DARBELERDEN SONRA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DARBELERDEN SONRA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ekim 2016 Cumartesi

DARBELERDEN SONRA ?




DARBELERDEN SONRA ?


Darbelerden ve muhtıralardan sonra ülkemizde  neler oluyor ?
         Bu tarihi olguya bir bakalım:1960 yılında Cemal Gürsel paşa tarafından verilen ilk muhtıradan sonra; muhtıralar ve darbeler gelenek halini aldı: bir muhtıra başka bir muhtırayı, bir darbe başka bir darbeyi davet etti !
 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra askerler arasında görüş ayrılığı ya da erk paylaşımından dolayı çıkan ihtilaflar sonucu; askerler kendi içlerinde de muhtıra olayını devam ettirdiler… Darbelere teşebbüs ettiler... 1960-1975 yılları arasında darbe ve muhtıracıların bölünmeyi  yoğun bir şekilde yaşadıklarını görmekteyiz; ordu içinde; birlikler, komiteler, gruplar teşekkül ediyordu…
27 Mayıs ihtilalini yapan kadro’nun içinde bulunan Numan Esin ihtilal sonrasının şaşkınlığını ve ihtilalciler arasında bulunmayan düşünce birliğini çok güzel anlatır: “İhtilali yapan arkadaşların kafasında bir görüş birliği yoktu. Olmadığı için bunu tartışmaktan kaçınmışlardı. Örneğin Türkeş daha sistemli, daha kalıcı bir model önerirken, Sami Küçük ‘bu askeri diktatörlük olur’ diye kaçmıştır.”(Numan Esin,Devrim ve Demokrasi,Bir 27 Mayısçının Anıları,Doğan Kitap 2005 İst.

 13 Kasım 1960 tarihinde  14 ler”in ekarte edilmesinden sonra askerler arasında ki gruplaşmalar 12 Mart muhtırasını getirdi.12 Mart muhtırası arifesinde 9 Martçılar ve sonrasında da yine komiteler teşekkül ediyordu. Muhtıracı paşalardan Muhsin Batur “… Silahlı Kuvvetler; Doğan Avcıoğlu   grubu ile siyasete bulaştı ve ikiye bölündü.” diyor.
 Darbe ve muhtıralardan sonra ne yapacaklarını bilemeyen darbeci veya muhtıracı askerler; çözümü sivillerin “telkin, aşılama ve yönlendirme”lerinde buldular: bu da, onları yanlış yapmaya  götürdü.
 Ayrıca darbelerden ve muhtıralardan sonra devletin birimlerine yerleştirilen “asker yöneticiler/muazzaf veya emekli” hem devlet çarkını hem de ekonomiyi çok zor durumlara sokmuşlardır; yatırımları durdurulmuş, grev ve lokavtlar yasaklanarak enflasyonu aşağı çekmenin ve sosyal çalkantıların (yürüyüşler, protestolar, iş bırakmalar vb..) “ekonomide başarı” olduğuna inanmışlardır. Ancak birçok gazeteci ve siyaset adamı askerler gibi düşünmüyor: Mehmet Barlas “Her askeri müdahalenin ülke ekonomisini, hukukunu, sosyo-politik yapısını ne büyük açmazlara sürüklediğini yaşayarak gördüm.” diyor.
 Muhtıra ve darbelerin ülkeye verdiği zararı aradan yıllar geçtikten sonra; kendileri de kabul etmişlerdir: bir muhtıra verip, bir de darbe yapan Kenan Evren anılarında “27 Mayıs 1960 müdahalesi ile 12 Mart müdahalesinin yurdumuza ve özellikle Silahlı Kuvvetlerimize verdiği maddi ve manevi zararları görmüş ve içinde yaşamıştım. Tekrar böyle bir durumla karşı karşıya kalmamamızı gönülden temenni ediyorum” diyerek darbelerin verdiği zararı ikrar ederken, kendi darbelerinde başarıya ulaşıp ulaşamayacakları konusunda tereddütlüdür.
 Murat Belge ise darbelerin sonuçlarını şöyle yorumluyor: “27 mayıs 1960 darbesi, Ulusal devletin temel ilkelerine karşı uygulamaları giderek yoğunlaştıran DP iktidarına karşı, silahlı kuvvetler içindeki bir grubun , Kemalist kaygılarla harekete geçerek yönetime el koymasından ibaretti. Ne ki bu çerçevede başlayan hareket kendi iradesi dışında (Ulusal devleti bir erozyon sürecine sokacak olan) liberal bir anayasa yapmaya sürükleniyordu. Böylece Kemalist ilkeleri yeniden güçlendirmek ve yüceltmek vaadiyle gelen subaylar, her vesileyle Ulusal Devletin karşısında yer alan Liberal odakların kullanacağı unsurlara hareket serbestisi kazandıran bir anayasa yaparak kışlasına çekili yordu… 

Her darbe ise Kemalist olduğu iddiasındaki subayların Ulusal Devletten ödün vermesiyle sonuçlandı.

 Buna mukabil 27 Mayıs İhtilalinden sonra “demokratik hak ve hürriyetlerde” kısmen de olsa batı ölçülerine yaklaşan hukuk ortamı yaratılmaya çalışıldı… Demokrat Parti döneminde liberalleşmenin aksine merkeziyetçi ve devletçi yapıya dönüş yaşandı. Komünist ülkelerde başarı ile uygulanan ‘planlı dönemlere’ adım atıldı. Çalışanların örgütsel ağırlıkları, katılımcılığa dönüştü.
 12 Mart Muhtırası ise birçok hakları geri aldı, bazı hakların işleyişi durduruldu, anayasadaki değişiklikler ile 27 Mayıs İhtilalinin hukuk anlayışı delinmiş oldu.
 12 Eylül darbesinden sonra da iktidara gelen askerler yine kazanılmış haklar üzerine “şal örttüler”.
 Özal dönemi Türkiye’de köşe taşlarının yerinden oynadığı yıllardı: dizginlenemeyen bir liberalizim /kendinden menkul / anlayışı; toplum yapısında etik değerlerin yerine, cazibe ile ekonomik konfor ve tüketim değerlerini geçirdi. Bunun neticesi olarak da bize özgü bir tüketim toplumu yaratıldı. Daha beş yıl öncesine kadar bazı değerleri kutsal olarak kabul eden bir toplum; beş yıl sonra sorgulayarak terk ediyor ve bu değerleri “Çağdışı” olarak nitelendirebiliyordu… Belki de, asker-ordu böyle bir süreci aklının ucundan bile geçirmemişti ama kendi dünyalarının dışındakilerin telkinleri ile kurdukları sistem ve gözetimlerindeki yönetimler bu tabloyu çizmeye başlamışlardı…
 Askerin içine sinmese de kabullenmek zorunda kalmıştı !...
 Gülay Göktürk, Dünden Bugüne Tercüman gazetesinde /4 mart 2004/ “Darbe olmasaydı ne olacaktı ?” başlıklı yazısının başında şunları yazıyordu “ Türkiyede her darbeden sonra o darbelere çeşitli faydalar atfedenler olmuştur. Bunların kimisi vicdanı rahatlatmak içindir; zamanında darbe kışkırtıcılığı yapmış olanların kendi pozisyonlarını aklama gayretidir. Kimisi de, süreçleri görememekten, o süreçler darbeyle kesintiye uğramasaydı olayların nasıl gelişeceğini tahlil edememekten kaynaklanır. Darbe oldu, böyle oldu”
Darbelerin hikayesi ayrı bir kitap konusu!