Numan Esin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Numan Esin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Temmuz 2017 Pazartesi

Milli Birlik Komitesi Dönemi BÖLÜM 1

Milli Birlik Komitesi Dönemi ;

Milli Birlik Komitesi’nin Yapısal Analizi 


Merkezi Ankara’da olan hareketin fiili lideri Cemal Madanoğlu’nun çağrısı üzerine başkentte toplanan bilim adamları, müdahaleyi başarıyla sonuçlandırmış olan ordu mensuplarına iki tavsiyede bulunmuşlardır. İlk gün muhafaza edilmek üzere cumhurbaşkanı, TBMM başkanı, başbakan, bakanlar, milletvekilleri v.s. derhal tutuklanmalı ve gerekli anayasa düzeni kuruluncaya kadar ülke yönetimine Silahlı Kuvvetler adına bir heyetçe el konulmalıdır. Liderliği kabul edeceğini cunta mensuplarından birine (Sadi Koçaş) daha önce bildirmiş olan 
Orgeneral Cemal Gürsel de bu arada İzmir’den gelerek, hareketin başına geçmiştir. 

Gürsel’in başkanlığında ilk toplantısını yapan yeni hükümet şu kararları almıştır: 

1) Maddi durumu normale çevirmek için kararlar alınması, 
2) Parti ayrımı gözetmeksizin herkese adaletle davranılması, 
3) Bütün parti faaliyetlerini yasaklayarak, çekişme ve tartışmalardan kaçınılması, 
4) Hürriyetleri kısıtlayan kanunların kaldırılması, 
5) Mali ve ekonomik durumun düzeltilmesi için kararlar alınması, 
6) DP hükümeti tarafından yabancı devletler hakkında alınmış olan bütün 
kararların yürürlükte tutulması, 
7) Dış siyasette, barışın temel ilke olarak kabul edilmesi.540 
Gürsel’in teklifiyle komitede, kara, hava, deniz ve jandarma kuvvetlerinin temsil edilmesine de önem verildi: Gürsel hariç 37 üyeden meydana gelen heyet, 12 Haziran 1960 günü, l Sayılı kanunla birlikte ilan edildi. 





Komite üyelerinin açığa çıkması diğer asker kişilerden farklılaştırılması için “yeşil yakalı beyaz ceketler” giymeleri önerilmiş, ancak bu öneri kabul edilmemiştir.541 27 Mayıs darbesinin hiyerarşi dışı gerçekleşen bir müdahale olduğu biliniyor; darbenin hemen sonrasında açıklanan MBK üyelerinin rütbeleri yüzbaşı ile orgeneral arasında olup; general sayısının sadece beş olduğu, bunlardan birinin ise darbenin üzerinden henüz dört ay bile geçmeden vefatıyla bu sayının dörde indiği görülmektedir. 542 38 üyeli ilk komitede; iki orgeneral, bir tümgeneral, iki de tuğgeneralin yer aldığı anlaşılıyor. Geriye kalan 33 üyenin rütbeleri ise şöyle: 9 albay; 7 yarbay; 11 binbaşı; 6 da yüzbaşı. 33 üyenin 27’sinin kurmay olduğu 6’sının ise kurmay olmadığı görülmektedir. 

MBK’nin kuruluşu esnasında olanlar, darbenin içinde bizzat bulunanlar tarafından hatıralarda ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Bir kere genel olarak hareketin hazırlık safhasında yoğun olarak bulunmayan kimi üyelerin MBK kurulur kurulmaz komitenin içinde yer alırken, özellikle ellili yılların ikinci yarısından itibaren hızlanan örgütlenme safhasında bizzat kurucu olarak bulunan kimi isimlerin komiteye dâhil edilmemeleri büyük düş kırıklıklarına neden olmuştur.543 

Bunların belli başlıları şu isimlerdir: Talat Aydemir, Dündar Seyhan, Sadi Koçaş, Adnan Çelikoğlu, Emin Aytekin, Selçuk Atakan, Necati Ünsalan, Ferruh Güven. Komiteye dâhil edilen generaller ise sırf ordu tabanında hâkim olan, başta, bir general görme hissiyatını tatmin vazifesini görmekteydiler.544 

Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Cemal Gürsel, orduda babacanlığıyla çok sevilen Cemal Ağa lakabıyla tanınan bir şahsiyettir. Şöhretini sonradan içeriği değiştirilen, dönemin Milli Müdafaa Vekili Ethem Menderes’e yazdığı 3 Mayıs 1960 tarihli mektup ve ardından Kara Kuvvetleri personeline hitaben kaleme aldığı veda mesajında kullandığı cümlelere borçludur.545 

Komiteden 13 Kasım 1960’ta tasfiye edilen 14 üye haricindeki diğerler üyelerin, adını sitayişle andıkları Cemal Gürsel’in, dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun’un görev süresinin uzatılarak aslanlı kapıya giden yoluna taş konması nedeniyle iktidara çok kızgın olduğu söylenir.546 Gürsel, omzunda taşıdığı dört yıldıza rağmen komitede etken değil edilgen bir konumdadır. Öyle ki, son derece riskli bir iş başaran subayların, hareketin başına sırf rütbesinden dolayı getirdikleri bu ismin, toplanan bu subay kitlesine hitaben sarf ettiği ilk cümle manidardır.547 

Komitenin iki numaralı orgenerali ise Fahri Özdilek’tir. Özdilek, dönemin 1. Ordu Kumandanıdır; özellikle 28 Nisan 1960’taki İstanbul Üniversitesi olayları esnasında sorumluluk sahibidir. Hükümet yanlısı bir kumandan olmasa da darbe karşıtı biri olduğu söylenemez; yani iki tarafa karşı da nötrdür. Emrindekilerin, üniversite öğrencilerinin nümayişleri karşısında takındıkları hoşgörülü tavır sayesinde, Ankara’daki mevkidaşı gibi kendisine sert tutum takınılmamış olması talihi olmuştur.548 Komisyonun dinlediği Şefik Soyuyüce, Özdilek’in darbeden haberdar olduğunu ve bu sebeple MBK’ye alındığını iddia etmiştir: 

Mesela, 27 Mayıs aslında generallerin haberi olan bir harekettir, Ordu Kumandanının haberi vardır, Örfi İdare Birlikleri Kumandanı Ali Keskiner’in 
haberi vardır, Fahri Özdilek Ordu Kumandanı, şimdi bunların haberi var, emirkumanda işinde, bunlara “Buyurun, gelin.” dendiği zaman… Ordu Kumandanı Fahri Özdilek’in Millî Birlik Komitesi üyesi yapılması, haberi olduğu içindir; Ali Keskiner’in 2’nci Ordu Kumandanı yapılması tümgeneral rütbesiyle, beraberliğin bir sonucudur.549 

Oysa bu soruya olumsuz cevap veren Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Tekin Arıburun enterne edilmiştir. Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun ile Ankara Örfi İdare Kumandanı Korg. Namık Argüç’ün akıbeti ise hazindir. Fahri Özdilek’in uzun bir siyasi geçmişi vardır; 19 yıl tabii senatör, 12 Eylül darbesinden sonra Danışma Meclisi Üyesi, 1983 seçimleriyle de Halkçı Parti Konya milletvekilidir. 

İsmi 12 Mart döneminde de gündemde olan Tümg. Cemal Madanoğlu diğerlerinin aksine Cumhuriyet Senatosunda MBK üyelerinin atandığı tabii senatörlüğü reddetmiştir. 1966’da dönemin Cumhurbaşkanı Sunay tarafından kontenjandan senatör yapılmıştır. Tuğg. Sıtkı Ulay ise hakkında DP’lilerin en fazla ihanete uğradıklarını ifade ettikleri isimlerden biridir. Ulay’ın MBK’nin havacı üyelerinden Haydar Tunçkanat’la birlikte 1961 seçimleri sonrasında cumhurbaşkanlığına adaylığını koyan Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’i, 
adaylığını geri çekmeye zorlayanlardan biri olduğu iddia edilmektedir.550 

Cumhuriyet Senatosu tabii üyeliğinden sonradan istifa etmiştir. 
Tuğg. İrfan Baştuğ ise darbe esnasında KKK Personel Başkanlığı Birinci Muavini olarak vazifelidir ve hiçbir hatıratta 27 Mayıs’ın ne hazırlık, ne de icra safhasında ismi geçmez. 

12 Eylül 1960’ta başka bir komite üyesi olan Şükran Özkaya’yla birlikte geçirdikleri trafik kazası sonucu hayatını kaybetmiştir. 
MBK üyeliği dışında Ankara Valiliği ile de vazifelidir.551 

Komitenin kurulmuş iktidar yetkilerine sahip olması, egemenlik yetkisini mutlaka millet adına kullanacağı anlamına mı geleceği önemli bir soru olarak karşımızıa çıkmaktadır. Egemenlik yetkisinin millet adına kullanılacağı varsayımı, “milletin temsili” ile mümkündür. Milletin temsil etmenin hukuki sonucu ise tasarrufların herkese uygulanabilir nitelikte, genel ve objektif olmasıdır. Öte yandan, “kurucu iktidarın kuruluş usulünü düzenleme” yetkisini kendine tanıyan komite bu yetkisini “demokrasi” ile kayıtlamıştır. Kurucu iktidarın kurulmasında demokrasi sorunu, bütün siyasal güçlere kurucu iktidara katılma imkanı verilip verilmediği ile çözülebilir. Komitenin kurucu iktidarı bazı siyasal güçlere karşı kapaması, 
kurucu iktidarı düzenlemede egemenlik hakkını millet adına kullanmayacağını gösterecektir. 

Komitenin bu yetkilerini nasıl kullandığı sorusuna, Kurucu Meclisi düzenlemede, özellikle Temsilciler Meclisi’ni kurmada getirdiği kayıtlar ile hak ve özgürlüklere ilişkin işlemleri incelenirken cevap verilebilir. Komitenin çalışma usulü ve kullanacağı yetkilerin niteliği konularındaki çözümlemelerin gösterdiği, Komitenin hakimiyet hakkını millet adına kullanmayabileceği dir. Bir başka deyişle komitenin hakimiyet hakkının millet adına kullanacağını gösteren hiçbir hukuki güvence yoktur.552 

Orgeneral Cemal Gürsel kendisinin MBK’nin başkanlığına, hükümetin başbakanı olmasına, vekâleten Millî Savunma Bakanlığı’na ve Başkomutanlığa getirilmesi ne, MBK tarafından karar verildiğini ilân etmiştir. Daha sonra aynı gün Gürsel kabineyi kurmuş olduğunu bildirmiştir. İlk atanan kabine üyeleri, görevleri, daha sonraki dönemlerde bunların yerlerine atananlar ile bunların atanma tarihleri şöyledir: 

Devlet Başkanı, Başbakan ve Milli Savunma Bakanı: Org. Cemal Gürsel, 
Devlet Bakanı. ve Başbakan Yardımcısı: Fahri Özdilek, (22. 10. 1960), 
Devlet Bakanı: Âmil Artus, 
Devlet Bakanı: Şefik İnan, Hayri Mumcuoğlu (06.09.1960), 
Devlet Bakanı: Nasır Zeytinoğlu (06.09.1960), 
Adalet Bakanı: Abdullah Pulat Gözübüyük, Amil Artus 

(Devlet Bak.)(27. 08.1960), 

İçişleri Bakanı: Tümgeneral Muharrem İhsan Kızıloğlu, 
Dışişleri Bakanı: Selim Sarper, 
Maliye Bakanı: Ekrem Alican, Kemal Kurdaş (26.12.1960) , 
Milli Eğitim Bakanı: Prof. Fehmi Yavuz, Prof. Bedrettin Tuncel (10.09. 1960) , 
Milli Savunma Bakanı: Fahri Özdilek (Birinci Ordu Komutanı ve İstanbul MBK Başkanı) (09.06.1960), Hüseyin Ataman (22. 10. 1960), 
Bayındırlık Bakanı: Daniş Koper, Prof. M. Çokdoğan (12.09. 1960), 
Ticaret Bakanı: Cihat İren, Mehmet Baydur (06. 09. 1960), 
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı: Prof. Nusret Karasu, Prof. Dr. Ragıp Öner, (06. 9. 1960), 

Gümrük ve Tekel Bakanı: Fethi Aşkın, 
Tarım Bakanı: Feridun Üstün, Prof. Osman Tosun (29.08.1960) , 
Ulaştırma Bakanı: Tuğgeneral Sıtkı Ulay, 
Çalışma Bakanı: Prof. Cahit Talas, Raşit Beşerler (06. 09. 1960) , 
Sanayi Bakanı: Muhtar Uluer, Şahap Kocatopçu (06.09. 1960) , 
Basın-Yayın ve Turizm Bakanı: Zühtü Tarhan, 
İmar ve İskân Bakanı: Orhan Kubat, Prof. Fehmi Yavuz (27.08.1960).553 

Kabinede 4 Subay, 3 Hukukçu, 3 Profesör, 6 İdareci ve 3 Teknisyen yer almıştır. İsimlere bakıldığında partiler üstü olan bu kabinenin askerlerle aydınlar arasında bağlantı kurduğu görülür.554 

Darbenin icra heyeti olan MBK 28 Mayıs 1960 tarihinde kurulan yeni hükümet ve MBK arasındaki münasebetlerin hukuki yönden düzenlenmesi için, “Geçici Anayasayı” hazırlamak üzere, üniversiteden Hüseyin Naili Kübalı, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, MBK’den Muzaffer Özdağ, Numan Esin ve Devlet Bakanı Amil Artus’tan oluşan bir komisyon kurmuştur. Kubalı’nın başkanlığında çalışmalara başlanmış555 ve Geçici Anayasa “1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında Geçici Kanun” adıyla, 12 Haziran 1960 tarihli 1 numaralı kanun olarak yayınlanmıştır.556 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

27 MAYIS 1960 DARBESİ ,



27 MAYIS 1960 DARBESİ ,


Dönem: 24 
Türkiye Büyük Millet Meclisi  Demokrasiye Girişi 
Kasım 2012   S. Sayısı: 37  
SAYFA 199

27 Mayıs ve Kavram Kargaşası 

27 Mayıs’ı tanımlamak için kullanılan kavramlar aynı zamanda mahiyete de işaret etmektedir. 
27 Mayıs’ın aktörlerinin ve bu harekete olumsuz gözle bakmayanların hemen hemen hepsinin kullandığı kavramlar çoğunlukla “devrim”, “ihtilal”, “inkılâp”, bunlara nazaran daha az kullanılan kavram da “müdahale”dir. Darbe istisna olarak yine de ihtilal manasında kullanılmaktadır. Ancak 27 Mayıs’a taraftar olmakla birlikte Milli Birlik Komitesi’nin (MBK) icraatlarına duydukları tepki sebebiyle “darbe” kavramına olumsuz bir anlam yüklendiği de görülmektedir. Mesela Prof. Reşat Kaynar’ın üniversitede tasfiye kararı sebebiyle yayınladığı 
kitabının adı “ Üniversiteye Darbe ”dir. 

27 Mayıs’ın mağdurlarının ve bu harekete olumlu yaklaşmayanların kullandığı kavramlar ise başta “darbe” olmak üzere “fiili durum”, “hükümet darbesi” gibi kavramlardır. Uğur Mumcu’ya göre “27 Mayıs da yine bir İttihatçılık ruhuyla yapılmıştır ve yine aynı siyasal çizgidedir”.285. 

Darbe aktörleri ve destekçileri esas itibariyle “ihtilal”, “inkılap”, “devrim” ve “müdahale” kavramlarını tercih etmektedirler. Bilhassa Komisyonunun dinlediği MBK üyeleri “darbe” kavramına itiraz etmiş, gerçekleştirdikleri hareketin “darbe” olarak tanımlanmasına itirazda bulunarak “ihtilal”, “devrim” ya da “müdahale” 
kavramlarının kullanılmasını tercih ve hatta tavsiye etmişlerdir. 

MBK üyesi Sami Küçük: “27 Mayıs bir askeri müdahaledir. Sonradan getirdiği anayasa ilkeleriyle, bir darbeden çıkmış, bir ihtilal hüviyetine bürünmüştür” 
diyerek darbe ve ihtilal arasında bir ayrım yapmaya çalışmaktadır.286 

Mümtaz Soysal “Bürokrasinin temsil ettiği Kemalist yaklaşımı ikinci plana atmak isteyen bir iktidar karşısında, memur, öğrenci ve asker bütünleşmesi 
27 Mayıs’a bir bürokratik hareket niteliğini veriyor” diyerek darbenin “bürokratik” yönüne dikkat çekmektedir.287 

27 Mayıs’ın aktörlerinden ve 14’ler olarak tasfiye edilen MBK üyelerinden Orhan Erkanlı, “27 Mayıs yalnız DP iktidarını yıkan ve yeni bir anayasa düzeni kuran bir hareket olarak değil, Türk Silahlı Kuvvetlerini politikaya sokan, sık sık sivil idareye müdahale arzu ve geleneğini yaratan bir olay olarak da incelenmelidir” 
demektedir.288 


285 Bedri Baykam, 27 Mayıs İlk Aşkımızdı, Ankara, Ümit Yayıncılık, 1994, s.230. 
286 Baykam, 27 Mayıs İlk Aşkımızdı, s.193. 
287 Baykam, 27 Mayıs İlk Aşkımızdı, s.278. Mümtaz Soysal, 1950 seçimlerinin kendilerine “bir çeşit Kemalist bürokrasiye 
karşı bir hareket olarak gözük”tüğünü söyleyerek “dilin eski dile dönüştürülmesi, ya da ezanın Arapça okunması bir çeşit 
irticanın belirmesi gibi şeyler oldu”diye ilave eder. Baykam, 27 Mayıs İlk Aşkımızdı, s.272–273. 
288 Orhan Erkanlı, Anılar… Sorunlar… Sorumlular, İstanbul, Baha Matbaası, 1972, s.3.



Numan EsinDevrim ” kavramını tercih etmiştir: 

Biz kendimizi darbeci olarak değil, 27 Mayıs devrimcisi olarak görüyoruz. Biz 
halktan kopuk, halka karşı bir hareket içinde asla bulunmadık. Biz, demokrat 
insanlardık. 27 Mayıs devrimcilerinin büyük çoğunluğu, belki hepsi demokrat 
insanlardır. Demokrasi özlemini öne koymuşlardır… Biz, halkla bütünleşmeye 
halkı ikna ederek, ihtilal meclisinin dinamizmi içerisinde bir devrim yaratmaya 
çalışmışızdır… İhtilal deyin şuna. Darbe lafını sevmiyorum. Ya Millî Birlik 
hareketi diyeceksiniz, ya 27 Mayıs ihtilali.289 

Komisyonun bilgisine başvurduğu isimlerden Talat Turhan görüşme esnasında: 
Ben zaten “darbe” demiyorum, “devrim” diyorum çünkü etimolojik olarak 
baktığımız vakit, devrimin tarifi “ani bir değişim” demektir. O ani değişim oldu 
çünkü bir parlamentoyu olduğu gibi kaldıran bir hareket, devrimdir. Artı, yüzde 
62 kamuoyu desteğiyle bir Anayasa çıktı, 61 Anayasası. Ki o zamanki anayasa 
profesörlerinin kitaplarını okursak, hatta dünyadaki bütün kitapları okumuşsak, 
hatta bu konuda çok yetkin bir kitap var, Christian Rumpf’un Almanca bir 
doktora tezi var. Orada Türkiye’de gelmiş geçmiş, hatta dünyada gelmiş geçmiş 
en iyi anayasa olarak 61 Anayasası gösterilir. Şeklinde görüş beyan etmiştir.290 

MBK üyelerinden Suphi Gürsoytrak’a göre 27 Mayıs bir halk hareketidir.291 MBK üyelerinden Haydar Tunçkanat 27 Mayıs’ın sebep ve mahiyeti hakkında izahta bulunurken ihtilal kavramını kullanmaktadır. “27 Mayıs İhtilali, diktaya ve keyfi idareye karşı insan haklarına dayalı, Batı anlamında demokratik, laik bir hukuk devletini bütün müesseseleriyle kurmak için yapılmıştır.”292 

Komisyonun dinlediği isimlerden biri olan MBK üyesi Mustafa Kaplan ise Komisyonun “darbe” tabirini kullanarak sorduğu bir soruya “Şimdi Sayın Vekilim, vallahi ben darbeyi bilmiyorum. Benim bildiğim darbe, sanatkârların tahtayı şey yapan, bir vurguyla çalışamazsa ona gelip keserle iki, üç tane güçlü vurmada bulunması bir darbedir ama…” diye cevap vermiştir. İhtilal nedir, sorusuna verdiği cevap ise “müdahale” şeklinde olmuştur.293 

27 Mayıs ile ilgili en ilginç kavramı kullanan ise MBK üyesi Kamil Karavelioğlu’dur. Yazdığı hatıratının başlığını “Bir Devrim İki Darbe” olarak takdir eden Karavelioğlu 27 Mayıs için “devrim” ve “ihtilal” kavramları yanında “karşı darbe” tabirini de kullanmaktadır: “Aslında 27 Mayıs ihtilâli var olan rejime bir darbe değildir ki; ortadan kaldırılan ve parti rejimine dönüşen bir devleti yeniden ihya etmek amacındadır. Özeti: Darbe değil; karşı darbedir. 
27 Mayıs günlerinde devletten ne kalmıştı?... DP’li liderlerin saltanatına son verilmiştir. ‘Siz isterseniz saltanatı bile ihya edebilirsiniz’ zihniyetinin uygulamasına son verilmiştir.”294 


289 Numan Esin’in 26 Haziran 2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı 
290 Talat Turhan’ın 26 Haziran 2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı 
291 Baykam, 27 Mayıs İlk Aşkımızdı, s.118; Suphi Gürsoytrak, “27 Mayıs Bir Halk Hareketidir”, Tarih ve Toplum, sayı:125. 
292 Haydar Tunçkanat, 27 Mayıs 1960 Devrimi (Diktadan Demokrasiye), İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1996, s.461. 
293 Mustafa Kaplan’ın 26 Haziran 2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı. 
294 Kamil Karavelioğlu, Bir Devrim İki Darbe (27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül), İstanbul: Gürer Yayınları, 2007, s.171. 


Yassıada Adalet Divanı tarafından idama mahkûm edilen ancak cezası MBK tarafından ömür boyu hapse tahvil edilen Cumhurbaşkanı Celal Bayar 27 Mayıs’ı “fiili bir durum” olarak tanımlamaktadır.295 Buna rağmen DP’liler de zaman zaman ihtilal tabirini kullanmaktadırlar. 

Ancak onlar ihtilali ya “haksız bir ihtilal” ya da “askerî darbe” anlamında kullanmaktadırlar. Yassıada’da mahkûm olan DP’lilerden Halil İmre haksızlık vurgusuna işaret etmektedir: 

Halksız demokrasiler gibi Halksız ihtilaller de vardır. Ankara ve İstanbul’da, 
birkaç taburda hazırlanan ihtilal ile halk kitlelerinin hiçbir alakası yoktur. Bu 
alakasızlık, ihtilalcilerin de başlıca korkusu olmuştur. Bu yüzden her tarafta ordu 
birlik ve mensupları idareye el koyma, halkı susturma, gerekirse ve gerekenleri 
kamplara alma emri verilmiştir… Ve halkımız, istiklal savaşından beri, silahın, 
ancak düşmana çevrileceğini dedelerinden, babalarından öğrenmişlerdi. 700 
milyona mal olsa bile 7000 subay, çocukluklarından beri hazırlanıp yetiştirildikleri mesleklerinden, bu halksız kalışın korkusu ile uzaklaştırılmışlardı. Ve halk, ancak, silahlar susup, silahlıların, bir kısmının ödülünü alıp, bir kısmının, yaptıkları işin, sona ermiş bir askerî görev anlayışıyla kışlalarına dönüp döndürüldükten sonra siyasî parti kadrolarında olan biteni düşünmeye başlamışlardır.296 Yassıada’da mahkûm olan mülkiye hocası mebus Prof. Dr. Rıfkı Salim Burçak bu durumu net olarak ifade etmektedir: 

Biz 27 Mayıs için bazen hükûmet darbesi, bazı kere de ihtilâl terimini kullandık. 
İhtilâl, genel olarak, halk tarafından gerçekleştirilen bir hareketi ifade ediyor. 
Oysaki 27 Mayıs gerek hazırlanışı ve gerekse uygulanışı bakımından tam anlamı 
ile bir askeri darbe niteliğindedir. Böyle olmakla birlikte, yurdumuzda da, yabancı kaynaklarda da her iki isim birden kullanılmış, Türk fikir ve politika hayatında daha çok ihtilâl terimi üzerinde durulmuştur. Fakat 27 Mayıs’a ister ihtilâl, isterse hükümet darbesi denilsin, önemli olan bu değildir. Önemli olan, 27 Mayıs’ın Türk milletinin tasvibine mazhar olup olmadığı keyfiyetidir. Nitekim, darbeyi yapanlar da böyle düşünmüş olacaklar ki, giriştikleri hareketin halkımızın arzu ve eğilimi doğrultusunda yapılmış olduğu fikrini toplumumuzda yaygın bir hale getirmek istemiş ve ihtilâli Türk milletinin benimsemiş olduğu yolundaki görüşü kabul ettirebilmek için yoğun bir çaba harcamışlardır.297 

“İhtilal” ve “devrim” kavramlarının kullanıldığı yerlerde 27 Mayıs aynı zamanda meşru bir hareket olarak kabul ve takdim edilmekte, hareketin salt bir askerî darbe ya da müdahale olmadığı vurgulanmaya çalışılmaktadır. Suphi Gürsoytrak: “27 Mayıs’ta o gün eğer Türk ordusu duruma hâkim olmasaydı, Romanya’da gördüğümüz gibi halk ayaklanmak üzereydi. Aslında 27 Mayıs karşıtlarının bütün iddialarına rağmen tipik bir halk hareketidir. Gençlik 
başı çekiyordu. Gençliğin öncülüğünü yaptığı, haksızlığa tahammül edemeyen Türk halkının, işçisinin, köylüsünün, aydınlarının verdiği bir savaşın sonucu oluşan bir eylemdir. Ordu buna son safhada katıldı” demektedir.298 

Uğur Mumcu’ya göre “ 27 Mayısın arkasında bir halk hareketi vardır. Halk hareketi de gençlik eliyle sokağa yansımıştır”299. 27 Mayıs öncesi DP’ye muhalif gazetecilerden Hilmi Yavuz ise 27 Mayıs’ın niçin ihtilal olamayacağını 
“gençlik hareketi”dir vurgusuyla şu şekilde ifade etmektedir: 

Ne olursa olsun 27 Mayıs… bir halk ayaklanması değildir. Bu ihtilal değildir. Bir 
‘coup d’eta’dır, kudetadır (darbe). Yalnız görüyoruz ki, bazı kudetalar ne olursa 
olsun çoğu kez değilse bile, zaman zaman arkalarında halk yığınlarının desteğini 
de bulmuştur. 27 Mayıs için böyle bir şey söylenebilir mi? O konuda da çok fazla 
bir şey söylemek istemiyorum. Çünkü çok emin değilim. 27 Mayıs sabahı yaşanan bir şenlikti. İnsanlar sokaklara bir karnaval coşkusuyla çıkmışlardır. Ama bu, o insanların 54-60 arasında, Menderes yönetimine itirazı olan, Menderes yönetimini onaylamayan ve bu yönetimin radikal bir şekilde değişmesini isteyen insanlar olduğu anlamına gelmez. Bizde genellikle böyle bir takım determinist bağlantılar kurulmuştur. ‘Halk sokaklara döküldü. Öyleyse ihtilali, 27 Mayısı destekliyorlardı’. Bence böyle determinist neden- sonuç ilişkileri kurulamaz. Çünkü kitle psikolojisi var. Dolayısıyla 27 Mayıstan önceki Türkiye’ye, halk çoğunluğu düzleminde değil de daha sınırlı bir muhalefet olayı içeriğinden bakmak daha doğru olur.300 

27 Mayıs’ın ne olduğu, ne olmadığı hususunda “Beyaz İhtilal”dir, “bir Kabakçı, bir Patrona isyanı değildir” diyen Dündar Seyhan ise ilginç bir yaklaşım sergilemektedir. Bu hareket fikir getiren, Atatürk’ü dirilten, ihtilal vasfını biraz da hareket ertesi gelişmelerle açığa çıkaran bir konumdadır: 

27 Mayıs’ta koskoca bir vatan yerinden oynadı. Atatürk, Anıt-Kabirden kalkarak bütün haşmetiyle yeniden Türk milletinin başına dikiliyor… 

1960 da Atatürk… Türk milleti, tarihinin hiçbir devrinde bu derece büyük bir ilahî lûtfa erişemedi. Evet, 27 Mayıs ihtilâli, Atatürk’ün 22 yıl sonra dirilerek 
Türkiye’nin kaderini ele alışıydı.301 

Başbakan Adnan Menderes de 27 Mayıs öncesi başta İsmet İnönü, muhaliflerden tarafından da kullanılan “ihtilal” kavramını tercih edenlerdendir. Ancak Menderes, ihtilali, salt iktidara karşı girişilen bir hareket olarak görmemektedir. Hükümete yönelik “halk desteği” ve ihtilale direniş de ihtilalidir: 

İhtilal yalnız iktidara karşı yapılan bir hareket değildir. İhtilal kanunları 
çiğneyenlere, milletin haklarına taarruz ve tecavüz edenlere karşı milletin bir 
kıyamı demektir. Bugün milletin haklarına tecavüz edenler, milletin iradesini yok etmek isteyenler, iktidarda olanlar değil, aksine olarak bugün kendilerinin millet haklarının koruyucusu olduklarını sahte bir eda ile ilan ederek, millet iradesini yok etmeye kıyam etmiş olanlardır. Binaenaleyh, ihtilal onların hakkı değil, milletin ana haklarını çiğnemek isteyenlere, onlara karşı milletçe durmak, bir milletin en tabii hakkı sayılmak icap eder. İhtilalin ne demek olduğunu bu sözde ihtilalciler elbette anlamakta gecikmeyeceklerdir.302 

Ancak Menderes’in anladığı anlamda bir ihtilal vuku bulmamış, darbeye / ihtilale karşı direniş şeklinde bir ihtilale tesadüf edilmemiştir. 

BÖLÜM DİPNOTLARI,

285 Bedri Baykam, 27 Mayıs İlk Aşkımızdı, Ankara, Ümit Yayıncılık, 1994, s.230.
286 Baykam, 27 Mayıs İlk Aşkımızdı, s.193.
287 Baykam, 27 Mayıs İlk Aşkımızdı, s.278. Mümtaz Soysal, 1950 seçimlerinin kendilerine “bir çeşit Kemalist bürokrasiyekarşı bir hareket olarak gözük”tüğünü söyleyerek “dilin eski dile dönüştürülmesi, ya da ezanın Arapça okunması bir çeşitirticanın belirmesi gibi şeyler oldu”diye ilave eder. Baykam, 27 Mayıs İlk Aşkımızdı, s.272–273.

288 Orhan Erkanlı, Anılar… Sorunlar… Sorumlular, İstanbul, Baha Matbaası, 1972, s.3.
289 Numan Esin’in 26 Haziran 2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı
290 Talat Turhan’ın 26 Haziran 2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı
291 Baykam, 27 Mayıs İlk Aşkımızdı, s.118; Suphi Gürsoytrak, “27 Mayıs Bir Halk Hareketidir”, Tarih ve Toplum, sayı:125.
292 Haydar Tunçkanat, 27 Mayıs 1960 Devrimi (Diktadan Demokrasiye), İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1996, s.461.
293 Mustafa Kaplan’ın 26 Haziran 2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı.

294 Kamil Karavelioğlu, Bir Devrim İki Darbe (27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül), İstanbul: Gürer Yayınları, 2007, s.171.
295 Celâl Bayar, (Anlatan), Başvekilim Menderes, Der. İsmet Bozdağ, İstanbul: Tercüman Yayınları, 1986, s. 13.
296 Halil İmre, Bir Ömür Üç Kitap (Çocukluğum, Yoluma Çıkan Politika,27 Mayıs 1960–27 Kasım 1964), Ankara: Ayyıldız
Matbaası, 1976, s.286–287.
297 Rıfkı Salim Burçak, Yassıada ve Öncesi, Ankara: Çam Matbaası, 1976, s.9.
298 Baykam, 27 Mayıs İlk Aşkımızdı, s.118; Suphi Gürsoytrak, “27 Mayıs Bir Halk Hareketidir”, Tarih ve Toplum, sayı:125.

299 Baykam, 27 Mayıs İlk Aşkımızdı, s.230.
300 Baykam, 27 Mayıs İlk Aşkımızdı, s.325. Hilmi Yavuz, 27 Mayıs için “halk hareketi olduğunu kesinlikle söyleyemem. Ama bunun bir gençlik hareketi olduğu rahatlıkla söylenebilir” demektedir. Baykam, 27 Mayıs İlk Aşkımızdı, s.330.
301 Dündar Seyhan, Gölgedeki Adam, İstanbul, Nurettin Uycan Matbaası, 1966, s.78–80.
302 27.5.1960 tarihli Havadis gazetesinden aktaran: Hasan Halis Sungur, Anayasayı İhlal Suçları, İstanbul: İstanbul Matbaası, 1961, s.167.



***

22 Ekim 2016 Cumartesi

DARBELERDEN SONRA ?




DARBELERDEN SONRA ?


Darbelerden ve muhtıralardan sonra ülkemizde  neler oluyor ?
         Bu tarihi olguya bir bakalım:1960 yılında Cemal Gürsel paşa tarafından verilen ilk muhtıradan sonra; muhtıralar ve darbeler gelenek halini aldı: bir muhtıra başka bir muhtırayı, bir darbe başka bir darbeyi davet etti !
 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra askerler arasında görüş ayrılığı ya da erk paylaşımından dolayı çıkan ihtilaflar sonucu; askerler kendi içlerinde de muhtıra olayını devam ettirdiler… Darbelere teşebbüs ettiler... 1960-1975 yılları arasında darbe ve muhtıracıların bölünmeyi  yoğun bir şekilde yaşadıklarını görmekteyiz; ordu içinde; birlikler, komiteler, gruplar teşekkül ediyordu…
27 Mayıs ihtilalini yapan kadro’nun içinde bulunan Numan Esin ihtilal sonrasının şaşkınlığını ve ihtilalciler arasında bulunmayan düşünce birliğini çok güzel anlatır: “İhtilali yapan arkadaşların kafasında bir görüş birliği yoktu. Olmadığı için bunu tartışmaktan kaçınmışlardı. Örneğin Türkeş daha sistemli, daha kalıcı bir model önerirken, Sami Küçük ‘bu askeri diktatörlük olur’ diye kaçmıştır.”(Numan Esin,Devrim ve Demokrasi,Bir 27 Mayısçının Anıları,Doğan Kitap 2005 İst.

 13 Kasım 1960 tarihinde  14 ler”in ekarte edilmesinden sonra askerler arasında ki gruplaşmalar 12 Mart muhtırasını getirdi.12 Mart muhtırası arifesinde 9 Martçılar ve sonrasında da yine komiteler teşekkül ediyordu. Muhtıracı paşalardan Muhsin Batur “… Silahlı Kuvvetler; Doğan Avcıoğlu   grubu ile siyasete bulaştı ve ikiye bölündü.” diyor.
 Darbe ve muhtıralardan sonra ne yapacaklarını bilemeyen darbeci veya muhtıracı askerler; çözümü sivillerin “telkin, aşılama ve yönlendirme”lerinde buldular: bu da, onları yanlış yapmaya  götürdü.
 Ayrıca darbelerden ve muhtıralardan sonra devletin birimlerine yerleştirilen “asker yöneticiler/muazzaf veya emekli” hem devlet çarkını hem de ekonomiyi çok zor durumlara sokmuşlardır; yatırımları durdurulmuş, grev ve lokavtlar yasaklanarak enflasyonu aşağı çekmenin ve sosyal çalkantıların (yürüyüşler, protestolar, iş bırakmalar vb..) “ekonomide başarı” olduğuna inanmışlardır. Ancak birçok gazeteci ve siyaset adamı askerler gibi düşünmüyor: Mehmet Barlas “Her askeri müdahalenin ülke ekonomisini, hukukunu, sosyo-politik yapısını ne büyük açmazlara sürüklediğini yaşayarak gördüm.” diyor.
 Muhtıra ve darbelerin ülkeye verdiği zararı aradan yıllar geçtikten sonra; kendileri de kabul etmişlerdir: bir muhtıra verip, bir de darbe yapan Kenan Evren anılarında “27 Mayıs 1960 müdahalesi ile 12 Mart müdahalesinin yurdumuza ve özellikle Silahlı Kuvvetlerimize verdiği maddi ve manevi zararları görmüş ve içinde yaşamıştım. Tekrar böyle bir durumla karşı karşıya kalmamamızı gönülden temenni ediyorum” diyerek darbelerin verdiği zararı ikrar ederken, kendi darbelerinde başarıya ulaşıp ulaşamayacakları konusunda tereddütlüdür.
 Murat Belge ise darbelerin sonuçlarını şöyle yorumluyor: “27 mayıs 1960 darbesi, Ulusal devletin temel ilkelerine karşı uygulamaları giderek yoğunlaştıran DP iktidarına karşı, silahlı kuvvetler içindeki bir grubun , Kemalist kaygılarla harekete geçerek yönetime el koymasından ibaretti. Ne ki bu çerçevede başlayan hareket kendi iradesi dışında (Ulusal devleti bir erozyon sürecine sokacak olan) liberal bir anayasa yapmaya sürükleniyordu. Böylece Kemalist ilkeleri yeniden güçlendirmek ve yüceltmek vaadiyle gelen subaylar, her vesileyle Ulusal Devletin karşısında yer alan Liberal odakların kullanacağı unsurlara hareket serbestisi kazandıran bir anayasa yaparak kışlasına çekili yordu… 

Her darbe ise Kemalist olduğu iddiasındaki subayların Ulusal Devletten ödün vermesiyle sonuçlandı.

 Buna mukabil 27 Mayıs İhtilalinden sonra “demokratik hak ve hürriyetlerde” kısmen de olsa batı ölçülerine yaklaşan hukuk ortamı yaratılmaya çalışıldı… Demokrat Parti döneminde liberalleşmenin aksine merkeziyetçi ve devletçi yapıya dönüş yaşandı. Komünist ülkelerde başarı ile uygulanan ‘planlı dönemlere’ adım atıldı. Çalışanların örgütsel ağırlıkları, katılımcılığa dönüştü.
 12 Mart Muhtırası ise birçok hakları geri aldı, bazı hakların işleyişi durduruldu, anayasadaki değişiklikler ile 27 Mayıs İhtilalinin hukuk anlayışı delinmiş oldu.
 12 Eylül darbesinden sonra da iktidara gelen askerler yine kazanılmış haklar üzerine “şal örttüler”.
 Özal dönemi Türkiye’de köşe taşlarının yerinden oynadığı yıllardı: dizginlenemeyen bir liberalizim /kendinden menkul / anlayışı; toplum yapısında etik değerlerin yerine, cazibe ile ekonomik konfor ve tüketim değerlerini geçirdi. Bunun neticesi olarak da bize özgü bir tüketim toplumu yaratıldı. Daha beş yıl öncesine kadar bazı değerleri kutsal olarak kabul eden bir toplum; beş yıl sonra sorgulayarak terk ediyor ve bu değerleri “Çağdışı” olarak nitelendirebiliyordu… Belki de, asker-ordu böyle bir süreci aklının ucundan bile geçirmemişti ama kendi dünyalarının dışındakilerin telkinleri ile kurdukları sistem ve gözetimlerindeki yönetimler bu tabloyu çizmeye başlamışlardı…
 Askerin içine sinmese de kabullenmek zorunda kalmıştı !...
 Gülay Göktürk, Dünden Bugüne Tercüman gazetesinde /4 mart 2004/ “Darbe olmasaydı ne olacaktı ?” başlıklı yazısının başında şunları yazıyordu “ Türkiyede her darbeden sonra o darbelere çeşitli faydalar atfedenler olmuştur. Bunların kimisi vicdanı rahatlatmak içindir; zamanında darbe kışkırtıcılığı yapmış olanların kendi pozisyonlarını aklama gayretidir. Kimisi de, süreçleri görememekten, o süreçler darbeyle kesintiye uğramasaydı olayların nasıl gelişeceğini tahlil edememekten kaynaklanır. Darbe oldu, böyle oldu”
Darbelerin hikayesi ayrı bir kitap konusu!