ORTADOĞU 2014 YILLIGI IRAK, BÖLÜM 1
Rıdvan Kalaycı
[Arş. Gör., Sakarya Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü]
Recep Tayyip Gürler
[Arş. Gör., Sakarya Üniversitesi, Ortadoğu Araştırmaları Merkezi]
Özet
Irak için 2014, birçok alanda kaosun, krizin ve şiddetin hüküm sürdüğü bir yıl olmuştur. IŞİD’in saldırıları, muhalif Sünnilerin hükümete karşı silahlanması, Şii milislerin savaşa aktif olarak geri dönmesi ve ABD öncülüğündeki koalisyon saldırıları nedeniyle Irak toprakları tam bir savaş alanına dönmüştür. Hem çatışmalar hem de düşen petrol fiyatları nedeniyle Irak ekonomisi 2014 yılında da beklenen gelişmeyi gösterememiştir. Diğer yandan gergin bir atmosferde gerçekleşen 30 Nisan parlamento seçimlerinin ardından sekiz yıllık Nuri el-Maliki dönemi sona ermiş ve Haydar el-Abadi başbakan olmuştur. Yeni yönetimle birlikte Ankara ile Bağdat arasındaki resmi temaslar da hızlanmış ve ilişkiler
gelişmeye başlamıştır.
Anahtar Kelimeler: Parlamento, Seçimler, IŞİD , Şiddet, Koalisyon, Güçler,Şii, Milis,
Giriş
Son yıllarda çatışma sarmalından bir türlü kurtulamayan Irak, 2014 yılı içerisinde Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) -2014 Haziran ayından itibaren
İslam Devleti’nin (İD) 1- saldırıları nedeniyle tam bir kaosun içerisine girmiş, adeta bölünme aşamasına gelmiştir. Her gün onlarca, yüzlerce insanın öldüğü
Irak’ta yaşanan gelişmelerden sadece bir tanesi herhangi bir Batılı ülkede yaşanmış olsaydı haftalarca dünya gündemini meşgul edebilirdi.2
Ancak Irak’ta 2013 yılında yaklaşık olarak 9.700, 2014 yılında ise 17.000 sivilin hayatını kaybetmesi 3 böylesi bir gündem oluşturamamıştır. Sık sık yaşanan patlamalar, çatışmalar, saldırılar vb. olaylar diğer devletler açısından önemli gelişmeler olsa da Irak içerisinde gündelik hayatın bir parçası haline gelmeye başlamıştır.
Diğer yandan IŞİD’in Irak içerisinde birçok bölgeyi ele geçirmesi ve Peşmerge güçlerinin IŞİD’le mücadelede öne çıkması, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ni (IKBY) 2014 yılında Irak’ın iç ve dış politikasında önemli bir aktör haline getirmiştir. Buna ilaveten IŞİD’in günümüzdeki gücüne kavuşmasının arkasında uyguladığı politikalarla etkili olduğu iddia edilen Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’nin 2014 yılındaki seçimlerden sonra başbakanlık görevinden ayrılması da Irak’ı yeni gelişmelerin beklediğini göstermektedir. Buradan hareketle Irak’ta 2014 yılı içerisinde meydana gelen iç ve dış gelişmeleri ele aldığımız bu çalışmada, konu başlıkları, hem Irak’ın kendi içerisindeki etkisine hem de uluslararası ilişkiler açısından önemine göre irdelenmeye çalışılmıştır.
ORTADOĞU YILLIĞI 2014
İç Politika Siyasi Gelişmeleri 30 Nisan Parlamento Seçimleri Öncesi Siyasi Atmosferi
Seçim sürecinde Maliki, şiddet içermeyen Sünni protestoları Irak ve uluslararası kamuoyuna terör eylemi olarak göstererek iç siyasette kendi konumunu güçlendirme politikası izlemiştir. Ana gündem maddesi terörü engellemek olan Maliki’nin siyaseti güvenlikleştirdiği ve bu yolla Şii tabandan destek görmeyi amaçladığı söylenebilir. Maliki’nin bu politikaları Şiilerin bir kısmından destek görmüş olsa da İyad Allavi, İbrahim Caferi, Ammar el-Hekim,
Mukteda es-Sadr gibi önemli Şii liderler başta olmak üzere Şiilerin önemli bir kısmı tarafından eleştirilmiştir. Mukteda es-Sadr tepkisini bir adım ileriye
götürerek Maliki’ye çok sert açıklamalarda bulunmuş ve onu diktatörlükle itham etmiştir.4
Ardından da Irak siyasetindeki yozlaşmaya tepki olarak 16 Şubatta Sadr Hareketi’ne bağlı tüm siyasi ofislerin faaliyetlerini sonlandıracağını ve kendisinin de siyaseti bıraktığını açıklamıştır.5
Bu kararın ardından Sadr Hareketi’nin siyasi partisi olan Ahrar Bloku’ndan milletvekili istifaları yaşansa da sonrasında bu istifalar geri çekilmiş ve Ahrar Bloku 2014 seçimlerine katılacağını açıklamıştır. Ammar el-Hekim ise Irak’ın ayrıştırıcı değil bütünleştirici siyasete ihtiyacı olduğunu belirterek üstü kapalı biçimde Maliki’yi eleştirmiştir.6
Maliki yönetimine karşı eleştirilerin en dikkat çekeni ise Şiilerin en büyük dini lideri olarak kabul edilen Büyük Ayetullah Ali el Sistani’den gelmiştir. Sistani, tüm Iraklıları oy verirken bilgece davranmaya çağırmıştır.7
Bu açıklamanın isim vermeden “Maliki’ye oy vermeyin” şeklinde anlaşıldığını söylemek mümkündür.
Sünni Arapların ve Kürtlerin Maliki yönetiminden duydukları hoşnutsuzluk da çok açıktı. Zira Maliki’nin terör eylemleri olarak tanımladığı Sünni protestolar, Sünni siyasetçiler tarafından “haklarını elde etmek için” yapılan barışçıl protestolar olarak görülmüş ve bu sebeple desteklenmiştir. “Sünnilerin hak talepleri” Sünni milletvekilleri ve dönemin Meclis Başkanı Usame Nuceyfi tarafından meclis gündemine sık sık getirilmiştir. Bununla birlikte Sünni Araplar arasında seçim sonrasında Maliki’nin yönetimde kalması ve baskıcı politikalarına devam etmesi halinde haklarını korumak için kendi yönetimlerine sahip olmaları gerektiği konuşuluyordu.8
Kürtler ise petrol ihracatı, bütçenin dağıtımı ve tartışmalı bölgelerin statüsü gibi konularda anlaşamadığı Maliki hükümetine tepki göstermekteydi. Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Barzani, Maliki’nin üçüncü dönem başbakan olmasına kesinlikle karşı çıkmıştır ve Bağdat ile Erbil arasındaki sorunun devam etmesi halinde Kürt bölgesinin bağımsızlık yolunda adım atmaktan başka çaresi kalmayacağını belirtmiştir.9
Fakat Maliki, bu eleştirilerin hiçbirisine kulak asmayarak seçimlere partisinin başında girmiş ve üçüncü dönem başbakanlıktan geri adım atmayacağı izlenimi vermiştir.
Seçim Süreci ve Sonuçları
Siyasi krizler içinde girilen seçim atmosferinde Iraklılar 27-30 Nisan 2014 tarihleri arasında oy kullanma işlemlerini gerçekleştirmişlerdir. Bu seçimin
ABD ordusu Irak’tan çekildikten sonra yapılan ilk genel seçim olması nedeniyle ayrı bir önemi vardır. 9 binden fazla aday 328 sandalyeli parlamentoya
girebilmek için 276 siyasi oluşum içinde seçim yarışına katılmıştır.10
Yaklaşık 22 milyon seçmenden %62’si oy kullanmıştır.11
Özellikle Anbar vilayetinin birçok bölgesinde hem güvenlik sorunları hem de halkın seçimleri boykotu nedeniyle oy verme işlemi gerçekleştirilememiştir.12
Netice itibariyle 19 Mayısta açıklanan ilk resmi sonuçlara göre yapılan seçimleri Nuri Maliki’nin liderliğini yaptığı Kanun Devleti Koalisyonu-KDK 328 Sandalyeden 92’sini kazanarak birinci parti olmuştur.
Ammar el-Hekim’in liderliğindeki Muvatın Vatandaş İttifakı 29, Mukteda Es-Sadr’a yakın olan Ahrar Bloku 28, İbrahim Caferi’nin liderliğindeki
Milli Reform İttifakı ise 6 sandalye kazanabilmiştir.
Diğer yandan Sünni gruplardan Muttahidun 23,
Ulusal Koalisyon 21 ve Arap Koalisyonu 10 sandalye kazanırken Kürtlerin önemli partilerinden Kürdistan Demokratik Partisi-KDP 19, Celal Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği-KYB 19 ve Noşirvan Mustafa’nın liderliğindeki “ Gorran ” ise 9 sandalye kazanmıştır.13
Seçim sonuçlarına göre hiçbir parti tek başına hükümet kurabilecek milletvekili sayısına14 ulaşamadığı için koalisyon pazarlıkları başlamıştır. Ancak
Maliki’nin bu süreçte tüm itirazlara rağmen üçüncü dönem başbakanlığından geri adım atmaması ve Kürtlerle Sünnilerin Maliki’nin başbakan olmasına karşı
çıkması, hükümet kurma çalışmalarını zora sokmuştur.15 Hükümet kurma pazarlıkları devam ederken silahlı Sünni grupların ve IŞİD’in Haziran ayında
Musul başta olmak üzere pek çok Sünni bölgeyi ele geçirmesi Maliki’ye olan tepkileri daha da artırmıştır. Özellikle ülke içinden Sistani’nin16, ülke dışından
da İran ve ABD’nin Maliki’nin arkasında durmaması Maliki’nin gidiş sürecini hızlandırmıştır.
İlk olarak seçimlerden yaklaşık üç ay sonra 15 Temmuzda Sünni politikacı Selim el-Cuburi parlamento tarafından yapılan oylama sonucu Meclis Başkanı seçilmiştir.17 Sonrasında ise 24 Temmuzda meclis tarafından Kürt partilerin ortak adayı olan Fuat Masum cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir.18
Bu tarihten itibaren Fuat Masum’un başbakan adayı olarak kimi göstereceği tartışılmaya başlanmıştır. Seçimlerden büyük farkla birinci çıkmasına karşın
Maliki’nin hükümeti kurmak için görevlendirilmesine muhalefet karşı çıkmış ve Masum üzerinde büyük baskı kurmuşlardır. Ülkenin içinde bulunduğu
siyasi ve güvenlik krizlerinin etkisiyle parlamento içinde Şiilerin en büyük siyasi oluşumu olan ve Maliki’nin Dava Partisi’ni de içinde barındıran Ulusal
İttifak, başbakan adayı olarak Haydar Abadi’yi göstermiştir. Bunun üzerine Fuat Masum da 11 Ağustosta hükümeti kurma görevini Abadi’ye vermiştir.19
Maliki’nin bu duruma tepkisi ise oldukça sert olmuştur. Cumhurbaşkanını anayasayı ihlal etmekle ve kendisine karşı darbe yapmakla suçlayan Maliki,20
bununla da yetinmeyip silahlı kuvvetleri Bağdat’ta stratejik noktalara yerleştirerek bir darbe hazırlığına girişmiştir.21 Fakat İran ve ABD’den de
Abadi’ye destek mesajları gelince Maliki geri adım atmak zorunda kalmıştır.
Maliki’nin geri adım atmasının ardından Haydar Abadi, hükümeti kurma ve kabineye girecek bakanların pazarlıklarına başlamıştır. 8 Eylülde Mecliste
bulunan milletvekillerinin salt çoğunluğunun “ Evet ” oyu vermesi üzerine yeni kabine onay almış ve “Abadi Hükümeti” dönemi resmen başlamıştır.22
Fakat İçişleri ve Savunma Bakanlığı pozisyonları tartışmalar sonucunda onay alamayınca daha sonra görüşülmek üzere geçici olarak boş bırakılmıştır.
Uzun görüşmeler sonucunda Savunma Bakanlığı için 2003 öncesinde Irak ordusunda görevli olan Sünni Hadi el-Ubeydi, İçişleri Bakanlığı için de Bedr
Tugayları’ndan Muhammed Salim el-Gabban üzerine anlaşma sağlanarak 18 Ekimde kabine tam anlamıyla kurulmuştur.23
Abadi, hükümeti kurarken etnik ve dini dengeleri gözetmeye çalıştığı görülmektedir. Özellikle Maliki döneminde Sünnilerle Şiiler arasında yaşanan
güvenlik merkezli krizler ve Kürtlerle yaşanan enerji kaynaklı krizlerin yeni dönemde yaşanmaması adına daha kucaklayıcı bir kabine oluşturmaya çalıştığı
anlaşılmaktadır. Zira Maliye Bakanlığı’na Kürt kökenli Hoşyar Zebari’nin getirilmesi ve Savunma Bakanlığı’na da Sünni kökenli Hadi el-Ubeydi’nin
getirilmesi önceki dönemde bu kesimlerin yaşadığı sıkıntıların dikkate alındığını göstermektedir. Buna karşılık Sünni milletvekili Alvani hakkında idam
cezası verilmesi, Ordunun sivil yerleşim yerlerini vurması ve Sünnilerin hak-sız bir şekilde tutuklanmaya devam etmesi Sünnilerin hükümete tam anlamıyla
güvenmesinin önüne geçmektedir.
Bağdat-Erbil ilişkileri
Bağdat ile Erbil arasındaki ilişkiler 2014 yılı içerisinde Maliki’nin başbakanlığı döneminde gergin devam etmiştir. Bütçe ve petrol ihracatı konusunda
yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle Bağdat yönetiminin IKBY içerisinde çalışan memurların maaşlarını ödememesi, ilişkilerin daha da kötüleşmesine
neden olmuştur. Merkezi hükümetin bu hamlesine karşı Süleymaniye’de üç aydır maaşlarını alamayan bazı memurlar bir günlük iş bırakma eylemi,24
Mart ayında ise Erbil ve Duhok’ta Maliki aleyhine gösteriler düzenlenmiştir.25 IKBY yönetimi de Maliki’nin bu restine karşılık Kuzey Irak petrollerini Türkiye
üzerinden ihraç edeceklerini ve böylelikle Merkezi hükümetten alması gereken parayı karşılayacaklarını açıklamıştır.26
Diğer yandan Nisan ayındaki seçimlerden sonra Kürtlerin yeni Başbakan Abadi’ye verdiği şartlı destek ile birlikte ilişkiler yumuşama sinyalleri vermişti.
Ülke içerisindeki konjonktürün de bu yakınlaşmaya uygun olmasıyla birlikte merkezi hükümetle IKBY, uzun süredir devam eden anlaşmazlıklara
çözüm bulma konusunda anlaşmaya varmıştır.27 14 Kasımda varılan anlaşmanın yasal bir hale getirilmesi için ay sonunda IKBY Başbakanı Neçirvan Barzani Bağdat’a gelmiş ve nihai anlaşma 2 Aralıkta imzalanmıştır. Anlaşmaya göre, IKBY Kürt bölgesinden çıkarılan günde 250 bin varil petrolü
Bağdat yönetimine gönderecek, Kerkük’ten çıkarılan 300 bin varil petrolü ise Türkiye üzerinden ihraç edecektir. Bunun karşılığı olarak Bağdat yönetimi maaşların ödenmesi için öncelikle 500 milyon dolar vermeyi, 2014 yılında yatırılması gereken payları ödemeyi ve IKBY’ye daha önce merkezi hükümet tarafından Irak bütçesinden kesilen %17’lik kısmını teslim etmeyi kabul etmiştir.28 Ayrıca Bağdat hükümeti tarafından Peşmerge güçlerinin maaş ödemeleri ve silahları için bir milyar dolar vermeyi ve Peşmergenin Irak’ın ulusal savunma sisteminin bir parçası olarak görmeyi de kabul etmiştir.29
Bu anlaşma Erbil ve Bağdat arasındaki sorunların tamamını çözüme kavuşturmuş olmasa da istikrarın sağlanması yolunda önemli bir adım olmuştur.
Sorunların tamamen çözülebilmesi için atılması gereken en önemli adımların başında tartışmalı bölgelerin statüsünün belirlenmesi gelmektedir. Nitekim
Kerkük’ün statüsüne ilişkin sorun hala çözüme kavuşturulamamıştır. Haziran ayında IŞİD’in Musul’un ardından Kerkük’e yönelmesi ve buradaki Irak askerlerinin kenti terk etmesi üzerine Peşmergeler kentte kontrolü sağlamıştır. Bunun ardından Kerkük adeta de-facto biçimde Kürt kontrolüne girmiştir.30
Dolayısıyla Kerkük’ün Erbil ve Bağdat ilişkilerinde 2015 yılı içerisinde de ana sorunların başında gelmeye devam edeceğini söylemek mümkündür.
Güvenlik IŞİD Saldırıları ve Sünni Ayaklanması
2011 yılı sonunda ABD’nin çekilmesinin ardından Sünni Araplar, Maliki hükümeti tarafından üzerlerindeki baskının artırıldığını iddia ediyorlardı. Önde gelen bazı Sünni siyasetçilerin terörizm suçlamalarıyla tutuklanmaları Sünnilerin tepkilerini Anbar, Selahaddin, Musul, Kerkük ve Diyala gibi şehirlerde protesto gösterileriyle ifade etmelerine yol açmıştır. Sünnilerin talepleri temelde; terör yasasının değiştirilerek Sünni halkın güvenlik güçleri tarafından keyfi biçimde tutuklanmasının engellenmesi, Sünni siyasetçilere yapılan baskıların ve tutuklamaların sona ermesi, Maliki hükümetinin izlediği mezhepçi politikaların sona erdirilmesi, devletin Sünni bölgelere daha fazla hizmet götürmesi ve suçsuz yere tutuklananların serbest bırakılması başlıkları altında toplanmaktaydı.31 Fakat bu taleplerin dikkate alınmaması, gösterilerin sert biçimde bastırılması ve siyasetçilerin tutuklanmaya devam etmesi Sünnilerin silahlı direnişe geçmelerine sebep olmuştur. 2013 yılı sonunda patlak veren Anbar olayları 2014 yılı başında şiddetlenerek devam etmiştir. Anbar milletvekili olan ve Sünni protestolara destek verenlerin başında gelen Ahmed el-Alvani’nin tutuklanması ve protestoların ordu tarafından güç kullanılarak dağıtılması, güvenlik güçleri ile Sünni protestocuların çatışmasına sebep olmuştur. Sünni protestocuların talebi doğrultusunda Irak ordusunun bölgeden çekilmesi otorite boşluğu doğurmuş ve bundan yararlanan IŞİD bölgedeki hakimiyetini artırmıştır. Sonuçta da hükümete karşı savaşan silahlı Sünni gruplar ile IŞİD, Anbar vilayetinin en önemli şehirlerinden olan Felluce ve Ramadi’nin kontrolünü ele geçirmişlerdir.
Sünnilerin ayaklanmasında ve çatışmaların bu derece şiddetlenmesinde dönemin Irak Başbakanı Nuri Maliki’nin uyguladığı politikaların da büyük etkisi olmuştur. Anbar vilayetinin başkenti Ramadi şehrinde bir yıldır devam eden Sünni protestolarını terör eylemleri olarak niteleyen Maliki, bölgenin IŞİD karargahı haline geldiğini iddia etmiştir.32 Bununla beraber ordunun terörizmi engelleme iddiasıyla yaptığı saldırıların sivillere zarar vermesi de Sünnilerin hükümete karşı IŞİD’le ortak hareket etmesine zemin hazırlamıştır.
İnsan Hakları
İzleme Örgütü’nün Felluceli sivillere dayanan haberine göre Irak ordusuna ait helikopterler Şubat ayında Felluce’deki bir hastaneyi, mayıs ayında ise aynı kentin sivil yerleşim alanlarını vurmuştur.33 Saldırıların varil bombası kullanılarak yapıldığının iddia edilmesi Sünniler arasında tepkileri giderek artırmış ve hazirandaki Musul işgali sırasında IŞİD’in halktan destek görmesinin arkasındaki etkili faktörlerden biri olmuştur.
Ocak-Haziran arasında Anbar’ın en önemli iki şehri Ramadi ve Felluce’de Irak ordusu kontrolü tamamen ele geçirememiştir. Söz konusu bölgelerde IŞİD’in haricinde merkezi hükümet güçlerine karşı savaşan pek çok Sünni grup vardır. Bu grupları silahlı aşiretler, aşiretlere bağlı olmayan çeşitli silahlı gruplar ve selefi-cihadi örgütler olarak üç ana başlık altında toplamak mümkündür.34 Silahlı aşiretler içinde başı çeken grup 100 aşiretin bir araya gelerek oluşturduğu Irak’ın en büyük aşiretler konfederasyonu olan Duleym aşiretidir. Irak Aşiret Devrimcileri Askeri Konseyi çatısı altında hükümete karşı savaşmaktadırlar. 30 Aralık 2013’te kurulan söz konusu Konsey içerisinde 78 aşirete bağlı 41 silahlı grup yer almaktadır.35 Aşiret konseyine bağlı olmayan silahlı gruplar içinde ise ağırlıklı olarak eski Baasçılardan oluşan Nakşibendi Ordusu, Irak İslam Ordusu, Irak Haması, 1920 Devrim Tugayları ve Ceyş el-Mücahidin gibi gruplar ön plana çıkmaktadır. Selefi-Cihadi örgütler içinde ise IŞİD haricinde en önemli olanı Ensar el-İslam adlı oluşumdur. Daha önceleri IŞİD ile aynı safta yer alan Ensar el-İslam, özellikle IŞİD’in el-Kaide’nin merkezi yönetimiyle anlaşmazlığa düşmesinin ardından IŞİD ile yollarını ayırmıştır.36 Hükümete karşı savaşan Sünni grupların yanı sıra hükümet safında yer alan ve özellikle IŞİD’e karşı savaşan Sünni gruplar da vardır.
Yukarıda adı geçen Sünni grupların 2014’ün ilk altı ayında hükümete karşı başlattıkları silahlı mücadele haziranın başında ivme kazanarak Musul’un
kısa sürede Irak güvenlik güçlerinin kontrolünden çıkması ve IŞİD ile Sünnilerin kontrolü altına girmesiyle sonuçlanmıştır. Söz konusu harekat 5 Haziranda
Samarra’ya düzenlenen büyük saldırı ile başlamıştır.37 Daha sonra 6 Haziranda Bakuba’ya saldırılar düzenlenmiştir. 7 Haziranda ise Ramadi’deki
Anbar Üniversitesi IŞİD tarafından kuşatılmış ve yüzlerce öğrenci rehin alınmıştır.38 Eş zamanlı olarak 6 Haziranda Musul’a da saldırılar başlamıştır.
Samarra ve Bakuba saldırıları Irak güvenlik güçleri tarafından kısmen püskürtülmüştür. Fakat 9-10 Haziranda Musul tamamen Irak ordusunun
kontrolünden çıkıp ayaklanan Sünni grupların ve IŞİD’in hakimiyetine girmiştir. Ardından da domino etkisiyle Selahaddin’in Tikrit, Anbar’ın Suriye
sınırındaki Rava, Ana, Kaim ve Rutba gibi şehirleri tek tek ayaklanan grupların hakimiyetine girmiştir.39 Irak hükümetinin Suriye sınırındaki kaybettiği
topraklar Irak-Suriye sınırının fiilen ortadan kalkmasına sebep olmuştur. Bu gelişmelere ilaveten Haziran ayı sonunda IŞİD, “İslam Devleti” kurduğunu
ve lideri Ebubekir Bağdadi’nin “Halife” olduğunu iddia etmiştir. Bağdadi, “Müslümanların Halifesi” sıfatıyla dünyadaki tüm Müslümanları “İslam topraklarında küfür düzenine karşı cihad etmeye” çağırmıştır.40
Şii Milisler
Ülkedeki çatışmalar Şii milislerin daha önce olmadığı kadar aktif bir şekilde savaşmaya başlaması ile farklı bir boyut kazanmıştır. Musul’un düşmesinin
hemen ardından IŞİD’in sözcüsü Ebu Muhammed el-Adnani örgütün hedefini Bağdat ve Kerbela olarak açıklamıştır.41 Ardından, Şiilerin en büyük dini
otoritesi Ali el-Sistani’nin 13 Haziranda tüm Iraklıları IŞİD’e karşı savaşmaya davet eden fetvası Şii camilerinde Cuma hutbesinde okunmuştur.42
Bunun üzerine on binlerce Şii gönüllü IŞİD’e karşı savaşmak için silah kuşanmıştır.
Şii milislere olan katılımların artması ve hükümetin kontrolünden çıkan bölgelere milislerin karşı saldırı başlatmaları üzerine kanlı çatışmalar yaşanmıştır & yaşanmaktadır.
Aslında Şii milislerin Irak’ta faaliyet göstermesi IŞİD’in Musul’a saldırmasıyla başlayan bir durum değildir. 2003’ten itibaren Irak içerisinde dönem
dönem çok etkin olan milisler son yıllarda IŞİD’in güçlenmeye başlamasıyla birlikte yeniden aktifleşmişlerdir. 2013’ün sonu 2014’ün başlarında
Anbar’daki olayların ardından Diyala, Babil ve Bağdat çevresindeki bölgelerde Asaib Ehl-ül Hak ve Bedr Örgütü gibi Şii milisler IŞİD’e ve diğer Sünni
gruplara karşı savaşmaya başlamıştır. Söz konusu milisler sadece Sünni gruplara karşı savaşmakla kalmayıp bazı bölgelere (özellikle Diyala’daki kırsal
alanlara ve şehir merkezlerine) saldırılar düzenleyerek alan hakimiyeti kurmaya başlamışlardır.43 Söz konusu bölgelerde faaliyet gösteren Şii milislere
ek olarak IŞİD’in Şiiler için kutsal şehirler olan Necef ve Kerbela’yı tehdit eder hale gelmesi üzerine Suriye içinde savaşan diğer Şii milis gruplar da
Irak’a dönmüştür. Bu gruplardan Kataib Hizbullah ocak ayından itibaren faaliyetlerini Irak içinde yoğunlaştırmaya başlamış ve haziran ayından itibaren
Irak’taki “ Kutsal Şehirleri Korumak ” amacıyla savaşmaya başlamıştır. Başka bir milis grup Ebu Fadl-ül Abbas Tugayları ise Suriye’deki Seyyide Zeynep
Türbesi’ni korumak için kurulmuşŞii savaşçılardan oluşan bir gruptur. Bu grup da 2014 başından itibaren Irak’taki Sünni ayaklanması ve IŞİD tehdidi
sebebiyle Irak’a yönelmiştir.44 Horasani Tugayları (ABD’nin Suriye’de el-Kaide ile bağlantılı olduğunu iddia ederek havadan vurduğu grupla alakası
yoktur) ismindeki bir diğer Şii milis grup ise Selahaddin vilayetinin kuzeyindeki Tuz Hurmatu ve Diyala vilayetindeki Celavla şehirlerinde aktiftir. Söz
konusu bölgelerde peşmergelerin de aktif olmasından ve bölgelerin tartışmalı statüsünden dolayı taraflar arasında gerginliklerin olduğu hatta zaman zaman
çatışmaların yaşandığı iddia edilmektedir.45 Bu gruplara ek olarak Mukteda es-Sadr’a bağlı Barış Tugayları örgütü de kutsal bölgeleri koruma amacıyla
silahlanmıştır. Eski adı “ Mehdi Ordusu ” nu, ismindeki mezhepçi vurgu dolayısıyla değiştirilip Barış Tugayları isminin verilmesindeki amaç Şii-Sünni
çatışmasını körüklemenin bir nebzede olsa önüne geçilebilmesi ve örgütün sadece teröre karşı olduğu imajının verilmesidir.
IŞİD’in Irak içerisinde birçok etnik ve dini kesime karşı bir tehdit haline geldiğini belirtmek Irak içerisindeki şiddet olaylarının tamamının IŞİD’den
kaynaklandığı anlamına gelmemelidir.
Özellikle bazı Şii milis grupların Sünni bölgelerdeki sivillere karşı ayrım gözetmeksizin uyguladığı şiddet, uluslararası kamuoyunda da dikkat çekmekte ve bu konu hakkında pek çok yazı, analiz kaleme alınmaktadır. Örneğin Tirana Hassan’ın İnsan Hakları İzleme Örgütü için hazırladığı raporda Şii milislerin Kerkük’ün Yenice bölgesinde evleri yağmaladıklarını, IŞİD sebebiyle yerlerinden olan insanların Şii milislerin korkusundan geri dönemediklerini, dönmek isteyenlerin ise milisler tarafından IŞİD sempatizanı olmakla suçlanıp işkence gördüklerini belirtmektedir.46
Uluslararası Af Örgütü de “Mutlak Dokunulmazlık: Irak’ta Milis Yönetimi” (Absolute Impunity: Militia Rule in Iraq) isimli raporunda çok sayıda Sünni’nin Şii milisler tarafından kaçırıldığını, tutuklandığını ve öldürüldüğünü yazmaktadır.47
Al-Jazeera’deki bir habere göre ise Irak ordusuna bağlı Dicle Operasyon Gücü komutanı Abdulemir Zeydi, bazı Şii milislerin IŞİD’den kurtarılan bölgelerde intikam duygusuyla hareket ederek ev yakma ve katliam gibi işlere giriştiğini doğrulamış ve bu saldırıları yapan bazı milislerin tutuklandığını belirtmiştir.48
Milislerin uyguladığı şiddet Irak’ta mezhepsel şiddetin ve Sünnilerin öfkesinin artmasına sebep olmaktadır. Söz konusu milislerin Irak hükümeti tarafından desteklenmesi ise Sünnilerin IŞİD ile mücadele konusunda merkezi hükümet safına geçmesini zorlaştırmaktadır.
Irak içerisinde artan şiddet sarmalı insanları yerlerinden göç etmeye, yıllardır yaşadığı toprakları bırakmaya zorlamaktadır. Irak Göç ve Göçmenler Bakanlığı ’nın açıklamasına göre 2014 yılındaki çatışmalardan dolayı yaklaşık 2 milyon 500 bin insan yerlerini terk etmiştir.49 Bu rakam 2006-2008 yılları arasındaki iç savaş döneminde yerlerini terk edenlerin (1 milyon 600 bin50) sayısından çok daha fazladır ve bu da Irak’taki güvenlik krizinin ne derece ciddi boyutlara ulaştığını göstermektedir. Yıl boyunca devam eden şiddet sebebiyle Irak’ta hayatını kaybedenlerin sayısında da bir önceki yıla göre çok büyük bir artış yaşanmıştır. Iraq Body Count’un açıkladığı rakamlara göre 2014 yılı içinde 17 bin 73 sivil şiddet olayları yüzünden hayatını kaybetmiştir.51
Ekonomi
Ekonomisi petrol ihracatı üzerine kurulu olan Irak’ın 2014 yılı içerisinde yaşadığı siyasi ve askeri krizler petrol üretimine ve ihracatına çok büyük oranda olumsuz bir etkide bulunmamıştır. Zira petrol üretiminin önemli bir kısmı ülkenin güneyinde gerçekleştirilmekte ve yine bu bölgeden dünya pazarlarına
ulaştırılmaktadır. Ancak IŞİD’in Irak içerisindeki ilerleyişi ve Erbil ile Bağdat yönetimleri arasındaki petrol anlaşmazlığı nedeniyle bir türlü istenilen
üretim seviyesi yakalanamamıştır. Ancak yavaş da olsa 2014 yılında üretimde artış sağlanmış ve yaklaşık olarak 3,4 milyon varillik bir üretime ulaşılmıştır.
Petrol üretimine ilişkin çok sağlıklı veri elde etmek her ne kadar güç olsa da Irak’ın 2,9 ile 3,4 milyon varil arasında bir petrol üretimi gerçekleştirildiği
belirtilmektedir.52
Buna ilaveten IŞİD’in, IKBY’nin kontrolü altındaki önemli petrol üretim bölgeleri olan Kurmala, Dome ve Şakhan’ı ele geçiremediğini de belirtmek gerekir.53 Ajeel, Hamrin, Kayara, Balad, Ain Zalah, Batma ve Najma bölgelerini ele geçiren IŞİD, ABD’nin hava saldırılarını başlatmasının ardından bu bölgelerden bazılarının kontrolünü kaybetmiştir.54 IŞİD’in ele geçirdiği bölgelerdeki üretimin toplamda 43.000-50.000 bin varil civarında olması,55 ele geçirilen bölgelerin Irak’ın petrol üretimine çok büyük bir darbe vurmadığını da göstermektedir. Merkezi hükümete karşı gerçek tehdit, IŞİD’in Irak’ın en büyük petrol rafinerisinin olduğu Beyci’ye saldırması sonucu gelmiştir. Ancak bu saldırı da daha sonra püskürtüldüğü için petrol üretimi ve sevkiyatı devam etmiştir.
Buna ilaveten aralık ayında Erbil ile Bağdat yönetimleri arasında petrol konusunda varılan anlaşmanın ardından Kuzey Irak petrollerinin de KerkükYumurtalık Petrol Boru Hattı ve Kuzey Irak ile Türkiye arasında inşa edilen hat üzerinden ihraç edilmesine izin verilmesi ve bu üretimin günde 600 bin varile çıkartılmasının planlanması, Irak ekonomisi için önemli bir girdinin daha sağlanmış olduğunu göstermektedir. Irak Petrol Bakanı Adil Abdül
Mehdi’nin yaptığı açıklamada aralık ayında 4 milyon varillik üretim ger-çekleştirilerek ülke tarihinin rekorunun kırıldığı belirtmiştir. Mehdi ayrıca
Kerkük petrollerinin de pazarlanmaya başlanmasının bu artışta önemli bir payının olduğunu ifade etmiştir.56 Bu da göstermektedir ki 2015 yılında Irak,
petrol üretiminde yeni rekorlar görebilecektir.
Netice itibariyle 2014 yılında günde ortalama 2,6 milyon varil petrol ihraç edilirken 760.000 varil petrol de ülke içerisinde tüketilmiştir. İhraç edilen
petrolün büyük bir kısmı Çin, Hindistan, ABD ve Güney Kore’ye gitmiştir.57 Irak’ın genel ihracatı ve ithalatına bakıldığında ise hafif bir düşüşün olduğu
görülecektir. 2014 yılında yaklaşık olarak 89 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirilirken 49 milyar dolar civarında da ithalat yapılmıştır.58
Tablo 1: Ülkelere Göre Irak’ın 2014 yılı Ham Petrol İhracatı
Kaynak: “Country Analysis Brief”, U.S Energy Information Administration, 30 Ocak 2015, s. 13.
Dış Politika, ABD’nin Irak’ta Varlığını Yeniden Artırması
Obama yönetimiyle birlikte Ortadoğu coğrafyasından askeri olarak çıkmayı, en azından askeri varlığını azaltmayı hedefleyen ve bu bağlamda ilgisini
Asya-Pasifik’e kaydıran Washington yönetimi, IŞİD’in 2014 yılında Irak ve Suriye’de etkinliğini artırması üzerine tekrar kapsamlı bir Irak politikası geliştirme ihtiyacı hissetmiştir.59 Özellikle 2014 yılının ikinci yarısında IŞİD’in Irak ve Suriye’de kontrol altında tuttuğu toprakları genişletmesi, ağustos
2014’te Amerikalı gazeteciler James Foley’i ve Steven Sotloff’u boğazını keserek öldürmesi60 ve Sincar Dağı’nda Ezidilerin mahsur kalması, Obama yönetimini
IŞİD karşısındaki pasif tutumunu değiştirmeye zorlamıştır. Zira Obama da CBS televizyonunda yayınlanan bir programda yaptığı açıklamada kendi
istihbarat kuruluşlarının IŞİD’i hafife aldıklarını ve Irak ordusunun bu terör örgütüne karşı mücadele edebileceğini düşündüklerini söylemiştir.61
Haziran ayından itibaren politika değişikliğine gittiğini gösteren ABD, Bağdat yönetimini eleştirmeye başlamış ve Maliki’nin ülkenin ulusal birliğini
sağlamak için yeterli çabayı göstermediğini belirtmiştir. Hatta Obama, bu konuda harekete geçmek için öncelikle Iraklıların kendi aralarındaki sorunları
çözmeye yönelik adımlar atması ve birlik oluşturmaya çalışmaları gerektiğini ifade etmiş62 ve IŞİD’e karşı operasyon konusunda aceleci davranmamıştır.
Bağdat yönetimi, Musul’un düşmesinin ardından ABD’den IŞİD’e karşı müdahalede bulunmasını istemiştir. Obama yönetimi ise önce 300 kişilik bir
askeri danışmanı Irak’a göndererek Bağdat ve Erbil’de operasyon merkezleri kurarak müdahale seçeneklerini değerlendirmiştir.63 Askeri olarak ilk müdahale
ise bu talepten ancak bir ay sonra IŞİD’in Musul’daki ilerleyişi ABD güçlerine tehdit olacak seviyeye gelmesi üzerine sınırlı bir hava saldırısı şeklinde gerçekleşmiştir. Erbil ve Sincar dağı civarında gerçekleşen bu saldırılar IŞİD’in Musul Barajı’nı ele geçirmesiyle birlikte artış göstermiştir. Daha sonra ABD’nin hava saldırıları ve Peşmerge’nin de karadan müdahalesiyle baraj tekrar geri alınmıştır.64
Eylül ayına yani IŞİD’in Kobani saldırısına kadar net bir strateji açıklayamayan ABD yönetimi,65 Irak’ın IŞİD’le mücadeledeki yetersizliğinin ortaya çıkması ve bu sorunun görünenden çok daha büyük olduğunun anlaşılması üzerine IŞİD’le mücadelede koalisyon arayışlarını başlatmıştır. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki ABD’yi harekete geçirmeye zorlayan asıl dinamik ABD’li gazetecilerin ve Kasım 2014’te yine ABD’li bir yardım görevlisi olan Peter Kassig’in IŞİD tarafından öldürülmesi66 ve bu görüntülerin basına servis edilmesi olmuştur. Bu olaylar ABD kamuoyunun kendi karar vericiler üzerindeki baskısını artırmasını beraberinde getirmiş ve Obama yönetimi IŞİD konusuyla daha ciddi ilgilenmek zorunda kalmıştır. Bu bağlamda Obama yönetimi müdahale süreciyle ilgili kararlarını 11 Eylül’de açıklamıştır.
Açıklanan kararlara göre Washington yönetimi IŞİD’in her türlü hedeflerinin vurulacağını, yabancı asker ve finans kaynaklarının kesilmesi için çalışmaların yapılacağını, Irak’taki yerel silahlı güçler ve Suriye’deki ılımlı muhalif gruplarla işbirliğine gideceklerini ve IŞİD’le mücadelede uluslararası işbirliğini sağlamak için bir koalisyon kuracaklarını ifade etmiştir.67 Eylül ayında gerçekleşen NATO zirvesinde de konu gündeme gelmiş ve ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, NATO müttefiklerine IŞİD’le mücadele çağrısında bulunmuştur. Yapılan görüşmeler neticesinde 10 NATO üyesinin dahil olmasıyla ortaya çıkan koalisyon, Ortadoğu devletlerini de bu oluşuma davet etme konusunda mutabık kalmıştır. Ancak askeri operasyon görüşmeleri ise devam etmiştir.68
Diğer taraftan ABD ile Irak arasındaki ekonomik ilişkilerin IŞİD’in Irak içerisindeki ilerleyişinden çok da fazla etkilenmediği görülmektedir. Zira
2013 yılında iki ülke arasındaki toplam dış ticaret hacmi 15,3 milyar dolar olurken 2014 yılının ilk 11 aylık dönemde 14,7 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.69
IŞİD’in özellikle Haziran 2014’ten itibaren Irak topraklarında etkinliğini artırdığını hesaba kattığımızda ABD’nin Irak’la arasındaki ithalat ve ihracat rakamlarına bakarak ikili ekonomik ilişkilerin bu sorundan etkilenip etkilenmediğini ortaya koyabiliriz. Bu bağlamda 2013 yılı Haziran-Aralık arası dönemde ABD, Irak’a 959,4 milyon dolarlık ihracat yaparken, Irak’tan 5,6 milyar dolar tutarında ithalat gerçekleştirmiştir. 2014 Haziran-Aralık arası dönemde ise ABD’nin Irak’a gerçekleştirdiği ihracat 902,7 milyon dolar, ithalatı ise 6,7 milyar dolar civarında olmuştur.70 Bu durum da ABD ile Irak arasındaki ekonomik ilişkilerin IŞİD’in Irak içerisindeki saldırılardan çok da fazla etkilenmediğini hatta iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin 2014 yılında bir önceki yıla göre artışa geçtiğini göstermiştir.
2 Cİ BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR,
***