Suriye Krizinde etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Suriye Krizinde etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Şubat 2020 Cumartesi

Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler BÖLÜM 8

Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler  BÖLÜM 8


İran’ın Suriye Politikası 

Uğur KÖROĞLU 


< İran, İmam Humeyni önderliğinde gerçekleştirilen 1979 İslam Devrimi’nden 
sonra Suriye ile münasebetlerini şahlık dönemine nazaran ciddi biçimde 
geliştirmiştir. Suriye, İran İslam Devrimi’nden sonra İran’ın Arap Dünyası içerisinde ilişkilerinin en iyi olduğu ülke olarak ön plana çıkmıştır. SDE Analiz  >

   Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde geçtiğimiz yıl şiddetini arttıran, 
Tunus, Mısır ve Libya gibi ülkelerde uzun yıllardır iktidarda olan yöneticilerin 
devrilmeleri ile sonuçlanan ve uluslararası kamuoyu tarafından “Arap 
Baharı” diye adlandırılan süreç hem bölgede hem de küresel sistemde 
ciddi değişiklikler ve ciddi kırılmalar meydana getirmesi öngörülmektedir. 
Suriye’de 2011 Mart ayında başlayan ve şiddetini arttırarak şimdiye kadar 
devam eden çatışmalar bölgesel istikrarsızlığı tetikleyici bir hal almış 
durumdadır. Söz konusu gelişmelerin en yakından hissedildiği ülkelerin 
başında ise Türkiye, İran ve İsrail gelmektedir. Her üç ülkenin de bu 
gelişmeler karşısında farklı perspektiflere ve çıkarlara sahip olmaları Suriye 
konusunda farklı tutum geliştirmelerine ve sorunun daha da karmaşık 
bir hal almasına sebep olmaktadır. Özellikle bölgenin Türkiye ve İran’ın 
söz konusu soruna ilişkin yaklaşımları, Suriye’deki gelişmelerin alacağı 
seyri yakından etkilemektedir. İki ülkenin soruna yönelik geliştirdikleri 
politikalardaki farklılıkların sağlıklı bir biçimde değerlendirilebilmesi, İran-
Suriye ilişkilerinin tarihsel seyrinin kısaca gözden geçirilmesiyle mümkün 
olabilir. 

1979 İran İslam Devrimi’nden Sonra İran-Suriye İlişkileri 

İran, İmam Humeyni önderliğinde gerçekleştirilen 1979 İslam Devrimi’nden 
sonra Suriye ile münasebetlerini şahlık dönemine nazaran ciddi biçimde 
geliştirmiştir. Suriye, İran İslam Devrimi’nden sonra İran’ın Arap Dünyası 
içerisinde ilişkilerinin en iyi olduğu ülke olarak ön plana çıkmıştır. İki 
ülkeyi, Arap-Fars çekişmesi, dünyadan izolasyon vb. tüm olumsuz etkenlere 
rağmen, bir araya getiren sebep(ler) dönemlendirilmek suretiyle şu şekilde 
özetlenebilir: 

< 1985-1988: Lübnan’da başlayan iç savaşta Suriye’nin Şii Emel Örgütü’nü, İran’ın ise Hizbullah’ı desteklemesi ve iki örgütün aralarında yaşanan çatışmalar ilişkileri gerginleştirse de, 1988’de, karşılıklı çabalar ve çeşitli gelişmeler sonucu 
iki ülkenin arası yeniden düzelme eğilimine girdi. SDE Analiz >

1-1979-1982: İran’da meydana gelen İslam Devrimi’nin (10 Şubat 1979) ilk 
dönemleri Camp David Sözleşmesi’nin (17. 09. 1978) hemen sonrasına 
ve bu sözleşmeyi esas alan Mısır-İsrail Barış Antlaşması’nın da (26. 03. 1979) hemen öncesine denk gelmekteydi. Adı geçen antlaşmanın ardından Mısır’ın ve diğer bazı Arap ülkelerinin İsrail karşıtlığına resmi olarak son vermelerinin sonucunda Suriye’nin yalnızlığa düşmesi, buna karşılık İran’ın daha devrimin ilk aylarında İsrail büyükelçiliğini kapatarak binasını da Filistin elçiliği için tahsis etmesi ve Filistin’e tam destek sözü vermesi gibi gelişmelerden dolayı Suriye ile İran arasında hızlı bir yakınlaşma başlamıştı. Devrimi tanıyan ilk Arap ülkesinin Suriye olması ve Hafız Esed’in Ayetullah Humeyni’ye tebriklerini bildirmesi, söz 
konusu yakınlaşmanın düzeyini göstermesi açısından önemlidir. İran’ın da, gerek İslami bir rejime geçmesi gerekse devrimin hemen akabinde başlayan İsrail karşıtlığı nedeniyle yaşadığı/yaşayabileceği izolasyon durumunu aşmak açısından Suriye ile yakınlaşması ve Suriye’nin desteğini kazanması gerekmekteydi. 

1979 yılında Irak’ta iktidarı ele geçiren Saddam Hüseyin’in kaygı verici kişisel özellikleri ve İran topraklarının bir kısmını 22 Eylül 1980 tarihinde işgal ederek başlattığı savaş Suriye tarafından endişeyle karşılandı. Saddam’ın olası bir zaferin ardından kendi ülkesine de saldıracağını düşünen ve Irak’ın da Arap 
liderliğinde söz sahibi olması ihtimali karşısında Suriye yönetimi, yaklaşık 
sekiz yıl sürecek savaşta resmi olarak İran’ı destekleyen tek Arap ülkesi, 
hatta dünyadaki tek ülke konumundaydı. 

2-1982-1985: Bu yılların başında İsrail, Lübnan’ın güneyini işgal etmişti. 
Suriye için zaten tehdit olan İsrail, bu sefer farklı bir cepheden kendisine 
yaklaşıyordu. Tam da bu sırada İran destekli Hizbullah’ın kurulması17 
ve derhal İsrail ile ABD güçlerine karşı eylemlerde bulunması 
İran’la ilişkileri daha da sağlamlaştırmıştı. 

3-1985-1988: Lübnan’da başlayan iç savaşta Suriye’nin Şii Emel Örgütü’nü, 
İran’ın ise Hizbullah’ı desteklemesi ve iki örgütün aralarında yaşanan 
çatışmalar ilişkileri gerginleştirse de, 1988’de, karşılıklı çabalar ve çeşitli 
gelişmeler sonucu iki ülkenin arası yeniden düzelme eğilimine girdi. 

4-1988-1991: İran-Irak savaşının bittiği bu dönemin başlarında, Lübnan’da 
işbaşına gelen başkan Michel Aoun’un Suriye karşıtı eylemeleri ve Irak’ın 
Kuveyt’i işgalini öne sürerek bölgeye giren ABD silahlı kuvvetlerinin 
Suriye’yi tedirgin etmesi iki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden ivme 
kazanmasını sağladı. 

5-1991-2003: Bu görece uzun süreyi taraflar daha çok silahlanma 
konusunda birbirlerine yardım ederek geçirdiler. Hizbullah ve 
Hamas’ı takviye ederek İsrail’e baskıyı arttırmak için uğraştılar. Nitekim 
2000 yılında Hizbullah’ın yoğun mücadelesi sonucu İsrail’in, Güney 
Lübnan’dan çekilmek zorunda kalması bu çabaların iki ülke açısından 
olumlu bir sonucudur.18 

6-2003-…: Bu dönemde başlayan İkinci Körfez Savaşı’nın ardından iki 
ülkenin de ortak düşman olarak gördüğü Saddam’ın devrilmesi Suriye ve 
İran açısından olumlu ve siyasi kazanım olarak karşılandı. Buna karşılık, 
ABD’nin “teröre karşı savaş” söylemi çerçevesinde iki ülkeyi de hedef 
tahtasına oturtması İran ve Suriye arasında belirli bir endişe yarattı. 

< 1991-2003: Bu görece uzun süreyi taraflar daha çok silahlanma  konusun da  birbirlerine yardım ederek geçirdiler. Nitekim 2000 yılında Hizbullah’ın yoğun mücadelesi sonucu İsrail’in, Güney Lübnan’dan çekilmek zorunda kalması bu çabaların iki ülke açısından olumlu bir sonucudur. SDE Analiz  >

Bu nedenle, her iki ülke de Irak bağlamında ortak bir siyaset izlemeye başladı. 
İran, Irak’ta büyük çoğunluğunu Şiilerin teşkil ettiği Amerikan karşıtı 
grupları destekleyerek kontrolü Amerika’ya kaptırmamaya çabalarken, 
Suriye’nin gayretleri ise, olası tehdit ve müdahaleleri önlemek için Irak’ı 
dönem dönem sınırını kapatmaya kadar zorladı. Bu dönemin şüphesiz 
ki en çarpıcı gelişmesi 2006 yılında İsrail’in Güney Lübnan’a saldırarak 
Hizbullah’la savaşa girmesidir. Seyyid Ali Hamanei’ye yakınlığı malum 
olan Hizbullah’ın bu savaştan adı konulmamış bir zaferle çıkması, Suriye 
yönetimi ve halkının İran’a karşı sempatisini ve güvenini arttıran büyük 
bir etken olmuştur.19 

Neticede bu önemli kırılma-birleşme dönemleri ve barındırdığı olaylar, 
her iki ülkenin ilişkilerinin bir tür ‘kader ortaklığı’ veya en azından ‘mantık 
evliliği’20 düzeyinde ilerlemesine katkıda bulunmuştur. Söz konusu siyasi 
gelişmeler özellikle İran’ın ekonomik açıdan Suriye’ye büyük destek 
vermesini de beraberinde getirmiş, bu kapsamda Suriye’ye düşük maliyetli 
petrol ve ürünleri ile doğal gaz vb ihracatın yapılmasını sağlamıştır. 

2011 Suriye Olayları ve İran’ın Tutumu 

2011 yılı başlarında Arap Baharı tüm bölgeyi ve dünyayı etkilerken gözler 
doğal olarak Suriye’ye de çevrilmişti. Burada da bir devrim, değişim veya 
dönüşüm olacak mıydı? Diğer Arap ülkelerine göre birkaç ay gecikmeli de 
olsa, Suriye’de de bir takım olaylar patlak vermişti. Batı ülkeleri, Türkiye 
ve bazı Arap medyası ile siyasileri bu olayları, diğer ayaklanmalar gibi bir 
özgürlük ve demokrasi hareketi şeklinde görüp yorumlamışlarsa da, İran’ın 
konuya bakışı çok farklı olmuştur. 

İran İslâm Devrimi sonrasında uygulanan “Yeşil Kuşak” politikası ile bölgede 
tecrit edilmeye çalışılan İran yönetimi, İsrail’den ve İsrail üzerinden Batılı 
ülkelerden, özellikle ABD’den tehdit algılamaktadır. Ortadoğu ve Kuzey 
Afrika ülkeleri ile Suriye’deki olaylar patlak vermeden önce Suriye Devlet 
Başkanı Beşşar Esed’in kendisini ziyareti sırasında bir demeç veren İran dinî 
lideri Ayetullah Ali Hamanei “…Batı’lı ülkeler ve özellikle de Amerika hem 
bölgede ve hem de kendi içerisinde çeşitli sorunlarla karşı karşıya olup, 
bölgede ve hatta Lübnan’da dahi herhangi bir başarı sağlayamamıştır. 
Bu şartlar altında İran, Suriye, Irak ve Türkiye arasında bir dayanışma 
ve işbirliği ortamının sağlanması bölgenin yararınadır…” cümleleriyle 
bu durumu net bir biçimde ifade etmiştir. Aynı toplantıda Hamanei “… 
İran İslam Cumhuriyeti ve Suriye ortak bir siperde yer almışlardır ve 
ortak hedeflere sahiptirler…” diyerek İran ve Suriye arasındaki ilişkilerin 
dayandığı stratejik temele işaret etmiştir. Suriye olaylarının Türkiye ile derin 
bir ayrılığa dönüşmesi, Türkiye’ye bir parçası konuşlandırılan NATO füze 
savunma sisteminin İran tarafından şüpheyle karşılanması gibi hususlar 
İran-Türkiye ilişkilerinde ufak çaplı bir krize de sebep olmuştur. 

İran, Suriye’de yaşanan gelişmeleri dış destekli bir proje olarak 
değerlendirmektedir. İran dinî lideri Ayetullah Ali Hamanei’nin Bi’set 
Bayramı dolayısıyla yaptığı konuşmada Suriye olaylarını  “…Amerikalılar bölgede Mısır, Tunus, Yemen ve Libya’daki olayların benzerini çıkartmayı amaçlamış olup, direniş cephesindeki Suriye’yi karıştırmak peşindeler. ''

< Başbakan R. Tayyip Erdoğan ve beraberindeki heyetin İran’da kabulü sırasında da Suriye halkı lehine olan her türlü reformu desteklediklerinin 
altını çizen Hamanei İran’ın Suriye’yi desteklemesinin en önemli sebebi 
olarak Suriye’nin Siyonist direniş çizgisinde yer alıyor olmasını göstermiştir. 
SDE Analiz  >

Ancak Suriye’deki olayların mahiyeti, bölge ülkelerindeki gelişmelerden 
tamamen farklıdır. Bölge ülkelerindeki İslami uyanışın özü, anti-siyonist ve 
anti-Amerikancı bir harekete dayanmaktadır. Ancak Suriye’deki olaylarda 
Amerika ve İsrail’in parmağı açıkça görülmekte olup, biz İran halkının bu 
bağlamdaki mantığı ve kriteri şudur ki, her nerede Amerika ve Siyonizm 
lehine slogan atılırsa, bu hareket sapmaya uğramıştır. Elbette İran halkı ve 
İslam nizamının bu mantık ve kritere dayalı direnişi düşmanı öfkelendirmekte 
ve onların komplolarının artmasına yol açmaktadır. Ancak, dirençli İran 
halkı mevcut duruşunu gevşeklik göstermeksizin sürdürecektir…” şeklinde 
değerlendirmesi İran’ın Suriye politikasını anlamayı kolaylaştırmaktadır. Bu 
çerçevede Türkiye Başbakanı R. Tayyip Erdoğan ve beraberindeki heyetin 
İran’da kabulü sırasında da Suriye halkı lehine olan her türlü reformu 
desteklediklerinin altını çizen Hamanei İran’ın Suriye’yi desteklemesinin 
en önemli sebebi olarak Suriye’nin Siyonist direniş çizgisinde yer alıyor 
olmasını göstermiş ve Suriye’de başlayan reform sürecinin devam etmesi 
gerektiğini ifade etmiştir.21 

İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın konuyla ilgili görüşleri 
ise,‘Rehber’in sözlerinden çok farklı olmamakla birlikte, bazen daha 
politik manevralarla sergilendiği bazen de İran’daki genel kabulün aksine 

< Suriye olaylarının başlangıcında ve ortalarında daha ihtiyatlı bir dil kullanan 
Ahmedinejad, bugün gelinen noktada, Suriye yönetimini ve halkını, ayaklan maları iyi bir şekilde idare etmelerinden dolayı tebrik etmiş ve Batının bir tuzağı olarak değerlendirdiği bu oyuna gelinmemesinin sevindirici olduğunu  belirtmiştir. SDE Analiz > 

Suriye’deki göstericilere şiddet uygulandığını kabul eder bir nitelik taşıdığı 
için önemlidir. Örneğin Rusya Cumhurbaşkanı Medvedev ile yaptığı telefon 
görüşmesinde, Suriye’deki olayların çözümünü ve gerekli reformları yine 
Suriyelilerin yapması gerektiğini, dışarıdan müdahale olmamasının önemini 
vurgulamıştır.22 Ahmedinejad, benzeri ifadeleri BM genel sekreteriyle 
görüşmesinde de dile getirmiştir.23 Buna karşılık Ahmedinejad, Beşşar 
Esad’la bir görüşmesi sırasında isyancılara karşı şiddet uygulanmasına 
son vermesini ve askeri güçle hiçbir meselenin halledilemeyeceğini beyan 
etmiştir.24 Suriye olaylarının başlangıcında ve ortalarında daha ihtiyatlı bir 
dil kullanan Ahmedinejad, bugün gelinen noktada ise, Suriye yönetimini ve 
halkını, ayaklanmaları iyi bir şekilde idare etmelerinden dolayı tebrik etmiş 
ve Batı’nın bir tuzağı olarak değerlendirdiği bu oyuna gelinmemesinin 
sevindirici olduğunu belirtmiştir.25 

İran İslam Cumhuriyeti’nin diğer yetkili makamları da Suriye’deki kalkışma 
ve karışıklılar hususunda Ali Hamanei ve Ahmedinejad’ın görüşleriyle 
aynı veya yakın doğrultudaki fikirlerini zaman zaman dile getirmişlerdir. 
Bunlardan biri de İran’ın, Arap ve Afrika ülkelerinden sorumlu dışişleri 
bakan yardımcısı Hüseyin Emirallahiyan’dır. Bir Türk gazeteci tarafından 
Türk dışişlerinin son günlerdeki çıkışları hakkında kendisine yöneltilen bir 
soru üzerine; İran’ın her yönden Suriye’yi desteklemeye devam edeceğini 
ve Suriye halkının Esed’in himayesi altında istenilen reformlara sağlam bir 
şekilde ulaşacağını beyan eden Emirallahiyan, buna karşılık muhaliflerin 
silahlandırılmamasının da şart olduğunu söylemiştir. Aynı yetkili bir başka 
görüşmesinde ise “İran’ın kırmızı çizgisi, Suriye halkı içindeki grupların 
birbirlerini öldürmeleri ve ülkeye dışarıdan askeri müdahale olmamasıdır” 
diyerek düşüncelerini dile getirmiştir.26 İran’ın BM daimi temsilcisi 
Muhammed Hezai de, Suriye halkının reform sürecinde gösterebileceği 
sabırsızlığın bölgeye felaket getireceğini ileri sürmüştür.27 Dışişleri bakanı 
Ali Ekber Salihi, ‘direniş’28 hareketinin sonuna kadar süreceği mesajını 
iletmiştir.29 

Bu veriler ışığında bakıldığında, küçük farklar/farklılıklar dışında, İran’ın 
resmi söyleminde kendi içinde herhangi bir ayrılığın bulunmadığı ve kendi 
içerisinde bir tutarlığa sahip olduğu görülmektedir. Çeşitli devlet yetkilileri 
ve milletvekillerinden oluşan ve bu noktada farklı düşünen küçük bir azınlık 
grubu olsa da, güçlü olamayışları ve söylemlerinin süreksizliği onları 
akamete ve etkisizliğe uğratmaktadır. 

Yukarıda bahsi geçen siyasal kişiler ve onların oluşturduğu kurumsal yapıların görüşlerinin yanısıra, göz ardı edilmemesi gereken bir unsur da, şüphesiz ki İran halkıdır. İran halkı genel olarak devletin resmi görüşlerini benimsemekle beraber, özellikle ‘yeşil hareket’e destek verenlerin ve diğer görüşlerdeki bazı grupların, ülkelerinin Suriye’ye yardım etmesini daha çok ekonomik yönlerden eleştirdiği ve zaman zaman seslerini yükselttiği görülmektedir. 

Bütün bunların dışında bir de gücü artık son zamanlarda iyice artan sosyal 
medya, video paylaşım siteleri vb. türden internet ortamlarında konuyla 
ilgili son derece zengin bir kaynak bulunmaktadır. ‘İslam Devrimi’ ve Suriye 
yönetimi taraftarlarının kendilerini haklı göstermek üzere yoğun çaba 
harcadıkları bu sitelerde, daha çok Batı ve Suriye yönetimi karşıtlarının 
dünya medyasına sundukları görüntülerin sahteliği, bütün olup bitenin 
aslında bir komplo ve göz boyamadan ibaret olduğu iddia edilmektedir. 

< İran halkı genel olarak devletin resmi görüşlerini benimsemekle beraber, özellikle ‘yeşil hareket’e destek verenlerin ve diğer görüşlerdeki bazı grupların, 
ülkelerinin Suriye’ye yardım etmesini daha çok ekonomik yönlerden eleştirdiği ve zaman zaman seslerini yükselttiği görülmektedir. SDE Analiz  >

Buraya kadar sunmaya çalıştığımız bilgiler ışığında, İran’ın Suriye olaylarına 
bakışının, özellikle resmi makamlar bağlamında ortak bir söyleme yaslandığını 
söylemek mümkündür. Tüm bunların dışında gerek İranlı yetkililerin 
yaptıkları gayrı resmi konuşmalardan gerekse ‘Devrim’ (İran İslam Devrimi) 
ve Suriye taraftarlarının aralarında yaptıkları konuşmalardan, aslında 
Suriye’de hemen hemen hiçbir büyük halk ayaklanmasının yaşanmadığı, 
katliamları yapanların bilakis göstericiler olduğu, bu göstericilerin çoğunun 
halk tarafından tanınmadığı, dışarıdan veya Filistinli göçmenlerden parayla 
tutulan adamlar 30 oldukları yönünde genel bir kanaat çıkarmak mümkündür. 
Bu kesimlere göre, Suriye olayları, dini inanç ve mezhep farklılıklarını 
bahane eden, ama aslında ABD, İsrail ve genel olarak Batı’nın 31 kışkırttığı, 
bizzat para verip silahlandırdığı bir grup teröristin çıkarttığı olaylardan 
öteye bir şey değildir. Hatta Suriye ordusundan ayrılan 2500 kadar askerin 
“Muaviye Tugayları” adıyla birlikler kurmaları doğrultusundaki söylentiler 32 
ve benzeri iddialar kendilerinin bu tezlerini daha da güçlendiriyor. Çünkü 
hiçbir aklı başında Sünni’nin yapmayacağı bu anlamsız isimlendirmenin 
telaffuzu bile, karşı tarafı tahrik etmeye yetmektedir. 

Suriye sorunu kapsamında, bütün bu reel-politik söylem ve iddiaların 
yanısıra, ilgili çevrelerce pek gündeme getirilmeyen meselenin teo-politik 
boyutuna da değinmek gerekmektedir. Bu boyutu, her ne kadar bilimsel 
bir şekilde ortaya koymak en azından şimdilik mümkün olmasa da, Mehdi 
inancının İslam âlemindeki, ama özellikle Şiiler arasındaki öneminin de İran-
Suriye ilişkilerinde bir belirleyicilik payı olduğu düşünebilir. Aslında Mehdi 
inancını ve onun gelişini beklemeyi inançlarının merkezine oturtmuş bir 
ulema kadrosunun en üst düzey yöneticileri oluşturduğu İran’da bu husus 
kesinlikle görmezden gelinmemelidir. Resmi makamlarca doğrudan ‘İmam 

< En çok öne çıkan görüşİran’ın aslında tarihsel arkaplanına dayalı devlet geleneğinin dünyadaki bütün gelişmelere yansıyor oluşudur. Bu görüşü savunan lar bir İslam devleti de olsa İran’ın aslında ulusal çıkarlarını düşünen ve derin  amaçları olan bir devlet olduğu görüştür. SDE Analiz >

Mehdi geliyor, çok yakında gelecek’ 33 tarzında sözler sarfedilmemiş olsa 
da, bölgenin ve dünyanın yakın bir süre zarfında barışa ereceği, İsrail’in 
ortadan kalkacağı, şu anki neslin bu büyük uyanışa tanıklık edeceği yönünde 
resmi makamların söylediği sözler Mehdi’ye bir işaret olarak yorumlanabilir. 

Sonuç ve Değerlendirme 

Bütün bu veriler ve bilgiler ışığında, İran’ın Suriye’deki rejime sahip 
çıkmaya ve bu rejimle ortaklığını sürdürmeye devam edeceğini söylemek 
mümkündür. Suriye’deki olayların üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçmesine 
rağmen, İran’ın aksi bir davranış sergilememiş olması ve hatta bu ülkeyle 
birçok yeni yatırım ve ticaret anlaşması yapması İran’ın Suriye yönetimine 
desteğinin süreceğini göstermektedir. Ancak daha önce değinildiği gibi, 
İran, Suriye’yi hatasız bir ülke olarak da görmemekte, aksine halkın samimi 
isteklerine bir an önce olumlu cevaplar verilmesi noktasında Esed’i ve diğer 
yetkilileri uyarmaktadır. Ancak İran, Suriye’deki reformların zaman alacağını 
ve halkın sabırlı olması gerektiğini düşünmektedir. Bu noktada, İran’ın 
hassasiyetinin daha çok samimi talepleri olan halk ile dışarıdan destekli 
‘Siyonist’ planlara alet edilen ‘sözde halk’ arasında yapılan bir ayrıma dayalı 
olarak şekillendiğini söylemek mümkündür. Ayrıca İran’ın dünya genelinde 
‘mustazafların’ ve özelde İslam ülkeleri için ‘İslami’ kesimin yanında olduğu 
yönündeki söylem de bu ülkenin Suriye olaylarıyla ilgili dünyaya vermek 
istediği imaj ve mesajın önemli göstergeleridir. 

Buraya kadar anlatılanlar, yazının başlığı da göz önünde bulundurularak 
mümkün olduğunca objektif bir biçimde İran resmi makamlarının 
Suriye’de yaşanan gelişmelere bakışını yansıtmaya çalışmıştır. Bununla 
beraber daha sağlıklı bir analiz için İran’ın resmi söylemleri dışında İran 
dışından uzmanların görüşleri, yorumları ve yaşanmış gerçeklerle olayların 
değerlendirilmesinin gerektiği açıktır. 

Bu bağlamda en çok öne çıkan görüşİran’ın aslında tarihsel arkaplanına 
dayalı devlet geleneğinin dünyadaki bütün gelişmelere yansıyor oluşudur. 
Bu görüşü savunanlar bir İslam devleti de olsa İran’ın aslında ulusal 
çıkarlarını düşünen ve derin amaçları olan bir devlet olduğu görüştür. 

Bu çıkarlar içerisinde dünyadan izole edilmek pahasına da olsa kendine has 
bir yönetim biçimi ve dış politika uygulamaları ortaya koyarak ABD ve diğer 
büyük güçlere karşı farklıbir model olarak dünya sahnesinde yer almak isteyişi 
de bu tezin dayanakları arasında değerlendirilebilir. Bu noktada akla şu 
sorular gelebilir: yukarıda verilen İranlı resmi makamların genel görüşlerine 
göre Suriye’ye desteğin asıl gayesi Suriye’nin Siyonizm karşısındaki duruşu, 

Filistin ve Lübnan’a (özelde Hizbullah’a) sağladığı destek olduğuna göre bu 
‘ulusal çıkarlar’ Lübnan ve Filistin’i de kapsamaktadır; bölgenin demografik 
yapısının ezici çoğunluğunu Arapların oluşturması, etnik olarak daha çok 
Farsî ve Türkî temellere dayalı İran’ın hangi planı dahilinde yer alabilir? 

Ayrıca adı geçen üç ülkenin ekonomik durumları ve stratejik konumları gibi 
etmenler göz önünde bulundurulduğunda neredeyse hiçbir cazibeleri 
olmamasına ve alternatifi ülkeler (en başta Türkiye) zaten mevcut olmasına 
rağmen İran, niçin son derece yüklü miktardaki maddi kaynağını adı geçen 
bölgelere akıtmaktadır? Bunun yerine İsrail’e, Suriye ve İran’ın vereceği 
küçük tavizler iki ülkenin de reel olarak daha çok yararına olmaz mı? Ayrıca 
ulusal çıkarlardan kasıt topyekûn bir İran ulusunun mu yoksa Fars eksenli bir 
ulusalcılığın çıkarları mı? İran’ın da her ülke gibi modern devletler sisteminin 
bir gereği olan ulusal çıkarlarının olması doğaldır ancak bu çıkarların neler 
olduğunun somut ve destekli bir şekilde yukarıda arz edilen ve/veya farklı 
soruları da kapsayarak acilen cevaplanması gerekmektedir ki konuya ilgili 
ülkeler bölge ve dünya barışına daha yapıcı eleştirilerde bulunabilsin. 

Bir diğer görüşe göre ise İran, aslında evrensel bir insani ve/veya İslami 
kaygı taşımamakta aksine sadece Şiiliğin gelişmesi ve yayılması için 
çalışmaktadır, Suriye yönetimine de desteği bu yüzdendir. Bahsi geçen 
görüşü savunanların en önemli argümanları: ‘Madem İran’ın evrensel insani 
ve İslami kaygıları var o halde niçin Sünni Çeçenistan ve Çin’deki Uygurlara 
yönelik destek vermemiştir?’. Son derece haklı görünen bu argümana karşı, 
nüfusunun ağırlıklı çoğunluğu Şii olan Azerbaycan Cumhuriyeti’ne İran’ın 
hiç de olumlu olmayan genel yaklaşımı, Azerbaycan-Ermenistan savaşında 
Azerbaycan’a destek vermeyişi, hatta 2001 yılında Hazar denizi üzerinde 
savaş uçaklarını uçurtan İran’ın Azerbaycan’a gözdağı vermesi, Irak’taki 
Şiilere – ki Irak Şiiliği ile İran Şiiliğinin yapısı hemen hemen aynıdır - kayıtsız 
şartsız destek vermemesi, bazen de onlarla fikirsel çatışmalara düşmesi 
cevaplanmaya muhtaç önemli sorular olarak ortaya çıkmaktadır. Şiilik 
eksenli düşüncenin Suriye ayağında ise oradaki Şii/Alevi olarak nitelenen/ 
adlandırılan azınlığın İran tarafından ne derece İslam dairesinde görüldüğü 
ve kendilerine ne kadar yakın buldukları sorunsalı yer almaktadır. 

< İran’ın da her ülke gibi modern devletler sisteminin bir gereği olan ulusal çıkarlarının olması doğaldır ancak bu çıkarların neler olduğunun somut ve destekli bir şekilde yukarıda arz edilen ve/veya farklı soruları da kapsayarak acilen cevaplanması gerekmektedir. SDE Analiz >

İran’ın her ne kadar ‘Suriye Alevileri’ olarak bilinen Nusayrileri defalarca 
Şiileştirmek yönünde atılımları34 olmuşsa da Nusayrilerin buna pek de sıcak 
bakmadıkları bilinmektedir. Dolayısıyla Nusayrilere göre – ama sadece 
göreli olarak -Şiiliğe daha yakın Türkiye Alevilerine karşı bile mesafeli ve 
şüpheli yaklaşan İran siyasileri ve din adamlarının Suriye Alevilerini ne 
derece kendi Şii inançlarına uygun olarak benimsedikleri muammadır. 

< Bütün bu belirtilen hususlar İran’ın, -göreli dahi olsa -Şiiliğe yakın duran mezhep, inanç ve tarikat gibi yapılara yakın durduğu gerçeğini  değiştirmemek tedir. Bununla beraber arz edilen soru işaretlerini ortadan kaldırmak ise daha 
detaylı çalışmaları gerektirmektedir. SDE Analiz >

Ancak bütün bu belirtilen hususlar İran’ın, - göreli dahi olsa -Şiiliğe yakın 
duran mezhep, inanç ve tarikat gibi yapılara yakın durduğu gerçeğini 
değiştirmemektedir. Bununla beraber arz edilen soru işaretlerini ortadan 
kaldırmak ise daha detaylı çalışmaları gerektirmektedir. 

İsrail ile aslında danışıklı bir dövüş içinde bulunarak bölgede İran ve İsrail’in 
birbirlerini destekleri yönünde henüz söylenti boyutunda komplo teorilerini 
de çalışmanın bu kısmına eklemek gerekir. 

Yukarıda sunulan üç ana görüşe ayrı ayrı inanlar olduğu gibi üçünün 
birden de geçerli olduğunu kabul edenler bulunmaktadır. İran İslam 
Cumhuriyeti’nin resmi söyleminin karşıtı olan ve İran’ın uluslararası 
arenada tavır ve tutumlarını açıklamaya yönelik yukarıda sözü edilen teori 
ve düşüncelerin somut olarak dile getirilişi son Suriye olaylarının ardından 
daha da belirginleşmeye başlamışsa da, yine yukarıda sorulan soruların 
henüz net cevaplarının olmayışı ve bu teorilerin/fikirlerin başka açılardan 
da İran politikalarının seyrini tanımlamada yetersiz kalmaktadır. Bu soruların 
cevaplanması ve teorilerin açıklığa kavuşturulması bölge ile konuya 
müdahil diğer ülkelerin buna bağlı olarak da İran’ın kendisinin eylem ve 
politikalarına olumlu yönde katkı yapacağı muhakkaktır. 

Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler BÖLÜM 7

Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler  BÖLÜM 7



Rusya’nın Suriye Politikası 


Amine YAZICI 

< 25 Şubat 1954 askeri darbesinden sonra yönetimin değişmesi ile birlikte Suriye siyasi hayatında Baas Partisi’nin ön plana çıktığını ve bununla birlikte Suriye’nin SSCB açısından önemli bir ülke haline geldiğini söyleyebiliriz. 
SDE Analiz  >

Ocak 2010’da Tunus’ta başlayan Arap Baharı aradan geçen bir buçuk yıllık 
sürede Ortadoğu coğrafyasının büyük bir bölümünü yenidenşekillendirmiştir. 
Tunus, Mısır, Libya, Yemen, Bahreyn’de yaşanan olaylar kimi yerde yönetim 
değişikliğini, kimisinde ise reform süreçlerini başlatmıştır. Arap Baharı’nın 
belki de en uzun durağı olan Suriye’de olaylar Mart 2011’den bu yana devam 
etmektedir. Suriye’de yaşananlara özellikle Libya’ya karşı gerçekleştirilen 
NATO müdahalesinin ardından daha temkinli yaklaşan dünya, süreci 
uzaktan ve dikkatle izlemektedir. Batının başını çektiği ve BM çatısı altında 
kararlar almaya çalışan devletlerin karşısında, Suriye’deki sorunların bir iç 
mesele olduğunu savunan bu nedenle herhangi bir dış müdahaleye karşı 
çıkan Rusya, Çin ve İran yer almaktadır. Bu yazıda, Sovyetler Birliği’nden 
bugüne Rusya-Suriye ilişkileri incelenecek ve Rusya’nın Suriye’de yaşanan 
devrim sürecine bakışı ve tutumu değerlendirilecektir. 

Suriye- SSCB İlişkileri 

Suriye ve SSCB tarih boyunca yakın ilişkiler yürütmeyi başarmış iki devlet 
olmuştur. İkinci dünya savaşı sonrasında 17 Nisan 1946’da bağımsızlığını 
ilan eden Suriye’nin siyasal istikrara kavuşması uzun sürmüştür. 1949-1953 
yılları arasında Suriye’de üç defa hükümet darbesi, 21 kabine değişikliği 
olmuş ve bu esnada iki askeri diktatörlük kurulmuştur.10 25 Şubat 1954 
askeri darbesinden sonra yönetimin değişmesi ile birlikte Suriye siyasi 
hayatında Baas Partisi’nin ön plana çıktığını ve bununla birlikte Suriye’nin 
SSCB açısından önemli bir ülke haline geldiğini söyleyebiliriz. 

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’ya nüfuz etmek isteyen 
Sovyetler ilgisini bu bölgeye yoğunlaştırmış, Suriye’nin bağımsız bir 
devlet olması ve İsrail’in Filistin topraklarında bağımsız bir devlet kurma 
fikrini desteklemiştir. Yeni kurulan İsrail devleti ABD ile yakın ilişkiler 
geliştirince Sovyetler bölgede başka müttefikler aramaya başlamıştır. 
Suriye’de başa gelen Baas Partisi ideolojik olarak Pan-Arabizim ve 
Sosyalizm’e dayanıyordu, bu nedenle Baas Partisi Sovyetler ile yakın ilişkiler 
geliştirmiş ve bu sayede meşruiyetini pekiştirmiştir. SSCB-Suriye ilişkileri 1 
Şubat 1946’da imzalanan gizli bir anlaşma ile başlamış ardından 1 Nisan 
1950’de imzalanan saldırmazlık paktı ile ilişkiler bir ileri boyuta taşınmıştır. 
Baas Partisi’nin komünizme sıcak bakması ve propaganda aracı olarak anti-
emperyalizmi seçmesi Suriye’nin SSCB yanında hareket etmesine neden 
olmuştur. Ortadoğu’da İsrail’in kendisine müttefik olarak ABD’yi seçmesi 
SSCB’nin Suriye ve Mısır’dan yana tutum belirlemesine neden olmuştur. 
Suriye Komünist Partisi’nin oldukça güçlü olması ve Suriye’nin sahip olduğu 
jeostratejik konum SSCB için yine oldukça büyük önem arz ediyordu. 

ABD’nin aksine SSCB’nin Ortadoğu’ya yönelme gerekçesi petrol 
kaynaklarına ulaşmak değildi, ABD’nin kendisine karşı yürüttüğü “çevreleme 
politikası11”nın etkisini kırmak ve bölgede ABD’nin tek hegemon güç 
olmasını engellemek istiyordu. Bu nedenle SSCB Ortadoğu’da yaşanan 
her gelişmenin yakından izleyicisi olmuş ve kendi menfaatlerini ön planda 
tutarak süreçleri yönlendirmiştir. Soğuk Savaş esnasında bölgede yaşanan 
her olay Suriye’yi SSCB’ye yaklaştırmıştır. 1956 Süveyş Krizi sırasında Mayıs 
ve Kasım 1956’da iki ülke arasında askeri işbirliği anlaşmaları imzalanmış, 
SSCB Suriye’ye 60 milyon dolarlık yardım yapmıştır. 28 Ekim 1957’de yapılan 
anlaşma ile SSCB Suriye’ye 168 milyon dolarlık yardım yapmıştır ancak 
bu yardımları askeri alanda değil, baraj, köprü, demiryolu gibi Suriye’nin 
ekonomik kalkınmasını sağlayacak alanlarda kullanması için vermiştir.12 

< Hafız Esed ilk yurt dışı ziyaretini Moskova’ya gerçekleştirerek SSCB ile ilişkilere verdiği önemi göstermiş oldu. Hafız Esed yönetime geldiğinde 
önemli bürokratik görevlere kendisi gibi asker kökenli kişileri atamış, askeri mantığın ağırlık kazandığı bir kurumsal yapı ortaya çıkarmıştır. SDE Analiz >

1970’de Suriye’de başa gelen Hafız Esed ilk yurt dışı ziyaretini Moskova’ya 
gerçekleştirerek SSCB ile ilişkilere verdiği önemi göstermiş oldu. Asker 
kökenli olan Hafız Esed yönetime geldiğinde önemli bürokratik görevlere 
kendisi gibi asker kökenli kişileri atamış, askeri mantığın ağırlık kazandığı 
bir kurumsal yapı ortaya çıkarmıştır. Sovyet modeli bir askeri ve ekonomik 
yapılanması olan Suriye’nin SSCB’den aldığı istihbarat desteğini içeride 
muhalefete karşı kullanması, yönetimin ideolojik taban olarak SSCB ile 
örtüşmesi yakın ilişkileri devam ettirmesinin nedenleri olarak sıralanabilir.13 
Hafız Esed döneminde Suriye SSCB ilişkilerini etkileyen bir diğer gelişme 
Mısır’da Nasır’ın ölümünden sonra Enver Sedat’ın başa geçmesi olmuştur. 
Sedat’ın izlediği ABD yanlısı dış politikayı iyi gözlemleyen Hafız Esed SSCB 
ile ilişkileri ileri düzeye taşıyacak yeni askeri anlaşmalar imzalamıştır. 26 
Mart 1979’da imzalanan Camp David Anlaşması’ndan sonra 8 Ekim 
1980’de imzalanan 15 maddelik SSCB-Suriye Dostluk ve İşbirliği Anlaşması 
ilişkilerin en üst seviyeyi çıkartıldığı anlaşma olmuştur. Anlaşmanın 5. 
maddesine göre; taraflardan herhangi birinin barış ve güvenliğinin tehdit 
edilmesi halinde, bu tehdidin bertaraf edilmesi ve barışın yeniden tesisi 
amacı ile işbirliği yapmak için derhal birbirleriyle temasa geçeceklerdi. 
Bir anlamda garantörlük anlaşması niteliği taşıyan bu anlaşmanın gizli 
protokolüne göre SSCB olası bir İsrail saldırısında tüm gücüyle Suriye’ye 
yardım etme garantisi de veriyordu.14 

<Rusya’da Yeltsin dönemi boyunca iç politikada ülkeye ekonomik ve siyasi yük getirecek dış politika yükümlülükleri altına girmemeye özen gösterilmiştir. 
1990’larda Rusya Ortadoğu politikasını, Ortadoğu barış sürecinde konumunu 
muhafaza etmek üzerine kurmuştur. SDE Analiz >

SSCB’nin Afganistan’ı işgali ile başlayan süreç Ortadoğu’da Suriye’yi bir 
anlamda SSCB’nin uydusu konumuna getirmiş askeri açıdan bağımlılığını 
artırmıştır. SSCB Doğu Akdeniz’de varlığını devam ettirmek ve Batı bloğuna 
karşı elini güçlendirmek için, Suriye ise bölgesinde giderek güçlenen 
İsrail’e karşı ikili ilişkileri geliştirmiştir. 

Soğuk Savaş Sonrası İlişkiler 

SSCB ve Suriye arasında seksenlerle birlikte zirve yapan ilişkiler SSCB’nin 
dağılması ile son bulan Soğuk Savaş’ın ardından yeni bir döneme girmiştir. 
İki kutuplu sistemin sona ermesiyle birlikte Rusya kendi iç meselelerine 
dönmüş ve bu durum da ABD’nin özellikle Ortadoğu’da tek taraflı ve 
baskın politikalar izlemesine imkân sağlamıştır. SSCB’nin yıkılması ile 
birlikte Suriye pragmatik dış politika anlayışı çerçevesinde 1991’deki 
Birinci Körfez Savaşı’nda Amerika’nın başını çektiği ittifaka katılarak Irak’a 
saldırmıştır. SSCB’nin dağılmasıyla birlikte Suriye’nin silah temini sıkıntısı 
başlamıştır. 1993’de Rus dış politikası “yakın çevre”15 doktriniyle eski Sovyet 
coğrafyasında daha aktif bir politika izlemeye başlamıştır. 

Rusya’da Yeltsin dönemi boyunca iç politikada ülkeye ekonomik ve siyasi yük 
getirecek dış politika yükümlülükleri altına girmemeye özen gösterilmiştir. 
1990’larda Rusya Ortadoğu politikasını, yakın çevre politikası çerçevesinde 
etkinliğini korumak ve Ortadoğu barış sürecinde konumunu muhafaza 
temek üzerine kurmuştur. 1999’da Putin’in başa gelmesiyle birlikte Rus dış 
politikasında aktif bir döneme girilmiştir. Putin, SSCB zamanında oluğu gibi 
bölgedeki rejimleri destekleyerek, onlara silah satarak, bazı ülkelerin SSCB 
zamanından kalan borçlarını silerek ve özellikle enerji alanında olmak 
üzere yeni iş birlikleri oluşturarak 21. Yüzyılda bölgedeki etkisini yeniden 
artırmıştır. 

Arap Baharı ve Rusya 

Suriye’de Arap Baharı’nın fitilini ateşlediği olaylar diğer ülkelerden daha 
farklı bir seyir izledi. Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de sonuca daha hızlı 
ulaşılmış olmasına rağmen Suriye’de olaylar aradan geçen 14 aya rağmen 
hala şiddetli bir şekilde devam etmektedir. Rusya, Suriye’de yaşanan 
olayları ilişkilerinin sahip olduğu tarihsel derinlik ve karşılıklı menfaatler 
çerçevesinde yakından izlemekte ve daha temkinli davranmaktadır. Arap 
Baharı ile Ortadoğu’da yaşanan rejim değişiklikleri ve eski yönetimlerin 
yerine batı yanlısı yönetimlerin gelmesi ihtimali Rusya’da bölgedeki etkisini 
yitireceği endişesi yaratmıştır. Rusya Suriye hususunda daha etkin bir politika 
izlemiştir, bunun nedenleri Suriye’nin coğrafi açıdan sahip olduğu öneme 
ek olarak Rusya’nın bölgede sahip olduğu ticari üstünlük ve Suriye’de ki 
Çerkez Diasporası’nı da unutmamak gerekir. Rusya, Sovyet ardılı ülkelerde 
yaşanan renkli devrimlerden16 sonra Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere 
şüpheci yaklaşmakta, bölünmüş bir Suriye devletini istememektedir. Rusya, 
Suriye’ye yönelik bir dış müdahale istemediği için BM çatısı altında 4 Şubat 
2012’de alınan ambargo kararını veto etmiş ve sorunu Esed yönetiminin 
çözmesi gerektiğini söylemiştir. NATO müdahalesi ile değişen Trablus 
yönetiminde Rusya hem silah ticaretinden hem de ülkedeki petrol/gaz 
yataklarının işletilmesi alt yapı inşasında elde edilecek kârlardan mahrum 
kalmıştır. Benzer durumu Suriye’de yaşamamak için mümkün olan son ana 
kadar Esed rejimine desteğini sürdürecektir. 

Sonuç 

Suriye’ye yapılacak bir dış müdahale pek çok uzmana göre ülkenin 
bölünmesini beraberinde getirecektir. Böyle bir durumda Suriye’nin Rusya 
ile olan tarihi ittifak ilişkisi sona erecektir. Rusya Akdeniz’deki tek askeri 
limanı olan Tartus’u kaybedebilir ve bu durum Rusya’nın yeniden aktif bir dış 
politika izlemeye başladığı dönemde hiç istemeyeceği bir gelişme olacaktır. 
Rusya Suriye’nin parçalanarak bölgede yeni bir oluşumun hazırlanmasını 
kabul etmeyecektir. 

Rusya, Suriye’de yaşanan olaylara karşı çok boyutlu bir politika izlemektedir, 
Suriye muhalefetiyle de görüşmekte ve arabuluculuk yapmaya çalışmaktadır. 
Batı’nın Suriye politikalarına karşı Çin ile birlikte hareket eden Rusya, insani 
müdahale kavramı altında Suriye’ye yapılacak Batı merkezli bir askeri 
müdahalede verdiği siyasi desteği askeri boyuta taşıyıp Suriye’nin yanında 
yer alması da seçenekler dâhilinde değerlendirilmelidir. Mart 2012’deki 
seçimlerde Devlet Başkanı olan Putin, Rusya’nın Akdeniz hassasiyeti ve 
yukarıda saydığımız derin ilişkilerden ötürü Suriye’ye destek vermeye devam 
edecektir. Ancak Suriye’de olaylar bu hızla sürer ve Batı’nın hem Suriye 
hem de ona destek veren ülkelere karşı yürüttüğü baskı politikası artarak 
devam ederse Rusya’nın Suriye politikasında konjonktüre bağlı zorunlu bir 
değişime gideceğini söylemek de mümkündür. 

< Batı’nın Suriye politikalarına karşı Çin ile birlikte hareket eden Rusya, insani müdahale kavramı altında Suriye’ye yapılacak Batı merkezli bir askeri müdahalede verdiği siyasi desteği askeri boyuta taşıyıp Suriye’nin yanında 
yer alması da seçenekler dâhilinde değerlendirilmelidir. SDE Analiz >


Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler BÖLÜM 6

Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler  BÖLÜM 6



Suriye Krizi ve İslâm Dünyası 


Doç. Dr. Ahmet UYSAL 


< Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra bugün Ortadoğu diye 
adlandırılan bölgede yirmiden fazla ülke oluşmuştur. 
Bu ülkelerin sınırları sosyolojik sınırlara göre değil işgal edenlerin isteklerine göre çizilmiştir.  SDE Analiz >

Arap Baharı diye bilinen ve bütün Ortadoğu’yu ve dolayısıyla dünyayı 
etkileyen Arap isyanlarının Tunus ve Mısır gibi ülkelerden sonra Suriye’ye 
ulaşmasından bugüne bir yılı aşkın bir süre geçtiği halde halen soruna 
kalıcı bir çözüm bulunabilmiş değil. Suriye’deki Baas rejiminin yıkılması 
veya isyancıları ve rejimin uzlaşacağı bir çözüm bulunmasının gecikmesi 
Suriye rejiminin iç sosyal, kültürel ve siyasi yapısıyla ilgili olduğu kadar, dış 
dengelerle de yakından ilgilidir. Peki, bu sorun konusunda İslam dünyasının 
ve bu ülkelerin en önemli şemsiye kuruluşu olan ve başkanlığını Ekmeleddin 
İhsanoğlu’nun yaptığı İslam İşbirliği’nin Suriye Krizinde tavrı ve çözüm rolü 
ne olmalıdır? 

İslam Dünyası’nın genel problemi parçalanmışlık ve baskıcı yönetimlerdir. 
Dolayısıyla, genel olarak demokratik Arap devrimlerine ve özel olarak 
Suriye Krizine bakarken bu iki kriteri dikkate almak gerekmektedir. Osmanlı 
İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra bugün Ortadoğu diye 
adlandırılan bölgede yirmiden fazla ülke oluşmuştur. Bu ülkelerin sınırları 
sosyolojik sınırlara göre değil işgal edenlerin isteklerine göre çizilmiştir. 
Ortadoğu dışındaki Orta ve Güney Asya’daki İslam ülkelerinin sınırları 
Rus, İngiliz ve diğer batı ülkelerinin işgali ve bu işgale karşı mücadele ile 
şekillenmiştir. 

Parçalanmışİslam Dünyası’nda devlet yapıları rejim açısından krallıklar 
ve cumhuriyetler olarak tasnif edilebileceği gibi, demokrasiler ve otoriter 
rejimler olarak veya ulus-devletler ve teritoryal devletler olarak da ayrılabilir. 
İslam coğrafyasında bu parçalı yapı sömürü döneminde kurulmasına rağmen 
bağımsızlık döneminde de aşılamamıştır. Hem Ortadoğu’daki devletler hem 
de Orta Asya ülkeleri bu özellikleri taşımaktadır. Bu farklı ve parçalı yapı 
İslam ülkelerinin herhangi bir sorun karşısında ortak tutum geliştirmelerine 
engel olmaktadır. Parçalı yapı hem ülkeleri kendi iç sorunlarıyla meşgul 
etmekte hem de dış sorunlara yeterince eğilmelerini engellemektedir. 
Suriye Krizine İslam ülkelerinden net ve ortak bir tutum geliştirilememesinin 
nedeni budur. 

İslam Dünyası’nda otoriter rejimlerin yaygın olması da demokrasi talebiyle 
ortaya çıkan devrimlere halkları sıcak baksa bile yönetimlerin baskıcı olması, 
kendi halklarına örnek olmaması açısından tedirginlik yaratmaktadır. 
İkinci Dünya Savaşı sonrasında anti-emperyalist akımları başa getiren bu 
baskıcı yapılar genellikle meşruiyetini halk iradesinden değil sömürgeci 
güçlere karşı verilen bağımsızlık mücadelesinden almaktadırlar. Nasırizm, 
Baasçılık ve Kaddafi örnekleri bu durumu iyi yansıtır. Tunus’taki devrimden 
Kaddafi’nin çok rahatsız olması bu yüzden şaşırtıcı değildi. 

Suriye Krizi’nde, İslam ülkeleri arasında demokratik bir ülke olması 
dolayısıyla özgün bir yeri olan Türkiye’nin Suriye halkı için demokrasi 
talebiyle dış politika çıktılarını belirlemesi doğaldır. Aynı tutumu demokratik 
geçişte büyük bedel ödemiş Tunus hükümeti de sergilemiştir. Endonezya 
ve Filistin gibi demokrasi yolunda görece mesafe almışİslam ülkeleri de 
Suriye’deki demokrasi mücadelesine sempati ile bakmışlardır. Mısır’ın da 
halk olarak Suriye Devrimi’ne sempati ile yaklaşması normaldir. Ancak, 
henüz demokratik bir hükümet yerine Yüksek Askeri Konsey’in ve onun 
görevlendirdiği eski siyasetçilerin görev başında olması Suriye demokratik 
hareketine destek vermesine engel olmaktadır. Malezya’da bile demokrasi 
belli düzeye ulaşmış olsa da hükümet aleyhinde gösterilerin yapılması9 başka 
yerlerdeki demokratik gösterilerin desteklenmesine engel olmaktadır. 

< Suriye Krizi’nde, İslam ülkeleri arasında demokratik bir ülke olması dolayısıyla özgün bir yeri olan Türkiye’nin Suriye halkı için demokrasi talebiyle dış politika çıktılarını belirlemesi doğaldır. Aynı tutumu demokratik geçişte büyük bedel ödemiş Tunus hükümeti de sergilemiştir. SDE Analiz >

Suriye Krizi’ne destek olan Körfez’deki Arap ülkeleri demokratik kaygılarla 
değil daha çok stratejik gerekçelerle yaklaşmaktadırlar. Özellikle zengin 
Körfez ülkeleri İran tehdidinden büyük rahatsızlık duymaktadırlar. Bu tehdit 
algısında İran’ın ideolojik farklılığı, nükleer sevdası ve bölgedeki Şiileri 
tahrik etmesi önemli rol oynamaktadır. Ayrıca, Bahreyn hariç bu ülkeler 
büyük bir protesto dalgasıyla karşılaşmadıkları için bölgedeki hareketlilikten 
etkilenmeyecekleri düşüncesindedirler. Bu algı, Körfez ülkelerinin Suriye 
Devrimi’ne destek vermesini kolaylaştırmaktadır. 

Türkiye bir demokrasi olduğu için demokratik devrimleri kolay destekleyebildiği gibi İran da tam tersine demokrasiden uzaklaştıkça demokratik hareketleri desteklemesi zorlaşmaktadır. İran’ın Suriye rejimiyle ideolojik olmasa bile mezhepsel yakınlığı bulunmaktadır ve ulusal çıkarlar yüzünden Suriye’de demokrasiyi değil Baas rejimini desteklediği  bilinmektedir.  

< Arap Baharı konusunda en ilginç tavır Irak’tan gelmiştir. Şekil yönü daha ağır 
bassa da bir demokratik süreçle başa gelen Nuri el-Maliki, Mısır ve Tunus devrimlerine destek verirken, terör, istikrasızlık ve temel hizmetler konularında 
sorun yaşanan Irak’ta gösterilerin başlaması tedirginlik yaratmıştır. SDE Analiz  >

Irak, Suriye ve Lübnan hattındaki Şii etkisinin kaybolma 
tehlikesini de gördüğü için bu rejime destek vermektedir. İran’ın tavrını 
etkileyen diğer bir sebep ise protestoların ülkesine sıçramasından duyduğu 
endişedir. Özellikle son iki seçime hile karıştığı söylentileri ve sonrasında 
ortaya çıkan büyük protestolar olması bu tehlikeyi artırdığı için İran 
Suriye’deki krizin demokratik bir süreçle çözümlenmesi noktasında olumsuz 
tavır içerisindedir. Ancak Mısır’da İsrail yanlısı Mübarek’in düşmesi veya 
Şii nüfusun etkili olacağı Bahreyn’deki muhalif gösterilerde gözlemlendiği 
gibi İran, ulusal çıkarları ile uyumlu olduğunu düşündüğü protestoları 
desteklemekten de geri durmamaktadır. 

Arap Baharı konusunda en ilginç tavır Irak’tan gelmiştir. Şekil yönü daha 
ağır bassa da bir demokratik süreçle başa gelen Nuri el-Maliki, Mısır ve 
Tunus devrimlerine destek verirken, terör, istikrasızlık ve temel hizmetler 
konularında sorun yaşanan Irak’ta gösterilerin başlaması tedirginlik yaratmış 
ve demokrasi yanlısı tutum değişmeye başlamıştır. Irak’ın tutumunda son 
zamanlarda İran etkisinin giderek artması da etkili olmuştur. Özellikle, 
Suriye’de dış müdahale ile demokrasi gelmesine karşı çıkmaktadır. Hâlbuki 
Irak’a demokrasi gelmesi de ABD ve müttefiklerinin müdahalesiyle olmuş ve 
Saddam’ın Baas rejimi yıkılarak demokratik süreç başlamıştı. 

İKÖ ve Suriye 

Suriye Krizi’nde çözüm yolunda daha büyük rol oynaması gereken kuruluş 
İslam İşbirliği Örgütü’dür. Bırakın masum insanların düzenli ordu tarafından 
her gün öldürülmesini, İslam coğrafyasında yaşanan bu insanî kriz yalnızca 
kınamayla ve beyanatlarla geçiştirilmeyecek kadar ciddi bir sorundur. 
Ayrıca, Suriye Krizi çözülmediği için bir iç savaşa ve bölgesel çatışmaya 
dönüşme riski de taşımaktadır. 

Suriye Krizi’ne çözüm bulunma sürecinde etkili olması beklenen 
kurumlardan birisi de İslam İşbirliği Örgütü’dür. Suriye Krizi her açıdan 
İslam İşbirliği Örgütü’nün müdahale etmesi gereken bir sorundur. Ayrıca, 
İKÖ Başkanı’nın bir Türk bilim adamı olması ve doğal olarak Türkiye’nin 
önemsediği konuları belli düzeyde önemsemesi beklenen bir kurum olması 
dolayısıyla da hem İKÖ’nün daha fazla sorumluluk alması gerekir hem de 
sorunun çözümüne destek anlamında katkı sağlamalıdır. 

Suriye gibi diktatör rejimlerinin en büyük dayanağı uluslararası meşruiyettir. İslam Dünyası’nın şemsiye kuruluşu olması beklenen İslam İşbirliği Örgütü’nün İran gibi Suriye rejimine destek olan üyeleri de vardır. 

Ancak bu ülke kamuoylarının Suriye’de sivillere yapılan muameleye karşı 
tepkili olmasını beklemek zor değildir. Suriye’nin kınanmasına bazı 
İslam ülke yönetimleri destek olmasalar bile kamuoyu desteğiyle bu yapılabilir. 
Diğer bir ifade ile başkanlık düzeyinde Suriye’de sivillere yapılan baskı ve 
saldırıların kınanması mümkündür. Rusya, Çin ve İran desteğinden cesaret 
alan rejimin yalnızlaştırılması ancak meşruiyetini kaldıracak bir hareket tarzı 
benimsemekle olabilir. 

İKÖ, Esed rejiminin gitmesi yönünde tavır takınmak istemiyorsa en azından 
birbirine üstün gelmeleri zor olması dolayısıyla çok can kaybına yol açacağı 
anlaşılan taraflar arasında diyalog zemini geliştirebilir. Çok kan döktüğü 
için yenildiğinde intikamdan korkan ve bu yüzden eski politikalarına devam 
eden Esed rejimine güvenli çıkış için yol gösterebilir. Yine bir şemsiye 
kuruluş olarak İKÖ siyasi tutumdan uzak insani bir misyon benimseyebilir. 

Bu yöntem İKÖ etkisi olmadan Yemen’de denendi ve bir çıkış yolu bulunabildi. 
Suriye’de uluslararası güçlerin birbirini bloke etmeleri dolayısıyla bu rolü 
oynama fırsatı bulunmaktadır. 

İslam Konferansı Örgütü şu anda daha çok sığınmacılara mali yardım gibi 
küçük ölçekli yaraları sarma faaliyetleri yürütmektedir. Hâlbuki yaraları 
sarmak yerine savaşı durduracak çözümler aramak için daha aktif ve etkili 
politikalar üretmesi gerekmektedir. Soruna taraf olmuyorsa bile sorunun 
çözümü için daha fazla irade oluşmasında ilgili taraflara baskı ve çağrı 
yapılmasına engel olan bir durum yoktur. Esed rejimi daha yerinden 
kımıldamadan Libya Krizi’nden ölenlerin yarısına yakın insan Suriye’de 
hayatını kaybetmiştir. Ancak, dünya kamuoyu ve İslam Dünyası Libya’ya 
gösterdiği hassasiyeti Suriye Krizi’nden esirgemektedir. İKÖ’nün söyleminin 
ve çağrılarının çözüm yönünde iradenin güçlenmesinde ciddi bir katkısı 
olacaktır. 

İKÖ’nün her durumda Suriye’de daha büyük bir krize ve kriz sonrasına 
kendisini hazırlaması gerekir. Çünkü büyük çatışmalardan sonra rejim 
devrildiğinde iç savaş, katliamlar, intikam ve toplu cezalandırma olmasın 
diye rol üstlenmesi gerekli olacaktır. Ülkedeki demokratik sürece destek 
veren Suriye’nin Dostları Grubu’nu oluşturan ülkeler arasında pek çok 
Müslüman ülke olması gerçeğinin üzerine faaliyetlerini inşa edebilir. Ayrıca, 
diğer ülkelerle de yapılacak faaliyetleri koordine etme fırsatı doğacaktır. 
Böyle bir insani soruna neden karıştığını kimse sorgulayamayacaktır. Suriye 
Krizi, İslam Konferansı Örgütü’ne dünya çapında etkinliğini ve meşruiyetini 
artırmasına yardımcı olacak bir fırsat da sunmaktadır. 

< İKÖ’nün her durumda Suriye’de daha büyük bir krize ve kriz sonrasına kendisini hazırlaması gerekir. 
Çünkü büyük çatışmalardan sonra rejim devrildiğinde iç savaş, katliamlar, 
intikam ve toplu cezalandırma olmasın diye rol üstlenmesi gerekli olacaktır. 
SDE Analiz  >


Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler BÖLÜM 5

Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler  BÖLÜM 5



Çin’in Suriye Politikası ve Çözüm Planı 


Doç. Dr. Erkin EKREM 

< Çin, BM Güvenlik Konseyi’nin 4 Ekim 2011, 4 Şubat 2012 ve 17 Şubat 2012 
tarihlerinde sunmuş olduğu Suriye’ye yönelik yaptırım kararlarına karşı 
çıkmıştı ayrıca 1 Mart ve 23 Mart 2012 tarihlerinde BM İnsan Hakları 
Komisyonu’nda Suriye’deki insan hakları durumu ile ilgili karar taslağına da ret oyu vermişti. SDE Analiz >

21 Mart 2012’de BM Güvenlik Konseyi, BM-Arap Birliği’nin Suriye özel 
temsilcisi Kofi Annan’ın sunduğu altı maddelik öneriye destek vermiştir. 
Kofi Annan’a tam destek verilen başkanlık açıklamasında, Suriye’nin 
egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne de güçlü 
destek verilmişti. Bu açıklamada, Suriye hükümetine ve muhalefete, Annan 
ile Suriye krizine barışçıl çözüm bulma yolunda iyi niyet içinde işbirliği 
yapmaları, beraber çalışmaları ve altı maddelik öneriyi tamamen ve derhal 
uygulamaları çağrısında bulunulmuştu. Başkanlık açıklamasında, Suriye’de 
yaşanan tüm şiddetin ve insan hakları ihlallerinin derhal durdurulması, 
insanî yardımın sağlanması ve demokratik, çoğulcu ve eşitlikçi bir siyasi 
sistemin oluşturulması için Suriyeliler tarafından yürütülecek olan siyasî 
geçiş sürecinin kolaylaştırılması yönünde destekleneceği ifade edilmektedir. 
BM-Arap Birliği’nin Suriye özel temsilcisi Annan, misyonuyla ilgili olarak 
Güvenlik Konseyi’ne uygun görünen bir tarihte bilgi verileceğini ve bu 
bilgiler ışığında Güvenlik Konseyi’nin uygun şekilde başka adımlar atmayı 
da düşüneceğini açıklamıştır. Yani Şam hükümeti, Annan’ın altı maddelik 
önerisini tamamen uygulamadığı takdirde Suriye’ye yeni yaptırım kararı 
çıkmasına yol açacaktır. Çin de Annan’ın söz konusu planına destek vermiş 
ve Çin’in destek verdiği bu planın uluslararası kamuoyunda olumlu tepkiler 
aldığı anlaşılmaktadır. 

Fakat Çin, BM Güvenlik Konseyi’nin 4 Ekim 2011, 4 Şubat 2012 ve 17 Şubat 
2012 tarihlerinde sunmuş olduğu Suriye’ye yönelik yaptırım kararlarına 
karşı çıkmıştı. Çin, ayrıca 1 Mart ve 23 Mart 2012 tarihlerinde BM İnsan 
Hakları Komisyonu’nda Suriye’deki insan hakları durumu ile ilgili karar 
taslağına da ret oyu vererek karşı çıkmıştı. Dolayısıyla Batı ülkelerinin Çin’in 
geçmişteki bu tutumundan dolayı Annan’ın barış planına karşı Çin ve 
Rusya’nın engellerine uğrayacağına dair endişeleri vardı. Çin’in Annan’ın 
sunduğu teklife destek vermesinin nedenleri ise, BM Güvenlik Konseyi 
Başkanlığı’nın açıklamasında tek taraflı Suriye’ye baskı yapmamış, kınama 
sözcüğü yer almamış ve Suriye rejimini değiştirme ifadesi kullanılmamıştır. 
Yani, tehdit ve yaptırım veya içişlerine müdahale gibi BM tüzüğünün ve 
uluslararası ilişkilerin ilkelerine aykırı olan terimler kullanılmamış olarak 
gösterilmektedir. Ayrıca, Çin’e göre, Başkanlık açıklamasında BM Güvenlik 
Konseyi’nin Suriye egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı göstereceğini 
vurgulayarak BM tüzüğünün amaçları ve ilkelerini yerine getirmiştir. 

Neticede Batılıların Suriye sorunu üzerindeki tutumu değişmiştir ve büyük 
ölçüde geri adım atılmış, Çin ve Rusya’nın adil duruşundan böyle bir 
sonuca varılmıştır. Bazı Çinli uzmanlara göre, Güvenlik Konseyi Başkanlık 
açıklamasında yer alan ifadeler Çin’in sunduğu tekliflerle örtüştüğü 
için Pekin hükümeti Annan teklifini kabul etmiştir. Çin’in Suriye sorunu 
üzerindeki görüşünün ve tutumunun uluslararası kamuoyu tarafından kabul 
ettiğini ileri sürmektedir. Bazıları Çin’in çabalarıyla Suriye krizinin olumlu 
yöne doğru değiştiğini ileri sürerken, bazıları bütün bu gelişmelerin Çin’in 
başarısı olarak vurgulamaktadır. Çin uzmanlarına göre, Çin ve Rusya’nın 
çabası Suriye krizinin siyasî çözümü için zaman ve mekân kazandırmıştır, 
Çin ve Rusya’nın çabaları olmasaydı, Annan’ın diplomasi girişimleri 
gerçekleşemezdi ve Suriye’nin durumu bambaşka bir tablo ile karşı karşıya 
kalacaktı. Ancak, Batı ülkeleri Çin ve Rusya’nın Annan barış planına destek 
vermesinin nedenini bu iki ülke’nin Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’ın 
uygulamasına karşı sabırlarının tükendiğine yönelik olarak yorumlanmıştır. 

< Batılıların Suriye sorunu üzerindeki tutumu değişmiştir. Çin ve Rusya’nın 
adil duruşundan böyle bir sonuca varılmıştır. Bazı Çinli uzmanlara göre, Güvenlik Konseyi Başkanlık açıklamasında yer alan ifadeler Çin’in sunduğu tekliflerle örtüştüğü için Pekin hükümeti Annan teklifini kabul etmiştir. 
SDE Analiz >

Çin’in BM Daimi Temsilcisi Li Baodong, söz konusu Başkanlık açıklamasını 
Güvenlik Konseyi’nin ortak sesini yansıtması olarak yorumlamış ve Suriye 
sorununun siyasî çözümü yolunda olumlu bir adım atıldığını beyan etmiştir. 
Li Baodong’a göre, Çin, Suriye’deki gelişmelerle ciddi ilgilenmektedir; Çin 
her zaman Suriye’nin bağımsızlığı, egemenliği ve toprak bütünlüğüne saygı 
gösterilmesini savunuyor, Suriye halkının siyasal tercihine saygı gösteriyor 
ve siyasî diyalog yoluyla adaletli, barış ve uygun bir şeklide Suriye krizinin 
çözülmesi görüşündedir. Suriye meselesinin nihai olarak Suriye halkının 
takdiri ile karar verileceğini ifade eden Li Baodong, Suriye’ye yönelik 
herhangi bir dış gücün askerî müdahalesine veya zorla rejim değişikliğine 
izin verilmemesi gerektiğini de vurgulamaktadır. Li Baodong, Çin’in 
Suriye üzerindeki çıkış noktasının BM tüzüğünün amaçları ve ilkeleriyle, 
uluslararası ilişkilerin temel ilkelerini korumaktır, Suriye halkının kendi 
işlerine kendilerinin karar vermesi hakkını savunmaktır, bu Ortadoğu 
bölgesinin barışı ve istikrarı ve dünyanın barış ve huzurunu sağlamaktır diye 
açıklamıştı. 

< Çin’e göre, Suriye’nin geleceği ve kaderine, sadece Suriye halkının takdirine göre karar verilmelidir. Çin özel temsilcileri Çin’in Suriye üzerindeki tutumunun Arap ülkelerle aynı olduğu mesajını vermeye de çalışmıştı. SDE Analiz >

Çin daha önce, Suriye ile ilgili bazı teklifnamelere karşı çıkmış, ancak 
çözüm planlarını ortaya koymamıştı. 4 Şubat 2012 tarihinden sonra Çin 
hükümeti önce Suriye muhalif gruplarını Pekin’e davet ederek görüşlerini 
almaya çalışmış ve sonra 10 Şubat’tan itibaren bölge ülkelerine özel elçi 
göndererek bu ülkelerin Suriye tutumunu öğrenmeye ve fikir alışverişinde 
bulunmaya başlamıştı. 17 Şubat’ta Suriye’ye özel elçi gönderen Çin, 
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in görüşlerini almaya çalışmıştır. 6-7 
Mart tarihlerinde Suriye, 10-14 Mart tarihlerinde Arap ülkelerine tekrar 
özel elçi göndermiştir. Pekin hükümeti bu diplomasi girişimleri ile 
Suriye’deki tarafların bütün şiddeti hemen ve tam bırakmasını ve önkoşulsuz 
görüşmelerini, kapsamlı siyasî reform programı ve mekanizması hakkında 
müzakereleri başlatmasını önermiştir. Çin’e göre, Suriye’nin geleceği ve 
kaderine, sadece Suriye halkının takdirine göre karar verilmelidir. Çin özel 
temsilcileri Çin’in Suriye üzerindeki tutumunun Arap ülkelerle aynı olduğu 
mesajını vermeye de çalışmıştı. Çin’in bu yoğun diplomasi girişimi etkili bir 
sonuç yaratmamış olabilir, ancak Suriye sorununda kendisinin var olduğunu 
kanıtlamaktadır. Bu esnada Çin hükümeti Suriye’ye yönelik insanî yardım 
yapma kararı da almıştır. Çin’in kapsamlı Suriye çözüm planı 4 Mart’ın gece 
yarısında beyan edilmiştir. 

< Çin, BM’in öncü rol oynamasını ve insanî yardımı koordine etmesini destekler. 
Yani Suriye egemenliğine saygı göstermek şartı ile BM veya Suriye taraflarının 
kabul edebileceği tarafsız bir örgüt Suriye’deki insanî durum üzerinde objektif ve kapsamlı değerlendirme yapmalıdır. SDE Analiz  >

Kofi Annan’ın Altı Maddelik Teklifi  ve < Çin’in Altı Maddelik Teklifi  > kARŞILAŞTIRALIM..,


Kofi Annan’ın Altı Maddelik Teklifi 
1. Suriyeli halkın meşru taleplerine ve endişelerine yanıt verecek şekilde
Suriyeliler tarafından yürütülecek ve herkesi kapsayacak siyasi süreç için
özel temsilciyle (Annan) çalışmayı taahhüt etmek ve bu amaçla gerekirse
(müzakereler için) bir temsilcinin atanmasına onay vermek.

< Çin’in Altı Maddelik Teklifi  >
1. Suriye Hükümeti ve ilgili taraflar derhal kapsamlı ve koşulsuz bütün şiddet
eylemlerine son vermelidir, özellikle masum sivillere karşı şiddet eylemleri
durdurulmalıdır. Suriye’deki taraflar şiddet içermeyen yollarla siyasî iradesini
ifade etmelidir.

Kofi Annan’ın Altı Maddelik Teklifi 
2. Saldırıları bırakıp, BM tarafından gözetilecek ateşkesin derhal sağlanması,
bu amaçla öncelikle Suriye hükümetinin, halkın yaşadığı bölgelerde ağır silahların kullanılmasına son verilmeli ve askerlerin geri çekilmesi;
muhalefetin (ve Suriye’deki diğer unsurların) saldırıları bırakıp ateşkesin sağlanması için işbirliği yapılması çağrısı yapılıyor.

< Çin’in Altı Maddelik Teklifi  >
2. Suriye’deki taraflar, uzun vadeli ulusal çıkarlarını ve halkın menfaatlerini esas
alarak BM ve Arap Birliği’nin Suriye temsilcisinin tarafsız çabaları çerçevesinde,
önkoşulsuz, varsayılan sonuçları olmayan ve kapsayıcı siyasî diyaloga girmeli dir. Ulusal istikrar ve sosyal düzeni sağlamak için kapsamlı ve ayrıntılı
reformun yol haritası ve takvim üzerinde mutabakata varılmalı ve uygulamaya
konulmalıdır.

Kofi Annan’ın Altı Maddelik Teklifi 
3. İnsani yardımın gerekli olan her yere ulaşabilmesi için ilk adım olarak derhal
uygulanmak üzere günde 2 saat insani yardım için çatışmaların durdurulması
isteniyor.

< Çin’in Altı Maddelik Teklifi  >
3. Çin, BM’n öncü rol oynamasını ve insanî yardımı koordine etmesini destekler.
Yani Suriye egemenliğine saygı göstermek şartı ile BM veya Suriye taraflarının
kabul edebileceği tarafsız bir örgüt Suriye’deki insanî durum üzerinde objektif
ve kapsamlı değerlendirme yapmalı ve insanî yardımın teslim ve dağıtımı sağlanmalıdır. Çin, Suriye halkına insanî yardım sağlamaya hazırdır. Çin, insanî
meseleyi bahane ederek Suriye’nin içişlerine karşı herhangi bir müdahaleyi
kabul etmemektedir.

Kofi Annan’ın Altı Maddelik Teklifi 
4. Keyfi olarak tutuklanan ve gözaltına alınanların serbest bırakılması talep
ediliyor.

< Çin’in Altı Maddelik Teklifi  >
4. Uluslararası toplumun tarafları, Suriye’nin bağımsızlığı, egemenliği ve
toprak bütünlüğüne samimiyetle saygı göstermelidir; Suriye halkının siyasî
düzen ve kalkınma yolunu tercih etme haklarına saygı gösterilmelidir. Bu şekilde
Suriyeli siyasî gruplar için diyalog koşullarının yaratılmasına ve gerekli yapıcı yardımın sağlanmasına katkılarda bulunacaktır, bununla birlikte tarafların
görüşme sonuçlarına saygı gösterilmelidir. Çin, Suriye’ye yönelik askerî
müdahale veya zorla rejim değişikliği girişimlerine karşıdır; tehdit veya yaptırım
uygulamanın, sorunun çözüme kavuşmasına katkısı yoktur.

Kofi Annan’ın Altı Maddelik Teklifi 
5. Gazetecilerin ülke içinde serbestçe dolaşmalarının sağlanması isteniyor.

< Çin’in Altı Maddelik Teklifi  >
5. Çin, Suriye’deki krize ilişkin olarak BM ve Arap Birliği’nin ortak atanan temsilcisi karşılamaktadır ve Suriye krizinin siyasal çözüm için oynayacağı yapıcı rolünü desteklemektedir. Çin, Arap ülkeleri ve Arap Birliği’nin kriz için siyasî çözüm arayışı konusunda yapılan olumlu çabalarını desteklemektedir.

Kofi Annan’ın Altı Maddelik Teklifi 
6. Barışçıl toplanma ve protesto hakkına saygı duyulması talep ediliyor.

< Çin’in Altı Maddelik Teklifi  >
6. Güvenlik Konseyi’nin üyeleri BM tüzüğünün amaçları ve ilkeleriyle, uluslararası ilişkilerin temel ilkelerine uymalıdır. Güvenlik Konseyi’nin Daimi Üyesi olarak Çin, sadakatle kendi görevini yerine getirecektir, diğer taraflarla birlikte Suriye krizinin siyasî çözümü için eşit düzeyde, sabırlı ve kapsamlı istişare etmeye devam edecektir ve Güvenlik Konseyi’nin birliğini korumak için çaba gösterecektir.

...

< Rusya’dan olumlu tepkileri alan Annan, 26 Mart günü Moskova havaalanından 
Pekin’e doğru giderken Suriye krizinin sonsuza dek devam etmeyeceğini ve 
Suriye yönetiminin dönüşüm rüzgârlarına karşı gelemeyeceğini beyan etmiştir. 
SDE Analiz  >

Çin’in Suriye krizine yönelik çözüm planında Çin’in izlediği Suriye politikasını hülasa etmek mümkündür: 

-Suriye sorununa, BM tüzüğünün amaçları ve ilkeleriyle, uluslararası 
ilişkilerin temel ilkeleri çerçevesinde çözüm bulunmalıdır; 
-Suriye sorununu siyasî ve diplomasi yöntemiyle sonuca kavuşturma ve 
yabancı güçlerin rejim değiştirme amacıyla her türlü müdahalesine 
karşıdır; 
-Suriye muhalifleri dâhil Suriye hükümetinin de şiddet kullanmasını 
tasvip etmemekte ve reform yapmasını önermektedir;  Çin’in bu politikasının temelinde birçok güvenlik, ekonomik (enerji) ve jeopolitik kaygılar yatmaktadır. 

Annan’ın Ziyareti ve Çin’in Suriye Politikası 

BM-Arap Birliği’nin Suriye özel temsilcisi Annan, barış planını gerçekleştire  bilmek için Rusya ve Çin ziyareti gündeme gelmiştir. Rusya’dan olumlu tepkileri alan Annan, 26 Mart günü Moskova havaalanından Pekin’e doğru giderken Suriye krizinin sonsuza dek devam etmeyeceğini ve Suriye yönetiminin dönüşüm rüzgârlarına karşı gelemeyeceğini beyan etmiştir. 27 Mart’ta, Çin Başkanı Wen Jiabao ile görüşen Annan Çin’in de desteğini almıştır. 

Çin Başbakanı Wen Jiabao, Suriye hükümeti ve ilgili taraflara yönelik ikna etme girişimini arttıracağını ve onların bu önemli fırsatları kaçırmadan gerçek uygulamalarla özel temsilcinin çabalarına olumlu yanıt vermesini ve verdiği sözü tutmasına dair çaba göstereceğini ifade etmişti. 

Suriye krizinin Suriye halkına felaket getirdiğini ve Ortadoğu bölgesinin 
barış ve istikrarını da etkilediğini belirten Başbakan Wen Jiabao, şu anda 
acil yapılması gereken işlerin Suriye tarafları arasında ateşkesin sağlanması 
ve diyalogun başlatılması ve bu çerçevede uluslararası insani yardımla 
barışçıl çözüm sürecinin temelinin hazırlanması olduğunu ifade etmiştir. 
Başbakan Wen Jiabao’ya göre, Suriye’de uzun vadeli barışın sağlanabilmesi 
için Suriye halkının reform arzusu yerine getirilmelidir, onların yasal hakları 
korunmalıdır, ekonomik kalkınması sağlanmakla halkın iktisadi hayatı 
düzeltilmelidir. Bunları yapabilmek için Suriye hükümeti ile ilgili tarafların 
ortak çabalarına ihtiyaç duyulmaktadır. Neticede Suriye’nin kaderi Suriye 
halkının kararıyla olacaktır. Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Hong Lei’nin 
28 Mart’taki basın toplantısında, uluslararası kamuoyunun Suriye barışı ve 
istikrarı için zemin hazırlaması gerektiği de ifade edilmiştir. 

< Özel temsilci Annan’ın Çin ziyareti sırasında, Suriye hükümetinin Annan Barış 
Planı’nı kabul ettiğini açıklamıştır. 
Beşşar Esed yönetimini bir ölçüde destekleyen Rusya ile Çin’in Annan Barış 
Planı’na olumlu bakması Suriye hükümetinin bu kararı almasına neden olmuş 
olabilir. SDE Analiz  >

Özel temsilci Annan’ın Çin ziyareti sırasında, Suriye hükümetinin Annan 
Barış Planı’nı kabul ettiğini açıklamıştır. Beşşar Esed yönetimini bir ölçüde 
destekleyen Rusya ile Çin’in Annan Barış Planı’na olumlu bakması Suriye 
hükümetinin bu kararı almasına neden olmuş olabilir. Aslında Rusya, 
Annan planı Güvenlik Konseyi’nde kabul etmesinden önce ve sonra Suriye 
yönetimine dolaylı baskı yapmaya başlamıştı. 16 Mart’ta Moskova hükümeti, 
Beşşar Esed yönetiminin özel temsilci Kofi Annan ile işbirliğine ikna etmeye 
çalışacağını bildirmiş ve 20 Mart’ta, Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, 
Kofi Annan’ın Suriye için hazırladığı barış planını desteklemeye hazır 
olduğunu açıklamıştı. Lavrov, çıkarılacak karar tasarısının Beşşar Esed 
hükümeti için bir ültimatom niteliği taşımaması gerektiğini ifade ederken, 
25 Mart’ta Annan’ı kabul eden Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev, 
Annan’ın misyonunun Suriye’de sivil savaşı önlemek için son şans olduğunu 
söylemiştir. Çin Başbakanı Wen Jiabao da bu önemli fırsatı kaçırmama 
uyarısını yapmıştır. Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Hong Lei’nin 28 Mart’taki 
basın toplantısında Suriye hükümetinin bu önemli fırsatı yakalamasının 
önemini vurgulamıştır. Bununla birlikte Arap Birliği’nin Bağdat zirvesinde 
Annan Planı’na destek vereceğini beyan etmiştir. Her şeye rağmen Beşşar 
Esed yönetiminin Annan Planı’nı kabul etmesi uluslararası kamuoyuna umut 
vermiştir. Ancak, Suriye muhalifleri Esed yönetimine güvenmediği için söz 
konusu planın nasıl uygulanabileceği merak konusu olmuştur. 

Çin’in Annan Planı’na verdiği desteği, Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü 
Hong Lei’nin 30 Mart’taki basın toplantısında Suriye’ye yönelik arttırmış 
olduğunu baskıdan anlamak mümkündür. Hong Lei’ye göre, Çin tarafı 
Suriye hükümetinin Annan’ın altı maddelik planına verdiği olumlu cevabı 
karşılamaktadır, Suriye tarafının en kısa sürede uygulamaya geçmesini 
umuyoruz. Aynı zamanda Çin tarafı, Suriye muhaliflerinin Annan Planı’na 
derhal ve ciddiyetle yanıt vermesi ve şiddetin tamamen durdurulması ve 
siyasî diyalogun başlatılması için gerekli koşulların oluşturması için çağrıda 
bulunuyor. Bununla birlikte, uluslararası toplumun ilgili tüm tarafların 
Annan’ın çabalarını desteklemesini umuyor ve Suriye sorununun adil, 
barışçıl ve uygun çözümü için katkılarda bulunmalıdır. Suriye sorununun 
çözümü ile ilgili Çin, artık kendi altı maddelik planın yerine Annan Planı’nı 
ciddi olarak desteklemeye başlamıştır. 

Annan ve Çin Planların Uygulama Güçlükleri 

< Gerek Annan barış planı, gerekse Çin’in çözüm planı, ideal bir plan olmasına rağmen uygulanmasında birçok zorluklarla karşı karşıya kalmaktadır. 
Özellikle Annan Planı’nı kabul eden Suriye hükümetinin nasıl bir uygulama  sergileyeceği şüphelidir. SDE Analiz  >

Gerek Annan barış planı, gerekse Çin’in çözüm planı, ideal bir plan olmasına 
rağmen uygulanmasında birçok zorluklarla karşı karşıya kalmaktadır. 
Özellikle Annan Planı’nı kabul eden Suriye hükümetinin nasıl bir uygulama 
sergileyeceği şüphelidir. Nitekim Esed yönetimi tarafından kabul edilen 
ve Rusya ile Çin tarafından da uygun görülen Annan Planı’nın Suriye’de 
devam eden şiddetlerden dolayı uygulamasının zor olduğu işaret 
edilmektedir. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, Annan Planı’nı uygun 
şartla uygulanacağının sinyallerini vermiştir. Suriye lideri Esed 30 Mart’ta 
Hindistan’da düzenlenen BRICS toplantısına mektup yazarak, Annan Planı’nın 
uygulanabilmesi için önce Suriye’deki terör bataklığının kurutulması, terör 
faaliyetlerinin durdurulması, bazı ülkelerin Suriye muhaliflerine para ve 
silah yardımının kesilmesi gerektiğini belirtmiştir. Suriye lideri Esed’e göre 
bazı komşu ülkeleri Suriye’deki teröristlere kolaylık sağlamaktadır. Yani bu 
sorunlar çözülmeden Annan Planı’nın uygulanmasının imkânı yoktur. Suriye 
yönetiminin bu tutumu Çin’in Suriye’ye uygulanan politikası ve önerdiği 
planı ile de aykırıdır. Annan Planı başarısız olduğu halde Güvenlik Konseyi 
Başkanlık Açıklaması’nda ifade edildiği gibi yeni adımlar uygulanacaktır. 

Uluslararası kamuoyunda Annan Planı’nın uygulanmasına ilişkin kuşkular 
vardır. Esed yönetiminin destekçisi olarak görünen Çin kamuoyunun da 
şüpheleri vardır. Bazı Çinli uzmanlara göre, Annan’ın barış girişimleri 
birçok zorluklarla karşı karşıya kalmaktadır, önemli sorundan biri şiddetin 
nasıl durdurulacağıdır. Yani hükümet ile muhaliflerin hangileri önce ateşkes 
yapacak ya da aynı anda mı ateşkes yapacaklardır? Batılılar Beşşar Esed 
yönetiminin önce ateşkes yapmasını istemekte, gelişmelere göre Suriye 
muhaliflerin silah bırakıp bırakmamasına bakacağını belirtmektedir. 

Diğer bir önemli sorun ise Suriye’de reform mu yapılacağı yoksa rejim değişikliği mi yapılacağıdır. Çinli uzmanlara göre, Batılılar rejim değişikliği peşindedir ve kendilerinin siyasî çıkarlarının gerçekleşmesi için uğraşmaktadır. Dış güçlerin desteğini alan Suriyeli muhaliflere dış destek arttıkça hükümet ile 
uzlaşmaya yanaşmamaktadır. Bu çerçevede bazı Çinli yorumcular, Annan 
Planı’nın gerçekleşmesine kuşku ile yaklaşmaktadır, bazıları Suriye’nin 
geleceğinin belirsiz olduğu kanaatindedir. Çinli yorumcular Suriye hükümeti 
ile muhalefetlerin uzlaşacağından da şüphe duymaktadır. Çin uzmanlarına 
ve yorumcularına göre Annan Planı’nın işlememesi durumunda, Çin’in 
Suriye planını da hayata geçirmesi zor olacaktır. 

< Çin tarafı, en çok Batı ülkelerinin Suriye’ye yönelik askerî müdahalesinden 
endişe duymaktadır. Şu ana kadar bir askerî müdahale hazırlığı yoktur, ancak Esed’in istifa etmesi talep edilmektedir. ABD de henüz bir askerî operasyona karar vermiş değildir. SDE Analiz  >

Çin tarafı, en çok Batı ülkelerinin Suriye’ye yönelik askerî müdahalesinden 
endişe duymaktadır. Şu ana kadar bir askerî müdahale hazırlığı yoktur, 
ancak Esed’in istifa etmesi talep edilmektedir. ABD de henüz bir askerî 
operasyona karar vermiş değildir. Buna rağmen Çin uzmanları böyle bir 
ihtimalin mevcut olduğunu sürekli vurgulamaktadır ve sonuçta Suriye’nin 
ikinci Libya olacağını ileri sürmektedirler. Çinli uzmanlar, Libya askerî 
müdahalesinden iki ibret çıkarmıştır: siyasî dönüşümün acele başlaması 
kargaşa ve felaket getirmiştir ve Batılıların Ortadoğu’daki silahlı askerî 
müdahaleleri sadece yıkıcı sonuçlar getirmektedir. Çinli yorumculara göre 
Batılılar Beşşar Esed yönetimine son vermek istiyor, muhalifler hükümetin 
yerel seçim sonuçları kabul etmiyor ve hükümet ile arasında güven sağlanmış 
değil ve iç savaş ortamı giderek gerginleşmektedir. Böyle bir ortamda siyasal 
çözüm sürecini başlatması fevkalade zor olacaktır. Bazı Çinli uzmanlara 
göre dış güçler henüz silahlı müdahale niyetinden vazgeçmiş değildir, 
sadece karar verememişlerdir. Bunun yanında Suriye muhalif güçleri kendi 
başına hareket etmektedirler ve el-Kaide örgütü de fırsatı bularak sızmış 
durumdadır. Böyle bir ortamda Annan Planı’nın uygulanması şüphelidir. 

Arap Baharı ile beraber Ortadoğu’da bir dizi siyasal değişimler yaşanmıştır. 
Bu değişimlerde Libya Modeli, Mısır Modeli ve Yemen Modeli gibi üç 
çeşit model ortaya çıkmıştı. Her üç modelin sonucunda büyük bedeller 
ödenmiştir ve ödenmeye devam etmektedir. Bazı Çinli uzmanlar Suriye 
krizinin ancak siyasal reformla çözüleceğini ileri sürerek, Suriye’nin siyasal 
dönüşümü Beşşar Esed yönetimi ile ancak gerçekleşeceğini ve tepeden 
aşağı doğru bir dizi reformla sonuç alabileceğini ortaya koymaktadır. Yani 
Annan Planı’nın sonuç alması kolay olmayacaktır.