Saygı Öztürk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Saygı Öztürk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ağustos 2019 Pazar

Genelkurmay’ın Unuttuğu Davalar.

Genelkurmay’ın Unuttuğu Davalar.


Saygı Öztürk.


İstanbul’da “Balyoz”, “Ergenekon”, “Askeri Casusluk”, Ankara’da “28 Şubat” davaları olur da, İzmir’de yine çoğunluğu askerleri içine alan dava açılmaması eksiklik olurdu. İzmir’deki dava “Askeri Casusluk, Fuhuş, Şantaj” diye başladı ama bunların hiçbirisine ulaşılamadı. Şu anda dava gizli belge bulundurmaya döndü.
Kimler yok ki o davanın belgeleri arasında. Mülkiye müfettişinden, MİT mensubuna, Diyanet görevlisinden, Sosyal Güvenlik Kurumu müfettişine, Dışişleri mensubundan, vali yardımcısına kadar 2 bin 500 kamu görevlisinin ismi geçiyor. Hem de ne geçme. Haklarında fişleme yapılanlarla ilgili yazılanlar tam anlamıyla yüz kızartıcı cinsten…
Siyah torba içinde, buzdolabının arkasında Bu davanın en yüksek rütbelisi Donanma Komutanı Koramiral Veysel Kösele. 357 sanıklı davada 316 kişi muvazzaf veya emekli asker. Belgelere göre “eskort kızlar” 400’ü bürokrat ve geri kalanı asker olmak üzere 2 bin 500 kişi hakkında fişleme yapmış. Onlar da, savunmalarında bir kurguya kurban edildiklerini belirtiyorlar.
Davada hayli ilginçlikler var. 357 sanıktan sadece 10’u ile ilgili yapılan aramalarda, “Pandora” veri tabanında olduğu iddia olunan dijital belgeler çıkmış. Diğer 347 kişinin hiç birinde iddia edilen dijital belgeler saptanmamış. Dijital verilerin hepsi, diğer asker davalarında olduğu gibi mutfakta ve buzdolabı arkasında siyah torbada bulunmuş. Bunlar üzerindeki parmak izleri alınmamış. Soruşturma, 10 Ağustos 2010’da ABD’den gelen elektronik posta üzerine başlıyor. Ancak o iletide adı geçen hiç kimse dava kapsamında ne sanık, ne mağdur, ne müşteki, ne de tanık. Şüphelilerden 45’i yaklaşık 2 yıl fiziki ve teknik olarak izlenmiş. Hatta bazı sanıkların Marmaris, Bodrum ve İstanbul gezilerine dahi eşlik edilmiş. Ancak, suç unsuru bulunamamış.

Arama tutanakları da farklı “Pandora” isimli veri tabanının ele geçirildiği iddia edilen Bilgin Özkaynak’ın Sapanca’da adresinde yapılan aramaya ilişkin içerik ve imzası olanlar açısından birbirinden farklı iki arama tutanağı bulunuyor. Tutanağın birine göre evde sadece antika silahlar dışında hiçbir suç unsuru bulunamamış. Diğer tutanağa göre ise evde sadece el konulan dijital veri depolama materyalleri var ve başka suç unsuru yok. Tutanağın birine göre arama 00.45’te başlamış ve 05.35’te bitmiş. Diğer tutanağa göre ise arama 00.45’te başlamış ve 06.30’da bitirilmiş.

Birinci tutanakta aramaya 5 kolluk görevlisi, diğer tutanakta ise 14 kolluk görevlisi katılmış gözüküyor. Yine bir başka ilginçlik ise aramaların İzmir’den İstanbul’a, Sapanca’ya gönderilen polisler tarafından yapılması. Oysa, onların gönderiliş amaçları arama yapmak değil, suç unsuru olan malzemeleri teslim alıp getirmek.
N.K.’nın, iki yıllık takip sürecinde, hiç uğramadığı babasının evinde arama yapılıyor. Üstelik görme engelli babanın gözetiminde arama yapılıyor. Orada da davaya temel oluşturan taşınabilir bir hard disk bulunuyor. O diskte bulunanlar ise bilirkişi raporuna göre el koyma tarihinden sonra oluşturulmuş, kaydedilmiş.
Onların da hatırlanmaya ihtiyacı var Sivil ve asker olmak üzere tutuklu 59 sanığın, Genelkurmay Başkanlığı’nı etkileme ihtimalinin, aralarında 8 amiral-general rütbesinde subay bulunan 266 tutuksuz asker sanığa nazaran daha yüksek olduğu kanaati ile tutukluluğun devamı yönünde kararlar veriliyor.
Davanın bir başka özelliği de, en çok muvazzaf askerin tasfiye edilmeye çalışılmasıdır. Tutuksuz yargılanan veya fişleme kapsamında adı geçen askerlerin çoğu pasif görevlere atanarak zaten tasfiye edilmiş durumdalar.
Bu davanın sanıklarından, yakınlarından gelen mektuplarda, “Evet, Balyoz’u, Ergenekon’u yazıyorsunuz ama bir de bizim durumumuzu gündeme getirin” sitemleri yer alıyor. Haklılar. Onları ihmal ettik. 19 aydır tutuklu olanlar var. Geçen yılın Ocak ayında dava açılmış, Nisan ayında ilk duruşması gerçekleştirilmişti. İstanbul’da da “casusluk-fuhuş-şantaj” davası açılmış ve bu davada 43 sanık hakkında mahkumiyet kararı Yargıtay tarafından onanmıştı. Onlar da tamamen sahipsiz kaldı? Genelkurmay, “durumunuz nicedir?” diye sormadı bile… Oysa, “Balyoz” davasını bir ağacın gövdesiyse, İzmir ve İstanbul’daki askerlerle ilgili diğer davalar ise o ağacın dallarıdır.
Genelkurmay Başkanlığı, geç de olsa, “Balyoz Davası”nda yaşandığı değerlendirilen haksızlık- hukuksuzluklara karşı C. Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Bunun için milletvekilinin “kumpas” demesi de yeterli oldu. Peki, “Balyoz”u, “Ergenekon”u gündeme getiren Genelkurmay Başkanlığı, büyük iftiralarla karşı karşıya olan yüzlerce askerinin yargılandığı diğer davaları niçin unutuyor? 

En azından biz hatırlatmış olalım.

***


31 Ekim 2018 Çarşamba

İsabet Etmişiz

İsabet Etmişiz….

Hasan Pulur

Televizyonda bir açık oturum; tabii “rüşvet” üzerine...    Sayın Başbakan savcıya esip gürledi geçenlerde, başka ne konuşulur ki! Ama, Sayın Başbakan gençlik günlerini aratmıyor: “Bu savcı” diye gürlüyor:

“Bizim gençliğimizde aşırı militanlar, üniversite kapısında bildiri dağıtırlardı, savcı onlar gibiydi.”

Başbakan, savcıya böyle söylüyor, sonra da, öyle parlıyordu ki:
“Dur bakalım, dur seninle görülecek hesabımız var!” diyordu.

***
Herhalde ağzının ucuna gelen cümleyi, Başbakan olduğunu hatırlayarak yutkunuyordu:

Oysa, cümle şöyle bitmeliydi:

“Çık dışarı, orada konuşalım.”

Dedik ya, Sayın Başbakan, başbakan olduğunu bir anda hatırlıyor, fren yapıyordu.

***
Biz tanımayız, bilmeyiz Sayın Başbakan niye bu kadar kızıp köpürmüştü ki?
Bilenlerden biri kulağımıza fısıldadı: “Oğlunu ikinci yolsuzluk davasına karıştırmak istediler!”

Haaa, şimdi iş değişir ama araya devlet girince...

Peki ama oğlunun günahı ne?

Bu belli olmadan, kızıp köpürmek biraz fazla değil miydi?
Kim ne derse desin babalarına kızıp, oğullarına bulaştırmak, katlanılır gibi değildir.

Onun için Sayın Başbakan’ın kızgınlığını, halisane anlayanlardanız, ama bu kadarı da fazla...

Bir de o savcıyı düşünsenize...

Adam, polise yasal emri “git şunları getir!” diyor. Polis, mızıkçı çocuklar gibi “bana ne?” diye omuz silkiyor.

Bir savcının adliye kapısında birileri dağıtır gibi belge dağıtması, hoş bir görüntü ve davranış değildir de, biraz böyle düşünsenize.

Televizyonda o gece Ankaralı genç gazeteciler, bir delikanlı vardı, bir de hanım kız...

Hemen hepsi iktidardan yanaydılar.

Bir kişi dışında... Saygı Öztürk...

***
Onu dinledikçe, isabet etmişiz, diye övünmeye başladık... Kabataşlılar Derneği, her yıl değişik mesleklerden bir seçim yapar?
Mesleğin kıdemli ismine sorarlar:

“Sizce kim?”

Mesela; “ Sizce bu Yılın gazetecisi kimdir? ”

Bize de sormuşlardı, hem de bu olaylardan önce, “ Saygı Öztürk ” demişiz.
Birkaç gün sonra sonuçlar açıklanıyor, bizim Saygı Öztürk dediğimiz ortaya çıkıyor.
Önümüzdeki günlerde açıklanacak...

“Hasan Pulur’un seçtiği gazeteci, Saygı Öztürk!”

İşte bizim isabet etmişiz, dediğimiz bu...

***

O Çeteyi Daha Önce Görmediniz mi?

O Çeteyi Daha Önce Görmediniz mi?

Saygı Öztürk,

Helal olsun o “ Yandaş ”, “ Cemaatçi ” medyaya. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin camilerimizi bombalayacağına, kendi uçağımızı düşüreceğine, insanları stadyumlara doldurup, üzerinden jetler geçirileceğine inandırdı. Davaya esas olan belgeler arasından onlarca değil, yüzlerce hata bulunması da sonucu değiştirmedi.
Başbakanın danışmanı Ankara milletvekili Yalçın Akdoğan’ın, cemaati kastederek “Orduya kumpas kurdular” açıklaması, “Balyoz Davası”ndan hüküm giyen 237 asker için umut oldu. Bazılarının vicdanları rahat değil, söylemek istediklerini de tam olarak söylemeye cesaret edemiyorlar. Çünkü, bildiklerini anlatırlarsa yarın kendilerinden hesap sorulacağını da, cezaevinden çıkacak olanların yerinde kendilerinin olacağını da biliyorlar…

Bari siz söylemeyin

Bırakın mahkemede ifade vermeyi, “Balyoz” ile ilgili yaptığı her açıklamayla olayı biraz daha “gizemli” hale getiren eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de “haksızlıkların artık bitmesini” istediğini belirtip, “İkinci yargılamanın gerçekleşeceği konusunda sadece dilekte bulunmuyorum, inancımda aynı yönde. Bu konuda üstüme düşeni yaparım” diyor…
Mutlu yıllar Sayın Özkök, günaydın Sayın Özkök… Askerler sizin de, eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın da tutumundan şikayetçi. Üzerine düşen de gerçekleri söylemekti. Onu da söylemediniz. Eğer, iki emekli komutan üzerlerine düşeni birazcık olsun yerine getirseydi, yeniden ele alınıp alınmayacağı bile belli olmayan davaya umut bağlanmazdı. Bugün cezaevinde olanlar, yeni yıla, yeni güne aileleriyle birlikte girmiş olurdu…

Balyoz Davası ”nda hakim ve savcıların da yaşadıklarını, davanın perde arkasında yaşananları Doğan kitaptan bu ayın ortalarına doğru çıkacak kitabımda yazdım. “ Balyoz ” kararından sonra cezaevinden, cezaevindekilerin yakınlarından gelen yazılara da de kitabımda yer verdim.
Milletvekili ve danışman Yalçın Akdoğan gazetedeki köşesinde “Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına, milletin gönlünde yer edinen sivil iktidarına kumpas kuranların bu ülkenin hayrına bir iş yapmış olmayacağını çok iyi bilir” diye yazdı. Hükümete yakınlığı ile bilinen Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi de, “yargı ve polis cuntası”ndan söz etti.

Askerlerin Mektuplu isyanı

Bu iki yazıdan sonra Mamak Askeri Cezaevi’nden, generaller, amiraller, albaylar ve yarbaylardan ortak imzalı bir mektup geldi. Sinan Topuz, Murat Özenalp, Bülent Günçal, Nihat Altunbulak, Caner Bener, Bülent Olcay, Ali Demir, Turgut Atman, Erhan Kubat, Güven Ertaş, Selçuk Güneri, Koray Özyurt, Nuri Alacalı, Şafak Yürekli, Yavuz Kılıç, Erdinç Atik, Mustafa Koç, Kerem Eren, Yüksel Gürcan, Ahmet Hacıoğlu, Cemalettin Bozdağ, Alpar Karaahmet, Ergin Kılıç, Utku Arslan, Gürsel Çaypınar, Emre Tok, Yusuf Kelleli, Hakan Köktürk, Erhan Şensoy, Aziz Yılmaz, Mustafa Önsel, Hüseyin Çınar, Hüseyin Topuz, Taner Gül, Hakan Çelikkan, Kahraman Dikmen, Bayram Ali Tavlayan, Yusuf Afat, Ayhan Üstbaş’ın mektubundan bir özet:

  “ Biz, Askeri cezaevinde bulunan Balyoz davası mağdurları, davanın başından itibaren, istisnasız neredeyse tek bir ağızdan ortada bir suç olmadığını, bir çete tarafından oluşturulan komplo ile hapiste tutulduğumuzu haykırdık…
Balyoz davası süresince bir kişi bile ‘evet bu suçu işledik, pişmanım’ demedi. Bir kişi, ‘ben bunları darbe için hazırlık yaparken gördüm’ demedi… Sözde darbe hazırlığı ile ilgili ‘bir görüntü, bir tape’ ortaya çıkmadı. Tek bir somut delil savcılar tarafından mahkemeye sunulmadı. Çünkü olamazdı. Bir çete tarafından oluşturulan, tamamı dijital ve imzasız sözde delillerle mahkum olduk.

Bugün bahsedilen ve şikayet edilen, hatta darbe yapacaklardı denilen o kadrolar 17 Aralık 2013’te ortaya çıkmadı. Onlar hep adliye ve emniyet koridorlarındaydı. Hukuk, vicdan, adalet herkese lazım dedik, dinletemedik. Zararın neresinden dönülse kârdır. Yürütme herkes için geçerli olması gereken adaleti tesis etmek istiyorsa; adaleti münferit bir olay için değil, bir zümre için değil, tüm yurttaşlarımız için istiyorsa bunu göstermelidir. Herkes için adalet aranmalıdır.

  Bu hükümet döneminde; artık herkes tarafından bilinen çete tarafından iftiralarla, komplolarla özgürlükleri ellerinden alınan insanların özgürlükleri, yine bu hükümet tarafından hemen bugün geri verilmelidir. Başka çaresi olmadığı için adil, açık, vicdanlara, akla, hukuka uygun yeniden yargılanma hakkı sağlanmalıdır. Aksi takdirde kimsenin çeteden bahsetme ve şikayet etme hakkı olamaz.”

Cezaevlerinde haksız, hukuksuz yatanlar için biraz vicdan, biraz insaf ve herkes için adalet arama yılı olsun.
Sözcü, Gazetesi.,
01.01.2014 tarihli GAZETE MANŞETLERİ

***

29 Temmuz 2017 Cumartesi

“Kandil bitirilmeden, Türkiye’de PKK bitmez”


 “Kandil bitirilmeden, Türkiye’de PKK bitmez”



10/1/2017

Özel Kuvvetler Komutanlığı denilince akla ilk gelen isimlerden biri Engin Alan'dır. Kumpaslar sonucu o da “ Balyoz Soruşturması ” sonucu cezaevine konuldu. Onu tutuklayanlar da, seminerin yapıldığı dönemde Engin Alan'ın Kuzey Irak'ta operasyonda olduğunu biliyordu. Buna rağmen, bazı makamların isteği doğrultusunda cezaevine konuldu. Cezaevinde hiç ağlamadı, hiç sızlanmadı ve orada bulunuşunu da hep “Bu da bir vatan görevi” sözleriyle açıkladı.
PKK terör örgütüyle bağlantılı olduğu gerekçesiyle tutuklanan Sebahat Tuncel, cezaevindeyken milletvekili seçilmiş, seçildikten sonra da tahliye edilmişti. Engin Alan da cezaevindeyken milletvekili seçilmesine rağmen tahliye edilmemişti. Örgüt bağlantılı olanın tahliye edilmesi, örgütle mücadele edenin ise cezaevinde tutulması çok ağrına gidiyordu. Cezaevindeyken yazdıklarını “Bölünmeye Çeyrek Kala” kitabında topladı ve önemli uyarılarda bulundu. Yazdıklarının hepsi gerçekleşti. Yeni kitabı “40 Yılın İhaneti: Terör ve PKK”yı da yayımladı ve önümüzdeki cumartesi ve pazar günü Adana Kitap Fuarı'nda imzalayacak.
“Efsane komutan” emekli Korgeneral Engin Alan,
Türkiye-Irak yakınlaşması, Kuzey Irak ve Suriye'deki gelişmeleri SÖZCÜ'ye şöyle değerlendirdi:


KANDİL'İ BİTİRMEK İÇİN


Başbakan Binali Yıldırım'ın Irak ziyareti önemliydi. Gerek Irak merkezi hükümeti, gerekse Irak Bölgesel Yönetimi'yle işbirliği içerisinde PKK'nın, Irak'ın kuzeyindeki varlığı sonlandırılmalı. Kuzey Irak olmadan, PKK varlığını asla ve asla devam ettiremez. Kuzey Irak, PKK'nın hayat sahasıdır. PKK'nın Kuzey Irak'ta bitirilmesi, ülkemizde de bitirilmesi anlamına gelir.
Burada önemli olan Kuzey Irak'ta bulunan Kandil bölgesidir. Kandil'e de merkezi hükümet ve Kuzey Irak yönetimi, İran'la ortak ilişki ve müşterek operasyona kesinlikle ihtiyaç var. Bunlarla işbirliği, koordinasyon, ortak hareket olmazsa, Kandil orada durmaya ve PKK varlığını orada sürdürmeye devam eder.


İŞİ ZORLAŞTIRAN NEDENLER


Suriye'deki terör, Türkiye'nin güvenliği açısından tehdit daha farklıdır. Suriye harekat alanında bizim için temel mesele, PKK'nın Suriye kolu olan PYD'nin, Fırat Nehri'nin doğu ve batısını birleştirmek suretiyle sınırımıza bitişik alanda bütüncül bir Kürt bölgesi yaratılmasını önlemektir.
Suriye ile Irak arasında çok önemli fark var. Suriye harekat alanında, her birinin çıkar ve amaçları birbirinden farklı çoklu (ABD, Rusya, Türkiye. İran, Suriye rejimi) bir yapının bulunmasıdır. İşi zorlaştıran da budur. Son gelişmeler de bizim bu tespitimizi doğruluyor.


HER ÜLKENİN HESABI AYRI


PYD'nin silahlı gücü YPG'nin arkasında duran, eğiten ABD, El Bab'da bize destek olmuyor. Suriye, ABD için Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında kendi amaçları doğrultusunda yeniden şekillendirilmesi gereken bir ülkedir.

Rusya, Doğu Akdeniz'deki varlığını, ancak Suriye'de bulunmakla sağlayabilir. İran ise Suriye'nin elden çıkması ve parçalanması halinde Şiileri korumaya çalışıyor. Ülkemiz ise hem IŞİD hem de Suriye'deki PKK olan PYD ile mücadele ederek hem de sınır güvenliğini sağlamaya, homojen bir Kürt bölgesi oluşturulmasını önlemeye çalışıyor. ‘Fırat Kalkanı' harekatının ana nedeni de budur. Suriye Devlet Başkanı Esad'ın tek derdi ise rejimi korumaktır.


ASKERİMİZİ YENİ TEHLİKELER BEKLİYOR


Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen ‘Fırat Kalkanı' harekatı biraz geç kalınmış olsa da, yerinde ve doğru bir karardır.
El Bab'ın teröristlerden temizlenmesi oldukça zaman alacak ve risklere de açık görülüyor. El Bab'ın merkezine girdikçe Silahlı Kuvvetlerimizi el yapımı patlayıcılar (EYP), bubi tuzakları, canlı bomba, patlayıcı yüklü araçlarla eylemler, keskin nişancı gibi yeni tehlike ve tehditler bekleyecektir diye düşünüyorum. Bu konuda ciddi tedbirler alınmalı ve geliştirilmeli.


RUSYA'NIN DESTEĞİ ALINMALI


El Bab'dan sonra söylendiği gibi Münbiç'e bir harekat düşünülüyorsa, bunun için mutlaka Rusya'nın desteği alınmalı. ABD'ye özellikle dikkat edilmeli. En azından olaya müdahil olmaması yani YPG'ye destek olmaması için ABD ikna edilmeli.
Şayet Suriye rejim güçleri Halep'ten sonra İdlib'e bir harekata niyetlenirse, bunun ülkemiz açısından ne getirip ne götüreceği konusunda ön alınarak değerlendirilmeli. Çünkü, İdlib'de başta Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) olmak üzere rejim muhalifleri var. İdlib'e yapılacak harekat ülkemiz için güvenlik riskleri, yeni bir göç dalgası gibi sorunlar da yaratabilir.
Şimdi sınır ötesinde bulunan, zor iklim ve arazi koşullarıyla da mücadele eden silah arkadaşlarımıza Allah'ın yar ve yardımcı olmasını niyaz ediyorum.”

Fotoğraflar için :
http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/saygi-ozturk/kandil-bitirilmeden-turkiyede-pkk-bitmez-1613134/



http://www.saygiozturk.net/default.asp?haberid=1433&haber=%93kandil-bitirilmeden-turkiye%92de-pkk-bitmez%94

3 Temmuz 2017 Pazartesi

ABD KÜRDİSTAN TOPRAK TALEBİ


ABD KÜRDİSTAN TOPRAK TALEBİ

Amerika, Kürdistan’ı kurarsa Türkiye’den toprak talep edecek!

Sözcü gazetesi Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk'ün haberine göre, Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu, " Güneydoğu sınırında Irak ve Suriye'deki gelişmelerin Türkiye için kaygı verici olduğunu" savundu.

Pamukoğlu, "Bazı adımları atmak için geç kalınıyor. Türkiye'deki NATO ve ABD üsleriyle ilgili yeni düzenlemeler ve güvenlik unsurlarımızın öne alındığı konular 
görüşülmeli. Yeni anlaşmalar yapılmalı" dedi.




Irak ve Suriye’de kurulacak Kürdistan’ın Türkiye’yi de etkileyeceğini ve Türkiye’de otonomi, özerk bölge gibi taleplerin gündeme geleceğini savunan Pamukoğlu “Irak'ın kuzeyinde Barzani üzerinden Kürdistan'ın kuruluşu tamamlandı. Şimdi Suriye Kürdistanı'nın ağır silahlarla, tanksavarlar takviye ederek, sınır boyundaki yaklaşık bin 100 kilometrelik alanda Kürdistan kuruluyor. Kürdistan kurulmasıyla ilgili zamanı ABD, siyasi ve askeri koşullar nedeniyle erteliyor.” dedi.




Osman Pamukoğlu, ABD Başkanı Donald Trump'ın YPG'ye ağır silah verilmesine dair kararı imzalamasıyla ilgili olarak "ABD'nin Suriye’de yaptığı oradaki Kürtleri 
gerilla tarzından ordulaşmaya geçirmek. Bunun adı devlettir. Komşumuz Irak ve Suriye'de kurulacak Kürdistan, hemen arkasından bize de sirayet eder. 

Ülkemizde de devleti zorlayacak otonomi, özerk bölge gibi talepler gündeme gelecektir. Kürdistan kurulmasıyla ilgili zamanı ABD, siyasi ve askeri koşullar 
nedeniyle erteliyor. Akıllarında İskenderun Limanı bulunuyor. Bunun anlamı, ileride Türkiye'den de toprak alınacağıdır" görüşünü dile getirdi.

ABD’nin Suriye Kürdistan’ı için Türkiye’yi uzak tuttuğunu öne süren Pamukoğlu, Suriye Kürdistanı'yla ilgili çalışmalarda hep ABD’nin konuşulduğunu lakin 
planın içinde İngiltere, Fransa ve Rusya’nın da olduğunu savundu.

Afrin üzerinden enerji naklinin yapılmasıyla ilgili akıllarda İskenderun Limanı’nın bulunduğunu belirtern Pamukoğlu, “bunun anlamı, ileride Türkiye'den de 
toprak alınacağıdır. Amanos Dağları'nı PKK'nın terk etmemesi ve sürekli o bölgede dolaşması da İskenderun hesabının bir parçasıdır." İfadelerini kullandı.

Kaynak Sözcü

http://www.sozcu.com.tr/2017/gundem/amerika-kurdistani-kurarsa-turkiyeden-toprak-talep-edecek-1849811/




*********




ABD, Türkiye’ye Rağmen Suriye’de bir Kürt yönetimi oluşturur mu?


Yurdagül Şimşek, 
Hikmet Durgun, 
Elif Örnek
17:31 24.03.2017




Suriye’deki terör ve iç karışıklık devam ederken, ABD destekli grupların başarıya ulaşamayacağı netlik kazandı. ABD'nin ülkeyi üçe bölme planını gündemine 
alıp almayacağı belirsizliğini korurken, Türkiye’ye rağmen Kürt güçleriyle yakın işbirliği içinde kuzeyde ABD destekli bir yapı kurulması olasılığını uzmanlar ve 
aktörler Sputnik’e değerlendirdi.

Sergey Lavrov
SPUTNİK

Lavrov: Rusya, Türkiye ve İran'ın üçlü mekanizması yürürlükte,

Suriye’yi üç bölgeye ayırma planı 2013 yılında önce Türkiye, hemen ardından İsrail ve ABD tarafından gündeme getirilmişti. Washington’ın tasarrufunda ülkenin kuzeyinde Türkiye ve Irak’taki gruplarla bağlantılı Kürtlerin; sahil şeridinde Suriye hükümetinin; ülkenin doğu ve kuzey kesimlerinde radikal İslamcıların yönetimi alması vardı. Bu plan zamanla daha ‘yumuşak’ bir şekilde ‘Alevi, Sünni ve Kürt bölgeleri’ olarak ifade edilmeye başlandı. Moskova ile yaşadığı krizi geride bırakarak sahada daha fazla ortak hareket etmeye başlayan Ankara, Astana sürecinde Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı duyulduğuna ilişkin deklarasyonların altına imza attı.

ABD son dönemde Suriye’nin kuzeyindeki Kürt gruplarla işbirliğini Türkiye’nin sert ikazlarına rağmen giderek artırıyor. ABD Başkanı Donald Trump, seçimler 
öncesinde New York Times’a verdiği demeçte ‘Kürtlerin hayranı’ olduğunu ifade ederek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Kürtleri yan yana 
getirebileceğini ileri sürmüştü. Ancak Trump’ın Beyaz Saray’daki koltuğa oturmasından bu yana Washington ile Ankara arasındaki açı, Suriye’deki Kürt 
gruplara yönelik farklı tutumlar nedeniyle daha da artmışa benziyor.

Suriye’de ABD operasyonlarının önemli kara güçlerinden birini oluşturan Kürtleri, bu ortaklığın sonunda bağımsız bir devlet olma ihtimali mi bekliyor? 
ABD Türkiye’ye rağmen Suriye’nin kuzeyinde bağımsız ya da özerk bir Kürt bölgesi yaratabilir mi?

Rusya'nın Suriye'de hava operasyonu,

© SPUTNİK/ DMİTRİY VİNOGRADOV

‘Türkiye ve Rusya’nın sürekli koordinasyonu, Suriye’nin geleceği için anahtar’


PEKİN: TÜRKİYE’NİN İKNA KARTI RUSYA, SURİYE VE İRAN


CANLI TELEFON BAGLANTISI;
 < https://soundcloud.com/sputnik-tr/ismailhakkipekin-online-audio-convertercom-1  >

Konuyu Sputnik’e değerlendiren emekli Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı İsmail Hakkı Pekin, Türkiye’nin doğru adımları atması durumunda Suriye’nin 
kuzeyinde bağımsız ya da özerk bir Kürt yönetimi kurulmasının zor olduğunu savundu. Pekin’e göre Türkiye bunun için Suriye, Rusya, İran, hatta Irak’la ortak hareket etmeli:

“Eğer kartlarını iyi oynarsa, Türkiye’ye rağmen o bölgede bağımsız ya da özerk bir Kürt yönetimi oluşturulamaz. ABD’nin planı açık; Suriye’yi bir federasyon 
haline getirmek ve Kürtleri de bu federasyonun bir parçası yapmak. Rusya da şu anda Afrin bölgesine ateşkesi gözetim adı altında bir birlik yerleştirdi. 
Onlar da Afrin’i bir bütün olarak Suriye’nin içinde tutmaya çalışıyorlar. Bütün sorun Türkiye’nin Suriye ile işbirliğinde yatıyor. Eğer Türkiye Suriye ile işbirliği 
yapıp ABD ve Rusya’yla denge politikasını tutturabilirse, Suriye’nin kuzeyinde özerk bir Kürt bölgesi oluşturulması çok zor.”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu

© AA/ ONUR ÇOBAN

Kılıçdaroğlu: Suriye ile işbirliği yapılmalı,

‘BU ŞEKİLDE DEVAM EDERSE TÜRKİYE KAYBEDER’

İsrail ile ABD’nin politikaları ve Kürt güçlerinin sahadaki işbirliğine rağmen, Türkiye’nin özerk ya da bağımsız bir yönetim kurulmasını engelleyecek kadar 
güçlü bir kartı olup olmadığı sorusunu yanıtlayan Pekin, şunları söyledi:

“Bence güçlü kartı Türkiye’nin; Rusya, Suriye ve İran’la işbirliği var. Türkiye ideolojik körlükten kurtulup da bunları kullanabilirse emin olun  ABD’ye yaptırmaz bunu. En azından kısa vadede yaptırmaz, zaman kazanır. Daha basit, mahalli idarelere verilen özerklik gibi konularla ancak bu işi halledebilirler. Ancak bu şekilde devam ederse Türkiye kaybeder. Türkiye’nin İran, Rusya, Suriye hatta Irak’la işbirliği yapması gerekiyor.”

ÇONKAR: NATO MÜTTEFİKİMİZ ABD’YLE GÖRÜŞ AYRILIĞIMIZ VAR,

Sputnik'e değerlendirmede bulunan Türkiye — Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı ve AK Parti İstanbul milletvekili Ahmet Berat Çonkar ise 
şunları söyledi:


CANLI TELEFON BAGLANTISI;
< https://soundcloud.com/sputnik-tr/berat-conkar-4 >

“Bizim NATO içerisinde müttefikimiz olan Amerika ile YPG-PKK ile ilişkileri konusunda bir görüş ayrılığımız var. PKK-YPG-PYD bunların hepsi aynı çatı altında farklı odalar olarak değerlendirilebilir. Bu açıdan hiçbir NATO üyesi ülkenin kendilerinin de terör örgütü olarak kabul ettiği bir örgüte böyle bir özerklik, devletleşme tarzı bir şey sağlaması düşünülemez.”


Türkiye'nin Moskova Büyükelçisi Hüseyin Diriöz

© AA/ SEFA KARACAN

Büyükelçi Diriöz: Trump'ın Suriye'de güvenli bölge planının detaylarını bilmiyoruz

‘TÜRKİYE’NİN TEPKİSİNİ YUMUŞATMAYA ÇALIŞIYORLAR’

ABD’nin, ‘IŞİD’e karşı savaşta YPG’ye ihtiyacımız var’ gerekçesinin, Türkiye’nin tepkisini yumuşatmaya yönelik olduğunu kaydeden Çonkar, şöyle devam etti:

“Amerika’nın başından beri söylediği, ‘Bizim onlara IŞİD ile savaşmak için sahada ihtiyacımız var. Bu yüzden işbirliği yapıyoruz. Onu da SDG adı altında 
içine başka unsurlarda katarak yapıyoruz’ bir anlamda Türkiye’nin tepkisini yumuşatmaya çalışan söylemler. Yalnız şunu görmek lazım. Biz bin yıldan fazladır bu topraklarda olan ve daha önceden de o toprakları yönetmiş kadim bir ülkeyiz, kadim bir milletiz. Bizim isteğimizin muhalifinde bir terör örgütünün buralarda devletleşmesi mümkün olmaz. Türkiye bunu her şekilde engeller. Bunu ne Amerika ne bir başkası hiç kimse başaramaz. Burası bizim hinterlandımız, bizim sınırımızdır.”

Numan Kurtulmuş

© FOTOĞRAF: DHA

'ABD ve Rusya 3-5 bin PYD militanını mı tercih edecek, Türkiye'yi mi?'

‘PYD ETNİK TEMİZLİK YAPIYOR’

Koridor olarak adlandırılan bölgenin Kürt bölgesi olmadığının ifade eden Çonkar, “PKK ve PYD’nin büyük ölçüde Menbiç’e doğru ilerleyerek Türkmenleri, 
Arapları etnik bir temizlikle arındırdığı ve işgal altına aldığı birtakım yerler var. Ne coğrafya olarak ne sosyolojik olarak Kürt koridoru diye bir şey yok. 
Fakat Suriye’de yaşayan Kürtlerin oluşacak çözüm sonrasında Suriye içerisindeki yapıda nasıl yer alacakları, ortaya çıkacak yeni yönetimle birlikte anayasal 
sistem içerisinde bir karara bağlanacaktır” diye konuştu.

Menbiç'te konuşlanan ABD askerlerinin görüntüleri yayınlandı.

© AFP 2017/ DELIL SOULEIMAN

ABD, Menbiç'e 200 asker ve zırhlı araç daha gönderdi

‘TÜRKİYE MÜSAADE ETMEYECEK’

Çonkar, Suriye’nin kuzeyinde PYD öncülüğündeki bir girişime  Türkiye’nin, kesinlikle müsaade etmeyeceğini de ekledi:

“Bu Türkiye’yi açıktan tehdit eden, 40 yıldır askerimizi, polisimizi, insanımızı şehit eden, Türkiye’ye çok büyük zararlar veren eli kanlı bir örgüttür. 
Bu anlamda oradaki Kürtlerle, terör örgütünü ayırt ediyoruz. Terör örgütünü Türkiye’nin düşmanı görüyoruz. Ama orada yaşayan farklı siyasi partilerden, 
farklı görüşlerden, farklı inançlardan oluşan grupları da Türkiye Suriye’nin içerisinde hak ve özgürlüklerine sahip olarak yer almalarını destekleyecektir. 
Bu konuda Türkiye çözüm noktasında herkesle işbirliği yapacak durumdadır.”

DSG Güçleri

© AFP 2017/ DELIL SOULEIMAN

DSG: Rakka operasyonunda Türkiye’nin rolü olmamalı

SURİYE TÜRKMEN MECLİSİ: ABD, ‘PYD KORİDORU’ OLUŞTURMAYA ÇALIŞIYOR

Suriye’nin kuzeyinde ABD destekli bir Kürt yönetimi olasılığını Sputnik’e değerlendiren Suriye Türkmen Meclisi yetkilisi Abdurrahman Mustafa ise ABD'nin bir PYD koridoru kurmak ve Suriye'yi bölmek istediğini savundu.

CANLI TELEFON BAGLANTISI;
< https://soundcloud.com/sputnik-tr/abdulrahman-mustafamp3 >

“ABD'nin Suriye'de bir Kürdistan devleti kurma amacının olduğunu söylemeyelim” diyen Mustafa, şöyle devam etti: “ABD'nin amacı PYD — PKK işbirliği yaparak orada bir PYD terör örgütü koridoru yapmaktır. Ancak Fırat Kalkanı’yla birlikte bunun yapılmasına bir set çekildi. Türkiye milli güvenliği konusunda diretecektir, bir oluşuma izin vermeyecektir. Türkiye’nin buna engel olması gerekiyor hem kendi milli güvenliği açısından hem Suriye'nin toprak bütünlüğü açısından; hem de o bölgede bir Türkmen varlığı var.”

Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov

HOST PHOTO AGENCY

Peskov, Suriye'de özerk Kürt bölgesi kurulmasına ilişkin soruyu yanıtladı

‘SURİYE TÜRKMENLERİ, BÖLÜNMEYE KARŞI’

Suriye’nin kuzeyinde Türkmenlerin de yaşadığını belirten Mustafa, ABD’nin baştan beri Suriye’yi bölme amacı güttüğünü ifade etti:

“Azez — Cerablus arası bir Türkmen bölgesidir, Kürt toprağı değildir. Orada yüzde 2 veya 3 civarında Kürt vatandaşlar da olabilir. Amerika baştan beri Suriye'yi bölmeye çalışıyor. Amerika'nın projesi budur. (eski ABD Dışişleri Bakanı John) Kerry, döneminden beri. ABD'nin bu projesi su yüzüne çıkmıştır;  somut bir şekilde Suriye'yi bölmeye çalıştığını görüyoruz.  Ama biz Suriye Türkmenleri olarak karşıyız. Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması gerekiyor. 
Ayrıca Suriye'nin yönetim şekline Suriyelilerin karar vermesi gerekiyor, dış güçlerin değil. Nasıl bir yönetim şekli federatif mi yoksa daha 
değişik bir şey mi buna Suriye halkının karar vermesi lazım.”

Musul'da cephedeki Peşmerge güçleri

© SPUTNİK/ HİKMET DURGUN

ENKS: Rojava Peşmergeleri’ni NATO eğitiyor

ENKS: ABD, TÜRKİYE’DEN VAZGEÇEMEZ

Sputnik'e konuşan Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) yöneticisi Enter Nehsan ise Kürtlerin özerklik kazanmasının ABD’nin çıkarlarıyla ilgili olduğunu belirtti. 
Nehsan şunları söyledi:

“Bu konu ABD’nin çıkarlarına bağlı.  Eğer Amerikalılar isterlerse bir özerklik kurdurabilirler. ABD her şeyden önce çıkarına bakıyor. Fakat ben Türkiye’nin 
tutumundan dolayı, böyle bir özerkliğin kurulabileceğini sanmıyorum. Çünkü ABD'nin Türkiye ile ilişkileri çok eskilere dayanıyor. Çıkarları vardır. 
İncirlik üssünü kullanıyor. ABD’nin Türkiye'den vazgeçebileceğini sanmıyorum.”

Rojava
© SPUTNİK/ HİKMET DURGUN

ENKS, Suriye’nin kuzeyi için federalizm talebiyle ‘anayasa’ hazırlıyor

‘KÜRTLER BİRLEŞİK FEDERAL BİR SURİYE İSTİYOR’

ABD’nin bağımsız bir Kürdistan yapılanmasını hedeflemediğini savunan Nehsan, Suriye’deki Kürtlerin de böyle bir bağımsızlık talebi olmadığını kaydetti:

“Şimdiye kadar ABD'nin bağımsız bir Kürdistan amacı yoktur. ABD bu konuda şimdiye kadar hiçbir şey söylememiştir. Türkiye yönetimi, Kürtlerin karşısında 
olmadığını belirterek, ‘biz PKK'ya karşıyız ve YPG ve PKK birdir’ diyor. Hiç kimse Suriye toprağında bir Kürdistan istemiyor. Kürtler dahi istemiyor. 
Kürtler en çok Suriye'de bir federalizm istiyorlar. Birleşik, federal bir Suriye istiyorlar. Bütün halkların haklarının içerisinde yer aldığı bir Suriye istiyorlar. 
Suriye'de Çerkesler, Süryaniler de vardır. Kürt haklarının da korunduğu bir Suriye istiyorlar.”


https://tr.sputniknews.com/columnists/201703241027789459-abd-turkiye-suriye-kurt-bolgesi/


12 Kasım 2015 Perşembe

PKK'nın Yol Haritası: Ya çözüm süreci kumpasına dönüş ya da iç savaşa giden ayaklanma!







  PKK'nın Yol Haritası: Ya çözüm süreci kumpasına dönüş ya da iç savaşa giden ayaklanma! 



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                 
Terörle Mücadelede Verdiğimiz Şehitler 1984-2013


Terörizm ve Terörizmle Mücadele
17 Eylül 2015 Perşembe

PKK'nın Yol Haritası: Ya çözüm süreci kumpasına dönüş ya da iç savaşa giden ayaklanma!
Cahit Armağan DİLEK tarafından yazıldı.



Bu yazıda PKK terör örgütünün AKP iktidarının zafiyetlerini, zayıf yönlerini ve yumuşak karnını çok iyi tespit edip "sözde ateşkes-terör-sözde ateşkes-terör" 
kısır döngüsüne sokup tavizler kopardığını, sürekli tekrarlanan ve her seferinde uzayan sözde ateşkes ve sonrasında yoğunlaşan terör döngüsüyle birlikte alınan 
tavizlerin kapsamının ve içeriğinin de arttığını, PKK'nın terör örgütünün bir devletçiğe dönüştürüldüğünü,  böylece son aylarda tırmanan PKK terör sarmalıyla birlikte artan şehit sayılarının ve buna karı devletin yoğunlaşan operasyonlarıyla da aslında Türkiye'yi yönetenlerin ve Türk kamuoyunun içeriğini ve nihai hedefini bilmediği ama bir kumpas olduğu ortaya çıkan sözde çözüm süreci kapsamında yeniden müzakere masasına oturtulmaya çalışıldığını ya da bu olmaza T.C.'ne karşı PKK'nın büyük ayaklaması başlatacak tehdidinin yapıldığını ortaya koymaya çalışacağız.

Çözüm süreci donduruldu!

7 Haziran seçimleri öncesinde çözüm sürecinin durdurulduğu bir dönemi yaşadık. Bunun görünürdeki en büyük nedeni de 28 Şubat AKP-HDP(PKK) ortak açıklamasının seçimlerde AKP'nin oylarını olumsuz etkisi olacağını tespit eden Cumhurbaşkanın hem bu ortak mutabakatı reddetmesi hem de Kürt sorunu olmadığına dair açıklamasıydı. Çünkü Erdoğan 20 Mart'ta Ukrayna'ya gitmeden önce havaalanında yaptığı açıklamada "Çözüm süreci izleme heyetine olumlu bakmıyorum, birilerini tatmin için bu işler yapılmaz. Böyle bir şeyden doğrusu benim haberim yok. Bu olaya ben olumlu bakmıyorum" demiş, 22 Mart'ta Ukrayna dönüşünde de Dolmabahçe açıklamasını doğru bulmadığını, 10 maddeyi kabul etmediğini ve ülkede Kürt sorunu olmadığını ifade etmişti. Bununla birlikte sürecin durdurulmasının asıl sebebinin HDP eşbaşkanı  Demirtaş'ın 17 Mart'ta TBMM grubunda yaptığı "seni Başkan yaptırmayacağız" çıkışı olduğunu Başbakan Yardımcısı Akdoğan'ın 29 Temmuz'da yaptığı "Seni başkan yaptırmayacağız, sözü çözüm sürecinde gerilimi başlattı" sözlerinden anlıyoruz. Buna göre Demirtaş'ın 17 Mart'taki açıklamalarına kızan Erdoğan 20 Mart ve sonrasındaki açıklamalarında çözüm sürecinin durdurulduğunu belirten açıklamalar yaptı.Sebebi üzerinde farklı açıklamalar olsa da sürecin 28 Şubat'ta Dolmabahçe' de kaldığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Bütün bu dönemdePKK'dan AKP'ye sürecin bitirilmesini içeren tehdit ve şantaj içerikli suçlamalar daha sık ve daha sert ifadelerle gelmeye devam etti. 
Cumhurbaşkanı başta olmak üzere AKP iktidarının yetkilileri de seçimlerde milliyetçi oyları kendi lehine çekebilmek için HDP ve PKK'ya sürekli sert 
sözlere yükleniyordu. Böylesine karşılıklı sert suçlamaların yaşandığı bir dönemde ilginç bir gelişme yaşandı. Sözcü gazetesinden Saygı Öztürk'ün 10 Mayıs 2015'te köşesinde yazdığı "yalanlanmayan" habere göre 28 Nisan 2015'teki MGK toplantısında Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne son hali verildi ve hükümete gönderildi. Güncellemeye göre PKK terör örgütü siyaset belgesinin iç tehdit bölümünden çıkarılıyordu. Bunun ne anlama geldiği, aşağıdaki bölümlerde de açıklanacağı gibi, çözüm sürecinde PKK'nın nasıl hareket serbestisi kazanarak ülkeyi son 2 ayda savaş alanına çevirdiğinden anlaşılmaktadır.

Seçim sonuçları açıklandı. AKP tek başına iktidarı kaybetti. Seçim sonuçları, seçim sloganları ile özellikle çözüm sürecinin en somut meyvesi olan ve PKK'nın 
tarihindeki kazanımların en üst seviyesini gösteren 28 Şubat Dolmabahçe mutabakatına göre aslında gerçekleşmesi gereken hükümet senaryosu AKP-HDP 
koalisyonuydu. Ama HDP'nin PKK'nın siyasi uzantısı olduğunun herkes tarafından bilinmesi nedeniyle AKP'nin her şeyi bu kadar da açıktan (AKP-PKK koalisyonu) 
yapması toplumun genelinden kabul görmeyecekti. Çünkü böyle bir koalisyon kurup yeni bir anayasa hazırlayarak TBMM'den geçirseler bile referandumdan geçirmeleri mümkün olmayacaktı. Dolayısıyla bu seçenek hiç gündeme getirilmedi. Bu arada Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın AKP haricinde başka bir partinin, koalisyon ortağı olarak olsa bile, hükümette olmasına tahammülü olmadığı beyanatlarıyla da ortaya çıkmıştı. Böylece ipe un serilmeye başlandığını ve erken seçimin önünün açıldığını görüyoruz.

PKK terörü tırmanıyor, şehit sayısı artıyor

Türkiye önce seçim ve sonrasında hükümet senaryolarına odaklanmışken diğer taraftan sınırlarımızın hemen ötesinde özellikle güneyimizde Türkiye'nin iç 
politikasını hatta bekasını da yakından etkileyecek gelişmeler yaşanıyordu.Daha önce IŞİD tehdidinin yarattığı ortamdan istifadeyle Barzani'nin Kerkük dahil 
Irak kuzeyindeki tartışmalı toprakları işgal etmesine, Türkmenlerin Türkmeneli coğrafyasındaki yerlerinden edilmesine sessiz kalan, Musul konsolosluğu 
personelinin IŞİD tarafından rehin alınmasını çaresizce seyredip Irak coğrafyasıy la bağlarını koparan Türkiye, 22 Şubat'taki Şah Fırat operasyonuyla Suriye' deki vatan toprağı Süleyman Şah Türbesinin olduğu toprağı da terk etmesiyle Ortadoğu'dan tamamen sınırları içerisine çekilmiş, AKP iktidarının Ortadoğu politikasının iflas ettiği zaten ortaya çıkmıştı. İşte böyle bir ortamda 16 Haziran'da  Tel Abyad düştü, Suriye'nin kuzeyinde PKK'nın oluşturduğu 
iki kanton (Kobani-Cezire) coğrafi olarak da birleşti, bunun üzerine Kürt koridorunu konuşmaya başladık, CB Erdoğan 26 Haziran'daki konuşmasında  
"Suriye'nin kuzeyinde yeni bir devlet oluşumuna izin vermeyiz" dedi. Sınıra yığınak haberleri gelmeye başladı, Türkiye'nin Suriye'ye girmesinin an meselesi 
olduğu haberleri harekat planlarıyla özellikle hükümete yakın medyada yer almaya başladı. Çözüm sürecinde de süren, seçim öncesinde kıpırdamaya biraz başlayan PKK terör saldırıları Haziran'da daha da hareketlendi, basında tek tük yer bulmaya başladı.

Temmuz ayında ise PKK saldırıları daha görünür olmaya başladı. PKK 11 Temmuz'da sürecin hükümet tarafından bitirildiğini, 14 Temmuz'da da barajları ve TSK'nin Dağlıca'ya saldıran teröristlere yurt içinde operasyon yapmasını da bahane ederek sürecin bittiğini, saldırlar yapacağını ilan etti. Temmuz ayının ilk 
haftasında ABD heyeti (IŞİD koalisyonu koordinatörü emekli general başkanlığında) Türkiye'de 2 gün süren görüşmeler yaptı. 20 Temmuz 2015'te 
Suruç'ta IŞİD'li olduğu iddia edilen bir canlı bomba saldırı sonucunda 33 kişi hayatını kaybetti. 20 Temmuz Suruç saldırısı sonrasındaki Bakanlar Kurulunda (22 Temmuz) İncirlik Üssü'nün ABD'ye açılması kararı çıktı.

23 Temmuz'da PKK Suruç'un intikamı adına Ceylanpınar'da 2 polisi hunharca şehit etti. 24 Temmuz'da IŞİD hemen sınır hattı üzeride bir astsubayımızı şehit etti. 
Sonrasında TSK sınırın hemen öte tarafında adeta taş atımı mesafedeki IŞİD hedeflerini vurdu.  TSK aynı gün Irak kuzeyindeki PKK hedeflerine de kapsamlı 
hava operasyonları başlattı. Türkiye'nin IŞİD'e yönelik operasyonları bu operasyon la kalıyordu ama PKK saldırıları artarak devam edince TSK'nın PKK'ya 
karşı misilleme operasyonları da daha büyük çaplı olarak halen devam ediyor.

Çözüm süreci öncesi dönemdeki (Haziran 2011-Aralık 2012) terör sarmalı

Artık çok iyi bilinmekte ve her şey o kadar açık seçik ortadadır ki (yapılan açıklamalar ve itiraflar, yazılan makale ve kitaplar, sızan İmralı ve Oslo 
tutanakları) AKP iktidarı 2006'dan buyana PKK terör örgütüyle gizli görüşmelere başlamış, bu görüşmelerle PKK'nın özellikle seçimler öncesinde sözde ateşkesle 
terör eylemlerini minimum seviyeye indirmesi AKP'nin de bu fırsattan istifadeyle seçimleri kazanması bunun karşılığında da PKK'nın taleplerinin birer birer hayata geçirilmesi öngörülmüş ve bu çerçevede hareket edilmiştir. Bu durum"andımız"ın kaldırılması, "Ne Mutlu Türküm Diyene" yazılarının silinmesi, "T.C." ibarelerinin sökülmesi gibi idari düzenlemelerinin yanında 2011 seçimlerine kadar demokratikleşme paketleri adı altında PKK'nın taleplerine yönelik yasal 
düzenlemeler şeklinde olmuştur. Ancak her sözde ateşkes sonrasında terör saldırıları giderek artmış, yeniden sözde ateşkesler için PKK'nın taleplerinin 
seviyesi yani istenen tavizlerin sınırları da artmış ve genişlemiştir.  

Konuyla ilgili olarak Uluslararası Kriz Grubunun 2012 Eylül ayı başında açıkladığı rapora göre Haziran 2011 seçimlerinden Eylül 2012'ye kadar geçen 14 
aylık sürede 222 güvenlik görevlisi şehit edilmiş, 84 sivil hayatını kaybetmiş, bunun karşılığında 405 PKK'lı terörist öldürülmüştür. (Eylül-Aralık 2012 
döneminde ise elimizdeki haber ve raporların incelemesinden 60 güvenlik görevlisinin daha şehit edildiği, 20 civarında sivilin hayatını kaybettiği ve 
350 civarında PKK'lı teröristin daha öldürüldüğü tespit edilmiştir.). Yani 2013 başında başlayan sözde çözüm süreci öncesindeki "18 aylık" PKK terör sarmalı 
döneminde 282 şehit, 100 civarında sivil hayatını kaybetmiş, 760 civarında PKK'lı terörist öldürülmüştür.  Kriz grubunun raporuna göre bu rakamlar 
2009'daki rakamların 4 katıdır.

Bugünlere ışık tutması açısından Haziran 2011-Aralık 2012 dönemine baktığımızda PKK'nın o dönemde de mayınlı saldırılar gerçekleştirdiğini, Şemdinli-Yüksekova bölgesinde kurtarılmış bölge tesis etmeye çalıştığını, bu kapsamda özellikle 2012 yaz aylarında yoğun çatışmaların olduğunu, devletin buradaki 400 km karelik alana uzun süre giremediğini, sonrasında ise devletin buralarda büyük operasyonlar yaptığını, 2012 sonunda arazide çok zor durumda kalan, büyük kayıplar veren ve askeri anlamda tükenmek üzere olan terör örgütünün hapisteki liderinin perde arkasındaki girişimleriyle AKP hükümetini müzakere masasına çekmeyi başarabildiğini görüyoruz. 

Peki bu nasıl oldu? Yani ülkeyi bu kadar kanlı bir terör sarmalına sokan ancak bitme noktasına getirilmiş bir terör örgütüyle nasıl oldu da AKP hükümeti masaya oturabildi? Yukarıda söylediğimiz gibi her sözde ateşkesten sonraki terör sarmalı bir öncekini aratır derecede kanlı geçti. Bu nedenledir ki kamuoyuna, 
sloganlardan ibaret olan içeriğini ve nihai hedefini sadece İmralı'daki terörist başının bildiği çözüm süreci dayatıldı. Bunu yaparken de teröristlerin başı olan kişinin barışsever olduğu algısı yaratıldı ve kullanıldı. 2012 Sonbaharı'nda terör örgütü askeri anlamda çökme notasında iken 12 Eylül'de hapishanedeki PKK'lıların başlattığı açlık/ölüm oruçları başladı. Devletin, diğer kurum/kuruluş ve kişilerin girişimleri sonuç vermeyince terörist başının bir talimatıyla 18 Kasım 2012'de birden sonlandırıldı. Bu yöntemle terörist başı Kürtlerin ve PKK'nın tek lideri algısı yaratılmışken, terörist başının perde arkasında zaten devletle irtibat halinde olduğunu, 2012 başlarında MİT müsteşarı krizi yaşan AKP hükümetini bu krizden (darbe(!) tehdidinden) kendisinin kurtarabileceği iddiasıyla işbirliği önerdiğini, bunun da çözüm süreci olarak hayat bulduğunu görüyoruz. Bunu görüyoruz ama 2012'nin son aylarında PKK'lıların telsiz konuşmalarına da yansıdığı şekilde (bitiyoruz, gücümüz kalmadı, dayanamıyoruz vs) çökme noktasına gelmiş bir terör örgütünün ve ömür boyu hapse mahkum edilmiş liderinin bir hükümeti nasıl kurtarabileceğini ve iktidardaki partinin yönetiminin de buna inanarak müzakere masasına oturmayı kabul etmesini anlamak mümkün olmadığı gibi dünya tarihinde böyle bir politik-askeri örnek yoktur.

2012'nin son çeyreğinde PKK'nın terör saldırıları sürerken ve buna TSK'nın kapsamlı operasyonlarıyla cevap verilirken PKK yandaşlarından sözde ateşkes 
çağrısı geldiği gibi AKP iktidarından da PKK'ya (aynı bugünlerde olduğu gibi) silah bırak çağrıları olduğunu görüyoruz. İşte bu çağrılar üzerine Kandil'deki 
elebaşlarından M.Karayılan'ın Kasım 2012 sonundaki bir açıklaması bugünlerde olacakların da habercisi gibi. Hal böyle olunca göz göre göre, olacaklar biline 
biline AKP iktidarının çözüm süreci gibi kurguya sahip çıkmasının arkasında başka şeyler mi var şüphesi akıllara gelmektedir. 21.yy Türkiye Enstitüsü 
uzmanlarından Doç.Dr. Emruhan Yalçın'ın PKK elebaşısı Karayılan'ın açıklamalarını da içeren 10 Aralık 2012 tarihli yazısındaki ilgili bölümler: 
...PKK'nın Kandil'deki elebaşı M.Karayılan Başbakan Erdoğan'ın "Silah bırakılması halinde PKK'lıların başka ülkelere gidebileceği" açıklamasına yanıt verirken gündemlerinde silah bırakma olmadığını aksine daha fazla silahlanmak istediklerini söyledi. Karayılan "Ama Türkiye 'silahları bırakalım sorunu diyalog ile çözelim' derse biz de 'hay hay' deriz ve böyle bir çözüme var olduğumuzu belirtiriz" dedi. Kürt sitelerinde yer alan habere göre Karayılan 
"Bugün Ortadoğu çok karışık, biz niye silah bırakalım? Biz ne için silah aldık, bugün niye bırakalım? Bugün Suriye Kürtleri önceden yaşananları tahmin etmeyip, silahlanmayıp, savunma gücünü kurmasaydı perişan olurlardı. Böyle bir durumda biz niye silah bırakalım?" diye konuştu. Doç.Dr.Yalçın bu açıklamaya şöyle bir yorum eklemiş:İşte Türkiye yöneticilerinin iyi anlaması gereken bir cevap. PKK gibi terör örgütleri geldikleri noktaya silahla geldiklerini bildikleri için, hedeflerine ulaşıncaya kadar silah bırakmazlar. O halde onların anladığı dilden konuşacaksın. Yani silahlı mücadele, bu arada siyasi olarak, ekonomik olarak yapman gerekenleri de yapacaksın. 


7 Haziran seçimleri sonrasında "Terör-Sözde Ateşkes" döngüsünde son halka

Hemen bir tespit ile bu bölüme başlayalım. Ortaya çıkan bilgiler belgeler, itiraflar ve bugün yaşananlar göstermektedir ki çözüm süreci Türkiye Cumhuriyeti'ne kurulan bir kumpasmış.İşte bu kumpasla 7 Haziran seçimleri sonrasında oluşan politik durum, seçim öncesi dönemden başlayan gerginlikler ve özellikle 20 Temmuz'da Suruç'ta patlayan bombayla birlikte Türkiye yeni bir PKK terörü sarmalına sokuldu. İşte böyle bir ortamda PKK terörüyle son 2 ay içinde 
16 Eylül 2015 itibariyle 130 güvenlik görevlisi (asker, polis, köy korucusu) şehit olurken 28 sivil de hayatını kaybetti. Bazı operasyonlardan sonra öldürülen PKK'lı terörist sayısı açıklansa da bir resmi toplam rakam olmamakla birlikte medyanın genelinde isimsiz askeri kaynaklara dayandırılan değerlendirmelere göre son iki ay içinde 1.200 civarında teröristin öldürüldüğü bildirilmektedir.

Son iki aydaki bu insan kayıplarını 2011-2012'deki 18 aylık dönemle mukayese edersek;son 2 aydaki şehit sayısı 2011-12'deki 18 aylık dönemin yaklaşık 
yarısına ulaşmıştır, 2 ayda öldürülen terörist sayısı ise 2011-12'deki 18 aylık dönemin neredeyse 2 katına yaklaşmaktadır. Diğer bir kıyaslamada da şunu 
söyleyebiliriz: 2011-12 dönemindeki sayıların 2009'dakilerin yaklaşık 4 katı olduğunu yukarıda belirtmiştik.  Son 2 aydaki şehit sayısı ve öldürülen terörist 
sayısını 2011-12 döneminin 18 aylık dönemine göre "süre" açısından bir projeksiyonunu yaparak mukayese edersek en kaz 4 kat artış olduğunu görüyoruz. Yani açıkça ortaya çıkan şudur ki her sözde ateşkesten sonraki terör sarmalı katlanarak artmıştır. Tabi burada dikkat çekici olan 2015'te olanların 
2011-12'de olanlara göre daha kısa sürede daha yoğunlaşmış olarak gerçekleşiyor olmasıdır. 

"AKP-PKK çözüm sürecine dönsün" talepleri

Bu son 2 aylık dönemde PKK terörü giderek tırmanırken ve karşılığında TSK'nın operasyonları da devam ederken en sık karşılaşılan talep Türkiye'nin PKK terör 
örgütüyle müzakere masasına dönmesi çağrısıdır. İşte bu süreçte; 28 Temmuz'da Çin ziyareti öncesinde CB Erdoğan milli birliğimize, kardeşliğimize kast edenlerle bir çözüm sürecini devam ettirmek mümkün değil diyerek sürecin bitiğini ilan ediyordu ama ne olduysa 11 Ağustos'ta çözüm sürecinin buzdolabı nda olduğunu söyleyerek sürecin bitmediğini belli bir süre için dondurulduğunu açıklıyordu. CB Erdoğan'ın bu açıklaması üzerine AKP'li yetkililer de çözüm sürecini önemsediklerini çözüm sürecine yeniden dönülebileceğini belirten açıklamalar yapıyordu.  AKP iktidarının çözüm sürecine dönmeye istekli olduğunun son ipuçları CB Erdoğan'ın 16 Eylül'de yaptığı açıklamalarda yer almaktadır. CB Erdoğan açıklamasında çözüm sürecinin şu anda dolapta olduğunu belirterek, "Olumlu gelişmeleri yakaladığımız zaman kaldığı yerden niye devam etmesin. Buna mani bir hal yok" ifadelerini kullanmıştır.

Sadece AKP iktidarının temsilcileri değil Kandil ve Avrupa'daki PKK elebaşları, HDP'liler, PKK'nın hamisi Barzanigiller, bütün Batı bloku ülkeleri de AKP'nin 
PKK ile tekrar çözüm sürecine yani müzakere masasına dönmesini istiyordu. Herhalde son dönemde dünya üzerinde bir sorun üzerinde aynı görüşü 
savunan bu kadar geniş bir yelpaze ya da ittifak oluşmamıştır! Dolayısıyla konu ve sorun Türkiye'nin bekası ve geleceğiyle ilgili olduğu için bu "PKK severler 
ittifakı"ndan şüphe duymamak mümkün değildir. Bu durum Batı yani ABD ve Avrupa'nın terör örgütleriyle mücadele kapsamında Türkiye'ye iki farklı dayatma 
bulunması ikiyüzlülüklerini göstermesi açısından önemlidir. Türkiye'nin IŞİD terör örgütüne karşı operasyonlar yapmasını isteyen Batı PKK terör örgütü söz 
konusu olduğunda Türkiye'nin mutlaka terör örgütüyle müzakere masasına oturmasını istiyor. Bu baskıyı yapan ülkelerin başında kendi yasalarına göre 
terör örgütleriyle irtibat kurmak, müzakere yada pazarlık yapmak toleranssız yasak olan ABD'nin olması dikkat çekicidir. Bu farklı yaklaşım Batı dünyasının 
kağıt üzerinde öyle deseler de aslında PKK'yı bir terör örgütü olarak görmediğinin de ifşasıdır.

PKK terör örgütü ise yabancıların ve özellikle AKP iktidarının yetkililerinden gelen açıklamaları şöyle şöyle algıladı: "AKP çözüm sürecine yeniden dönmek 
istiyor. Terör saldırıları artıkça toplumun AKP hükümetine 'terör olmasın, yine çözüm sürecine dönelim' talebinde bulunacaktır. Zaten dış dünyanın da baskısı bu yönde. Öyleyse saldırıları yoğunlaştıralım. Çünkü 28 Şubat Dolmabahçe mutabakatını başka bir hükümetin kabul etmesi mümkün değil. Yeni bir hükümet kurulmadan geçici AKP hükümetini sürece dönme kararına zorlayalım.".  PKK büyük olasılıkla böyle bir mantıkla saldırılarını artırdı ve ülke geneline yaydı. 
Çünkü çözüm süreciyle öyle bir kumpas kuruldu ki çözüm sürecine dönülemese de gidişat yine PKK'nın bütün çözüm süreci boyunca yaptığı hazırlıklarını ve 
başlattığı terör sarmalını büyük ayaklanmaya dönüştürülebilecek olması nedeniyle durum yine PKK'nın hesapladığı yönde ilerleyebilecektir. Çünkü çözüm süreci ve 28 Şubat Dolmabahçe açıklamasıyla PKK hem psikolojik bir üstünlük kazandı hem de doğu / güneydoğuda PKK devletçiğinin alt yapısını oluşturdu yer yer de fiili devlet uygulamalarını hayata geçirdi. Bir de buna Suriye'deki kolu PYD / YPG'nin IŞİD'le mücadele kapsamında kazandığı uluslararası tanınırlık ve destekle meşruiyet kazanma yolunda önemli bir mesafe aldı.

PKK lehine böyle bir durum oluşurken, PKK ile gizli görüşmelerini ve çözüm sürecini seçim kazanma hesaplarıyla örtüştüren AKP hükümeti de PKK'nın bu 
tavrına karşı herhangi bir terörle mücadele stratejisi olmadan sürekli ve planlı olmasa da misilleme niteliği taşıyan sınır ötesi hava operasyonları için TSK'ya 
izin verdi. Ne de olsa AKP bu durumun da "AKP teröre taviz vermiyor PKK'ya karşı koyuyor" algısı yarattığına inanıyordu.

Yeniden çözüm sürecine dönüş nasıl olacak?

Son 2 aydaki artan terör saldırıları ve katlanarak artan şehit sayısı, yoğunlaşan askeri/polis operasyonları ve katlanarak artan öldürülen terörist 
sayısı yukarıda özetlenen "sözde ateşkes-terör" döngüsünün yeniden işlemekte olduğunun göstergesidir. Bunun nedeni de çözüm sürecinin daha önceki sözde 
ateşkeslere göre nispeten daha uzun olması ve bu dönemde terör örgütünün maalesef AKP iktidarının göz yummasıyla doğu/güneydoğuda kazandığı hareket 
serbestisiyle ağırlıklı olarak bölgede olmak üzere Türkiye geneline silah ve patlayıcıları depolaması, kendi kamu düzenini kurması, böylece büyük çaplı terör saldırılarına hazırlanmış olmasıdır. Bunun böyle olduğunu Cumhurbaşkanın dan Başbakanına, Bakanlarından diğer AKP'lilerce ve AKP'ye yakın medya mensuplarınca yapılan itiraf niteliğindeki açıklamalardır. PKK da bu gerçeği açıkça teyit etmektedir. PKK elebaşısı Bayık'ın 31 Ağustos'taki "Çözüm süreci boyunca savaş için hazırlandık, bölgede sivil görünümlü silahlı milis yapı kurduk!" açıklaması bunun en somut ifadesi, tonlarca patlayıcılarla yapılan terör saldırıları da en somut kanıtıdır. Bu açıklamayı PKK elebaşısı M.Karayılan'ın yukarıda verilen Kasım 2012 tarihi açıklamasıyla birlikte ele aldığımızda PKK'nın duruşunu ve taleplerini hiç değiştirmeden AKP iktidarını siyasi alanda masada yendiği gibi askeri alanda güvenlik güçleriyle çatışmadan onların da mağlup sayılmasını sağlayacak bir anlayışı kabul ettirdiğini görüyoruz.  

Diğer taraftan bu sefer çatışma sürecinin sıkıştırılmış bir zaman diliminde ve daha yoğun olarak yaşanmasının elbette bunun başka sebepleri de var. Bunun da Türkiye'deki siyasi gelişmeler (1 Kasım'daki erken seçim, AKP'nin yeniden tek başına iktidar olamama ihtmali nedeniyle çözüm sürecinin yeni bir muhatap 
bulamama kaygısı gibi) ve Türkiye'nin hemen güneyinde IŞİD'le mücadele kapsamındaki yeni oluşumlar (Türk üslerinin ABD liderliğindeki koalisyon 
ülkelerine açılması, Suriye'ye bölge ülkelerinin kara kuvveti gönderme ihtimali, Rusya'nın Esad rejimine yönelik artan açık askeri desteği kapsamında Rus askeri unsurlarının bölgeye konuşlanması, Suriye'de siyasi çözüm seçeneğinin daha fazla destek bulması vs)  ile bağlantılı olduğunu söylemeliyiz. Çünkü AKP iktidarının izlediği yanlış politikalar PKK terörü sorununu Suriye'nin kuzeyinde PKK'nın kolu PYD'nin özerk bölge (Kürt koridoru) oluşturma projesi nedeniyle Suriye'de savaşla irtibatlı hale de getirmiştir.  Bütün bunlar Türkiye'deki çatışmaların belli bir süre içinde sona erdirilerek çözüm sürecine yeniden dönüşü zorlayan etkenlerdir. Her ne kadar yalanlasa da ABD'nin Ankara Büyükelçisinin görüştüğü bazı Kürt kökenli siyasetçi ve STK temsilcilerine söylediği iddia edilen 
"Sabredin, bu operasyonlar 1-2 ay sonra sona erer"  ifadesi ABD başta olmak üzere Batı'nın PKK saldırıları ve karşılığında TSK'nın operasyonlarının beklenen 
bir durum olduğunu, ancak sınırlı bir süre içinde Türkiye'yi bir yerlere yönlendirmeye hizmet edeceğini düşündüklerini göstermektedir.

Peki çözüm sürecine yeniden dönüş nasıl gerçekleşecek, hangi bahane kullanılacak tetikleyici unsur ne olacak ? Tekrar edecek olursak 2012 yılının son çeyreğinde AKP iktidarına muhatabınız kim olacak sorularının sorulduğu bir dönemde Başbakan'ın Leyla Zana ile görüşmesi gerçekleşmiş, ayrıca hapishane deki KCK/PKK'lı tutuklu/hükümlülerin ölüm oruçları çatışmaların önüne geçmişti. İşte böyle bir dönemde hapisteki terörist başı "Kürtlerin tek lideri, tek muhatap" olarak sahne sürüldü ve tek bir sözüyle (ölüm oruçları hedefine ulaşmıştır, mesaj yerine ulaşmıştır, ölüm oruçlarına son verilsin) ölüm oruçlarını 
sonlandırıyordu. Zaten perde arkasından AKP iktidarıyla irtibat halinde olan teröristbaşı "Görüldüğü gibi ben tek sözümle terör örgütüne istediğimi 
yaptırırım, Ben söylersem silah da bırakırlar" algısı yaratmış ve AKP'yi masaya oturtmayı başarmıştı.

Artan terör ve şehit sayısı ve karşılığında önceki dönemlere göre katlanarak öldürülen terörist sayısının yanında "sözde ateşkes-terör" döngüsünün işlediğini 
gösterir şekilde 2011-2012 dönemi sonunda çözüm sürecine geçişi sağlayan benzer olayların bu dönemde de yaşandığını ve daha da yaşanabileceğini görüyoruz. AKP iktidarı çözüm süreciyle muhatap aldığı İmralı'daki teröristbaşını Nisan 2015'ten buyana ortaya çıkarmamakta, ama üzerinde de toz kondurmadan sanki zor günler için ayı 2012'de olduğu gibi "akan kanı, terör saldırılarını ancak o durdurabilir bir de ona soralım" ortamı için saklamaktadır. 2012'deki gibi hapishanelerde yeni bir ölüm orucu oyununu tekrar etmek pek mantıklı gözükmüyor. 

Ama PKK'nın doğu/güneydoğuda ilan ettiği özerk/kanton yönetimlerinin bazılarında (Cizre, Yüksekova, Silvan, Sur, Şemdinli vs) tam bir iç savaş ortamı yarattığını görüyoruz. Bu bağlamda Cizre tam bir laboratuar olmuştur. Cizre'de 8 gün süren sokağa çıkma yasağı dış dünyanın da dikkatini Türkiye'ye çekmiş AKP iktidarı üzerindeki baskıları artırmıştır. Bu arada bölge genelinde terör saldırılarının ve karşılığında askeri/polis operasyonlarının yoğunlaşarak devam edeceği aşikardır.

Ancak Cizre'deki olayların bir benzeri yine Cizre'de veya Yüksekova'da tekrar edebilir. Yüksekova'da Cizre benzeri bir durumun oluştuğuna dair haber ve 
raporlar medyada yer almaktadır.  Leyla Zana da yeniden rol almak üzere sahnededir. Cizre'deki olayları bahane ederek ölüm orucuna başlayacağını 
açıklamıştır. Eğer bu gerçekleşirse başkaların da Zana'ya eşlik etmesi beklenmeli dir. İşte gerek Cizre'dekine benzer gelişmeler gerekse yeniden ölüm 
oruçlarının yaygınlaşması gibi olaylar tam da teröristbaşının devreye sokulmasını yeniden kurtarıcı, barışsever rolüyle topluma pompalanması için uygun anlar olacaktır. Kandil'deki elebaşlarının HDP ve DBP temsilcileriyle yaptıkları görüşmeden sonra 15 Eylül'de yaptıkları açıklamada "tahkim edilmiş 
ateşkes çerçevesinde arabulucular gözetiminde bir müzakere ve demokratik çözüme hazır olduklarını"söylemesi yeniden çözüm sürecine dönüşün hızlandığının en son işaretleridir.

Peki her sözde ateşkesten sonra neden daha fazla terör, şehit, askeri operasyon ve öldürülen terörist?

AKP iktidarının PKK'nın terör örgütüyle başlattığı gizli görüşmelerin sahaya yansıması "sözde ateşkes-terör" döngüsüyle oldu. Bu döngünün ilk safhalarında 
göreceli olarak daha basit talepleri AKP iktidarınca idari kararlarla karşılandı. Bir süre sonra yasal değişikler yapılarak PKK'nın talepleri hayata geçiriliyordu. 
Bütün bunlar aslında PKK terörünün siyasallaşmasına da yol açıyordu. Bu döngüdeki son sözde ateşkes dönemi çözüm süreci olarak da bilinen süreçtir. 
AKP çözüm sürecine kamuoyunu ikna edebilmek için artan terör ve şehitlere atıf yaparak analar ağlamasın sloganını kullandı. Bu yaklaşım terör ne kadar artarsa şehit sayısı ne kadar yükselirse toplumu yeni bir sözde ateşkese razı etmenin de bir uygulamasıydı. Ölüm gösterilerek sıtma razı edilme durumu söz konusuydu. AKP iktidarıyla müzakere masasına oturmak PKK terör örgütü için hedeflediği ancak bu kadar kısa sürede ulaşabileceği bir hayal değildi ama oldu. 
Çözüm sürecinin sonunda ise PKK daha büyük bir başarı kazanmıştı. Sürecin dondurulup kaldığı dondurulduğu 28 Şubat Dolmabahçe AKP-HDP(PKK) ortak 
açıklaması ve açıklamanın içerdiği teröristbaşının hazırladığı 10 madde ise PKK'nın başarı belgesi ve silahla bir yere varamazsınız diyenlere inat bir terör 
örgütünün elinde silahla neler başarabileceğinin en önemli kanıtıydı maalesef.

Yukarıda açıkladığımız nedenlerle 7 Haziran seçimlerinden sonra yeni bir terör sarmalı Türkiye'yi esir aldı. Ama bu sefer 2 aylık süreçte bir önceki terör 
sarmalı döneminden kat ve kat ağır terör saldırıları, şehit sayısı ve karşılığında binlerce öldürülen terörist var. Çünkü yeniden sözde ateşkes dönemine yani sözde çözüm sürecine dönüş için daha fazla ölüm gösterilip yine sıtmaya razı etmek gerekiyordu. Daha önceki yazılarımızda da söylediğimiz gibi PKK çözüm süreci nasıl biterse bitsin elde ettikleri tavizlerden vazgeçmeyecek sürece yeniden başlarken bıraktıkları noktadan devam etmek isteyecekti. Şimdi 
yeniden çözüm sürecine dönelim dediklerinde kastettikleri başlangıç noktası 28 Şubat Dolmabahçe açıklamasıdır. Bir hükümet ve devlet için çok ağır ifadeler ve 
talepler içeren söz konusu o açıklamayı esas alacak şekilde müzakerelere dönüşü halka kabul ettirmenin maliyeti de çok yüksektir. O maliyette artan terör ve şehit sayısıdır. Hal böyleyken AKP'nin sürece dönmekte istekli tavır sergiledik çe PKK sürece dönüş için yeni şartlar da eklemektedir. Bu aşamada en 
belirgin şart 28 Şubat açıklamasındaki 10 maddeyi esas alacak müzakereleri ve çözüm sürecinin geneli yabancı bir üçüncü göz gözetiminde olsun talebidir.

Sonuç olarak;

Son 2 aylık süreçte yaşanan terör sarmalı bağlamında AKP iktidarının yetkililerinin açıklamaları, PKK'lı elebaşlarının ifadeleri Türkiye Cumhuriyeti'nin çözüm süreciyle tam bir kumpasa maruz bırakıldığını göstermektedir.Daha çözüm süreci başlamadan bile PKK'nın "bir diyalog süreci başlasa bile silah bırakmayacaklarını aksine daha fazla silahlanacaklarını" açıklamış olmasına rağmen AKP iktidarının bu süreçte bunlara göz yumduğunu artık herkes biliyor. 
Böylece PKK çözüm sürecinde kendisine karşı mücadele yürüten devlete karşı hem psikolojik üstünlüğü ele geçirmiş hem de doğu/güneydoğuda 
hakimiyetini kurmuş kendi devlet yapısını oluşturmuştur. Bu kurduğu yapının kabul edilmemesi durumuna karşılık daha büyük bir ayaklanma yürütebilmek için bölgeyi cephanelik haline getirmiş, oluşturduğu sivil görünümlü milis yapısını silahlarla donatmıştır.

PKK ayrıca, IŞİD tehdidini fırsata çevirerek Suriye kolu PYD/YPG üzerinden uluslararası tanınırlığını artırmış destek yolları geliştirmiş, özgürlük/hak/hukuk arayan bir örgüt görüntüsüyle meşruiyet kazanma aşamasına gelmiştir.İşte böyle bir ortamda hem PKK'nın hedefleri hem de AKP iktidarının başındakilerinin özellikle içeride yaşadığı sorunlarının aşılması için  "sözde ateşkes-terör" döngüsünde belki de son halka olacak yeni bir sözde ateşkes (yani çözüm sürecine kaldığı yerden yeniden başlamak) zorunlu gözükmektedir. Ama bu döngüde hem de son halkasına geçişi sağlayacak kararın maliyeti de yüksek 
olacaktır. Bu maliyet ise ülkenin ekonomik maliyetinin yanısıra maalesef her seferinde katlanırcasına artan şehit sayısı ve öldürülen teröristtir.

Bu yüksek maliyete rağmen AKP iktidarı bu dönüşe kendini mecbur hissetmesine rağmen sanki böyle bir mecburiyeti yokmuş, sürece yeniden dönüş Türkiye için 
doğru bir seçenekmiş gibi algı yaratmaya çalışmaktadır. PKK ise yurt içinde her açıdan kendini tahkim edilmiş bir pozisyona getirmiş, arkasına dış desteği de 
alarak AKP iktidarını zorlamakta ve iki seçenek vermekte aslında tehdit etmektedir: Ya çözüm sürecine yeniden dönüşü kabul edersin ya da iç savaşa yol açacak şekilde ayaklanma başlatırım. Gerek içeride AKP iktidarını ve onun yetkililerini sıkıştıran iddialar ve iç politik takvim gerekse bölgemizdeki 
politik-askeri gelişmeler ile dış baskılar AKP iktidarını çözüm sürecine yeniden dönüşü kabul ettirmiş gözükmektedir. Halbuki PKK terör örgütü son dönemdeki TSK operasyonlarının da etkisiyle askeri açıdan hem Türkiye hem de Suriye kuzeyinde mücadele edebilecek güçte değildir. PKK ile terör örgütüyle nasıl mücadele edilirse o şekilde mücadele etmesi halinde bırakın PKK'nın Türkiye'ye şartlar dayatmasını PKK'nın varlığı ortadan kalkacaktır. Dolayısıyla zaten geçici bir seçim hükümetiyle iktidarda olan AKP, kişisel ve parti çıkarlarını bir taraf bırakıp Türkiye'nin çıkarlarını, geleceğini ve bekasını korumayı ana hedef 
almalı, Türkiye Cumhuriyeti'ne yönelik bir kumpasa dönüşmüş çözüm sürecini gündeminden çıkarmalıdır.



Uzman Hakkında
Cahit Armağan DİLEK
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi
cadilek9011@gmail.com



Uzmanın Diğer Yazıları

  AKP İktidarından Suriye'de Büyük Geri Adım ve Keskin U Dönüşü! Şimdi Ne Olacak? 
  PKK'nın Yol Haritası: Ya çözüm süreci kumpasına dönüş ya da iç savaşa giden ayaklanma! 
  Türkiye Gözümüzün Önünde Bölünüp İşgal Edilirken... 
  Suriye'de IŞİD'e Karşı Operasyona Başlayan Türkiye'yi Bekleyen Tehditler 
  İncirlik Mutabakatının Stratejik Sonuçları 
  Suruç Saldırısının Türkiye Açısından Stratejik Sonuçları ve Etkileri 
  ABD'nin Askeri Stratejilerinde Türkiye'nin Yeri 
  AKP'nin Ortadoğu Politikasının İflası: S.Arabistan'ın Büyük Kürdistan Planı ve 
  Suriye'de Kürt Koridoru 
  Çözüm Süreci Sorunu Neden Çözemez? 
  İmralı'da Büyük Kürdistan Kuruluyor 
  Şah Fırat Operasyonunun Türkiye Açısından Stratejik Sonuçları ve Etkileri 
  ABD'nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisinin Şifreleri ve Stratejide Türkiye'nin Yeri 
  Çözüm Sürecinde Kelime Oyunları Ve Türkiye Cumhuriyeti'ne Kurulan Tuzak! 
  2015'de Türkiye ve Dünyada Beklenen Kriz ve Çatışmaların Olasılıkları, Etkileri ve Öncelikleri  
  Hükümetin Kamu Düzeni Sağlansından Kastı  
  ABD'nin IŞİD konulu "Harp Oyunu"; IŞİD'le mücadelede neler olacak?  
  ABD Düğmeye Bastı: Batı Kürdistan Kuruluyor, Öcalan Özgür Kalıyor 
  IŞİD tehdidinin "Kazananları" ve "Kaybedenleri" 
  IŞİD Eliyle Irak'ın Yeniden Dizaynı: Kerkük'ten Sonra Musul Barzani'ye Peşkeş  Mi Çekiliyor? 
  Türkiye'nin Cumhurbaşkanını Seçmek; Kim Seçilirse Ne Yapar, Hangi Kararları  Alır? 
  Başbakan'ın "Terörün Nedeni" Tanımlaması ve Türkiye'yi Bekleyen Tehlikeler 
  PKK'nın zaferini, Öcalan'ın Özgürlüğünü, Kürdistan'ın kuruluşunu, Türkiye'nin  bölünüşünü ilan eden kanun 
  TSK Neden Hedef Alındı ve Nasıl Bertaraf Edildi? 
  Üç Kollu Gemi Halatı ve Yeni MİT Yasası 
  AKP (Erdoğan) - PKK (Öcalan) Barış Anlaşması Son Virajda 
  Türk-Amerikan ilişkilerinde ABD'nin manivelaları; NATO, İncirlik, PKK ve  Cemaat 
  İki Buçuk Savaş Tehdidinden "İki Buçuk Devlet & İki Buçuk Hükümet Tehdidi"ne 
  Dönüşen Türkiye'nin Beka Sorunu 
  Amerikan İstihbaratının 2014 Yılı Küresel Tehdit Değerlendirmesi ve  Türkiye'nin Durumu 
  ABD-Romanya Stratejik Ortaklığı; ABD Artık Sürekli Karadeniz'de  
  ABD Enerji Alanında da Süper Güç Oluyor 
  Tokyo 2020; Küresel Güç Dengeleri ve Asya-Pasifik'in Yükselişi 
  Esad'ı Cezalandırmak ve Askeri Operasyonun Sürpriz Etkisi 
  Amerikan Ordusu Suriye’de Askeri Harekâta Hazır mı ve Sürdürebilir mi? 
  ABD Suriye'yi Neden Vurmalı, Neden Vurmamalı?  
  PKK Terör Örgütüyle Mücadelenin Mitleri 
  Çapulcudan Özgürlük Savaşçısına, Terörden Direnişe, Direnişten Bağımsızlığa: 
  PKK Terör Örgütünün Dönüştürülmesi 



 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü. Tüm Hakları Saklıdır.

Sitemizde bulunan yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir. Kurumumuz 
tarafından çıkarılan dergi, özel rapor ve kitapların içeriklerinde bulunan 
yazılarda aynı kapsam dahilinde yazarına aittir.

  


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Ahlatlıbel Mah. 1825 Sokak No: 60 İncek/Çankaya/Ankara 
Tel: +90 312 489 18 01 | Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2015/09/17/8298/pkknin-yol-haritasi-ya-cozum-sureci-kumpasina-donus-ya-da-ic-savasa-giden-ayaklanma

....