31 Ocak 2017 Salı

Türk Tezi



Türk Tezi


“Esas olan, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu essas ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla elde edilebilir. Ne kadar zengin ve refah içinde olursa olsun bağımsızlıktan mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık olamaz.
“ Yabancı bir devletin himaye ve sahipliğini kabul etmek, insanlık vasfından mahrumiyeti, acizlik ve miskinliği itiraftan başka birşey değildir. Hakikaten bu seviyesizliğe düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.
“ Halbuki Türk’ün haysiyet ve şerefi ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Büyük bir millet esir olarak yaşamaktansa mahvolsun daha iyidir!..
“ Öyleyse Ya İstiklâl Ya Ölüm.”

Mustafa Kemal

Türk Tezi

















Türkler 1000 yıldır Anadolu’dadır. 1000 yıllık Türk hakimiyeti Türk insanı ile coğrafyayı bütünleştirmiştir. Türk insanının toprağına olan bağlılığı Türk Tezi’nin en önemli dayanağıdır. 1000 yıldır Anadolu’dan atılamayan Türkleri bu topraklardan atabilecek bir güç mevcut değildir.


1000 yıldır Anadolu’dan atılamayan Türkleri bu topraklardan atabilecek bir güç mevcut değildir.











Türk Tezi nedir?


Türk Tezi, Mustafa Kemal’in 1919-38 yılları arasında uyguladığı politikadır. Temeli tam bağımsızlıktır.

Mandacı anlayışlara göre Türk toprağı, metropoller için üs, Türk insanı metropoller için paralı askerdir. Mandacılara göre, Türk toprağı ve insanı, sömürgeci ülkelerin desteğinin alınması için bir kozdur. Bu kozu pazarlayarak, Türkiye’yi daha güçlü bir ülke yapacakları iddiasıyla ortaya çıkarlar.

Ancak, mandacıların göremedikleri ya da görüp de halkın görmesine istemedikleri şey, bir metropolün uydusuna bakışıdır. Örneğin tüm Avrupa devletleri, ABD ve Rusya, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ülkemizi “hasta adam” olarak görüyorlardı.
Her uydu gibi, Türkiye de, metropol için sadece bir uydudur. Ama Türkiye, özel konumu itibarıyla uydudan biraz daha fazla birşeydir.
Metropoller, kimi uydularının uydu olarak yaşamasına razı olurlar. O uyduların sömürgeleri olarak kalmaları, metropole rant aktarmaları yeterlidir. Ancak Türkiye için bu geçerli olamaz. Çünkü Türkiye, gerek Hıristiyanların, gerekse Yahudilerin hak iddia ettikleri Anadolu’dadır.
Batılı ülkelerle Türklerin Haçlı Savaşları bilinmektedir. Bunun nedeni, Hıristiyan Batılının, Hıristiyan toprağı olarak gördüğü Anadolu’yu Türklerden geri almak istemesidir. 1000 yıldır bu amaçlarına ulaşamasalar da, bu amaçtan vazgeçmemişlerdir. Örneğin İstanbul, hem Katolik, hem Ortodoks Hıristiyanlar için asla vazgeçilemeyecek dini merkezdir.
Aynı şekilde Yahudiler için de Anadolu toprakları kutsaldır. Onlara Tanrının vaadettiği topraklardır. Bu vaade ulaşmak için çalışmaktadırlar. Türk toprağının bu dinsel niteliği, Türkiye’yi işgal edilecek bir ülke, Türkleri de Anadolu’dan kovulması gereken bir kavim haline getirmektedir.


Dört cephede de Batı Hakimiyeti

Türk tezi'nin Coğrafi dayanakları










Türk Tezi’nin dayanakları:
1-Anadolu 
2-Türk Coğrafyası 
3-Ortadoğu 
4-Ezilen dünya.

İdeolojik planda dayanaklar:
1-Milliyetçilik 
2- Türklük 


3- Üçüncü Dünyacılık 
4- Antiemperyalizm

Türkiye Cumhuriyeti’nin tam bağımsız olabilmesi için, askeri, siyasi, ekonomik, kültürel vs her alanda tam bağımsız olması gerekmektedir. Ancak Türkiye bugün bu durumda değildir.


Öncelikle askeri açıdan NATO’ya bağlıdır. Bu, Türk Ordusu’nun Türkiye ve Türkler için bir güvence olmasını zedelemektedir. Bu bakımdan Türk cephesinde bir gedik açılmıştır.
Siyasi açıdan Türkiye Batı kampına mensuptur. ABD ile stratejik müttefiklik ilişkisi ve AB’yle tek taraflı bağımlılık ilişkisi, Türk siyasetinin tümüyle Batı yörüngesinde olmasını getirmiştir. Siyasi bakımdan Türkiye cephesi, Batının cephesi haline gelmiştir.
Ekonomik açıdan, dışa bağımlı modeller, Türk ekonomisini kendine yeterlilikten çıkartmıştır. Türkiye bir savaş durumunda kendi halkını en fazla iki ay besleyebilecek kadar güçsüz bir ülke durumundadır.
Bunun ötesinde ekonomik sistem, ancak yabancı para akışı sayesinde dönebilmektedir. Tüm sektörleriyle ekonomi metropollerin tam bir uydusudur. Ekonomi cephesi Batının çok güçlü olduğu bir alandır. Burada Türkiye’nin potansiyeli çok büyük olduğu için bu cephede, bir “darbe” ile konumlanışı tersine çevirme imkanı vardır.
Kültürel alanda Türkiye, Batı, Hıristiyan ve Yahudi kültürlerinin etkisi altındadır. Kültürün her alanından Türk dışlanmış durumdadır. Bu alanda da Batılılar çok güçlüdür. Ayrıca gerici akımın etkisi, bu cephenin Batcı-gerici bir ittifaka teslim olması anlamını taşımaktadır. Ulusal kültür savaşı için hem Batıcılığın hem de gericiliğin yarattığı tahribatın giderilmesi gerekmektedir.


Türk Coğrafyası











< Türk Coğrafyası: Tarihsel ve Güncel Gerçeklik >



Türk Tezı’nin dayanakları

Görüldüğü gibi Türkiye, bu dört alanda da önemli ölçüde Batının tam uydusu haline gelmiş durumdadır. Her uydu gibi, metropolün çekim kuvvetine karşı bir itme kuvveti oluşturarak, yörüngeden çıkartmak mümkündür. Ancak bu yörünge değişikliği için bazı dayanakların olması gerekmektedir.
Türk Tezi’nin dayanakları mevcuttur.
1-Türkler 1000 yıldır Anadolu’dadır. 1000 yıllık Türk hakimiyeti Türk insanı ile coğrafyayı bütünleştirmiştir. Türk insanının toprağına olan bağlılığı Türk Tezi’nin en önemli dayanağıdır.
1000 yıldır Anadolu’dan atılamayan Türkleri bu topraklardan atabilecek bir güç mevcut değildir. Türk insanına, Türk insanının savaşma gücüne, direnme gücüne dayanmak Türk Tezi’nin ana dayanak noktasıdır.
2-Türkiye Cumhuriyeti, Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar uzanan Türk coğrafyasının bir parçasıdır. Bu coğrafi alan Türk’ün doğal dayanağı ve sığınağıdır.
Ancak bunu değerlendirebilmek için, Türk coğrafyasının benimsenmesi gerekmektedir. Böyle baktığımız zaman Batı Trakya’dan başlayan Türk toprakları, Anadolu’dan geçerek, Kafkaslar ve Azerbaycan yoluyla Orta Asya içlerine kadar gitmekte, oradan Moğolistan’a ve Sibirya’ya kadar uzanmaktadır.
Bu geniş coğrafya Türklerin 5000 yıllık ata yurdudur. Bu yurtta Türk toprakları sömürgeci Rus metropolünün uydusu haline gelmiştir. Ancak bu uyduluk Türk Birliği bir çekim gücü haline geldiği an bitecektir.
3-Türkiye, Ortadoğu’nun merkezidir. Bu, sadece coğrafi olarak değil tarihi olarak da böyledir. Osmanlı mirası Türkiye Cumhuriyeti’ni Ortadoğu’nun varisi yapmaktadır. Türkler bu topraklar üzerinde manevi bir otoriteye sahiptir.
Bu otorite maddi bir güç haline getirilirse, Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli bir dayanağı olacaktır. Batılı Hıristiyan ve Yahudilere karşı mücadelede, Türkler, aynı zamanda Müslüman halkların savunucusu oldukları zaman bu otorite yeniden kurulacaktır.
Ancak bu otorite artık, çağdaş bir temele dayanmalıdır. Bu temel, Şeriatçılığın dışlandığı, ulus temelli bir antiemperyalizm ve Batı karşıtlığıdır.
4-Tüm dünyada antiemperyalist mücadele ve hareketler Türkiye’nin lojistik dayanaklarıdır. Bu hareketlerle işbirliği ve mücadele birliği geliştirmek Türk Tezi’ni güçlendirecektir.
Burada önemli bir avantaj, Türklerin Batılı ülkeler dahil tüm dünyaya yayılan nüfus gücüdür. Avrupa ülkelerindeki yaklaşık 5 milyon Türk, Türk Tezi’nin birer uç unsurları olarak kullanılmalı, Batılı sisteme orada bir tehdit unsuru oluşturacak şekilde değerlendirilmelidir.

Türk Seddi
< Artan Kürt bölücülüğü ve azınlık ırkçılıkları, Türk nüfusunu sıkıştırmaktadır. Kürtçülük istilacılık şeklinde yayılmakta, Türk nüfusunu eritmektedir. Buna karşı Türk bölgelerde bir Türk seddi kurulacaktır. Kürt istilacılığının yayılma noktası olan, Akdeniz’le Güneydoğu Anadolu’nun birleşme noktasında Türk seddi kurulacaktır.
O nedenle Hatay-Adana-Mersin bölgesi ile Antep ve Maraş’tan oluşacak bölge Türk direnme bölgesi olarak belirlenerek burada bir Türk direniş örgütlenmesine gidilecektir. >
İdeolojik dayanaklar

Görüldüğü gibi Türk Tezi’nin güçlü dayanakları bulunmaktadır. Ancak bu dayanaklar bugün değerlendirilmediği gibi, bu dayanakların ortaya konulması bile bir türlü kabul edilemez. Çünkü hiçbir emperyalist güç uyuyan dev Türklerin uyanmasını istemez.
Bu konuda hem ABD, hem Avrupa, hem de Rusya ortak hareket ederler. O nedenle Türk Tezi, her tür metropole ve her türden uyduculuğa karşı konumlanır ve bunun mücadelesi yürütür.
Türk Tezi’nin bir de ideolojik dayanakları vardır. Bunlar ise sırasıyla şunlardır:

1-Milliyetçilik
2-Türklük
3-Üçüncü Dünyacılık
4-Antiemperyalizm
Türk Tezi bu ideolojik dayanakları kullanarak kendisini ortaya koyabilir. Bunun için büyük bir ideolojik seferberlik ve mücadele gerekmektedir. Sonuçta uyduluğa karşı mücadele, uydu kafalarla mücadeledir.
Türk Tezi, dört ideolojik dayanak noktasında savunulmalı, kökü dışarda mandacı ideolojilere karşı mücadele edilmelidir. Bugün Türkiye’de pek çok farklı ideoloji mevcuttur. Ancak tüm farklılıklara karşın bu ideolojiler, mandacılıkta birleşirler. Bu nedenle tüm bu ideolojileri kökü dışarda ideolojiler olarak adllandırmak doğru olacaktır.

Kürt istilasındaki Türk limanları
< Türk toprağında güçlü olmak için, liman şehirlerinde denetim kurmak gerekmektedir. Limanlar, hem yabancıların ülkeye giriş noktası hem de bölücülüğün dışarıyla buluşma noktasıdır. Yani hem iç hem dış düşmanı engellemek için liman şehirlerinde güçlü olmak gerekir. >
1- Mıllıyetçilik mücadelesi

Türk Tezi’nin en önemli ideolojik dayanağı milliyetçiliktir. Milliyetçilikten anladığımız, Atatürk milliyetçiliğidir, Türk milliyetçiliğidir. Atatürk’ün tarif ettiği şekliyle, ortak tarih, ortak kültür ve birlikte yaşama arzusu, aynı coğrafyadaki halkı millet haline getirir. Bu millet, Misak-ı Milli sınırları içinde bölünemez, ayrıştırılamaz.
Bugün Türk milliyetçiliği çok yönlü bir saldırı altındadır. Saldırının en önemli ayağı, Türk milliyetçiliğini Türk ırkçılığı gibi algılayan, göstermeye çalışan kesimlerden gelmektedir. Böylece Türk kimliği, diğer etnik kimlikleri ezen bir ırk tanımına dönüştürülmektedir.
Oysa Türk, bir ırkı değil milleti simgeler. Türk milletini, etnik parçalarına ayırma planı, esas ırkçı plandır. Bu ırkçılık, Kürt ırkçılığı şeklinde ortaya çıkmaktadır. Kürt ırkçılığı, Türk milliyetçiliğinin en büyük mücadele hedefidir. Ancak Kürt ırkçılığının bazı ideolojik dayanakları vardır. Kürt ırkçılığı kendisini Türkiyecilik ve halkların kardeşliği gibi hümanist sloganlar ardına gizlemektedir.
Oysa Türkiyecilik de halkların kardeşliği sloganı da, tek bir millet içinde birleşmiş, kardeşten öte tek bir varlık haline gelmiş olan milleti bölme amacı taşımaktadır. Bu argümanları piyasaya süren de Kürt ırkçılığını destekleyen Avrupalı ve Amerikalı emperyalistlerdir. Emperyalistlerin, ezilen ulusları etnik parçalara bölme planının bir yansımasıdır.
Buna özellikle akademik çevrelerden verilen bazı sözde bilimsel desteğin de ortaya konulması gerekir. Türkiye Cumhuriyeti tek milletten oluşur. Bu millet bir üst kimlik değildir. Oysa bugün Türk bir üst kimliğe dönüştürülerek, Türkiye’nin federasyonlaştırılmasına dayanak yapılmak istenmektedir.
Türk milliyetçiliğinin bu direnişçi yanının dışında özellikle toparlayıcı, birleştirici, organize edici yanının da ortaya konulması gerekmektedir. Kürt ırkçılığının toplumda yarattığı rahatsızlık aşikârdır. Kürt ırkçıları bir yandan, diğer azınlık ırkçılıkları diğer yandan örgütlenmekte, toparlanmakta ve Türkiye’yi bölmeye çalışmaktadır.
Burada Türkiye Cumhuriyeti’nin harcı Türk milletidir. Bu da Türk’ün her tür ırkçılığa karşı kendisini ortaya koymasını, kendi varlığını savunmasını gerektirir. Yükselen bölücü ırkçılığa karşı, birleştirici bir Türk örgütlenmesi ihtiyaç haline gelmiştir. Bu mileltin asıl sahipleri haklarını savunmak için örgütlenecektir.

2- Türklük mücadelesi

Türk Tezi’nin bir dayanağı Türkiye Cumhuriyeti, diğer dayanağı ise Türk coğrafyasıdır. Bu geniş perspektiften baktığımızda, Türk milliyetçiliğinin direniş gücüne bir Türklük şuur ve heyecanını da eklemek gerekir. Türklük, bu geniş coğrafyanın insanlarının, kendi varlıklarının farkına varması, kendi geleceklerini, çıkarlarını düşünmeleri demektir.
Batı Trakya’dan Uzak Asya’ya kadar Türk kökenli halklar, farklı milletleşme süreçlerinden geçmiştir. Bu milletleşme süreci tek bir Türk milleti ortaya çıkartmamıştır. Ancak her bir Türk soylu milleti bağlayan, bu soydaşlık bağı önemli bir bağdır. Bu bağı değerlendirmek Türk Tezi’nin temel yaklaşımıdır. Bu, uyuyan devi uyandırmaktır. Büyük Türk coğrafyası bir Türk uyanışına sahne olmalıdır.
Burada üç tür handikap vardır. Birinci handikap enternasyonal fikirlerdir. Özellikle sol liberal kesimde hakim olan bu enternasyonal saplantılar, Türklerin biraraya gelmesini her zaman için faşistlik ve ırkçılık olarak görmüş ve suçlamışlardır. Bu sözde sol ama özde emperyalist sağ bakış açısı ile mücadele etmek gerekmektedir.
İkinci handikap Türk ırkçılığıdır. Türk ırkçılığı içinse Türk coğrafyası ırki bir devletin vatanıdır. Ancak bu hayalcilikten öte bir şey değildir. Fakat bu hayalcilik, faşist hareketin elinde, şoven bir ırkçılığa dönüşmüştür.
Bu ırkçı anlayış, aynı zamanda, çeşitli emperyalist güçlerin güdümünde kullanılmıştır. Gerek Birinci Dünya Harbi öncesi ve sonrasında Almanya’nın, İkinci Dünya Harbi öncesi ve sonrasında yine Almanya’nın oyuncağı olan ırkçı hareket, 60 sonrası tümüyle Amerikan piyonu olmuştur.
Türklük şuurunun önündeki üçüncü handikap Şeriatçılıktır. Şeriatçı hareket de Türk’ü aşağı bir kavim olarak görür. Arap ırkçılığını yücelten, millet duygusunu da tıpkı Marksistler gibi yoketmeye çalışan Şeriatçı hareket, Türk coğrafyasında bir ayrıştırıcı kuvvettir.
Bu kuvvet de yine, gerek Sovyet Devrimi sırasında, gerek 60 sonrası Yeşil Kuşak projesinde ABD’nin hizmetinde kullanılmıştır. Ve yine hem ABD’nin hem de Rusya’nın en büyük kozu, Türklük şuuruna karşı Şeriatçılıktır. O nedenle Şeriatçı hareket Orta Asya’da Türklüğe karşı mücadelenin ideolojisidir.
Burada Ermenistan’ın konumuna bir göz atmak faydalı olacaktır. Ermenistan, Azerbaycan’a karşı da Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı da hem ABD hem de Rusya tarafından desteklenmektedir. Ermenistan, Türk coğrafyasını tam Türkiye Azerbaycan sınırında bölen kama bir devlet rolü oynamaktadır.

Uyuyan dev Türkler

Buna ilişkin önemli bir belge “Sovyetler Birliği’ne karşı uygulanacak Psikolojik Harp” belgesidir. NATO bünyesinde oluşturulan piskolojik harbin amacı şu şekilde ortaya koyulmaktadır.
Psikolojik savaşın hedef kitlesi Rus olmayan uluslardır, ya da ulusal topluluklardır. Sovyetler Birliği’nin merkezi otoritesi çöktüğü zaman, Rusya’dan başka 16-17 yeni devlet ortaya çıkacaktır. Ortaya çıkacak yeni devletlerden 5-6 tanesi Türk devleti olacaktır. Bunların bulundukları coğrafya stratejik yönden çok değerli ve doğal kaynakları zengindir. Bu devletler, Batıdaki Türkiye Cumhuriyeti ile birleşirse, o zaman “Hitler Almanya’sından ve Stalin Rusya’sından daha tehlikeli bir kuvvet” Batılıların karşısına çıkacaktır.
Bu nedenle şu soru sorulmaktadır: “Büyük bir tehlikeyi yaratmamak ve Türkiye ile doğudaki Türklerin birleşmesini önlemek için alınacak önlemler neler olmalıdır?”

Avrasyacilik: Bir ABD projesi

Avrasya denilen Orta Asya coğrafyası bu bakımdan iki güç tarafından da paylaşılma mücadelesine sahne olmaktadır. Orta Asya Türk coğrafyası, tarihsel birikimi, ticaret yollarını denetimi, zengin enerji ve doğal kaynakları, eğitimli nüfusu ile büyük bir uluslararası güç merkezi olmaya adaydır. Bu potansiyeli gören ABD ve Rusya karşılıklı bir oyuna girişmişlerdir.
ABD, özellikle Fethullahçılığı kullanarak, İslamcı Amerikan Turancılığına oynamaktadır. Böylece Rusya içinde Türk nüfusu içinde etkili olmaktadır. Rusya ise, zaten öteden beri uydusu olan bu bölgede, enerji antlaşmaları ile halen bir adım öndedir.
Fakat iki metropolün de esas kaygısı Türkiye’yi engellemektir. Bunun için Amerikan Psikolojik Harp Dairesi iki akımı kullanmaktadır. Birinci akım, doğrudan Amerikancı bir Fethullahçılıktır. Fakat her Psikolojik Harp gibi, kendi alternatifini de kendisi yaratarak tehlikeli alternatifin önüne geçmektedir.
Bu Amerikan alternatifi Avrasyacılıktır. Türk milletinin ABD’ye tepkisini gören, Türk coğrafyasına ilgiyi gören ABD Psikolojik Harbi, bunun bir Türk Birliği olmasındansa, Rusya’ya eklemlenmesini istemektedir.
Rusya’ya gelince o zaten ABD Psikolojik Harbi’ne göre daha ufak parçalarına bölünecektir. Güçsüz düşürülecek Rusya, parçalanacak Rusya Türk Cumhuriyetleri’ni etrafına toplamış değil sadece Türkiye Cumhuriyeti’nden koparmış olacaktır.
O nedenle Avrasyacılık her ne kadar Rus sömürgeciliğinin bir ideolojisi olarak günümüze kadar gelse de bugün esas işlevi ABD’nin Batı için en büyük tehlike gördüğü Türk Birliği’ni engelleme projesidir.

3-Üçüncü Dünyacılık mücadelesi

Türk Tezi’nin üçüncü önemli ideolojik dayanağı Üçüncü Dünyacı karakteridir. Türkiye Cumhuriyeti, kendisi ile aynı uyduluk kaderini paylaşan tüm ezilen dünya ülkeleri ile ortak bir Üçüncü Dünya’nın üyesidir.
Üçüncü Dünya, sömürge ülkeler arasında kurulan bir bağ olmaktan ziyade, zaten bir bütün oluşturan sömürgeler coğrafyasının ortak kimliğidir. Üçüncü Dünyacılık ise bu coğrafayanın kendi kimliği ile kendisini varetmesidir. O nedenle dışardan değil, içsel bir ideolojidir.
Bugün Üçüncü Dünyacılık özellikle Batıcılığın saldırısına uğramaktadır. Onlara göre sömürgeler zaten geri toplumlardır. Üçüncü Dünyacılık ise bu geri toplumsal yapının ilerlemesine karşı çıkmaktadır.
Oysa sömürge dünya Batıya göre geri değil kendine özgüdür. Bu nedenle Batıya doğru ilerlemek, ilerlemek değil gerilemektir. Sömürge dünya kendini gerçekleştirmelidir. Kendi gibi olmalıdır.
Batıcılıkla Üçüncü Dünyacılık arasındaki bu cepheleşmede, sağcı Batıcı güçlerin imdadına sosyal demokrasi yetişmektedir. Onlar ise, işçi sınıfı politikaları üreterek, tüm dünya işçilerinin kardeş olduğu, ortak çıkarları olduğu tezini öne sürerler. Böylece sömürge dünyanın emekçilerini, Üçüncü Dünyacı değil proleter tepki vermeye çağırırlar.
Oysa Batı işçi sınıfı Batının mensup olduğu sömürgeci kastın içindedir. O kasttan beslenmekte, o şekilde varolmaktadır. Onun maddi çıkarlarını, içinde bulunduğu kast temsil eder. Üçüncü Dünya’nın emekçileri ise, kendi kastının çıkarlarını savunmak zorundadır. Bu ise Üçüncü Dünyacılıktır.
Üçüncü Dünyacılığın bir birleştirici yanı ise, milliyetçiliğin ırkçılığa kaymasına engel olmasıdır. Böylelikle tüm ezilen ulus milliyetçilikleri Üçüncü Dünyacı bir ideoloji içinde ortak düşmana karşı mücadele edecektir. Bu, bir anlamda sömürgeler enternasyonalizmidir.

4- Antiemperyalist mücadele

Son ideolojik mücadele zemini antiemperyalizmdir. Antiemperylalizm en geniş sömürgecilik karşıtı ideolojik temeli sunmaktadır. Burada farklı kampların çıkarlarının çatışması vurgulanmaktadır.
Ancak günümüzde karşılıklı bağımlılık vs tezlerle, emperyalizm çağının bittiği propagandası yapılmaktadır. Bu tezlerin ana kaynağı ise özellekle ABD’de yerleşen sol liberal akademisyenlerdir. Halbuki emperyalizm en saldırgan ve en kan dökücü dönemini yaşamaktadır. ABD’nin son elli yıldır yaptıklarını, daha önceki hiçbir emperyalist kuvvet yapamamıştı.
Çağ değişmediği için tüm sömürgeler dünyasının antiemperyalizmde ısrar etmesi gerekmektedir. Bugün emperyalizm çağının bittiği argümanıyla ortaya çıkan liberal, sosyal demokrat ve Marksist görüşlerle bu anlamda mücadele edilecektir.
Antiemperyalizm, Türk Tezi’nin hayata geçmesi için yedek kuvvetleri devreye sokar. Örneğin dünyanın pek çok bölgesindeki kimi Sosyalist, kimi Şeriatçı hareketlerin, emperyalizme karşı mücadelesi Türk Tezi için hesaba katılacak dayanaklardır. Esas güç buraya verilmediği sürece bu Türk Tezi’ni güçlendirecektir. O nedenle Türk Tezi’nin ana düsturu, emperyalizme darbe vuran, onunla mücadeleye girişen her tür antiemperyalist hareketin desteklenmesi, bunun sonuçlarının da üstlenilmesidir.

İdeolojik karşı saldırı

İdeolojik dayanaklar savunma halinde yeterli dayanaklar değildir, ancak saldırı aracı olarak kullanılırsa gerçek dayanak haline gelirler. O nedenle bu dörtlü ideolojik cephe, bütün halinde, aynı anda ve en radikal haliyle bir saldırı ideolojisi haline sokulmalıdır.
Düşmanına saldırmayan, onunla mücadeleye girişmeyen her ideoloji söner gider. O nedenle ideolojiyi düşmanla mücadele içinde konumlandırmak, mücadele içinde gittikçe radikalleştirmek gerekmektedir.
Burada özellikle, düşmanın her tür saldırısına, savunma psikolojisi ile değil saldırı cesareti ile karşı çıkmak gerekir. Böyle yapıldığında, esas hedef düşman olacaktır. Bırakalım, bu kast sistemini yaratanlar kendilerini savunsunlar, biz mağdurlar değil.
Bunun dışında saldırı ideolojisi, kendi toplumunu ayağa kaldırır ve harekete geçirir. Bunu miskin, uzlaşmacı bir ideolojinin yapma ihtimali yoktur. Kitleleri harekete geçirmekse, savaşın olmazsa olmazıdır.

Postmodern siyasal atmosfer

İdeolojik dayanak noktalarını sağlam tutmanın ve bu dayanakları bir saldırı üssü olarak kullanmanın yanında, toplumsal bilinç ve mantık bozulması ile de mücadele etmek gerekmektedir.
Günümüz siyasal ve akademik atmosferinde mantıklı ve gerçekçi hiçbir şeye yer yoktur. Mantıksızlık ve saçmalık, en fazla rağbet gören şeylerdir. Düne kadar delilik diye elimizin tersiyle bir kenara ittiğimiz teoriler baştacı edilmektedir. Bu, postmodern siyaset atmosferinin görünümüdür. Burada özellikle komplo teoriciliği üzerinde durmak gereklidir. Çünkü komplo teoriciliği bir delilik halini aşmış, emperyalist güçlerin halklara karşı en önemli ideolojik silahı haline gelmiş bulunuyor.
Komplo teorilerini bir kaç noktada özetleyebiliriz. En önemlisi tüm dünyayı Yahudilerin yönettiği teorisidir. Buna göre Yahudiler tüm dünyada gizli örgütler yoluyla ülkeleri yönetmektedir. Mesela Türkiye’de ortaya atılan Sabetaycılık iddialarına göre neredeyse tüm Türkiye Sabetaycı ilan edilmiştir. Onlara göre Türkiye’de kim etkili bir mevkiye gelirse onun kökeninde bir Yahudilik mutlaka vardır. Aynı durum ABD için de geçerlidir. ABD’yi aslında Hıristiyanlar değil Yahudiler yönetmektedir. Hatta bu ABD derin devleti içindeki bir Yahudi şebekedir.
Bu iki örnekte görüleceği gibi gerek ABD gibi bir emperyalist ülke, gerek Türkiye gibi bir ezilen ülke Yahudiler tarafından yönetilmektedir. Durum bu olunca mücadele, metropole karşı değil, onu ele geçiren Yahudiliğe karşı olmaktadır.
Böylelikle ABD Başkanı Bush 11 Eylül’den sonra bir Haçlı Seferi başlattıklarını açıklarken dahi komplo teoricileri bu durumu Yahudi komplosu olarak göstermiştir.

Komplo teorıciliğinin hedefi Cumhurıyet ve Atatürk

Komplo teoricilerinin en önemli bilgi kaynağı ise yine Yahudilerdir. Dünya medya ve iletişim ağını denetleyen Yahudi tekellerden alınan bilgi ve belgelerle dünyayı Yahudi şebekenin yönettiği ispatlanıvermektedir!
Derin devlet ve Yahudi şebekesi teorilerinin Türkiye açısından asıl önemi ise bu teorilerin esas hedefinin Cumhuriyet tarihi ve Atatürk olmasıdır.
Bu Yahudi komplosu teorilerini ortaya atan iki kesim vardır, biri Şeriatçılar diğeri ise sol ve Kürtçü çevreler. Onlara göre Kurtuluş Savaşı diye bir şey uydurmadır. Selanikli Mustafa Kemal ise zaten Sabetaydır. Böyle olduğu zaman Cumhuriyet’in Hilafete ve Osmanlı’ya karşı bir komplo olduğu ispatlanmaktadır.
Bu teoriler ABD’nin Yeşil Kuşak türü militan İslam ve Fethullahçılık ya da Akepecilik gibi Ilımlı İslamcı akımlarına yardımcı olmaktadır. Böylece laik ve antiemperyalist ulus devletler Yahudi komplosu gibi gösterilmekte ve Şeriatçılık güçlenmektedir. Bu, ABD’nin BOP operasyonuna eş zamanda ortaya çıkmaktadır. Yani oyun içinde bir oyun varsa, o oyun bizzat Dünya Kast Sistemi’nin merkezi ABD’den tüm dünyaya yayılmaktadır.

İdeolojıik seferberlik

Bu akımlarla mücadele için de, sömürgecilerle mücadele için de en önemli başlangıç noktası ideolojik seferberliktir. Bu seferberlik, uydu ülkelerde metropolün ideolojik hakimiyetinden kopmayı başlatarak yola çıkmak zorundadır. Bu ise metropole ait her tür kavram ve teorinin reddedilmesini gerektirir.

Ancak reddetme tek başına yeterli değildir. Sömürgecilerin kavram ve açıklamaları reddedildikten sonra, kendi kavramlarımızın inşa edilmesi ve gerçekliğin buna göre açıklanması gerekmektedir.
Burada iki tür yanlıştan da özenle kaçınılmalıdır, bir yanda kapitalizmin modernleşmeci felsefesi, diğer yanda yine kapitalizmin postmodern alternatifi aynı anda reddedilmelidir. Bu ikisine karşı modern ama modernleşmeci olmayan, alternatif ama postmodern olmayan tutarlı, laik, kendine özgü bir felsefe geliştirilmelidir.
Bu, Üçüncü Dünya’nın kafasının metropol gibi çalışmaktan vazgeçmesi demektir. Esas hedef de bu olmak zorundadır.
Bu felsefi duruşun hemen ardından Atatürkçü 6 Ok ideolojisi çerçevesinde fikri bir merkez oluşturarak bu merkezden mücadeleyi başlatmak gerekmektedir.

Dumlupınar Stratejisi

Türk Tezi, görüldüğü gibi stratejik, tarihi, ve ideolojik dayanaklara sahip güçlü bir tezdir. Ancak bu tezi yaşama geçirebilmek için bir stratejiye ihtiyaç vardır. Bu strateji Türk tarihinde mevcuttur: Dumlupınar Stratejisi.

Sıklet merkezi meselesi

Bu anlamda Türk Tezi’ni gerçekleştirmek üzere uygulanacak Dumlupınar Stratejisi bir Türk örgütlenmesi ve Türk önderliği şeklinde tesis edilecektir. Bu Türk merkezi, Türk Tezi’ni hayata geçirmek için gereken tüm önlemleri alacak, tüm hazırlıklara girişecek, hazırlıklar tamamlandığı zaman taarruza geçecektir.
Siklet Merkezi, savaşçı kuvvetlerin en fazla olduğu yerde değil ideolojik merkezde kurulacaktır. Çünkü, gerek emperyalist güçlerle, gerek Şeriatçı iktidar güçleriyle mücadele edecek kuvvetler, harp alanından çekilmişlerdir.
a-Emek güçleri, ekonomik yıkım ve dışa bağlılık süreci içinde çökertilmiş, örgütsüzleştirilmiş, örgütlenmeler işbirlikçileştirilmiş, teslim alınmıştır.
b-Devlet bürokrasisi direnç noktası olmaktan çıkmıştır. Tüm yasal darbeler, bürokrasiyi bir direniş odağı olmaktan çıkartmıştır.
c-Devletin kendini koruma organı olan MGK sivilleştirilmiş, güvenlik kurumu niteliğinden çıkartılmıştır.
d-Ordu güçleri, NATO stratejisi içinde tüm kırmızı çizgilerden çekilmiştir. Yurtsever komutanlara yönelik yıpratma ve emekli etme operasyonu sürmektedir.
e-Üniversite marjinalleştirilmiş, bölünmüş ve toplumdan yalıtılmıştır.
f-Parlamenter muhalefet ABD denetimindedir.
g-Parlamento dışı muhalefet yine dış metropollerin denetimindedir.
Görüldüğü gibi direniş kuvvetlerinin direnme gücü kalmamıştır. Bunun nedeni ise direniş kuvvetlerinin, yanlış ideolojik görüşleridir. Gerek Batıcılığın yarattığı tahribat gerekse alternatif olarak ortaya konulan görüşlerin arkasındaki Amerikan oyunları, bu kuvvetlerin kendi kendilerini bitirmelerine yol açmıştır.
O halde toparlanma, idelojik silkinme ile başlayacaktır. Bu silkinmenin ideolojisi ise 6 Ok ve Atatürkçülüktür. Direniş kuvvetlerini yaratacak olan da, diriltecek olan da sadece ve sadece Atatürkçülüktür.
Bu nedenle siklet merkezi Atatürkçü harekettir. Bu hareket sivil olacak ancak parlamenter oyunlardan uzak duracaktır. Toplumsal bağları kuvvetli olacak ancak bu bağlar Türk örgütlenmesine yönelik olacaktır.
Siklet merkezinin öncelikli görevi, hazırlık ve kuvvetleri organize etmektir. Bu nedenle her tür hayalcilikten ve her tür erken teşebbüsten uzak duracak, zamanı kollayacaktır.
Bu süre zarfında şu hazırlıklar yapılacak ve politikalar hayata geçirilecektir.

1-İdeolojik örgütlenme

Atatürkçülük yeni baştan bir çekim merkezi haline getirilecektir. Bunun için, Atatürkçülüğün mandacılık karşıtı, emperyalizm karşıtı, Üçüncü Dünyacı bir ideoloji olarak tanımlanması ve halka benimsetilmesi gerekmektedir. Siklet merkezinin öncelikli uğraşı bu ideolojik harekatı başlatmak ve yönetmektir.

2-Türk dilinin ve toprağının savunulması

Bu mevzi tutunma mevzisidir.
O nedenle dilde Türkçülük, toprakta devletçilik, önce bir slogan haline getirilecek, sonra mevzi savaşına girilecektir. Bu noktada Türk diline yönelik Batı kaynaklı saldırıya karşı Türkçe savaşı verilecektir.
Türk toprakları ise özellikle Hıristiyan ve Yahudilerin eline geçmektedir. Bilinçli bir toprak satın alma operasyonu başlamıştır. Girit ve Kıbrıs’ta uygulanan taktik uygulanmaktadır. Türk toprağını satın alın yabancılara ve satan Türklere karşı yıldırma mücadelesi verilecektir.

3-Türk bölgelerinde Türk Seddi

Artan Kürt bölücülüğü ve azınlık ırkçılıkları, Türk nüfusunu sıkıştırmaktadır. Kürtçülük istilacılık şeklinde yayılmakta, Türk nüfusunu eritmektedir. Buna karşı Türk bölgelerde bir Türk seddi kurulacaktır. Kürt istilacılığının yayılma noktası olan, Akdeniz’le Güneydoğu Anadolu’nun birleşme noktasında Türk seddi kurulacaktır.
O nedenle Hatay-Adana-Mersin bölgesi ile Antep ve Maraş’tan oluşacak bölge Türk direnme bölgesi olarak belirlenerek burada bir Türk direniş örgütlenmesine gidilecektir.
Türk nüfusunu korumada ikinci önemli bölge büyükşehirlerdir. İstanbul, Ankara ve İzmir’de Türk örgütlenmesi yapılacak, Türklerin ekonomik ve siyasal alanda ağırlıkları arttırılacaktır.
Üçüncü Bölge ise Sivas-Erzincan-Erzurum-Kars hattıdır. Bu hatta Kürt istilacılığının Karadeniz’e çıkışı ve özellikle Ermenilerle birleşmesinin önü kesilecektir.

4-Limanları denetim altına almak

Türk toprağında güçlü olmak için, liman şehirlerinde denetim kurmak gerekmektedir. Limanlar, hem yabancıların ülkeye giriş noktası hem de bölücülüğün dışarıyla buluşma noktasıdır. Yani hem iç hem dış düşmanı engellemek için liman şehirlerinde güçlü olmak gerekir.
Bu bakımdan kritik iki hat vardır. Birincisi güneyde İskenderun ve Mersin Limanları. Bu limanlar hem ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya açılma kapısı hem de Kürt bölücülüğünün denizlere açılma noktasıdır. O nedenle İskenderun-Mersin hattında güçlü durmak gerekir.
İkinci hat Samsun-Trabzon limanlarıdır. Şu an çok ön planda durmasa da ABD’nin Rusya’da girişeceği karıştırma politikasının ilk üssü Kafkaslar olacaktır. Trabzon ve Samsun limanları Kafkaslar’a açılan kapıdır. Bu bakımdan ABD için de Rusya için de stratejik önemi vardır.
Türkiye için ikinci önemi ise Ermeni, Pontus, Gürcü, Laz bölücülüklerinin de bu limanların hinterlandında yerleşmiş olmasıdır.
Bu iki liman hattı, güneyde Akdeniz’de ve kuzeyde Karadeniz’de Türk için direnme hattıdır. Ama burayı şimdilik direnme hattı olarak kullansak bile, Türk Tezi için bu bölgeler, Türk coğrafyasını birleştirmenin limanları olacaktır. Bu perspektif de kaybedilmemelidir.

5-Nüfus politikası

Emperyalist metropoller, uyuyan dev Türkler’i daha da uyutmak için 25 yıldır Türk nüfusunu azaltmak için nüfus planlaması uygulamaktadır. Bu planlama Türk nüfusunun artışını keskin bir şekilde sınırlandırmıştır.
70 milyona ulaşan Türkiye 2050 yılında 100 milyon nüfuslu bir ülke olacaktır. Ancak Kürt bölücülüğünün çoğalma politikası nedeniyle 2050’de Türkler azınlık konumuna düşeceklerdir.
Bu Anadolu’da tutunmak isteyen Türkler için felaketin başlangıcıdır. O nedenle ikili bir nüfus politikası güdülmelidir. Birincisi Türk nüfusun fiilen arttırılması için pozitif bir nüfus planlaması ile nüfus artışının teşvik edilmesi. Bu teşvikin de özellikle Türk Seddi’nin kurulacağı bölgede yapılması.
İkincisi Kürt nüfus artışının sınırlandırılması için nüfus denetiminin uygulanması. Ve yine kültürel asimilasyon politikalarının devreye sokulması ile, Türk milleti içinde kaynaşmanın teşvik edilmesi.

6-Ekonomi politikası

Ekonomide hazırlık iki aşamalı olacaktır. Birincisi Türk ekonomisinin metropol ekonomilerine bağını zayıflatmak, özellikle parasal politikaları engellemek. Bu noktada yabancı tekelleri caydırmanın bir yolu olarak her tür mücadele yöntemi uygulanmalı ve yabancı sermaye Türkiye’den kaçırtılmalıdır.
İkinci hazırlık, Türk ekonomisinin güçlendirilmesidir. Çünkü Türk ekonomisinde de bölücü Kürt hareketi, gitikçe denetim kurmaktadır. Bu denetimin özellikle mafya ayağı çökertilmelidir. Kürt mafyası aracılığıyla Kürt bölücülüğü tüm kritik sektörlere el atmakta ve güçlenmektedir.
Özellikle nakit akışını denetleyen sektörler bugün Kürt mafyasının denetimi altındadır. Buna engel olmak için Türkler bilinçlendirilmeli ve Kürt mafya ekonomisini çökertmek için tedbirler alınmalıdır.

7-Örgütlenme politikası

Türk Tezi’ni hayata geçirecek örgütlenmenin ana halkası, Türklük şuuru ile yoğrulmuş genç nesillere dayanmaktır. Bu nedenle gençliğin Türklük heyecanı ile dolması gerekmektedir. Türklüğü yüceltmek, kendine güveni arttırmak, başarı duygusunu tattırmak belirleyicidir.
Özellikle mandacı Batıcı fikirlerle tahrip olmamış genç beyinler, Türk coğrafyasının ihtiyacıdır. Bu nedenle tümüyle tam bağımsızlıkçı, tümüyle savaşçı bir nesil yaratmak görevimizdir.

Örgütlenme, halkın kendi kendini fikirler etrafında örgütlemesidir. Şemalar ve birimler değil, beyinler ve gönüllerdir esas olan. Bu nedenle, statik örgütlenmelere doğru her zorlayışta biraz daha düşünmek, emperyalistlerin kışkırtmalarından uzak durmak gerekmektedir.
Aslonan siklet merkezinin kurulması, direniş merkezlerinin yaratılması, hazırlık politikalarının hayata geçirilmesidir. Örgütlenme, Dumlupınar günü geldiğinde ihtiyaç haline gelecektir.


..

Akepe'de Arslanlar gibi “ Türkçü ” Olmak!..



Akepe'de Arslanlar gibi “ Türkçü ” Olmak!..


Reha Ören
23.08.2004

Sayı:63

Tanıdık, bildik, aşina bir sima. Koltuğunun arkasına doğru kaykılmış. Gözlüklerinin ardısıra bakıyor... Gözbebekleri elektrik sayacı gibi fıldır fıldır dönüyor. Böylesi insanlardan hep korkmuşumdur. Fahiş fiyatlı elektrik parasından daha beter çarparlar adamı!.. Asla ve kat’a güvenilmezdirler. Bu tip insanlara dikkat edin, mesele çok ciddi olduğu zaman, ya da ihanetlerini sezdiğinizi fark ettikleri zaman asla yüzünüze bakmazlar. Mahcubiyetlerini zemindeki mozaikleri sayarak saklamaya çalışırlar. Çünkü; başka yapabilecek hiçbir şeyleri yoktur.

Muhatabımın dudakları bazen öyle garip bir şekle giriyor ki ‘müstehzi mi?’, yoksa ‘mütebessim mi?’ anlamak asla kabil değil.

Hep yaparız ya, cebimizde ekmek parasının olmadığına aldırmadan vatanı ve dahi milleti kurtarmaya çalışırız. O anda biz de öyle yapıyoruz.

Mesele vatan ve millet meselesi... Bildiğim sima, bildiğim bakışlarla ve malum sözlerle memleket meselelerinden bahsediyor.

Mustafa Kemal’in büyüklüğünü anlatıyor önce. 1. Meclisi, 2. Meclisi kısa paragraflar halinde geçiyor. 2. ve hatta 3. Cumhuriyetçilere ateş püskürüyor. Elinden gelse İstiklâl Mahkemeleri’ni kurup, ‘Hıyanet-i vataniye’ gerekçesiyle darağacında sallandıracak.

Arada bir içer, o gün sigara içeceği tuttu... Derin bir soluk çekti... Sıra zamane milliyetçilerine gelmişti.

“Biliyor musun?” dedi. “AK parti içinde de arslan gibi milliyetçi çocuklarımız var.”

Albız alsın canını.

“Akepe içinde milliyetçi nasıl olunur yahu?” sorusunu sorduğum zaman, dostumla aramda artık bir bağ kalmadığını anladım.

Sahi; Akepe içinde olarak, Akepe’nin bayrağını sallayarak “Ben milliyetçiyim” nasıl denilebilir ki?

Bunun iki şıkkı olabilir. Böyle diyenler ya milliyetçiliği bilmiyorlar, ya da milliyetçiliği midecilikle aynı kefede tartıyorlardı. Sıkı Akepeliler’den biri de ilkokul çocuğu dangalaklığıyla “Ne demek milliyetçi? Siz milliyetçisiniz de biz milliyetsiz miyiz?” sorusunu sormuştu.

Bu dangalak bilmiyordu ki ‘milliyetli’ olmakla, ‘milliyetçi’ olmak farklı kavramlardır. Yine o dangalak bilmiyordu ki “İnsan milliyetli olmadan, kendini milliyetli hissetmeden, milliyetçi olamaz.”

Tanıdığım simanın “Akepe içindeki milliyetçiler” tanımı bana o dangalağı hatırlattı.

Siyaset hayatında 4 bin küsur kere “Kürt”, “Kürdistan”, “Kürdistanlı kardeşlerimiz” ifadelerini kullanan Recep Tayyip Erdoğan bir kere olsun “Türk” kelimesini telafuz dahi etmemiş. Adamın icraatları ortada... “Dinler arası diyalog”, “Dinlerin kardeşliği” maskelerinin ardına saklanarak uluslararası emperyalizmin ihanet şebekesinin ta göbeğinde olduğunu vurgulamış bir adamın partisinde milliyetçi olmak haa!..

Hele bir de Türkçü geçinenler yok mu?

Dangalaklığın bu kadarı da fazla... Akepe içinde milliyetçi olmak her şeyden evvel, en evvel abesle iştigal etmek değil de nedir?

Bu partinin Adana örgütünde yine tanıdık, bildik bir sima daha var. Bu sima ile ilk karşılaştığım zaman bana ‘Türkçü’ olduğunu söylemişti. Daha da ileri giderek Akepe içinde siyaset yapabilmek için neredeyse ‘icazet’ istemişti. Bu fakir de Akepe içinde Türkçü olunamayacağını dilinin döndüğü kadarıyla anlatmaya çalışmıştı. Sonraları köprülerin altından çok sular aktı. O delikanlı Akepe bünyesinde istediği yerlere geldi. Makam, mevki ve ikbal sahibi oldu.

Hukuk ilmi de tahsil eden bu delikanlı sonraları telefonlarımıza bile cevap vermemeye başladı. Maruzatı ise genellikle “Partinin yönetim toplantısında” oldu. Evet, bu genç artık önemli biri olmuştu. Genç yaşında yönetime girmeyi başarabilmişti. Ama anlaşılan artık Türkçülerden kaçmasının zamanı gelmişti. Bu genç farkında olmadan, süreç içerisinde “Akepe içerisinde Türkçü olunamayacağını” anlamıştı. Anlamasına anlamıştı ama Türkçülük denilen o çileli yolda yürümektense siyasetin çürük merdivenlerinde yükselebildiği kadar yükselmeyi tercih etmişti.

ABD başkanı teröristlerin uluslararası elebaşısı Buş oğlu Buş’un makamından çıkarken Başbakan Tayyip Bey dilinin altındaki baklayı çıkarmıştı “Kıbrıs’ta toprak verebiliriz”.

İktidarın hempalarından Yeni Şafak Gazetesi bile isyan etmedi mi? “Amerika’nın yeni projesi Türkiye modelli büyük ortadoğu” başlığını ataraktan hedefin Tevrat’ta vaat edilen ülkelerin İsrail’in öncülüğünde bir araya gelmesinin kurtuluş olduğunu belirterek isyan bayrağı çekmedi mi?

Ders kitaplarından Ermeni soykırımı, Türk, İstiklâl, Hürriyet kelimelerinin çıkartılacağını taahhüt eden bir siyasinin partisinde Türkçü olmak öyle mi?

Hem de ‘arslan gibi’!..

Allah rahmet eylesin. Ata dostu, rahmeti rahmana intikal etmiş olan Mehmet Emin Alpkan ağabeyin bir lafı vardı: “Arslanlar Çanakkale’de şehit oldu. Sırtlanlar şimdi arslan kesildi” derdi.

Bunların aslanlığı ne menem aslanlıktır ki CIA güdümlü National Geografic dergisi bile keşfedememiştir!..

Tayyip’i yetiştirerek, siyaset sahnesine sokan Necmettin Erbakan: “Ben Tayyip’ten çok çektim. Kurtulabilmek için de siyaseten önünü açtım” demedi mi?

“Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür”. Hafızanızı biraz olsun yoklayın. Erbakan ne demişti: “Bush ve ekibinin mensubu olduğu tarikatın öğretisine göre bunalımdan kurtulmak için Hz. İsa’nın gelmesi, Büyük İsrail’in kurulması gereklidir. Böylece siyonizm gerçekleşir”.

Ne çabuk unuttunuz yahu?

Ya daha dün genç bir Yüzbaşıyla muhatap olduğu zaman donunu ıslatan Talabani’yi ayaklarının altına kırmızı halı sererek Ankara’da devlet protokolü ile ağırlayan siyasetçiler -devlet adamları demiyorum.- Çünkü; diyemiyorum. Dilim varmıyor.- ve onların günümüz uzantılarına hitaben ne demişti: “ Hayalim, İstanbul’un başkent olduğu Ortadoğu Birleşik Devletleri.”

Bu ne demek yahu anlasanıza. Adam ABD ve AB tarafından hazırlanan hainane, hainane olduğu kadar da sinsi planın uygulayıcılarının artık sırtlarındaki kuzu postunu atarak gerçek yüzlerini göstermeleri değil mi?

Hem de kime gösteriyorlar?

Türkiye Cumhuriyet Devleti’nin Başbakanına!..

Peki, bu planın da 1. Dünya Savaşı sırasında İngiltere tarafından hazırlandığını bilmiyorsanız, ya çok gaafilsiniz, ya da siz de - dilim varmıyor ama - hainsiniz. ‘ Delalet ’ kelimesi içinde bulunduğunuz durumu yeteri kadar izah etmekte aciz kalıyor.

Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Ön Asya diye 4’lü konfederasyon yönetimi planının uygulama safhasında Mustafa Kemal’in çelik iradesi karşısında ertelenen bu plan bu gün sahnede. Başrolü onlar oynuyor. Bizimkiler ise sadece figüran... Üstelik figüran bile değiller ‘Rabarbacı ’ olmaktan öteye gidemiyorlar. İngiltere tarafından Asya’yı yönetmek için hazırlanan bu planın altyapısını, ağlayan vaiz Fettullah Gülen hazırlamadı mı? “ Asya’nın her tarafında Türk okulları açıyorum ” diyerek Anadolu’mun masum insanlarının maddi birikimlerini yasal olmayan yollarla yurtdışına kaçıran, inançlarını sömüren, CIA ve FBI koruması altında ABD’de ikamet eden ve nüfus kayıtlarına göre ön adı ‘ Mesih ’ olan Fettullah Gülen Hoca!.

İşte Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu tehlikelerden sadece bir kesit. Şimdi sorarım size hem Akepe içinde olacaksın, hem de Türkçü olacaksın.

Allah müstehakınızı versin.

Gök Tanrı bana sizi çarmıha germeyi nasip etsin.

Lütfen dikkat.

Türkçüler en çok Türkçülere dikkat etmeli

Sahi kim söylemişti yahu? Dağarcığımın ücra köşelerinden bir yerde yakaladım: “ Türkçüler her şeyden çok Türkçülere dikkat etmelidir

“Çünkü; üç tür Türkçü vardır. Birincisi: saf, inanmış, davasından taviz vermeyen Türkçüler. İkinci tür: Türkçü geçinenler. Üçüncü tür ki en tehlikelisi bunlardır.: Türkçülerden geçinenler.

Evet, daha dün bırakın ülkücüyü, milliyetçi bile olamayanlar bu gün arslanlar gibi Türkçü geçinmeye başladılar. Hem de Akepeli olaraktan”!..

Onlar öyle kamufleli arslanlar ki gördüğünüz zaman CIA güdümlü National Geografic dergisi temsilcilerine derhal haber veriniz. Zira; bu tür maymunlar Türkiye’yi işgal etmişlerdir. Ve hayvanlar aleminde layık oldukları yeri mutlak surette almalıdırlar.

Zaten önünde sonunda CIA’nın onlara layık göreceği yer de o hayvanlar alemidir. Zira bütün Batılılar çok iyi bilirler ki ihanet alışkanlıktır.

Bugün mensubu olduğu millete ihanet edenler, yarınlarda mensubu olmaya çalıştıkları milletlere de ihanet ederler.

Kalın sağlıcakla. Kalabilirseniz tabii...


http://www.turksolu.com.tr/63/oren63.htm



“Altı Ok” İLKESİNİN SÜREKLİLİĞİ....ÜZERİNE.!!!



“ Altı Ok ” İLKESİNİN SÜREKLİLİĞİ....
ÜZERİNE.!!!



Ertuğrul Kazancı*

23.08.2004

Sayı:63


Antiemperyalist ve antikapitalist Anadolu İhtilali’nin özü bellidir. Kendi tarihsel ve toplumsal yapısını üstte tutan; halkçı-devletçi ve ulusalcı karakter, “tam bağımsızlığa” dayalı ve uluslararası ilişkilerde “eşitlik” ilkesini öngören özgünlüktedir.
Aslında Anadolu Devrimi; ne “küçük burjuva” eylemi ve ne de “batıcı” yol ve yöntemlerin ürünüdür. Doğrudan doğruya “sade” bir halk devrimidir. “Mazlum” bir halkın kendi koşulları, ulusal bilincini geliştirerek pekiştirmiştir. Ulusal sınırlar içinde; dil. kültür ve amaç binrliğine dayanak olan ulusal ekonomi sistemiyle ulusararası uygarlığın doğal bir üyesi bulunmak, Kemalizm’in hedefini oluşturmuştur. Böylesi bir oluşumun devrimci bir ideolojiyle biçimlendirilmesi geçcmişteki başarılarda en önemli etken sayılmalıdır.
Devrim, halkın insanca yaşamasına yararlı olanları, gerektiğinde halka karşın ve ama halk için, halka sunma işidir. İdieoloji ise, bir düşünsel sistemdir. Siyasal, sosyo-eakonomik, kültürel bağlam ve anlamda içerdiği ilkeler açısından esaslı şekilde düzenlemedir. Aynı zamanda ve sadece “düzenlemeyle” yetinmeyerek, sürekli yenilik ve değişimi öngörmektedir.
İsmet İnönü: “Bir devrim için ölüm darbesi; her şeyin kazınılmış ve her şeyden emin bulunulduğununu sanıldığı andır” der. Yüzyıllarca yarı sömürge durumuyla ekonomik tutsaklık altında yaşamış bir ülke kurtuluş ve kuruluş yıllarındaki olağanüstü canlılığını başarı azmini, devrimci bir ideoloji olan Kemalizm’in özünde bulmuştur.
Devrimci ulusalcılık ise Türk halkının özgür ve bağımsız duruşunun önderlik yaptığı eşitlik ve kardeşliği savunan ve diğer uluslara karşı saldırgan olmayan bir yurtseverliğin adıdır. Yurtseverliğin ön koşulu “ulusalcılık” bulunduğuna göre toplumsal bilinç, özellikle bu yönde yol almalıdır.

Ulusal Seçenek

Ulusal seçenek açıktır. “Altı Ok” ilkesinin eskimezlik ve sürekli yenileşmeye uygun çağcıllığı etrafında; bölücü, ayrımcı ve teokratik eğilimlerin püskürtülmesi anlayışı, bir “mutabakat” olarak ülke gereiğidir. Ulusal onur örselenmiştir. Benliği zedelenen bir toplumun ekonomisi ve kültürü de yaralar alır. Sosyal uyum bozulur. Türkiye şimdilerde bu durumdadır. Umutsuz ve tükenmişliklerle başbaşadır. İnsani değer yargıları gerileyerek bozulmuştur. Ülkenin egemenlik kavramı her açıdan paylaşılmaktadır. Kapitülasyonlar geri gelmiştir. 1930’lu yıllarda bu ülke ve bu ulusun onurlu bireyi olmakla mutlu Türk insanı, yaşamından memnun olmayan çaresizlikler içindedir. Coşku, toparlanış ve bilinç parlaklığını kazanma gereksinimi duymaktadır. “Diriliş” sancıları içindedir. O halde yapılacak iş nedir? Bizce, çok bellidir. İlkin; ulusalcı bilinci onurlu kılan kavrayışı Türkiye Cumhuriyeti’nin iç ve dış politikasında etkin ve egemen kılmaktır. Kurtuluş ve kuruluş yıyllarındaki; iddialı, saygın ve kendi ayakları üzerinde durabilen ülke görünümünü yeniden elde etmektir. “Yüzyıllarca süren bir hesaplaşmayı bitiren Lozan Anlaşmasını” ödünsüz savunmaktır. Emperyalizmin mayasını oluşturan küreselleşme sömürgeciliğine karşı çıkmaktır. ABD-ABD siyasetlerinin dünyayı kan ve ateşe sokan zalim yayılmasına alabildiğince diretmektir. Vicdanlarda kalması bir tercih olarak yeğlenen manevi inançlara istismar yöntemini kapalı kılmaktır. Ulusalcı kimliklerin saklı tutularak, uluslararası ilişkilerin karşılıklı hak ve hukuk ilkelerine uygun şekilde düzenlenmesini sağlamaktır. Emperyalizme yandaşlık yaparcasına başka ülkelerin çıkarları uğruna dünyanın çeşitli yörelerine askeri güç göndermeyi asla düşünmemektir. Ülkeyi yerli yabancı sermayenin ihtiraslı ve yıkıcı emellerine teslim etmemektir. Üretim yerine özellikle yabancı mallarına dayalı tüketimi asla öne almamaktır. Halkçı-devletçi planlı karma ekonomik sistemi savunmaktır. Kısacası; ulusalcılığın her kademesini gereğince ve adamakıllı yerine getirmektir.
14 Mayıs 1950 tarihinden bu taraf bu ülkede halkın zararın olan her çeşit olumsuz uygulamam denenmiştir. Binbir “melanetin” kol gezdiği türlü olumsuz serüven ulusa yaşatılmıştır. Red ve inkar edilen Cumhuriyet değer ve kazanımlarının terkedilerek yerine konulmaya çalışılan; taklitçi abartılı ve uyduruk formüller iflas etmiştir. Emperyalist ve kapitalist uyduculuk, beklenildiği gibi Türk halkını darmadağın etmiş, ülke birleştirici ögelerini yitirir sonuçlara getirmiştir.

Sonuç

“Altı Ok” ilkesinin birleştirici harç oluşturan zemini etrafında gerçekleştirilecek beraberlik tek çözümdür. Kemalizm’in hukuksal ve demokrat içeriğindeki bir çerçevede ülke ve ulusun dirlik ve egemenliği 1930’lardaki gibi sağlanacaktır.
Türk Ulusu’nun “ Azim ve kararı ”, Atatürkçü dünya görüşünün kudretli ve denenmiş başarısında saklıdır.

http://www.turksolu.com.tr/63/kazanci63.htm

ÖZEL NOTUM ; 6 OKUN İLKESİNİ NE ACIDIR Kİ YİNE CHP  NİN KADROLARI EGDİ BÜKTÜ İLKE VE İNKİLAP BEKÇİLERİYİZ DİYENLER OLDU..İŞTE 2017 CHP Sİ EN GÜZEL ÖRNEK; CUMHURİYET İLK YILLARINDAKİ İSYANCILARIN SİYASİ UZANTISI BUGÜN HEM ATA MECLİSİNDE HEMDE  CHP İÇİNDE MAALESEF..

..






Baykal’ın Anlayamadığı, Sarıgül’ün “ Aklı ” ABD’nin CHP’ye Bitmeyen ilgisi




Baykal’ın Anlayamadığı, Sarıgül’ün “ Aklı ” ABD’nin CHP’ye Bitmeyen ilgisi




CHP’yle ilgili bir önceki yazımda ABD-CHP arasındaki paradoksal tarihsel sürece dikkat çekmek istemiştim.
Bu yazım, bir yerde, onun devamı olarak düşünülebilir. Çünkü, 1970’lerdeki Sıkıyönetim ve MC dönemlerinde, daha sonra 12 Eylül Yönetimi döneminde CHP’nin yaşadıklarını göz önüne getirirsek, işin içinden hiç eksik olmayan ABD’yi kulağından tutup yakalamak çok kolaydır.

Yani, Sayın Baykal’ın yaşadığı ABD mahreçli kumpaslarla Gazi’nin ve İnönü’nün yaşadıkları; Ecevit’in yaşadıkları hep CHP’yle ilgilidir. CHP’nin temsil ettiği değerlerle, onun kökleri ve hedefleriyle ilgilidir.

ABD, 27 Mayıs’tan sonra ulusal tahkimatın ileriye gitmesinden korkup mevzilerini korumak adına Türkiye’ye verdiği önemi birkaç kat arttırdı.. ‘Yardım’ kalemlerini çoğalttı.. ‘Hibe’ yoluna da gitmeye başladı. Öyle ki, ulusal istihbarat örgütümüzün maaşları bile bu yardım kalemlerinden ödenir oldu. Tabii, o zaman istihbaratımızın ne kadar ‘ulusal’ niteliği kaldı, tartışılır..
Bütün bunların CHP ile ilgisi var. 

Bal Gibi var.

Devlet kurumlarına o kadar sızan ABD, o devlet kurumları aracılığıyla CHP’nin tasfiyesini istemiştir.

12 Mart ve 12 Eylül’lerdeki “ Sıkıyönetim” uygulamaları ortadadır. MC dönemleri ( İkisi Açık, Biri Örtülü; AP, MHP, MSP’nin temelini oluşturduğu ve ABD’nin yönelişine çanak tutan hükümet ler) ortadadır.

***
12 Mart’ta Amerika’nın, CIA’nın olduğunu hem de Demirel’li hükümetlerin dışişleri bakanlarından Çağlayangil altını çizerek anlatmıştı. Silahlı Kuvvetler ve ‘Silahsız Kuvvetler’ içinde ne kadar yurtsever, Kemalist, devrimci varsa haklayan ve sindiren bir cuntanın arkasındaki kuvvet CHP’ye de bir iyilik düşünecekti!
CHP’nin kapatılması için düğmeye basıldı, ancak İsmet İnönü engeli, bu tarihsel şahsiyetin Parti’nin başında olması düşündürücüydü. Kamuoyu’nun tepkisinden korkuldu. Bu kez, oklar CHP’nin ufukta gözüken liderine, Ecevit’e yöneldi. Genel sekreterlikten ayrılmış, Kurultayda genel başkan olmanın hesaplarına girişmişti.
12 Mart’ın ‘tertip’lerine uygun olarak açılan düzmece davalarda delil olarak kullanılmak üzere, bir zamanlar MİT’in sorguevlerinde, Ziverbey’lerde Ecevit’in aleyhinde işkence yöntemiyle sindirilen zanlılardan ifadeler alındı. Bu ifadelere dayanılarak CHP kapatılacaktı. Amaç buydu. Öyle ileri gidildi ki, düzmece davalarla ilgili yasadışı olarak ifadelerde, zanlıların sabotaj için Ecevit’ten para aldıkları bile söyletildi!..

Sıkıyönetimler, ilginçtir, sivil dönemlere göre ABD’nin ülkemize daha çok ‘sızabildiği’ dönemler olmuştur. 12 Mart’ta da 12 Eylül’de de... Sıkıyönetimlerde hukuk- mukuk yoktur, istediğinizin ağzından istediğiniz şeyi alabilir, istediğinizi suçlayıp bunları kanıtlayabiliesiniz de... Bu işler için kullanacak çizmeciler, takkeciler bulunur nasılsa. Onlar gibi olmayan yargıçların, savcıların kurullarını da Lağv edersiniz, olur biter. 12 Mart’ta Remzi Şirin’e yapıldığı gibi.

***
1970’lerde Ecevit, Başbakan olarak iki kez hükümet kurdu. Biri, MSP ile kurduğu koalisyon hükümeti. Diğeri de AP’den ‘tezgah’ mı, yanılgı mı olduğu tam anlaşılamayan ünlü Güneş Motel operasyonuyla koparılan “onbirler”le kurulan ve Feyzioğlu ile Sükan’ı da içeren CHP-CGP-DP-Bağımsızlar koalisyonu. Bunların 2,5 yıl kadar süren yönetimi dışında, ülkede üç kez kurulan Demirel başkanlığındaki, fakat destabilize amaçlı Amerikan sızmalı MHP’nin sokak aksiyonuyla başrollerde olduğu MC’ler (12 Eylül’e örtülü MC döneminde girildi; AP azınlık hükümetine çok deşifre oldukları için MHP ve böylelikle MSP de dışarıdan destek veriyordu, bu nedenle bu MC’nin “örtülü” sıfatı konulmuştu) işbaşında kaldı. Bu dönemlerde Ecevit’e iki ciddi suikast yapıldı. Ecevit, bunlardan yara almadan kurtuldu. Birinde, aynı zamanda İstanbul Belediye Başkanı’nın kardeşi de olan Ecevit’in koruma müdürü Mehmet İsvan bacağından suikast mermisi ile vuruldu. Ayıca, Başbakan Demirel, 5 Haziran 1977 seçimlerinden kısa bir süre önce Ecevit’e Taksim Mitingi sırasında uzun namlulu bir suikast silahı ile suikast düzenleneceğini, bu nedenle mitingi iptal etmesini gizli ve özel bir mektupla bildirdi. Ecevit, buna karşın mektubu deşifre etti ve mitingi gerçekleştirdi. Kim, niçin suikast düzenleyecekti? Bu soruların yanıtı hâlâ aydınlanabilmiş değildir.
Öte yandan, ülkücü militanlar MC dönemlerinde CHP binalarına saldırıyorlar, mitingleri sabote ediyorlar, partilileri öldürüyorlar; bütün bunlara polisler ve savcılar seyirci kalıyordu. Çünkü, hükümet öyle istiyordu. Hükümet, bu işler için acaba nereye bakıyor, nereden işaret alıyordu? Washington desek ayıp mı etmiş oluruz?..

MHP lideri Türkeş, 12 Eylül’de yargılanırken mahkemelerde ne demişti; “İçimizde ajanlar var, çok sayıda, kontrol edemiyoruz..” Onca silah memlekete gümrük kapılarından vızır vızır girerken, bu bakanlık da o partideydi. İlginç bunlar, çok ilginç. O silahlar, işin daha da ilginç tarafı memleketteki farklı kesimlere, vuruşmaları için dağıtılıyordu..

***

12 Eylül’de “ Yeşil Kuşak ” gereği Türk-İslam sentezi atıldı ortaya; Türklük bertaraf edilsin, Kemalist değerler, yani Cumhuriyet değerleri bertaraf edilsin. Ortalık Amerika’nın değerlerine kalsın; ABD ülkede ve Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya’da istediği gibi at oynatabilsin; Sovyetler’i kuşatabilsin.
ABD’nin Türkiye’deki ulusal yapıyı aşındırdığı en iyi ortamlar sıkıyönetimler demiştik. İşte bir sıkıyönetim daha; 12 Mart’ın da savcısı olan Süleyman Takkeci, 12 Eylül’den birkaç yıl sonra Nokta’ya konuşuyor. Diyor ki, “bütün CHP milletvekillerini tutuklayacaktım, Saltık Paşa ile Soyer durdurdu.”
İş öyle değil, CHP’ye karşı daha ince, ‘akıllı” bir politika izleme gereği duydular sadece, o yüzden o kendini göstermek isteyen zatın uygulamasını durdurdular yukarıdan. Yani Konsey, “durun, bekleyin” dedi. Sordu, danıştı. karar verdi. Bütün partilerle birlikte CHP’yi kapatmanın daha mantıklı olduğunu düşündüler, böylelikle operasyon göze batmazdı. ‘Atatürkçülük’ diye diye CHP’yi, TDK’yı, TTK’yı; hepsini, Kemalist mirasın önemli kurumlarını alaşağı ettiler. Hürriyet ve Anayasa Bayramını alaşağı ettikleri gibi. Diğerleri yeniden açılır başka isimle önemli değil. Ama, Cumhuriyeti kuran, Atatürk’ün partisi? Yeniden açılsa da kaos olur, dağılır, küçülür, budanır. İşte bugünkü tablo! 12 Eylül’ün değil de neyin ürünü dersiniz? 12 Eylül olmasaydı, Ecevit istifa mı edecekti CHP’den?
12 Eylül’ün arkasında kim vardı? Kim Türkiye’yi hem stabilize etmek, hem ‘kucağa oturtmak’ ve hem de yararlanmak istiyordu? Bu soruların içinden bütün uzuvlarıyla ABD çıkacaktır; CIA çıkacaktır, NSA çıkacaktır. Onların uzantısı olan siyasi partiler, vakıflar, yayın organları çıkacaktır.

12 Eylül’de CHP’yi , TDK’yı, TTK’yı kapatanlar da bu güçten bağımsız olabilir mi?
Ne demişti Amerikalıların bir sorusuna karşılık (12 Eylül darbesi henüz start almışken, konu Türkiye’de daha daha duyulmamışken) bir Amerikalı; “merak etmeyin, bizimkiler”.

***
İşte böyle Sayın Baykal; bütün bunları hesaba katmadan Türkiye’de politika yapamazsınız. Hele CHP’de hiç yapamazsınız. Sizin en büyük açığınız ne biliyor musunuz? CHP’ye bayrak açan ve iktidardan indiren Menderes’in yakasına yapışmak ya da öyle lanse edilmeniz yıllar yılı. Bir de, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’yken “millileştirme” mi yapmıştınız? ABD, bunları unutmaz, ısıtıp ısıtıp medya yoluyla karşınıza çıkarır. 

Affetmez.

Bakın, sizin yerinize ‘oynayan’ Mustafa Sarıgül ne güzel yapıyor. 

Eh ne de olsa ‘ Akıllı Çocuk ’. Üstelik ‘daha da akıllı’. Çünkü ‘dostlarından’ da ‘akıl’ alıyor. 

Gidiyor, ABD’den icazet havası yayıyor Türkiye’ye. 

Bunu ilk kez CHP’ye talip olduğunu söyleyen birisi yapıyor. İlginç...




ŞARTLI TAHLİYE., SALIVERİLME, ANAYASANIN EŞİTLİK RUHUNA AYKIRIDIR,



ŞARTLI TAHLİYE., SALIVERİLME, ANAYASANIN EŞİTLİK RUHUNA AYKIRIDIR,


Şartlı Tahliyeye Yoğun Eleştiri,


Liderlerin üzerinde anlaşmaya vardığı şartlı tahliyeye siyasi çevrelerden yoğun eleştiriler geliyor.

FP GRUP BAŞKANVEKİLİ AVNİ DOĞAN

       FP Grup Başkanvekili Avni Doğan, “ İşkencecilere af konusunda bir siyasi partinin girişimde bulunmasını doğru bulmadığını” söyledi. 
       TBMM Danışma Kurulu toplantısına katılmadan önce gazetecilerin sorularını yanıtlayan Doğan, MHP’nin Haluk Kırcı’ya af getirilmesi için özel bir çaba gösterirken bir başka partinin bunun aksine gayret gösterdiğini belirtti. Her iki tavrın da doğru olmadığını kaydeden Doğan, şöyle konuştu: 
       “Adrese af olmaz. Adrese af engeli de olmaz. Her iki parti de ideolojik davranıyor. Af tasarısında biraz eşitlikçi davranmak zorundayız. İşkencecilere af konusunda bir siyasi partinin girişimde bulunmasını doğru bulmuyorum, çirkin buluyorum. Ancak bu girişimin yapıldığı ya da yapılacağı kanaatinde değilim.” 
       Avni Doğan, bugün Genel Kurul’da ele alınacak tasarının bazı yerlerinde önerge vereceklerini söyledi. DSP Grup Başkanvekili Emrehan Halıcı, dün Adalet Komisyonu’nda MHP’lilerin işkenceciler ile ilgili önerge vermekten son anda vazgeçtiklerinin anımsatılması üzerine, “Sonuca bakmak lazım. Şu anda bir sorun gözükmüyor” dedi. DYP Grup Başkanvekili Turhan Güven, affa karşı çıkan bir tek kendilerinin kaldığını bildirdi.
       
YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN

       Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden, şartla salıverilme ve ceza indirimini öngören yasa tasarısını değerlendirirken, “Anayasa’nın 14. ve 87. maddeleri karşısında affedilemeyecek suçluları şartla salıverme ve indirim yoluyla affetmenin, Anayasa’ya karşı hile” olduğunu söyledi. 
       Özden, demokrasilerde affın olmadığını, Türkiye Cumhuriyeti’nde af yasası “enflasyonu” yaşandığını belirtti. Özden, şunları kaydetti: “Af, adaletin gerçekleşmesini olumsuz yönde etkiliyor. Sakıncalı tutum, davranışları ve suç olan eylemleri ceza görmeyecek kimseler, bunları sık sık yenilerler ve yeni suçlular artar. 
       Suçluların cezalandırılmadığı yerde, suçsuzlar cezalandırılmış olur. Bu tasarı hakkında herkes af sözcüğünü kullandığına göre, sonuç af demektir. Oysa Anayasa’nın 87. ve 14. maddeleri karşısında afffedemeyecekleri suçluları şartla salıverme ve indirim yoluyla affetmek, Anayasa’ya karşı hiledir. Kaldı ki mağdurların hukukunu göz ardı ederek, devletin onlara karşı işlenmiş suçlarda cömert, kendine karşı işlenmiş suçlarda cimri davranması da hukuksallıktan uzaklığın kanıtıdır.” 
       Affın hukuksal içerikli siyasal bir işlem olduğunu, yasama organının takdirine karışmanın pek uygun olmadığını ifade eden Özden, “Yasama organının da duygusallıkla hukuksallığı geçersiz kılması, doğru değildir. Bana göre, bu tasarı Anayasa’ya toptan aykırıdır” diye konuştu. 
       
ANAP VE DSP YÖNETİCİLERİ: “ METNE SADIK KALINACAK ”

       Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, şartla salıvermeye ilişkin yasa tasarısının Adalet Komisyonu’nda görüşülmesinden önce koalisyon ortağı partilerin grup başkanvekilleri ile biraraya geldi. Türk, Adalet Komisyonu’nda, bakanlığıyla ilgili bir tasarıya ilişkin görüşmenin tamamlanmasından sonra, Adalet Komisyonu Başkanı Emin Karaa ile MHP Grup Başkanvekili İsmail Köse’nin odasına geçti. MHP Grup Başkanvekilleri Mehmet Şandır ve Oktay Vural ile partili bazı milletvekilleri de görüşmeye katıldı.
        DSP Grup Başkanvekili Aydın Tümen ile ANAP Grup Başkanvekili İbrahim Yaşar Dedelek de bir süre sonra Köse’nin makamına geldi. Yaklaşık bir saat süren görüşme sonrasında, MHP’liler toplantıyı bir süre kendi aralarında sürdürdüler. Görüşmede, şartla salıverme ve ceza indirimine ilişkin yasa tasarısının Adalet Komisyonu’nda ele alınması sırasında MHP’li bazı milletvekillerinin değişiklik önergesi vermesi olasılığının değerlendirildiği öğrenildi.
       Adalet Bakanı Türk, görüşme sonrasında, gazetecilerin “önerge sorunu giderildi mi?” sorusuna, “sorun yok” yanıtını verdi. DSP Grup Başkanvekili Aydın Tümen ise Adalet Bakanlığı’nca hazırlanan metnin dışına çıkalmayacağını dile getirerek, “İktidar kanadından değişiklik önergesi yok” dedi. ANAP Grup Başkanvekili İbrahim Yaşar Dedelek, “Adalet Bakanlığı’nca hazırlanan ve liderler tarafından benimsenen metne sadık kalınacak” diye konuştu. Dedelek, koalisyon ortağı partilerden değişiklik önergesi verilmeyeceğini belirterek, bireysel olarak verilecek önergelerin de reddedileceğini savundu. 
       
TASARI HİLKAT GARİBESİ GİBİ

       MHP Trabzon Milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu, şartla salıverme ve cezaların ertelenmesi yasa tasarısının hiçkimse tarafından beğenilmediğini belirterek,“Tasarı, önümüzde bir hilkat garibesi gibi duruyor” dedi. 
       Adalet Komisyonu’nda tasarı üzerinde görüşlerini açıklayan Bıçakçıoğlu, kendisinden önce yapılan konuşmalarda hiçkimsenin tasarı hakkında “Allah razı olsun” demediğini belirterek, düzenlemenin “hilkat garibesi”ne döndüğünü savundu. 
       Tasarı ile “bir taahhütlü mektup ve bir telgraf gönderildiğini” iddia eden Bıçakçıoğlu, “Telgraf Haluk Kırcı’ya gidiyor, (oğlum, sen bu vatanı sevmişsin, yatmaya devam et) diyorsunuz. Taahhütlü mektup, Öcalan’a gidiyor. Diyorsunuz ki, (Bekle, bu tasarı 5-6 ay sonra Anayasa Mahkemesi’nden döner. Senin idamın da düşer). 30 bin kişinin katilini kurtarmak bizim işimiz olamaz” dedi.
       Tasarının, 23 Nisan 1999 tarihi öncesindeki suçları kapsamasını eleştiren Bıçakçıoğlu, “Tarih niye 1 Ocak 2000 ya da 29 Ekim 2000 değil?” diye sordu. 
       Tasarı ile daha çok sayıda hükümlünün dışarıya çıkarılmasının amaçlandığını, Adalet Bakanlığı’nın bunu, “cezaevlerini boşaltıp, tadilat etmek” için istediğini anlatan Bıçakçıoğlu, bazı insanların gazeteci olmamasına karşılık basın kartı taşıdığı için işlediği suçlardan dolayı aftan yararlanacağını ifade etti. 
       
“ TASARI GECİKTİ, SUÇLU SAYISI ARTTI ”

       DYP Kayseri Milletvekili Sevgi Esen, tasarı ile tarihi bir hata yapıldığını, halkın kendilerine af çıkarma yetkisi vermediğini belirterek, “İnşallah yüzümüzü kızartacak bir af olmaz. Bu, Cumhuriyet’in gözyaşları olacak” dedi. 
       DYP Denizli Milletvekili Mehmet Gözlükaya da DSP Genel Başkan Yardımcısı Rahşan Ecevit’in duygusallığı ile af çıkarıldığını belirterek, “Affın 2 yıl konuşulduğu dünyanın neresinde görülmüş? Tasarı geciktiği için suçlu sayısı artmıştır” diye konuştu. Tasarıya karşı olduklarını vurgulayan Gözlükaya, güçlerinin yetmesi halinde yasayı Anayasa Mahkemesi’ne götüreceklerini bildirdi. DYP Samsun Milletvekili Erdoğan Sezgin de tasarının, Adalet Bakanlığı ve bürokratları tarafından çıkarılması halinde” böyle yanlışların yapılmayacağını” söyledi. Sezgin, “Af, Cumhuriyet’in 75. yıldönümünde çıkarılmak istendi. Niye, 29 Ekim değil de 23 Nisan tarihi baz alındı?” diye konuştu. 
       
“ TOPLUMSAL İHTİYAÇLAR, ZARURİ HALE GETİRDİ ” 

       DSP istanbul Milletvekili İsmail Aydınlı, tasarının “af” olarak değerlendirilemeyecini belirterek, toplumsal ihtiyaçların böyle bir yasa çıkarılmasını zaruri hale getirdiğini savundu. 
       1974 affıyla çıkarılan birçok insanın TBMM’de miletvekili, bürokratların ise önemli görevlerde bulunduğunu ifade eden Aydınlı, Terörle Mücadele Yasası’na muhalefeten yaklaşık 10 bin gencin de aftan yararlanması gereğini söyledi. 
       
“ DAĞ FARE DOĞURDU ”

       FP İstanbul Milletvektili Mehmet Ali Şahin de tasarı için “dağ, fare doğrudu” derken, yasanın bu şekilde çıkması halinde sıkıntı ve huzursuzlukların artacağını, Cumhuriyet’in 100. yıldönümünde daha büyük bir af beklentisine neden olacağını öne sürdü. FP Erzurum Milletvekili Fahrettin Kukaracı ise tasarıın Anayasa’ya aykırı olduğunu ve adil olmadığını ileri sürerek, suçlara farklı uygulamaların adaleti sarsacağını savundu. 
       Tasarı üzerindeki görüşmeler, saat 18.00’den itibaren devam edecek.
       
ÖRTÜLÜ AF GELİYOR
       Ankara Barosu Başkanı Sadık Erdoğan, hükümetin şartla salıverme yasa tasarısı ile af konusundaki tutarsızlığını sürdürdüğünü ileri sürerek, “Yeni düzenleme ile bugün doğrudan affedilmesine cesaret edilemeyen bazı suçlara olası bir Anayasa Mahkemesi iptali ile örtülü af getirilmek isteniyor” dedi. 
       Erdoğan, yaptığı yazılı açıklamada, siyasal iktidarın Anayasa’ya karşı hile yoluna saptığını ve af yerine şartla salıverme ile dava ve cezaların ertelenmesini gündeme getirdiğini belirterek şunları kaydetti: “Böylece bugün af kapsamına alınmasına cesaret edilemeyen bazı suç faillerinin salıverilmesinin, dava ve cezalarının ertelenmesinin yolu da olası bir Anayasa Mahkemesi kararı ile açılmış olmaktadır. 
       Anayasa Mahkemesi’nin yerleşik kararları açıktır: şartla salıverme ile dava ve cezaların ertelenmesi infaza ilişkin bir uygulamadır. Anayasa Mahkemesi, suç ve cezaların düzenlenmesinde ve anayasal temelde af çıkarılmasında toplumsal gereksinimlere göre tercih ve tasarruf yapabilen yasama organının, infaza ilişkin bu tür düzenlemelerinde, suça göre bir ayrım yapamayacağı, böylesine bir ayrımın Anayasa’ya aykırı düşeceği görüşündedir. 
       Bilinen bu gerçek karşısında, getirilen yeni düzenleme ile bugün doğrudan affedilmesine cesaret edilemeyen bazı suçlara, olası bir Anayasa Mahkemesi iptali ile örtülü af getirilmek istenmektedir. Hesap budur” 
       Bazı illerin baro başkanları, “şartla salıverme ve erteleme tasarısı” hakkında görüşlerini açıkladılar. 
       
EDİRNE
       Edirne Baro Başkanı Rifat Çulha, yaptığı açıklamada, çıkartılması düşünülen yasanın bir af yasası olmadığını ve infaz hukukunu 
       ilgilendirdiğini söyledi. Çulha, şunları söyledi: 
       “Yasa taslağının kapsamının genişletilmesi konusunda bir başvuru halinde Anayasa Mahkemesi’nin nasıl bir karar vereceği şimdiden 
       bilinmez. Kişisel kanım, yasa bir altyapısı olmadığı için infazda indirim ve erteleme kurallarını içerdiği için Anayasadaki eşitlik 
       ilkesine aykırıdır. Çünkü infaz hukukunda eşitlik esastır. Ayrıca yasa Türk Ceza Kanunu’nun 647 sayılı cezaların infazı hakkındaki kanun ve esaslarıda devre dışı bırakmaktadır. 2 senedir konuşulan Türkiye’nin gündemine yapay olarak sokulan af düşüncesi bu ortamda geri dönülmeyecek biçim aldığı için çıkartılmalıdır. Türkiye’nin aftan daha çok Ceza İnfaz Sistemi’nin bir an önce, gerek uluslararası sözleşmeler, gerekse insan hakları kavramı içersinde ivedilikle düzeltilmesi gerekir.” 
       
KIRKALRELİ
       Kırklareli Barosu Başkanı Muvaffak Ülgen ise “ Şartlı Salıverilme ve cezaların Ertelenmesini ” öngören yasa tasarısına, olay mağdurları, zarar görenler ile sanıklar yönünden bakmak gerektiğini belirterek, şunları söyledi: “Olayın mağdurlarının af konusunda olumlu düşünmeleri beklenemez. Ancak, yasa bir nevi şartlı tahliye olmakla ceza, sanıkların başında demokrasinin kılıcı gibi durmaktadır. Bu nedenle kamuoyu vicdanını kısmen tatmin edecek, caydırıcılık yönünden ön plana çıkmaktadır. Şu anda cezaevleri kaynamakta olup, infaz yönünden af şeklinde yaklaşım en iyi çözüm olacaktır kanısındayım.” 
       
TEKİRDAĞ 
       Tekirdağ Barosu Başkanı Güneş Gürseler de, bilinçli olarak yükseltilen beklenti karşısında artık geri dönüşün olmadığının 
       görüldüğünü belirterek, “ Anayasa Mahkemesi’nin 1974 yılında çıkarılan Af Yasası karşısında kararı dikkate alınarak, Anayasaya uygun, kişilere ayrıcalık tanımayan, toplum vicdanını yaralamayan, adalet inancını sarsmayan bir af yasası çıkarılmasını ummaktan başka yapacağımız yok” dedi.
       -
ŞARTLI TAHLİYE EŞİTLİĞE AYKIRI

       Demokrat Türkiye Partisi (DTP) Genel Başkanı İsmet Sezgin, Şartla salıverilme ve cezaların ertelenmesini öngören tasarının, Anayasa’nın eşitlik ve genellik ilkesine aykırı hükümler taşıdığını kaydetti. 
       İsmet Sezgin, Ankara Oteli’nde partililere verdiği iftar yemeğinin ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı. Bir gazetecinin, şartla salıverilme ve erteleme yasa tasarısı hakkındaki görüşlerini sorması üzerine Sezgin, tasarının, Anayasa’nın eşitlik ve genellik ilkesine aykırı hükümler taşıdığını bildirdi. Her zaman kamu vicdanını tatmin eden, ekonomik, sosyal ve hukuksal zorunlulukları içeren bir aftan yana olduklarını belirten Sezgin, 
       “Hükümet ortakları zaten af da diyemiyorlar. (Ceza ve indirim) diyorlar. Bu da anlaşamadıklarını gösteriyor. Zaten bu hükümet hiçbir konuda anlaşamıyor” dedi.


http://arsiv.ntv.com.tr/news/49429.asp