinde de tutuklanmıştır. 5 Eylül 1963 tarihinde tahliye olmuş, 31 Mart 1963 tarihinde CKMP’ye üye olmuş, 1 Ağustos 1965 tarihinde yapılan kongrede genel başkan seçilmiştir. Şubat 1969 tarihinde CKMP’nin ismi, Alpaslan Türkeş’in teklifiyle MHP olarak değiştirilmiştir. 1965 yılından 12 Eylül 1980 tarihine kadar dört dönem, Ankara ve Adana’dan milletvekili seçilmiştir. 1975 yılından sonra kurulan I ve II. Milliyetçi Cephe hükümetlerinde Alpaslan Türkeş, Başbakan Yardımcılığı görevinde bulunmuştur. 12 Eylül 1980 tarihinde yapılan askeri darbeden sonra tutuklanmıştır.

12 Eylül 1980 cuntasının savcısı tarafından Alpaslan Türkeş, “Anayasal düzeni, cumhuriyetçilik ve demokrasi ilkelerine aykırı olarak devletin tek kişi tarafından yönetilmesi amacına yönelik değiştirilmesine zor yoluyla kalkışmak; Türkiye ahalisini birbiri aleyhine silahlandırarak toplu kıyama yönlendirmek, toplu kıyama neden olmak, bu cürümlere katılmak” iddialarıyla suçlanmış ve yargılanmıştır. Alpaslan Türkeş, 4 yıl, 5 ay, 28 gün hapishanede tutulmuş,  9 Nisan 1985 tarihinde serbest kalmıştır.

         Mamak’ta tutulan Alpaslan Türkeş özelinde düzenlenen iddianame Türk milliyetçiliğinin Marksist/sol bir algı ile yargılanması biçiminde tanzim edilmiştir. “Bir sağdan bir soldan” rövanşı içinde idam edilen masum vatan evlatları olmuştur. 12 Eylül yargısı, nesilleri daha doğrusu idealleri işkenceden geçirmiştir.
Alpaslan Türkeş’in Türk milliyetçiliğini yargılamaya cüret eden cunta savcısına yönelik olarak söylediği şu sözler bugün gelinen noktayı o günden görmek anlamına gelmektedir. O, şöyle der; “devlet ve millet adına görev ifa eden bir makamda bulunan kişilerin milliyetçilik fikrini suçlamaları, milli birliği sabote edilmek istenen bu ülkenin geleceğinde tahripkâr neticeler doğuracaktır” öngörüsü o yıllara aittir. Bugün 12 Eylül rejiminin tahribatını, milli meseleler karşısında oluşan duyarsızlık olarak şekillenen acı neticelerini yaşanılan hemen her olayda tanık olmak mümkün oluyor.
Zira Mamak zindanları yalnız bir tutuk evi değildir. İşkenceleriyle Mamak zindanları, bu ülkenin insanlarını millete, vatana, askere, ülkeye ve ülküye düşman etme yerleri olmuştur. O yılları ve Mamak iklimini, Agâh Oktay Güner’in şu tespiti yeteri kadar açıklamaktadır: “Mamak, yalnızca soğuk, çıplak acı hatıralar yumağı, bir tutuk ve ceza evinin adı değil, insanı eriten, insanı haysiyetsiz kılmak için yaratılmış çilehane’nin adıdır”. İnsanlar Mamak’ta işkencelerle her şeyden önce kendisine sonra da milletine, milliyetine, vatanına ve devletine yabancılaştırılmıştır. Günümüzde insanların vatana, millete, devlete milli meselelere ve ülkeye karşı ilgisizleşmelerinin, duyarsızlaşmalarının ya da “neme lazım” felsefesi edinmelerinin altında daha çok bu gerçekler vardır.

Kişiliği ve Karakteri.,

Alpaslan Türkeş’in hayatının biyografik yanından çok düşünceleri insanları daha çok da gençliği etkilemiş, Türk milleti ve Türklüğün dünya tasavvuru konusunda ortaya koyduğu görüşler, geniş kitleler tarafından benimsenmiştir.
Döneminde tek başına milletinin ruhu ve bir anlamda kaderi olabilmiş, tarihi ve abidevi bir kimlik ortaya çıkmıştır. İddiası, ilkesi ve ülküsüyle boşluk içinde yabancılaşmaya açık bir gençliğin kendisine dönmesini sağlamış ve onları Türk İslam ülkü ve idealiyle buluşturmuştur. Gerçek anlamda gençliğe peşinden gideceği bir amaç ve uğrunda prangalar yıpratacak bir anlam sunmuştur. Onun düşünceleri vatan evlatlarının tarihlerine daha fazla aidiyet duymasına, inançlarına daha sıkı sarılmasına, milli ve manevi değerlerine perçinlenmesine neden olmuştur.
Tek başına kaldığı zamanlarda dahi Türk İslam ülküsüne yönelik devasa boyutlardaki eleştiri ve saldırılara karşı koyabilmiştir. Eğilmemiş, bükülmemiş, yılmamış önüne çıkan ya da çıkartılan engellere de aldırmamıştır. O, Türk milletinin önüne çıkan ya da çıkartılan sorunların çözülmek, engellerin aşılmak, barajların ise yıkılmak için var olduğunu bir düstur olarak benimsemişti. Zulüm altında tutulduğu, iftiranın her çeşidine muhatap olduğu tabutluk diye adlandırılan tavansız hücrelerde dahi inandığının gereğini yerine getirmekten geri durmamıştır.

Türkiye’nin en çalkantılı ve istikrarsız dönemlerinde toplumsal ve siyasal gidişatı seyretmemiş, her türlü riski üstlenerek duruma doğrudan müdahil olmuştur. Herkesin sustuğu zor zamanlarda konuşmuş, Türk milletinin boğulmaya yüz tuttuğu dar bir zamanda da yüce milletinin hizmetine koşmuştur.
Nesli tükenen türden kahramanlar arasında milletinin kendisine “Son Başbuğ”  sıfatını yakıştırdığı Alparslan Türkeş’in Türk milletini milli ve manevi yönden yüceltmek davasında çok özel bir yeri ve konumu vardır. Fiziki yapısıyla maddi dünyadan ayrılmasına karşın açtığı yol, ortaya koyduğu fikirler yaşıyor ve yaşamaya devam ediyor.
Alpaslan Türkeş’i anlamak esasta Müslüman Türk Milletini, medeniyetini ve tarihini anlamak, anlamlandırmak ve kavramak demektir.

Gençliğe Emanet Ettiği Dava.,

Alpaslan Türkeş, Türk milletinin tarihinin, İslam dininin ve Türkiye coğrafyasının üzerinde oynanan emperyal oyunların farkında olarak, Türk, İslam ve Türkiye müktesebatının muhafazası için yapılması gerekenleri kendisine dava edinmişti. Türk kültürünü ve Türk milletinin üzerinde yaşadığı bütün coğrafyaları temel ilgi alanı olarak görmüştür.
Onun ortaya koyduğu davayı, yolu ve özelliklerini yazdığı şu satırlar açık bir biçimde ortaya koymaktadır: “Gayemiz Türk milletinin kurtuluşu içindir. Mücadelemiz, Türkiye’nin başındaki bütün felaketlerdir. Fikir ve haklı bir dava en büyük kuvvettir. Biz, Türk milletinin davasını güdüyoruz. Arkamızda hiçbir yabancı güç yok. Arkamızda Türk milleti var. Bundan üreten düşmanlarımız bizi hedef almışlardır. Bunun için yolumuz doğru ve sağlamdır. Allah bizimledir. Yenilmez insanlarız, çünkü imanımızı tamdır. Yenilmez olmamızın sırrı inançlardan, ülküden, büyük davadan dönmemek, taviz vermemek ve asla yenilmeyi kabul etmemektir”.
Bunlar, ancak kendine güven duyan, inançlarından emin olan, başını bir davaya tahsis etmiş bulunan inançlı bir müminin ağzından çıkacak sözlerdir. Bu sözleriyle o, gücünü davasından alan, kaderini yabana ya da yabancıya değil Allah’a emanet eden bir dava adamı olduğunu ortaya koymuş olmaktadır.
O, Türk milletinin yeteneklerine, potansiyeline ve davasının gücüne güveniyordu. Yüreği coşku dolu, sözleri heyecan yüklü olmasına rağmen gerçekleştirilebilir olmayan herhangi bir ütopya öne sürmemiştir. Yaşadığı sürece hiç bir maceraya yüz vermemiştir. Onun en önemli yanı da ortaya koyduğu düşüncelerin, çözüm önerilerinin ve yöneldiği istikametin doğru olmasıydı. “Buluşma yerimiz ne doğudur, ne batıdır, ne kuzeydir, ne güneydir. Buluşma yerimiz Büyük Türkiye’dir. Buluşma noktamız Türk’ün kafası, Türk’ün kalbi, Türk’ün cevher’i aslisidir.” Türkiye fikir piyasasında, Atatürk’ten sonra düşünce, duygu, görüş, yaklaşım, analiz ve sentezleriyle “Made in Türkiye” markasını ondan daha çok hak eden bir başka siyasi liderle Türkiye henüz tanışmamıştır. Her şeyi milleti için istemiş, onun şuna buna “el-avuç” açmasına büyük bir hırsla karşı çıkmıştır. Halkının içinde bulunduğu durumu aşağıdaki biçimde tasvir ettiğinde çok önemli bir mesaj da vermişti. “Dudaklar çatlak, mideler boş, köyler karanlık, dağlar tepeler çıplak, halk yoksul, millet düne küskün, gelecekten ümitsizdir”. Bu satırlar adeta Atatürk’ün Nutuk’ta İstiklal Savaşını başlatmak için “Samsun’a çıktığım gün umumi durum ve manzara” adlı bölümünü çağrıştırmaktadır. O, bu milletin önündeki insanları, yenmek için yemin ettiği geriliği, yolsuzluğu, inançsızlığı, ülküsüzlüğü ve cehaleti bir seferberlik duygusu içinde adeta çarmıha germeye davet etmektedir.

Topluma önerdiği reçete, gençliğe sunduğu ülküyü açıklıyor sonra da ülkeyi nereye taşımak istediğini belirliyordu. İlk iş olarak varılması amaçladığı “nihai hedefi” belirliyor, sonra o hedefe ulaşılması için yapılması gerekenleri sıralıyordu. Sonuçları hedef alan bir yönetim stratejisiyle ülke sorunlarını nasıl çözeceğini ortaya koyuyordu. O, bunu şöyle ifade etmişti:  “Her şeyden evvel biz nihai bir hedef tespit etmiş bulunmaktayız. Bizim tespit ettiğimiz nihai hedef Türk milletinin en kısa zamanda, en kısa yoldan ilimde, teknikte en ileri gitmiş, maneviyatta, imanda, ahlakta en yükseğe çıkmış, sanayileşmiş hiçbir kapıya avuç açarak yardım dilenmeyen kendi kudreti ile ayakta duran ve sözünü Dünya’nın her yerinde değil bağırıp söylemekte, hafif kaşını yıkmakla yaydırabilen bir Türkiye kurmak istiyoruz”.
Çaresizliğin, çözümsüzlüğün, yılgınlığın ve yorgunluğun onun hayatında yeri yoktu. Düşman karşısında beyaz bayrak çekmek, sorunlar karşısında teslim olmak ya da mücadeleden çekilmek ona göre bir şey değildi. Alpaslan Türkeş, önünün her kesildiğinde milletine hizmet davasını, gençliği harekete geçirme yöntemini ve toplumu uyarma görevini bir başka biçimde yerine getirmiştir.

Fikir, İdeal ve İlke.,

O, milletine kendi karnını kendi elleriyle doyurmaya, kendi sorunlarını yabancılar eliyle değil kendi elleriyle çözdürmeye, kendi gerçeklerini kendi insanlarının ellerine emanet etmeyi tavsiye etmiştir. Bilge Kağan’ın 1300 yıl önce taşlara yazdığı gibi “titreyip kendine dönmek”, el ele vermek ve geceli gündüzlü çalışarak sorunları aşmak gerektiğine sürekli bir biçimde vurgu yapıyordu. Şöyle yazmıştı: “Türkiye’nin yükselişi dışarıdan ithal edilen fikirlerle olamaz. Hiçbir yabancı, Türk milletinin menfaatlerini, Türk milletinin kendisi kadar düşünemez…/…Davalarımızın çözümü kendimize dönmek, sarsılmaz bir birlik halinde el ele vermek ve geceli gündüzlü çalışmaya girişmekle mümkündür” diye yazmıştı.
Türkeş, zehrin panzehirle; fikrin de ancak daha ileri bir fikirle yenilebileceği görüşündeydi. Kendi milli bünyemize uygun, ötekilerden daha yüksek ve daha ileri bir fikirle galip gelinebileceğine savunuyordu. Silahı fikirdi. Fikirler, ülküler ve inançlar silah kuvveti ile polis gücü ile veya kaba kuvvetle hiç bir zaman ezilemez, önlenemez ve yenilemez diyordu. Fikir temeli olmayan hiç bir hareketin başarı kazanamayacağına, özellikle dikkat çekmişti.
 “Milletler yabancı kuvvetlerin orduları ve diğer menfi güçleri tarafından yok edilmeden önce manevi ve fikri güçleri tarafından esaret altına alınırlar. Böyle bir duruma düşen toplumun esir ve yok olması kesin bir hale gelir.” Bu inanç, onu yabancıya karşı yerli, dışa karşı iç, kaba güce karşı fikri ön plana alan çalışmalar yapmaya sevk etmiştir. Yabancı doktrinler ve yönetim sistemleri taklit edilerek Türkiye’nin kalkınamayacağını bu anlamda da kapitalizm, komünizm ve liberalizmin ülkemizin gerçekleriyle bağdaşamayacağını ifade etmişti. Türkiye’yi kalkındıracak sistem ve görüş, ancak Türk milletinin özelliklerine uygun, Müslüman Türk milleti gerçeğini göz önünde bulunduran ve modern ilim ve tekniği yol gösterici kabul eden, milli bir görüş olduğunu savunmuştu.
Ortaya koyduğu görüşler ve gösterdiği hedefler milletinin hislerine tercüman olacak nitelikteydi. Milli unsurları, yerli ilkelerle ve milletinin özünde var olduğuna inandığı potansiyel kaynaklarla harekete geçirmeyi amaç edinmişti. İşaret ettiği büyük hedef oldukça anlamlıydı. O diyordu ki;

 “Ben Türk Milletini,

        Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye,
        Rüşvet, hile, çiğnenen, çiğnetilen hukuk düzenlerine,
        Ahlaktan mahrum bir hürriyete,
        Tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir iktisadi yapıya çağırmıyorum.
        Türklük şuur ve gururuna, İslam ahlak ve faziletine, yoksullukla savaşa,      Adalette yarışa, Birliğe, Kardeşliğe, kısacası.,        Hak yolu,       Hakikat yolu,  ALLAH yoluna çağırıyorum.”

Karnını doyurmak özgürlükten tavizi, özgürlüğü sağlamak için de aç kalmayı kader olarak görmenin yanlış olduğunu her fırsatta ortaya koymuştu. O, ünlü bir bilgenin dediği gibi milletine “hür bir kümeste hür bir tilki” özgürlüğü vaat edenlere karşı çıkmıştı. Ona göre, Türkiye’nin “aç hürler, tok esirler ülkesi” olmasına izin verilmemeliydi.
İnsan olmanın, insan gibi yaşamanın temel şartının özgür olmaktan geçtiğini, özgürlük için risk almayanların, insanlığının tehdit altına gireceğini söylemişti. Köleliğin şekline değil, özüne karşı olmak gerektiğinin altını çizmişti. Hangi yaldızlı söylem, uygulama ya da yöntem altında uygulamaya sokulursa sokulsun köleliğe karşı isyan etmenin insan olmanın zorunlu sonucu olduğuna dikkati çekmişti: “Köle olarak yaşamaktansa, hürriyet için can vermeyi, kan dökmeyi göze alamayan fertler ve milletler, hiçbir zaman, hiçbir devirde insanca yaşamaya layık olamazlar. İnsanca meziyetlerle uşaklık asla bağdaşmaz. Esaret ve istibdat zinciri ne kadar süslü olursa olsun, madeni ister altın, ister platinden bulunsun yine zincirdir. Böyle bir zincire vurulmak istenen insanların göstereceği en asil duygu ve hareket isyan ve başkaldırmadır”.
O, Türk Milletinin üstüne kâbus gibi çöken sefalet, ideolojik savaş ve ihanetlere karşı çağdaş bir çığlık gibi gençliğin yüreğinde yerini almıştı.
Yabancı ideolojilerin etki ajanı haline gelmiş olan taklitçi aydını da çok sert biçimde hem uyarmış hem de eleştirmişti.
Soysuzlaşmayı, özentiyi, taklidi, kopyayı, sığıntı olmayı yok edilmesi gereken alışkanlıklar olarak gördüğünü şu satırlardan anlamak mümkündür:  “En az iki yüz yıldan beri soysuzlaşma, milli benliğinden koparak başkalarına sığıntı olmak, yabancıları taklit etmek, Batının sefahat ve kaba dış görünüşüne özenmek, başka diyarların gerçeklerinden doğmuş sistemlerini kopya etmeğe kalkışmak gibi hareketler ezilip, bir daha hortlamamak üzere yok edilecektir.” Taklidin yabancı hayranlığını; yabancı hayranlığının da yabancı uşaklığını doğuracağını zamanında kavramış; gerekli ilke ve tedbirleri koymuştu. “Türk milleti için her çeşit yabancı ideoloji ve kültür saldırısına karşı dayanılacak kuvvet, Türklük ülküsü ve Türk milliyetçiliği şuuru ile Türk milliyetçiliği ideolojisidir.”  Tamamı özgün ve yerli, bütünüyle milli olan görüşleri büyük bir cesaretle fikir piyasasına sürmüştü.
Yabancılaşmış aydın tipinin sonuçta düşman kadar Türk milleti için tehlikeli olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle “Biz, eskicilerin döküntülerini kapışan, başkalarının sırtından çıkardığı elbiseleri giyerek efendiliğe kalkışan, arsız aydın tipini Türk milletinin baş düşmanı saymaktayız” demişti.
Alpaslan Türkeş, aydın ile halkı, din ile bilimi, devlet ile milleti, imam ile öğretmeni, Türklük ile İslamiyet’i karşı karşıya getirme faaliyetlerin yanlışlığına ve tehlikesine özel bir dikkati çekmişti. Milletin değerlerini ve müktesebatını birbirine karşıt getiren ya da gösterenlerin iyi niyetli olmadıklarını da ifade etmişti. Bu tür girişimlerin Türk milletine yönelik tehlikeli senaryolar olduğunu söylemişti. “Memleketimizde halk aydın ikiliğini ve küskünlüğünü görüyoruz. Halktan olduklarını iddia edenler hareketleri ile halka karşı bir tutum içindedirler. Millet kime inanacağını şaşırmış durumdadır. Bu imam-öğretmen, halk-aydın ikiliğinden ileri gelmektedir. Bu hal Türkiye’miz için felaketli bir durum arz etmektedir. Türk milleti Müslüman’dır, İslamiyet’e bağlıdır. Millete hizmet edenlerin (milletin) dinine uygun ve saygılı olmalarını istiyoruz”.

         Türkeş’e Göre Türkiye’nin İki Ana Sorunu: Üretim ve İnsandır

Sorunları tasvir ve tespitle yetinmemiş, sorunların nasıl çözümleneceğinin yolunu da göstermiştir. O, her türlü yoksulluğu, yozlaşmayı ve yabancılaşmayı aşmanın yolunun insan unsurunun kalitesinin artırmaktan geçtiğini tespit etmişti. Bunun için insana yüksek bir iman ve inanç müktesebatı verilmesini, onun yüksek bir ahlaka ulaştırılmasını ve bir de her insanın, uğruna rahatına kıyabileceği bir ideal sahibi yapılması gerektiğini zorunlu görmüştü.
Türkeş, insanın güç kaynağının insanın bizzat kendisi olduğuna dikkati çekerek insanın eğitilmesinin önemine vurgu yapmış ve şunları söylemişti: Ama eğitilmiş insan, ahlak sahibi, ülkü sahibi, iman sahibi insan, bilgi sahibi, bilgi ve teknik sahibi insan…Bu birinci ilkedir. İkinci ilke, çağa uygun en ileri seviyede ilim ve teknik sahibi olmak milletçe… Bunun da ana ilkesi dünya çapında en yüksek seviyede bir ilim adamları ve teknisyen kadrosu kurmaya dayalıdır. Her şeyden önce kalkınacak bir ülkenin dünya çapında liyakatli, iktidarlı ilim adamları ve teknisyenler kadrosu kurması gereklidir. Üçüncü ilke ise, ileri, modern sanayi sahibi olmak, sanayileşmek zorunluluğudur.
Ekonomik gücün, refahın ve kalkınmanın kaynağının üretimden, üretimin kaynağını da yetişmiş insan gücünden geçtiğini her fırsatta dile getirmişti. Üretilenin adil bir biçimde paylaşımı için sosyal adaletin sağlanması gerektiğini söylüyordu. Barışın ve huzurun, ancak sosyal adalet ve sosyal güvenliğin tam olarak sağlanmasıyla mümkün olacağını işaret ediyordu. Bunun için hayatın her safhasını kapsayan, lekesiz, gölgesiz bir hak, hukuk ve adalet düzeni kurmayı planlıyordu. Yoksun ve yoksul kesim için yeni bir yapılanmanın gerekli olduğuna dikkat çekmişti. Bu bağlamda “Sosyal Yardımlaşma ve Güvenlik Teşkilatı kurulmasını zorunluluk olarak görüyordu. Ancak bu yolla “memlekette, arkası varmış yokmuş, iltiması varmış yokmuş, parası varmış yokmuş gibi bir lüzum, bir durum ortadan kalkarak bütün vatandaşlara ihtiyacı olan yardımın sağlanması, ihtiyacı olan himayenin sağlanması mümkün” olabileceğini söylemişti.
Alpaslan Türkeş, çeşitli iktidarlar tarafından devrim, reform, çağ atlama adı altında ortaya konulan iddialı bir çok uygulamanın nitelik itibarıyla Batı ülkelerini taklitten ibaret kaldığını, gerçekte ülkeyi kalkındıracak, refaha götürecek ve zenginleştirecek üretimi sağlayamamasını “büyük hata” olduğuna dikkati çekmişti.

 “Batı memleketlerinin dış görünüşünü, batı memleketlerinin milletimizi kalkındırmakla hiçbir ilgisi olmayan birtakım lüzumsuz adetlerini, modalarını taklit etmek, kopya etmek sadece ve sadece Türk milletine israfa mal olan, Türk milletinin kazancını, değerlerini israfa sebep olan batı tüketimini taklitten ibaret kalmış, buna karşılık memleketin asıl acısını, asıl derdini teşkil eden üretim sağlama faaliyetleriyle ilgilenilmemiştir. Türkiye’nin karşılaşmakta olduğu ana meselelerden birisi de budur. İstihsal, üretim ve üretimle dengeli tüketim…”

 Millilik ve Milliyetçiliği.,

Hataların bile, ancak milletin öz evlatlarının yapabileceğine dikkati çekiyor; her şeyde, yerde ve şartlarda milli bir politikanın ve bakış açısının geliştirilmesi gerektiğini ihtar ediyordu: “Bir ihtilal, hangi millet hesabına yapılırsa yapılsın; mutlaka onun öz evlatlarının eliyle yapılmalı ve onun elinde kalmalıdır.” diyordu. Günümüz Türkiye’sine baktıkça onun o gün söylediklerinin anlamını bugün çok daha iyi anlaşılıyor.O Temel Görüşler adlı eserinde şöyle yazmıştı: “Devlet işlerinin başına, devletin kurucusu olan kavimden başkaları geçince, o devlet yıkılır. Yani millet istiklalini kaybeder.”
Ona göre Türk milletinin istiklal ve istikbalini korumak, yüceltmek ve ebedi olarak var etmek fikrinin üstünde hiç bir fikir olamazdı. “Biz her türlü emperyalizmi ve yabancı kültürleri reddediyoruz, merde de, namerde de muhtaç olmadan yaşayan bir Türkiye görmek istiyoruz.” O tam bağımsız, anti emperyalist, demokratik ve insan haklarını esas alan bir milliyetçilik anlayışını milletinin önünü koymuştu: “Her şey Türk milleti için, Türk milleti ile beraber ve Türk milletine göre” biçiminde bir ilkeyi gönüllere nakşetmişti.
Milliyetçilik anlayışını ise şöyle ifade etmiştir: Türk milletini, Türk vatanını ve Türk devletini sevmek, bunların iyiliği için ve yükseltilmesi için köklü bir ihtiras ve şuur sahibi olmak demektir.
O, Türk milliyetçiliğinin gayesini, devleti güçlü ve bağımsız, milleti hür ve müreffeh kılmak olarak belirlemiştir. Yine Türk milliyetçiliğinin karakterinde güçlü devlet adına hür milletten, zengin birey adına da bağımsız devlet idealinden feragat etmek gibi bir tercih asla olamayacağının altını çizmiştir.
Türkiye’nin bugünkü sınırları dışında kalan diğer Türklerle ilgilenmek ve onların iyiliği için, kurtuluş ve selameti için elinden geleni yapmaya çalışmak Türk milliyetçiliğinin kutlu bir vazifesidir.
Her şart altında düşüncelerini ifade etmekten çekinmemiş ve geri adım atmamıştır. Şu sözler ona aittir: “Ne yaptımsa, bilerek ve isteyerek yaptım. Türkiye ve Türk Milleti için yaptım. Milliyetçiliği suç kabul ediyorsanız, ölünceye kadar bu suçun faili olacağım” diyerek başladığı mücadelesine gerçekten ölünceye kadar sürdürmüştür. Hapishaneleri dahi vatan köşesi kabul etmiş ve dik başını hiç bir zaman eğmemiştir. Değme aydınların dahi bir pil kadar ışık saçamadığı zamanlarda o adeta bir güneş gibi Türk gençliğinin yolunu aydınlatmıştır.

        “Tehlikelerin gözünün içine bakmak, zafer için şarttır” diyerek ülkesinin yüce geleceği için kendisini her türden tehlikeye atmakta hiç bir sakınca görmemiştir. Tehlikeler bizden korkup kaçacaklardır... Millete ve memlekete hizmet yolunda bela arıyoruz.. Belaaa..” diyerek haykırırken, adeta Namık Kemal’in
        “Felek her türlü esbabı cefasın toplasın gelsin Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten.”

                Mısralarındaki anlamı eyleme geçiriyordu. İftiralar, karalamalar, sürgünler, hapishaneler onu yıldırmamış, yormamış, yıpratmamış ve her türden zulümden sonra “nerede kalmıştık” diyerek, bıraktığı yerden yoluna devam etmiştir. Onun şanssızlığı ciğerleri, yüreği, zekası ve vicdanı kendisi kadar güçlü az sayıda insana rastlamasıdır. Hâlbuki liderleri kahraman yapan “kendisinden akıllı ve dirayetli” insanları etrafına toplayabilmesinde saklıydı. Talih ve tarih bu yönden ona pek cömert davranmamıştı. Bir konuşmasında “zaman zaman bitmiş, tükenmiş bir vaziyette bazı insanların kendisine gelerek umutsuzluk ve bezginlik sergilediklerini” acı acı hikâye etmiş ve ardından da “tükenmiş piller gibi bunların sürekli şarz edilmeleri gerektiğini” itiraf edivermişti. Güneşin doğuşuyla doğabilmek ve her gün mücadeleye adeta sıfırdan başlar gibi başlayabilmek ona has bir meziyetti.

        Ülkücülüğü ve Gerçekçiliği.,

        Alçak gönüllülük ile alçaklığı bir birine karıştırılmaması gerektiğini hatırlatmıştı. Vaat ettiği şeyin kolay olmadığını, kısa yoldan iktidar umanların yanına yaklaşmamasını istemişti. İnsanları ideallerini anlamaya ve onun için mücadeleye davet etmişti. Makamların, koltukların, zevk ve sefanın iştahıyla kervana katılmak arzusu içinde olanların başka kapılara başvurmaları gerektiğini anlatmıştı. Yiğit olanlar, cesur olanlar ve gerçekten inananları kafileye katılmaya davet etmişti. İnanmış kişilerin yenilemez olduğunu belki de en etkili biçimde o ifade etmişti.
Ülkücülük anlayışını bir cümle ile şöyle formüle edivermişti: “Türk milletini en ileri, en medeni, en kuvvetli bir varlık haline getirme ülküsüdür.”  İşte bu ülkü için asla almayı düşünmeden, daima vermeyi göze alan fazilet savaşçılarını göreve çağırmıştı. Şöhret, koltuk, ikbal ve şan duygusuna esir olmadan ve hiç bir şeyden korkmadan feragat ile mücadele edecek ahlak timsali kişileri göreve çağırmıştı. Ömrü boyunca fiyatı olmayan kişileri bir Diyojen gibi elinde fenerle aramış durmuştu.
O öyle demişti, öyle oldu. Rüyasının kısmen de olsa hakikat olduğunu görmüş ender insanlardan birisiydi. Gözlerini kapadığında içinde ukdesini taşıdığı birçok hayalin, inanılmazın ve idealin “gerçek” (reel) olduğunu görmüştü. “Türk birliğinin bir gün hakikat olacağına imanım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi bu dünyaya, onun rüyaları içinde kapayacağım.” Türk ülkeleri kurultaylarını yaparken ki mutluluğu görülmeye değerdi. O bu anı görmenin Türkiye’de iktidar olmaktan da, devlet başkanı olmaktan da daha önemli olduğunu defalarca söylemişti.
“Ülkücülük ve gerçekçiliği birlikte yoğurarak yeni ufuklara doğru Türk milletinin kanatlanışını sağlamalıyız”diyordu. Hedefleri yüce olmasına karşın ayaklarını sıkı sıkıya bulunduğu zemine basıyordu. Ütopya, hayal, macera ve romantizm ile gerçeği çok iyi ayırmasını becerebilmişti. O, komünizm çökecek dedi, çöktü. SSCB’nin hegemonyası altındaki Türk illeri bir gün kurtulacak dedi, kurtuldular. Türk dünyasının bir gün bir gerçek olarak doğacağından söz etti, bugün Türk dünyası güçlü bir hakikat olarak Alpaslan Türkeş’ini arıyor.
 “Biz ırkçı değiliz. Fakat biz dünyanın değil, kâinatın neresinde bir Türk varsa onunla ilgilenmeği, ona sevgi beslemeği bir görev sayıyoruz. Milyonlarca esir Türkün bulunduğu dünyanın bu haliyle huzura kavuşacağına inanmıyoruz. Bunun için bütün Türklerle ilgileniyoruz. Fakat burada bir prensip koyuyoruz. Türkiye dışındaki Türklerle ilgilenirken, Türkiye’ye en ufak bir tehlike gelmemelidir. Her şey Birleşmiş Milletler Yasası’na göre yürütülmelidir, diyoruz.”
 Ona, vatan, millet ve din düşmanları söylenmedik söz, atılmadık iftira bırakmadılar. Ancak o, hiç bir zaman insanlığı, aklın ve gerçeğin dışında bir yol ve yönteme tevessül etmedi. İçi insanlık daha çok da doğal olarak Türklük sevgisiyle doluydu. Bu sevginin duygularını değil aklın hizmetinde olarak nesillerden nesillere ulaştırılması gerektiğini savunuyordu. Siyasi sınırlarımız dışında fakat kültür sınırlarımızın göbeğinde bulunan kardeşlerimizle ilişkilerimiz sıklaştırmalı, yoğunlaştırmalı ve geliştirmeliyiz diyordu. Bizim koyacağımız, tuğlalar zamanla kutlu dava Turan’ın temellerini oluştururlar. O göreceksiniz çok kısa süre sonra Sovyet zulüm imparatorluğu çökecektir demişti. Onu takip eden birçokları bile bu öngörüyü çok iddialı bulmuştu.

        İhtilal’den Demokrasiye Alpaslan Türkeş.,

        Alpaslan Türkeş, yıllarca 27 Mayıs ihtilalinin müsebbibi olarak gösterildi. Rusya ve Çin yanlısı Marksistler tarafından “faşistlik”le suçlandı. Ön yargılılar, onun demokratik ve insani yanını hiç görmek istemediler.

Alpaslan Türkeş’in 27 Mayıs’ta yaşadığı tecrübe, sonraki hayatında onu demokrasi ve özgürlüklerin savunucusu bir kişi konumuna getirecektir. Türkeş, her fırsatta halka rağmen halka hizmetin mümkün olamayacağını, iktidara gelmenin tek yolunun demokratik usullerle yapılan seçimleri kazanmak olduğunu ısrarla vurgulamıştır. O bunu ülkenin aydın ve vatansever insanlarına da şöyle tavsiye etmiştir: “Ben 27 Mayıs tecrübesini geçirdikten sonra, o kanaate vardım ki, ihtilal yoluyla bir memlekete hizmet etmek mümkün değildir. Ne kadar eksik ne kadar aksayan tarafları olursa olsun hukuk yoluyla bir memlekete hizmet en iyi yoldur…/…Memleketin aydınlarına, vatansever insanlarına tavsiyem şudur; en kötü hukuk nizamı, en iyi ihtilaldan iyidir”. Şu söz de ona aittir;  “En kötü demokratik idare en iyi ihtilaldan daha iyidir”. Halka ve Hakka dayanmayan hiç bir idare ve projenin millet nezdinde başarı şansının olmadığını ve olmayacağını açıkça ortaya koymuştur. Her fırsatta iktidara gelmenin yolunun, güçten değil gönül fethinden geçtiğini ifade etmişti. “Gönül Seferberliği” adı altında topladığı yazılarında da bu hususa özellikle dikkat çekmişti.

        Demokrasi konusundaki sorunun yasalar ya da şekil sorunu olmadığını, aksine zihniyet sorunu olduğuna, sürekli vurgu yapmıştır. O, bu hususta şunları söyler: “Daima keramet anayasada görülmüş devrimlerin ruhu şekillere mahkûm olmuş, muhtevaya ve özele inilmemiştir. Sandıktan geçen demokrasi bir tahta sandık olarak değerlendirilmiştir. Oysa demokrasi insan varlığına sevgi ve insan iradesine saygının bir ifadesidir”.

İhtilal ile ilgili görüşlerini ise 17 Mart 1963 tarihinde Tercüman gazetesine verdiği bir beyanatta çok keskin ve net bir ifade ile şöyle ortaya koyar: “Bugün, değil hazırlamak ve yapmak, ihtilalı düşünmek bile vatana ihanet olur”.
Milli iradeye herkesin, her zaman saygılı olması gerektiğine vurgu yapmış, milli iradenin de çoğunluğun iradesinden ibaret olmadığını ifade etmiştir. Ona göre milli iradeye herkes gereken saygıyı her zaman olduğu gibi göstermelidir. “Ancak milli iradenin milletin bağımsızlığını yıkma ve vatanı parçalama hareketlerine meydan vermek demek olmadığını da herkes iyi bilmelidir. Milli iradenin herhangi bir seçimde oy çoğunluğunu sağlayan partinin genel başkanın tek başına temsil edemeyeceği devletin tarihinden gelen köklü müesseselerin de milli iradenin temsilinde yetkili ve milli bağımsızlığın korunmasında görevli olduğu unutulmamalıdır”.

Uzun tahlillere girmeden Alpaslan Türkeş’in demokrasi anlayışının ne olduğunu yakın mesai arkadaşlarından birisi olan Yaşar Okuyan’ın anlattığı bir anı ifade etmeye yetecek niteliktedir. Okuyan, “O Yıllar” adlı kitabında şunları anlatıyor: 41. Cumhuriyet hükümeti 21 Temmuz 1977’de kuruldu. Hükümetin kuruluşu sırasında MHP’ye biri başbakan yardımcılığı olmak üzere beş bakanlık verilmişti. MHP’ye düşen bakanlıklara atanacak isimler kendi yetkisinde olmasına karşın Türkeş konuyu MHP GİK’e getirdi ve tartışmaya açtı. Türkeş, “Biri başbakan yardımcılığı olmak üzere toplamda beş bakanlık olacak. İçtüzüğe göre kimin bakan olacağına karar verebilirim. Ancak ben konuyu sizin değerlendirmenize açıyorum. Herhangi bir isim telaffuz etmeyeceğim. Başbakanlık yardımcılığı dâhil kimlerin bakan olacağına siz karar verin”.

Alpaslan Türkeş’in milletin üzerinde hiçbir vesayeti kabul etmediğini büyük bir açıklıkla ifade etmişti. Milletin devlet ya da kurumları için değil, aksine devletin ve kurumların millet için olduğunu 1978 yılında Dizgi Baskı'dan yayımlanan genişletilmiş birinci baskı "9 Işık" isimli kitabın 260'ıncı sayfasında şöyle ifade edecektir: Milli Demokrasinin diğer müesseselerini, bilhassa TRT'yi, Anayasa Mahkemesi' ni, Danıştay' ı, Yargıtay'ı, Üniversiteyi, Yüksek Hâkimler Kurulu'nu, milli menfaat ve güvenliğimize uygun olarak değiştirip yeniden kuracağız.
Tarihe not düşmek bakımından Ziya Gökalp ile Alpaslan Türkeş’in yargılandığı ve suçlandığı hususlardaki benzerliğe dikkat çekmek analizimizin bu aşamasında bir zorunluluk halini almıştır. Bu nedenle Ziya Gökalp’in 1919 yılında, Alpaslan Türkeş’in ise 1944 yılında muhatap olduğu sorular ve bu sorulara verdikleri cevaplar aşağıya alınmıştır.

Ziya Gökalp ve Alpaslan Türkeş’in Yargı Kardeşliği.,

Ziya Gökalp, 27 Nisan 1919 Pazartesi günü, kendisini Mustafa Nazım Paşa’nın harp divanı karşısında bulmuştur. 28 Ocak 1919’da, Edebiyat Fakültesi’nde, derse girmeye hazırlanırken tutuklanmıştır.[1]
Savcı Mustafa Nazmi Bey, İttihatçıları boy hedefi seçmişti. 1913 yılında tek başına iktidara geçmiş olan İttihat ve Terakki, tüm örgütüyle her şeyden sorumluydu. Büyük ve vahşî katillik ve ihtikâr hareketleri onun eseriydi.
İttihatçılar, grup grup yargılanmışlardır. Ziya Gökalp'in grubunda Mithat Şükrü, (Küçük) Talât, Rıza, Atıf, Cevat (Paşa) beyler vardır. Ziya Bey ve arkadaşları, İttihat ve Terakki'nin işlediği ağır suçlara (cinayetlere) ikinci derecede katılmış sayılıyorlardı.
Mahkeme 17 Mayıs 1919'da son bulmuştur. Ziya Bey ve arkadaşları, Limni ve Malta adalarına sürülmüşlerdir.

Ziya Gökalp, İttihat ve Terakki'ye yüklenen tüm suçlardan sorumlu olarak yargılanmıştır. Asıl ilginç olanı, Divanıharp, Ziya Bey’le beraber Türkçülük ideolojisini de sıgaya çekmiştir.
O gün: 14 Mayıs 1335 (1919).
Mahkeme « Reis » i Mustafa Paşa, Mütareke döneminin kinci ve tarafsızlığını yitirmiş bir yargılayıcısıdır. Sıra, Türkçülük ideolojisinin hesabını sormaya gelmiştir. Aşağıdaki satırlar, bu yargılama sahnesini, olduğu gibi, yansıtacaklardır:
Reis — Ziya Bey, sizin «Yeni Mecmua» namında bîr mecmuanız var mı?

Ziya Bey — «Yeni Mecmua» bir mecmuadır. Bendeniz oraya yazı yazarım.
Reis — Orada «Turancılık» gibi bir makaleniz var mı? Bu makale, Osmanlılık sıfatına Turancılığın tercihi hakkında imiş. Bu baştaki içtihadınızı izah eder misiniz?
Ziya Bey — «Turan nedir?» diye bir makalem var. Orada gösteriyorum ki, bugün tasavvur edebilecek Turan, harsı (kültürel anlamına) Turan'dır. Yâni Osmanlı Türkleri bir hars (kültür) yapacaktır. Sonra bunu diğer Türkler kabul ederse, işte harsı Turan budur. Ve bu da Osmanlı devleti için faydalıdır. Çünkü bir kere, memleketimizde Osmanlılığın esası olan Türklük terakki edecek, tabi devlet de kuvvetlenecek, sonra da bütün Türkler, bu Osmanlı Türkçe’sini kabul edecekler. Harsî Turan'dan maksat, Azerbaycan Türkleri zaten başlamışlardır, Osmanlı Türkçe’sinin yayılması, Osmanlı edebiyatının millî edebiyat olarak kabul edilmesi, tabiî Türkleri buraya kalben bağlı bırakacak. Buradaki eserler bütün Türk âleminde okunacak, gazetelerimizin, kitaplarımızın okuyucuları çoğaldığı gibi, tabiî muharrirler de, edipler de eserlerinden daha çok fayda görürler. Makale bu suretle baştan nihayete kadar Osmanlılığa faydalı olacağına delâlet ediyor ve açıkça ifade ediyor.

Reis — Bu, anasırı, Müslüman olmayan unsurları bazı kötü duygulara (günâ hissiyata) düşürmez mi?

        Ziya Bey — Hayır efendim. Bütün anasırı Osmaniye kendi harslarında muhtardır. Yani her unsur kendi milli harsında muhtardır. 
Kendi edebiyatını, kendi harsını, kendi lisanını neşredebilir. Binaenaleyh bu usul onları gücendireceğine bilâkis memnun eder, çünkü; aksi fikirde bulunanların 
yani «Türk milleti yoktur, Türk harsı yoktur, Osmanlı harsı vardır» diyenlerin fikri, anâsırı gücendirir. Çünkü; tabiî diğer milletleri tanımaz. 

Yalnız Osmanlı milliyeti var der. Hâlbuki bendenizin itikadıma göre, Osmanlı tâbiri devletindir. Devleti Osmaniye’ye bağlıyız. Fakat Devleti Os­maniye içinde 
Arap milleti, Türk milleti, Ermeni milleti var. Müteaddit milletler var. Bu bilâkis her milletin milliyetin tasdik ediyor ve Osmanlı devletinin de kuvvetlenmesini 
temin ediyor. Çünkü Osmanlı Devleti ancak karşılıklı saygı esasına dayanan ittihadı anasıra (Osmanlı İmparatorluğundaki çeşitli unsurların birliğine) istinat edebilir. 

Yoksa «hepimiz Osmanlıyız, milliyetimiz yoktur» demekle ittihadı anasır olamaz. Bilâkis bunu unsurlar reddederler.

        Reis — Milliyet iddiası başka. Fakat Osmanlılık birçok milletlerden teşekkül ettiği için onların arasındaki ilişkiyi güçlendirmek gerekir. Yalnız içlerinden bir 
kısmını seçip de onların milliyetini meydana koymaya çalışmak, tabiîdir ki, diğer unsurların hattâ belki Müslüman olan diğer unsurların kalplerinin kırılmasına 
yol açmaz mı?.

        Ziya Bey — Hayır efendim, her unsur...
Reis — Osmanlılık nâmı altında içtima etmişler. Hattâ bunlardan bazıları, pek çok Hıristiyanlar, zatı âliniz daha iyi bilirsiniz ki, Türkçe’den başka lisan bilmezler. Kendi lisanlarını bile konuşmuyorlar. Osmanlılık yüce adı altında toplanmış olan kavimlerin yek diğerine olan bağlılığı güçlendirilecek yerde onların bazı özellikle bazı güna inkisarını mucip olacak bu gibi makalelerden ne fayda bekliyordunuz?

        Ziya Bey — Eskiden Türkçeden başka lisan bilmeyen Rumlar bilâhare çocuklarını Atina'ya gönderdiler, Rumcayı öğrettiler, Ermeniler de öyle. Ermeniler deli insanlarını ihya ettiler. Bu asır milliyet asrıdır. Bahusus “Wîlson Prensipleri” de bunu büsbütün meydana çıkardı. Her millet milliyetine doğru gitmek mecburiyetindedir. Fakat bu milliyet Osmanlı tabiiyetine halel getirmez. «Osmanlı» kelimesi siyasi bir cümledir; bir devlettir. Bir devlet dâhilinde müteaddit milliyetler olabilir. Fakat o milletin âhengine, ittihadına belki mâni olacak şey, milliyet prensibinin inkâr edilmesidir. Milliyet yoktur demekle, tabi unsurların kaynaşmaları engellenmiş olur.
Aslında Gökalp’ın bu Reise karşı verdiği cevaplar çok daha uzun. Ziya Gökalp bu konudaki görüşleri özetle şöyledir.
Turan, Türklerin oturduğu, Türkçenin konuşulduğu ülkelerin tamamı olan bir coğrafyadır. Bu büyük vatanda, bütün Türk milleti, kültürce özgür, uygarlıkça bağımsız olarak bir devlet kuracaktı.
Gökalp, 1918 yılında «Rusya'daki Türkler ne yapmalıdırlar?» sorusuna da çözüm aramıştır. İlk aşamada, Türk kolları bağımsız devletler (Şube hükümetler ya da Nahiyeler) kurmalıydılar. Başlarına geçecek reislerini, Oğuz Han yönetimine göre seçecekler ve onlara kayıtsız, şartsız «itaat» edeceklerdir. Bugünkü dille «federe» diyebileceğimiz bu devletler eşrafçı (Ağa'cı) ve «Bolşeviki» politikalarına dayanmayacaklar», «tesanütçülük» (dayanışmacılık) sistemini uygulayacaklardı.

İkinci aşamada, devletlerin reisleri, genel bir kongre toplayarak, içlerinden en kahramanını «umumî reis» seçeceklerdir. Bu reis'in unvanı «Serdar» ya da «Sahipkıran» olacaktır. Böylesine bir büyük adam, kendi içlerinden çıkabilirdi. Yoksa Osmanlı Türkleri arasından gönderilebilirdi[2].
Üçüncü aşamada, Osmanlı Devleti’yle birleşilecek, Turan kurulmuş olacaktı.

Ziya Bey'in, çizdiği tabloya bazı Türkçüler daha da açıklık getirmek istemişlerdir.
Ömer Seyfettin'e göre, Turan yüz milyonu aşkın Türk'ü toplamak, bölünmüş «millî vücud»u tanımlamak, inancına dayanıyordu. Türkçülüğün «iktisadi mefkûresi» (ekonomik ülküsü) Çin ve Hind yollarına hâkim olmayı» zorunlu kılıyordu. Turancılık bir «cihangirlik ve emperyalizm» değildi. Tek Hakan'a bağlı, büyük ve tek İlhanlık (devlet)ti.

Alpaslan Türkeş: Atatürk’ün ardından onun ideallerini istikbal ve istiklalin teminatı haline getirmeye çalışanları, bırakın desteklenmeyi, aynen işgal altındaki İstanbul’da İngilizleri memnun etmek için Ziya Gökalp ve arkadaşlarının yargılanması gibi yargılanmışlardır. Bu defa hâkimin karşısında Alpaslan Türkeş ve arkadaşları vardır. Sürgün yeri de Malta değil tutuklu oldukları “tabutluk” adlı yerdir.

1944’te genç bir üsteğmen, üniforması ile çıkarıldığı mahkemede “Irkçılık-Turancılık” diye tarihe geçen davada hâkimin sorduğu sorulara aşağıdaki cevapları verir[3]:

Hâkim- Türkiye’de mevcut saf bir soydan gelme ve karışık ırktan olanların bulunmayacağı hakkındaki düşüncenizin ne olduğunu öğrenmek istiyoruz?
Türkeş- ...... Benim şahsi kanaatim mühim işlerimizi görecek şahsiyetleri ya tamamıyla Türk olan, yani temsil olunmuş ve kendisini Türk’ten başka bir şey saymayan ve yahut ta Türk Irkından gelen kimseler tarafından idare olunmasını uygun bulurum.

Hâkim- Karışık ırklar hakkında ne olacak?

Türkeş- Arzettim efendim. Mademki Türkleşmiştir, dedesi veya ninesi şöyledir diye aranmasını doğru bulmam.

Hâkim- Turancılık hakkındaki fikirlerinizi söyleyiniz?
Türkeş- ....Turan, yani Türk Birliği yalnız Asya’dakiler değil, bütün Türklerdir. Yani ilmi manasından başka olarak bütün yeryüzündeki Türklerdir. Yani Türk Birliği yalnız Asya’ dakilerle değil, Bulgaristan’ daki, Yunanistan’ daki vesair yerlerdeki Türkleri de içine olan bir mefhumdur.
Hâkim- Hazırlık tahkikatında: “Küçük nüfuslu milletler tehlikeye maruzdur”. Onun için ilk fırsatta bütün Türklerin birleşmesi lazımdır diyorsunuz?
Türkeş- Bunlar benim istikbale ait temennilerim den ibarettir. Bir devletin kuvvetini teşkil eden birçok unsurlar vardır. Bunlardan birisi de devletin nüfusudur. Bu, Türk birliğine ait temennilerimiz den birisidir.
Başkan Paşa- Peki bu fırsattan istifade nasıl edilebilir?
Türkeş- Mesela 1917’de olduğu gibi, 1965 de veya 1999’da Rusya’da bir ihtilal zuhur edebilir. O zamana kadar Türkiye Harp Endüstrisi bakımından da, ilim ve irfan bakımından da ilerlemiş bulunur. Ve Türkiye'nin müzahereti ile bu birliğe doğru yürünebilir. İşte fırsat budur.
Türkeş tabutluktan çıktıktan otuz altı yıl sonra tekrar 1980’li yılında yeniden benzer suçlamalarla hâkim karşısına çıkarılacak ve uzunca bir süre ömrünü dört duvar arasından geçirmek zorunda bırakılacaktır. Ancak idealleri aynen devam edecektir. Türkeş’in idealini yansıtan bir ifadesi. “Türk Birliğinin bir gün hakikat olacağına imanım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi bu dünyaya, onun rüyaları içinde kapayacağım”.
Türk milletinin geleceğine yönelik olarak ifade edilen bu görüşlerden yeterince yararlanılmış mıdır? Buna olumlu cevap vermek mümkün değildir.

                    Ziya Gökalp’ın yargılanırken 27 Nisan 1919’da söyledikleri 1989’da gerçek olmuş, fakat Türkiye yeni oluşum ve gelişmelere kültürel, siyasal ve ekonomik yönden hazırlıksız yakalanmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün  “Sovyetler de bir gün yıkılacaktır” “hazırlıklı olun!” emrini verdiğinden 59 yıl sonra SSCB dağılmıştır. Türkiye yine hazırlıksız yakalanmıştır. 
Alpaslan Türkeş 1944’te söylediği Türk Birliği, 54 yıl sonra beş Türk devleti ve onlarca Türk soylu topluluklarla dünyanın gündemine girmiş, fakat Türkiye’nin siyasetini yönetenler bu duruma hazırlıksız yakalanmıştır. Bütün bu olguların temel nedeni stratejik düşünce sahibi olmanın sanıldığının aksine her devlet yöneticisinde bulunmayacağı gerçeğinde saklıdır.

                    Sonuç Yerine.,

        İdealleri hayata geçirmek için öncelikle hakka dayanması ve güçlü müntesipleri olması gerektiğine dikkat çekmişti. O, bu konuda şöyle demişti: Cemaat demek kalabalığın olduğu yer demek değildir. Hak kimin yanındaysa cemaat odur…/… Velevki o insan dünyada tek başına dahi olsa… Az fakat doğru ve haklı olanların, çok fakat yanlış ve haksız yolda olanlara galip geldiği çok görülmüştür.
Kendi özüne dönme mücadelesinin verildiğini, köylünün, fakir fukaranın emeğine, hakkına el atanlara, tefecilere, rüşvete, karaborsaya karşı savaş açtığına özel vurgu yapıyordu.
O, “ne başkalarına uşaklık etmeyi, ne de başkalarını uşak olarak kullanmayı kabul etmeyiz” diyordu. Karşı olduğu zihniyeti de bir konuşmasında şöyle tarif etmişti: İnsanlık haysiyetine saygı duymayan, Türk insanına karşı gönlünde sevgi taşımayan, Türk milletini Türk halkını hor gören zihniyete karşıyız.
Paslanmış beyinleri, kirlenmiş damarları asli cevherine döndürme gayreti içindeydi. Bitmiş, tükenmiş, yürümeye ve düşünmeye mecali kalmamış birçok insana aktivite kazandırmış ve onları yeniden harekete geçirebilmiştir. Onun idealleri adeta, sefilleri kahraman yapacak bir aşı gibiydi. Onun kaybıyla daha önce deve dişi gibi görünen birçok insanın sessizliğe, yokluğa ya da inzivaya çekilmesi bu yüzdendi. Işığını, su içtiği pınarı ve her gün kendisini motive eden bir efsaneyi bir anda kaybeden birçok insanın vurgun yemiş gibi şoktan çıkamamasının asıl nedeni buydu.
Tarih Türkeş’i hem haklı çıkardı hem de beraat ettirdi. Tarihi milletler mücadelesi, olarak ortaya koyup o günkü milletler arası mücadelenin esasını da, milli kültür ve ideolojiler teşkil ettiğini söylediğinde, sokaklar onun aleyhine birçok afişle doldurulmuştu. Tarihin sınıf mücadelesinden ibaret olduğunu ifade eden “Marksist, Leninist ve Maoist” mihraklar dı bu afişleri sokaklara asanlar. Onlara göre din, millet ve milliyetçilik gibi kavramlar burjuva dönemine aitti. O dönemde tarihin çöplüğünde kalmıştı. Tarihi materyalizme göre toplumlar “Avcı ve toplayıcı, tarım, feodal, kapitalist, sosyalist ve komünist” aşamalardan geçecektir. Bu tarihin amansız kanunudur. Onlar Türkeş’in, milliyetçiliği, milletler mücadelesini ve dini savunmakla tarihin akışını geri çevirmekle suçlamışlardı. Bu yüzden Türkeş’i darağacında idam edilen bir adam olarak resmettikleri afişin altına şunları yazmışlardı.

Adı: Alparslan Türkeş
Suçu: Tarihin akışını geri çevirmek
Cezası: İdam.

      Bu Afişi yazanlar, bu fikri savunanlar ve bu sloganları seslendirenler tarihin Komünist Ülkelerdeki amansız takibini bugün bile yapabilmiş değiller. 
Daniel Bel’in “İdeolojinin Sonu” ya da Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu ve Son İnsan” isimli görüşlerinin tamamının onların maruf ideolojilerinin dramıyla 
ilgili olduğunu da anlamış değillerdir. 
      Zira gücünü ya da kurtuluşunu kendi çalışmasına ve emeğine değil de yabancı iklimlerde arayanların tutuldukları hastalıktan kurtulmasına henüz tarih şahitlik etmemiştir. Bu bakımdan tarihin akışının ithal kafalıların arzuları dışında olmasının onların ütopyalarına herhangi bir etki yapması da düşünülemez. 
      Ama bilinen bir şey varsa o da 1989 yılında Gorbac Gorbacov dar ağacına sosyalizmin bilumum değerlerini asmıştı Komünizmin kirli çamaşırlarını yıkama görevi de Türkiye´deki yerli uşaklarına kalmıştı

O şimdi rızasını kazanmak için hayatını ortaya koyduğu Allah´ının huzurunda Adam gibi yaşadı ve öyle de öldü Şiddetli bir kış gününde iki milyondan fazla insanın omuzları üzerinde dualarla defnedildiği ebedi istirahatgahında uyuyor Maddi yönüyle ayrıldığı milletinin kalbinde manevi bir ışık olarak her zaman yaşayacaktır Napolyon ünlü Alman düşünürü Goethe´yle ilk karşılaştığında "Ecce Homo" demişti Bu söz "adam gibi adam" anlamında tarihin ilk dönemlerinden beri kullanılmıştır. 
Belki de bu kavramı Türkçe´ye " Yüzde Yüz adam " olarak çevirmek ve Başbuğ için de " Yüzde Yüz adamdı " demek daha doğru olur!


https://www.turkyurdu.com.tr/yazar-yazi.php?id=1622


***

3 Aralık 2015 Perşembe

27 MAYIS DARBESİ VE TALAT AYDEMİR, Yassı ada duruşmaları ve Yazılamayanlar 6






27 MAYIS DARBESİ VE TALAT AYDEMİR,   
Yassı ada duruşmaları ve Yazılamayanlar 6





ONDÖRTLER


Ondörtler, 27 Mayıs Darbesinin (1960) ardından kurulan Milli Birlik Komitesi'nden (MBK) daha sonra ihraç edilen 14 subaya verilen addır.
Bu tasfiyeyle iktidarın seçimler yoluyla yeniden sivil yönetime devredilmesine karşı olan grup gücünü büyük oranda yitirirken, askeri yönetimin geçici olmasını savunan grup yönetimi kesin biçimde ele geçirmiş oldu.
27 Mayıs Darbesinden sonra iktidarı ele geçiren ve Milli Birlik Komitesi'ni oluşturan subay kadrosu arasında siyasi bir amaç birliği yoktu. MBK içinde zamanla başlıca iki siyasi görüş biçimlendi.Birinci görüşe göre, 27 Mayıs müdahalesinin amacı demokratik sistemi yeniden kurmak, bunun için gereken hukuksal yapıyı oluşturmak, en kısa zamanda seçimleri yaparak iktidarı seçimle gelecek olan sivil yönetime devretmekle sınırlıydı. İkinci görüşe göreyse Türkiye'nin siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda yapısal sorunları vardı ve bunlar çözülmeden ülkede sağlıklı bir demokrasi kurulamazdı. Bu grup, iktidarın kısa sürede yapılacak seçimlerle yeniden sivillere bırakılmasını kabul etmiyor ve askeri yönetimin uzun süre daha devam etmesi gerektiğini öne sürüyordu.
Darbenin 14'ler ismiyle anılan bu grubun genel fikri eğilimleri ise: mevcut siyasi organizasyonlara, kendi ifadeleri ile "statükocu-muhafazakâr" olmaları nedeniyle ülkenin büyük sorunlarına köklü çözümler getiremeyeceği yönündedir. 14'lere göre, Türkiye'nin zaman kaybetmeye tahammülü yoktu ve bundan dolayı tarafsız ve güçlü bir Milli Birlik Komitesi iktidarı, sağlık hizmetlerinin sosyalizasyonundan başlayıp, toprak reformuna kadar uzanan bir dizi reform politikasını gerçekleştirene kadar yönetimde kalmalıydı. Bu reformu yürürlüğe geçirebilmek için ise "en az" dört yıllık iktidar dönemi öngörülüyordu.
Bu sırada ülkenin siyasi yaşamında önemli rol oynayan Cumhuriyet Halk Partisi'nin genel başkanı İsmet İnönü askeri yönetimin bir an önce sona erdirilmesi ve en kısa zamanda seçimlerin yapılarak iktidarın sivil yönetime devredilmesi yönünde ağırlığını koydu. İnönü'nün bu tutumu, MBK içinde birinci görüş yanlılarının güçlenmesini sağladı. Komite içindeki anlaşmazlıkların siyasi bir bunalıma dönüşmesi üzerine, 13 Kasım 1960'ta MBK Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel bir bildiri yayımlayarak MBK'nin çalışmalarının ülkenin yüksek çıkarlarını tehlikeye düşürecek bir duruma geldiğini, bu nedenle Türk Silahlı Kuvvetleri ile MBK üyelerinin talepleri üzerine MBK'yi feshettiğini açıkladı. Yeni oluşturulan MBK'de ise Fazıl Akkoyunlu, Rıfat Baykal, Ahmet Er, Orhan Erkanlı, Numan Esin, Orhan Kabibay, Mustafa Kaplan, Muzaffer Karan, Münir Köseoğlu, Muzaffer Özdağ, İrfan Solmazer, Şefik Soyuyüce, Dündar Taşer ve Alparslan Türkeş'e yer verilmiyordu.

MBK üyesi Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun inisiyatifiyle gerçekleşen bu operasyonla söz konusu kişiler Türk Silahlı Kuvvetleri'nden de emekli edilerek çeşitli görevlerle yurtdışına sürgüne gönderildiler.14'ler, yurt dışında sürgünde bulundukları süre içerisinde mevcut fikirlerini geliştirmeye ve pratiğe geçirme yolları aramaya devam edecekti. Ancak bu arada ikiye ayrılacak ve Türkeş'in liderliğini kabul etmeyen Orhan Kabibay, Orhan Erkanlı, İrfan Solmazer üçlüsü Türkiye'ye döndükten sonra 1965'te CHP'den seçimlere katılacaktır. 

Muzaffer Karan her iki grubun da dışında kalarak TİP'ten meclise girecek ve Alparslan Türkeş, Rıfat Baykal, Numan Esin, Muzaffer Özdağ grubunun başını çektiği diğerleri ise CKMP'ye dâhil olacaktır.

Sürgün yıllarında ülke hakkındaki düşüncelerini pratiğe geçirmek için yeni bir darbe zemini arayan 14'ler, Türkiye'ye döndükten sonra güçlerini ölçmüş ve neticede bir darbe ile iktidarı ele geçirmenin müm kün olmadığını anlayarak, siyasal partiler yoluyla ikti dar mücadelesinin daha verimli olabileceği konusunda hemfikir olmuşlardır. 

Ondörtler [değiştir]


İsim                      Not; 
1 Alparslan Türkeş 13 Kasım 1960 tarihinde Yeni Delhi'ye sürgün edildi
2 Orhan Kabibay 13 Kasım 1960 tarihinde Brüksel'e sürgün edildi
3 Orhan Erkanlı 13 Kasım 1960 tarihinde Mexico City'ye sürgün edildi
4 Münir Köseoğlu 13 Kasım 1960 tarihinde Stokholm'a sürgün edildi
5 Mustafa Kaplan 13 Kasım 1960 tarihinde Lizbon'a sürgün edildi
6 Muzaffer Karan 13 Kasım 1960 tarihinde Oslo'ya sürgün edildi
7 Şefik Soyuyüce 13 Kasım 1960 tarihinde Kopenhag'a sürgün edildi
8 Fazıl Akkoyunlu 13 Kasım 1960 tarihinde Kabil'e sürgün edildi
9 Rıfat Baykal 13 Kasım 1960 tarihinde Tel-Aviv'e sürgün edildi
10 Dündar Taşer 13 Kasım 1960 tarihinde Rabat'a sürgün edildi
11 Numan Esin 13 Kasım 1960 tarihinde Madrid'e sürgün edildi
12 İrfan Solmazer 13 Kasım 1960 tarihinde Lahey'e sürgün edildi
13 Muzaffer Özdağ ( ÜMİT ÖZDAĞ Babasıdır ) 13 Kasım 1960 tarihinde Tokyo'ya sürgün edildi
14 Ahmet Er13 Kasım 1960 tarihinde Trablusgarp'a sürgün edildi


18 KASIM-113 sayılı Af Kanunu'nun bazı maddelerinin değiştirilmesi-ne ve bu kanuna bazı hükümler eklenmesine dair kanun kabul edildi. (ikinci Af)
22 KASIM-132 sayılı Türk Standartları Enstitüsü kuruluş kanunu kabul edildi.
29 KASIM- Basın Kanunu'nun bazı maddelerini değiştiren (143 sayılı) kanun kabul edildi. (İspat hakkını tanıyan kanun.)
4 ARALIK- Başkan Gürsel'in geçirmekte olduğu hastalık arttı. Amerika'dan gelen Harvard Üniversitesi profesörlerinden Raymond de Lacy, Türk hekimleriyle konsültasyon yaparak tedavi şeklim tespit ettiler.
6 ARALIK- Türkiye-Amerika Kredi Antlaşması imzalandı.
9 ARALIK- Türkiye-İngiltere Kredi Antlaşması imzalandı.
13 ARALIK-1924 tarih ve 941 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunu'nun bazı hükümlerinin kaldırılması ve bazı hükümlerinin değiştirilmesi hakkındaki 12 Haziran 1960 tarihli ve l sayılı kanuna ek 'Kurucu Meclis Teşkili' hakkında (157) sayılı kanun kabul edildi.
13 ARALIK- Temsilciler Meclisi Seçimi (No. 158) kanunu kabul edildi.
13 ARALIK- Devlet Personel Dairesi kurulması hakkında (No. 160) kanun kabul edildi.
14 ARALIK- İstanbul Boğazı'nda Peter Vereviz (Yugoslav) ile World Harmony (Yunan) adlı iki tanker çarpıştı. İstanbul büyük bir tehlike atlattı.
14 ARALIK- Türkiye ve 19 Batılı devlet arasında iktisadî iş birliği ve kalkınma teşkilatı sözleşmesi imzalandı.
19 ARALIK- İskenderun'da Atatürk Anıtı saldırıya uğradı. ,
26 ARALIK- Emekli Orgeneral Zeki Doğan'a vatanî hizmet tertibinden | aylık bağlanması hakkındaki (174 sayılı) kanun kabul edildi
27 ARALIK- Memurların tahsil müesseselerinde talebe olamayacaktan-1 na dair 4007 saydı kanun ile bu kanunun l. maddesinin değiştirilme^ si hakkındaki 4214 saydı kanunun yürürlükten kaldırılması hakkın] daki (183 sayılı) kanun kabul edildi, 
30 ARALIK- CHP, aralarında Parti Genel Başkanı İnönü de bulunmak| üzere 49 Kurucu Meclis üyesi seçti.

1961

2 OCAK- Kıbrıs'ta kuraklıktan zarar gören Türk çiftçisine yapılacak tohumluk buğday ve tohumluk arpa yardımı hakkındaki (199 sayılı) kanun kabul edildi.
2 OCAK- T.C. Millî Birlik Komitesi'nce Temsilciler Meclisi'ne 18 üyenin seçildiği hakkında Millî Birlik Komitesi karan (No. 35) yayınlandı:
Raif Aybar Yakup Kadri Karaosmanoğlu Adnan Başer Alp Kuran Remziye Batırbaygü Zekai Okan Fahri Belen Abdülkadir Okyay Nihat Reşat Belger Kagip Sanca Hakkı Kamil Beşe Necip San Rauf Gökçen Kemal Tamer Ferruh Güven Kemal Türkoğlu Münci Kapani Hıfzı Veldet Velidedeoğlu
3 OCAK- Ordu Yardımlaşma Kurumu Kanunu (sayı: 205) kabul edildi. Aynı gün Basın İlan Kurumu kuruldu. Bağımsız bir "Kürt devleti" kurmayı istemekle suçlanan 
49 kişinin yargılanmasına Ankara'da başlandı.
4 OCAK- Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet (sayı: 211) Kanunu 'nü kabul edildi.
4 OCAK- Kabineyi kurma serbestisi için bütün bakanlar istifa ettiler.
5 OCAK- Gürsel, altı yeni bakan alarak yeni kabineyi kurdu.
5 OCAK- Dumlupmar Zafer Abidesi'nin inşası hakkında (220 saydı) kanun kabul edildi.
6 OCAK- Kurucu Meclis çalışmalara başladı. Aynı gün Milli Birlik Komitesi,147 öğretim üyesinin üniversiteye dönmesi ile ilgili tasarıyı gündeminden çıkardı.
14 OCAK- Memleketçi Cumhuriyet Partisi kuruldu.
21 OCAK- Türkiye-Amerika Kredi Antlaşması imzalandı.
7 ŞUBAT- Türkiye-Amerika uranyum Antlaşması imzalandı.
11 ŞUBAT- Adalet Partisi, Cumhuriyetçi Meslekî Islahat Partisi, Çalış¬ma Partisi, Memleketçi Parti, Mutedil Liberal Parti, Türkiye İşçi Partisi... kuruldu.
13 ŞUBAT- Yeni Türkiye ve Düstur Partileri kuruldu.
28 MART- Anayasanın halkoyuna sunulması hakkındaki (283 sayılı) kanun kabul edildi.
l NİSAN- Siyasî faaliyete izin verildi.
6 NİSAN- Temsilciler Meclisi'nde; subay ve astsubayların oy kullanmaları kabul edildi.
23 NİSAN- 23 Nisan 1920'de TBMM'nin açıldığı İttihat ve Terakki Fırkası için yapılmış olan binada. 'Türkiye Büyük Millet Meclisi Müze-si' açıldı.
26 NİSAN- Seçimlerin temel hükümleri ve seçmen kütükleri hakkındaki (298 sayılı) kanun kabul edildi.
27 NİSAN- Türkiye-Sovyetler Birliği Demiryolu Nakliyat Antlaşması imzalandı.
1 MAYIS- İzmit Kağıt Fabrikasi'nda yangın.
5 MAYIS- Türkiye-Amerika Kredi Antlaşması.
24 MAYIS- Cumhuriyet Senatosu üyelerinin seçimi hakkında (304 sayılı) kanun kabul edildi.
24 MAYIS- Ankara ve İstanbul vüayetlerine şamil olmak üzere ilan edilmiş bulunan Sıkıyönetimin uzatılması hakkındaki Kurucu Meclis kararı yürürlüğe girdi.
25 MAYIS- Milletvekili Seçimi Kanunu (sayı: 306) kabul edüdi.
27 MAYIS- T.C. Anayasası, Kurucu Meclis'te oylamaya katılan 262 üyenin 260 oyu ile kabul edildi.
6 HAZİRAN- Türkiye-Almanya Kredi Antlaşması imzalandı.
9 TEMMUZ- Anayasa'y a oy verme günü. Kurucu Meclis'in seçtiği 21 kişilik 

Anayasa Komisyonu tarahndan hazırlanıp 9.7.1961'de halkoyuna sunulan Anayasa; oylamaya katılan 10.238.968 kişiden 6.348.715 oyla kabul edilmiş, 3.935.000 kişi (hayır oyu kullanmıştır. Böylece katılma oranı yüzde: 75, Evet: 63'tür. 

Halkın yüzde 65'i 'Evet', 35'i 'Hayır' oyu verdi.

10 TEMMUZ- Millî Eğitim Bakanhğı'na bağlı olarak 'Din İşleri Genel Müdürlüğü' kuruldu.
17 TEMMUZ- AnıtKabir projesini hazırlayan iki mimardan Prof. Emin Onat (doğ. 1908) öldü.
21 TEMMUZ- Kurucu Meclis oybirliğiyle seçim tarihim 15 Ekim 1961 olarak tespit etti. (Karar No. 58)
11 AĞUSTOS- Yassıada duruşmaları sona erdi.
16 AĞUSTOS- Ankara ve İstanbul vilayetlerine şamil olmak üzere ilan edilmiş bulunan sıkıyönetimin uzatılması hakkında Kurucu Meclis'in (68 sayılı) kararı.
24 AĞUSTOS-15. CHP Kurultayı Ankara'da toplandı.
İnönü: '...Sabah erken kalkan babayiğitlerin Kurultayı basmalarım asla kabul etmiyorum,' dedi.
3 EYLÜL- Başkan Gürsel'in başkanlığında toplanan parti başkanları, yapılacak milletvekili seçimlerinde; 27 Mayıs'ı zedelememek, "Eminsu" konusunu deşmemek, 
DP'yi methetmemek konusunda bir antlaşma imzaladılar.
7 EYLÜL- Nedim Küçüközpulat'ın babası Abdülkerim Küçüközpulat ile annesi Fatma Adalet Küçüközpulat'a tazminat verilmesi hakkında (373 sayılı) kanun kabul edildi. 
(28 Nisan 1960 tarihinde İstanbul Üniversitesi nümayişleri sırasında hayatını kaybettiğinden).
15 EYLÜL- Yüksek Adalet Divanı'nca verilen ölüm cezalan hakkında Millî Birlik Komitesi Kararı.
No. 75, Yayın tarihi: 16.9.1961, sayı: 10908.
15 EYLÜL- Yassıada Yüksek Adalet Divanı kararlan açıklandı. Saat:
15.20. 5 saat 20 dakika süren celsede, 15 sanık idama, 31'i müebbet hapse, 408'i çeşitli hapis cezalarım mahkum oldular. 133 sanık da beraat etti.

1) Ölüm cezasına çarptırılanlar: Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan.

Karar, Millî Birlik Komitesi'nin 15.9.1961 gün ve 75 sayılı kararıyla onaylanmıştır. Ancak, düşük Cumhurbaşkanı Celal Bayanın 65 yaşını bitirmiş olması dolayısıyla verilen ölüm cezası müebbet ağır hapse çevrilmiştir.
2) Ölüm cezasına mahkum edilen; Refik Koraltan, Agah Erozan, İbrahim Kirazoğlu, Ahmet Hamdi Sancar, Nusret Kirişçioğlu, Bahadır
Dülger, İman Kalafat, Baha Akşit, Osman Kıvrakoğlu, Zeki Erataman ve Rüştü Erdelhun'ün cezalan, 15.9.1961 gün ve 75 saydı kararla müebbet ağır hapse çevrilmiştir.
16 EYLÜL- Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan hakkında verilen ölüm cezası İmralı Adaşı'nda yerine getirildi.
17 EYLÜL- Adnan Menderes hakkında verilen ölüm cezası İmralı Adası'nda yerine getirildi.
19 EYLÜL- Eski başbakanlardan Prof. Şemsettin Günaltay (Doğ: 1883) öldü.
l EKİM- İktisadî İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı Türkiye Teknik İşbirliği Temsilciliği kuruldu.
15 EKİM- Genel seçimler. 27 Mayıs İhtilali'nden sonra ilk seçim; Türk Silahlı Kuvvetleri verdiği sözü tuttu. Katılma oranı yüzde 81.Türkiye Büyük Millet Meclisi 12. 
Yasama Dönemi için 450 milletvekili seçildi.


Seçim sonuçları

Parti          Genel başkanı            Oy Sayısı       Oy Oranı (%)      Milletvekili Sayısı
Cumhuriyet Halk Partisi İsmet İnönü 3,724,752        36.74                  173

Adalet Partisi  Ragıp Gümüşpala       3,527,435        34.79                  158

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Osman Bölükbaşı 1,415,390     13.96    54

Yeni Türkiye Partisi   Ekrem Alican    1,391,934        13.73                    65

Bağımsız                                           81,732          0.81                     0

Toplam                                       10,141,243       100.00                  450


25 EKİM- Türk Silahlı Kuvvetleri'nin gerçekleştirdiği ihtilalden 17 ay sonra, 2. Cumhuriyetin ilk Meclisi, Orgeneral Cemal Gürsel tarafından açıldı.
26 EKİM- Orgeneral Cemal Gürsel; 607 oydan 434 oy ile Cumhurbaşkanı, Suat Hayri Ürgüplü, Senato; Fuat Sirmen, Meclis Başkanı seçildi¬ler.
10 KASIM- İnönü, Kabineyi kurmakla görevlendirildi. Gürsel: '...İçinde bulunduğumuz güç şartları çözümleyecek bir kişiye görev verdim,' dedi.
20 KASIM- İnönü; CHP-AP Koalisyon kabinesini kurdu.
2 ARALIK- Malatya Milletvekili İsmet İnönü'nün Başkanlığı altında kurulan kabine 4 red, 78 çekimsere karşı 269 oyla güven aldı.
23 ARALIK- Başbakan İnönü konuştu: '...Af, Hükümet programına alınmıştır. Bardağı taşıracak bir damla daha koyamayacağım. 
Bu durumda herkesin bana yardım etmesi lazımdır. Bardaklar doldurulmuştur. Taşıramam. Bir damla daha ilave edemem. 
Dün söylediklerime bugün ilave edecek tek cümle yoktur. Huzuru behemehal getireceğiz. Bütün sınıfların huzur içinde yaşaması lazımdır.'




26 Ekim 1961'de Cumhurbaşkanlığı Seçimi yapıldı. 638 milletvekilinin 607'si oylamaya katıldı. Milli Birlik Komitesi Başkanı Cemal Gürsel 1. turda 434 oyla 
Cumhurbaşkanlığa seçildi.

1962

1 OCAK- DP. Bayındırlık ve Müh" Eğitim Bakanlanndan Tevfik Heri (doğ: 1911) öldü. Cenaze töreninde olaylar çıktı.
7 OCAK- Fethiye'de büyük yangın.
18 OCAK- Komisyon 147'lerin üniversiteye dönmelerim kabul etti.
26 OCAK- General Sıtkı Ulay, tabiî senatörlükten çekildi.
1 ŞUBAT- İnönü: '...Açık konuşacağım. Bir yandan yann, bir ikinci ihtilalin olacağı rüzgarı, bir yandan 27 Mayıs'ın intikamı alınmaya çalışılıyor, havası estiriliyor. 
Herkes her sabah gazetesini açtığında yeni bir endişe ile karşılaşıyor. Bu yüzden vatandaşın siniri bozuluyor... Hükümet yanınızdadır. Hükümet kuvvetlidir ve sağlamdır. 
Türki¬ye'de hiçbir maceraya yer yoktur ve olmayacaktır.'
3 ŞUBAT- Eminsular 'Beyaz Kitap' yayınladı.
5 ŞUBAT- VII. Millî Eğitim şürası. Millî Eğitim Bakanı Hilmi İncesu-lu'nun konuşmasıyla Ankara'da açıldı.
8 ŞUBAT- Türkiye-Amerika Kredi Antlaşması imzalandı.
14 ŞUBAT- Bayar, tedavi için Kayseri Cezaevinden Ankara'ya getirilerek Ankara Tıp Fakültesi'ne yatırıldı. 17.2.1962'de tekrar geriye döndü.
18 ŞUBAT- İnönü'nün radyodan Türk Milleti'ne mesajı: '...Türk Silahlı Kuvvetleri'ne tecavüz mahiyetim taşıyan her davranışın kesin bir azimle karşısındayız... 
Hiç kimse, hızla gelişmeye muhtaç olan bir milletin kaderi ile oynamaya mezun değildir.'
22 ŞUBAT- Yirmi iki şubat Olayı. Ankara'da Harp Okulu Komutanı Albay Talat Aydemir ve arkadaştan,
Hükümet darbesine teşebbüs ettiler. Olay kısa saatler içinde bastırıldı. Katılan subaylar emekliye sevk edildi.
23 ŞUBAT- İnönü: '...Milletçe büyük bir badire atlattık... Bugün dünyaya karşı, milletiyle, ordusu ile dev kuvvetinde bir Türkiye vardır,' dedi.
5 MART- Anayasa Nizaminin millî güvenlik ve huzuru bozan bazı fiiller hakkında (38 sayılı) kanun kabul edildi.
25 MART- EOKA'cılar Kıbrıs'ta iki camiye bomba attılar. Bayraktar Camii minaresi harap oldu.
26 MART- Basın kartları yönetmeliğim yürürlüğe koyan (6/334) sayılı Bakanlar Kurulu karan yayınlandı.
12 NİSAN- Üniversite öğretim üyelerinden bazılarının diğer fakülte ve 1962 159yüksek okullara nakline dair 27.10.1960 tarihli ve 114 sayılı kanunun bazı maddelerinin kaldırılması ve yeni hükümler eklenmesi hakkın¬da (43 saydı) kanun kabul edildi. Bu suretle şurup giden ve 147'ler olarak adlandırılan konu halledildi.
22 NİSAN- Anayasa Mahkemesi'nin kuruluşu ve yargılama usulleri hakkındaki (44 sayılı) kanun kabul edildi.
22 NİSAN- Yüksek Hakimler Kurulu Kanunu (sayı: 45) kabul edildi.
10 MAYIS- Asker kişiler tarafından 22-23 Şubat 1962 olayları dolayısıyla veya daha evvel bu olaylara esas teşkil edebilecek mahiyette işlenen fiil ve hareketler için ceza kovuşturulması yapılmaması hakkında (50 saydı) kanun kabul edildi. (Bu suretle Talat Aydemir ve arkadaşları bu kez affedildiler).
22 MAYIS- CHP ile AP arasındaki 'Af tartışmağı sertleşti. İlk kademenin, Ekim ayından önce çıkmasını isteyen AP Genel Başkanı Gümüş-pala'ya İnönü; '...
Hükümet tebliği muvafakatiniz alınarak yayınlandı. şimdi bundan haberiniz yokmuş gibi konuşuyorsunuz!...' dedi.
27 MAYIS- İstanbul'da Küçükçekmece'de atom reaktörü hizmete girdi.
30 MAYIS- İnönü; AP'nin af ile ilgili tutumu üzerine istifa etti. CHP-AP koalisyonu çekildi.
2 HAZİRAN- İnönü, yeniden kabineyi kurmakla görevlendirildi. Çok güç şartlar içinde koalisyon anlaşması imzalandı. İkinci koalisyon kabinesi, 25.6.1962'de 259 lehte, 
134 aleyhte, 4 çekimser oy ile güven aldı.
9 HAZİRAN- Türkiye-Sovyetler Birliği telli telefon antlaşması imzalandı.
15 HAZİRAN- Millet Partisi kuruldu. (Bir süre önce CKMP'den ayrılan Osman Bölükbaşı, kurdu. CKMP'den ayrılan 29 milletvekili ve senatör katıldı.
20 HAZİRAN- Türkiye-Almanya sermaye yatırımlarının karşılıklı olarak teşvik ve himayesi antlaşması imzalandı.
21 HAZİRAN- Türkiye'de ilk defa devlet eliyle kurulan ve 1882 tarihin-1 den itibaren 'Umumî Kütüphane', 'Beyazıt Umumî Kütüphanesi', 
S 'Kütüphane-i Umumî' adlarıyla hizmet gören İstanbul'da Beyazıt Umumî Kütüphanesi'nin adı. Komisyonun 21.6.1962 gün ve 420-637 saydı kararıyla 
'Devlet Kütüphanesi' olarak değiştirildi ve ihtiva ettiği koleksiyonları itibariyle 'Araştırma kütüphanesi' haline getirildi.
26 HAZİRAN- Devlet bakanlarından bir veya birkaçına 'Başbakan Yardımcdığı' verilebileceği hakkındaki (55 saydı) kanun kabul edildi.
160 19628 HAZİRAN- Gülhane Askerî Tıp Akademisi, Ankara Tıp Fakültesi'nden ayrıldı.
23 TEMMUZ- Türkiye-Amerika Kredi Antlaşması imzalandı.
24 TEMMUZ- Türkiye, Müşterek Pazar'a ortak üye kabul edildi.
6 AĞUSTOS- Birleşik Amerika Cumhurbaşkanı Yardımcısı Lindon B. Johnson Türkiye'yi ziyaret etti. (Bilahare Cumhurbaşkanı olmuştur.)
27 AĞUSTOS- Amerika Barış Gönüllüleri Türkiye Bürosu kuruldu.
3 EYLÜL- "Eminsular" Ankara'da miting yaptılar.
10 EYLÜL- Mecburî iskana tabi 55 Ağa'nın yerlerine dönmesi kabul edildi.
1 EKİM- DP eski Bolu milletvekili, müebbet hapis, Reşat Akşemsettinoğlu Yunanistan'a sığındı.
2 EKİM- Ankara'da nümayişler. Başbakan İnönü konuştu: '...Esef verici hadiseler olmuştur. Bunların büyük sorumluluğu hükümete aittir... 
Fakat bunlar hükümetin icraatı değildir. Görevimizi ifa etmeye mecburuz. Emniyeti temin edeceğinize güveniyoruz. Vatandaşlara ilan ediyorum ki, bu türlü tecavüzlerin hiçbir taydaşı yoktur. Olaylara hakimim, hiçbir şey olmayacaktır.'
11 EKİM- Müşterek beyanname yayınlandı. '...27 Mayıs Millî bir devrimdir.
Büyük Meclis'in mensupları olan bizler, bir bütün halinde bu meşru temele yönelecek her tecavüzü birlikte karşılamaya azimli ve kararlıyız.'
16 EKİM- Anayasi'yı ihlal suçundan Yüksek Adalet Divanı'nca mahkum edilenlerin cezalarının kısmen afhhakkındaki 78 sayılı kanun kabul edildi. (258 tutukludan 7'si şartlı olarak tahliye edildi. Kayseri Cezaevi'nde 57 Yassıada mahkumu kaldı.)
23 EKÎM- Amerika; Sovyetlerin, Küba'yı bir nükleer üs haline getirilme-sini engellemek için adayı abluka etti. Küba için konuşan Başbakan inönü; 'Buhranı Türkiye'ye sıçratmak için gayretler var...' dedi.
27 EKİM- İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi Ankara'ya. geldi.
1962 16129 EKİM- Ankara Şeker Fabrikası hizmete girdi.
21 KASIM- TBMM; beş yıllık plam 219 kabul, 43 çekimser, 93 ret oyu üe kabul etti.
22 KASIM- Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios Türkiye'yi resmen ziyaret etti.
2 ARALIK- Adalet Partisi'nin Büyük Kongresi (1.inci) Ankara'da toplandı. Genel başkan Ragip Gümüşpala yeniden Genel Başkan Seçildi.
3 ARALIK- Üst rütbeli 11 hava subayı görevinden alındı.
7 ARALIK- CHP'de kaynaşma. Gülek, Erim ve Avni Doğan partiden ihraç edildiler.
14 ARALIK-16. CHP Kurultayı Ankara'da toplandı. İsmet İnönü yeniden Genel Başkan seçildi.
19 ARALIK- Milli Güvenlik Kurulu kuruldu.

1963


3 OCAK- Kıbrıs'ta Türk belediyelerinin lağvı kararını, Ankara-Zürih-Londra antlaşmalanna aykırı bulan Hükümet, Makarios'a sert bir nota verdi.
6 OCAK- Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) Siirt'te zengin bir petrol damarı buldu.
7 OCAK- Cibali Tütün Fabrikası'nda 3500 işçi yemek boykotu yaptı.
20 OCAK- istanbul'da Sarıyer'de tarihî Kefeliköy Oteli yandı.
24 OCAK- İstanbul'da yayınlanan Hürriyet gazetesinin 3 basın mensubu donarak görevleri basında öldüler. (Abidin Behpur, Yüksel Kasapbaşı. Yüksel Öztürk).
27 OCAK - Bakanlar Kurulu otomobil ve lüks eşya ithalini yasakladı.
1 ŞUBAT- Ankara semalarmda çarpışan iki uçak şehre düşerek 87 vatandaşın kaybına sebep oldu.
10 ŞUBAT- Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hürriyeti hakkındaki 171 sayılı kanun kabul edildi.
21 ŞUBAT- Türkiye-Amerika uzun süreli zirai maddeler antlaşması imzalandı.
23 ŞUBAT- Bazı suç ve cezaların affı hakkında (218 sayılı) kanun kabul edildi.
12 MART- Adalet Bakanlığı, Celal Bayatın sağlık durumu ile ilgili olarak bir bildiri yayınladı.
13 MART- İnönü'nün Bayar hakkındaki demeci: '...Bayar için. Hükümet olarak bir şey düşünmek, yetkimiz dışında. Mesele; sıhhî durumu, muayeneye arz edilmiş bir hükümlünün göreceği işlemdir.'
19 MART- İlk Ordu Pazarı hizmete girdi.
19 MART- İnönü'nün Ankara'da basın toplantısı. Kendisine önceden iletilen 56 soruyu cevaplandırdı. '...Hükümet zemin müsait olduğun162 1963da siyasi bir af çıkarmakta kararlıdır.'
22 MART- Celal Bayar; Kayseri Cezaevi'nden geçici olarak tahliye edildi. Basın mensuplarıyla konuştu.
24 MART- Ankara'da gösteriler. Gençler, 27 Mayıs'a karşı girişilen tahrikleri protesto ettiler.
25 MART- Ankara, İstanbul ve yurdun çeşitli bölgelerinde nümayişler, 27 Mayıs'a karşı tutum kınanıyor.
27 MART- Ankara'da Adalet Partisi Genel Merkezi tahrip edildi.
28 MART- Celal Bayar, tekrar tutuklandı.
6 NİSAN- Başbakan İnönü konuştu; '...Onbeş günlük olayların siyasf ha-yatımıza ne dersler öğrettiğini gelecekte göreceğiz, partilerin derlen¬me toplanmakta 
gayretlerinin ciddiyet derecesine bu devrede şahit olacağız.'
9 NİSAN- Türkiye-Almanya Teknik Yardım Antlaşması imzalandı.
11 NİSAN- Japon İmparatoru'nun kardeşi Prens Mikasa ve eşi Türkiye'ye geldi.
11 NİSAN- 26 Mayıs öğleden sonra başlamak ve 27 Mayıs günü devam etmek üzere 'Hürriyet ve Anayasa Bayramı' (sayı: 221) kabul edildi.
18 NİSAN- Denizaltı, dalgıç ve Kurbağa Adam tazminatı (223 saydı) kanun kabul edildi.
21 NİSAN- 'Genç Kemalistler Ordusu' adlı bir örgüte bağlı beş subay tutuklandı.
30 NİSAN- Türkiye Süt Endüstrisi Kanunu (sayı: 227) kabul edildi.
10 MAYIS- Ankara'da Türk Devrim Diyanet Sitesi'nin temeli atıldı.
20/21 MAYIS- Talat Aydemir'ın ikinci defa ihtilal teşebbüsü.
21 MAYIS- Ankara-İstanbul-İzmir'de sıkıyönetim. Başbakan İnönü Cumhuriyet Senatosu'nda 20/21 Mayıs gecesi olan olaylar hakkında açıklama yaptı: '...
Türk Silahlı Kuvvetleri, Anayasayı milletle beraber her türlü tecavüzden koruyacaktır...' dedi ve dakikalarca ayakta alkışlandı.
3 HAZİRAN- Ankara'da 3 mahkeme kuruldu.
7 HAZİRAN- İhtilal sanıklarının (103 kişi) Ankara-Mamak Askeri Mahkemesi'nde duruşmaları başladı.
11 HAZİRAN- Kabine'den CKMP'li üç bakan (A.Yörük, M.Ete, C.T.Ka-rasapan) çekildi.

Birinci Dünya ve İstiklal savaşlanna 4tirak eden Vecihi Hürkuş'a vatanî hizmet tertibinden aylık bağlanmasına dair (249 sayılı) kanun kabul edildi.
1963 163(Vecihi Hürkuş'un yurdumuzda sivil havacdığm kurulmasmda büyük emeği geçmiş, bir çok öğrenci yetiştirmiş» o yıllarda dahi çok basit kendi yapımı olan uçaklarla uçarak havacılık zevkini memlekete aşılamış bir pilottur.)
13 HAZİRAN- 1459 Harp Okulu öğrencisinin duruşması Ankara'da başladı.
25 HAZİRAN- Anayasa Mahkemesi, ilk duruşma ile görevine başladı.
28 HAZİRAN- Komünist eğilimli oldukları gerekçesiyle 12 kişi tutuklandı.
2 TEMMUZ- Turizm ve Tanıtma Bakanlığı Kanunu (sayı: 265) kabul edildi.
11 TEMMUZ- Prof.Dr. Tevfik Sağlam (doğ: 1882) öldü.
14 TEMMUZ- Fransız Başbakanı George Pompidou Türkiye'ye geldi.
15 TEMMUZ- Sendikalar Kanunu (sayı: 274) kabul edildi.
15 TEMMUZ- Grev ve Lokavt Kanunu (sayı: 275) kabul edildi.
17 TEMMUZ- Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu kurulması hakkında (278 saydı) kanun kabul edildi.
18 TEMMUZ- Türkiye-Rusya arasında Telli-Telefon irtibatı kurulmasına ve mevcut radyo-telgraf servisine dair antlaşma (sayı: 292) onaylandı.
23 AĞUSTOS- Türkiye-Almanya Malî Yardım Antlaşması imzalandı.
5 EYLÜL- 20/21 Mayıs ihtilaline katılanlar için Mamak Askerî Mahkemesi karar verdi. T.Aydemir, F.Gürcan, E. Dinçer, İ. Baş, C. Kırca, O. Deniz, A. Güçal ölüm cezasına; 29'u da müebbet hapse mahkum oldular .
11 EYLÜL- II. No'lu Sıkıyönetim Mahkemesi'nde; 1493 Harp Okulu öğrencisi suçsuz bulundu, 75 öğrenci mahkum oldu.
12 EYLÜL- Türkiye Ortak Pazar'a girdi.

ANKARA ANLAŞMASI


Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) arasında ortaklık yaratan anlaşma 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara'da imzalandı. Bu anlaşma Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin hukuki temelini oluşturmaktadır. 


Anlaşma ve Ekleri:

http://www.antimai.org/ab/aetankara.htm



14 EYLÜL- İsmet İnönü; yıllar boyu dargın bulundukları Atatürk'ün yaverierinden Kılıç Ali ile barıştı.
17 EYLÜL- Millî Mücadele kahramanlarından Telgrafçı Manastırlı Hamdi Efendi eşi Hasibe Martonaltı'ya vatanî hizmet tertibinden maaş bağlanması hakkında 
(330 sayılı) kanun kabul edildi. (Hamdi Efendi; İstanbul'un işgalini Atatürk'e ilk haber veren kişidir. Anadolu Kurtuluş Cephesi'ne büyük hizmetleri vardır.)
2 EKİM- Sivas Kongresi'ne seçilen Temsil Heyeti üyeleriyle Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin birinci döneminde bulunan üyelere vatanı hizmet tertibinden aylık 
bağlanması hakkındaki kanuna geçici bir madde eklenmesi hakkında (342 sayılı) kanun kabul edildi, (ilk kanun: 15.12.1948 gün ve 5269 sayılıdır.)
11 EKİM- Anayasa Mahkemesi, DP iktidarı zamanında çıkan CHP'ye ait malların hazineye intikali ile ilgili (6195 sayılı) kanunu iptal etti.
15 EKİM- Türkiye-Amerika Kredi Antlaşması imzalandı.
17 EKİM- Sıkıyönetim; 69'a karşı, 229 oyla İstanbul ve Ankara'da iki ay uzatıldı. (Karar: 86, RG. 11587).
26 EKİM- Askeri hakimler ve Askerî savcılar (Sayı: 357) kanunu kabul edildi.
31 EKİM- 7 ölüm cezasından 4'ü onaylandı.
17 KASIM- Mahallî seçimler yapıldı. 42 ilde AP, 23 ilde CHP kazandı.
23 KASIM- Birleşik Amerika Devlet Başkanı Kenndy öldürüldü.
24 KASIM- Başbakan İnönü, Başkan Kennedy'nin cenaze töreninde bulunmak üzere Amerika'ya gitti.
27 KASIM- Başbakan İnönü'nün Amerika'da bulunduğu sırada YTP. Müşterek Grubu çekilme karan alınca, 2. Koalisyon çöktü.
30 KASIM- Kıbrıs anayasasında değişiklik yapılması için Makarios Türk Hükümeti'ne muhtıra verdi.
2 ARALIK- Başbakan inönü döndü. Istifasını verdi. '...Koalisyonun dağıldığı hakkındaki haberi, Amerika'da herkesle beraber duydum. Durumu henüz etraflıca bilmiyorum. 
Demokratik rejimlerde böyle hadiseler olacak. Rejim, bu olayların içinden memleketi çıkarma ted¬birlerim bünyesinde taşır... Hükümet buhranın halledilmesine elbirliğiyle çalışılmasın! tavsiye ederim...'

2 ARALIK- Karadeniz Teknik Üniversitesi Trabzon'da açıldı.
2 ARALIK- Karadeniz Teknik Üniversitesi yeni binasının temeli atıldı
2 ARALIK- Türkiye-İsveç Kredi Antlaşması imzalandı.
10 ARALIK- Türkiye-Avusturya Kredi Antlaşması imzalandı.
11 ARALIK- Millî Güvenlik Kurulu kuruldu.
14 ARALIK- inönü; Hükümet kurmakla 3. defa yeniden görevlendirildi.
21 Aralık- Kıbrıs'ta Türk toplumuna karşı girişilen sistemli saldırılar raz daha arttı. Bu işi planlayanlar, Türkiye'deki her hükümet buhra mndan yararlanmakta 
gecikmiyorlar.
23 ARALIK- Kıbrıs'ta üç Türk şehit edildi. EOKA saldırışı devam yor.
24 ARALIK- Türk Hava Kuvvetleri'ne bağlı jet uçakları Kıbrıs semalarında göründüler ve ilk ihtarı yaptılar.
24 ARALIK- Başbakan İsmet İnönü, TBMM'inde Kıbrıs için konuştu:
"Bugün Türk uçaklar Kıbrıs'taki mücadele meydanlarına gitmişler, görünmüşler ve ilk ihtarı yapmışlardır.
Biz her meselede, iç hayatımızda olduğu gibi dış münasebetlerde de kanun nizamma bağlı olan bir devlet ve milletiz. Kanun nizamı haricinde bir muamele ve tecavüz yapmak isteyenlere karşı kuvvetimiz, İrademiz sarsılmaz bir surette tesiri gösterecektir.

Milletimiz programımızla, hadiselerin her safhasından haberdar olacak ve bize desteğim, yardımım esirgemeyecektir. Bu kanaatla vazifeye başlıyoruz.
Saygılanmia."

24 ARALIK- Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) kanunu kabul edildi.
25 ARALIK- İnönü, Bağımsızlarla yeni kabineyi kurdu.
27 ARALIK- Yurdun çeşitli yerlerinde Kıbrıs için mitingler. Ankara'da İnönü, gençlere seslendi:'Millî menfaatleri azim ve basiretle takip eden bir hükümet olduğum itimat ediniz, müsterih olunuz.'
28 ARALIK- Kıbrıs'tan aralarında 2 kadın ve üç çocuğun da bulunduğu 23 yaralı uçakla Ankara'ya getirildi.
29 ARALIK- İnönü; Kıbrıs'tan getirilen yaralı Türkleri hastanede ziyaret etti.
30 ARALIK- Kıbrıs buhranı bütün şiddetiyle sürdürülüyor. Başbakanla basın mensuptan arasında geçen konuşmalardan:
- 'Çizmenizi ne zaman giyeceksiniz?...
- Çizmem yok, aklım var!...

1964


4 Ocak 1964 : İnönü'nün 10. ve son kabinesi 175'e karşı 225 oyla güvenoyu aldı. Kabinede 3 Bağımsız Milletvekili bulunuyordu. Ferit Melen, Maliye Bakanlığı; Bülent Ecevit ise Çalışma Bakanlığı görevlerine getirildi. 

9 Ocak 1964 : Ünlü yazar Halide Edip Adıvar (Doğumu:1884) öldü. 

15 Ocak 1964 : Kıbrıs Konferansı Londra'da başladı. 

23 Ocak 1964 : Kıbrıs'ta Bayraktar Camii tekrar bombalandı. EOKA saldırıları bütün hızıyla devam ediyor. 

31 Ocak 1964 : Londra'da toplanan Kıbrıs Konferansı başarısızlıkla dağıldı. 

6 Şubat 1964 : Kurtuluş Savaşı Komutanlarından Albay Şefik Aker (Doğumu:1877) öldü. 

12 Şubat 1964 : Kıbrıs'ta Türklere yönelik kanlı saldırılar oldu. 

15 Şubat 1964 : Kıbrıs Konferansı'nın başarısız olması üzerine, İngiltere, Birleşmiş Milletlere başvurdu. 

21 Şubat 1964 : Başbakan İsmet İnönü'ye, Mesut Suna adlı bir kişi tarafından suikast teşebbüsünde bulunuldu. 

4 Mart 1964 : Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 'beşli planı' kabul etti. Kıbrıs'a üç ay için milletlerarası barış kuvveti gönderilmesine karar verildi. 

12 Mart 1964 : Kıbrıs'a müdahale için garantör devletlere 48 saat süre verdik. İnönü: "... Ültimatom verdim. Bir reaksiyon göstermezse çıkartma yapacağım... 
Sabrediyoruz." 

16 Mart 1964 : TBMM, Kıbrıs'a gerektiğinde müdahalede bulunmak için İnönü Hükümetine yetki verdi. Oylamaya katılan 495 üyeden, 4'ü çekimser, 6'sı red, 485'i olumlu oy kullandı. 

7 Nisan 1964 : Başbakan İnönü, Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios'a mektup gönderdi. Türklere yönelik saldırılar devam ediyor. 

27 Nisan 1964 : Ankara'da 2. Çubuk Barajı hizmete açıldı. 

5 Mayıs 1964 : TBMM'de, Kıbrıs politikası üzerine yapılan genel görüşmede İnönü: "... Kıbrıs'taki Türkleri hür yaşatmak şeref görevimizdir... 
Aksi bir hal çaresine bizi razı etmeye kimsenin gücü yetmeyecektir." dedi. 

7 Mayıs 1964 : Türk Karasuları 6 deniz miline çıkartıldı. 

3 Haziran 1964 : Kurtuluş Savaşı Komutanlarından Orgeneral Kazım Orbay (Doğumu:1887) öldü. 

5 Haziran 1964 : Türk Hükümeti'nin Kıbrıs'a müdahale kararı üzerine ABD Başkanı Lindon B. Johnson'ın muhtemel Sovyet müdahalesine ve 
Amerikan yardımından alınan silahların kullanılmasının kabul edilemeyeceğine dair mektubu: (Bu mektup 13.01.1966 tarihli Senato kararıyla kamuoyuna açıklanmıştır.) 


5 Haziran 1964 : Adalet Partisi Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala (Doğumu:1897) öldü. 

7 Haziran 1964 : Senato kısmi seçimleri yapıldı. AP:31, CHP:19, Bağımsızlar:1 senatörlük kazandılar. 

9 Haziran 1964 : Başbakan İnönü, Başkan Johnson'ın mektubunu cevaplandırdı. (Bu mektup, 13.01.1966 tarihli Senato kararıyla kamuoyuna açıklanmıştır.) 

19 Haziran 1964 : Başkan Johnson'ın davetiyle Amerika'ya hareket etmeden önce Hükümetin Kıbrıs politikası ile ilgili olarak güvenoyu isteyen İnönü, 
194 aleyhte ve 2 çekimser oya karşın 200 lehte oy aldı. 

- Ankara ve İstanbul'da sıkıyönetim 1 ay daha uzatıldı. 

21 Haziran 1964 : Başbakan İnönü, ABD Başkanı Johnson'ın özel uçağı ile Amerika'ya hareket etti. 

23 Haziran 1964 : Talat Aydemir ve Fethi Gürcan haklarındaki ölüm cezalarının yerine getirilmesine, Osman Deniz ve Erol Dinçer haklarındaki ölüm cezalarının ise yerine getirilmemesine dair kanun kabul edildi. 

24 Haziran 1964 : İnönü, Washington'dan ayrılırken açıklama yaptı: "Meselenin güçlüklerini saklamak istemiyoruz. Fakat Amerikalılar ile birlikte dün vardığımız netice, bu güçlüklerin hallini kolaylaştıracaktır.... Savaş tehlikesi devam ediyor!.. Enosisi kabul ederiz, şu şartla ki Ada'nın bir kısmı Türkiye'ye bir kısmı Yunanistan'a verilsin." 

27 Haziran 1964 : Fethi Gürcan idam edildi. 

1 Temmuz 1964 : İnönü, Amerika dönüşü Fransa'ya da uğrayarak General de Gaulle ile görüştü. Türkiye'nin Kıbrıs politikasını anlattı. 

2 Temmuz 1964 : İnönü yurda döndü. Basın mensuplarına: "İyi bir netice ile yurda geldim..." dedi. 

5 Temmuz 1964 : 20 Mayıs darbe girişiminin başı Albay Talat Aydemir idam edildi. 

16 Temmuz 1964 : Kıbrıs'ta Rumlar, Girne (St. Hilarion) Kalesini zorlamaya başladılar. Kıbrıs yeniden kana bulandı. Türklere yönelik şiddetli saldırılar yapılıyor. 

- Hamidiye kahramanı, Cumhuriyet'in ilk Başbakanlarından Rauf Orbay (Doğumu:1881) öldü. 

7 Ağustos 1964 : Türk Hava Kuvvetlerine bağlı jetler, Kıbrıs üzerinde ihtar uçuşu yaptı. 

8 Ağustos 1964 : Kıbrıs'ta Rumlar saldırılarını ve katliamlarını artırınca, jetlerimiz Kıbrıs üzerinde uçmaya ve askeri hedefleri bombalamaya başladı. Bir uçağımız düştü, pilot Yüzbaşı Cengiz Topel şehit oldu. 

10 Ağustos 1964 : Sovyetler Birliği Başkanı Nikita Kruşçef, Başbakan İnönü'ye mesaj göndererek itidal tavsiye etti. 

27 Ağustos 1964 : Amerika'nın Kıbrıs konusunda Türkiye'yi sürekli fedakarlığa zorlaması nedeniyle, Ankara'da ilk kez Amerika aleyhtarı gösteri yapıldı. 

28 Ağustos 1964 : Ankara'da Amerika aleyhtarı ikinci miting yapıldı. 

29 Ağustos 1964 : Ankara, İstanbul ve İzmir'de Kıbrıs için mitingler yapıldı. 

30 Ağustos 1964 : Hükümet, mitingler dolayısıyla İzmir Fuarını süresiz kapattı. 

7 Eylül 1964 : Kıbrıs Erenköy'e helikopter ile yiyecek gönderildi. 

30 Eylül 1964 : SSCB ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasında askeri yardım antlaşması imzalandı. 

5 Ekim 1964 : Hükümet, Kıbrıs'ta Rumların yarattığı tehlikeli durum dolayısıyla Birleşmiş Milletler'e başvurdu. 

25 Ekim 1964 : Tatvan-Muş demiryolu hizmete açıldı. 

30 Ekim 1964 : Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin, Sovyetlerin gönderdiği uçakla Moskova'ya gitti. 

8 Kasım 1964 : Celal Bayar 6 ay süre ile serbest bırakıldı. 

16 Kasım 1964 : Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay, bazı politikacıların konuşmaları üzerine parti liderlerine ikaz mektubu göndererek; 
1-Memleketin iki hasım kampa itilmek istenildiğini, 
2-Orduyu, halkın karşısında gibi gösterilmeye çalışıldığını, 
3-Komutan ve subayların bu durumdan hoşnutsuz bulunduklarını, belirterek, bunların kesin olarak önlenmesini istedi. 

22 Kasım 1964 : Cumhurbaşkanı Gürsel başkanlığında toplanan liderler, rejimin korunması konusunda anlaştılar. 

25 Kasım 1964 : Kurtuluş Savaşı Komutanlarından Korgeneral Naci Tınaz (Doğumu:1882) öldü. 

29 Kasım 1964 : AP 2. Büyük Kongresinde Süleyman Demirel 1072 (Bilgiç: 552, Arıburnu: 39) oy alarak genel başkan seçildi. 

3 Aralık 1964 : Genel kurmay Başkanı Cevdet Sunay'ın bazı basın sahipleri ve politikacıları suçlayan demeci 'Kim' dergisinde yayınlandı. 

9 Aralık 1964 : Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in, parti liderleriyle yaptığı toplantı ile ilgili bir bildiri yayınlandı: "... Tarihin hiç bir devrinde, hiç bir ülkede, siyasi partiler, kendilerine vücut veren anayasa rejiminin meşrutiyetinin istismar edilmesine müsaade etmedikleri gibi ve bundan daha vahim olarak, devletin beka ve güven müesseselerinin başında olan ordusuna dil uzatılmasını veya uzatılmış olduğu iddiasını müsamaha veya sükut ile karşılamamışlardır..." 

20 Aralık 1964 : Türkiye-Bulgaristan futbol maçı esnasında, Ali Sami Yen stadının parmaklıkları çöktü, 70 kişi yaralandı. 

1965


4 Ocak 1965 : Sovyetler Birliği Yüksek Şürası Heyeti Başkanı Podgorny başkanlığında bir heyet Türkiye'ye geldi. 
10 Ocak 1965 : 150 kişilik bir grup, İstanbul'da Türkiye İşçi Partisi (TİP) idarecilerinin toplantılarını bastı. 
22 Ocak 1965 : Birleşik oy pusulası ile ilgili seçim kanunu kabul edildi. 
13 Şubat 1965 : 1965 yılı bütçesi 197'ye karşı 225 oy ile reddedildi. İsmet İnönü istifa etti. 
16 Şubat 1965 : Kabineyi kurmakla Suat Hayri Ürgüplü görevlendirildi. 
4 Mart 1965 : Ürgüplü Kabinesi 200 red, 1 çekimser oya karşın 231 oy ile güvenoyu aldı. Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcısı olarak Kabineye girdi. 
12 Mart 1965 : Kozlu'da devam eden grevde, kanlı olaylar yaşandı. 
31 Mart 1965 : BM tarafından Kıbrıs'a arabulucu olarak gönderilen Plaza, Türk görüşü ve antlaşmalar aleyhindeki raporunu açıkladı. 
8 Nisan 1965 : Anayasa'yı ihlal suçundan Yüksek Adalet Divanı'nca mahkum edilenlerin cezalarının kısmen affı hakkındaki kanun kabul edildi. Bu kanunla Yassıada mahkumlarından bazıları affedildiler. 
1 Haziran 1965 : Atina'da Yunanistan ile ikili görüşmeler başladı. 
22 Haziran 1965 : Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri hakkındaki kanun kabul edildi. 
6 Temmuz 1965 : Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) kanunu kabul edildi. 
13 Temmuz 1965 : Siyasi Partiler kanunu kabul edildi. 
14 Temmuz 1965 : Türk Silahlı Kuvvetleri'nde piramidi korumak için, 40 general ve Amiral emekliye sevk edildi. 

9 Ağustos 1965 : Başbakan Ürgüplü Sovyetler Birliğine gitti. 
17 Ağustos 1965 : Ürgüplü, Sovyetler'den döndü. "Planımıza dahil olan bir çok tesislerimizi Rusya'dan sağlayacağız..." dedi. 
10 Ekim 1965 : Milletvekili seçimleri yapıldı. 
AP 240 Milletvekili 79 Senatör 
CHP 134 " 48 " 
CKMP 11 " 4 " 
YTP 19 " 8 " 
MP 31 " 2 " 
TİP 14 " - 
SDP - 1 " 

Bağımsız 1 " 40 " 




23 Ekim 1965 : Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel Kabineyi kurmakla görevlendirildi. 
24 Ekim 1965 : Genel nüfus sayımı yapıldı. Nüfusumuz: 31.351.421 
11 Kasım 1965 : 1. Demirel Kabinesi, 172 red, 10 çekimser oya karşın 252 oyla güvenoyu aldı. 

Başbakan Süleyman Demirel 

17 Aralık 1965 : Birleşmiş Milletler Siyasi Komisyonu'nda, Makarios'un Kıbrıs hakkındaki tezi, 51 çekimser, 6 red oya karşın 47 lehte oy ile kabul edildi. Türkiye lehinde oy verenler: ABD, Arnavutluk, Pakistan, İran ve Libya. SSCB çekimser oy kullandı. BM'deki delegelerimiz aleyhimizdeki karar üzerine salonu terk ettiler. 

Karar: 

1-BM Teşkilatı'nın eşit haklara sahip üyesi sıfatıyla Kıbrıs Cumhuriyeti, BM Yasasına göre, hükümran ve bağımsız bir ülkedir ve bu ülkeye yabancı müdahalesi kabul edilemez. 
2-Bütün devletler, BM Yasası ve özellikle bu yasanın 2. maddesinin 1. ve 4. paragraflarına uyarak Kıbrıs Cumhuriyeti'nin hükümranlık, birlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı göstermeye ve bu ülkeye herhangi bir müdahalede bulunmaktan imtina göstermeye davet edilir. 
3-Güvenlik Konseyi'nin 4 Mart 1964 tarihinde alınan karar gereğince bu ülkede arabuluculuk görevinin devam ettirilmesi tavsiye edilir. 

18 Aralık 1965 : Türkiye, BM'in Kıbrıs'a müdahalede bulunulmayacağına dair kararını kabul etmeyeceğini, Londra ve Zürih Antlaşmalarının uygulanacağını kesin olarak ilan etti. 
19 Aralık 1965 : Muhalefet Lideri İnönü, Kıbrıs hakkındaki BM kararını: "... Bu büyük bir siyasi basiretsizliktir..." diye niteledi. 
20 Aralık 1965 : BM'in Kıbrıs konusundaki kararı üzerine, yurdun çeşitli yerlerinde protesto gösterileri yapıldı. Vatandaşlar Ankara'da Genel Kurmay'ın önünde; 

"Ordu Kıbrıs'a..." diye bağırdı. 

29 Aralık 1965 : TBMM'de Kıbrıs hakkında açılan genel görüşme sona erdi. 
Nihat Erim: "Amerika, komünizmi önleyeceği zannıyla bu 15.000 Yunan askerinin Ada'ya gitmesine, NATO silahlarının girmesine göz yummuştur. Şubat, Mart ve Haziran 1964'de yapılan üç çıkarma teşebbüsü ciddi teşebbüslerdi ve üç teşebbüsünde karşısına Amerika bütün gücüyle çıkmıştır..." 
Alparslan Türkeş, eski ve yeni hükümetleri suçlayarak derhal Kıbrıs'a çıkarma yapılmasını istedi. 
İ. Sabri Çağlayangil: "Geçmişi unutmak ve muhasebeyi, davayı çözümledikten sonraya bırakmak gerekir." 
30 Aralık 1965 : Kıbrıs'taki BM arabulucusu görevinden istifa etti.