Uğur KÖROĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uğur KÖROĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Şubat 2020 Cumartesi

Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler BÖLÜM 8

Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler  BÖLÜM 8


İran’ın Suriye Politikası 

Uğur KÖROĞLU 


< İran, İmam Humeyni önderliğinde gerçekleştirilen 1979 İslam Devrimi’nden 
sonra Suriye ile münasebetlerini şahlık dönemine nazaran ciddi biçimde 
geliştirmiştir. Suriye, İran İslam Devrimi’nden sonra İran’ın Arap Dünyası içerisinde ilişkilerinin en iyi olduğu ülke olarak ön plana çıkmıştır. SDE Analiz  >

   Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde geçtiğimiz yıl şiddetini arttıran, 
Tunus, Mısır ve Libya gibi ülkelerde uzun yıllardır iktidarda olan yöneticilerin 
devrilmeleri ile sonuçlanan ve uluslararası kamuoyu tarafından “Arap 
Baharı” diye adlandırılan süreç hem bölgede hem de küresel sistemde 
ciddi değişiklikler ve ciddi kırılmalar meydana getirmesi öngörülmektedir. 
Suriye’de 2011 Mart ayında başlayan ve şiddetini arttırarak şimdiye kadar 
devam eden çatışmalar bölgesel istikrarsızlığı tetikleyici bir hal almış 
durumdadır. Söz konusu gelişmelerin en yakından hissedildiği ülkelerin 
başında ise Türkiye, İran ve İsrail gelmektedir. Her üç ülkenin de bu 
gelişmeler karşısında farklı perspektiflere ve çıkarlara sahip olmaları Suriye 
konusunda farklı tutum geliştirmelerine ve sorunun daha da karmaşık 
bir hal almasına sebep olmaktadır. Özellikle bölgenin Türkiye ve İran’ın 
söz konusu soruna ilişkin yaklaşımları, Suriye’deki gelişmelerin alacağı 
seyri yakından etkilemektedir. İki ülkenin soruna yönelik geliştirdikleri 
politikalardaki farklılıkların sağlıklı bir biçimde değerlendirilebilmesi, İran-
Suriye ilişkilerinin tarihsel seyrinin kısaca gözden geçirilmesiyle mümkün 
olabilir. 

1979 İran İslam Devrimi’nden Sonra İran-Suriye İlişkileri 

İran, İmam Humeyni önderliğinde gerçekleştirilen 1979 İslam Devrimi’nden 
sonra Suriye ile münasebetlerini şahlık dönemine nazaran ciddi biçimde 
geliştirmiştir. Suriye, İran İslam Devrimi’nden sonra İran’ın Arap Dünyası 
içerisinde ilişkilerinin en iyi olduğu ülke olarak ön plana çıkmıştır. İki 
ülkeyi, Arap-Fars çekişmesi, dünyadan izolasyon vb. tüm olumsuz etkenlere 
rağmen, bir araya getiren sebep(ler) dönemlendirilmek suretiyle şu şekilde 
özetlenebilir: 

< 1985-1988: Lübnan’da başlayan iç savaşta Suriye’nin Şii Emel Örgütü’nü, İran’ın ise Hizbullah’ı desteklemesi ve iki örgütün aralarında yaşanan çatışmalar ilişkileri gerginleştirse de, 1988’de, karşılıklı çabalar ve çeşitli gelişmeler sonucu 
iki ülkenin arası yeniden düzelme eğilimine girdi. SDE Analiz >

1-1979-1982: İran’da meydana gelen İslam Devrimi’nin (10 Şubat 1979) ilk 
dönemleri Camp David Sözleşmesi’nin (17. 09. 1978) hemen sonrasına 
ve bu sözleşmeyi esas alan Mısır-İsrail Barış Antlaşması’nın da (26. 03. 1979) hemen öncesine denk gelmekteydi. Adı geçen antlaşmanın ardından Mısır’ın ve diğer bazı Arap ülkelerinin İsrail karşıtlığına resmi olarak son vermelerinin sonucunda Suriye’nin yalnızlığa düşmesi, buna karşılık İran’ın daha devrimin ilk aylarında İsrail büyükelçiliğini kapatarak binasını da Filistin elçiliği için tahsis etmesi ve Filistin’e tam destek sözü vermesi gibi gelişmelerden dolayı Suriye ile İran arasında hızlı bir yakınlaşma başlamıştı. Devrimi tanıyan ilk Arap ülkesinin Suriye olması ve Hafız Esed’in Ayetullah Humeyni’ye tebriklerini bildirmesi, söz 
konusu yakınlaşmanın düzeyini göstermesi açısından önemlidir. İran’ın da, gerek İslami bir rejime geçmesi gerekse devrimin hemen akabinde başlayan İsrail karşıtlığı nedeniyle yaşadığı/yaşayabileceği izolasyon durumunu aşmak açısından Suriye ile yakınlaşması ve Suriye’nin desteğini kazanması gerekmekteydi. 

1979 yılında Irak’ta iktidarı ele geçiren Saddam Hüseyin’in kaygı verici kişisel özellikleri ve İran topraklarının bir kısmını 22 Eylül 1980 tarihinde işgal ederek başlattığı savaş Suriye tarafından endişeyle karşılandı. Saddam’ın olası bir zaferin ardından kendi ülkesine de saldıracağını düşünen ve Irak’ın da Arap 
liderliğinde söz sahibi olması ihtimali karşısında Suriye yönetimi, yaklaşık 
sekiz yıl sürecek savaşta resmi olarak İran’ı destekleyen tek Arap ülkesi, 
hatta dünyadaki tek ülke konumundaydı. 

2-1982-1985: Bu yılların başında İsrail, Lübnan’ın güneyini işgal etmişti. 
Suriye için zaten tehdit olan İsrail, bu sefer farklı bir cepheden kendisine 
yaklaşıyordu. Tam da bu sırada İran destekli Hizbullah’ın kurulması17 
ve derhal İsrail ile ABD güçlerine karşı eylemlerde bulunması 
İran’la ilişkileri daha da sağlamlaştırmıştı. 

3-1985-1988: Lübnan’da başlayan iç savaşta Suriye’nin Şii Emel Örgütü’nü, 
İran’ın ise Hizbullah’ı desteklemesi ve iki örgütün aralarında yaşanan 
çatışmalar ilişkileri gerginleştirse de, 1988’de, karşılıklı çabalar ve çeşitli 
gelişmeler sonucu iki ülkenin arası yeniden düzelme eğilimine girdi. 

4-1988-1991: İran-Irak savaşının bittiği bu dönemin başlarında, Lübnan’da 
işbaşına gelen başkan Michel Aoun’un Suriye karşıtı eylemeleri ve Irak’ın 
Kuveyt’i işgalini öne sürerek bölgeye giren ABD silahlı kuvvetlerinin 
Suriye’yi tedirgin etmesi iki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden ivme 
kazanmasını sağladı. 

5-1991-2003: Bu görece uzun süreyi taraflar daha çok silahlanma 
konusunda birbirlerine yardım ederek geçirdiler. Hizbullah ve 
Hamas’ı takviye ederek İsrail’e baskıyı arttırmak için uğraştılar. Nitekim 
2000 yılında Hizbullah’ın yoğun mücadelesi sonucu İsrail’in, Güney 
Lübnan’dan çekilmek zorunda kalması bu çabaların iki ülke açısından 
olumlu bir sonucudur.18 

6-2003-…: Bu dönemde başlayan İkinci Körfez Savaşı’nın ardından iki 
ülkenin de ortak düşman olarak gördüğü Saddam’ın devrilmesi Suriye ve 
İran açısından olumlu ve siyasi kazanım olarak karşılandı. Buna karşılık, 
ABD’nin “teröre karşı savaş” söylemi çerçevesinde iki ülkeyi de hedef 
tahtasına oturtması İran ve Suriye arasında belirli bir endişe yarattı. 

< 1991-2003: Bu görece uzun süreyi taraflar daha çok silahlanma  konusun da  birbirlerine yardım ederek geçirdiler. Nitekim 2000 yılında Hizbullah’ın yoğun mücadelesi sonucu İsrail’in, Güney Lübnan’dan çekilmek zorunda kalması bu çabaların iki ülke açısından olumlu bir sonucudur. SDE Analiz  >

Bu nedenle, her iki ülke de Irak bağlamında ortak bir siyaset izlemeye başladı. 
İran, Irak’ta büyük çoğunluğunu Şiilerin teşkil ettiği Amerikan karşıtı 
grupları destekleyerek kontrolü Amerika’ya kaptırmamaya çabalarken, 
Suriye’nin gayretleri ise, olası tehdit ve müdahaleleri önlemek için Irak’ı 
dönem dönem sınırını kapatmaya kadar zorladı. Bu dönemin şüphesiz 
ki en çarpıcı gelişmesi 2006 yılında İsrail’in Güney Lübnan’a saldırarak 
Hizbullah’la savaşa girmesidir. Seyyid Ali Hamanei’ye yakınlığı malum 
olan Hizbullah’ın bu savaştan adı konulmamış bir zaferle çıkması, Suriye 
yönetimi ve halkının İran’a karşı sempatisini ve güvenini arttıran büyük 
bir etken olmuştur.19 

Neticede bu önemli kırılma-birleşme dönemleri ve barındırdığı olaylar, 
her iki ülkenin ilişkilerinin bir tür ‘kader ortaklığı’ veya en azından ‘mantık 
evliliği’20 düzeyinde ilerlemesine katkıda bulunmuştur. Söz konusu siyasi 
gelişmeler özellikle İran’ın ekonomik açıdan Suriye’ye büyük destek 
vermesini de beraberinde getirmiş, bu kapsamda Suriye’ye düşük maliyetli 
petrol ve ürünleri ile doğal gaz vb ihracatın yapılmasını sağlamıştır. 

2011 Suriye Olayları ve İran’ın Tutumu 

2011 yılı başlarında Arap Baharı tüm bölgeyi ve dünyayı etkilerken gözler 
doğal olarak Suriye’ye de çevrilmişti. Burada da bir devrim, değişim veya 
dönüşüm olacak mıydı? Diğer Arap ülkelerine göre birkaç ay gecikmeli de 
olsa, Suriye’de de bir takım olaylar patlak vermişti. Batı ülkeleri, Türkiye 
ve bazı Arap medyası ile siyasileri bu olayları, diğer ayaklanmalar gibi bir 
özgürlük ve demokrasi hareketi şeklinde görüp yorumlamışlarsa da, İran’ın 
konuya bakışı çok farklı olmuştur. 

İran İslâm Devrimi sonrasında uygulanan “Yeşil Kuşak” politikası ile bölgede 
tecrit edilmeye çalışılan İran yönetimi, İsrail’den ve İsrail üzerinden Batılı 
ülkelerden, özellikle ABD’den tehdit algılamaktadır. Ortadoğu ve Kuzey 
Afrika ülkeleri ile Suriye’deki olaylar patlak vermeden önce Suriye Devlet 
Başkanı Beşşar Esed’in kendisini ziyareti sırasında bir demeç veren İran dinî 
lideri Ayetullah Ali Hamanei “…Batı’lı ülkeler ve özellikle de Amerika hem 
bölgede ve hem de kendi içerisinde çeşitli sorunlarla karşı karşıya olup, 
bölgede ve hatta Lübnan’da dahi herhangi bir başarı sağlayamamıştır. 
Bu şartlar altında İran, Suriye, Irak ve Türkiye arasında bir dayanışma 
ve işbirliği ortamının sağlanması bölgenin yararınadır…” cümleleriyle 
bu durumu net bir biçimde ifade etmiştir. Aynı toplantıda Hamanei “… 
İran İslam Cumhuriyeti ve Suriye ortak bir siperde yer almışlardır ve 
ortak hedeflere sahiptirler…” diyerek İran ve Suriye arasındaki ilişkilerin 
dayandığı stratejik temele işaret etmiştir. Suriye olaylarının Türkiye ile derin 
bir ayrılığa dönüşmesi, Türkiye’ye bir parçası konuşlandırılan NATO füze 
savunma sisteminin İran tarafından şüpheyle karşılanması gibi hususlar 
İran-Türkiye ilişkilerinde ufak çaplı bir krize de sebep olmuştur. 

İran, Suriye’de yaşanan gelişmeleri dış destekli bir proje olarak 
değerlendirmektedir. İran dinî lideri Ayetullah Ali Hamanei’nin Bi’set 
Bayramı dolayısıyla yaptığı konuşmada Suriye olaylarını  “…Amerikalılar bölgede Mısır, Tunus, Yemen ve Libya’daki olayların benzerini çıkartmayı amaçlamış olup, direniş cephesindeki Suriye’yi karıştırmak peşindeler. ''

< Başbakan R. Tayyip Erdoğan ve beraberindeki heyetin İran’da kabulü sırasında da Suriye halkı lehine olan her türlü reformu desteklediklerinin 
altını çizen Hamanei İran’ın Suriye’yi desteklemesinin en önemli sebebi 
olarak Suriye’nin Siyonist direniş çizgisinde yer alıyor olmasını göstermiştir. 
SDE Analiz  >

Ancak Suriye’deki olayların mahiyeti, bölge ülkelerindeki gelişmelerden 
tamamen farklıdır. Bölge ülkelerindeki İslami uyanışın özü, anti-siyonist ve 
anti-Amerikancı bir harekete dayanmaktadır. Ancak Suriye’deki olaylarda 
Amerika ve İsrail’in parmağı açıkça görülmekte olup, biz İran halkının bu 
bağlamdaki mantığı ve kriteri şudur ki, her nerede Amerika ve Siyonizm 
lehine slogan atılırsa, bu hareket sapmaya uğramıştır. Elbette İran halkı ve 
İslam nizamının bu mantık ve kritere dayalı direnişi düşmanı öfkelendirmekte 
ve onların komplolarının artmasına yol açmaktadır. Ancak, dirençli İran 
halkı mevcut duruşunu gevşeklik göstermeksizin sürdürecektir…” şeklinde 
değerlendirmesi İran’ın Suriye politikasını anlamayı kolaylaştırmaktadır. Bu 
çerçevede Türkiye Başbakanı R. Tayyip Erdoğan ve beraberindeki heyetin 
İran’da kabulü sırasında da Suriye halkı lehine olan her türlü reformu 
desteklediklerinin altını çizen Hamanei İran’ın Suriye’yi desteklemesinin 
en önemli sebebi olarak Suriye’nin Siyonist direniş çizgisinde yer alıyor 
olmasını göstermiş ve Suriye’de başlayan reform sürecinin devam etmesi 
gerektiğini ifade etmiştir.21 

İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın konuyla ilgili görüşleri 
ise,‘Rehber’in sözlerinden çok farklı olmamakla birlikte, bazen daha 
politik manevralarla sergilendiği bazen de İran’daki genel kabulün aksine 

< Suriye olaylarının başlangıcında ve ortalarında daha ihtiyatlı bir dil kullanan 
Ahmedinejad, bugün gelinen noktada, Suriye yönetimini ve halkını, ayaklan maları iyi bir şekilde idare etmelerinden dolayı tebrik etmiş ve Batının bir tuzağı olarak değerlendirdiği bu oyuna gelinmemesinin sevindirici olduğunu  belirtmiştir. SDE Analiz > 

Suriye’deki göstericilere şiddet uygulandığını kabul eder bir nitelik taşıdığı 
için önemlidir. Örneğin Rusya Cumhurbaşkanı Medvedev ile yaptığı telefon 
görüşmesinde, Suriye’deki olayların çözümünü ve gerekli reformları yine 
Suriyelilerin yapması gerektiğini, dışarıdan müdahale olmamasının önemini 
vurgulamıştır.22 Ahmedinejad, benzeri ifadeleri BM genel sekreteriyle 
görüşmesinde de dile getirmiştir.23 Buna karşılık Ahmedinejad, Beşşar 
Esad’la bir görüşmesi sırasında isyancılara karşı şiddet uygulanmasına 
son vermesini ve askeri güçle hiçbir meselenin halledilemeyeceğini beyan 
etmiştir.24 Suriye olaylarının başlangıcında ve ortalarında daha ihtiyatlı bir 
dil kullanan Ahmedinejad, bugün gelinen noktada ise, Suriye yönetimini ve 
halkını, ayaklanmaları iyi bir şekilde idare etmelerinden dolayı tebrik etmiş 
ve Batı’nın bir tuzağı olarak değerlendirdiği bu oyuna gelinmemesinin 
sevindirici olduğunu belirtmiştir.25 

İran İslam Cumhuriyeti’nin diğer yetkili makamları da Suriye’deki kalkışma 
ve karışıklılar hususunda Ali Hamanei ve Ahmedinejad’ın görüşleriyle 
aynı veya yakın doğrultudaki fikirlerini zaman zaman dile getirmişlerdir. 
Bunlardan biri de İran’ın, Arap ve Afrika ülkelerinden sorumlu dışişleri 
bakan yardımcısı Hüseyin Emirallahiyan’dır. Bir Türk gazeteci tarafından 
Türk dışişlerinin son günlerdeki çıkışları hakkında kendisine yöneltilen bir 
soru üzerine; İran’ın her yönden Suriye’yi desteklemeye devam edeceğini 
ve Suriye halkının Esed’in himayesi altında istenilen reformlara sağlam bir 
şekilde ulaşacağını beyan eden Emirallahiyan, buna karşılık muhaliflerin 
silahlandırılmamasının da şart olduğunu söylemiştir. Aynı yetkili bir başka 
görüşmesinde ise “İran’ın kırmızı çizgisi, Suriye halkı içindeki grupların 
birbirlerini öldürmeleri ve ülkeye dışarıdan askeri müdahale olmamasıdır” 
diyerek düşüncelerini dile getirmiştir.26 İran’ın BM daimi temsilcisi 
Muhammed Hezai de, Suriye halkının reform sürecinde gösterebileceği 
sabırsızlığın bölgeye felaket getireceğini ileri sürmüştür.27 Dışişleri bakanı 
Ali Ekber Salihi, ‘direniş’28 hareketinin sonuna kadar süreceği mesajını 
iletmiştir.29 

Bu veriler ışığında bakıldığında, küçük farklar/farklılıklar dışında, İran’ın 
resmi söyleminde kendi içinde herhangi bir ayrılığın bulunmadığı ve kendi 
içerisinde bir tutarlığa sahip olduğu görülmektedir. Çeşitli devlet yetkilileri 
ve milletvekillerinden oluşan ve bu noktada farklı düşünen küçük bir azınlık 
grubu olsa da, güçlü olamayışları ve söylemlerinin süreksizliği onları 
akamete ve etkisizliğe uğratmaktadır. 

Yukarıda bahsi geçen siyasal kişiler ve onların oluşturduğu kurumsal yapıların görüşlerinin yanısıra, göz ardı edilmemesi gereken bir unsur da, şüphesiz ki İran halkıdır. İran halkı genel olarak devletin resmi görüşlerini benimsemekle beraber, özellikle ‘yeşil hareket’e destek verenlerin ve diğer görüşlerdeki bazı grupların, ülkelerinin Suriye’ye yardım etmesini daha çok ekonomik yönlerden eleştirdiği ve zaman zaman seslerini yükselttiği görülmektedir. 

Bütün bunların dışında bir de gücü artık son zamanlarda iyice artan sosyal 
medya, video paylaşım siteleri vb. türden internet ortamlarında konuyla 
ilgili son derece zengin bir kaynak bulunmaktadır. ‘İslam Devrimi’ ve Suriye 
yönetimi taraftarlarının kendilerini haklı göstermek üzere yoğun çaba 
harcadıkları bu sitelerde, daha çok Batı ve Suriye yönetimi karşıtlarının 
dünya medyasına sundukları görüntülerin sahteliği, bütün olup bitenin 
aslında bir komplo ve göz boyamadan ibaret olduğu iddia edilmektedir. 

< İran halkı genel olarak devletin resmi görüşlerini benimsemekle beraber, özellikle ‘yeşil hareket’e destek verenlerin ve diğer görüşlerdeki bazı grupların, 
ülkelerinin Suriye’ye yardım etmesini daha çok ekonomik yönlerden eleştirdiği ve zaman zaman seslerini yükselttiği görülmektedir. SDE Analiz  >

Buraya kadar sunmaya çalıştığımız bilgiler ışığında, İran’ın Suriye olaylarına 
bakışının, özellikle resmi makamlar bağlamında ortak bir söyleme yaslandığını 
söylemek mümkündür. Tüm bunların dışında gerek İranlı yetkililerin 
yaptıkları gayrı resmi konuşmalardan gerekse ‘Devrim’ (İran İslam Devrimi) 
ve Suriye taraftarlarının aralarında yaptıkları konuşmalardan, aslında 
Suriye’de hemen hemen hiçbir büyük halk ayaklanmasının yaşanmadığı, 
katliamları yapanların bilakis göstericiler olduğu, bu göstericilerin çoğunun 
halk tarafından tanınmadığı, dışarıdan veya Filistinli göçmenlerden parayla 
tutulan adamlar 30 oldukları yönünde genel bir kanaat çıkarmak mümkündür. 
Bu kesimlere göre, Suriye olayları, dini inanç ve mezhep farklılıklarını 
bahane eden, ama aslında ABD, İsrail ve genel olarak Batı’nın 31 kışkırttığı, 
bizzat para verip silahlandırdığı bir grup teröristin çıkarttığı olaylardan 
öteye bir şey değildir. Hatta Suriye ordusundan ayrılan 2500 kadar askerin 
“Muaviye Tugayları” adıyla birlikler kurmaları doğrultusundaki söylentiler 32 
ve benzeri iddialar kendilerinin bu tezlerini daha da güçlendiriyor. Çünkü 
hiçbir aklı başında Sünni’nin yapmayacağı bu anlamsız isimlendirmenin 
telaffuzu bile, karşı tarafı tahrik etmeye yetmektedir. 

Suriye sorunu kapsamında, bütün bu reel-politik söylem ve iddiaların 
yanısıra, ilgili çevrelerce pek gündeme getirilmeyen meselenin teo-politik 
boyutuna da değinmek gerekmektedir. Bu boyutu, her ne kadar bilimsel 
bir şekilde ortaya koymak en azından şimdilik mümkün olmasa da, Mehdi 
inancının İslam âlemindeki, ama özellikle Şiiler arasındaki öneminin de İran-
Suriye ilişkilerinde bir belirleyicilik payı olduğu düşünebilir. Aslında Mehdi 
inancını ve onun gelişini beklemeyi inançlarının merkezine oturtmuş bir 
ulema kadrosunun en üst düzey yöneticileri oluşturduğu İran’da bu husus 
kesinlikle görmezden gelinmemelidir. Resmi makamlarca doğrudan ‘İmam 

< En çok öne çıkan görüşİran’ın aslında tarihsel arkaplanına dayalı devlet geleneğinin dünyadaki bütün gelişmelere yansıyor oluşudur. Bu görüşü savunan lar bir İslam devleti de olsa İran’ın aslında ulusal çıkarlarını düşünen ve derin  amaçları olan bir devlet olduğu görüştür. SDE Analiz >

Mehdi geliyor, çok yakında gelecek’ 33 tarzında sözler sarfedilmemiş olsa 
da, bölgenin ve dünyanın yakın bir süre zarfında barışa ereceği, İsrail’in 
ortadan kalkacağı, şu anki neslin bu büyük uyanışa tanıklık edeceği yönünde 
resmi makamların söylediği sözler Mehdi’ye bir işaret olarak yorumlanabilir. 

Sonuç ve Değerlendirme 

Bütün bu veriler ve bilgiler ışığında, İran’ın Suriye’deki rejime sahip 
çıkmaya ve bu rejimle ortaklığını sürdürmeye devam edeceğini söylemek 
mümkündür. Suriye’deki olayların üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçmesine 
rağmen, İran’ın aksi bir davranış sergilememiş olması ve hatta bu ülkeyle 
birçok yeni yatırım ve ticaret anlaşması yapması İran’ın Suriye yönetimine 
desteğinin süreceğini göstermektedir. Ancak daha önce değinildiği gibi, 
İran, Suriye’yi hatasız bir ülke olarak da görmemekte, aksine halkın samimi 
isteklerine bir an önce olumlu cevaplar verilmesi noktasında Esed’i ve diğer 
yetkilileri uyarmaktadır. Ancak İran, Suriye’deki reformların zaman alacağını 
ve halkın sabırlı olması gerektiğini düşünmektedir. Bu noktada, İran’ın 
hassasiyetinin daha çok samimi talepleri olan halk ile dışarıdan destekli 
‘Siyonist’ planlara alet edilen ‘sözde halk’ arasında yapılan bir ayrıma dayalı 
olarak şekillendiğini söylemek mümkündür. Ayrıca İran’ın dünya genelinde 
‘mustazafların’ ve özelde İslam ülkeleri için ‘İslami’ kesimin yanında olduğu 
yönündeki söylem de bu ülkenin Suriye olaylarıyla ilgili dünyaya vermek 
istediği imaj ve mesajın önemli göstergeleridir. 

Buraya kadar anlatılanlar, yazının başlığı da göz önünde bulundurularak 
mümkün olduğunca objektif bir biçimde İran resmi makamlarının 
Suriye’de yaşanan gelişmelere bakışını yansıtmaya çalışmıştır. Bununla 
beraber daha sağlıklı bir analiz için İran’ın resmi söylemleri dışında İran 
dışından uzmanların görüşleri, yorumları ve yaşanmış gerçeklerle olayların 
değerlendirilmesinin gerektiği açıktır. 

Bu bağlamda en çok öne çıkan görüşİran’ın aslında tarihsel arkaplanına 
dayalı devlet geleneğinin dünyadaki bütün gelişmelere yansıyor oluşudur. 
Bu görüşü savunanlar bir İslam devleti de olsa İran’ın aslında ulusal 
çıkarlarını düşünen ve derin amaçları olan bir devlet olduğu görüştür. 

Bu çıkarlar içerisinde dünyadan izole edilmek pahasına da olsa kendine has 
bir yönetim biçimi ve dış politika uygulamaları ortaya koyarak ABD ve diğer 
büyük güçlere karşı farklıbir model olarak dünya sahnesinde yer almak isteyişi 
de bu tezin dayanakları arasında değerlendirilebilir. Bu noktada akla şu 
sorular gelebilir: yukarıda verilen İranlı resmi makamların genel görüşlerine 
göre Suriye’ye desteğin asıl gayesi Suriye’nin Siyonizm karşısındaki duruşu, 

Filistin ve Lübnan’a (özelde Hizbullah’a) sağladığı destek olduğuna göre bu 
‘ulusal çıkarlar’ Lübnan ve Filistin’i de kapsamaktadır; bölgenin demografik 
yapısının ezici çoğunluğunu Arapların oluşturması, etnik olarak daha çok 
Farsî ve Türkî temellere dayalı İran’ın hangi planı dahilinde yer alabilir? 

Ayrıca adı geçen üç ülkenin ekonomik durumları ve stratejik konumları gibi 
etmenler göz önünde bulundurulduğunda neredeyse hiçbir cazibeleri 
olmamasına ve alternatifi ülkeler (en başta Türkiye) zaten mevcut olmasına 
rağmen İran, niçin son derece yüklü miktardaki maddi kaynağını adı geçen 
bölgelere akıtmaktadır? Bunun yerine İsrail’e, Suriye ve İran’ın vereceği 
küçük tavizler iki ülkenin de reel olarak daha çok yararına olmaz mı? Ayrıca 
ulusal çıkarlardan kasıt topyekûn bir İran ulusunun mu yoksa Fars eksenli bir 
ulusalcılığın çıkarları mı? İran’ın da her ülke gibi modern devletler sisteminin 
bir gereği olan ulusal çıkarlarının olması doğaldır ancak bu çıkarların neler 
olduğunun somut ve destekli bir şekilde yukarıda arz edilen ve/veya farklı 
soruları da kapsayarak acilen cevaplanması gerekmektedir ki konuya ilgili 
ülkeler bölge ve dünya barışına daha yapıcı eleştirilerde bulunabilsin. 

Bir diğer görüşe göre ise İran, aslında evrensel bir insani ve/veya İslami 
kaygı taşımamakta aksine sadece Şiiliğin gelişmesi ve yayılması için 
çalışmaktadır, Suriye yönetimine de desteği bu yüzdendir. Bahsi geçen 
görüşü savunanların en önemli argümanları: ‘Madem İran’ın evrensel insani 
ve İslami kaygıları var o halde niçin Sünni Çeçenistan ve Çin’deki Uygurlara 
yönelik destek vermemiştir?’. Son derece haklı görünen bu argümana karşı, 
nüfusunun ağırlıklı çoğunluğu Şii olan Azerbaycan Cumhuriyeti’ne İran’ın 
hiç de olumlu olmayan genel yaklaşımı, Azerbaycan-Ermenistan savaşında 
Azerbaycan’a destek vermeyişi, hatta 2001 yılında Hazar denizi üzerinde 
savaş uçaklarını uçurtan İran’ın Azerbaycan’a gözdağı vermesi, Irak’taki 
Şiilere – ki Irak Şiiliği ile İran Şiiliğinin yapısı hemen hemen aynıdır - kayıtsız 
şartsız destek vermemesi, bazen de onlarla fikirsel çatışmalara düşmesi 
cevaplanmaya muhtaç önemli sorular olarak ortaya çıkmaktadır. Şiilik 
eksenli düşüncenin Suriye ayağında ise oradaki Şii/Alevi olarak nitelenen/ 
adlandırılan azınlığın İran tarafından ne derece İslam dairesinde görüldüğü 
ve kendilerine ne kadar yakın buldukları sorunsalı yer almaktadır. 

< İran’ın da her ülke gibi modern devletler sisteminin bir gereği olan ulusal çıkarlarının olması doğaldır ancak bu çıkarların neler olduğunun somut ve destekli bir şekilde yukarıda arz edilen ve/veya farklı soruları da kapsayarak acilen cevaplanması gerekmektedir. SDE Analiz >

İran’ın her ne kadar ‘Suriye Alevileri’ olarak bilinen Nusayrileri defalarca 
Şiileştirmek yönünde atılımları34 olmuşsa da Nusayrilerin buna pek de sıcak 
bakmadıkları bilinmektedir. Dolayısıyla Nusayrilere göre – ama sadece 
göreli olarak -Şiiliğe daha yakın Türkiye Alevilerine karşı bile mesafeli ve 
şüpheli yaklaşan İran siyasileri ve din adamlarının Suriye Alevilerini ne 
derece kendi Şii inançlarına uygun olarak benimsedikleri muammadır. 

< Bütün bu belirtilen hususlar İran’ın, -göreli dahi olsa -Şiiliğe yakın duran mezhep, inanç ve tarikat gibi yapılara yakın durduğu gerçeğini  değiştirmemek tedir. Bununla beraber arz edilen soru işaretlerini ortadan kaldırmak ise daha 
detaylı çalışmaları gerektirmektedir. SDE Analiz >

Ancak bütün bu belirtilen hususlar İran’ın, - göreli dahi olsa -Şiiliğe yakın 
duran mezhep, inanç ve tarikat gibi yapılara yakın durduğu gerçeğini 
değiştirmemektedir. Bununla beraber arz edilen soru işaretlerini ortadan 
kaldırmak ise daha detaylı çalışmaları gerektirmektedir. 

İsrail ile aslında danışıklı bir dövüş içinde bulunarak bölgede İran ve İsrail’in 
birbirlerini destekleri yönünde henüz söylenti boyutunda komplo teorilerini 
de çalışmanın bu kısmına eklemek gerekir. 

Yukarıda sunulan üç ana görüşe ayrı ayrı inanlar olduğu gibi üçünün 
birden de geçerli olduğunu kabul edenler bulunmaktadır. İran İslam 
Cumhuriyeti’nin resmi söyleminin karşıtı olan ve İran’ın uluslararası 
arenada tavır ve tutumlarını açıklamaya yönelik yukarıda sözü edilen teori 
ve düşüncelerin somut olarak dile getirilişi son Suriye olaylarının ardından 
daha da belirginleşmeye başlamışsa da, yine yukarıda sorulan soruların 
henüz net cevaplarının olmayışı ve bu teorilerin/fikirlerin başka açılardan 
da İran politikalarının seyrini tanımlamada yetersiz kalmaktadır. Bu soruların 
cevaplanması ve teorilerin açıklığa kavuşturulması bölge ile konuya 
müdahil diğer ülkelerin buna bağlı olarak da İran’ın kendisinin eylem ve 
politikalarına olumlu yönde katkı yapacağı muhakkaktır.