Olmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Olmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Mayıs 2019 Pazar

Herkesin Cumhurbaşkanı Olmak!

Herkesin Cumhurbaşkanı Olmak!


Özcan YENİÇERİ,

28 OCAK 2011 KÖŞE YAZARLARI YAZILARI.,


Birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Strasbourg’a gitmişti. Akşam gazetesinden İsmail Küçükkaya’nın yazdığına göre yanında liberal ağırlıklı 
gazeteciler varmış. Bunlar Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Ali Bayramoğlu, Ergun Babahan, Hasan Bülent Kahraman vb. Bunların dışında Sedat Ergin, 
Ekrem Dumanlı, Muharrem Sarıkaya ve Nuh Albayrak da varmış. 
Bu bir tercih yahut Türkiye’nin en yüce makamının takdiridir. Liberal gazeteciler öncelikli!

Liberal ağırlıklı bu gazeteciler Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hemen her iç/dış ziyaretinde ve toplantılarında yanı başında görülüyor. Cumhurbaşkanı, 
bu seyahatler sırasında onlarla sohbet eder, ülke gündemini konuşur ve önemli sorunlara ilişkin görüşlerini paylaşır.
Cumhurbaşkanı’nın bu tercihi konjonktürel değildir. Son zamanlarda liberaller ile AKP’nin arasının açık olmasıyla ilgili olduğu da söylenemez. 
Çünkü liberal gazeteciler her konuda Köşkün müdavimleridir. Dolayısıyla ortada bilinçli olarak yapılmış bir tercih vardır.Bu tercih ve takdir ise, bize sağlam bir tespit yapma imkânı veriyor: Türkiye’nin en yüce makamı liberal, muhafazakâr kısmen de olsa sola mütemayil gazetecileri muhatap alıyor, bunun dışındakileri ise yok sayıyor. Sözgelimi devleti kuran irade olan milliyetçiliğin bir manada temsilcisi olan gazeteciler bu bağlamda Köşk tarafından yok sayılmaktadır. 

TRT bir başka âlem!

Yalnız Cumhurbaşkanlığının tercihleri değil, TRT’nin tercihleri de dikkatlerden kaçmayacak biçimde yanlı ve ilginçtir. Bugün Türkiye’nin Radyo ve 
Televizyon Kurumunun kapısı ancak belirli düşünceleri savunan gazetelere, gazetecilere ve düşünürlere açıktır. TRT iktidarın politikalarının ne denli haklı 
ve gerekli olduğunu gören ve gösteren bir yayın organı haline gelmiştir.
Örneğin TRT’de hemen bütün ulusal gazeteler yer bulurken bazı gazeteler görülmezlikten gelmektedir. Bunlardan birisi de Yeniçağ gazetesidir. 

Yeniçağ adlı milliyetçi/muhafazakâr çizgide yayın yapan bir gazetenin ekranlara getirilmesi bile TRT yönetimi tarafından uygun görülmemektedir. 

Pekiyi Yeniçağ gazetesi ne yapıyor? 

Bu gazetenin ülkenin birliği, milletin bütünlüğü ve devletin bölünmezliğini esas alan bir yayın politikası var. Buna rağmen bu gazetenin tirajında olmayan gazeteler, hatta servislerin operasyon gazeteleri bile bu anlamda en ince ayrıntısına kadar TRT ekranlarından kendisine yer bulabilmektedir. 

Yeniçağ gazetesine ise TRT ekranları ketum davranmaktadır.

Bütün bunları yakınmak için değil, bir tespit için söylüyorum. İşaret ettiklerimiz Türkiye’de muhalif yayın, duruş ve tavır ortaya koymanın ne denli zor 
olduğunu gösteren küçük bir örnektir. “İlelebet kalacak değiliz!” 

Çeşitli toplum kesimleri, farklı düşünceler ve çıkar gurupları arasında ülkenin tepesinde olanlar bir denge kurma gereğini duymamaktadır. 

Bütün bu gerçekler orta yerde durur iken Cumhurbaşkanı, “Ülkenin bekası için yeni bir anayasaya herkes katkı vermeli. Katılım önemli”  diyor. 

Katılımdan millî düşünceye sahip olanlar da bu tartışmalara katılsın anlamını çıkarmak gerekiyor. Sayın Cumhurbaşkanı, katılımdan, muhtemelen 
liberallerin tamamının bu tartışmalara katılması gerektiği yolundaki beklentisini dile getirmiş oluyor.Yeni anayasa taslağını da Prof. Özbudun başkanlığında tamamı liberal olan bir ekip hazırladığını unutmamak gerekiyor. 

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, birden Ahmet Necdet Sezer’i hatırlamış gibi şu sözleri de konuşmasına eklemiş:  “İlelebet kalacak değiliz!”. 

Cumhurbaşkanı doğru söylüyor. Fâniler ilelebet kalmıyor ama Türk tarihinde devlet ve millet için söylenmiş bir  “ebed müddet”  kavramı da var. 
Yani gidenler devleti götüremiyor. 

Galiba sorun da buradadır.

****

31 Ocak 2017 Salı

Akepe'de Arslanlar gibi “ Türkçü ” Olmak!..



Akepe'de Arslanlar gibi “ Türkçü ” Olmak!..


Reha Ören
23.08.2004

Sayı:63

Tanıdık, bildik, aşina bir sima. Koltuğunun arkasına doğru kaykılmış. Gözlüklerinin ardısıra bakıyor... Gözbebekleri elektrik sayacı gibi fıldır fıldır dönüyor. Böylesi insanlardan hep korkmuşumdur. Fahiş fiyatlı elektrik parasından daha beter çarparlar adamı!.. Asla ve kat’a güvenilmezdirler. Bu tip insanlara dikkat edin, mesele çok ciddi olduğu zaman, ya da ihanetlerini sezdiğinizi fark ettikleri zaman asla yüzünüze bakmazlar. Mahcubiyetlerini zemindeki mozaikleri sayarak saklamaya çalışırlar. Çünkü; başka yapabilecek hiçbir şeyleri yoktur.

Muhatabımın dudakları bazen öyle garip bir şekle giriyor ki ‘müstehzi mi?’, yoksa ‘mütebessim mi?’ anlamak asla kabil değil.

Hep yaparız ya, cebimizde ekmek parasının olmadığına aldırmadan vatanı ve dahi milleti kurtarmaya çalışırız. O anda biz de öyle yapıyoruz.

Mesele vatan ve millet meselesi... Bildiğim sima, bildiğim bakışlarla ve malum sözlerle memleket meselelerinden bahsediyor.

Mustafa Kemal’in büyüklüğünü anlatıyor önce. 1. Meclisi, 2. Meclisi kısa paragraflar halinde geçiyor. 2. ve hatta 3. Cumhuriyetçilere ateş püskürüyor. Elinden gelse İstiklâl Mahkemeleri’ni kurup, ‘Hıyanet-i vataniye’ gerekçesiyle darağacında sallandıracak.

Arada bir içer, o gün sigara içeceği tuttu... Derin bir soluk çekti... Sıra zamane milliyetçilerine gelmişti.

“Biliyor musun?” dedi. “AK parti içinde de arslan gibi milliyetçi çocuklarımız var.”

Albız alsın canını.

“Akepe içinde milliyetçi nasıl olunur yahu?” sorusunu sorduğum zaman, dostumla aramda artık bir bağ kalmadığını anladım.

Sahi; Akepe içinde olarak, Akepe’nin bayrağını sallayarak “Ben milliyetçiyim” nasıl denilebilir ki?

Bunun iki şıkkı olabilir. Böyle diyenler ya milliyetçiliği bilmiyorlar, ya da milliyetçiliği midecilikle aynı kefede tartıyorlardı. Sıkı Akepeliler’den biri de ilkokul çocuğu dangalaklığıyla “Ne demek milliyetçi? Siz milliyetçisiniz de biz milliyetsiz miyiz?” sorusunu sormuştu.

Bu dangalak bilmiyordu ki ‘milliyetli’ olmakla, ‘milliyetçi’ olmak farklı kavramlardır. Yine o dangalak bilmiyordu ki “İnsan milliyetli olmadan, kendini milliyetli hissetmeden, milliyetçi olamaz.”

Tanıdığım simanın “Akepe içindeki milliyetçiler” tanımı bana o dangalağı hatırlattı.

Siyaset hayatında 4 bin küsur kere “Kürt”, “Kürdistan”, “Kürdistanlı kardeşlerimiz” ifadelerini kullanan Recep Tayyip Erdoğan bir kere olsun “Türk” kelimesini telafuz dahi etmemiş. Adamın icraatları ortada... “Dinler arası diyalog”, “Dinlerin kardeşliği” maskelerinin ardına saklanarak uluslararası emperyalizmin ihanet şebekesinin ta göbeğinde olduğunu vurgulamış bir adamın partisinde milliyetçi olmak haa!..

Hele bir de Türkçü geçinenler yok mu?

Dangalaklığın bu kadarı da fazla... Akepe içinde milliyetçi olmak her şeyden evvel, en evvel abesle iştigal etmek değil de nedir?

Bu partinin Adana örgütünde yine tanıdık, bildik bir sima daha var. Bu sima ile ilk karşılaştığım zaman bana ‘Türkçü’ olduğunu söylemişti. Daha da ileri giderek Akepe içinde siyaset yapabilmek için neredeyse ‘icazet’ istemişti. Bu fakir de Akepe içinde Türkçü olunamayacağını dilinin döndüğü kadarıyla anlatmaya çalışmıştı. Sonraları köprülerin altından çok sular aktı. O delikanlı Akepe bünyesinde istediği yerlere geldi. Makam, mevki ve ikbal sahibi oldu.

Hukuk ilmi de tahsil eden bu delikanlı sonraları telefonlarımıza bile cevap vermemeye başladı. Maruzatı ise genellikle “Partinin yönetim toplantısında” oldu. Evet, bu genç artık önemli biri olmuştu. Genç yaşında yönetime girmeyi başarabilmişti. Ama anlaşılan artık Türkçülerden kaçmasının zamanı gelmişti. Bu genç farkında olmadan, süreç içerisinde “Akepe içerisinde Türkçü olunamayacağını” anlamıştı. Anlamasına anlamıştı ama Türkçülük denilen o çileli yolda yürümektense siyasetin çürük merdivenlerinde yükselebildiği kadar yükselmeyi tercih etmişti.

ABD başkanı teröristlerin uluslararası elebaşısı Buş oğlu Buş’un makamından çıkarken Başbakan Tayyip Bey dilinin altındaki baklayı çıkarmıştı “Kıbrıs’ta toprak verebiliriz”.

İktidarın hempalarından Yeni Şafak Gazetesi bile isyan etmedi mi? “Amerika’nın yeni projesi Türkiye modelli büyük ortadoğu” başlığını ataraktan hedefin Tevrat’ta vaat edilen ülkelerin İsrail’in öncülüğünde bir araya gelmesinin kurtuluş olduğunu belirterek isyan bayrağı çekmedi mi?

Ders kitaplarından Ermeni soykırımı, Türk, İstiklâl, Hürriyet kelimelerinin çıkartılacağını taahhüt eden bir siyasinin partisinde Türkçü olmak öyle mi?

Hem de ‘arslan gibi’!..

Allah rahmet eylesin. Ata dostu, rahmeti rahmana intikal etmiş olan Mehmet Emin Alpkan ağabeyin bir lafı vardı: “Arslanlar Çanakkale’de şehit oldu. Sırtlanlar şimdi arslan kesildi” derdi.

Bunların aslanlığı ne menem aslanlıktır ki CIA güdümlü National Geografic dergisi bile keşfedememiştir!..

Tayyip’i yetiştirerek, siyaset sahnesine sokan Necmettin Erbakan: “Ben Tayyip’ten çok çektim. Kurtulabilmek için de siyaseten önünü açtım” demedi mi?

“Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür”. Hafızanızı biraz olsun yoklayın. Erbakan ne demişti: “Bush ve ekibinin mensubu olduğu tarikatın öğretisine göre bunalımdan kurtulmak için Hz. İsa’nın gelmesi, Büyük İsrail’in kurulması gereklidir. Böylece siyonizm gerçekleşir”.

Ne çabuk unuttunuz yahu?

Ya daha dün genç bir Yüzbaşıyla muhatap olduğu zaman donunu ıslatan Talabani’yi ayaklarının altına kırmızı halı sererek Ankara’da devlet protokolü ile ağırlayan siyasetçiler -devlet adamları demiyorum.- Çünkü; diyemiyorum. Dilim varmıyor.- ve onların günümüz uzantılarına hitaben ne demişti: “ Hayalim, İstanbul’un başkent olduğu Ortadoğu Birleşik Devletleri.”

Bu ne demek yahu anlasanıza. Adam ABD ve AB tarafından hazırlanan hainane, hainane olduğu kadar da sinsi planın uygulayıcılarının artık sırtlarındaki kuzu postunu atarak gerçek yüzlerini göstermeleri değil mi?

Hem de kime gösteriyorlar?

Türkiye Cumhuriyet Devleti’nin Başbakanına!..

Peki, bu planın da 1. Dünya Savaşı sırasında İngiltere tarafından hazırlandığını bilmiyorsanız, ya çok gaafilsiniz, ya da siz de - dilim varmıyor ama - hainsiniz. ‘ Delalet ’ kelimesi içinde bulunduğunuz durumu yeteri kadar izah etmekte aciz kalıyor.

Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Ön Asya diye 4’lü konfederasyon yönetimi planının uygulama safhasında Mustafa Kemal’in çelik iradesi karşısında ertelenen bu plan bu gün sahnede. Başrolü onlar oynuyor. Bizimkiler ise sadece figüran... Üstelik figüran bile değiller ‘Rabarbacı ’ olmaktan öteye gidemiyorlar. İngiltere tarafından Asya’yı yönetmek için hazırlanan bu planın altyapısını, ağlayan vaiz Fettullah Gülen hazırlamadı mı? “ Asya’nın her tarafında Türk okulları açıyorum ” diyerek Anadolu’mun masum insanlarının maddi birikimlerini yasal olmayan yollarla yurtdışına kaçıran, inançlarını sömüren, CIA ve FBI koruması altında ABD’de ikamet eden ve nüfus kayıtlarına göre ön adı ‘ Mesih ’ olan Fettullah Gülen Hoca!.

İşte Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu tehlikelerden sadece bir kesit. Şimdi sorarım size hem Akepe içinde olacaksın, hem de Türkçü olacaksın.

Allah müstehakınızı versin.

Gök Tanrı bana sizi çarmıha germeyi nasip etsin.

Lütfen dikkat.

Türkçüler en çok Türkçülere dikkat etmeli

Sahi kim söylemişti yahu? Dağarcığımın ücra köşelerinden bir yerde yakaladım: “ Türkçüler her şeyden çok Türkçülere dikkat etmelidir

“Çünkü; üç tür Türkçü vardır. Birincisi: saf, inanmış, davasından taviz vermeyen Türkçüler. İkinci tür: Türkçü geçinenler. Üçüncü tür ki en tehlikelisi bunlardır.: Türkçülerden geçinenler.

Evet, daha dün bırakın ülkücüyü, milliyetçi bile olamayanlar bu gün arslanlar gibi Türkçü geçinmeye başladılar. Hem de Akepeli olaraktan”!..

Onlar öyle kamufleli arslanlar ki gördüğünüz zaman CIA güdümlü National Geografic dergisi temsilcilerine derhal haber veriniz. Zira; bu tür maymunlar Türkiye’yi işgal etmişlerdir. Ve hayvanlar aleminde layık oldukları yeri mutlak surette almalıdırlar.

Zaten önünde sonunda CIA’nın onlara layık göreceği yer de o hayvanlar alemidir. Zira bütün Batılılar çok iyi bilirler ki ihanet alışkanlıktır.

Bugün mensubu olduğu millete ihanet edenler, yarınlarda mensubu olmaya çalıştıkları milletlere de ihanet ederler.

Kalın sağlıcakla. Kalabilirseniz tabii...


http://www.turksolu.com.tr/63/oren63.htm



12 Kasım 2015 Perşembe

Göz Göre Göre Oyunun Parçası Olmak...


Göz Göre Göre Oyunun Parçası Olmak...




Erol Manisalı
erolmanisa@yahoo.com

Türkiye, “Balkanlar, Kafkasya, Körfez ve Doğu Akdeniz dörtgeninin tam ortasında”. Bu bölge, 1990 sonrasında ABD ve AB tarafından, “yeniden yapılandırılıyor”. Yeniden yapılandırmayı, hangi amaçlara yönelik olarak istiyorlar?

1) Adı geçen dörtgene askeri, siyasi ve iktisadi anlamda egemen olup “enerji kaynaklarını ve yollarını ele geçirmek istiyorlar”.

2) Böylelikle Rusya, Çin ve Hindistan gibi siyasi, iktisadi ve nükleer rakipler üzerinde baskı yaratmak amacındadırlar.

3) ABD ve AB sonuçta, Batı kapitalizminin her anlamda egemen olduğu bir küresel düzen kurmak istiyor.

Bu amaçlarına ulaşmak için hangi yöntemi ve araçları kullanıyorlar?

- Bu coğrafyadaki ülkelerde sivil darbeler yapıyorlar. Sivil darbeler yolu ile kendi adamlarını iktidara getirip bunları maşaları gibi yönlendiriyorlar. Gürcistan örneğinde olduğu gibi.

- Sivil (ve sessiz) darbelere uygun olmayan, içine sızamadıkları, açamadıkları ülkelere ise saldırarak işgal ediyor ve parçalıyorlar, Irak’ta olduğu gibi.

Sessiz ve sivil darbeler için bu ülkelerde her türlü aracı kullanıyorlar. Dincileri, kimi iş çevrelerini, medyayı, bürokrasiyi, aydın çevreleri (!), akademisyenleri, sanatçıları satın alabiliyorlar.

“Açık toplum” adı altında “emperyalizmin hizmetine açılmış topluluklar” hazırlıyorlar. Bölge ülkelerini (ve halklarını), “Batıcılar ve ona karşı olanlar” olarak ayrıştırıyorlar.

“Batıcılar”, onların hizmetine girenlere verdikleri isimdir. İçerde dincilerden, sermaye çevrelerinden, bürokratlardan, akademisyenlerden, gazetecilerden ve tabii siyasilerden oluşan bir oligarşi kurup maşa gibi kullanmaya başlıyorlar.

Rusya Ortadoğu’ya inecek

ABD’nin (ve AB’nin) Karadeniz’i denetim altına alma çabaları “Balkanlar, Kafkasya, Körfez, Doğu Akdeniz dörtgeninde” ikinci perdeyi oluşturuyor. Irak ve Afganistan’daki kilitlenmenin Batı lehine çevrilmesi için Rusya’nın önünün kesilmesi zorunlu.

- Irak, Afganistan ve Lübnan’daki işgal girişimleri,

- İran, Suriye ve Türkiye üzerinde ABD’nin (ve Batı’nın) uygulamaya başlanan planları, Rusya’yı Ortadoğu’da dengeyi sağlamaya zorlamaktadır.

Rusya, ABD (ve AB) kuşatmasını önlemek için Doğu Akdeniz’e yeniden inmek durumunda bırakılıyor.

- Çin, Hindistan ve İran Rusya’ya destek vereceklerdir. İran Körfezi’nde (Persian Gulf) Rus-İran ortak savunma girişimlerini bekleyebiliriz.

Ya Ankara?

AKP hükümeti, ABD’nin (ve AB’nin) BOP’una destek verdiği için kendini Karadeniz’de ve Gürcistan’da Rusya ile karşı karşıya getirmiştir. Oysa Türkiye ve Rusya, Kurtuluş Savaşı yıllarında olduğu gibi, bugün de ortak çıkarları paylaşıyorlar.

AKP yönetiminin ABD’ye olan bağımlılığı Rusya’yla işbirliği yapmamızı engelliyor. ABD Ankara’nın, soğuk savaş döneminde olduğu gibi, Rusya ile karşı karşıya getirilmesini kendi çıkarlarına uygun görüyor.

Ankara’daki yönetim Türkiye’yi, soğuk savaş döneminde düştüğü tuzağa yeniden sürüklemektedir.

Ankara’nın bugün Karadeniz ve Kafkasya’da izlediği politikanın Türkiye üzerindeki olumsuz etkileri şunlardır:

- Boğazlar üzerinde Rusya ile örtüşen çıkarlarımız yerine ABD ve AB’nin talepleri doğrultusunda değişiklikler gündeme getirilmektedir.

- Patrikhane konusunda Rusya ile bire bir birleşen çıkarlarımız yerine Batı’nın Fener’i Vatikanlaştırma girişimleri öne çıkacaktır.

- ABD ve AB kurumlarının, sözde soykırım dayatmaları üzerinden Ankara’ya baskılar yoğunlaşacaktır.

- Batı’nın planları, “Karadeniz üzerinden de Türkiye’ye dayatılabilecektir”.

- Türkiye, bölge ülkeleri ile işbirliği yerine soyutlanarak, “Batı’nın kucağına itecektir”.

Gül’ün futbol merakı…

- Erivan, Lozan’ı ve mevcut sınırları tanımamaktadır.

- Ermenistan yönetimleri bütün dünyada, Türkiye’ye karşı bir karalama kampanyası yürütmektedir. AB ve ABD yetkililerinin Erivan ziyaretlerinde, “Türkiye’ye karşı düşmanca bildiriler sürekli yayımlanmaktadır”.

- Erivan, diyaspora ile birlikte Türkiye aleyhinde kampanya yürütmektedir.

- Bugüne kadar Ankara’nın bütün iyi niyet girişimleri geri çevrilmiştir.

Ermenistan, Azerbaycan topraklarını (Karabağ’ı) işgal ederek soykırım yapmış ve 1 milyon Azeri sürülmüştür.

Bütün bu koşullar altında Gül’ün gidişi, Ermeni hükümetlerinin bugüne kadar yürüttükleri politika ve uygulamaları “kabullenerek meşrulaştırmak anlamına gelmez mi”?

Yoksa yalnızca, Washington’ın taleplerinin yerine getirilmesine yönelik bir jest mi?

Gül’ün Erivan ziyaretini AKP’nin Karadeniz ve Gürcistan’daki tutumu ile birlikte değerlendirdiğimiz zaman ortaya “çok vahim” bir durum çıkıyor. 1 Mart 2003 tezkeresinin desteklenmesi ve Erivan ziyareti AKP açısından büyük resmin içindeki lego parçalarından başka bir şey değildir.

www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali

..


18 Ekim 2015 Pazar

Göz Göre Göre Oyunun Parçası Olmak




Göz Göre Göre Oyunun Parçası Olmak.


06 Eylül 2008 Cumartesi
EROL MANİSALI
Türkiye, “Balkanlar, Kafkasya, Körfez ve Doğu Akdeniz dörtgeninin tam ortasında”. Bu bölge, 1990 sonrasında ABD ve AB tarafından, “yeniden yapılandırılıyor”. Yeniden yapılandırmayı, hangi amaçlara yönelik olarak istiyorlar?
1) Adı geçen dörtgene askeri, siyasi ve iktisadi anlamda egemen olup “enerji kaynaklarını ve yollarını ele geçirmek istiyorlar”.
2) Böylelikle Rusya, Çin ve Hindistan gibi siyasi, iktisadi ve nükleer rakipler üzerinde baskı yaratmak amacındadırlar.
3) ABD ve AB sonuçta, Batı kapitalizminin her anlamda egemen olduğu bir küresel düzen kurmak istiyor.
Bu amaçlarına ulaşmak için hangi yöntemi ve araçları kullanıyorlar?
- Bu coğrafyadaki ülkelerde sivil darbeler yapıyorlar. Sivil darbeler yolu ile kendi adamlarını iktidara getirip bunları maşaları gibi yönlendiriyorlar. Gürcistan örneğinde olduğu gibi.
- Sivil (ve sessiz) darbelere uygun olmayan, içine sızamadıkları, açamadıkları ülkelere ise saldırarak işgal ediyor ve parçalıyorlar, Irak’ta olduğu gibi.
Sessiz ve sivil darbeler için bu ülkelerde her türlü aracı kullanıyorlar. Dincileri, kimi iş çevrelerini, medyayı, bürokrasiyi, aydın çevreleri (!), akademisyenleri, sanatçıları satın alabiliyorlar.
“Açık toplum” adı altında “emperyalizmin hizmetine açılmış topluluklar” hazırlıyorlar. Bölge ülkelerini (ve halklarını), “Batıcılar ve ona karşı olanlar” olarak ayrıştırıyorlar.
“Batıcılar”, onların hizmetine girenlere verdikleri isimdir. İçerde dincilerden, sermaye çevrelerinden, bürokratlardan, akademisyenlerden, gazetecilerden ve tabii siyasilerden oluşan bir oligarşi kurup maşa gibi kullanmaya başlıyorlar.
Rusya Ortadoğu’ya inecek
ABD’nin (ve AB’nin) Karadeniz’i denetim altına alma çabaları “Balkanlar, Kafkasya, Körfez, Doğu Akdeniz dörtgeninde” ikinci perdeyi oluşturuyor. Irak ve Afganistan’daki kilitlenmenin Batı lehine çevrilmesi için Rusya’nın önünün kesilmesi zorunlu.
- Irak, Afganistan ve Lübnan’daki işgal girişimleri,
- İran, Suriye ve Türkiye üzerinde ABD’nin (ve Batı’nın) uygulamaya başlanan planları, Rusya’yı Ortadoğu’da dengeyi sağlamaya zorlamaktadır.
Rusya, ABD (ve AB) kuşatmasını önlemek için Doğu Akdeniz’e yeniden inmek durumunda bırakılıyor.
- Çin, Hindistan ve İran Rusya’ya destek vereceklerdir. İran Körfezi’nde (Persian Gulf) Rus-İran ortak savunma girişimlerini bekleyebiliriz.
Ya Ankara?
AKP hükümeti, ABD’nin (ve AB’nin) BOP’una destek verdiği için kendini Karadeniz’de ve Gürcistan’da Rusya ile karşı karşıya getirmiştir. Oysa Türkiye ve Rusya, Kurtuluş Savaşı yıllarında olduğu gibi, bugün de ortak çıkarları paylaşıyorlar.
AKP yönetiminin ABD’ye olan bağımlılığı Rusya’yla işbirliği yapmamızı engelliyor. ABD Ankara’nın, soğuk savaş döneminde olduğu gibi, Rusya ile karşı karşıya getirilmesini kendi çıkarlarına uygun görüyor.
Ankara’daki yönetim Türkiye’yi, soğuk savaş döneminde düştüğü tuzağa yeniden sürüklemektedir.
Ankara’nın bugün Karadeniz ve Kafkasya’da izlediği politikanın Türkiye üzerindeki olumsuz etkileri şunlardır:
- Boğazlar üzerinde Rusya ile örtüşen çıkarlarımız yerine ABD ve AB’nin talepleri doğrultusunda değişiklikler gündeme getirilmektedir.
- Patrikhane konusunda Rusya ile bire bir birleşen çıkarlarımız yerine Batı’nın Fener’i Vatikanlaştırma girişimleri öne çıkacaktır.
- ABD ve AB kurumlarının, sözde soykırım dayatmaları üzerinden Ankara’ya baskılar yoğunlaşacaktır.
- Batı’nın planları, “Karadeniz üzerinden de Türkiye’ye dayatılabilecektir”.
- Türkiye, bölge ülkeleri ile işbirliği yerine soyutlanarak, “Batı’nın kucağına itecektir”.
Gül’ün futbol merakı…
- Erivan, Lozan’ı ve mevcut sınırları tanımamaktadır.
- Ermenistan yönetimleri bütün dünyada, Türkiye’ye karşı bir karalama kampanyası yürütmektedir. AB ve ABD yetkililerinin Erivan ziyaretlerinde, “Türkiye’ye karşı düşmanca bildiriler sürekli yayımlanmaktadır”.
- Erivan, diyaspora ile birlikte Türkiye aleyhinde kampanya yürütmektedir.
- Bugüne kadar Ankara’nın bütün iyi niyet girişimleri geri çevrilmiştir.
Ermenistan, Azerbaycan topraklarını (Karabağ’ı) işgal ederek soykırım yapmış ve 1 milyon Azeri sürülmüştür.
Bütün bu koşullar altında Gül’ün gidişi, Ermeni hükümetlerinin bugüne kadar yürüttükleri politika ve uygulamaları “kabullenerek meşrulaştırmak anlamına gelmez mi”?
Yoksa yalnızca, Washington’ın taleplerinin yerine getirilmesine yönelik bir jest mi?
Gül’ün Erivan ziyaretini AKP’nin Karadeniz ve Gürcistan’daki tutumu ile birlikte değerlendirdiğimiz zaman ortaya “çok vahim” bir durum çıkıyor. 1 Mart 2003 tezkeresinin desteklenmesi ve Erivan ziyareti AKP açısından büyük resmin içindeki lego parçalarından başka bir şey değildir.


http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/8384/Goz_Gore_Gore_Oyunun_Parcasi_Olmak....html

.