Doğan Avcıoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Doğan Avcıoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Kasım 2018 Çarşamba

ATATÜRKÇÜ DEYİP DURUYORUZ, PEKİ KİM BU ATATÜRKÇÜLER?

ATATÜRKÇÜ DEYİP DURUYORUZ, PEKİ KİM BU ATATÜRKÇÜLER?



Prof. Dr. Cihan Dura,
03-11-2018
ATATÜRKÇÜ DEYİP DURUYORUZ, PEKİ KİM BU ATATÜRKÇÜLER?
Bilimsel yaklaşım analiz ister, sınıflama ister. Yani gerçekliğini keşfedeceğimiz olgunun özüne girmek, yapısını görmek, oluşturucu ögelerini belirlemek, bunlar arasındaki sırayı, düzeni, ilişkileri görmek gerekir. Ancak böyle yapılırsa, nasıl bir olgu ile karşı karşıya bulunduğumuzu anlayabiliriz. Bu yaklaşımı en güzel ifade edenlerden en ummadığımız biri, Gazali, bakın ne demiş: Cevizi kırıp içine bakmayan, tamamını kabuk sanır.
Bu kural her alanda olduğu gibi “Atatürkçü” kavramı için de geçerlidir. Çünkü “Atatürkçü” dediğimiz kişilerin de, en mütevazısından en yetişmiş olanına, türleri, kategorileri vardır. Böyle hep genel bir terimle, “Atatürkçü” terimiyle yetinmek gerçekleri gizler; araştırma, eylem ve politika alanını daraltır. Bilimsel yaklaşım ise bize bir çözümleme, bir sınıflama yapmaya davet eder. Okuduğunuz yazının amacı budur, Atatürkçüleri kendi aralarında sınıflandırmaktır.
Ancak böyle bir denemeye girişmeden önce, konumuz açısından önemli olan bir kavram hakkında açıklama yapmamız gerekiyor; bu kavram ortak düşünme sistemidir.
Atatürkçülerin ortak bir düşünme zemini, bir düşünme sistemi olmalıdır. Atatürkçülerin “ortak düşünme sistemi” deyince ne anlaşılır, bu sistem nasıl öğrenilir? Bizim düşünme sistemimiz Atatürkçü Öğreti’dir, kısaca Ataöğreti’dir. Bu sistemi öğrenmek için, çok kitap okumak gerekir. Cumhuriyetimiz ve Atatürk üzerine çok daha fazla yapıt okumalıdır. Şu şartla ki, okuma sistemli, bir sıra ve düzen çerçevesinde yapılmalıdır.  Gelişigüzel, dereden tepeden okuyup bilgi biriktirme verimli olmaz.
Peki, kimlerin kitaplarını okuyacağız? Aklıma şu anda geliveren kimi yazarların adlarını vereyim, kuşkusuz başka yazarlar da var: Sina Akşin, Falih R. Atay, Banu Avar, Doğan Avcıoğlu, Metin Aydoğan, Necip Hablemitoğlu, Attila İlhan, Ceyhun A. Kansu, Ahmet T. Kışlalı, Sinan Meydan, Uğur Mumcu, Cengiz Özakıncı, Turgut Özakman, Mustafa Yıldırım… Bu ve diğer Atatürkçü yazarlarımızın kitaplarını sindire sindire okurken, bir yandan da, Atatürk’ün değişik alanlardaki fikir ve görüşlerine en kısa yoldan, sistemli olarak ulaşmak elbette mantıklı bir seçenektir. Bu takdirde, ATANAME iyi bir seçenektir.
Ancak bu faaliyet sırasında “münzevi” değil, “sosyal Atatürkçü” olmak gerekiyor. Bunun anlamı şudur: Asla yalnız olmayacaksın, arkadaşlarınla bir araya gelecek, gruplar, ekipler kuracaksın. Dayanışma, işbölümü ve birlik içinde hem kendini hem başkalarını yetiştireceksin. Çünkü ancak ortak düşünenler ki, bir araya gelir, birlik olur. Böylece hem Atatürk’ün birinci emelini, millî birliği gerçekleştirmiş olurlar, hem de birbirlerini yetiştirir, fikir üretir, büyük işler yaparlar.
Bu gerekli açıklamayı yaptıktan sonra, şimdi asıl konumuza geçebiliriz. Atatürkçüleri bir sınıflamaya tabi tutacağız. Benim önerim şöyledir:
- Yalancı Atatürkçü
- Gerçek Atatürkçü
 - Amatör Atatürkçü
 - Öğrenen Atatürkçü
 - İşçimen Atatürkçü
 - Halk dostu ve eğitmen Atatürkçü
 - Ergin Atatürkçü
 - Öncü ve kurmay Atatürkçü.

1) YALANCI ATATÜRKÇÜ
Önce eğriyi doğrudan ayıralım. Yalancı Atatürkçülerden Atatürkçü görünüp Atatürkçülüğü kendi veya çevresinin çıkarları için kullanan kişiler vardır. Bunlar sahte Atatürkçülerdir.
Halkını hâkir gören, halkı dışlayan, kulaktan dolma bilgiyle kendini Atatürkçü sanan kişiler ise sözde Atatürkçülerdir. Sözde Atatürkçü kendi kafasına göre, dağarcığındaki hazır bayat bilgiyi tekrarlar veya ona göre sonuçlar çıkarır, gelişigüzel konuşur ve yazar. Ona sormak gerekir: Mademki kafana göre, aklına geldiği gibi davranacaksın, o zaman neden “ben Atatürkçüyüm” diyorsun? Atatürk’ün görüşlerinden, hedeflerinden habersizsin. Yıllardır değişmeyen, kıt bilgi dağarcığınla, birkaç basmakalıp slogan ve davranışla yetiniyorsun, zamanını bomboş geçiriyorsun. Hayır, bu şekilde Atatürkçü olunmaz. Eğer gerçekten Atatürkçü isen, önce Büyük Önder’in ortaya koyduğu fikir sistemini öğrenmek, ona göre düşünmek, duyumsamak, iş yapmak zorundasın. Aksi halde -dediğim gibi- sen sözde, yüzeysel bir Atatürkçüsün.
2) GERÇEK ATATÜRKÇÜ
Gerçek Atatürkçüler en sadesinden en mükemmeline doğru, altı grupta toplanabilir.
a) Amatör Atatürkçü
Amatör Atatürkçü, adı üzerinde, Atatürk’ü bir hevesli olarak benimseyen kişidir. O sadece bir “taraftar”dır, bazıları bir “amigo” gibidir. Ona taraftar Atatürkçü de diyebiliriz.
Amatör Atatürkçü Büyük Önder’i, milletimizi genellikle lafla seven, fakat iş yapmayan biridir. Atatürk’ü tutar, ona saygı duyar; Cumhuriyetimize bağlıdır. Ancak, bu alanlardaki kültür düzeyi sığdır. Kendini yetiştirmemiştir, bazıları yetiştirmez de. Söylediği, yazıp çizdiği yavandır, hep aynı şeylerdir. Atatürkçe düşünemez, iş yapamaz. Mücadeleci değildir, olsa da üstünkörüdür. Birtakım basit eleştiri ve karşı çıkışlarla, mücadele verdiğini sanır. Çevresini etkileyemez. Diğer Atatürkçülerle bir araya gelemez. Atatürkçülerin “Ortak Düşünme Sistemi”nden habersizdir.
Acı olan şudur ki, “Atatürkçüyüm” diyenlerin büyük çoğunluğu amatör Atatürkçüdür. Rozetle, bayrakla, fotoğraf ve bayat sloganlarla yetinirler. Bununla birlikte, ne mutlu ki, içlerinde gelişme istidadı gösterenler de vardır. Aralarından öğrenen, işçimen ve eğitmen Atatürkçüler, bu sonunculardan da öncü Atatürkçüler yetişebilir.
b) Öğrenen Atatürkçü
Öğrenen Atatürkçüler Atatürk’ü ve Cumhuriyeti sevmekle, devrimleri savunmakla yetinmezler; aynı zamanda Atatürkçülüğü, Ataöğreti’yi öğrenmeye çalışırlar. Bildikleriyle yetinmez, Atatürkçülükle ilgili bilgilerini sürekli artırır, derinleştirirler. Faaliyetleri sistemli, düzenli ve ortaklaşadır.
c) İşçimen Atatürkçü
Öğrenen Atatürkçülerden bazıları zamanla işçimen Atatürkçü olur. İşçimen Atatürkçülerin, “öğrenen Atatürkçüler”den başlıca farkı iş yapmalarıdır, öğrendiklerini gerektiği her zaman uygulamaya koyarlar. Çalışkan, dinamik ve örgüt-severdirler. Atatürk’e ve Cumhuriyetimize yönelik saldırılara karşı çıkar, donanımlı olmaya çalışırlar. Bu alanda çevrelerini aydınlatırlar. Gerçeksever, gerçeği her ortamda ortaya koyan Atatürkçülerdir. Gerçekleri iyice öğrenip çevrelerine sürekli yayarlar.
d) Halk Dostu – Eğitmen Atatürkçü
Kimi Atatürkçüler de Halk Dostu Atatürkçülerdir. Halkını gerçekten seven, ona faydalı olmaya çalışan, Atatürkçülük yolunda iş yapan kişilerdir. Halk dostu Atatürkçüler yalnız bilgi sahibi olmayıp, aynı zamanda halka erişme, onunla kaynaşma eğilim ve yeteneğine sahiptirler. Onlara “eğitmen Atatürkçüler” de diyebiliriz. Halkla kaynaşan, onu anlamaya, ona bilgi götürüp aydınlatmaya, halktan esinlenmeye çalışan her kişi, eğitmen Atatürkçüdür. 
Öğrenen ve işçimen Atatürkçüleri “eğitmen Atatürkçü” olma yönünde teşvik etmek, özendirmek gerekir.
e) Ergin Atatürkçü
Bir yurttaşın düşünce, duygu ve davranışlarının oluşmasında “değerler”in çok büyük payı vardır. Değerler; bireyin nesneler, durum ve hareketler, fikir ve görüşler hakkındaki olumlu veya olumsuz yargılarını oluşturan kavramlardır. Atatürkçü düşüncenin de bağımsızlık, birlik, özgürlük, hak ve hukuk, dayanışma, değişim, akılcılık, gerçek, bilim, sosyal ahlak, çalışma gibi kavramlarla ilgili değerleri vardır. Bu değerleri bilmeyen, öğrenmeyen, benimsemeyen, düşünme, karakter ve eyleminin bir parçası haline getirmeyen, bu yönde gayret göstermeyenler gerçek Atatürkçü olamazlar. Bu ve benzeri değerlerle bütünleşmiş olanlar ise, ergin Atatürkçülerdir.  Öğrenen Atatürkçülerden bazıları, zamanla olgunlaşarak “ergin Atatürkçü” olurlar. Ergin “olgun, olgunlaşmış, kemale ermiş” demektir.
f) Öncü ve Kurmay Atatürkçü
Öncü Atatürkçü; Atatürk’ün görüşlerini çok iyi bilen, aynı zamanda onlara kolayca ulaşabilen, işleyen, kullanabilen, çevresine anlatıp yayabilen kimsedir. Türkiye bir sorunla mı karşılaştı, bir değerlendirme, bir çözüm önerisi mi gerekiyor? Öncü Atatürkçü derhal Atatürk’ün görüşlerine başvurur, onların ve kendi aklının ışığında konuyu irdeler, açıklar, çıkış yolu arar. Fikir oluşturur ve yayar, öğüt ve tavsiyelerde bulunur, iş yapar.
Öncü Atatürkçü yurtsever, bilinçli ve yol göstericidir. Sistemli düşünür, Atatürkçü düşünce sistemini başkalarına kolayca aktarabilir. Yurttaşlarını Atatürkçü Öğreti yolunda yetiştirip harekete geçirebilir. Öncü Atatürkçülerden en üst düzeyde, lider konumunda olanlar ise kurmay Atatürkçülerdir.
* * *
Bu denemeden şu iki sonuca ulaşıyorum:
-Atatürk’ün ve Cumhuriyetimizin asıl büyük düşmanı, en çok zararlı olanları bence yalancı Atatürkçülerdir. Gerçek Atatürkçüler bunu böyle bilmeli, yalancı Atatürkçülere karşı daima uyanık ve sak olmalıdır. Onları teşhis etmeyi görev bilmeli, halkımıza tanıtmalı ve onlara karşı yurttaşlarımızın uyanık olmalarını sağlamalıdır.
-Gerçek Atatürkçüler; en sadesinden başlayarak Atatürkçü olma yolunda her zaman daha ileri bir aşamaya ulaşmayı kendilerine baş hedef olarak belirlemelidir. Başka bir deyişle bir amatör Atatürkçünün gönlünde bir gün kurmay Atatürkçü olma hedefi bulunmalıdır.

22 Ekim 2016 Cumartesi

DARBELERDEN SONRA ?




DARBELERDEN SONRA ?


Darbelerden ve muhtıralardan sonra ülkemizde  neler oluyor ?
         Bu tarihi olguya bir bakalım:1960 yılında Cemal Gürsel paşa tarafından verilen ilk muhtıradan sonra; muhtıralar ve darbeler gelenek halini aldı: bir muhtıra başka bir muhtırayı, bir darbe başka bir darbeyi davet etti !
 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra askerler arasında görüş ayrılığı ya da erk paylaşımından dolayı çıkan ihtilaflar sonucu; askerler kendi içlerinde de muhtıra olayını devam ettirdiler… Darbelere teşebbüs ettiler... 1960-1975 yılları arasında darbe ve muhtıracıların bölünmeyi  yoğun bir şekilde yaşadıklarını görmekteyiz; ordu içinde; birlikler, komiteler, gruplar teşekkül ediyordu…
27 Mayıs ihtilalini yapan kadro’nun içinde bulunan Numan Esin ihtilal sonrasının şaşkınlığını ve ihtilalciler arasında bulunmayan düşünce birliğini çok güzel anlatır: “İhtilali yapan arkadaşların kafasında bir görüş birliği yoktu. Olmadığı için bunu tartışmaktan kaçınmışlardı. Örneğin Türkeş daha sistemli, daha kalıcı bir model önerirken, Sami Küçük ‘bu askeri diktatörlük olur’ diye kaçmıştır.”(Numan Esin,Devrim ve Demokrasi,Bir 27 Mayısçının Anıları,Doğan Kitap 2005 İst.

 13 Kasım 1960 tarihinde  14 ler”in ekarte edilmesinden sonra askerler arasında ki gruplaşmalar 12 Mart muhtırasını getirdi.12 Mart muhtırası arifesinde 9 Martçılar ve sonrasında da yine komiteler teşekkül ediyordu. Muhtıracı paşalardan Muhsin Batur “… Silahlı Kuvvetler; Doğan Avcıoğlu   grubu ile siyasete bulaştı ve ikiye bölündü.” diyor.
 Darbe ve muhtıralardan sonra ne yapacaklarını bilemeyen darbeci veya muhtıracı askerler; çözümü sivillerin “telkin, aşılama ve yönlendirme”lerinde buldular: bu da, onları yanlış yapmaya  götürdü.
 Ayrıca darbelerden ve muhtıralardan sonra devletin birimlerine yerleştirilen “asker yöneticiler/muazzaf veya emekli” hem devlet çarkını hem de ekonomiyi çok zor durumlara sokmuşlardır; yatırımları durdurulmuş, grev ve lokavtlar yasaklanarak enflasyonu aşağı çekmenin ve sosyal çalkantıların (yürüyüşler, protestolar, iş bırakmalar vb..) “ekonomide başarı” olduğuna inanmışlardır. Ancak birçok gazeteci ve siyaset adamı askerler gibi düşünmüyor: Mehmet Barlas “Her askeri müdahalenin ülke ekonomisini, hukukunu, sosyo-politik yapısını ne büyük açmazlara sürüklediğini yaşayarak gördüm.” diyor.
 Muhtıra ve darbelerin ülkeye verdiği zararı aradan yıllar geçtikten sonra; kendileri de kabul etmişlerdir: bir muhtıra verip, bir de darbe yapan Kenan Evren anılarında “27 Mayıs 1960 müdahalesi ile 12 Mart müdahalesinin yurdumuza ve özellikle Silahlı Kuvvetlerimize verdiği maddi ve manevi zararları görmüş ve içinde yaşamıştım. Tekrar böyle bir durumla karşı karşıya kalmamamızı gönülden temenni ediyorum” diyerek darbelerin verdiği zararı ikrar ederken, kendi darbelerinde başarıya ulaşıp ulaşamayacakları konusunda tereddütlüdür.
 Murat Belge ise darbelerin sonuçlarını şöyle yorumluyor: “27 mayıs 1960 darbesi, Ulusal devletin temel ilkelerine karşı uygulamaları giderek yoğunlaştıran DP iktidarına karşı, silahlı kuvvetler içindeki bir grubun , Kemalist kaygılarla harekete geçerek yönetime el koymasından ibaretti. Ne ki bu çerçevede başlayan hareket kendi iradesi dışında (Ulusal devleti bir erozyon sürecine sokacak olan) liberal bir anayasa yapmaya sürükleniyordu. Böylece Kemalist ilkeleri yeniden güçlendirmek ve yüceltmek vaadiyle gelen subaylar, her vesileyle Ulusal Devletin karşısında yer alan Liberal odakların kullanacağı unsurlara hareket serbestisi kazandıran bir anayasa yaparak kışlasına çekili yordu… 

Her darbe ise Kemalist olduğu iddiasındaki subayların Ulusal Devletten ödün vermesiyle sonuçlandı.

 Buna mukabil 27 Mayıs İhtilalinden sonra “demokratik hak ve hürriyetlerde” kısmen de olsa batı ölçülerine yaklaşan hukuk ortamı yaratılmaya çalışıldı… Demokrat Parti döneminde liberalleşmenin aksine merkeziyetçi ve devletçi yapıya dönüş yaşandı. Komünist ülkelerde başarı ile uygulanan ‘planlı dönemlere’ adım atıldı. Çalışanların örgütsel ağırlıkları, katılımcılığa dönüştü.
 12 Mart Muhtırası ise birçok hakları geri aldı, bazı hakların işleyişi durduruldu, anayasadaki değişiklikler ile 27 Mayıs İhtilalinin hukuk anlayışı delinmiş oldu.
 12 Eylül darbesinden sonra da iktidara gelen askerler yine kazanılmış haklar üzerine “şal örttüler”.
 Özal dönemi Türkiye’de köşe taşlarının yerinden oynadığı yıllardı: dizginlenemeyen bir liberalizim /kendinden menkul / anlayışı; toplum yapısında etik değerlerin yerine, cazibe ile ekonomik konfor ve tüketim değerlerini geçirdi. Bunun neticesi olarak da bize özgü bir tüketim toplumu yaratıldı. Daha beş yıl öncesine kadar bazı değerleri kutsal olarak kabul eden bir toplum; beş yıl sonra sorgulayarak terk ediyor ve bu değerleri “Çağdışı” olarak nitelendirebiliyordu… Belki de, asker-ordu böyle bir süreci aklının ucundan bile geçirmemişti ama kendi dünyalarının dışındakilerin telkinleri ile kurdukları sistem ve gözetimlerindeki yönetimler bu tabloyu çizmeye başlamışlardı…
 Askerin içine sinmese de kabullenmek zorunda kalmıştı !...
 Gülay Göktürk, Dünden Bugüne Tercüman gazetesinde /4 mart 2004/ “Darbe olmasaydı ne olacaktı ?” başlıklı yazısının başında şunları yazıyordu “ Türkiyede her darbeden sonra o darbelere çeşitli faydalar atfedenler olmuştur. Bunların kimisi vicdanı rahatlatmak içindir; zamanında darbe kışkırtıcılığı yapmış olanların kendi pozisyonlarını aklama gayretidir. Kimisi de, süreçleri görememekten, o süreçler darbeyle kesintiye uğramasaydı olayların nasıl gelişeceğini tahlil edememekten kaynaklanır. Darbe oldu, böyle oldu”
Darbelerin hikayesi ayrı bir kitap konusu!