Hasan Pulur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hasan Pulur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ocak 2020 Perşembe

Mülkün temeli zorda, hem de çok zorda!

Mülkün temeli zorda, hem de çok zorda!


Hasan Pulur

Türk diline yakışan bir deyim vardır.   “Adalet mülkün temelidir.
Mülk” kelimesini, “devlet” diye alırsanız, adalet, devletin temeli olur.
Bazı cahiller, gecekondu tapusu dağıtırken, adaleti övmüşlerdir, sanki elindeki bir karış gecekondu arsası “devlettir”. Devlet dağıtmaktadır.
Ecdadın “mülkün temeli” dediği devletiyle, bugün halkın başı dertte.
***
Sanırsınız ki, polisle, savcılar kanlı bıçaklı...
Başbakan, “devlete karşı bir komplo var” diyor.
Kim bu komplocular?

Karşılarında kim var?
Savcılar, hakimler!
Her ne kadar Sayın Başbakan “komplo”nun başlangıcını 17 Aralık’tan önce veriyorsa da, yani Taksim Gezi olayları...

Başbakan’a göre, uluslararası komplonun içerideki işbirlikçileri ise; ağaç, çayır, çim ve yeşillikle girmişlerse de, ikinci komplonun belirtisi “yolsuzluk” iddiasıdır.
Birden ortaya iki bakan oğluyla, bir banka genel müdürü çıkmış, evlerinde milyon dolarlar, kasalar, para sayma makineleri bulunmuştur.
***
Arkadan bir liste daha piyasaya sürülmüş, ama anlaşılan ilk operasyonda gaflet içinde olan polis ve idareciler, yasaya rağmen, bunları yakalayıp, savcıya göndermemiştir.
Yasaya göre polisler soruşturmanın başında amirlerini haberdar edeceklerdi, yasa böyledir.
Burayı atlamışlar. Polisler ve iktidar geç uyanmışlardır.
Ufak bir örnek...
Diyelim savcı birinin ifadesini alacak, polisler de üst makama haber verecektir:
Savcı, “sayın büyüğümüzün oğlunu da istiyorlar...
Sonrasını merak ediyor musunuz?
Olay o kadar büyüdü ki!
Bakanlar istifa etti, azledildi, altlarından koltuk çekildi...
***
Lafı uzatmaya gerek var mı?
Eğer bir savcı, “bana yapılanları görün!” diye Maliye’nin önünde bildiri dağıtıyorsa.
Var mı Cumhuriyet tarihinde böyle bir vak’a?

***

Ya Başbakan’ın savcıya çektiği fırça:
Biz, senin ne olduğunu biliriz!
Kim bu? Bir savcı, gazetenin birinci sayfasından bir fotoğraf.
Sanki mafya reisi:
Savcı iş peşinde!”
Kim demiş, “adalet mülkün temelidir” diye...
Bu mülkün temeli bu ağırlığı çeker mi?
Eğer mülke sahip çıkıyorsanız, kim sahipse, sahipliğini göstersin, yoksa bir gün Başbakan’ın “komplo endişesi” bu mülkü zangır zangır titretip yıkar.
Bakın, Azerbaycan’ın eski Cumhurbaşkanı Elçibey ne diyor:
Gurtaralım derken gırgın istemiyoruz. Halgın yarasını gırarak halgı kurtaramazsınız. Çünkü zulm ile âbad berbat olu ahiri berbat olur. Yolumuz uzun olsun ama gansız zulumsuz olsun.
Demirci Efe, Rafet Paşa’ya demiş ki:
Paşam, bu devleti zalim ile âlimler ayakta tutuyor,
Ben âlim olmadığıma göre, size kalıyor!

Hukukla, kanunu karıştırmadan.
Her diktatörün kanunu vardır ama, hukuk değildir.
***
Ya Yargıtay imamı?
Yargıtay’da bir davanın dosyasına “mütalaa” vermesi için Amerika’ya Hocaefendi’ye götüren “imam” kim?
Söyleyen de az buz adam değil, eski Adalet Bakanı, eski Meclis Başkanı, AKP’li...


 ***

11 Ağustos 2019 Pazar

141 Ali ne oldu?

‘141 Ali ne oldu?’


Hasan Pulur


Okur bu soruyor, soracak, biz de bildiğimiz varsa cevaplayacağız.
Lakin bazen öyle şeyler sorup hafızamızı zorluyorlar ki!
Mesela biri soruyor:
“141 Ali ne oldu?”
Buyrun bakalım cevap verin!
Aklımıza bir şeyler geliyor ama...

***
Toparlamadan önce kendisi yardıma koşuyor!
“Yıllar önce siz yazıp anlatmıştınız.”
Evet, öyle birini hatırlıyoruz.
Ne yazmışız, ne demişiz acaba?

***
Okuyucu, okuyor, o tarihte lafa şöyle girmişiz:
“Arkadaşları onun ne mal olduğunu ilk defa lisede tanıdılar. Yani ‘141 Ali’ ile müşerref olma zevki, okul sıralarında tadıldı. Müdür ve müdür muavinleri sık sık sınıfta sigara muayenesi yaparlardı. Ne hikmetse, sigaralar hep ‘hanımevlatları’nın ya da ‘inek’ diye adlandırılan çalışkan çocukların paltolarının, pardösülerinin, ceketlerinin ceplerinden çıkardı. Hocalar da şaşardı bu işe! Oysa ‘14 Ali’nin marifetiydi bunlar. Durum öğrenilinceye kadar çok kişinin canı yandı. Bir gün sınıfta yine sigara muayenesi yapılıyordu, öğrencilerin kitapları, defterleri arasına sigara sakladıkları ihbar edilmişti. Müdür ‘141 Ali’nin edebiyat defterine bakınca, Arşimet gibi ‘buldum!’ diye bağırdı. Sigara filan bulmamıştı ama, yazıyı tanımıştı. ‘141 Ali’, yazılısına iki veren fizikçinin edebiyatçıyla kırıştırdığını imzasız bir mektupla müdüre bildirmişti. Müdür de mektuptaki yazıyı tanıyınca ‘141 Ali’ye yol göründü.

***
141 Ali serbest hayatta da önemli işler becerdi. Mesela bir ara işportacılara taktı. İşportacı takımı hep tetikte olur, o da bunu bilirdi. Bayram arifelerinde ya da aybaşlarında birkaç kere Mahmutpaşa’ya dadandı. Çaktırmadan işportacıların yanına yaklaşıyor ve ‘hişt hişt geliyor’ dedi mi seyrediyordu işportacıları! Yalanı boynuna, bir kere Eminönü’ne kadar kaçırmıştı zavallıları.
Ama şimdi tövbe etti bu işe! Çünkü sonunda işportacılar numarayı çakıp ‘141 Ali’ye öyle bir dayak attılar ki!”

***
Evet evet hatırladık, “141 Ali”ler tükenir mi?
Son numarası evlenmekti!
“141 Ali’nin son numarası evlenmeydi. Bir kıza talip oldu. Kızın ailesi yanaşmıyordu bu işe. Kızın başka bir talibi vardı; ona vereceklerdi. Ama ‘141 Ali’ yer miydi bu işi! Gidip bir gazeteye ilan verdi.
Dostlarıma duyururum
Boşandım, mutluyum.”
Genç kız, oldu dul!

***
Peki, “141 Ali” ona buna attığı bu kazıklardan ne kazandı:
Hiçççç!
Politikacı oldu mu?
Hayır, keşke olsaydı başımıza bela oldu!
Belki de onun istediği buydu!

***

31 Ekim 2018 Çarşamba

İsabet Etmişiz

İsabet Etmişiz….

Hasan Pulur

Televizyonda bir açık oturum; tabii “rüşvet” üzerine...    Sayın Başbakan savcıya esip gürledi geçenlerde, başka ne konuşulur ki! Ama, Sayın Başbakan gençlik günlerini aratmıyor: “Bu savcı” diye gürlüyor:

“Bizim gençliğimizde aşırı militanlar, üniversite kapısında bildiri dağıtırlardı, savcı onlar gibiydi.”

Başbakan, savcıya böyle söylüyor, sonra da, öyle parlıyordu ki:
“Dur bakalım, dur seninle görülecek hesabımız var!” diyordu.

***
Herhalde ağzının ucuna gelen cümleyi, Başbakan olduğunu hatırlayarak yutkunuyordu:

Oysa, cümle şöyle bitmeliydi:

“Çık dışarı, orada konuşalım.”

Dedik ya, Sayın Başbakan, başbakan olduğunu bir anda hatırlıyor, fren yapıyordu.

***
Biz tanımayız, bilmeyiz Sayın Başbakan niye bu kadar kızıp köpürmüştü ki?
Bilenlerden biri kulağımıza fısıldadı: “Oğlunu ikinci yolsuzluk davasına karıştırmak istediler!”

Haaa, şimdi iş değişir ama araya devlet girince...

Peki ama oğlunun günahı ne?

Bu belli olmadan, kızıp köpürmek biraz fazla değil miydi?
Kim ne derse desin babalarına kızıp, oğullarına bulaştırmak, katlanılır gibi değildir.

Onun için Sayın Başbakan’ın kızgınlığını, halisane anlayanlardanız, ama bu kadarı da fazla...

Bir de o savcıyı düşünsenize...

Adam, polise yasal emri “git şunları getir!” diyor. Polis, mızıkçı çocuklar gibi “bana ne?” diye omuz silkiyor.

Bir savcının adliye kapısında birileri dağıtır gibi belge dağıtması, hoş bir görüntü ve davranış değildir de, biraz böyle düşünsenize.

Televizyonda o gece Ankaralı genç gazeteciler, bir delikanlı vardı, bir de hanım kız...

Hemen hepsi iktidardan yanaydılar.

Bir kişi dışında... Saygı Öztürk...

***
Onu dinledikçe, isabet etmişiz, diye övünmeye başladık... Kabataşlılar Derneği, her yıl değişik mesleklerden bir seçim yapar?
Mesleğin kıdemli ismine sorarlar:

“Sizce kim?”

Mesela; “ Sizce bu Yılın gazetecisi kimdir? ”

Bize de sormuşlardı, hem de bu olaylardan önce, “ Saygı Öztürk ” demişiz.
Birkaç gün sonra sonuçlar açıklanıyor, bizim Saygı Öztürk dediğimiz ortaya çıkıyor.
Önümüzdeki günlerde açıklanacak...

“Hasan Pulur’un seçtiği gazeteci, Saygı Öztürk!”

İşte bizim isabet etmişiz, dediğimiz bu...

***

25 Temmuz 2018 Çarşamba

Yine Tasa Anayasa…


Yine Tasa Anayasa…


Hasan Pulur

İlk tanıştığımızda “Teşkilat-ı Esasiye” kanunuydu. Her konuda ikiye bölünmeyi marifet sananlardan bir kısmı böyle derken CHP’liler “Anayasa” derlerdi, bize göre doğrusu da buydu. Sonra birdenbire “Teşkilat-ı Esasiye” gitti, “Anayasa” geldi oturdu.
İlahi kavga başlamıştı.
“Şimdi tasa/Anayasa!” dedik ya!
Hem de ne tasa!

***
Meclis Başkanı Cemil Çiçek helak oldu, lakin bize öyle bir fıkra anlattı ki!
Adamın biri falan kasabaya yaya giderse kaç dakika süreceğini sormuş, cevap yok! Bir daha sormuş yine cevap yok, kızmış, “yahu ağzını açıp bir şey söylesene!..”
Öbürü boynunu bükmüş.
“Yürü de yürüyüşünü göreyim ona göre bir tahmin yaparım!”
Cemil Çiçek, Anayasa için böyle dedi.
“Kimsenin yürüdüğü yok, tahmin istiyorlar.”
Oysa konu bize göre Anayasa değil!

***
Ya ne?
Kusura bakmayın ama, maksat yeni Anayasa ise 1980 modeli “darbe” yapımı Anayasa’yı değiştirirler.
Demek ki Anayasa’dan memnunlar...

***
Hem şimdi başka işleri var, eli sopalı ya da palalı adamlar ortaya salıyorlar, bir genç daha öldürüldü! Gezi olaylarında mimledikleri mimar ve mühendisler durumuyla ilgileniyor!
Nasıl ilgi olduğunu anlamışsınızdır herhalde...

***
Taksim Gezi olayları sırasında polisin biber gazından kaçıp, Divan Oteli’ne sığınanların hesabını sormayacaklar mı?!!
Canını kurtarmak isteyenlere kapılarını açtı diye birkaç uydurma fotoğrafla, oteli mühimmat deposu ilan edecekler.
Ayıptır ayıp!
Hani “Seksenler”in “Butik Ali”si, “Bana her şeyi söyleyin de şunu söylemeyin!” der ya!
Ne derseniz deyin ama “Koç Ailesi”ne “terörist koruyucusu” demeyin.
Laftan lafa geçiyoruz.

***
Anayasa Mahkemesi, 10 yıldan fazla tutukluluğu öngören maddeyi iptal etti.
Bir de süre koydu, bir yıldan sonra uygulanır.
Adam tutuklu, tahliye olması gerekmiyor mu?
Hayır, bir yıl sonra...
Hem maddeyi Anayasa’ya aykırı diye iptal edeceksiniz, ama bir yıl içeride bekleteceksiniz.
Bu nasıl bir mantık.
Kanun iptal edilmiş, Anayasa’ya aykırı bulunmuş, lakin sen hele bir yıl daha yat da!
Anayasa Mahkemesi Başkanı da işin farkında olmadı ki takdiri hakimlere bırakıyor.
Velhasıl böyle işte!

“Yine tasa/Anayasa!”

***

16 Mart 2018 Cuma

Başbakan ve Solcular…

Başbakan ve Solcular… 

Hasan Pulur 

22 Mayıs 2010 

Eğer her konuya Sayın Başbakan Erdoğan’ın “Zonguldak’taki maden faciası” gibi 
yaklaşırsak, rahat ederiz. 

Başbakan’ın yaklaşımı ne? 

Şöyle diyor: 

“Bu mesleğin kaderinde maalesef bu var; bu mesleğe giren kardeşlerim, bunu bilerek giriyorlar.” 

İşte gerçek budur, 30 insanın öldüğü faciadan sonra, gerçek, insanın yüzüne böyle vurulur: 

“Madenciliğe girmeseydiniz, ocağa inmeseydiniz!” 

* * * 

Öyle ya, kim onları oraya zorla indirdi, 500 metre aşağıda can vermişlerse kim sorumlu? 

Bari bir de ağıt yerine türkü söylesek: 

“Alçaklara kar yağıyor üşümedin mi 

Sen bu işin sonunu düşünmedin mi?” 

* * * 

Evet, böyle bir mantıkla muvazzaf askerlik dışında her mesleğe böyle yaklaşmak mümkün… 

Astsubay veya subay şehit olursa, olur; bu mesleğe kendi istekleriyle girdiler. 

Eğer pilotsalar, onlar uçağın düşebileceğini bilmiyorlar mıydı? 

Şoförler için de aynı şey! Trafik kazasında öleceklerini bile bile şoför olmadılar mı? 

Ya Polisler? 

Onları kim aldı, zorla polis yaptı? Kendileri koşa koşa gelmediler mi? Bir caninin, bir katilin, teröristin kurşunuyla can verebileceklerini bilmiyorlar mıydı? 

Örnekleri çoğaltabilirsiniz… 

* * * 

“Çok demokrat” ya da “Öz demokratlar”dan ses seda yok. 

Zonguldak’ta Başbakan’ı protesto edenleri polis etkisiz hale getirmiş… 

Hani demokrasilerde herkesin görüşünü, duygusunu açıklama hakkı vardı? 

Yüreği yanık bu insanlar, acılarını, duygularını orada açıklamayacaklar da nerede açıklayacaklar? 

Hakaret etmek dışında… 

“Sen bu işi, yani ölümü bilerek seçtin!” diyenler, bu duyguları anlayamazlar. 

Fi tarihinde Sayın Başbakan demokrasinin tarifini ne güzel yapıp, planını açıklamıştı: 

“Demokrasi amaç değil araçtır!” 

Maşallah, araç tıkır tıkır yürüyor. 

* * * 

Evet, dünyanın hemen her yerinde maden kazası olur, oluyor da… 

Ama bu kazalarda can kaybını en aza indirmek için gerekli önlemler alınır. 

Geçen gün Milliyet’te vardı, Türkiye’deki maden kazalarındaki ölüm oranı, Avrupa ortalamasının 4.5 katı yüksek… 

Bu şu demektir? 

Avrupa’da bir kazada bir insan ölüyorsa, Türkiye’de beşe yakın… 

Perşembe Sabahı Onur Öymen, televizyonda söyledi: 

“Ben Almanya’daki maden ocaklarını da gördüm, Türkiye’dekilerle aralarında gece gündüz kadar fark var.” 

* * * 

Önce, kömür madenlerini, ocaklarını kapayıp deniz suyuyla dolduralım, somon balığı yetiştirelim, diyen sivri akıllılar çıktı; arkadan, Maden Kanunu değiştirildi. 

Maden Mühendisleri Odası’na göre kazalar “taşeronlar” döneminde artarak, bugüne kadar gelindi. 

* * * 

İşlerine geldiği için, bir yakıştırmayı tekrar eder dururlar: 

“Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.” 

O kalan sağlar da ölünce, aynı tekerleme tekrarlanacaktır. 

“Kalanlar bizimdir.” 

Şair Eşref yazmış: 

“Gitgide zulmetmeye elde ahali kalmıyor.” 

Kalır, kalır, Anadolu bereketlidir. 

* * * 

Ya eski solcular? 

Hele onlar, hele onlar… 

Kendilerine yeni bir oyuncak buldular, varsa demokrasi, yoksa demokrasi, döne döne oynuyorlar… 

Sanki demokrasinin içinde insan canı yokmuş gibi… 

CHP’liler mi? dediniz… 

Aman aman kurultayı karıştırmayın. 

Şu listeler bir hazırlansa da, şu seçim yapılsa da… 

CHP’nin başında “geçici” olarak bulunan Cevdet Selvi sendikacı olsa da… 


***

1 Ekim 2017 Pazar

12 Eylül ÖNCESİ VE SONRASI KÖŞE YAZARLARIMIZ Kim Ne yazmıştı?


12 Eylül ÖNCESİ VE SONRASI KÖŞE YAZARLARIMIZ  Kim Ne yazmıştı?


Nazlı Ilıcak 14 Eylül 1980 tarihli yazısında ne yazmıştı?

Nazlı Ilıcak 12 Eylül 1980 darbesini savundu mu? Nazlı Ilıcak 14 Eylül 1980 tarihli yazısında ne dedi? Nazlı Ilıcak'tan darbe sonrası Oktay Ekşi için 
ne yazmıştı? İşte Nazlı Ilıcak'ın 14 Eylül 1980 tarihli o yazısı
12 Eylül Harekatı

12 Eylül tarihli yazımızı şöyle bitirmiştik. "Binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete.."

Ve kıyamet koptu. Dünyanın sonu değilse de, demokrasinin sonu geldi. Siyasal partilerin faaliyetlerine ara verildi, parlamento feshedildi.. 
Milletvekillerinin ve senatörlerin dokunulmazlığı kaldırıldı..

Hürriyet, biz gazetecilerin en önemli gıdası, suyu, ekmeğidir.. İçimizdeki döktükçe ferahlar, karşı bir fikre kuvvetli delillerle mukabele ettikçe 
güçleniriz. İnanırız ki, "Berika-i hakikat, müsademe-i efkardan doğar…"Gerçeğe ancak fikir alış-verişiyle ulaşılabilir. Doğru olduğunu zannettiğimiz 
bir düşüncenin, değişik bir bakış açısı önünde çöküşüne defalarca şahit olmuşuzdur..

Balık ancak suda yaşar, gazeteci çok partili demokraside. Çünkü görevi sadece alkışlamak değildir.İşte, harekatı öğrenince, bu sebepten dolayı 
derin bir "Ah" çektik. .

İşin kolayı, "Biz dememiş miydik" sorumluluğu siyasi kadrolara yüklemek, konuşma ve kendilerini savunma hakkına sahip bulunmayan kimseleri, 
yerden yere çalmaktır. Biz böyle yapmayacak, onlarla hesaplaşmak için, demokratik sistem içinde yeniden yerlerini almalarını bekleyeceğiz. 
Tam tersine, bugün müdafaa edeceğiz. Eğer demokrasinin bir an evvel geri gelmesini istiyorsak, siyasi kadronun ayakta kalmasına çalışmalıyız.

Liderler kolay yetişmez; herkesin kusuru vardır ama bu kusurları dev aynasında gösterip olumlu yanları örtmemek gerekir politikacının topyekun 
tasviyesi Türk siyasi hayatında telefisi imkansız boşluklar yaratır.

Anayasa profesörü merhum Ali Fuat Başgil'in hala tazeliğini koruyan satılarını okuyup 12 Eylül harekatına teşis koymak mümkün..

" Hürriyet terbiyesi gelişmemiş olan memleketlerde, hürriyet rejimi çocuk elinde dinamit olmaya, demokrasi ise evvela demagojiye ve sonra 
anarşiye dökülmeye mahkumdur. Anarşiyi de bir tepkinin takip etmesi mukadderdir. Bu tür memleketlerde, hürriyet rejimi gelip gecicidir. 
Kışın bulut arkasında görünüp batan güneş gibidir.. Böyle olması tabiidir. Çünkü demokrasi, istibdat ve kargaşa arasında yer alan bir itidal ve muvazene rejimidir. Bu rejimin bir parmak yukarısı istibdat ise,  bir parmak aşağısı anarşidir. Hürriyet terbiyesi eksik olan memleketler, ekseriya itidal ve muvazeneyi kaybederler ve neticede istibdat ile kargaşalıktan birini tercih etmek zorunda kalırlar. Kargaşalık, milletlerin haklı olarak en çok yığıldıkları bir felaket olduğundan böyle bir vaziyet kaşısında kalan memleketler daima istibdatı tercih etmişler  ve kargaşalık tufanında boğulmamak için kendi yarattıkları bir Nuh peygamberin gemisine sığınmışlardır. Umumiyetle, diktatörlerin bidayette birer kurtarıcı sevgisi ile karşılanmalarının psikolojik sebebi budur." 

Demokrasinin devamı ancak otorite ve hürriyet arasındaki dengenin korunmasına bağlıdır. Hürriyetsiz disiplin totoliter bir rejimin karakteridir 
ama disiplinsiz hürriyet başı bozukluk ve kargaşa demektir. Başgil bu konuda şunları söylüyor:

" Disiplinsiz bir hürriyet tasavvur etmek ve hürriyeti başıbozukluk manasına almak, hürriyet idealine bir başka şekilde ihanet etmektir. Hürriyete 
kasd için yapılan yanlış telakkiye göre, hürriyet güya herkesin dilediği gibi hareket etmesidir. Bu hal, asla hürriyet değil, kargaşalığa götüren bir 
şirretlik bir şımarılıktır.. Dilediği ve istediği gibi hareket etmek kudret ve ihtiyarı yalnız Tanrı Teala'ya hastır. Hatta Tanrı bile, üstün irade ve 
mutlak kudretini, bizzat kendi yarattığı nizamı alem ile hudutlamayı, kendi için ilahi bir kanun tanımıştır.

…. Cemiyet disiplin temellerine oturan birliktir. Herkes memleketin kanunlarına ne derece kuvvetle bağlanır ve riayet ederse, o nisbette medeni 
bir hürriyete kavuşur. Görülüyor ki, hürriyet ile kanun fikri arasında sıkı bir münasebet vardır ve netice itibariyle hürriyet, herkesin müsavi surette  
kanuna saygı göstermesi ve itaat etmesinden doğan bir hava ve iklimdir." 

* Türkiye'de demokrasi, demagojiye ve anarşiye dönüşmüştür otorite ve hürriyet arasındaki denge birincisi aleyhine bozulmuş, bir otorite 
boşluğu doğmuştu Türk Silahlı Kuvvetleri, bu boşluğu doldurdular açıklanan hedef  "demokrasinin işlemesine müsait ortamı hazırlamaktır". 

Bu ortam ne kadar süratle oluşursa, milletimiz, memleketimiz o kadar çabuk huzura kavuaşacaktır.

Nazlı ILICAK

14 EYLÜL 1980 TERCÜMAN

 http://www.sivilmedya.com/nazli-ilicak-14-eylul-1980-tarihli-yazisinda-ne-yazmisti-21753h.htm


12 Eylül'de Sevinen Yazarlar bakın kimler

"Kızdırırlarsa, anayasaya 'Hayır' demiş olmanın pek bir işe yaramayacak gururuyla 12 Eylül'de zil takıp oynamış olanların tek tek adlarını açıklarım; 
şaşar kalırsınız..."

      Akşam gazetesi yazarı Ali Saydam, 12 Eylül 1980 günü Türkiye'yi terketmek üzereyken darbe yüzünden kaldığını anlattığı yazısında ilginç bir 
ayrıntıya değindi. 

"Darbenin ardından kimle konuştuysam hayatından memnundu" diyen Saydam, herkesin 'Ordu Cumhuriyet'e ve vatana sahip çıktı!' diye 
düşündüğünü yazdı. Saydam eğer kızdırırlarsa 12 Eylül'de zil takıp oynayanların isimlerini açıklarım şaşarsınız derken şunları yazdı:

"Entelektüeli, aydını, işadamı, sanatçısı, sokaktaki sıradan vatandaşı mutabıktı: 'Vatan elden gidiyor!'...

Bugün ne hikmetse herkes bir başka havada... Kızdırırlarsa, anayasaya 'Hayır' demiş olmanın pek bir işe yaramayacak gururuyla 12 Eylül'de 
zil takıp oynamış olanların tek tek adlarını açıklarım; şaşar kalırsınız..."

KİM NE DEMİŞTİ?

Ali Saydam zil takıp oynayanların kim olduğunu açıklar mı bilinmez ama bianet'in geçen sene hazırladığı 12 Eylül'de ne demişlerdi? başlıklı dosya 
medyadaki isimlerin 31 yıl önce ne yazdıklarını gözler önüne seriyor. 

Metinleri yazar Mine Söğüt'ün derlediği Darbeli Kalemler/ 27 Mayıs-12 Mart- 12 Eylül Askeri müdahalelerin ilk haftasında yazılan köşe yazılarından 
seçmeler kitabından aldık.

Refik Erduran: Serinkanlılıkla

Başka ülkelerde yönetim olağanüstü bir yoldan el değiştirirken genelde kan akar. Bizde ise 12 Eylül 1980 yıllardır kansız geçen ilk gün oldu. 
Herkes kafasında dilediği yorumu ve soyut değerlendirmeyi yapabilir.
Ama bu so­mut durumun büyük çoğunluğa rahat bir soluk aldıracağı gerçeğini hesaba katmamak yanıltıcı sonuçlara götürür yorumcuyu. 
(Mercek, Milliyet /13 Eylül 1980)

Uğur Mumcu: Terörsüz Özgürlük

Türk Silahlı Kuvvetleri, 27 Mayıs'ta da 12 Mart'ta da kalıcı bir askeri yönetim kurmak istemedi. Yeni yönetim de "özgürlükçü, demokratik, laik ve 
sosyal" nitelikli bir "sivil yönetim" kurma amacı taşıdığını ilan etti.
Şimdi hepimizin tek bir amacı olmalıdır. Çok yönlü kışkırtmaların kurt kapanlarına kapılmadan, terörsüz özgürlüğü, kansız demokrasiyi kurmak 
ve sivil yönetimi, sağlıklı yöntemleri ve kalıcı çözümleri ile yeniden oluşturmak...(Gözlem, Cumhuriyet/ 15 Eylül 1980)
Hasan Pulur: İflas masasında bir kadro
Orgeneral Evren böyle demektedir. Bu ne büyük bir aydınlıktır bilir misiniz?
Dahası da var; "Bir defa daha belirtiyorum ki, Silahlı Kuvvetler aziz Türk milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü ve 
gittikçe etkisi azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, kendi kendisini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam 
temeller üzerine oturtmak, kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır..."
Şu son üç kelimeye dikkat edilmelidir:... El koymak zorunda kalmıştır".
Bu zorunluluğu yaratanlar kendi kendilerini yargılamalıdırlar.
Ve sonra iflas masasına oturmalıdırlar. (Olaylar ve insanlar, Hürriyet/ 16 Eylül 1980)
Nazlı Ilıcak: 27 Mayıs-12 Eylül
12 Eylül, 27 Mayıs'ın akıbetine uğramayacaktır, uğramamalıdır. "Kadife eldivenli" vasfını daima koruma, müsamaha ve iyi niyet her zaman devam 
etmelidir. Çünkü bu bizim son şansımızdır. Kaybedeceğimiz şey, demokrasiden de, hürriyetlerden de önemlidir. Haysiyetimizin istiklal ve 
istikbalimizin teminatı olan anavatandır.
Not: Kadife eldivenli harekât liderlere telefon görüşmesine dahi müsamaha ediyor. Bravo. Biz de bu müsamahaya sığınarak Sayın Demirel'e ufak 
bir mesaj iletmek isteriz:
"İyilik, sıhhat ve selametinizi özler, bu vesileyle hürmetlerimi teyiden takdim ederim." (Tercüman/ 16 Eylül 1980)
Rauf Tamer: Duyuyor musunuz?
Kenan Evren'in söyledikleri, her hukukçunun ve her profesörün başucuna bir mukaddes kitap gibi asılacak cinsten sözlerdir...
Öpüp öpüp başlarına koysunlar.
Vazgeçtik istifalarından... (Sözün kısası, Tercüman/ 17 Eylül 1980)
Güneri Civaoğlu: İlk intiba, en iyi intiba
Bu hafta hükümet ilan edilecek. Sonra bir geçici anayasa yürürlüğe giriyor. Daha sonra Kurucu Meclis seçilerek göreve başlayacak. 
Yeni anayasa hazırlanacak. Siyasi partiler, seçim kanunu ve diğer bazı yasalarda değişiklikler yapılarak, demokrasinin daha iyi işleyeceği bir 
hukuk ortamı oluşturulacak.
Bu arada kimsenin şüphe etmemesi gereken bir gerçek şu: Şiddet örgütlerinin üzerine hiç müsamahasız gidilecek.
Önümüzdeki günlerde ibret levhalarının sunulması kimseyi şaşırtmamalıdır.
Kamu vicdanının süratle tatmin edileceği infazlar... Adalet kılıcının yeni şiddet suçlarının işlenmesini önleyici, caydırıcı bir süratle işlemesi.
Beklenen bu. (Ankara notları, Tercüman/ 17 Eylül 1980)
Oktay Ekşi: Gevşemeden, gevşetmeden
Çok basit: Türkiye son derece ağır bir ameliyat geçirmiştir. Bu ameliyatın tam başarıya ulaşması ve hastanın sağlığına tam kavuşması için çok 
dikkatli olmak, Türkiye'yi seven, demokratik düzene inanan herkesin borcudur.
Evren Paşa sempatikti.
Evren Paşa demokratik sistemin en kısa zamanda işletileceğini vaat etti.
Evren Paşa içtenlikle konuştu.
Doğrudur, Evren Paşa bu izlenimleri vermiştir ama iş orada bitmemiştir. Daha doğrusu Evren Paşa'nın işi orada bitmemiştir, tam tersine orada 
başlamıştır. (Günün yazısı, Hürriyet/ 18 Eylül 1980)
Çetin Altan: Çağdaşlığa giden yol
Atatürk temelde çağdaşlıkla, çağdışılığın bazı toplum kesitlerine sağladığı kolaylıklara karşıydı. O nedenle çağdaşçılığı, Cumhuriyetçiliği yani 
var olan koşullar önündeki en zor yolu seçmiştir.
Atatürk'ten sonra Atatürkçülük kolay gibi görünmüştür. Oysa bir Şark toplumunda Atatürkçülük zorların en zoruydu.
Özellikle laiklik bayrağını ayakta tutabilmek en zoru idi. (Şeytanın gör dediği, Milliyet/ 18 Eylül 1980)

Müşerref Hekimoğlu: Yasalar değil kafalar...

Orgeneral Evren'in demokrasiseverliğine her zaman güven duydum. Tüm dünya görevinin bilincine varmış bir komutan olarak, ülkenin ve rejimin 
gücünü Türk Silahlı Kuvvetleri'nin asıl görevine dönüşünde hisseden kişiliğiyle tanıyor Evren Paşayı. Uygar kişiliğine saygı duyuyor, içtenliğine 
güven...
Ben de aynı saygı ve güven içinde Sayın Başkan ve öteki Konsey Üyelerine "Kolay gelsin" diyerek bitirmek istiyorum yazımı. Görevlerini başarıyla 
sona erdirmelerini diliyorum. Ama bu görevin güçlüğünü de belirtmek zorundayım.
Onları Atatürk yolunda bir eyleme iten ortamı değiştirmek hiç kolay değil. Çürümüş, tepeden tırnağa fosilleşmiş bir düzeni sağlıklı bir varlığa 
dönüştürmek kolay değil. Hele düne dönük kurallarla yarına yönelmek hiç kolay değil... (Ankara. Anka, Cumhuriyet/ 19 Eylül 1980)


http://www.gazeteciler.com/gundem/12-eylulde-sevinen-yazarlar-bakin-kimler-40616h.html

*********


12 Eylül'de kim Ne yazmıştı?

12 Eylül ASKERİ DARBSİ Sonrası, Basındaki bazı kalemler Hangi satırları yazdı?
VE BUGÜN NELER YAZIYORLAR..
( TAKDİRLERİNİZE )


Oktay Akbal (Cumhuriyet-13 Eylül 1980) “Atatürk devriminin yandaşları, erleri, Atatürk ilkelerinin sahipleri, böyle bir duruma sürgit göz 
yumamazlardı elbet. Nasıl 27 Mayıs 1960'ta göz yummadılarsa, daha sonraki yıllarda nasıl zaman zaman uyarı mektuplarıyla, anımsatmalarla 
iktidarı ellerinde tutanları Atatürk devriminin yoluna çağırdılarsa, bir kez daha aynı kutsal görevi yapacaklardı. Bu kaçınılmaz bir gerçekti. 
Öyle de oldu.” 

Güngör Mengi (Yeni Asır-18 Eylül 1980) “12 Eylül Harekatı, hedefine varacaktır. Devlet, rejim ve topluma hazırlanan tuzak mutlaka bozulacaktır. 
(…) İhanet, bu aşamadan sonra silahlarını gömerek lanetli mücadelesine son verecek değildir kuşkusuz. Ama devletin güçlenmesi sayesinde ihanet 
odakları, masum insanları eskisi gibi şantaj ve baskıyla eyleme sürükleme olanaklarını yitireceği için, gerçek gücü ile kalacak, savaşını 
sürdürmekteki inadı intiharı olacaktır.” 

Rauf Tamer (Tercüman-17 Eylül 1980) "Kenan Evren'in söyledikleri (16 Eylül 1980 tarihli basın toplantısı) her hukukçunun, her profesörün, 
başucuna bir mukaddes kitap gibi asılacak cinsten sözlerdir. Öpüp öpüp başlarına koysunlar. Vazgeçtik istifalarından.." 

Oktay Ekşi (Hürriyet-18 Eylül 1980): "Evren Paşa, son derece ağır bir sorumluluk altına girmiştir. Bu, Türkiye'yi yıllardır bunaltan anarşi, 
terör ve bölücülüğü tam bir tarafsızlıkla kökünden kurutmak ve ülkemizi aydınlık ve huzurlu günlere tekrar kavuşturmak sorumluluğudur. 
Ve bu sorumluluğun altından kalkabilmek için, Evren Paşa ile onun bu amaçlara ulaşmasını isteyen görevli görevsiz herkesin, içinde 
bulunduğumuz durumun icaplarına göre hareket etmesi zorunludur." 

Güneri Cıvaoğlu (Tercüman-4 Ekim 1980) "12 Eylül Harekatı'nı, dünyadaki diğer asker kökenli rejim olayları ile mukayese ettirmeyecek diğer 
görüntüleri ise yeni yönetimin uygulamalarında buluyoruz. Her geçen gün bir yeni uygar görüntüyü, aşırı davranışlardan kaçınan makul ve 
kamu vicdanını tatmin eder nitelikte haklı uygulamaları sergilemektedir. 

Hedefler saptırılmamakta, harekatın ilk gününde açıklanan amaçlara, kararlı, tavizsiz fakat ölçülü ve akıllı adımlarla ilerlenilmektedir. 
Böylesine olumlu, özlenen sonuçları almaya dönük, makul ve ölçülü yönelişlere destek olmak, milletçe hepimizin görevidir. Bu konuda 
siyaset adamları ve basın da dahil, hepimizin sorumluluğu vardır." 

Bekir Coşkun (Günaydın-20 Ocak 1981) "Devlet Başkanı'nın konuşmaları, televizyonda en ilginç polisiye diziden daha çok ilgiyle izleniyor. 
Türk toplumu, hep demagoji süslü püslü konuşmalar dinlediğinden, haksız da değil. Oysa, Evren Paşa'nın sade, halkın anlayabildiği, zaman 
zaman şaşırmalarla ayrı bir özellik kazanan öz bir konuşma üslubu var. (…) Bu konuşma konusuna iyice değinmemizin nedeni şu: İşlerine 
gelmeyen sözleri duyunca, 'Belki ağzından kaçırmıştır', ya da 'Boş bulunarak söylemiştir' gibi düşünenler, boşuna heveslenmesin." 

Cüneyt Arcayürek (Hürriyet 21 Şubat 1981) "Başkalarını bilmem ama, kendime soruyorum bazen: Acaba Türkiye, ne zaman 12 Eylül Harekatı'nın 
komuta zinciri içinde yapılmış olmasının mutluluğunu taa benliğinde duyacaktır. Eğer ordu, 12 Eylül öncesi kendi bünyesinde parçalanmasını, 
bölünmesini isteyenlerin oyununa gelseydi, komuta zinciri içinde hareket edip ihtilali başaramasaydı, başımıza gelecekleri hiç düşünebiliyor 
musunuz? Birbirimizi vuracaktık! Bunu hiç unutmayalım, hep düşünelim, bin şükredelim. Türkiye'de işkence olaylarının varlığını inkar etmeyen bir 
yönetimin, işkenceyi devlet politikası olarak yürüttüğünü söyleyecek veya ima edecek insafsız çıkacak mıdır, bunu çok merak ediyorum." 

Yavuz Donat (Tercüman-11 Eylül 1981) "Eylül 1979. Huzurun sürmesi ve Türkiye'nin bir süre sonra, çok partili parlamenter demokrasiyle 
yönetilen ülkeler arasında laik olduğu yeri alması dileğiyle.." 

Metin Toker (Milliyet-9 Kasım 1982) "Bu anayasa (1982 Anayasası) reddedilirse, uçtaki ışık kaybolacak, her şey yeniden tam karanlığa, yani 
meçhule girecektir. Belki sonu daha hayırlı olacaktır. Ama belki de daha fena. Ben aydınlıkta kalıp yolun doğru çizilmesine yardımcı olabilmenin 
iyi niyetli bir yönetime iyi niyetle etki ve uyarma yapabilmenin, aksaklık ve eksikliklerin bir zaman parçası içinde düzeltebilmesi için imkanının 
muhafaza edilmesinin faziletine inanıyorum. 1982 Anayasası'na kabul oyu verdim." 

Mehmet Barlas (Milliyet-14 Kasım 1983) "12 Eylül'ü yapanlar sözlerini tutmuşlardır. 12 Eylül'ü destekleyen halk çoğunluğu da 1982 Anayasa 
referandumunda olduğu gibi top yekûn sandık başına gitmiş, geçersiz oy kullanmamış ve bir sivil iktidara 6 Kasım günü destek vermiştir.(…) 
Cumhurbaşkanı Evren, 10 Kasım'da Anıtkabir Defterine duygularını yazarken, ‘Demokratik parlamenter sisteme geçiş sınavını başardık’ 
müjdesini vermektedir Atamıza.. Bir insan yürekten bunun sevincini duymasa, böyle bir ifadeyi seslendirir mi?"

http://www.hurhaber.com/12-eylul-de-kim-ne-yazmisti/haber-72286

***