Milli Mücadele etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Milli Mücadele etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Kasım 2018 Pazar

SYKES-PICOT GİZLİ ANTLAŞMASI, BOP VE YENİDEN ŞEKİLLENEN ORTADOĞU. BÖLÜM 2

SYKES-PICOT GİZLİ ANTLAŞMASI, BOP VE YENİDEN ŞEKİLLENEN ORTADOĞU. BÖLÜM 2



Sykes-Picot Antlaşması Öncesi ve Sonrasında Ortadoğu,

'' İki Savaş Arası Dönemde Türkiye’nin Ortadoğu Politikası*

Mustafa Sıtkı Bilgin**
* Makalenin Geliş Tarihi: 17.04.2016, Kabul Tarihi: 20.05.2016
** Prof. Dr., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi (YBU) SBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi,
E-posta: bilgin.ms@gmail.com

Özet

Birinci Dünya Savaşı döneminde İtilaf Devletlerinin ilgilendikleri en önemli konulardan birisi ‘Şark Meselesi’ olarak da adlandırılan Osmanlı Devleti’nin parçalanması meselesiydi. Bu maksatla İtilaf Devletleri savaş dönemi çerisinde bazı gizli antlaşmalar imzalanmıştır. 

Hiç şüphesiz bunlar içerisinde yer alan Sykes-Picot antlaşması Ortadoğu’nun kaderini belirleyen temel bir siyasi belge niteliğini taşımıştır. 

Avrupalı güçlerin ekonomik ve siyasi çıkarları çerçevesinde hazırlanan Sykes-Picot düzeni böylece Ortadoğu’daki siyasi ve coğrafi birlik düzen ve ahengi bir daha düzelmeyecek şekilde alt üst etti ve günümüzde devam eden birçok krizlerin de kaynağı oldu. 

Türkiye ise özellikle İngiltere ve Fransa’nın savaş sonrasında bölgede tatbik etmeye çalıştığı Sykes-Picot düzenine karşı alternatif arayışlara yönelmiştir. 

Ancak, Mustafa Kemal Paşa liderliğinde Milli Mücadeleyi yürüten Türkiye’nin siyasi-askeri imkân ve gücü Avrupalı emperyalist devletler karşısında çok sınırlıydı. Bu sebepten dolayı Türkiye, Cumhuriyetin kurulmasından sonraki sürçte Batılı güçlere karşı bölgede alternatif bir düzen oluşturma yerine bölge ülkeleriyle denge arayışları içerisine girmiş ve bu çerçevede Türkiye’nin öncülüğünde 1937 yılında Sadabad Paktı kurulmuştur. İngiliz ve Türk arşiv kaynaklarına dayalı olarak hazırlanan makalede ikinci el materyale de ilgisi nispetinde yer verilmiş ve Türkiye’nin Ortadoğu politikası incelenmeye çalışılmıştır. 

Giriş

Yaklaşık 400 yıl Osmanlı idaresinde sulh ve salah içerisinde bir yönetime tabi olan Ortadoğu bölgesinin istikrar ve güvenliği, önce 17’inci asırda başlatılan 
misyonerlik faaliyetleri ve sonrasında da oryantalizm ve milliyetçilik akımları neticesinde ortaya çıkan yıkıcı ve bölücü hareketlerin etkisiyle sarsılmaya başlamıştır. 

Takip eden dönemde ise özellikle de 19’uncu asrın ikinci yarısından itibaren Avrupalı güçlerin bütün şiddetiyle Ortadoğu, Balkanlar ve Afrika’da 
tatbik ettikleri emperyalist işgal politikaları sebebiyle patlak veren I. Dünya Harbi neticesinde bölgede mevcut olan sosyo-kültürel ve siyasi ahenk ve düzen 
sona erdirilmişti. Zira Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra Ortadoğu’yu işgal eden Batılı güçler, Arap liderlere verdikleri bağımsızlık vaatlerini tutmadıkları 
gibi bölgeyi yapay coğrafi sınırlara ayırarak ve suni bir Yahudi devletinin temellerini atarak Ortadoğu’nun siyasi birliğini yıktıkları gibi coğrafi birliğini 
de parçalamışlardı. Böylece, koloniyalizm in pençeleri altına düşen Ortadoğu coğrafyasında geçmişte Osmanlı Devleti’nin tesis ettiği huzur ve güven ortamı 
bir daha geri gelmemek üzere kaybolduğu gibi yüzyıllarca bir arada barış içinde yaşamış olan değişik din ve ırktan halkların ayrışma ve yabancılaşmasına 
sebebiyet vermişti. Makale, geniş bir şekilde arşiv materyali ve ilgili ikinci el kaynaklara dayalı olarak hazırlanmıştır. Makale ile Sykes-Picot antlaşmasıyla 
başlayan ve İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar devam eden süreçte Ortadoğu’daki güç politikaları ve Türkiye’nin takip ettiği dış politikası incelenecektir.

Sykes-Picot Antlaşması Öncesi ve Sonrasında Ortadoğu

Osmanlı Devleti 17’inci asırdan itibaren Avrupalı güçler tarafından devam ettirilen Haçlı Seferleriyle önce Avrupa’dan tasfiye edilmek istenmiş ve daha sonra da 19’uncu asrın ikinci yarısından sonra dünyada sömürgeciliğin zirve yapmasının ardından, stratejik bölgelere hakim olmak, ham madde ihtiyaçlarını karşılamak, pazar bulmak ve benzeri nedenlerle parçalanmak istenmiştir. Ancak, Osmanlı Devleti’nin paylaşılması hususunda Avrupalı emperyalist güçler arasında bir anlaşma sağlanamadığı gibi paylaşım meselesi uluslararası rekabete sebep olmuştu. Şark Meselesi ya da Doğu Sorunu olarak adlandırılan bu mesele 
özellikle 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı’ndan (93 Harbi) sonra Avrupalı güçler için en temel uluslararası meselelerden biri haline gelmişti. Zira, bu dönemde 
Avrupa devletleri kendi aralarında dünyayı sömürmek için kıyasıya bir mücadeleye girişmişlerdi ve bu mücadeleden en çok zarar gören millet ve devletler arasında, Müslüman halklar ve Osmanlı Devleti bulunmaktaydı. Orta Doğu bölgesi de bu dönemde tatbik edilen sömürgeci istilalardan nasibini almıştı. 
Nitekim, Fransa 1830 yılında Cezayir’i, 1881 yılında Tunus’u işgal etmiş 1912 yılında ise Fas’a hakim olmuştur. İngiltere ise yukarıda bahsi geçen 93 Harbinde 
Osmanlı’ya yardım etme karşılığında Kıbrıs ve Mısır’ı kontrolü altına almıştır. 

    Osmanlı Devletinin sahip olduğu topraklar gerek stratejik önem ve gerekse de taşıdığı hammadde ve doğal kaynaklar sebebiyle müstevli Batılıların 
iştahını cezp etmekteydi. Batılı güçler iki koldan, hem içten ve hem de dıştan Osmanlı Devleti’ni yıkmayı planlamışlardı. Bu dönemde tahta henüz oturan Sultan II. Abdülhamit ise, iki temel kol halinde Batı’dan gelen tehditlere karşı (ki bunlar Fransız İhtilalı’nın yaydığı milliyetçilik akımları ve sömürgeci yayılmacılıktı), üç temel siyaset takip etmişti: birisi dahilde İttihad-ı anasır (unsurların birliği), bir diğeri ise, hariçte İttihad-ı İslam yani Müslümanların Birliği projesiydi.1 Emperyalist politikalara karşı ise; Avrupalı devletlerin aralarındaki anlaşmazlıkları birbirlerine karşı kullanarak Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü korumayı başarmıştır ki buna ‘denge siyaseti’ denmiştir. 

    Ancak, 1909 yılında Sultan II. Abdülhamit’i tahttan indirerek iktidara gelen İttihat ve Terakki Hükümeti’nin dış siyaset ve diplomasi alanında Sultan Abdülhamit yönetiminin tecrübe ve yeteneklerine sahip olmaması ve ehliyet ve liyakat noktasında birçok noksanlıklarla malul olması gibi faktörler yüzünden Osmanlı Devleti denge siyasetinin takip edememiş ve I. Dünya Harbi arifesinde Almanya ile imzaladığı bir ittifak antlaşması neticesinde Büyük Savaş’a katılmış ve neticede İtilaf Devletleri’nin gizli paylaşım projelerine maruz kalmıştır.2 

Birinci Dünya Harbi döneminde imzalanan ve bugün de Ortadoğu’yu etkilemeye devam eden en meşhur belge 16 Mayıs 1916 tarihinde imzalanan Sykes-Picot antlaşmasıdır. Ancak, bu antlaşmaya zemin teşkil eden ve öncesinde imza edilen başka antlaşmalar da mevcuttur. Bunlardan ilki İngiltere, Fransa ve Rusya arasında 18 Mart 1915’te imzalanan İstanbul antlaşmasıdır. Buna göre, İstanbul ve çevresi ve Doğu Anadolu Rusya’ya bırakılırken Ortadoğu bölgesi ise İngiltere ve Fransa arasında paylaşılacaktı. Bir diğer önemli anlaşma Şerif Hüseyin ile Mısır Yüksek Komiseri Sir Henry Mc Mahon arasında 1915 Haziran-1916 Haziran arasında devam eden görüşmeler sonunda imzalanmıştır. Buna göre Hüseyin’e, İngilizlerle yapacağı işbirliği karşılığında Mersin’den Yemen’e kadar olan bölgede ‘Büyük Arap Krallığı’ teklif edilmekteydi. Ortadoğu’nun kaderini etkileyen diğer önemli bir belge ise İngiliz Dışişleri Bakanı tarafından 2 Kasım 1917’de ilan edilen ‘Balfour Deklarasyonu’dur. Buna göre savaşta İngilizlere destek veren Yahudilere Filistin’de bir yurt kurma vaadi verilmiştir. 19-26 Nisan 1920 tarihlerinde İtalya’da toplanan San Remo konferansı ile yukarıda zikredilen Ortadoğu’yu paylaşım planları uygulamaya konmuştur.3 

Sykes-Picot Antlaşması’na geri dönmek gerekirse, İngiltere ve Fransa arasında imzalanan ve Rusya’nın da dahil olduğu bir antlaşma olup asıl adı 
‘Küçük Asya Antlaşmasıdır.’ Antlaşmayı imzalayan Mark Sykes bir İngiliz diplomat olup George Picot ise bir Fransız Albaydı. Ancak, literatürde belirtildiğinin aksine bu antlaşmanın asıl fikir babası meşhur tarihçi Arnold Toynbee’dir. Ne var ki, o dönemde kendisi İngiliz Dışişlerinde alt kademede bir memur olduğu için antlaşmada adı geçmemiştir. Antlaşma şu maddelerden oluşmaktaydı: 

1-Karadeniz kıyılarından bu günkü Irak sınırına kadar olan Doğu Anadolu bölgesi, Trabzon, Erzurum, Van, Bitlis ve Güney Doğu Anadolu’nun bir bölümü Ruslara verilecek. 
2- Doğu Akdeniz Bölgesi, Adana, Antep, Urfa, Mardin, Diyarbakır, Musul ve Suriye Fransa’ya verilecek. 
3- Filistin’in Akdeniz kıyılarından Basra denizine kadar olan bölge, Bağdat ve Güney Mezopotamya dahil olmak üzere İngiltere’ye verilecek. 
4- İngiltere ve Fransa’ya kalacak topraklar üzerinde İngiltere’nin ve Fransa’nın denetiminde bir Arap Devleti veya da yöresel olarak kurulacak Arap Devletlerinden oluşacak bir Konfederasyonu kurulacak 
5- İskenderun Serbest Liman olacak. 6- Filistin, dünya üzerinde varlığını sürdüren dinlerden 3 tanesinin ortak mekanı olduğu için uluslararası bir yönetim tarafından idare edilecek.4

Ancak, Sykes-Picot antlaşması da İngiltere ve Fransa arasındaki sömürge mücadelesini önlemeye yetmemiştir. Yarım asırdır Musul petrolleri üzerinde emelleri olan İngilizler Sykes Picot Antlaşması’nı, Fransa ile 15 Eylül 1919’da imzaladıkları Suriye Antlaşması ile yeniden tanzim etmişlerdir. İngilizler 
Sykes-Picot ile Fransa’ya verilmiş olan Kilis, Antep, Urfa ve Maraş’ın yanı sıra Adana, Mersin, Kozan (Sis) ve Cebel-i Bereket (Osmaniye) sancaklarını 
ihtiva eden Kilikya ve Suriye’den çekilmişler, karşılığında ise Musul’u elde etmişlerdi.5 Dolayısıyla yaklaşık bir asırdır Ortadoğu’nun kaderini etkileyen nihai antlaşma Sykes-Picot değil Suriye Antlaşması olmuştur.

Milli Mücadele Döneminde Türkiye ve Ortadoğu

Büyük Savaş’ın sonunda Arap memleketleri Batılı devletlerin hegemonyası altına düşerken Mustafa Kemal Paşa bu dönemde, İstiklal Harbi’ne önderlik ediyordu. Kemal Paşa Arap halklarına 7 Temmuz 1922’de gönderdiği mesajda ‘Türkiye’nin, giriştiği Kurtuluş Savaşıyla Doğuda ezilen ulusların davasını da desteklemiş olduğunu’ belirtmişti.6 Mesajında, 28 Ocak 1920 yılında kabul edilen Misak-ı Milli ile Türk vatanının hudutları çizilerken Arap halklarının da kendi kaderlerini kendilerinin çizmesinin gerekli olduğunu ilan ediyordu. Böylece, savaş süresince gelişen olayların aksine savaş bittikten sonra Türk ve Arap halkları birbirlerine yakın olmaya başlamışlardı.7 

Türk-Arap yakınlaşmasını yakından takip eden İngiliz istihbaratı Mondros Mütarekesinin imzasından biraz önce Kuzey Mezopotamya ve Suriye’nin bazı 
liderlerinin İsviçre’de bir araya geldiklerini ve Türkiye’ ye bağlı bir Arap federasyon devleti kurmak istediklerini ilan ettiklerini rapor etmişti.8 Aynı istihbarata göre Mustafa Kemal Paşa Kurtuluş Savaşı süresince Suriye, Irak ve Yemen liderleriyle çok yakın münasebetlerini devam ettirmiş ve bölgedeki İngiliz ve Fransız hâkimiyetine karşı mücadele konusunda işbirliği yapmak için çabalar sarf etmişti.9 Bu raporlar, Mustafa Kemal’in Suriye liderlerine Ocak 1921 yılında 
yazdığı mektuplarında Arapların, Fransızlara karşı birleşmelerini istediğini ve ayrıca Türklerin pek yakında Suriyelilerin yardımına geleceğini bildirdiğini 
ve bu konuyu görüşmek için de Fevzi Çakmak’ın daha sonra Suriye’ye gönderildiğini, bildirmektedir.10

Yukarıda zikredilen İngiliz raporlarına göre, bu dönemde Mustafa Kemal’in Mezopotamya üzerindeki projeleri İngiliz planlarıyla çatışmıştı. Mustafa Kemal, 
İngilizlerle işbirliği yapmış olan Faysal’ın kral olmasını engelleyip Prens Burhaneddin’in Irak tahtına geçmesini istemekteydi. Ne var ki bu proje hayata 
geçirilemeyince projenin bir parçası olarak büyük bir nüfuza sahip olduğu Musul şehrini kurtarmayı hedefleyecekti.11 

Ancak, her ne kadar I. Dünya Savaşı sonrası dönemde gerçekleştirilmeye çalışılan Türk-Arap işbirliği planları pratiğe aktarılamadıysa da Türk liderleri Arap bağımsızlık hareketini teşvik etmeye devam etmişlerdi. Bu bağlamda zamanın Dışişleri Bakanı İsmet İnönü Ocak 1923’te şu deklarasyonu yapmıştı: ‘TBMM Hükümeti Suriye, Lübnan, Irak, Filistin ve Ürdün’e zorla uygulanan manda rejimlerini kabul etmeyecektir’.12 Böylece, Türk İstiklal Harbi kendi dönemi ve müteakip dönemlerde ortaya çıkacak olan Doğu ülkelerinin bağımsızlık hareketlerine büyük bir etki yapacaktı.13 Bu etki bilhassa Türkiye’nin en yakın komsusu olan Irak’ta ziyadesiyle hissedilecekti.14

Bu dönemde Türkiye Milli Mücadeleyi icra ederek bir devlet kurarken, Arap memleketleri ise Batılı devletler özellikle de İngiltere ve Fransa tarafından 
emperyalist amaçlarla bölünüp parçalanmışlardır. Böylece Avrupalı koloniyal güçler tarafından Ortadoğu’da bir asırdır devam edecek olan kaos ve istikrarsızlığın temelleri atılmıştır. Bu durumu, dönemin dirayet ve basiret sahibi bir devlet adamı olan ve İngilizler tarafından Malta’ya sürgüne gönderilen Said 
Halim Paşa, İngiliz Başbakanı Llodyd George’a gönderdiği bir mektupta büyük bir ferasetle şöyle ifade etmektedir15:

Araplar tarihin malum çağından beri hiçbir devrede Osmanlıların idaresindeki kadar huzur görmediler. Garblı devletlerin kendilerini tahrik etmelerinden 
doğacak acıları, sadece Araplar değil, bütün dünya çekecektir. Fakat Osmanlı Devletinin yerine getirdiği gidilecek yolu seçme vazifesini ne şekli kudreti içersinde sizler, ne de tesisini ilan ettiğiniz Milletler Cemiyeti yerine getiremeyecektir.

Türkiye, 1920’li yılların sonlarına doğru yeni bir bölgesel strateji belirleyerek bu doğrultuda ‘Garpta Balkanlılar, Şarkta İran, Afgan ve Arap milletleri arasında bir ahenk aramak ve bunlarla ayrı ayrı ve hep birlikte iyi komşuluk nizamı kurmanın çarelerini araştırmak…’16 politikasının neticesi olarak bölgesel bir işbirliği arayışlarına yönelmiştir. Bu bağlamda Türkiye, Ortadoğu’daki ülkeler üzerindeki etkisini arttırmak için yeni bir aktif politika hamlesi başlatmıştı.17

Bu politikanın ilk hedefinde Irak ile ilişkileri geliştirmek düşüncesi yer almıştır. Zira Irak hem coğrafi-kültürel ve hem de siyasi nedenlerden dolayı 
olarak Türkiye’nin münasebetlerini geliştirmek istediği ülke olmuştur.18 İlk adım, Irak Kralı Faysal’ın Haziran 1926’ta Türkiye’yi ziyaret etmesiyle atılmış 
ve neticede imza edilen Ankara antlaşmasıyla Türk-Irak sınır sorunu çözüme bağlanmıştı. 

Aynı yıl Türkiye, İran ile dostluk ve işbirliği antlaşması imzaladı. Aynı şekilde Türkiye 1928 yılında Afganistan ile bir dostluk antlaşması imzaladı. Türkiye, 
Afganistan’a Askeri Misyon ve öğretmenler göndermek suretiyle bu ülke üzerinde nüfuz sahibi olmuştu. Türk Hükümeti aynı zamanda Yemen İmamı 
Yahya ve Necit ve Hicaz Kralı İbni Saud ile de yakın ilişkilerini devam ettirmişti. Şubat 1929’da İbni Saud’un temsilcileri Ankara’yı ziyaret etmiş ve Türkiye 
ile bir dostluk antlaşması imzalanmasına ve Türkiye’de Saudi temsilciliğinin açılmasına karar verilmişti.19 Mustafa Kemal yönetiminin bu yoğun diplomatik 
ve siyasi atakları nihayet 1937 yılında, Doğu birliğini oluşturmak projesine ilk adım olan, Sadabad Paktı’nın kurulmasıyla ilk meyvelerini verecekti.20

Bu dönemde Ortadoğu’daki devletler özellikle Afganistan, İran ve Irak bölgedeki iki hakim güç olan İngiltere ve Sovyet Rusya’nın nüfuz ve baskısından 
şikayetçi idiler. Türkiye ve diğer bölge devletleri 1920’li yılların sonlarına doğru Ortadoğu’da egemen olma yarışına giren iki emperyalist güç arasında bir 
denge siyaseti takip etme yolunu seçmişlerdi. Bölgesel bir ittifak böyle bir denge siyasetinin uygulanmasına yardımcı olacağı gibi herhangi bir İngiliz-Sovyet 
çatışması durumunda bölge devletlerinin tarafsız bir politika takip etmelerine de imkan sağlayacaktı. Ayrıca bu dört devletin öncelikle kendi aralarındaki sorunları halletmeleri ve sonra bir bölgesel ittifak kurmaları bu devletlerin hem bölgesel alanda hem de uluslararası alanda ellerini güçlendirecekti.21

Ortadoğu bölgesinde mevcut İngiliz hegemonyasına karşı Sovyet Rusya’ya yaslanarak denge kurmaya çalışan bölge devletleri, iki emperyalist 
güç arasındaki bu sıkışık durumdan kurtulmak üzere 15 Haziran 1928 yılında ilk adımı atmışlardı. Bu tarihte Tahran’da bir araya gelen Türk-İran ve Afgan temsilcileri kendi aralarındaki mevcut ikili antlaşmalara yeni protokoller ekleyerek aralarındaki münasebetleri geliştirmeye ve bölgesel bir işbirliğine yönelik önemli bir adım atmışlardı.22 

Ancak bu bölgede 1920’li yıllarda İngiltere ile Sovyetler Birliği tarafından şekillendirilen güçler dengesi ve siyasi şartlar 1930’lu yıllardan itibaren 
değişmeye başlamıştı.23 Bu dönemde Almanya’nın Avrupa’da ve İtalya’nın da doğu Akdeniz ve Ortadoğu bölgelerinde revizyonist güçler olarak ortaya çıkmaları global dengeleri olduğu gibi bölgesel dengeleri de altüst etmişti. Artık 

Ortadoğu ülkeleri yeni ve farklı bir tehdit ile karşı karşıya idiler. Bu yeni tehdide karşı eşit şartlarda olmak ve bağımsızlıklarını zedelememek kaydı ile bölge 
devletlerinin İngiliz ya da Sovyet desteği araması icap edecekti. Bu şekilde bir strateji geliştirmeyi planlayan bölge devletleri, inşa edilecek bir bölgesel pakt 
vasıtasıyla bu iki hegemon güç ile kendi aralarında eşit şartlarda bir işbirliğinin yapılmasının mümkün olacağını düşünmekteydiler.24

Böylece 1930’lu yıllardan sonra Ortadoğu ve Doğu Akdeniz bölgesinde gittikçe tehlikeli bir hal almaya başlayan siyasi ve stratejik durum başta Türkiye 
olmak üzere bölge ülkelerinin bölgesel işbirliği arayışlarını hızlandırmıştır. Bu şartlar altında Türkiye, 1928 yılında Irak ile ikili bir pakt oluşturmak için bazı teşebbüslerde bulunmayı planlamıştır.25 Daha sonra Temmuz 1931’de Kral Faysal ve Başbakan Nuri Said Paşa Türkiye’yi ziyaret etti. Atatürk bu ziyarete çok önem vermiş ve şunları söylemişti:26 

Bütün gayretlerini sulh içinde inkişafa hasreden ve komşularıyla ve dünyanın bütün milletleriyle karşılıklı samimiyet ve müsavat esasları dahilinde iyi 
geçinmeyi şiar edinen Cumhuriyet Hükümeti, Irak’ın gittikçe artan bir terakki ile huzur içinde mesut ve müreffeh olmasını alaka ile takip ve temenni etmektedir. 

Milletler arasındaki bağların ve alakaların inkişafında pek mühim olan ve tarihin seyrinde daima tesirini gösteren coğrafi, iktisadi amillerden başka, bugünkü karşılıklı menfaatleri ve dahili, harici sulh ve sükun siyasetleri ve münasebetleri de Irak ile Türkiye’yi birbirine yaklaştırmakta ve daha çok dost yapmaktadır. Bu görüş ve anlayışta müşterek olduğumuz kanaatini ifade etmeme müsaadelerini rica ederim.

Faysal ise cevaben Atatürk’e tamamıyla katıldığını ve iki ülke ilişkilerini çok daha iyi seviyeye gelmesini arzu ettiğini bildirmişti.27 Görüşmelerde iç ve 
dış olaylar hakkında ve sınır güvenliği ve Kürtlerin durumu konularında görüş alışverişi yapıldı ve iki ülke arasında işbirliğine gitme kararı verildi. Bu aynı 
zamanda Sadabad Paktına giden yolda atılmış bir adımdı. 

Irak’tan sonra Türkiye ikinci adım olarak, İran ile komşuluk ilişkilerini geliştirmeyi hedeflemişti. İki ülke arasında 1926 yılında imza edilen tarafsızlık ve saldırmazlık antlaşması bu yolda önemli bir adımdı. Ancak, iki ülke arasındaki bazı sınır sorunları ikili ilişkilerin ilerlemesini engellemekteydi. 1931 yılında 
Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın Tahran’ı ziyareti neticesinde Türkiye ile İran arasında vuku bulan sınır sorunları halledilmiş ve bu konuda yeni bir 
anlaşmaya varılmıştı.28 Bundan sonra iki ülke arasındaki ilişkiler hızla gelişmeye başlamıştı. Ocak 1932’de Tahran’ı tekrar ziyaret eden Türk Dışişleri Bakanı 
İranlı meslektaşı ile birlikte Irak’a bir çağrı yaparak üçlü bir pakt oluşturmak istediklerini ilan etmişlerdi. Bunun üzerine aynı yılın Nisan ayında Irak Kralı 
Faysal Tahran’a gelmiş ve yapılan görüşmelerden sonra bir pakt oluşturma konusunda Türkiye ve İran’ın ortak hazırladıkları bir taslak Temmuz ayında Irak 
Hükümetine gönderilmişti.29

Bu yeni durum üzerine Eylül 1935 yılında Milletler Cemiyeti’nin (MC) Cenevre’deki toplantısında bir araya gelen Türk, İran ve Irak heyetleri bir saldırmazlık paktı inşa etmek üzere bir taslak hazırlamışlardı. İtalya’nın bu sıralarda Habeşistan’ı işgali bu üç ülkeyi birbirlerine daha çok yakınlaştırmıştı. Bunu müteakip İran ile Irak heyetleri iki ülke arasındaki dostluk ve işbirliğini geliştirmek üzere bir antlaşma yapılması konusunda anlaşmışlardı. Türkiye’nin her iki ülkeye de baskı yapması ikili antlaşmanın imzalanmasında etkili olmuştu.

Fakat Irak’ın İran ile Şatü’l-Arap üzerinde olan sınır ihtilafının çözümünde ısrar etmesi planlanan paktın son şeklini almasına engel olmaktaydı.30 

Şatü’l-Arap sorununun bu şekilde bir müddet daha devam etmesi üzerine 1937 yılının Nisan ayında Irak Dışişleri Bakanı Naci el Asil çözüm bulmak için 
Atatürk’ten yardım istemişti. Aynı zamanda İranlılar yaptıkları açıklamalarda bu meselenin düğümlenmesinden İngiltere’yi sorumlu tutuyorlardı. Aras’ın 
aynı yılın Nisan ayında Irak ve İran nezdinde tekrarladığı ara buluculuk teşebbüslerinin bir sonuç vermemesi Türkiye’nin bir bölgesel pakt inşa etmek yolundaki ümitlerinin oldukça zayıflamasına yol açmıştı.31 

Ancak, Aras aynı yılın Haziran ayında Bağdat’a yaptığı ziyaretinde önemli bir başarı elde etmişti. Türk Dışişleri Bakanı, İngiltere’nin etkisini zayıflatmak 
amacıyla İtalya’ya yaklaşmaya ve silah almaya çalışan Irak’a sert çıkmış ve Bağdat’ı bu fikrinden vazgeçirmişti. Aras, ayrıca, bu dönemde Irak’ta işbaşına 
gelen ve Türkiye’ye daha fazla yakınlık duyan Hikmet Süleyman yönetimine, Irak’ı Arap dünyasının liderliği konusunda destekleyeceklerini bildirerek 
Bağdat’ın güvenini de kazanmıştı. Nihayetinde Türk Dışişleri Bakanı’nın teşebbüsleri sonuç vermiş ve Irak, Şatü’l-Arap sınırı üzerindeki ısrarından vazgeçtiğini açıklamıştı.32 

Bunun üzerine Türk Dışişleri Bakanı 28 Haziran’da Tahran’a hareket etmiş ve müteakip olarak Naci el Asil 2 Temmuz’da bu şehre gelmişti. Nihayet 
İran ile Irak sınır arasında Şat ül Arap üzerindeki sınır ihtilafı 4 Temmuzda iki ülke arasında akdedilen anlaşma ile çözüme bağlandı. Bundan sonra Afgan 
Dışişleri Bakanı acele olarak Tahran’a davet edilmiş ve Muhammed Han 7 Temmuzda bu davete icabet etmişti. İran ile Afganistan arasındaki sınır sorunları ise Türk generali Fahrettin Altay’ın hakemliğinde daha önceden çözülmüştü. Dolaysıyla geriye sadece Ortadoğu bölgesinde ilk örneği olan ve dış güçlerden bağımsız ve tamamen bölge devletlerinin inisiyatifinde ve Türkiye’nin önderliğinde inşa edilecek olan “Doğu Paktı”nın imzalanması kalmıştı. Neticede bu imzanın dört devlet arasında 8 Temmuz 1937’de İran Şahı’nın Saadabad sarayında atılmasıyla Sadabad Paktı resmiyet kazanmış oldu.33 

Böylece, Sadabad Paktı’nın imzalanmasıyla modern Ortadoğu tarihinde ilk kez bölge devletleri kendi inisiyatifleriyle bir araya gelerek aralarındaki 
birçok siyasi ve stratejik problemlerini çözüme bağlayarak bölgesel işbirliği ve güvenlik alanında çok mühim bir adımı atmış oldular. Ancak, bu durum 
İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla değişecekti. Zira, savaşın çıkmasıyla her bir devlet farklı yol takip etmiş ve pakt üyeleri arasında ortak bir strateji oluşturulamamıştı. 

Bunda büyük devletlerinin baskılarının yanında Türkiye’nin dış politikasının 1938’den sonra değişmesinin de önemli etkisi olmuştur. Atatürk 
ve Dışişleri Bakanı Aras’ın paktı bir askeri pakt haline getirme arzusuna karşı İnönü böyle bir düşünceye şiddetle karşı çıkmıştır.34 Ne var ki, savaştan sonra 
Sadabad Paktı her ne kadar eski önemini bir daha kazanamadıysa da 1978 yılına kadar hukuken yaşama şansına sahip olmuştur. Aynı yıl İran’ın yeni yönetiminin 
daha evvel yapılmış bütün antlaşmaları feshetmesiyle pakt tarihe karışmış oldu.

Ancak, Sadabad Paktının imzalandığı dönemde Türkiye için önemi büyük olmuştur. Zira, bu paktın imzalanması Türkiye’nin Batı’daki önemini çok 
artırmış ve özellikle İngiltere, Türkiye’yi ‘Doğu milletlerinin lideri’ olarak görmeye başlamıştı. Her ne kadar İkinci Dünya Savaşı’nın yaklaşması Sadabad 
Paktı’nın fonksiyonunu azalttıysa da, pakt vasıtasıyla Türkiye’nin bölgede ve uluslararası arenada siyasi güç ve etkinliği artmıştı. Bu sebeple müttefik olarak 
yaklaştığı İngiltere ve Fransa’ya karşı bu avantajını kullanmış ve bunun neticesi olarak Türkiye, Misak-ı Milli sınırları içersinde olan Hatay bölgesini Fransa’dan 
kurtarmayı başarmıştı.35 Bundan başka Türkiye’nin Sadabad Paktıyla kazandığı bölgesel ve global prestij Türkiye’ye, İngiltere ve Fransa ile yaptığı ittifak görüşmelerinde de büyük faydalar sağlamıştı. İngiliz Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, 

Türkiye ile ilgili yazışmalarında, Türkiye’nin 1939 yılındaki Türk-İngiliz-Fransız ittifakıyla müttefiklerinden ekonomik ve siyasi menfaatler sağlayıp karşılığında 
hiçbir şey vermediğinden sıklıkla şikâyet etmişlerdi.36

Sonuç

Yaklaşık dört asır Ortadoğu coğrafyasını hoşgörü ve adaletle yöneten Osmanlı Devleti, bölgede uzun soluklu bir barış ve huzur düzeni oluşturmayı başarmıştı. 
Osmanlı Devleti bu düzeni siyaset ve coğrafyada birlik anlayışıyla oluşturmuştu. Ancak, bu düzenin temelleri önce misyonerlik faaliyetleri sonra oryantalist 
çalışmalar ve Fransız milliyetçilik akımının menfi tesirleriyle sarsılmaya başlamış ve nihayet Avrupa emperyalist siyasetleri sonucunda da oluşturulmuş 
olan Osmanlı barış düzeni yıkılmıştır. Yerine kurulan Avrupa menşeli koloniyal ve sömürgeci sistemin temelleri henüz I. Dünya Savaşı devam ederken birbiri 
peşi sıra takip eden gizli antlaşmalarla atılmıştı. Bölgenin siyasi, dini, etnik ve sosyo-kültürel yapısını dikkate almadan tamamen batılı güçlerin çıkarları doğrultusunda siyasi haritası çizilen ve literatürde de Sykes-Picot sistemi olarak bilinen yeni düzen, iki savaş arası dönemde Ortadoğu’ya istikrar getirmediği 
gibi bölgede gittikçe artan ve günümüze kadar gelen sosyal ve siyasi problemlerin de kaynağı olmuştur. 

Türkiye bu dönemde bölge ülkelerinden İran, Irak, Suudi Arabistan, Afganistan ve Mısır gibi ülkelerle münasebetlerini geliştirmeye çalışmıştır. Bunun 
sebepleri arasında uluslararası siyasette Türkiye’nin gücünü arttırmak, bölgesel istikrarı sağlamak ve Rusya ve İngiltere gibi bölgeye nüfuz eden ülkelere 
karşı bir denge oluşturma gibi faktörler yer alır. Modern Ortadoğu tarihinde bölgesel istikrar projesi fikrine önem veren ilk devlet adamı Atatürk’tür. 
Sadabad Paktı’nın kurulmasına öncülük ederek bu önemi ortaya koyan Atatürk, ayrıca, bölge gücü olamadan Türkiye’nin Avrupa ile olan ilişkilerinde eşitliğe 
dayalı bir münasebet geliştiremeyeceğini ve uluslararası arenada etkili olamayacağını da anlamıştı. Bu sebepledir ki Atatürk önce Sadabad Paktı’nın imzasıyla Türkiye’ye ‘Doğunun lideri’ olma vasfını kazandırmış ve sonra da Avrupa ile eşit şartlarda imzalanan 1939 Türk-İngiliz-Fransız İttifakı’nın zeminini hazırlamıştı.37

KAYNAKLAR

Yayınlanmış ve Yayınlanmamış Arşiv Belgeleri

Documents on International Affairs, 1937, (Royal Institute of International Affairs, 1931-39).
Survey of International Affairs, 1936, (Oxford University Press, 1937).
Atatürk’ün Milli Dış Politikası (Milli Mücadele Dönemine Ait 100 Belge), (Bundan sonra AMDP olarak kısaltılacaktır), (Eskişehir: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992).

FO 141/430.

FO 371/59314.

FO 371/69315.

FO 371/69316.

Kitap ve Makaleler

AL-JUMAİLİY, Qassam KH, Irak ve Kemalizm Hareketi (1919-1923) (Ankara: ATAM, 1999).
ALKAN, Mustafa, Osmanlılarda Hilâfet (1517-1909), (Çağlayan Yayınları: İzmir, 1997), ss. 171-199.
ARAS, Tevfik Rüştü, Görüşlerim (Ankara: Tan Basımevi, 1956).
BİLGİN, Mustafa, Britain and Turkey in the Middle East: Politics and Influence in the 
Early Cold War Era (IB Tauris: London & New York, 2008).
CLEVELAND, William L., A History of the Modern Middle East (Westview Press: USA, 1994).
EROL, Mehmet Seyfettin, “Sancak (Hatay) Krizi”, Türk Dış Politikasında 41 Kriz 
(1924-2012), (der.) Haydar Çakmak, (Ankara: Kripto, 2012), ss. 47-56.
EROL, Mehmet Seyfettin, “İngiltere ile İlişkiler”, Türk Dış Politikası (1919-2012), 
(Der.) Haydar Çakmak, (Ankara: Barış, 2012), ss. 167-172.
KUTAY, Cemal, Tarihte Türkler, Araplar ve Hilafet Meselesi (İstanbul: İklim yayıncılık, 2004).
PRATT, Lawrence, ‘The Strategic Context: British Policy İn the Mediterranean 
and the Middle East, 1936-1939’, in The Great Powers İn the Middle East, 1919-1939, 
(ed.) Uriel Dann (London: Holmes & Meier, 1988).
RO’İ, Yaacov, Official Soviet Views on the Middle East, 1919-1939’ in The Great Powers 
in the Middle East, 1919-1939, (ed.), Uriel Dann (London: Holmes & Meier, 1988).
SHMUELEVİTZ, Aryeh, ‘Atatürk’s Policy toward the Geat Powers: Principles 
and Guidelines’, içinde The Great Powers in the Middle East, 1919-1939, (ed.) Uriel 
DANN, (London: Holmes & Meier, 1988).
SOYSAL, İsmail, ‘Türk-Arap İlişkileri (1918-1997)’ Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 
Yıllık Süreç, (TTK Sempozyumu, Ankara, 15-17 Ekim 1997).
SOYSAL, İsmail, ‘Seventy Years of Turkish-Arab Relations and an Analysis of 
Turkish-Iraqi Relations, (1920-1990)’ Studies On Turkish-Arab Relations; Annual-6, (İst.,1991).
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, I (ATAM: Ankara, 2012).
WATT, D Cameron, ‘The Saadabad Pact of 8 July 1937’, içinde The Great Powers in 
the Middle East 1919-1939 (ed.) Uriel Dann, (New York: Holmes & Meier, 1988).
YAPP, Malcolm E., The Making of the Modern Near East, 1792-1923 (Routledge: 
London & NY,1987).


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1 II. Abdülhamid’in İslâm Birliği siyaseti hakkında geniş bilgi için bk, Mustafa Alkan, 
Osmanlılarda Hilâfet (1517-1909), (Çağlayan Yayınları: İzmir, 1997), ss. 171-199.
2 Mustafa Bilgin, Britain and Turkey in the Middle East: Politics and Influence in the Early Cold War Era 
(IB Tauris: London & New York, 2008), s.18.
3 Bilgin, Britain and Turkey in the Middle East’, passim.
4 William L Cleveland, A History of the Modern Middle East (Westview Press: USA, 1994), ss.152-
154; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, I (Atatürk Araştırma Merkezi, bundan sonra ATAM olarak 
kısaltılacaktır: Ankara, 2012), ss.94-96.
5 Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, s.233. Dolayısıyla Ortadoğu’nun haritasını belirleyen nihai antlaşma 
Sykes-Picot değil Suriye Antlaşmasıdır. Ayrıca, Sykes-Picot Antlaşmasının resmi adı da 
‘Asia Minor Agreement-Küçük Asya Antlaşmasıdır’. Ancak, Ortadoğu’nun paylaşımı mevzu 
bahis edildiğinde akla galatı meşhur olarak Sykes-Picot ismi geldiği için biz de bu kelimeyi kullanmaya devam ettik. 
6 İsmail Soysal, ‘Türk-Arap İlişkileri (1918-1997)’ Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, 15-17 
Ekim 1997 Ankara, Türk Tarih Kurumu Sempozyumu, s.515. 
7 Bilgin, Britain and Turkey in the Middle East’, passim.
8 Lieutenant J.L. Martin, Special Intelligence Bureau, Cairo to Arab Bureau, 3 Haziran 1918, FO 141/430.
9 GHQ, General Staff, Cairo to Major O.M. Tweedy. The Residency. Cairo, 22 Ocak 1923, FO 141/430.
10 HC Jerusalem to HC Cairo, 17 Ocak 1921; Troopers, London to Baghdad, very secret, 21 Ocak 
1921, FO 141/430. Ayrıca Türk İstiklal Harbinin Suriye’deki etkileri için bak., Malcolm E Yapp, 
The Making of the Modern Near East, 1792-1923 (Routledge: London & NY,1987), s.326.
11 Palmer, Damascus to Lord Curzon, London, 10 Kasım 1920; Baghdad to HC for Egypt,Cairo, 
2 Haziran 1921, FO 141/430.
12 İsmail Soysal, ‘Seventy Years of Turkish-Arab Relations and an Analysis of Turkish-Iraqi Relations, 
(1920-1990)’ Studies On Turkish-Arab Relations; Annual-6, 1991, s.24.
13 Bir nesil sonra ortaya çıkan Burgiba, Nasır, Sedat ve Sukarno gibi liderler koloniyalizme karşı 
mücadelelerinde Mustafa Kemal’i ve Türk İstiklal Harbini örnek aldıklarını ifade edeceklerdi.
14 Qassam KH Al-Jumailiy, Irak ve Kemalizm Hareketi (1919-1923) (Ankara: ATAM, 1999), s.170.
15 Cemal Kutay, Tarihte Türkler, Araplar ve Hilafet Meselesi (İstanbul: İklim yayıncılık, 2004), s.190.
16 Tevfik Rüştü Aras, Görüşlerim (Ankara: Tan Basımevi, 1956), s. 130.
17 Report on Turkey by Foreign Office, 24 Temmuz 1946, FO 371/59316.
18 Bilgin, ‘Anglo-Turkish Relations’, Böl.I.
19 Report on Turkey by Foreign Office, 24 Temmuz 1946, FO 371/59316; Translation of an article 
on Turkish policy in Arabia, 9 Şubat 1929, FO 141/430.
20 Aras, Görüşlerim, s.132.
21 D.Cameron Watt, ‘The Saadabad Pact of 8 July 1937’, içinde The Great Powers in the Middle East 
1919-1939 (ed.) Uriel Dann, (New York: Holmes & Meier, 1988), ss.333-335, 337,341,3433-44; 
Aryeh Shmuelevitz, ‘Atatürk’s Policy toward the Geat Powers: Principles and Guidelines’, 
içinde The Great Powers in the Middle East, 1919-1939, (ed.) Uriel Dann, (London: Holmes & 
Meier, 1988), s.315.
22 Watt, ‘The Saadabad Pact’, ss.335-336, 344. Irak’taki İngiliz valisi (High Commissioner) 
bakanlığına gönderdiği yazıda Türkiye, İran ve Afganistan gibi ülkelere en yakın devletin 
Sovyetler Birliği olduğunu ifade etmekteydi. 
23 Bu değişimin Türkiye-İngiltere ikili ilişkileri üzerindeki etkisi için bkz. Mehmet Seyfettin Erol, 
“İngiltere ile İlişkiler”, Türk Dış Politikası (1919-2012), (Der.) Haydar Çakmak, (Ankara: Barış, 
2012), ss. 167-172.
24 Watt, ‘The Saadabad Pact’, ss. 335-336, 344-345; Shmuelevitz, ‘Atatürk’s Policy’, s.313; Yaacov 
Ro’i, Official Soviet Views on the Middle East, 1919-1939’ in The Great Powers in the Middle East, 
1919-1939, (ed.), Uriel Dann (London: Holmes & Meier, 1988), s.306; Lawrence Pratt, ‘The 
Strategic Context: British Policy İn the Mediterranean and the Middle East, 1936-1939’, in The 
Great Powers İn the Middle East, 1919-1939, (ed.) Uriel Dann (London: Holmes & Meier, 1988), ss.12-19.
25 Bilgin, Anglo-Turkish Relations, ss. 27-30.
26 Atatürk’ün Milli Dış Politikası (Milli Mücadele Dönemine Ait 100 Belge), (Bundan sonra AMDP olarak 
kısaltılacaktır), (Eskişehir: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992) ss.197-98.
27 AMDP, ss.199-200.
28 Aras, Görüşlerim, s.131; İsmail Soysal, ‘1937 Sadabad Paktı’, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık 
Süreç, (TTK Sempozyumu, Ankara, 15-17 Ekim 1997), s.328. 
29 Watt, ‘The Saadabad Pact’, s.336.
30 Watt, ‘The Saadabad Pact’, ss.338-339.
31 Watt, ‘The Saadabad Pact’, s.341.
32 Watt, ‘The Saadabad Pact’, s.342; Aras, Görüşlerim, s.132.
33 Watt, ‘The Saadabad Pact’, s.342; Soysal, ‘1937 Saadabad Pact’, ss.138-139; Aras, Görüşlerim, s.132; 
Survey of International Affairs, 1936, ss.801-802; Documents on International Affairs, 1937, ss.530-531.
34 Bilgin, ‘Anglo-Turkish Relations’, ss.25-30.
35 Daha detaylı bilgi için bkz. Mehmet Seyfettin Erol, “Sancak (Hatay) Krizi”, Türk Dış Politikasında 41 Kriz 
(1924-2012), (der.) Haydar Çakmak, (Ankara: Kripto, 2012), s. 47-56.
36 Arol, Sancak (Hatay) Krizi, ss. 47-56..
37 Bilgin, ‘Anglo-Turkish Relations’, ss.25-30.


***

18 Şubat 2018 Pazar

FAİK AHMED BEY VE MÜDAFAA-İ HUKUK'TAN HALK FIRKASI'NA GEÇİŞ, BÖLÜM 4

FAİK AHMED BEY VE MÜDAFAA-İ HUKUK'TAN HALK FIRKASI'NA GEÇİŞ, BÖLÜM 4


Hakimiyet-i milliye bütün kuvvetleri böyle bir noktada toplamak demek olmadığına şüphe yoktur. O halde bu kabul edilen vaziyetin manası ne oluyor. 
Bu da meselenin bir başka nazik safhasını teşkil ediyor... 
Bir Erzurum Kongresi'ni, bir ilk Büyük Millet Meclisi'ni bir de bugünkü vaziyeti göz önüne getiriniz. Nereye gittij!timizi anlarsınız!,,88 

Oysa İnkılapların yapılabilmesi için tek otorite ve tek irade gerekiyordu. Mustafa Kemal Paşa bunun peşindedir. Halk Fırkası bu tek iradenin icracısıdır. 
Faik Ahmet Bey ise, Osmanlı Saltanatı yerine bir zümre veya Şahıslar Saltanatının kurulacagından korkmaktadır.89. 
Seçilen mebuslar TBMM'nin ikinci devresi için Ankara'ya gitmişlerdir. 7 Agustos 1923 günü Mustafa Kemal Paşa Halk Fırkası'na mensup bu milletvekilleriyle 
ilk toplantısını yapmıştır. 

Bu Toplantıda 
1. Mecliste partileşmeye yönelik çabaları anlatmış ve Müdafaa-i Hukuk'un Halk Fırkası'na dönüştügünü söylemiştir. 
Dokuz Umde esas olmak üzere hazırlanan Halk Fırkası Nizamnamesi 9 Eylül 1923'de A-RMHG onaylamıştır. 90. 
106 madde ve bir ekten oluşan bu nizamnamenin genel esaslara ait 7 maddelik bölUmünde Halk Fırkası'nın amacı belirtilerek Türkiye'nin demokratik, çagdaş 
ve hukuk devleti haline yükseldigi, sınıflar üstü halk tanımından hareket edilerek her türlü ayrıcalığa karşı çıkılmaktadır. 

Halk Fırkası'na her Türk'ün ve dışarıdan gelip Türk uyruklu ve kültürünü benimseyen herkesin girebileceğini göstermektedir. Halk Fırkası üyelerinin tüzük ve programa uyına yükümlülükleri belirtilmektedir. Parti genel başkanı milletvekillerinin arasından büyük kongrece seçileceğinin, genel ilkelere karşı 
olan üyelerin divan kararıyla üyelikten çıkarılacagını ve bu genel ilkelerin ancak büyük kongrenin üçte iki oy çokluğuyla degiştirilebilecegi belirtilmektedir 9l . 

11 Eylül'de Halk Fırkası Başkanlıgı'na TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa, genel sekreterligi Recep (Peker) Bey seçilerek partiye fiilen işlerlik kazandırılmıştır. 
Cumhuriyetin ilanından sonra Mustafa Kemal Paşa bu görevi İsmet (İnönü) Paşa'ya vererek onu Halk Fırkası Genel Başkan Vekilligi'ne atamıştır 92 . 

İsmet Paşa 20 Kasım 1923'de yayınladıgı ve "Dünkü Müdafaa·i Hukuk Cemiyeti, bugünkü Halk Fırkası İdare Kurallarıyla vazifeye başlıyorum" dedigi genelge ile 
A-RMHC'nin bütün örgütlerini Halk Fırkası'nın içine almıştır. 93

Yine bu genelge ile Türk halkı ve yurdunu emperyalizmin saldırı ve işgalinden kurtannak amacıyla Mustafa Kemal Paşa'nın önderliginde oluşturulan 
A-RMHC örgütü bir siyasal partiye dönüştürülmüştür.  A-RMHC yerini toplumda "Milli Hakimiyetin halk tarafından ve halk için icrasına rehberlik etmek" 
Türkiye'yi tam anlamıyla çağdaş bir devlet haline getinnek için halkçılık temeli üstüne kurulan Halk Fırkası'na bırakmıştır 94 

İhsan Güneş, 
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nden Halk Fırkası'na Geçiş, No:442. 


DİPNOTLAR;

1 Bazı kaynaklarda, Milli Mücadele'nin başlangıç tarihi konusunda Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkış tarihi olarak 19 Mayıs 1919 ileri sürüIse de bu tarihin Mondros Mütarekesi'nden hemen sonra başladıgı bir gerçektir. Bkz.Erik Jan Zürcher, Milli Mücadele'de ittihatçılık, agır şartlar taşıyan ateşkes antlaşmalarını kabul etmek zorunda kalmışlardı. Çev.Nüzhet Salihoğlu, İstanbul, 1987, 1.Basım, s.191.; Ayrıca Birinci Meclis'te 13.12.1338 Tarihli kanunun görüşülmesi sonucunda 21 Ekim 1918 Milli hareketin baslangıç tarihi olarak kabul edilmiştir. Bkz. Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabit Ceridesi, LIXXIX, Ankara 1961, s.2229; 
Bayram Kodaman, " Şark Meselesi ", Türk Yurdu, XVII, 8:122, (Ekim 1997), s.152. 
2 Kasım 1918'de Cemiyetler kurulmaya başlamıştır. Bu cemiyetıerin kuruluşu ile ilgili bilgi için Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler, 
İstanbul, 1952, s.484-489. 
3 Türk İstiklal Harbi, Mondros Mütarekesi ve Tatbikati, I, Ankara, 1962, s.27. 
4 Fahri Belen, Türk Kurtulus Savası, Ankara, 1983, s.8. 
5 Selahattin Tansel, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, I, İstanbul, 199], s.18. 
6 Türk İstikıaı Harbi, Mondros MOtarekesi ve Tatbikatı I, s.38. 
7 Fahir Armaoglu, 20.Yüzyll Siyasi Tarihi (1914·1980), Ankara, 1983, s.8,  
8 Türk İstiklAI Harbi, Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, s.4 i .43. Mütarekenin en kötü ve sık sık ihlAlinden şikayet edilen maddeleri için Bkz, 
"Rauf Orbay'ın Hatıraları, Yakın Tarihimiz, I, s.49; M.Tayyib Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken, I, Ankara, 1965, s.3. 
9 Faik Ahmet Barutçu, Elyazması Hatıralar. (I .Defter), s.3. 
10 İttihat ve Terakki Partisi 'nin üç lideri Talat, Enver ve Cemal Paşalar 1918 Kasım ayının ilk günlerinde memleketten kaçmışlardı. 
Bunların kaçışı, Ahmet İzzet Paşa Hükümeti'nin durumunu sarsmıştı. Hürriyet ve İtilafçılar, suçluların kaçmasına göz yumulduğu düşüncesiyle 
hükümete çatıyorlardı. Sebahattin Selek, Anadolu İhtilali, I, İstanbul. 1987, s.87-88. 
11 Ali Birinci'nin İttihat ve Terakki Partisi'nin o günlerin ülke idaresini değerlendirmesinde aynı tespit göze çarpmaktadır. Buna göre, İttihat 
ve Terakki Partisi kendi dışında olan ve kontroıu altında bulunmayan bütün cemiyetıere ve fırkalara gayri meşru ve Lüzumsuz birer varlık gözüyle bakmış 
ve hayat hakkı tanımamıştır. Bkz. Ali Birinci, Hürriyet ve" İtilaf Fırkası, İstanbul, 1990, s.227. 
12  Faik Ahmet Barutçu, Hatıralar (1), s.10. Padişah Vahdettin İngilizlerle bir pazarlıga girmek istemiştir, Bu pazarlığa göre İngilizler iç siyaset tepkilerine 
karşı gerektigi zaman silahlı olarak Vahdettin'i destekleyecekler ve onun halifeligin! tanıyacaklardı. 
Buna karşılık Vahdettin, İttihat ve Terakki'ye karşı şiddetle harekete geçecek ve en azından" bu konuda tamamen İngilizlerin emrine girecekti. İngilizler 
ise bu turlü bir baglantıya girmeden Vahdettin'i ve Babıaliyi kullanmak istiyorlardı. Bu konuda amaçlarını gerçekleştirmek için yeniden örgütlenmekte olan 
Hürriyet ve İtilaf partisini yanlarında buldular. Bunlar, İttihat ve Terakkillierin hemen ve karşılıksız olarak tutuklanmalarını ve cezalandırılmalarını 
istiyorlardı. Bkz. Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, Mutlakiyete Dönüş, l,
İstanbul, 1992, s. 149· 150.
13 Faik Ahmet Barutçu, Hatıralar (1), s.S-6.
14 "Müdafaa-i Hukuk" fikrine sahip cemiyetıerin mütareke döneminde hızla çogalmasının
nedenleri içinde İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından 1 Şubat i 913'de kurulan "MUdafaa-i
Milliye Cemiyeti"nin etkisi oldugunu söyleyebildigimiz gibialt yapısını da oluşturmaktadır.
Bkz.Nazim H.Polat. MUdafaa·i Milliye Cemiyeti, Ankara, i 99 i, s. i 7,
15 Mondros Mtitarekesi'nin imzalanmasından sonra özellikle vatanperver ve milliyetperver
çevrelerde sık sık kullanılmaya başlanan tabirlerin başında "Hukuk·u Millet", "Hukuk-u
Milliye", "MUdafaa·i Hukuk", gibi kavramlar gelmektedir. Bkz. Bayram Sakallı, Milli Mücadelenin Sosya! Tarihi, İstanbul, 1997, s.146.-
16 Faik Ahmet.Barutçu, Hatıralar (1), s, 22 .
17 Müdafaa-i Hukukçular galip devletler karşısında "Hak mUdafaasına" hazırlanıyorlardı. Siyaset dışında kalıp onlara da hoş görünmek gerekiyordu. 
Asuman Demircioglu, Faik Ahmet (Barutçu) Bey ve Istikblll Gazetesi (1918 Yılı ve 1922 Yıli) Basılmamış Doktora Tezi,Erzurum, 1998, s.49.
18 Selahattin Tansel, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, Istanbul, 1991, s.ll.
19 Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Mustafa Kemal Paşa'yı bu konuda hakli bulmakta ve hatıralarında yalnız şarktan bir hareketle vatanın kurtulamayaeagını, 
Orta ve Batı Anadolu'daki direnişi de örgütlemek gerekligini vurgulamaktadır.  Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul, 1953, s.45.
20 Atatürk, Nutuk, 1919-1927, Ankara, 1989,5.21.
21 Atatürk, Nutuk, s.29.
22 Süleyman Necati Güneri, Hatıralar, Türk Tarih Kurumu EI Yazması Eserler BölOmü, No.260, s.52; 
    Mazhar Müfıt Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber,di, Ankara, 1988, s.24.
23 Cevat Dursunoglu, Milli Mücadele'de Erzurum Ankara, 1946, s.91-92.
24 Erzurum Müdafaa-j Hukuk Cemiyeti, Heyet-i faaleye üye kabul edildigi gibi daha sonra da kongre üyeliginden Küçük Kazim Bey ile 
    Cevat Bey'in istifa ettirilerek yerlerine kongre üyesi olarak Mustafa Kemal Paşa ile Rauf (Orbay) Bey seçilmişlerdir. Bunu takiben Kongre
    Baskanı seçiıdlgi gibi kendisine Erzurumlular tarafından fahri hemsehrilik verilmiş ve Mebusan Meclisi'ne de Erzurum adayı olarak mebus seçilmiştir. 
    Bkz. Rauf Orbay, "Rauf Orbay'in Hatıraları, "Yakın Tarihimiz Meşrutiyetten Zamantmtza Kadar", s.49; Fahrettin Kırzıoğlu, Kazım Karabekir, 
    Ankara, 1991, s.143; Asuman Demircioglu 1919-l923'de Süleyman Necati (Günerı) Bey, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, 1992, s.84-89-95;
25 Faik Ahmet Bey "Başbaşa" ve "yalnız kalarak" kelimelerinin altını çizerek İstanbul Hükümeti'nin Vilayat-i Şarkiyye'yi yıkılan imparatorlugun atılacak 
ilk safrası olarak düşündügünü dipnotla hatıralarında belirtmektedir. Bkz. Faik Ahmet Barutçu, Hatıralar, I, s.2. 
Fahrettin Kırzıoğlu, Bütünüyle Erzurum Kongresi, Ankara, 1993, s.16; Kazım Karabekir, İstiklal Harbirniz, İstanbul, 1988, s.37. 
26 Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Mustafa Kemal, 1919-1922, C.Iı, İstanbul, 1999, s.107-108. 
27 Sebahattin Selek, Anadolu İhtilali, I, İstanbul, 1987, 5.279.
28 Esin Dayı, Nazilli Kongreleri (1919), Erzurum, 1998,5.146-148.
29 Mehmet Gönlübol-Cem Sar, Atatürk ve TUrkiye'nin Dış Politikası (1919-1938), Ankara, 1990, 5.13; Atattirk, Nutuk, 5.5.
30 Bekir Sıtkı Baykal, Heyet-i Temsiliye Kararları, Ankara, 1989, (Önsöz s.Xll-XIlI).
31 Erzurum'daki Müdafaa-i Hukuk Cemiyet i, Heyet-i Temsiliye)'i Erzurum Kongresi ilkelerinden ayrılmakla suçlamakla, Trabzon Cemiyeti ise "ARMHC Trabzon Şubesi" 
adının yerine ''Trabzon Müdafaa·i Hukuk Cemiyeti" adını kullanmıştır. Bkz. Mete Tunçay, T.C'nde Tek Parti Yöneıiminin Kurulması (1923.1931), İstanbul. 1992, s.29. 
Trakya Bölgesi'nin Armlıe ile birligi 9-14 Mayıs 1920 tarihinde toplanan Edirne Kongresi sonucunda saglanmıştır. 
Bkz. Tevfik Bıyıklıoğlu, Trakya'da Milli Mücadele, C.I, Ankara, ]992, s.306-307. 
32 Mete Tunçay, T.C.'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, (1923·1031), İstanbuL, 1989, s.4l. 
33 İhsan Güneş, "Mildafaa·j Hukuk Cemiyeti'nden Halk Fırkası'na Geçİş". Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, CiltTl, Mart 1987, Sayl:8. s.426·442'. 
34 Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, s. 183- 184. 
3S Faik Ahmed, İstikbal, " 26 Eylül 1336 /1920 ", "Eks Leben Mühakatında Türk Meselesi", s.175. 
36 Cemal Kutay, Türkiye htiklal ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi, XiX, İstanbul, 1961, s.10887. 
37 Büyük Larousse, XVI, s.10092. 
38 Atatürk Ansiklopedisi, Türkiye Cumhuriyeti Siyasi Tarihi, VI, (Haz.Kemal Zeki Gençosman) İstanbul, 1981,5.192·193. 
39 Atatürk'ün Söylev ve DemeçIeri, I, Ankara, 1989, s.49-50. 
40 Toktamış Ateş, Türk Devrim Tarihi, İstanbul, 1980, s. I45. 
41 Yücel Özkaya, Türk Istiklal Savaşı ve Cumhuriyet Tarihi, Ankara, 198 I. s.68. 
42 Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, II, İstanbul; 1992, s.381. 
43 İstanbul basınında Anadolu hareketine ilk olarak geniş ölçüde yer veriliyordu. Sebahattin Selek, Anadolu İhtilali, I, s.333. 
44 Ali Fuat TUrkgeldi, Görüp İşittiklerim, Ankara, 1987, s.262. 
45 Faik Ahmed, İstikbal, 17 Nisan 13361 - 1920, " Kabinenin Tebeddülü Münasebetiyle", No, 130. 
46 Mustafa Kemal Pass, BMM'ni Erzurum ve Sivas Kongrelerinde ortaya çıkan ve Son Osmanlı Mebusan Meclisi'nde kabul edilen Misak-i Milli sınırları 
içinde yaşayan ve "MUdafaa-i Hukuk" programını vurgulamak amacıyla kurulan bir siyasi gurup olarak kabul ediyor ve önce "Kurucu Meclis" (Meclis-i Müessesan) 
sözçüğünü kullanıyor. Zira amacı rejimi degiştirmektir. Fakat bu sözeüglln kullanılması halinde milletin alışık olmadıgı ve kötü anlamlara yol açacagı şeklinde 
Erzurum ve Sivas'tan uyarılması üzerine "Olaganüstü yetkili bir meclis" demekle yetiniyor. '. 
47 Atatürk Ansiklopedisi, s.86; Faik Ahmet, Istikbal, 7 Nisan 1336/1920, "Meclis-i "FevkaHide Intihabat MUnasebetiyle", No:127. 
48 Seçim ve Meclisin oluşum şekline ait hususlar için Bkz. Sebahattin Selek, c.rı, s.334-335; Faik Ahmed İstikbal, 10 Nisan 1336 -1920 'Yeni İntihab Meselesi", No. i 28. 
49 Faik Ahmed, İstikbal, 10 Nisan 1336/1920, "Yeni İntihab Meselesi", Nod'28; Faik Ahmed, lstikbal, 7 Nisan 133611920, "Meclis-i Fevkaıa.de 
İntihabatı Münasebetiyle'\No; 127; 
50 Atatürk Nutuk, s.293. 
51 Mahmut Güloğlu, Üçüncü Meşrutiyet, 1920, Ankara, 1970, s.176.
52 Ergun Aybars. İstiklal Mahkemeleri, 1920-1927. I-II, İzmir, 1988, s.33-34.
53 TBMM ZC, C.I, s.184- i 86.
54 TBMM ZC, C.V, s.308
55 Faik Ahmed, İstikbal, 28 Kanun-j Sani 1337/1921, " Yeni Teşkilat Kanunu ", No:21 Halkçılık programının tam metni için Bkz. TBMM, ZC, C.IV, s.201·203.
56 Mustafa Kemal Paşa'ya göre bu kanun, bütün yönetim mevzuatını ve Türkiye Hükümeti'nin hukuki konumunu içeren ayrıntılı ve tam bir kanun olmayıp, 
memleketin mülki ve idari teşkilatında zamanın ve şartların gerekli kıldıgı "halkçılık" esasını ifade eden bir düsturdan ibaretti. Kdzım Karabekir, lstiklal Harbirniz, s.937. 
57 Mahmut Gofoğlu, Cumhuriyete Dogru (1921-1922), Ankara, 1971, s.62.; 8. Maddenin son şekli şöyledir. 
"Şeriat hükümlerinin uygulanması, bütün kanunların yürürlüge konması degiştirilmesi, yürürlükten kaldırılması, andıaşma ve barış imzalanması ve vatan 
savunmasıyla ilgili savaş ilanı gibi temel haklar, Büyük Millet Meclisi'ne aittir. Kanunların ve nizamların düzenlenmesinde, halk için yararlı ve zamanın ihtiyacına 
en uygun fıkıh ve hukuk hükümleriyle, örf ve adetleri ile teamüUer esas olarak alınır. Vekiller Heyeti'nin vazife ve sorumluluk özel kanunla tayin edilir. 
Atatürk Nutuk, s.151. 
58 Mete Tunçay, Te'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, 5.4 ı.
59 Mustafa Kemal Pasa, Nutuk'ta bu gruplaşmalar hakkında bilgiler vermektedir. Buna göre;
Tesanüd Grubu, İstiklal Grubu, Müdafaa-İ Hukuk Zümresi, Halk Zümresi ve Islahat Grubu ilk kurulan gruplardır. Bunların dışında özel amaçlı, kimi küçük gruplar da 
bulunmaktadır. Atatürk Nutuk, 5.396.
60 Faik Ahmed, İstikbal 18 Mayıs 1337/1921, " Büyük Millet Meclisi'nde Müdafaa-i Hukuk Gurubu", No:306.
61 Damar Arıkogıu, Hatıralarım, İstanbul, 1961, s.223: 
62 Erzurum Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti, TBMM'nin açılmasından sonra da varlıgını sürdürdü, 
Erzurum'da halk hükümeti yapmak girişiminden sonra, halkçılık programının meclisteki müzakereleri sırasında 
Müdafaa-i Hukuk merkez heyeti topltica istifa etti. Böylece i 920 yılı Aralık ayı ortalarından itibaren Erzurum'da, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti başsız 
ve sahipsiz kaldı. Teşkilat-i Esasiye Kanunu'nu mOteakip Hoca Raif Efendi ve Arkadaşları bazı girişimlerde bulunmuş 
ve Erzurum'da Muhafaza·i Mukaddesat-i ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuştur. Bkz. Atatürk Nutuk, s.397-398. Kazım Karabekir İstikllil Harbimiz, 
s.931. Kazım Karabekir Pasa Hoca Raif Efendi ile görüşerek yeni grupla ilgili kuşkularını Sarıkamış'tan çektigi telgrafla Mustafa Kemal Paşa'ya 
bildirmiştir. Kazım Karabekir İstiklal Harbimiz, 5.934-937; Atatürk Nutuk, s.398. 
63 Erzurum'da Albayrak Heyeti'nden Midhat ve Cevat Beyler Halk Hükümeti kurmak istemişlerdir. Fakat Kazim Karabekir Paşa'dan destek alamadıkları 
bu isi kendi baslarına yapmayacaklarını onların Ankara'da bulunan Erzurum Mebusları Celaleddin Arif ve Hüseyin Arif Beylerle temasa geçtiler. Onların 
uygulama alanına kaymaya çalıştıkları, halkçılık düşüncesi Ankara'da zaten bir program haline getirilmişti. 
Böylece Celaleddin Arif ve Hüseyin Avni Bey Meclisten izin alarak Erzurum'a bu amacı gerçekleştirmek üzere gittiler. 
Bkz. Dursun Ali Akbulut, Albayrak Olayı, Erzurum, 1991, s.47·48. Kazım Karabekir İstikla! Harbirnizin Esasları, İstanbul, 1990, s.263. 
64 Ahmet Demirel, Birinci Mecliste Muhalefet, İkinci Grup, İstanbul, 1995,5.224-2289. 
65 Faik Ahmed, İstikbal, 19 Mayıs 1337/1 92 I, "Heyet·i Vekilenin İstifasi", No:307. 
66 Uşak ve Bursa yönünde başlayan Yunan taarruzunun durdurulamaması üzerine Türk Ordusu Sakarya'nın dogusuna çekilmiş ülkede kritik ve tehlikeli günler bas 
göstermiştir. Bu durumda Mecliste yapılan görüşmeler sonucunda Mustafa Kemal Paşa'ya meclisin yetkilerini kullanmak üzere üç ay süreyle 5 Agustos 1921 'de 
başkumandanlık verilip kanunla kabul edilmiştir. Bkz. TBMM GCZ, C.Il, s.131-144, 157-162. 
67 TBMM ZC, cXIX, s.520-52 I. 
68 Faik Ahmed, İstikbal, 18 Mayıs 1337/1921 "Büyük Millet Meclisinde Müd.afaa-i Hukuk Grubu", No:306.
69 TBMM GCZ, c.III, 5.342.
70 Ahmet Demirel, Birinci Mecliste Muhalefet. s.444.
71 TBMM ZC, C.IX, s.465,
72 Naşit Hakki Uluğ, Halifeliğin Sonu, Türkiye Iş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1975,s.71.
73 Ayni konu ile ilgili görüşlerini hatıralarında açıklayan Rauf (Orbay) Bey, Büyük Millet Meclisi üyelerinin dış tehlike karşısında gösterdikleri bütünlük sayesinde 
zafere ulaşıldıktan sonra, çeşitli nedenler ve bu arada Mustafa Kemal Paşa'nın diktatörlüğe doğru gittigi şüphe ve endişesi içinde bulunan bazı mebusların 
tutumu yüzünden mecliste zor konularda bile anlaşmanın sağlanamaz hale geldigini belirtir. Mustafa Kemal Pasa ve Ali Fuat' (Cebesoy) Paşa ile gizli yapılan 
Heyet·i Vekile toplantısında bu durumda meclise güvenerek iş yapılamayacağını, meclisin yenilenmesini gerekli gördüklerini ve seçimin ne şekilde yapılacagı konusunda 
karara varıldıgını sözlerine eklemektedir. Bkz. Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söylemedikleriyle Rauf Orbay, Yakın Tarihimiz, Istanbul, 1965, s.124-125. 
74 Suna KiIi, Atatürk Devrimi, Ankara, 1983, s. 167. 
75 İhsan Güneş, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nden Halk Fırkasına Geçiş, s.442. Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, (Yay.Haz.Cemal Kutay), İstanbul, 1980, s.333. 
76 Faik Ahmed, İstikbal 2 Agustos 1339 -1923, Beklediklerimiz, NO.977/1. 
77 Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey  II. Gruptan ve Tan Gazetesinin sahibidir. Mustafa Kemal Paşa'nın muhafız alay komutanı Giresunlu TopalOsman Aga tarafından 
öldürülmüş, Topal Osman Ağada da askerlerle giriştigi silahlı çatışma sonucunda ölmüştür. 
Bu olay mecliste, II. Grup üyelerinin tepkileriyle karşılanmıştır. Bkz. Murat Yüksel, Faik Ahmet Barutçu'nun İstikbal Gazetesi Belgelerine Göre Ali Şükrü 
Bey ve Topal Osman Aga, Trabzon, 1993, Selahattin Özel, Milli Mücadelede Trabzon Ankara, 1991, s.162-172. 
78 Faik Ahmed, İstikbal 2 Nisan 1339/1923, "Facia Karşısında", No.880/1. Faik Ahmed, 3 Nisan 1339/1923, "Katiller", No.880/2. 
79 Faik Ahmet Barutçu, Siyasi Anılar, 1939-1954, Milliyet Yayınları, s.308. 
80 Faik Ahmed, İstikbaI 10 Mayıs 1339/1923, "Bir Tahlil", No.913. 
81 Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, s.334. 
82 Mustafa Kemal Paşa'nın başkanitgında bir kısım vekillerle beraber MHG yönetim kurulu üyelerinden meclis grubu adına bir seçim bUrosu kurulmuştur. 
Mustafa Kemal Pasa her gUn düzenli bir şekilde bu grupla çalışmış, adayların listelerini belirlemiştir. Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, s.336. 
83 Faik Ahmed, 9 Mayıs 1339/1923, "lntihab İşleri", No.912. 
84 Faik Ahmed, İstikbal, 12 Mayıs 1339, "Muhalefetsiz Meclis, No.914. Şevket Süreyya Aydemir'e göre ise İnkııaplarını daha saglam bir siyaset zeminine 
ve örgüte dayandırmayı amaçlayan Mustafa Kemal Pasa, yeni mecliste " Muhalefet " istemediği hata bu nedenle adaylar tek tek seçildiği 
halde muhalif grup meclise sızmayı başarmıştır. Bkz. Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, III, s. 142. 
85 Mete Tunçay, T.C. 'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, S. 117-119. 
86 Ahmet Demirel, Birinci Meclis'te Muhalefet, 5.584. 
87 Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söylemedikleriyle Rauf Orbay, s, ı 26-127,
88 Faik Ahmed, İstikbal, 23 Teşrin-i Sani 1339, "Fırka Riyaseti", No:1070. 
89 Faik Ahmet Baruıçu, Siyasi Anııar, 5.308. 
90 Tarik Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler, 5.559. 
91 Mete Tunçay, T.C'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, 5.56-57. 
92 Ahmet Demirel, Birinci Meclis'te Muhalefet, 5.599. 
93 Genelgenin tam metni için bkz. Tarik Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler, 5.582-583. 
94 İhsan Güneş, MUdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nden Halk Fırkası'na Geçiş, No:442.

***

FAİK AHMED BEY VE MÜDAFAA-İ HUKUK'TAN HALK FIRKASI'NA GEÇİŞ, BÖLÜM 3

FAİK AHMED BEY VE MÜDAFAA-İ HUKUK'TAN HALK FIRKASI'NA GEÇİŞ, BÖLÜM 3



A-RMHC'ni kuran Sivas Kongresi'ne katılan delegeler hiçbir siyasal partinin amacını taşımayacaklarına yemin etmişlerdi. 
Bu anlayış BMM'ne de yansımışt!. 
TBMM açıldıktan sonra da bütün üyeler A-RMHC'nin milletvekilleri sayılmışlar ve meclisin de derneğin genel kurulu yetkisinde olduğu kabul edilmişti. 
Bu durumda Heyet-i Temsiliye'nin yerine de Meclis Başkanlığı geçmişti 58 

1920'den 1922 yılı ortasına kadar derneğin başkanlığında Mustafa Kemal Paşa bulunmuş, Halk Partisi'ne dönüşülünceye kadar başkanlıgını Ali Fuat (Cebesoy) 
Paşa yapmış; fakat Mustafa Kemal Paşa tabii başkan olarak kalmıştır. 

Aynı siyasal kuruluşun üyeleri olmakla beraber Meclis'in milletvekilleri arasında bölünmeler belirmiş ve zamanla güç kazanmıştır. Yurdun düşmandan temizlenmesi ve milli egemenliğin pekiştirilmesi amaçlarında kuvvetli bir birlik halinde olmakla beraber, politik rejim ve anayasal düzen konularında anlaşma sağlanamamıştır: 

Böylece birbirine yakın milletvekillerinin bir araya gelmesi, ortaklaşa hareket etmek üzere gruplaşmalar meydana getirmiştir. Öyle ki bu gruplaşmalar yüzünden meclisin çalışmaları aksıyor, hizipleşmeler yüzünden çalışmaları zaman zaman ağır gidiyordu.59. 

Mustafa Kemal Paşa ve meclis, bu durumdan memnun degiidi. Ortaya çıkan siyasi anlaşmazlıkları azaltmak, çeşitli grupları birleştirmek için gayret etmesine ragmen bir sonuç alamamış bunun üzerine 10 Mayıs 1921  günü "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubunu (A-RMHG) Meclis'te kurmuştur. 

Böylece Mustafa Kemal Paşa'nın Osmanlı Mebusan Meclisi'nde kurulmasını istedigi grup 14 ay sonra Ankara'daki mecliste kurulmuştur.60. 

Faik Ahmed Bey, böyle bir grubun kurulmasına olumlu bakar ve hem kuruluş nedenini hem de memnuniyetini şöyle açıklar: ''Esasen Meclis açılırken aynı fikir ve aynı amaçlar etrafında toplanılmış, memleketi içerde ve dışarıda düşmanlara karşı müdafaa etmek, vatanın geleceğini kurtarmak gibi müşterek düşüncelerle bu grupla program takip edilmişti. Ayrıca grup kurmaya, fikir ve görüşlerde anlaşmaya gerek yoktu. Fikirde, programda grup da birdi ve ortaktı. Fakat bu durum uzun sürmedi. qun geçtikçe, kişisel görüşler, tartışılması gereken olaylar olunca dogal olarak mecliste de bazı fıkir ayrılıkları baş gösterdi. Çeşitli görüşler etrafında cereyanlar oldu, Grupların çoğalması kaygılanmayacak bir mesele değildi. Ayrıca bu tip gelişmeler ortada bir düzenleyici kuvvet olmayınca Meclisin çalışma düzenini ve ahengini bozuyordu. Bu durumda bir düzenleyici grubun kurulması ihtiyaç haline gelmişti. 

Bu teşebbüs, mecliste dengenin saglanması açısından olumlu bir teşebbüstü. Dahası bu grubun teşkiliyle hem A-RMHC parlamentoda siyasi bir grupla temsil edilmiş oluyor, hem de mecliste Anadolu'nun geniş ve saglam teşkilatına dayandınlan kuvvetli bir ekseriyet grubu meydana gelmiş oluyordu," 

Mustafa Kemal Paşa'nın A-RMHG'nu kurmasında iki amacı vardı. Bu amaçlardan birincisi Misak-ı Milli esasları dairesinde memleketin bütünlügünü ve milletin istiklalini sağlayacak barış dönemine ulaşmak, ikincisi Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun getirdigi temel fikirlere göre kurulan hükümetin saglam esaslar üzerinde rahatça çalışmasını sağlayarak, devlet ve millet örgütünü şimdiden hazırlamak. 

Birinci amaçta bir sorun yoktu. Meclise "Müdafaa-i Hukuk" etrafında birleşenler girmiş ve Misak-ı Milli noktasında birdi ve ortaktı. Ancak ikinci amaçta birlik 
saglanamıyordu 61 . 

Mecliste A-RMHG' nun kurulmasına bazı Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinden tepkiler geldigi gibi Kazım Karabekir Paşa da bu konuda kuşku ve endişelerini 
Mustafa Kemal Paşa'ya bildirmiş, bu grubun başkanı olmasını da eleştirilmiş tir.62. 

Mustafa Kemal Paşa cevap olarak gönderdigi telgraflarında A· RMHG'nun zaafa ugratmaya kalkışmak "eger cahilane bir cinnet degilse herhalde bir hiyanet olarak telakki edilmelidir" dedikten sonra grubun; Meclisin ekseriyetini ihtiva ettiğini, grubun dışında kalanların ise Erzurum Mebusli Celalettin Arif Bey ve Hüseyin Avni'(Ulaş) Efendi.63. ile birkaç emsalinden ve tavır ve hareketlerinde serbest kalmak isteyenlerden oluştuğunu açıklamaktadır. 

İşte Mustafa Kemal Paşa'nm sözüntl ettigi bu küçük muhalif grup giderek büyümüş ve mecliste örgütsüz bir şekilde mücadele etmiştir. Sonunda Temmuz 1922'de Mecliste ikinci grup (lI.A-RMHG). adıyla örgütlü bir şekilde ortaya çıkmıştır. 

Hüseyin Avni Ulaş II. Grubun liderlerindendir.64. Grubun asıl amacı Mustafa Kemal Paşa'nın kişisel egemenlik kunnasına ve meclisin üstünlügü ilkesinin, aykırı uygulamalarla zedelenmesine karşı çıkmak olan bir muhalefettir. 

Daha önce belirtildigi üzere görüş ayrılıkları ilk önce Teşkilat-ı Esasiye Kanunu görüşülürken örgütsüz olarak ortaya çıkmıştır. Örgütsüz muhalefet Heyet-i 
Vekile'nin görev ve sorumluluklarının belirleyen kanun tasarısının mecliste görüşülmesiyle devam etti. Kanun tasarısını hazırlayacak bir komisyonun 
oluşturulmasıyla ilgili Hüseyin Avni (Ulaş) Bey'in önergesinin kabulü ile komisyonun hazırladıgı kanun teklifi ile yasama ve yürütme birbirinden ayrılıyordu, kabine sistemine geçişi öngörüyordu. 
Komisyonun başkanı II. Grubu oluşturanlardan olan Celaleddin ArifBey'di HUseyin Avni (Ulaş) Bey ile Selahattin (Köseoglu) Beyler de seçilmişlerdir. 
I. Grubun üyeleri kuvvetler birligini savunarak teklife karşı çıkmışlardır. 

Bu durumun degerlendinnesini yapan Faik Ahmet Bey de teklif ile, yasama ve yilriltme kuvvetleri arasındaki ilişkiye deginerek, BMM'nin yürütme yetkisini kendisinde toplamasına ragmen kabine sistemindeki ilişkiye benzetmekte ve kuvvetlerin ayrılıgı sonucuna vannaktadır.65. 

Örgütsüz muhalefet Başkumandanhk kanunun 3. kez uzatılışında resmen örgütlü bir şekilde kendisini göstermiştir. 
Burada muhalif mebusların Mustafa Kemal Paşa'nın başkumandanlıgına karşı çıkmamaları fakat meclis yetkilerinin başkurnandan tarafından kuııanılmasına 
karşı çıkmaları dikkati çeken noktadır.66. 

Meclis zabıtlarından da anlaşılacagı üzere Başkumandanlık kanunun birinci uzatmasında gizli celsede kabuloyu vererek o zor günlerde BMM'nde bir görüş ayrılıgı olmadıgı izlenimini vennek istemişlerdir. 
Ancak ikinci ve Üçüncü uzatmanın görüşülmesi özellikle üçüncü uzatma döneminde gizli oturumlardaki muhalefetin tavır ve düşünceleri açık celselerde yansımaya başlamıştır ki bu eleştiriler yukarıda da belirtildigi üzere meclisin yetkileri kanununda olmuştur. 

Hatta üçüncü uzattnanın maddelerinin teker teker görüşülmesinde kanunun tümü hakkında yapılan oylamaya bazı mebuslar katılmayarak engellemek istemişlerdir. 
Yapılan oylamada yeter sayısına ulaşılamamış ve kanun süresinin üç ay daha uzatılmasına yönelik kanun teklifi Meclisten geçememiştir.67. 

Muhalefetin giderek bloklaştıgını gösteren bu, sonuç karşısında Mustafa Kemal Paşa, meclisitı gizli oturumunda söz alarak sert bır şekilde kanuna yöneltilen 
eleştirilere cevap vermiş ve hiçbir zaman meclisin yetkilerini gasbetmeyi aklından geçirmedigini ve görüşmelerin gizli celsede yapılmasının nedenin de yapılan eleştirilerin, söylenen sözlerin milletten değil düşmanlardan gizlemek olduğunu.68. belirttikten sonra uzatmanın kabul edilmemesinden dolayı o andan itibaren ordunun kumandan sız olduğunu o kritik durumda orduyu bırakmayacağını kesin bir dille söylemiştir. 

Dahası ve en önemlisi de muhalefetin tavrına deginerek bu engellemenin sadece başkumandanlık konusunda olmadıgını, daha önce de vekil seçiminde gösterdigi adaylarm seçilmesi meselesinde de yapıldıgmı ve bu durumda hükümetin iş yapamaz hale geldiginden yakınmıştır. 
Konuşmanm sonunda " Bu keşmekeşe, bu anarşiye mutlaka bir son vermek lazımdır. Böyle yürüyemeyiz, böyle yürünmez ve millet böyle yürümek için sizi buraya göndermemiştir, millet buna razı degildir" diyerek, Birinci grubun kurulmasına ragmen meclisin gidişatından memnun olmadıgmı açıklamıştır.69. 
Aynı endişe Faik Ahmed Bey'de de görülmektedir, Mecliste meydana gelen fikir ayrılıklarının ne dereceye kadar düzenlendigine ve nasıl idare edildigine dair etraflıca bir bilgiye sahip olmamakla beraber önemli olan bahsi geçen ayrılıkların ülke dışında ve içinde yankılanarak Milli Mücadele'yi olumsuz yönde etkilernesidir, 

Aynı şekilde Istiklal Mahkemeleri ve uygulamaları da I. Grup ile muhalif mebuslar arasında çatışma konusu olmuştur. 70.

Yine gruplar arasında temel hak ve özgürlükler konusunda da birtakım tartışmalar meydana gelmiştir.71. 

1. BMM'nin son döneminde saltanatıri kaldırılması 72, Lozan görtişmelerinin meclise yansımaları gibi önemli gelişmeler olurken Mustafa kemal Paşa'da 
yeni seçim kararı almıştır. 
1 Kasım 1922'de  I ve II Grupların uzlaşmasıyla siyasi gücü elinden alınan hilafet makamı korunarak saltanat kaldırılmış ve 1. Meclis Cumhuriyete giden yolda 
çok önemli bir adım atmıştır. 

Bu arada  1. BMM'nde görülen karışık ruh hali de ciddi olarak düşünülmesi gereken bir duruma girmişti. 
Bütün millette, meclisin vazife yapamayacak bir hale geldigi endişesi hissedilmeye başlanmıştı. 
Mecliste durumu soguk kanlılık ve uzak ,  görüşlükle düşünen ve muhakeme eden üyeler bile bu konudaki rahatsızlıklarını açıga vurmaktan kendilerini alamıyorlardı. 
Artık meclis iyice yıpranmıştı ve yenilenmedikçe millet ve memleketin agır ve mesuliyetli işlerini yürütmeye imkan yoktu. 
Meclisin yenilenmesi zaruretine kanaat getiren Mustafa Kemal Paşa, Nutuk'ta düşüncelerini bu şekilde açıklarken diger taraftan da Heyet-i Vekile ve 1. Grup idare heyetinde sabaha kadar süren görüşmeler sonucunda yeni seçim kararı alındıgını, 1 Nisan 1923'de 1. Grup genel kurulunda kararın kabul edilerek, aynı gün 12 kadar üyenin imzasını taşıyan yeni seçimler için kanun teklifinin meclis genel kuruluna getirildiğini belirtmektedir.73 

Suna Kili'nin degerlendirmesinde oldugu gibi, "Her çagdaşlaşma eylemi, her devrim bir öndere ve bir örgtlte gereksinim duyar. Öndersiz, başsız bir devrim 
düşünuıemez. Siyasal bir örgüte dayanmadan toplumu denetlemek, yönlendirmek, sistemin toplumca benimsenmesini saglamak olanaksızdır. 
Bunun için çağdaşlaşma çabasındaki toplumlardan önderligin ve parti sisteminin çok önemli işlevleri vardır. 
Örgütleşme siyasal iktidara gelmek için ön koşullardan biridir. Siyasal örgütleşme ise siyasal partiyi gerekli kılar. Siyasal parti iktidara gelmek, toplumu yönlendirmek için gereklidir,,74 sözlerinden yola çıkarak Mustafa Kemal Paşa'nın parti kurma girişiminde haklılılgının derecesini daha iyi anlamaktayız. 

Mustafa Kemal Paşa 1. Meclisi feshederek kendi düşüncelerine uygun yeni bir meclisi toplayıp, düşündügü inkılap ve reformları bu yeni meclis ile yapmayı 
düşünmektedir. 

Nitekim Meclisin seçim kararı almasından bir hafta sonra 8 Nisan 1923'de Mustafa Kemal Paşa, A-RMHG Reisi sıfatıyla imzalayıp yayınladıgı Dokuz Umde 
Bildirisi ile Meclisteki I.Grubu, Halk Fırkası'na dönüştüreceğini açıklamış, ülkede siyasi bir örgütlenmenin oluşması için bir dizi ilkeler saptamıştır.75. 

2 Agustos 1923 günlü "Beklediklerimiz başlıgı altında " Halk Fırkası'ndan ve yeni Meclisten Milletin isteyecegi ilk şey şu memlekette asri' ve kanuni bir idare makinası vücuda getirerek hakiki ve tam bir huzur ve refah temin-i şeraitin hazırlamaktan ibarettir. Memleketimiz böyle bir idareye muhtaçtır" diyen Faik Ahmet Bey, aslında bu sürecin  1 Kasım 1922 günlü kararla başladıgını ve artık yapılması gerekli olan şeyin ilmin gereklerini yerine getinneleten ibaret oldugunu savunur.76. 

9 Umde beyanname' halinde A-RMHC'lerine gönderilmiştir. Cemiyetin, Halk Fırkası'na dönüştürülecegi kararına Trabzon'dan ilginç bir tepki gelmiştir. 
1922 yılına kadar Milli Mücadele'yi destekleyen yazılar yazan Faik Ahmed Bey ve babası Hacı Ahmet beylerin öncülügünde muhalif bir grup özellikle Ali Şükrü 
Bey'in öldürülmesinden sonra77 Trabzon'dan halk ile birlikte galeyan göstermişler.78. ve beyannameye itiraz ederek bu durumun kişisel yönetime 
gidecegini ve demek tüzügüne aykırı bir' tasarı oldugunu bir yazı ile bildirmişlerdir.79 . 

Faik Ahmed meseleyi 10 Mayıs 1339/1923 tarihli yazısında ele alıp, Müdafaa-i Hukukların fırka programlarına dahil olamayacağını belirterek yazısının devamında şöyle der: 
"Evvel emirde şunu söyleyeyim ki Müdafaa-i Hukuklar muayyen bir gaye etrafında teşekkül etmiş, muayyen prensiplere malik milli bir cemiyet teşekkül etmiş, muayyen prensiplere malik milli bir cemiyet ve teşkilat olduguna göre nasıl bu cemiyete münhasıran şu veya bu zümrenin mesulü olarak nevli (lütuf) ve tesahüb edebilmesi (sahip olması) imkansız ise onun elde mevcud bulunan nizamnamesini usul ve kavaid·i mevzuası (bahsolunan kararname) hilafında tebdil ve tagyır (bozma) edebilmekte aynı surette hukuken ve mantıken mümkün degildir. Malum oldugu üzere Müdafaa-i Hukukların gayesi vatanın emniyet ve selametini istihsalden ve milli hakimiyeti tesisten ibarettir. Sivas Kongresi'nde kaleme alınan nizamname de bu esas takrir edilerek milli cemiyetin her tUrlü fırka cereyanlarından ari (uzak) oldugu, bilumum islam vatandaşların cemiyetin aza-yı tabiiyesinden (tabii azası) bulundugu zikredilmiştir. 

Bugün Müdafaa-i Hukuk Heyeti'ne fırkamızın prensipleri haricine çıkdınız diyenler Müdafaa-i Hukuk teşkilatının esasından tegafül göstermiş (anlamamazlıletan gelmiş) olurlar. Müdafaa-i Hukuk Fırka filan tanımaz, Müdafaa-i Hukuk bir gaye tanır. O da Milli gayeden ibarettir. Bu gayeye hizmedde her vatandaşla birleşir. 
Her vatandaş bu gayeye matuf (yöneltilmiş) mesaisinde Müdafaa-i Hukuklarla beraber demektir. Bu teşkilat fırka programlarına tabi degildir ve fırka 
programları arkasında sürüklenrnek sebebi ve gaye-i teşkiliyle telif edilemez" (uzlaşamaz)80. 

Bunun üzerine Trabzon'a iki milletvekilinden oluşan bir soruşturma komisyonu gönderilmiş, tahkikat sonucu eski Heyet-i Merkeziye'nin görevine son verilmiş, 
yeni bir heyeti müteşebbise kurulmuştur.81 

Mustafa Kemal Paşa, TBMM'nin yeni dönemi için iki dereceli olarak yapılacak seçimde Birinci Grup üyelerinin kazanması için çaba sarfetmiştir.82. 
Buna karşılık İstanbul'da bazı muhalifler seçimlerde üstünlilk saglayıp eski İttihat ve Terakki'yi yeniden canlandırmak ve Mustafa Kemal Paşa'yı safdışı 
bırakmak için faaliyetlerde bulunmuşlardır. Yine ülkenin çeşitli yerlerinde dedikodular ve olumsuz propagandalar yapılmıştır. Seçim döneminin yaklaştıgı 
o günlerde Faik Ahmed Bey de hiç durmadan kalemini oynatmış ve Mustafa Kemal Paşa'nın 
1. Grup üyelerinin yanında kendi belirlediği aday listelerine dahil olanların seçilmesindeki ısrarlı tutumuna karşı Çıkmış, meseleye Hakimiyet-i Milliye ve 
Demokrasi açısından bakarak; "En iyi ve hakiki mebuslar milletin bizzat seçip intihab edeceği mebuslardır" cümlesiyle başladıgı yazısında "Milletimizin mebuslarını bizzat seçebilecek, memlekete merbut (bağlı) vekiller intihabında (seçiminde) şunun veya bunun rehberligine muhtaç olmayacak bir seviyede olduğuna kimse şüphe edemez. 
Ona "Mebuslar ki sen iyi seçemezsin biz seçer sana bildirir, sen intihab edersin demek onun vezayetine muhtaç bir seviyede görmek bUyUk bir haddi şinaslık 
ve tecavüzkarlık olur, Bu millet inkılablar dogurmuş, harikalar yaratmış her veçhile isbat-ı rüşt etmiş bir millettir, Ona rehberlik etmek isteyenlerin ondan yüksek oldukları ne kabul ve ne de iddia edilebilir. Millet kendi başına bırakılmalıdır. 

Bari Hakimiyet-i Milliye devrinde mebus sipariş usulü cari olmamalıdır (cereyan etmemelidir). Milletin sipariş Mebusdan canı yandıgını herkes bilmelidir" dediği 
yazısında başkalarının isteği ve onayı ile değil de kendilerinin bizzat seçmelerini bu şekilde daha vasıflı mebuslar seçebileceklerini dile getirmiş, Hakimiyet-i Milliye ye dayanarak bunun milletin hakkı olduğunu belirtip " Aziz Millet! Yalnız sen varsın ve yalnız senin bizzat seçip intihab edeceğin mebuslar olmalıdır" 83. 
diye yazısını bitirmiştir. 

Mustafa Kemal Paşa'nın bu tavrına, Kazım Karabekir Paşa da karşı çıktıgını hatta II. Gruptan kimsenin aday gösterilmemesi konusunda aralarında 
tartışma olduğunu ve, Mustafa Kemal Paşa'nın kendisine "Ben Muhalif istemiyorum" dediğini ve güven kazanan kişileri listeye, aldığını 
eserinde açıklamaktadır.84. 

Faik Ahmed Bey, aynı şekilde Mustafa Kemal Paşa'nın muhalefetsiz meclis düşilncesine de karşı Çıkmış geçmişte İttihat ve Terakki Partisi'nin benzer tutumunu örnek vererek edinilen tecrübeıerle endişesini kaleme şöyle almıştır. 

"İntihabatı serbest cereyan ettirerek her fikrin mecliste temsil edilmesine imkan bırakmaya ihtiyaç vardır. İntihabata müdahale etmek, mecliste muhalif zümreden mebus sokmamak için gayri meşru vesaite (vasıtalara) müracaat eylemek tehlikeli ve zararlı birşeydir. Muhalefetsiz meclis hiçbir zaman bir kuvvet olamaz. 
Bunun tecrübeleri yapılmıştır. 328 Meclis göz önündedir. İmha ve terakki de 324 meclisini muhalefet çogaldı diye fesh etmiş ve yeni intihabda muhalifleri intihab 
ettirmernek için her nevi (türlü) tazyik (baskı) çaresine müracaat eylemiş idi. 
Neticede gerçi meclise tek muhalifmebus gelmedi. Fakat fikr-i muhalefet de dolmuş olmadı. 
Bilakis tazyik ve har-ı hadde baltalamaya icbar edilmiş (zorlamış) oldu ve bu tazyik çok geçmeden Arnavutluk'ta patlak verdi. Vatanın büttln mesaibi 
(felaketler, ugursuzluklar) bu noktadan başlar. 

Bir hata yüzünden o gün bugün hala yuvarlanıyoruz. Bu bizim için gözümüzün önünden uzaklaştırılmaması lazım gelen bir derstir. Bu hata artık 
tekrar etmemelidir. çünkü artık sıgınacak yerimiz kalmamıştır. " 

II.Grup üyeleri seçimlere katılmama kararı almışlardır. Mustafa Kemal Paşa da bu kişileri bu konuda serbest bırakmıştır. Yukarıda da nedenlerine degindigimiz 
gibi Mustafa Kemal Paşa'nın bu tavrında tasfiye işleminin gerçekleştirilmesine çalıştıgı açıkça ortadadır. 
Çünkü düşmanın yurttan çıkarılmasıyla Milli Mücadele'nin bittigini düşünenler vardı. Oysa asıl mücadele bundan sonra başlayacaktı. Zira bu ülkenin huzura, refaha, bayındır olmaya, kısacası yine Faik Ahmet Bey'in dedigi gibi yaralarının sarılmaya ihtiyacı vardı. 
Yıpranan birinci meclisle bunların yapılması zordu. Dolayısıyla Mustafa Kemal Paşa meclisi homojenleştirerek inkılaplarını yapmayı tasarlamaktadır. 
Gerçekten de tek ttik birkaç yerden bazı adaylar bagımsız olarak seçilmişlerse de 1923 seçimleri sonunda, dogal olarak Mustafa Kemal Paşa'nın 
seçilmesini istedigi kişiler geneIlikle mebus olmuştur.85 . II. Grup ise tasfiye edilmiştir. Ahmet Demirel'e göre; 1923 seçimleriyle birlikte I1.grup tarih 
sahnesinden silinmiştir.86 . 
-Faik Ahmet Bey'in makalelerinden ve yapılan araştırmalardan anladıgımız üzere o günlerin gündemde olan bir diger konusu da Mustafa Kemal Paşa'nın parti 
başkanlığı meselesidir. Rauf (Orbay) Bey, anılarında Mustafa Kemal Paşa'nın partiler üstü kalmasını telkin ettigini ileri sünnektedir.87 . 
Cumhuriyetin ilanından sonra Faik Ahmet Beyaynı konuya değinerek Mustafa Kemal Paşa'nın hem Cumhurbaşkanı hem de meclis ve parti başkanı olarak kalmasının yıpranması açısından yanlış, bulmaktadır. 
Gerçi o gün tek parti vardır ama daha sonra bu parti sayısının' artması halinde bu durumu uygun bulmayan Faik Ahmet Bey, düşüncelerini şöyle izah eder: 
"Siyasi fırkalar çarpışmaya ve binnetice yıpranmaya mahkumdurlar, Bir devlet reisi mevkiinde bulunan zatın millet nazarında daima yüksek bir mevki ve 
nüfuz-ı manevi sahibi olarak kalabilmesi ise ancak fırka cereyanlarının fevkinde (üzerinde) yükselmesiyle kabil olabilir. Bu zat herhangi bir fırkanın başında bulunmakla o fırkaya dahil olmayan efrad-ı milletin (milletin fertlerinin hürmetinden, itibarından kendini uzaklaştırmış, fırkanın bütün yolsuzluklarından, fenalıklarından ve idaresizliklerinden mesul mevkiinde kalarak millet ve memleket nazarında küçüldükçe devlet riyasetini de (başkanlığını da) kendisiyle beraber küçülmeye mahkum bırakması olur". 

Esasen bir kısım kamuoyunu, vekilleri tedirgin eden asıl mesele Mustafa Kemal Paşa'nın kişisel yönetime gitme şüphesidir. Faik Ahmed Bey'i de tedirgin 
eden asıl mesele budur. Milli Mücadele'nin başından itibaren milli birlik ve beraberligin sağlanmasına gerek yazıları gerekse faaliyetleriyle azami gayret 
gösteren Büyük Millet Meclisi ile görüş birliği içinde olan, yine o dönemde meclis içinde meydana gelen ülke aleyhindeki siyasi cereyanlara karşı çıkan, en nazik günlerde Milli Mücadele'ye halel gelecek her türlü faaliyetleri reddeden, yazılarıyla meclisteki anlaşmazlıkları örtbas ederek ülke dışında propaganda aracı yapılmasından son derece endişelenen Faik Ahmet Bey'in bu tutumu Saltanatın kaldırılmasından sonra ülkede belli belirsiz bir rejim tartışması nın başlamasıyla degişmeye başlamış ve hiçbir kayıt ve şart tanımadan desteklediği Ankara'ya karşı güvensizlik duygusu içine düşerek, Ankara'daki gelişmelere hürmeti azalmıştır. 

Daha önce de belirttigimiz gibi bilhassa Ali Şükrü Bey'in öldürülmesinden sonra bu muhalefeti daha netlikle ortaya çıkmıştır. Nitekim bu olumsuz tavrı 
yazılarında açıkça ortadadır. Yazısının devamında bunun çok açık ve net bir şekilde şöyle dile getinnektedir: " Reis-i Cumhur'un fırka ve meclisten elini çekmesi memleketin selameti iktizasından görülecek pek mühim bir şeydir. 
Hakimiyet-i Milliye'nin selameti de bundadır. Hükümetin, meclisin, ekseriyet-i fırkanın reisi olacak bir devlet reisi bu vaziyette bugUn kuvvetleri, kudretleri nefsinde cem etmiş (toplamış) oluyor. Reis-i Cumhur hem teşrii hem de icra kuvvetlerini elinde topluyor. 

Bunun mantık neresinde ? 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

FAİK AHMED BEY VE MÜDAFAA-İ HUKUK'TAN HALK FIRKASI'NA GEÇİŞ, BÖLÜM 2

FAİK AHMED BEY VE MÜDAFAA-İ HUKUK'TAN HALK FIRKASI'NA GEÇİŞ, BÖLÜM 2


Yine Önemli bir noktadır ki Türk Milli Mücadelesi Erzurum Kongresi ile önderini ortaya çıkarmıştır. Nitekim Şevket Süreyya Aydemir bu durumu şöyle açıklar: 
"Erzurum Kongresi Müdafaa-i Hukuk" davalarını bir karara baglamak ve bir temsil heyeti vücuda getirmekle vazifesini yapmıştır. Bu milli hareketin ortak bir 
başı, bir merkezi olacaktı. "Müdafaa-i Hukuk" bir şefi belirlemişti: Mustafa Kemal,,26. Vatanın Bölünmez Bütünlügü ilan Edildi. Dogu Anadolu'daki milli 
kuruluşlar biraraya getirildi. Vilayat-ı Şarkıyye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti"nin adı "Şarki Anadolu MUdafaa-i Hukuk Cemiyeti" olarak degiştirildi ve bu isim Sivas Kongresi'ne kadar kullanıldı. 

Manda ve Himayenin ilk kez reddedilmesi tam bagımsızlık fikrini güçlü bir şekilde ortaya koydu. Kongre beyannamesi, yabancı temsilcileI'e, kumandanlara, 
vilayetlere gönderilerek yayıldı 27 

Bu arada 26-30 Temmuz 1919'da Balıkesir 16·25 Agustos 1919'da Alaşehir Kongreleri, Kuva-yı Milliyeciler tarafından dagınık olarak gerçekleştirmeye 
çalıştıkları önemli teşkilatlanma faaliyetleri oldu. Bu iki kongre Batı Anadolu'da teşkilatlanmayı güçlendirmiştir. 28. 

Erzurum Kongresi çalışmalarını başarıyla tamamlayan Mustafa Kemal Paşa, 2 Eylül1919'da Sivas'a hareket etmek üzere Erzurum'dan ayrıldı. 
Askerlikten istifa etmesine ve nişanlan alınmasına ragmen Mustafa Kemal Paşa'nın çalışmalarının artması, her geçen gUn halka daha fazla etki etmesi üzerine İstanbul'daki Damat Ferit Paşa HükUmeti çok olumsuz çalışmalar yapmaya başladı. 

Aldıgı olumsuz kararları uygulamaya çalışan İstanbul Hükumeti'nin aleyhte faaliyetleri etkisini göstermiş, Müdafaa-i Hukuk temsilcilerinin Sivas'a gitmesinde problemler Çıkmıştı. 
Bütün engellemelere rağmen Sivas Kongresi, 4 Eylül 1919'da toplandı. Mustafa Kemal Paşa, Kongre başkanlıgına seçildi. 16 kişilik Heyet-i Temsiliye oluşturul du. 

Sivas Kongresı'nde en fazla tartışılan konuların başında manda meselesi gelmiştir. Manda idaresini savunanlar, çok fazla borç bulundugunu, bagımsız 
yaşamaya Mali durumun engel oldugunu, Büyük devletlerin Türkiye'yi parçalama planlarına Ülke gücünün yetemeyecegini öne sürmüşler ve ABD ile irtibata geçilmesini istemişlerdir. Bu olumsuz durumlardan ancak Amerikan mandası tercih edilirse kurtulmak Umidi vardı 29. Fakat uzun süren tartışmalardan sonra manda fikri kesin olarak reddedildi, tam bağımsızlık vurgulandı. 

Heyet-i Temsiliye kuruldugu günden Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin kurulmasına kadar görevini başarıyla sürdürmüştür. 

Bu başarıda Heyet-i Temsiliye adına işleri yürüten Mustafa Kemal Paşa gibi dahi bir önderin payı büyüktür. Onun fikir ve eylemlerine destek veren yakın 
arkadaşları ve en önemlisi de "MUdafaa-i Hukuk Ruhu" ile Kuva-yı Milliyesi'ni oluşturan Türk Milleti'nin iman ve coşkusu kesin zafere ulaşılmasında en 
önemli etkenlerdir30. 

Kongrenin en önemli faaliyetlerinden biri de ülkedeki bütün Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri birleştirilerek "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti (A-RM HC)" adını aldı. 

Burada ele aldığımız konu nedeniyle üzerinde önemle durduğumuz bir nokta vardır ki. O da " Müdafa-i Hukuk" Cemiyetleri'nin Sivas'ta birleştirilmiş 
olmasına rağmen' bu cemiyetlerin bazıları bu' merkezi yönetim düşüncesine karşı çıkmışlar ve halta bunu reddetmişlerdir 31. 
Bu birlik ancak meclisin açılması ve Mustafa Kemal Paşa'nın bu hareketi mcşru bir zemine oturmasıyla gerçekleşecektir. Açılan meclisin bütün üyeleri A-RMHC'nin temsilcisi sayılmış ve bu durumda Heyet-i Temsiliye'nin yerine Büyük Millet Meclisi Başkanlığı geçmiştir 32 . 

Yine Sivas Kongresi'nde askeri teşkilatlarıma için bazı direktifleri ihtiva eden betge kabul edildi. Bu belgede düşmanla temasta bulunulan yerlerde silahlı 
kuvvetlerin nasıl kurulacagı, nasıl idare edilecegi açıklanmıştı. 

Bunlardan başka Sivas Kongresi'ndc oluşturulan Heyet-i Temsiliye geçici bir hükümet rolünü oynamıştı. 
Ulusal örgütleriıı amaç ve ilkelerini eldeki araçlarla yurdun her tarafına yaymış, halka açıklamış, örgüte güç kazandırmaya çalışmıştı. 
Mevcut ulusal örgütlerin varlığını ve devamlılığını sağlamak içiıı çaba göstermiş, bu örgütleri bir noktada birleştirmeye, bunlar arasında uyumlu bir bağ kurmaya özen göstermişti. 

Böylece " Müdafaa-j Hukuk " hareketini yönlendirmekle yükümlü olmuştu 33. 

Anadolıı ile ilgili kararları yanında, yürütme gücünü gösteren ilk icraatını da ortaya koymuştu. 

Bu da Ali Fuat (Cebesoy) Bey'in batı Cephesi Kuva-yı Milliye kumandanlığın atanmasıyla gerçekleşmiştir. 34 . 

Sivas Kongresi'ne yönelik olumsuz faaliyetler dolayısıyla kongrenin bitimiyle beraber, Damat Ferit Paşa Hükümeti, Heyet-i Temsiliye'nin hedefi haline 
geldi. Damat Ferit Paşa'nın Milli harekete birçok açıdan verdiği zararlar açıklandı. 

Buna göre Damat Ferit Paşa; Aydın Faciasını önleyememek, Paris Barış Konferansı'ndan milli haysiyeti incitecek şekilde kovulmak, milli hareketi İttilıatçı 
olarak gösterip, Anadolu'ya İtilaf Devletleri'nin müdahalesini davet etmek, seçim yaptırmamak, milli teşkilatı dağıtmaya çalışmak, devletin gücünü yabancılara 
oyuncak yapmak suçlarının odağı gösterildi. Bütün bunlardan dolayı İstanbul ile irtibat kesilecek,. Damat Ferit Paşa hükümeti düşürülecekti. 

Faik Ahmet Bey, Anadolu ile İstanbul Hükümeti'nin baglarının kesilmesini degerlendirirken, bunun İstanbul Hükümeti'ne karşı bir isyan olmadıgını, 
Anadolu'nun İngiliz tahakkumüne, Yunanİstan'ın haksız, işgaline, mütarekenin adilolmayan esaslarına karşı bir isyan oldugunu, sonuçta İstanbul Hükümeti ile bagları kesmek zorunda kaldigını belirtir 36. 
İstanbul ile hertürlü haberleşme kesilince Damat Ferit Paşa Hükümeti istifa etti. İstanbul Hükümeti'ne karşı kazanılan bu ilk siyasi zafer önemli bir aşama 
kaydetti 36. 

Damat Ferit Paşa Hükümeti'nin yerine· Ali Rıza Paşa Hükümeti kurulmuştur. Daha önceki hükümetten farklı olarak milli harekete ılımlı bakan bu hükümetle, Amasya'da görüşme yapılmış ve neticede iki taraf arasında birtakım ortak kararlar alınmıştır. 37. 

İstanbul Hükümeti Temsilcisi Salih Paşa'mn milli hareket temsilcileriyle görüşmek üzere Amasya'ya gitmesi de yine başlı başına ayrı bir olaydı. 
Sonuçta İstanbul Hükümeti A-RMHC'ni tanıdı. Bu olay, Milli harekete Türk Milleti'nin temsilcisi olma yolunda önemli bir aşama kazandırırken, İtilaf Devletleri'nin de artık ciddiye almaları gereken bir güç oldugunu ortaya Çıktı. Bu genel başarı yanında, kongrelerde alınan kararların İstanbul Hükümeti'ne kabul ettirilmesi, Milli iradenin ortaya çıkmasına sebep olacak seçimlerin yapılması, parlamentonun toplanması ve tereddüt içinde olanların milli mücadeleye kazandırılması kaydadeger birer kazanç oldu. Görüşmelerin diger bazı maddelerinin İstanbul Hükümeti'nce kabul edilmemesine ragmen en önemli mesele İstanbul'da Osmanlı Devleti hakkında verilecek bütün kararları millet adına kabul veya reddetme yetkisi taşıyan ayn zamanda "Müdafaa-i Hukuk"un amaçlarını benimsemiş bir parlamento açılmasıdır. 

17 Kasım 1919'da seçimler yapıldı ve Mustafa Kemal Paşa'da Erzurum'dan mebus seçildi. Seçimi çogunlukla ARMHC listelerinden seçilmiş Mebuslar kazandı. 38. Seçimlerin yapılmasından sonra Mustafa Kemal Paşa mebuslara çagrıda bulunarak, İstanbul'a gitmeden önce Ankara'ya uğrayarak Hey'et-i Temsiliye ile görüşmelerini istedi. Mustafa Kemal Paşa, bu mebuslardan kendisinin meclise başkan seçilmesi, kendilerinin seçilmesini saglayan, hatta kendilerinin de çogunun üyesi oldukları A-RMHC'nin adıyla bir grup kurmalarını istedi ve Misak-ı Milli Programı'nı verdi. Ancak bu mebusların düşünceleri İstanbul'a gittikten sonra değişti ve Mustafa Kemal Paşa Meclis başkanı seçilemedi. 

Dahası " Müdafaa-i Hukuk Grubu " yerine " Felahı Vatan " grubu oluşturuldu. Buna ragmen Son Osmanlı Meclisi Türk Milli Mücadelesi açısından önemli bir karara imza attı. 

Meclis 28 Ocak 1920'de Misak-ı Milli'yi kabul etti39. Bu büyük bir olaydı. Zira, Anadolu hareketinin hedeflerinden birisi Türkiye'nin milli sınırlar içinde bölUnmez bütUnlügünü saglamaktı. 

Bununla Milli hedefler İtilaf Devletleri'nin gözU önünde ve parlamento gibi milletin en üst temsil organı kanalıyla resmen kabul edilmiş oluyordu. Misak-ı Milli Erzurum ve Sivas Kongrelerinin kararlarına dayanmaktaydı. 
Bunun yanında Misak-ı Milli'nin ilanı milli hareket mensuplarına büyük bir prestij sagladı. Siyasi bagımsızlık yanında ekonomik bağımsızlık hedefleri de ortaya konulmuş oldu. 

Mebusan Meclisi'nin yapısını anlayan, milli iradenin "Misak-ı Milli" şeklinde tespit edilmekte oldugunu gören hilaf Devletleri, daha 1920 Ocak ayı içinde baskı yollarına başvurmuşlardı. Kuva-yı Milliye'yi gizlice destekleyen Harbiye Nazırı Cemal Paşa ile Genelkunnay Başkanı Cevat Paşa'nın tutumunu protesto eden bir notayı 20 Ocak'ta hükümete verdiler.40. Mustafa Kemal Paşa, istifa etmemeleri ni istemesine ragmen, Cemal ve Cevat Paşalar, bu baskı karşısında istifa ettiler. Bu arada hükümet, Kuva-yı Milliye ile de işbirligi yapma yolunu açık tutarak, seferberlik hazırlığına girişti. 

Mlletvekilleri tutuklanırsa misilleme olarak Anadolu'daki itilaf subaylarının tutuklanmaları düşünüldü. 41.. 

Bu arada Kuva-yı Milliye tarafından Gelibolu'daki Akbaş Cephaneli~i'ne yapılan baskın sonucu depodaki silah ve cephaneler ile esir edilen Fransız askerleri Anadolu'ya kaçırılmışlardır. Bu olay İngiliz ve Fransızları son derece kızdınnış ve sert tedbirlere girişmelerine yol açmıştı. Baskıların sonucunda 3 Mart 1920'de Ali Rıza Paşa istifa etti ve yeni Hükümeti Salih Paşa kurdu.42. 

Bu gelişmeler karşısında İtilaf Devletleri hem şaşkınlık hem de kızgınlık içinde İstanbul'u işgale karar verdiler önce Türk Ocagı'nı bastılar, ardından 
16 Mart 1920'de İstanbul'u işgal ettiler. İstanbul'un işgali, Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'da kuvvetlenmesinin bir sonucu oldugu gibi,Milli Mücadele 
ve mukavemetin halk tarafından benimsenmesini kolaylaştıran İzmir'in işgalinden sonraki ikinci olay olmuştur43. 

Ülke idaresinin Ankara'ya geçmesi açısından önemlidir. 

Bu işgalle Osmanlı Devleti fiilen bitti.44. Türk milletini temsil hakkı, aldıgı etkili kararlarla Ankara'nın görevi oldu. Faik Ahınet Bey İstanbul'un işgalini; İngilizlerin Türklerle yapılacak antlaşmanın kabul ve uygulamasında muhalefet ve mukavemet edecek kuvvetleri ortadan kaldırmak ve ortamı müsait bir hale getirmek için fiili bir tedbir almak amacıyla gerçekleştirdikleri şeklinde yorumlar. Olay karşısında tepkisini ; " Bu haksızlıklar ve tecavüzler yapılmamalıydı. 
Ne yazık ki yapılmıştı ve halkın sessiz kalmaması da dogaldı" şeklinde ortaya koyarken, Hilafet Makamı 'nın, Saltanatın işgali, Parlamentonun hakaret ve tecavüze ugraması, halife kuvvetinin hükumsüzlüğe düşürülmesi sonucu milletin sabrının taşıdığını, bu isyankarlıgın hayat hakkı olan bir milletin en tabi hareketi 
oldugunu savunur. 
İstanbul Hükümeti'nin bu konuda çok dikkatli olmasını, Anadolu hareketinin asilikle suçlanıp yanlış anlaşılmamasını bu cereyanın hakiki manasını kavrayıp 
Avrupa'ya anlatmaya aracı olmasını ileri sürer. Hükümetten milli hareketin başarısına destek olmasını ister, Milli birligin geregini belirtir.45 . 

Mustafa Kemal Paşa, işgalden üç gün sonra 19 Mart 1920'de bir genelge yayınlayarak genel durumu özetledikten sonra başkentin korunmasını saglayacak tedbirleri düşünmek, uygulamak üzere, olağan üstü yetkiler taşıyan (Selahiyet-i Fevkaladeyi haiz) bir meclisin Ankara'da toplanması ve seçim usulü belirtiliyordu.46. 
Vilayetlere, müstakil livalara ve kolordu kumandanlarına gönderdiği bu genelgede, seçimlerin ·15 gün içinde yapılacagı ve buralarda her mahallin en büyük mülkiye memurunun başkanlık edecegini, dagılan Mebusan Meclisi'nden de Ankara'ya gelerek;·· Meclise katılabileceklerini bildirdi.47. Nisan 1920 tarihli telgrafta ise Meclisin 23 Nisan 1920 Cuma günü Ankara'da açılacagını ve tören programı bildirilerek " Milletin tek Merciinin Büyük Millet Meclisi olacağı" belirtildi.48. 

Faik Ahmed Bey, İstanbul'un işgal edilmesi, Mebusan Meclisi'nin çalışamaz duruma gelmesinden dolayı devlet ve millet işlerinin yürütülmesi için 
yeni bir meclisin (Meclis-i Fevkalade'nin) açılmasına ihtiyaç duyuldugu düşüncesiyle meclisin açılış sebepleri, nasıl toplanacagı ve çalışacagı hususunu 
da düşüncelerini açıklarken, ülkenin içinde bulundugu olumsuz seçim şartlarına rağmen bir Müdafaa-i Hukukçu olarak halkı politize etmeye çalışır, 

Yayınladıgı makalelerinde seçmen ve seçilecek kişilerin ne gibi özeııikler taşımaları geregi üzerinde durur. Meselenin zannedildiginden daha önemli oldugunu, seçilecek kişilerin vasıflı, meziyetli, namus ve vicdanlarına itimad edilen şahıslar olmaları gerektigini bu işin sadece bir oy verme işlemi olmadıgını, çok büyük bir tarihi vazife oldugunu, kişisel çıkarlar düşünülmeden itina ile seçilmesi geregi üzerinde durur. Bir başka makalesinde yine seçilecek mebusların nitelikleri üzerinde durarak, seçmenlerin dikkatlerini, memleketin kaderi hakkında kararlar alacak nitelikte mebusların seçilmesinde dikkatli olmaları milliyetperver kişileri seçmeleri noktasında toplamaya çalışlı.49 .

Bu genelgelerde BMM'nin temelleri atılmıştır. Böylece Müdafaa-i Hukuk hareketinin birinci safhası sona ermiştir. Seçimleri "MUdafaa hukuk Cemiyetleri"nin düşüncesini benimsemiş mebuslar kazanmıştır. BMM'nin 23 Nisan 1920'de Ankara'da açılmasıyla başlayacak olan "Mildafaa-i Hukuk" hareketinin ikinci safhası Cumhuriyetin ilanı ile son bulacaktır. 

23 Nisan 1920'de Sinop Mebusu Şerif Bey'in konuşmasıyla açıldı. Seçilen milletvekilleri yaşayışları, davranışları ile o günkü Tilrkiye'yi aynen yansıtıyorlardı. Milletvekilleri Osınanlı Devleti'nin son zamanlarında yaşamış, bu dönemin fikir akımları ve siyasi mücadeleleri içinde yogrulmuş kişilerdi. 

İttihat ve Terakki Partisi'nden, Hürriyet ve İtilaf Partisi'ne kadar uzanan zıt kutupların insanları, meclis içindeydiler. Milletvekilleri arasında meslek grubu olarak da çeşitlilik vardı. Egitim düzeyi o gün ülke koşuııarının üzerindeydi. Meclisin İnkıldpçı yapıda olmasında bu egitim seviyesinin yüksek olmasının etkisi büyüktü. Yabancı dil bilenlerin sayısı da çoktu. Yaş ortalaması 43 'tü. 

24 Nisan 1920'de Mustafa Kemal Paşa'nın meclise verdigi önergede; "Mecliste beliren milli iradenin, vatanın kaderine dogrudan dogruya el koymasını 
kabul etmek temel ilkedir. BMM'nin üstilnde bir güç yoktur. Bu Meclis yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamıştır: Meclisten seçilecek bir heyet hilkUmet işlerini yürütür. Meclis başkanı, aynı zamanda bu heyetin de başkanıdır" 
denilerek hükümetin ne şekilde kurulacagı belirtilmektedir. 

Mustafa Kemal Paşa, Nutuk'ta bu önergeye deginerek, bunun aslında cumhuriyetin habercisi oldugunu söyler "Bu esaslara dayanan bir hükümetin 
mahiyeti kolaylıkla anlaşılabilir. Böyle bir hükümet, milli hakimjyet esasına dayanan halk hükümetidir. Cumhuriyettir. Böyle bir hükümetin teşekkülünde esas, kuvvetler birliği prensibidir.50. 

Böylece yasama, yürütme ve yargı yetkileri meclisin bünyesinde toplanmıştı. Bu, kuvvetler birliği şeklinde ifade ediliyordu. ülkenin içinde bulundugu şartlar geregi meseleler ancak bu yöntemle çözülebilecekti. 

25-29 Nisan 1920 tarihleri arasında yapılan görüşmelerden sonra Meclis "Hıyanet-i Vataniye Kanunu"nu kabul etti. Bu kanuna göre; BMM'nin yasallıgına 
isyan eden, sözlü veya fiili vey~ yazılı olarak karşı çıkanlar ve bozgunculuk yapanlar vatan haini sayılırlar; açıkça vatan hainliginde bulunanlar idam olur; insanları gizli ve sözlü olarak vatan hainligine tahrik ve teşvik edenlerle, teşviklerini yazılı ve resmi yolla yapanlar kürek cezasına çarptırılırlar. Faaliyetlerinden bozgunculuk durumu ortaya çıkanlar idam olunurlarsı. Bu kanunun sekizinci maddesinde yargı kararının meclise bırakılması ile yargının da yasama ve yürütme yetkilerinin yanında meclisin elinde olduğunu açıkça göstermektedir. Nitekim daha sonra İstikh\l Mahkemelerinin kuruluşu ve bu mahkeme üyelerinin doğrudan meclisten seçilmesi de bunu kanıtlamaktadır.52. 

2 Mayıs 1920'de İcra Vekilleri Heyeti adını taşıyan hükümet meydana getirildi. Üyeler meclis içinden seçilmişti. Meclis Başkanı hükümetinde başkanıydı.53 . 
Fakat hükumetin kurulması ile ilgili bu durumun degiştirilmesiyle ilgili 4 Kasım i920'de bir önerge verildi. Bu önergede "İcra Vekilleri Büyük Millet Meclisi Reisi'nin meclis üyelerinden gösterecegi adaylar arasından salt çogunlukla seçilir" şeklinde bir degişikliği öngörüyordu. Bu degişikligin kabul edilmesi, Heyet-i Vekile'nin de tabi başkanı olan Mustafa Kemal Paşa'ya istedigi vekili seçtirme imkanını sağlıyordu. Meclisin yetkilerinin kısıtlanması anlamına gelen bu durum ileride kurulacak ikinci grupla, Birinci grup arasında sık sık tartışmalara yol açmış ve temel çatışma konularından birini oluşturmuştur. Sonunda İkinci grubun oylarıyla 8 Temmuz 1922'de tekrar ilk şekline yani vekillerin doğrudan meclis tarafından seçilmesi yöntemine geçilmiştir.54 .

20 Ocak 1921 günü " Halkçılık Programı "ndan  kaynagını alan.55. "Teşkilat-ı Esasiye Kanunu" kabul edilmiştir.56. 

"Halkçılık" konusunda görüşlerini bir gazeteci ve aynı zamanda bir hukukçu olarak degerlendiren Faik Ahmed Bey'e göre önceki idare sistemi, milletin düşünce ve isteklerine uygun olması, ihtiyaçlarına cevap vermesi şöyle dursun, millete tamamen yabancı olan düzeni bozan köhne bir sistemdi. 
Halkın bir türlü ısınamadıgı, milletin menfaatlerine dayanmayan, yalnız idare edenler hesabına çalışan bir müesseseydi. Bu yüzden halk, hükumet ve idare teşkilatı hakkında olumsuz kanaatlere sahipti. Yürürlükteki bu kanunlar degişmedikçe, toplumun milli ve sosyal bünyesinde yarattığı tahripler ve eski şekil ve şartlar devam ettikçe ilerleme olmayacağı gibi, yapılan her türlü yeniliklerin yüzeysel degişikliklerden başka bir şeyolmayacaktı. 
"Memlekette herşeyden evvel degişmesi lazım gelen ve terakki (ilerleme) yollannın dügüm noktasını teşkil eden bir şey vardı. 

O da idare şekli, idare usulü idi" diyecek Osmanlı kanunlarının yetersizliğini anlatan yazısının devamında "Halkı idareye teşvik etmek, idare teşkilatını halkın 
amaı ve ihtiyacatına göre yenilernek idare edenler ile edilenler arasındaki genişligi ortadan kaldırmak velhasıl işe idari ıslahattan başlayarak, milleti 
doğudan dogruya kendi idaresi yanına getirmek ve sonra da memleketin imarının her türlü terakkiyatını millet işi olmak üzere millete bırakmak lazımdı. 
Bunun önüne geçilmesi artık ne caiz ne de mümkündür" şeklinde vurgulamaktadır. Bu kanun tasarısının görüşülmesi esnasında iki madde üzerinde yani seçimde mesleki temsil esasını getiren 4. madde ile özellikle Meclis yetkilerini gösteren 8. Madde konusunda yapılan tartışmalar ilk defa anlamlı ve sert olmuştur. Nitekim bu tartışma meclisin faaliyetinin sona ermesine kadar gündemde kalmıştır.57 . 

9. Maddede ise Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile kurulan yasamanın uygulanmasıyla ortaya çıkan Meclis Hükümet sisteminde güç mecliste degiı, Meclis'in ve Heyet-i 
Vekile'nin Başkanı sıfatıyla Mustafa Kemal Paşa'nın şahsında toplanmaktadır. 

Mustafa Kemal Paşa'nın şahsında odaklaşan bu yetki toplulaşmasının bir müddet sonra çıkarılacak Başkumandanlık Kanunu ile daha da genişletildigi görülecektir.  Diğer Maddeleri tartışma olmadan kabul edilmiştir. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***