Küresel Yönetişim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Küresel Yönetişim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ocak 2021 Cumartesi

BİR İMPARATORLUK KRİZİ Mİ? COVID-19 SALGINININ ABD DIŞ POLİTİKASINA ETKİSİ .,

BİR İMPARATORLUK KRİZİ Mİ? COVID-19 SALGINININ ABD DIŞ POLİTİKASINA ETKİSİ .,





SALGIN VE ULUSLARARASI SİYASET 

Prof. Richard SAKWA 
Kent Üniversitesi Rusya ve Avrupa Politikaları Öğretim Üyesi, 
Chatham House Rusya ve Avrasya Politikaları Programı Üyesi, Birleşik Krallık 
 
Ulus Devlet, Küresel Yönetişim, ABD-Çin Rekabeti, Rusya, Avrupa Birliği, Küreselleşme, Rekabet, Jeopolitik, 

Modern dünyayı karışıklığa iten küresel çapta ekonomik bir durgunluk, yönetişim bozukluğu ve ortak bir müdahale geliştirememe hatası ile birleşen ölümcül ve bulaşıcı bir virüsün oluşturduğu “Mükemmel bir Fırtına”dır. Bu, dünyayı derinden etkileme potansiyeline sahip öngörülmesi güç nadir bir olay yani “siyah kuğu” vakasından ziyade, göz göre göre gelen ve hazırlıksız yakalanılan bir “gri 
gergedan” vakasıdır. COVID-19’un yıkıcı etkisi bulaşma kolaylığı, belirtilerinin ortaya çıkmasındaki gecikme, ölümcüllüğü, aşı eksikliği ve yeterli sayıda test yapabilecek tesislerin bulunmayışı nedeni ile daha da büyümüştür. 

Salgın ve Uluslararası Siyaset 

COVID-19 krizi Soğuk Savaş sonrası dönemin varsayımlarının ve önyargılarının aniden ortaya çıktığı bir dönüm noktasıdır. COVID-19 salgını uzun vadeli değişimleri hızlandırmış ve toplumlarımız ile uluslararası ilişkiler modelinin temelindeki gerçekleri su yüzüne çıkartmıştır. Salgın sonucunda yeni bir küresel ve bölgesel güç dengesi oluşmayacaktır. Bununla birlikte, bir süredir görünür olan eğilimler daha net bir biçimde ortaya çıkacaktır. 

Kriz epidemioloji ve sağlık alanlarının yanı sıra, nüfus ve ekonomide ortaya çıkan sonuçlarla baş edebilmek için gerekli kaynağa sahip tek gücü, yani ulus devleti bir kez daha toplumsal yaşamın merkezi yapmıştır. 
Aynı şekilde kriz, merkez ve çevre arasındaki güven eksikliği ile halk sağlığı ve refahına ilişkin çalışmaların yetersizliği bazı devletlerin zayıflığını ortaya çıkarırken, merkezi hükümet ile bölgeler ve devlet ile toplum arasında sağlıklı bir ilişkiyi kurmuş olan diğer devletlerin büyük bir itibar kazanarak ön plana çıkmasına yol açmıştır. 
Başka bir deyişle salgın, sadece devletler ve uluslararası yönetişim araçları için değil, devletin nasıl yönetildiğine de dair bir sınav olmuştur. Yaygınlaştırılmış refah devleti olan ülkeler salgını, parçalı ve ekonomik kazancı önceleyen sağlık 
sistemleri bulunanlara göre daha iyi yönetme eğilimindedir. Kriz dönemindeki performans ile siyasi rejim türü arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Diğer bir deyişle, alınan önlemler demokrasi ya da otoriterlikle değil, devletin kapasitesi ve 
yöneticilerinin liderlik yeteceğiyle bağlantılıdır. 
Kriz ayrıca uluslararası işbirliği ajanslarının önemini de vurgulamıştır. G-7, bir kez daha krizin yönetiminde önemli bir etkisi olmayacak dar bir yapı olduğunu kanıtlarken, G-20 grubu, 2008 mali çöküşünden sonra yaptığı gibi bir liderlik rolünü üstlenememiştir. Milliyetçilik ve çok taraflılık arasında yeni bir denge ortaya çıkmamış, bunun yerine küresel yönetişimin zayıflığı belirginleşmiştir. 

Uluslararası politikanın yürütülmesi öncekinden çok daha fazla devlet odaklı duruma gelmiştir. Küreselleşme, daha önce bazı ekonomik zorunlulukların devlet politikalarının önüne geçtiğini göstermişti. Ancak acil eylem gerektiğinde, 
ilk harekete geçen daima devlettir. Sorunlar küresel çapta ortaya çıksalar da, bunlara ulusal düzeyde verilen tepkiler çok önemlidir. Böylelikle ulusal refah ve sağlık hizmetlerinin önemi bir kez daha vurgulanmış olup bu kavramlar 2008-09 
ekonomik krizinden ve ardından gelen Avro Bölgesi krizinden sonra yıllar boyu süren kemer sıkma politikalarıyla birçok Avrupa ülkesinde fazlasıyla ikincil bir konuma getirilmişti. 
COVID-19’a karşı başlatılan mücadele hükümetlerin yeterliliklerinin ölçülmesi için bir sınav olmuş; ABD bu konuda kötü puan almış; Çin’in bilgiyi örtbas etme girişimleri ve sağlık krizini yanlış yönetmesi, Koronavirüs’ün genetik yapısını zamanında paylaşması ve yayılmasını önlemek için kararlı eylemlerde bulunmasıyla dengelenmiş; Almanya’daki etkili merkezi politika, güçlü federal yönetişim ve yüksek toplumsal güvenin birleşimi krizi hafifletirken, ABD’de benzer 
bir kapsayıcı halk sağlığı sistemi ve sosyal güvenlik ağının yokluğu ortaya çıkmıştır. 

Salgın hem ABD’nin hem de Avrupa’nın nüfuz etme gücünde görülen azalmayı hızlandırmıştır. Çok taraflı kuruluşların ve sorun paylaşımının oynadığı rolün hayati önemi haiz olduğu görülse de küresel yönetişim kurumları hakkında Amerika’nın uzun zamandır devam eden tezat yaklaşımı yeni bir seviyeye taşınmıştır. Trump yönetimi, krizin zirvesinde BM Dünya Sağlık Örgütü’nden fon desteğini çekmiştir. Ancak kısa süre sonra hiçbir ülkenin - hatta ABD kadar güçlü bir ülkenin bile - krizle ve onun ekonomik, sosyal ve sağlıkla ilgili sonuçlarıyla kendi kendine başa çıkamayacağı belli olmuştur. 
Liberal küresel düzenin evrensel ilkelerinin bir kısmının reddedilmesiyle, halihazırda görünür olan küreselleşme karşıtı çabalar yoğunlaşmıştır. Bu eğilime, otoriterliğe duyulan istek, demokrasi karşıtı eğilimler ile içe kapanma ve büyüme 
taraftarlığı eşlik etmiştir. 
AB’nin 4 Nisan 2020’de aşı araştırması ve yaygınlaştırılması için fon elde etmek amacıyla ev sahipliği yaptığı bağış konferansında zıt eğilimler de ortaya çıkmış, birçok ülkede muhalif siyasi güçler halk sağlığı müdahalelerine destek sağlamak için işbirliği yapmışlardır. 
Koronavirüs güçler dengesinin ve ideolojik taahhütlerin zaten değiştiği bir zaman diliminde patlak vermiştir. Büyük güç çatışmasının yeniden ortaya çıkması ve uluslararası siyasette bir yanda ABD ve müttefiklerinin diğer yanda Çin ve 
onunla aynı çizgide olanların bulunduğu iki kutuplu bir yapıya doğru dönüşün yaşanması ile dünya düzenine ilişkin kriz derinleşmektedir. 

Trump’ın liberal düzenin evrenselliğini reddetmesi ile kibirli “insani” ve rejim değişikliği müdahaleleri birçokları tarafından ülke içindeki sıkıntıların aşılması için ABD dış politikasının dengeli hale getirilmesi olarak görülerek memnuniyetle karşılanmıştır. Bu dönüşüme uzun süredir devam eden çatışmaların özellikle Çin ile olan ilişkilerin alevlenmesi de eşlik etmektedir. 2018’in sonlarında başlatılan ticaret savaşı, bir anlaşmanın ilk bölümünün imzalanmasıyla 2020 başlarında çözülmüştür. Bununla birlikte, COVID-19’un en yaygın yaşandığı ve ölüm sayılarının en fazla olduğu ülkenin ABD olmasını takiben Trump’ın virüs hakkında başlangıçta takındığı muğlak tutum peşini bırakmamaktadır. 

Kriz, Trump yönetiminin eksikleri ile Amerikan sağlık sistemi ve kriz yönetimindeki başarısızlıkları daha da büyüterek ortaya çıkarmıştır. Dikkatler Çin’e dönmüş, Çin ilk olarak Wuhan’daki salgınla başa çıkma konusundaki başarısızlıklarından dolayı 
suçlanmış, ardından kriz nedeniyle ABD ve küresel ekonomiye verilen büyük zararlar için Çin’den tazminat talep etme yoluna gidilmiştir. 

Salgın öncesi dönemde de Rusya giderek artan yaptırımlara maruz kalmaktaydı. Yaptırımların sonuncusu Baltık Denizi altındaki Kuzey Akım-2 gaz boru hattının Almanya’ya kadar uzatılmasına karşı uygulanmıştır. Trump’ın 2016’da Rusya ile “devam etmenin” mantıklı olduğu yönündeki açıklamasına rağmen, Rusların ABD seçimlerine müdahalesi iddiaları uzlaşma çabalarını aksatmıştır. Trump’ın Putin’e karşı dostane sözleri gücüne duyduğu isteksiz saygı nedeniyle de olsa, aslında stratejik hedefi Rusya’yı Çin ile olan uyumlu ilişkisinden uzaklaştırmaktı. 

1990’lardan bu yana gelişmekte söz konusu uyum 2014 yılından ve İkinci Soğuk Savaş’ın başlamasından sonra büyük ölçüde hızlanarak sürmektedir. 
Trump’ın ise Kissinger tarzı ters bir manevra ile Çin yerine Rusya’yı kazanma şansı bulunmamaktadır. 
Rusya ve ABD ilişkilerinde yeni bir ‘sıfırlama’ beklemek için neden yoktur. İlişkilerde geçmişten gelen bozulma, Eylül 2001 saldırılarından sonra olduğu gibi işbirliği dönemleriyle arada kesintiye uğramaktadır. Mevcut kriz bağları tekrar 
güçlendirme fırsatı vermiştir. Trump, büyük güçler arasındaki anlaşmaları ve kişisel ilişkileri destekleyen ve ticari faaliyetlere ağırlık veren bir başkandır. Bu nedenle Koronavirüs yeni bir açılım için kendisine alan sağlamıştır. 2020 İlkbaharında Putin ve Trump arasında önceki dönemlere göre daha fazla telefon görüşmesi yapılmıştır. Ancak, Trump’ın “büyük bir pazarlık”   gerçekleştirebilme imkanı son derece sınırlıdır. Kongrede Demokratlar Rusya’ya verilecek tavizlere kesin olarak karşı çıkmakta ve Cumhuriyetçi Parti üyelerinin büyük bir bölümü Trump’ın Rusya’nın Çin’e karşı mücadelede potansiyel bir müttefik olduğu görüşünü paylaşmamaktadır. 

Bu, dünyanın iki karşıt kutba ayrılmasından başka bir şey değildir. Bununla birlikte çift kutupluluğun yeni uyarlamasının, 1945 ve 1990 arasındaki Birinci Soğuk Savaş dönemindekiyle pek az ortak noktası vardır. Uluslararası sistem çok daha bütünleşmiş durumdadır ve tek bir tane çok taraflı küresel yönetişim biçimi yaratmıştır. Artık tek bir küresel pazar ekonomisi ve karşılıklı ekonomik bağımlılık üzerine kurulu geniş bir tedarik zinciri bulunmaktadır. Bugün iki kutup yoğun biçimde iç içe geçmiş durumdadır. Ancak bu durum çatışmayı azaltmaktan çok, yaptırım, mali baskı ve benzeri yöntemlerle mücadelenin yürütülebileceği yeni bir alan sağlayabilmektedir. 

Kriz gittikçe güçlenen Çin-Rusya ilişkileri konusunda için de bir sınama olmuştur. Wuhan’daki salgın pandemiye dönüşürken, Rusya Çin ile olan sınırını 31 Ocak’ta kapatmıştır. Çin vatandaşları evlerine döndükten sonra, Rusya yenilenen 
enfeksiyonun ana kaynaklarından biri konumuna geçmiştir. Ancak Rusya, Çin’i savunan ve yanında duran birkaç ülkeden biridir. Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, Çin’e tazminat ödetilmesine ilişkin çağrının ‘kabul edilemez ve şoke edici’ 
olduğunu savunmuştur. Putin, 16 Nisan’da Xi Jinping ile yaptığı telefon görüşmesinde, Çin’in salgını durdurma konusunda yeteri kadar hızlı hareket etmediğini öne süren “zarar verici” eleştirileri kınamıştır. Krizin “Rusya ve Çin arasındaki kapsamlı stratejik ortaklığın özel niteliğini kanıtladığını” savunmuştur. Çin, petrol fiyatları düştükçe ve üreticiler fazla üretimi kısmaya çalışırken Rusya’nın yardımına koşmuştur. Çin’in Rusya’dan ham petrol ithalatı artmış ve Avrupa’daki talebin düşmesi sonucu Rus şirketlerinin can damarı Çin olmuştur. COVID-19, Moskova ve Pekin’e ortak sınamalara karşı birlikte oluşturacakları bir cephenin stratejik önemini göstermiştir. 

Koronavirüs çok taraflı işbirliğine ve bunun sonuçlarıyla ilgilenen uluslararası örgütlerin güçlendirilmesine duyulan ihtiyacı vurgulamakla birlikte, uluslararası politikanın “yeniden ulusallaştırılması” yönündeki eğilimi de ortaya çıkartmıştır. 
Her şeyden önce AB üzerine odaklanmış bir işbirliğine dayalı bazı girişimler varken, kriz mevcut bazı çatışmaları daha da şiddetlendirmiş ve derinleştirmiştir. COVID-19’un ulusları bir araya getirdiğine dair çok az işaret bulunmaktadır. 
Koronavirüs uluslararası yönetişimin zayıflığını, devlet eyleminin önceliğini, büyük güçlerin aralarındaki rekabetin sürekliliğini ve Soğuk Savaş sonrası uluslararası politikada ortaya çıkan genel tıkanıklığı daha da tahkim etmiştir. COVID-
19’un sosyal ve ekonomik etkileri büyük olsa da uluslararası politika açısından doğru kararların alınabilmesinin yolunu açmak yerine sorunları ortaya koyma yönünde etkisi olmuştur. 

***


COVID-19 SONRASI, AMERİKAN LİDERLİĞİNİ SINAMAKTADIR

 COVID-19 SONRASI,  AMERİKAN LİDERLİĞİNİ SINAMAKTADIR

   


COVID-19 SONRASI,  AMERİKAN LİDERLİĞİNİ SINAMAKTADIR., ANCAK KÜRESEL DÜZENİ DEĞİŞTİRMEYECEKTİR* 


* Bu makale Nye’ın 16 Nisan 2020 tarihinde Foreign Policy’de (https://foreignpolicy.com/2020/04/16/coronavirus-
pandemic-china-united-states-power-competition/) ve 26 Nisan 2020 tarihinde EastAsiaForum’da 

(https://www.eastasiaforum.org/2020/04/26/how-covid-19-is-testing-american-leadership/) yayımlanan iki makalesinden uyarlanmıştır. 

Prof. Joseph S. NYE Jr. 
Harvard Üniversitesi Üstün Hizmet ve Emeritus Profesörü, 
Kennedy Siyasal Bilgiler Fakültesi Eski Dekanı, ABD 

 
Küresel Yönetişim, Uluslararası İşbirliği, Yumuşak Güç, ABD-Çin Rekabeti, Jeopolitik, COVID-19 Amerikan Liderliği, Küresel Düzen, Değiştirmeyecektir, 

COVID-19’un ABD liderliği pahasına Çin’in yükselişe 
geçmesine neden olacağı şeklindeki iddiaları kolayca 
kabul etmemeliyiz. Koronavirüs sonrası dönemde 
jeopolitik koşullar aynı kalmayacak. Bir değişiklik meydana 
geleceği doğru, ancak bu ne ölçüde gerçekleşecek? Büyük 
hadiselerin her zaman büyük etkilerinin olmayabildiğini 
tarihten biliyoruz. Örneğin 1918’deki İspanyol gribi, özellikle 
sebebiyet verdiği ölümler bakımından yıkıcı etkilere sahipti. 
Bununla birlikte, sonraki yıllardaki olayların gidişatını 
belirleyen salgın değil Birinci Dünya Savaşı oldu. Peki, 
Koronavirüs Çin’in ABD’nin yerini alarak dünya lideri olacağı 
yeni bir dönemin habercisi mi? Bence değil. 
Ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler 
küreselleşmenin yolunu açtı. Kaydedilen ilerlemeler virüs 
karşısında ortadan kalkmayacak. Öte yandan, pandeminin 
ekonomik küreselleşmeyi gerçekten altüst edeceği ortada. 
Uluslararası ticaret yavaşlayacak, ancak finansal etkileşimler 
önemli bir kesinti olmadan sürecektir. Ekonomik küreselleşme 
bizim düzenlemelerimize tabi olsa da, küreselleşmenin pandemi 
veya iklim değişikliği gibi bazı yönlerini kontrol edebilecek 
durumda değiliz. Geleneksel savunma sistemlerimiz küresel 
doğal felaketlerle mücadelede bir anlam ifade etmiyor. Derin 
ve sürekli ekonomik durgunluk ise bu mücadelede elimizi 
zayıflatıyor. 
Küresel çevre ve sağlık sorunlarının herkesi etkilediği 
kesin. Hiçbir ülke bu tür sorunlarla yalnız başa çıkamaz. Bu 
nedenle, tüm ülkeler ortak tehdit ve zorlukların üstesinden 
gelmek amacıyla birlikte çalışmalı, kurallar koymalı ve 
uluslararası örgütlenmeye gitmelidir. Çevreye ilişkin 
küreselleşme derinleşiyor ve COVID-19’un bizlere gösterdiği 
gibi, bunun neticesinde ülkelerin birbirlerine karşılıklı 
bağımlılığı da artıyor. Zaman ABD’nin dünyaya liderlik etmesi 
ve özellikle Avrupa, Çin, Japonya ve Avustralya başta olmak 
üzere diğer ülkelerle daha fazla işbirliği yapması zamanıdır. 
21. yüzyılın ilk yirmi yılında üç krizle karşı karşıya 
kaldık: 11 Eylül terörist saldırıları, 2008 mali krizi ve COVID-19 
pandemisi. 11 Eylül terörist saldırılarında yaşamını yitirenlerin 
sayısı nispeten düşüktü, ancak saldırıların yarattığı travma 
ABD’li idarecilerin Afganistan ve Irak’ı istila etmek gibi panik 
içinde aceleci kararlar almalarına yol açtı. 2008 mali krizi ise 
Büyük Durgunluk ile sonuçlandı, Batı’da popülizmi artırdı ve 
dünyanın farklı bölgelerinde otokrasileri teşvik etti. Çin’in 2008 
krizinde Batı’ya kıyasla daha iyi bir performans sergilemesi 
birçok insanın Çin’in dünyanın yeni ekonomik lideri haline 
gelmekte olduğunu düşünmesine neden oldu. 
Koronavirüs’ün neden olduğu üçüncü krize ise Çin ve 
ABD liderleri ilk aşamada inkar ederek, yanlış bilgilendirerek, 
geç kalarak, şaşkınlık içinde ve uluslararası işbirliğine 
yanaşmadan karşılık verdiler. Ayrıca, Xi Jinping ve Trump 
zaman kaybetmeden karşı tarafı sorumlu tutmaya yönelik 
bir suçlama oyunu başlattılar. Bu esnada, AB ise birlik içinde 
hareket ederek kararlı adımlar atmakta zorlanıyordu. 
ABD krizi yönetmekteki başarısızlığı nedeniyle güven 
kaybına uğrarken, Çin kendine yönelik olumsuz söylemi 
lehine değiştirmeye odaklandı. İnsani yardımlar göndererek, 
gerçekleri gizleyerek ve geniş kapsamlı bir propaganda 
yürüterek dikkatleri ilk hatalarından uzaklaştırmayı, kendisini 
uluslararası toplumun yapıcı bir üyesi olarak sunmayı ve 
yumuşak gücünü onarmayı amaçlıyor. Ancak, buna kimse 
kanmayacaktır. Zira yumuşak güç çekicilik üzerine kurulu 
olup, en iyi propaganda “propaganda” yapmamaktır. 
Çin yumuşak gücünü artırmaya yönelik uzun 
yıllardır sarf ettiği çabalarına rağmen bu alanda pek mesafe 
kaydedemedi. Dolayısıyla, demokratik ülkelerin üst sıralarda 
yer aldığı Yumuşak Güç 30 sıralamasında Çin’i en altlarda 
görüyoruz. Komşularıyla süregelen bölgesel anlaşmazlıkları 
ve Çin Komünist Partisi’nin katı iç politikaları göz önüne 
alındığında, Çin’in yumuşak gücü açısından şu an bulunduğu 
uluslararası konum hiç de şaşırtıcı değil. 
Koronavirüs sonrası dönemde sert güç dengesinde 
ABD aleyhine bir değişiklik olmayacak. Pandemi, ABD ve Çin 
ekonomilerine eşit ölçüde zarar veriyor. ABD ekonomisinin 
üçte ikisi büyüklüğünde olan Çin ekonomisi, COVID-19 
öncesinde büyüme oranlarının ve ihracatının azalmasından 
zaten muzdaripti. Askeri güç bakımından ise Çin ABD ile 
arasındaki mesafeyi kapatmaktan zaten uzaktı. Şimdi ise salgın 
döneminin mali yükü Çin’in askeri harcamalarını azaltmasına 
yol açabilir. Çin şimdi bütçesinin önemli bir bölümünü verimsiz 
sağlık sisteminin iyileştirilmesi için kullanmak zorunda. 
Bir başka husus, pandeminin ABD’nin Çin’e karşı görece 
jeopolitik üstünlüklerini ortadan kaldırmayacak olmasıdır. 
Birincisi, iki okyanus ile iki dost ülke tarafından çevrelenen 
ABD, Çin’e kıyasla daha iyi bir coğrafyada yer alıyor. İkincisi, 
ABD bir enerji ihracatçısı iken, Çin ithal enerji kaynaklarına 
büyük gereksinim duymakta. Üçüncü üstünlük demografiyle 
ilişkilidir. Stanford Üniversitesi’nden Adele Hayutin’in yaptığı 
bir araştırmaya göre, önümüzdeki on beş yıl içinde ABD 
işgücünün %5 oranında artması bekleniyor. Çin işgücü ise 
bunun aksine, muhtemelen %9 oranında azalacak. Son olarak, 
seçkin üniversiteleri ve firmaları sayesinde ABD teknolojik 
ilerlemeye liderlik etmeyi de sürdürecek. 
Tüm bunlar dikkate alındığında, COVID-19 pandemisinin jeopolitik bir dönüm noktası oluşturması fazla 
olası görünmüyor. Bununla birlikte, ABD müttefiklerini yabancılaştırmak, uluslararası örgütleri güçsüzleştirmek ve 
ülkesine göçü engellemek gibi yanlış politikalar uygulamayı sürdürürse, sahip olduğu üstünlüklerden tam olarak 
yararlanamayabilir. Bilgi devrimi ve küreselleşme ile şekillenen dünya siyaseti, en güçlü ülkenin bile tüm uluslararası 
hedeflerine tek başına ulaşmasına izin vermiyor. Bunu kavramış gibi görünmeyen Trump yönetimi, özellikle Çin ile 
büyük güç rekabetine dayanan bir ulusal güvenlik stratejisini izlemeyi sürdürüyor. 
Singapur eski Başbakanı Lee Kuan Yew, Çin’in küresel 
liderliğinin, en azından yakın gelecekte gerçekleşmesini 
öngörmediğini bir sohbetimizde bana söylemişti. Lee 
tahminini haklı çıkarmak için ABD ve Çin’i çekicilik açısından 
COVID-19 Amerikan Liderliğini Sınamaktadır ancak Küresel Düzeni Değiştirmeyecektir 
kıyaslamıştı. ABD dünyanın dört bir yanından seçkin insanları 
kendine çekebilmekte ve onlara bilginin sınırlarını her alanda 
genişletme fırsatı sunabilmekte. Çin, bunun aksine, kendi 
sınırlamaları nedeniyle böyle bir çekicilik yaratma imkanına 
sahip değil. Bununla birlikte, COVID-19’la karşı karşıya kalan 
ABD popülist politikalar izleyebilir, saydamlığı terk edebilir 
ve dostlarını dışlayabilir. Bunları yapmak suretiyle de Lee’nin 
değerlendirmesinin yanlış olduğunu kanıtlayabilir. 
Bunun yerine yeni bir ABD yönetimi, “Ahlak Kuralları 
Önem Taşımakta Mıdır? Franklin Delano Roosevelt’ten Trump’a 
Başkanlar ve Dış Politika” (“Do Morals Matter? Presidents 
and Foreign Policy from FDR to Trump”) başlıklı kitabımda 
izah ettiğim üzere, 1945 sonrası dönemdeki Başkanların 
başarılarından ilham alabilir ve Marshall Planı’na benzer 
muazzam bir COVID-19 yardım programı başlatabilir. ABD 
Dışişleri eski Bakanı Henry Kissinger haklı olarak liderlerin 
işbirliği yapmaları ve uluslararası toplumu güçlendirmeleri 
gerektiğini savunuyor. İktidar pozitif toplamlı bir oyun olarak 
ele alınmalı ve ülkeler ortak hedeflere ulaşmak için “diğerlerine 
karşı güç” yerine “diğerleriyle birlikte güç”e öncelik vermeli. 
Diğer ülkeler güçlendiklerinde ve yükü etkili bir şekilde 
paylaştıklarında, ABD kendi hedeflerine daha rahat ulaşabilir. 
Günümüz dünyasında bağlantılılık göreceli gücü artırıyor. 
Ancak, Trump, ABD’nin çıkarlarını sürekli olarak dar bir 
şekilde tanımlamakta, “diğerleriyle birlikte güç” ve “diğerlerine 
karşı güç” ayırımını göz ardı etmekte, uluslararası ilişkileri kısa 
vadeli, sıfır toplamlı bir oyun gibi addetmekte, uluslararası 
örgütleri görmezlikten gelmekte ve bunun neticesinde de 
ABD’yi uzun vadeli, aydınlanmış kişisel çıkar geleneğinden 
uzaklaştırmaktadır. 

COVID-19’un gelişmekte olan ülkeler üzerinde önemli yansımaları olabileceği gelişmiş ülkeler tarafından kabul edilmelidir. Bu ülkelerde oluşacak yeni salgın dalgaları gelişmiş ülkeleri tekrar vurabilir. İspanyol gribinin ikinci dalgasının 
1918’deki ilk dalgasından daha fazla insanı öldürdüğünü akılda tutmamızda fayda var. Bu nedenle, ABD’nin liderliğindeki G-20 ülkeleri sadece kendi çıkarlarına hizmet etmek için değil, aynı zamanda ihtiyacı olan ülkelere yardım elini uzatmak için yeni bir COVID-19 fonuna cömertçe katkıda bulunmalılar. 

ABD Başkanı işbirliğine ve yumuşak güce dayalı politikalar izlediği takdirde, pandemiden olumlu sonuçlar elde edilebilir. Aksi takdirde, mevcut politikalar yalnızca milliyetçi popülizmi ve otoriterliği destekleyecektir. 

     Öte yandan, ABD ve Çin arasındaki güç ilişkisini temelden değiştirecek jeopolitik bir dönüm noktasını öngörmek için vakit henüz çok erken. 

***

11 Ocak 2021 Pazartesi

COVID-19 SONRASI YENİ NORMAL KÜRESEL YÖNETİŞİM

 COVID-19 SONRASI YENİ NORMAL KÜRESEL YÖNETİŞİM 



COVID-19 Sonrası, Yeni Normal Küresel Yönetişim,  Bretton Woods Oyunun kuralları Toplantısı, Dr. Ammar OMRAN KAHF,
Küresel Yönetişim, Ekonomi, Uluslararası Örgütler, Ulus Devlet, Türkiye, 


Dr. Ammar OMRAN KAHF
Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı, Suriye, 



SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

COVID-19 pandemisi küresel siyasi ve ekonomik yapılardaki fay hatlarını ortaya çıkarmıştır. Salgın sadece sağlık ve ekonomi alanlarında bir krize neden olmamış aynı zamanda çeşitli küresel yönetişim yapılarının ve mekanizmalarının sorgulanmasına yol açmıştır. 
Bu salgının hem etkisi hem de kapsamı yönünden küresel yönetişim ve ekonomide II. Dünya Savaşı’ndan beri görülmemiş bir dönüm noktası olduğu kabul edilebilir. Ekonomik anlamda 2008-09 Ekonomik Krizi’ni geçmiştir. Siyasi olarak da küreselleşme ve karşılıklı bağımlılık üzerine kurulu tedarik zincirlerini daha korumacı tedbirler lehine sorgulanır hale getirmiştir. “Yeni normalin” ne olacağı salgının ne kadar uzun ve hangi şiddette süreceğinin yanı sıra, küresel güçlerin önümüzdeki süreçte ayrışma ve rekabet veya işbirliği ve uyum içinde hareket 
etmeyi tercih etmelerine bağlı olacaktır. Küresel tedarik zincirleri, karşılıklı bağımlılık ve korumacı tedbirler gibi ekonomik sisteme yönelik kısa ve uzun vadeli değişiklikleri değerlendirmek “yeni normali” ve uluslararası kuruluşların 
azalan rollerini daha iyi anlamamız için yardımcı olacaktır. 

Mevcut salgın alevlendirdiği jeopolitik ve ekonomik koşullar nedeniyle de derin bir etki yaratacaktır. 

Küresel Yönetişimde “Yeni Normal” 

Dünya Liderleri 1944’te savaşları önleyecek ve ekonomik sistemin işleyişini düzenleyecek küresel düzen için “ Oyunun kurallarını ” belirlemek üzere Bretton Woods’ta bir araya gelmişti. 11 Eylül 2001 sonrasında ise zamanın ABD Başkanı 
George W. Bush, yeni küresel bir hal almaya başlamış olan terör şebekelerinin bir sonucu olarak “yeni dünya düzenini” ilan etmişti. Küreselleşmiş ve sınırların olmadığı bir dünyada dijital dünya ve yapay zeka önceki tasarım ve küresel çerçeveye artık uymayan karşılıklı bağımlılıkları ortaya çıkardı. Bir başka küresel istikrarsızlaşma sürecinden çıkarken, benzer şekilde yeni bir yönetişim çerçevesine ihtiyaç duyuyoruz. 
Küresel yönetişimin geleceğini tahmin etmek için henüz çok erken olabilir ancak bu aşamada çeşitli akımlar ve eğilimler tespit edilebilir. Uluslararası ve bölgesel kuruluşların erken uyarı sistemlerini harekete geçirmedeki başarısızlıkları 
ülkeleri sorunu tek başlarına ele almak zorunda bırakmıştır. Avrupa Birliği de hem ekonomik hem de teknik olarak kendi üye devletlerinin ihtiyaçlarına hızlıca yanıt vermekte yetersiz kalmıştır. İçine kapanmış olan ABD, federal hükümet ve eyaletler arasında mücadele yaşanırken hızlıca sınırlarını kapamaya yönelik popülist ve korumacı tedbirlere başvurmuştur. Dünya Sağlık Örgütü’nün bilimsel kanıtlardan ziyade hükümetlerin sağladıkları verilere dayanan çelişkili mesajlar vermesi siyasallaşmış olarak görülmesine ve ihtiyaç duyulan tavsiye ve yardımları sağlamada etkisiz bulunmasına neden olmuştur. 
Bu durum, yaklaşık 4 milyon sakinin ve yerinden edilmiş insanın yaşadığı Suriye’nin kuzeybatısına ilk aşamada 300 test kitinin göndermesiyle iyice görünür bir hal almıştır. Sınırlarını kapatan ülkelerin ve çok az miktarda malzemeye sahip olan kalabalık hastanelerin kaotik ve karışık görüntüsü, uluslararası ve bölgesel kuruluşların geçerliliklerinin ve yeterliliklerinin sorgulanmasına neden olmuş, Milliyetçilik hatta Yabancı düşmanlığının artmasına yol açmıştır. Bu da Batı tarafından ekonomik olarak terk edildikleri için mutsuzluk yaşayan ülkelerin gönlünü almak için Çin tarafından istismar edilen bir güç boşluğunu ortaya çıkarmıştır. 

    AB açısından gerçek tehdit dağılmaktan ziyade kamuoyu tarafından konu dışı ve yetersiz görülmek ve küresel düzeyde tutarlı hareket etme kabiliyetine güven duyulmamasıdır. İlave olarak, artan ABD-Çin rekabetinde AB’nin konu dışı kalması dengeyi sağlama ve bu tür rekabetlerin olumsuz etkilerini hafifletecek istikrar sağlayıcı politikalar üretme yeteneğini riske atmaktadır. Küresel yönetişimdeki sözkonusu güç boşluğu sistemde çatlaklara yol açmakta, bu da benzer düşünceye sahip ülkeler arasında daha fazla işbirliğini teşvik eden Türkiye gibi kolaylaştırıcı ülkelerin daha etkili olmasını sağlamaktadır. 
    Küresel liderlerin ve seçmenlerinin eşi benzeri görülmemiş bu krizin büyüklüğünü ve küresel yönetişim üzerindeki etkisini fark edip etmemeleri, dünyanın daha fazla izolasyon ve korumacı tedbirler almaya yönelmesini veya kolektif eyleme ve gelecekteki krizleri bütünleşik bir teknik yaklaşımla ele almaya dayanan yeni “oyun kuralları”nın ortaya çıkmasını belirlenecektir. 

Doğru hareket tarzı bir yaklaşım değişikliği ile bilimsel kurumlara ve kolektif olarak yapılacak araştırmaları destekle başlamaktadır. 

Sağlık Sektörüne yapılacak yatırım sınırlara bağlı değildir ve işbirliğini gerektirmektedir. Yatırımlar, bilimsel ve yenilikçi altyapılara kaydırılmalıdır. Bunun, gelecekteki yönetişim ve bu tür sınamalara yanıt verme hususunda 
büyük etkisi olacaktır. Küresel düzeyde ve birçok hükümet tarafından alınan siyasi kararlar güvenilir bilimsel kanıtlara dayanmamaktadır. Bunun olması hem ulus devlet düzeyinde hem de küresel düzeyde gereklidir. 

Bu kriz, asıl sorumlu aktörün ulus-devlet olduğunu gözler önüne sermiştir. Hiçbir uluslararası kuruluş veya yapı COVID-19’u önleyememiş ve salgınla mücadeleye liderlik edememiştir. Küresel bir sorun olmasına rağmen devletler meseleyle kendi imkanlarıyla mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Bu da sınırlı ve bütünlükten yoksun bir müdahaleye yol açmıştır. İhtiyaç duyulan sağlık önlemleri ve ekonomik araçlar tek bir ulus devletin kapasitesinin üzerinde olup yerel ekonomiler ve ticaret üzerinde benzeri görülmemiş bir baskı yaratmıştır. COVID-19 krizi küreselleşme nin sorgulanmasına, ülkelerin daha korumacı tedbirler almasına ve tedarik zincirleri ile temel sektörlerini sınırları içinde güvence altına almalarına neden olmuştur. Bu durum, COVID-19 sonrası dönemde küresel yönetişimi, uluslararası kuruluşların rolünü ve ulus devletlerin meşruluğunun yeniden gündeme gelmesini etkileyecektir. Birçok ülke ekonomilerini ithalata bağımlılığa son vererek temel hizmet ve ürünlerini güvence altına alacak şekilde şekillendirmiştir. 

Ayrıca, ABD’nin Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) fon sağlamayı kesmesi ile rehberlik ve liderlik konusundaki yetersizliğine yönelik eleştiriler artmıştır. 

AB’nin de bazı üye devletlere yardım hususunda yetersiz müdahalesi varoluş nedenini sorgulatmıştır. 

Gelecekteki Ekonomi Trendleri, 

Uluslararası ekonomi ve toplumun istikrarı, küresel salgınları önlemek, yönetmek ve kontrol altına almak için gerekli bilimsel altyapı ve yönetişim mekanizmalarına bağlıdır. 
Küresel ekonominin büyüme oranlarının negatif seviyelerde kalması ve işsizlik oranlarının Avrupa’da %6-7, ABD’de %15 ile II. Dünya Savaşı’ndan beri görülme miş yüksek sayılara ulaşması beklenmektedir. Uluslararası sistem G20 ve G20+ ile görüldüğü üzere yönetişim değişikliklerine sahne olacaktır ve ekonomik düzelme birkaç yıl alacağı için önümüzdeki dönemde ekonomik sınamalar bizi beklemekte dir. Bu durum, birçok ülke uluslararası sistemin kırılganlığının ve bilhassa gıda ve sağlık sektörlerinde bağımlı olmanın risklerinin farkına vardığı için geçerlidir. Çin, çevresindeki ve Kuşak ve Yol Girişimi bölgesindeki ülkelere altyapı yatırımları yapmak suretiyle Batı’nın sahip olduğu nüfuzla rekabet etmeye çalışacaktır. “Uyum” ve işbirliğine dayalı ancak hiyerarşik ve “merkeze” yani Çin’e hizmet eden uluslararası ilişkiler sistemini öne çıkartmaktadır. 

Önümüzdeki süreçte ABD-Çin jeopolitik rekabeti ve ekonomik savaşıyla birlikte daha fazla ekonomik kötüleşmeye tanıklık edeceğiz. 
Kolektif bir küresel yaklaşım uygulanabilir olmakla birlikte bunun gerçekleşmesi yakın zamanda pek mümkün görünmemektedir. 

Her iki ülke de COVID-19 sonrası kendi küresel yönetişim modelini ve ekonomik canlanmasını ortaya koyacaktır. 

“Yeni normalin” Çin veya ABD merkezli bir küreselleşme modeline yakın olması küresel pazarlardaki ekonomik müdahalelerinin hızına ve derinliğine bağlı olacaktır. Birçok ülkeye ihtiyaç duydukları tıbbi ekipmanları ihraç edebilen ve Rusya, Avrupa ve Batı arasında benzersiz bir jeopolitik arabulucu konumuna sahip Türkiye gibi ülkeler için ilave fırsatlar mevcuttur. 


***

6 Ocak 2021 Çarşamba

COVID-19 Sonrası Dönemde Küresel Yönetişim., BÖLÜM 2

COVID-19 Sonrası Dönemde Küresel Yönetişim., BÖLÜM 2






Aizaz Ahmad CHAUDHRY
Pakistan Eski Dışişleri Bakanı, Pakistan Stratejik Araştırmalar
Enstitüsü Başkanı

SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

Küresel Yönetişim, Çok Taraflılık,Jeopolitik, Biyolojik Tehditler,Aizaz Ahmad CHAUDHRY, Pakistan Eski Dışişleri Bakanı, Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü,Biyolojik Silahlar Sözleşmesi, Hibrit beşinci nesil savaşları,

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana egemen olan dünya düzeni birkaç yıldır ciddi baskı altındadır.

ABD’nin tek süper güç olarak üstünlüğüne, Çin’in dünya sahnesindeki yükselişine ve çoklu güç merkezlerinin ortaya çıkmasına yönelik sınamalar, dünya jeopolitiğini geri dönüşü olmayan bir şekilde etkilemiştir. Bununla birlikte yabancı düşmanlığı, göçmen karşıtlığı ve İslamofobi ile iç içe geçen dar bir bakışa sahip milliyetçiliğin yükselişi küresel yönetişim sistemindeki stratejik değişimleri tetiklemiştir. BM
Şartı'nda yer alan devletlerarası davranış ilkeleri, egemenlik ve toprak bütünlüğü ne saygı, çatışmama ve müdahale etmeme ilkelerinin ayaklar altında çiğnenmesi cezasız kalmış, bu da dünya düzeninde nizamsızlığa yol açmıştır. Donald Trump’ın
ABD Başkanlığını üstlenmesiyle, “Önce Amerika” yaklaşımı ile ortaya konan tek taraflılık, küreselleşme ve çok taraflılık ruhunu daha da zayıflatmıştır. İşbirliği yerine ekonomik baskı devletlerarası bir davranış haline gelirken, korumacı eğilimler serbest uluslararası ticareti engellemeye başlamıştır.

Bu değişikliklerin yer aldığı zaman diliminde ortaya çıkan COVID-19 sınaması, aylar içinde küresel yönetişimi eşi benzeri görülmemiş bir baskı altına almıştır. Salgının kendisinden ziyade, dünyanın dört bir yanında ülkeleri etkilemedeki muazzam hızı açısından benzersiz bir durum meydana gelmiştir. Gerçek şu ki insanlık zaten birçok pandemiye maruz kalmış ve her seferinde daha güçlü bir
ekonomik büyüme ve kalkınma ile yoluna devam etmiştir.

Ancak, bugün içinde yaşadığımız küreselleşmiş dünyanın bir sonucu olarak, hiçbir toplum virüsün ulaşamayacağı bir yerde değildir. Bu salgın siyasetten ekonomiye ve sosyolojiye kadar insan faaliyetlerinin her alanı üzerindeki etkisi nedeniyle her
yerde karşımıza çıkan bir sınama olmuştur.

Araştırmacılar Korona virüs salgını sona ermeden önce neden olacağı hasarın boyutunun hesaplanıp hesaplanmayacağı sorusuna cevap bulmak için
çabalamaktadır. Bununla birlikte, çok yönlü bu sorun ile mücadelede çok boyutlu küresel bir işbirliğine ihtiyaç duyulduğu konusunda fikir birliği vardır. COVID-19 sonrası dönemde dünyanın ilerleyeceği yönü daha iyi anlamak için öncelikle bu ölümcül virüsten etkilenen tüm alanlardaki eğilimleri doğru bir şekilde analiz etmemiz gerekmektedir.

COVID-19 pandemisinin en göze çarpan ve aynı zamanda ilk kurbanı küresel ekonomidir. Kaderin cilvesidir ki küresel ekonomi zaten iyi durumda değildi. Pandemi mevcut sorunları daha da kötüleştirdi. IMF'ye göre, küresel
büyümenin 2020 yılında %-3’e düşeceği öngörülmektedir.
Asya Kalkınma Bankası pandeminin bir sonucu olarak küresel ekonominin 8,8 trilyon ABD Doları zarara uğrayabileceğini tahmin etmektedir. İşsizlik oranları, kaygı ve belirsizlikle beraber hemen her ülkede yükselmektedir. Gelişmekte olan
ülkelerde artan yoksulluk ve beslenme yetersizliği, yoksulluğu azaltmak için on yıllardır titizlikle sürdürülen çalışmaları boşa çıkarmaktadır. Dünya Bankası, çoğunlukla Sahra altı Afrika ve Güney Asya'da olmak üzere, yaklaşık 23 milyon insanın yoksulluğa sürüklenebileceğini tahmin etmektedir. Petrole olan küresel talep, üretimdeki durgunlukla beraber dünya ekonomisini büyük bir küresel durgunluğa daha sürükleyerek düşmüştür. Dünyanın en büyük ekonomisi ABD'deki veriler bilhassa endişe vericidir. Avrupa, Japonya ve diğer önde
gelen ekonomilerde de durgunluk göze çarpmaktadır. 

Bazı iktisatçılara göre dünyayı 1920'lerin sonunda yaşanandan daha büyük bir ekonomik buhran beklemektedir.

Jeopolitik karmaşıklık ve belirsizlik de artmaktadır.

Soğuk Savaş'ın zirvesinde olan ABD ve Çin ile birlikte, dünya çapında yeni işbirliği olanakları şekillenmektedir. Örneğin Asya'da, ABD Çin’i dengelemek için Hindistan ile stratejik ortaklığını derinleştirmekte olup, Çin'in yükselişini kontrol altına almak amacıyla bölgedeki diğer müttefikleriyle birlikte çalışmaktadır. COVID-19'un ortaya çıkışı ve akabindeki birbirini suçlama oyunu, ABD ve Çin’i bu tehditle savaşmak için her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulan küreselleşmeden
uzaklaştırarak, büyük güç rekabetini yoğunlaştırmıştır. Halihazırda tek taraflılıkla mücadele halindeki çok taraflılık geçerliliğini yitirmektedir. 

    Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü ve diğer uluslararası kuruluşlar hızla değişen dünyada anlamlı kalabilmek için mücadele etmektedir.
Buna karşılık bölgecilik ilgi görmektedir. Kuşak ve Yol Girişimi sayesinde küreselleşmenin simgesi olarak ortaya çıkan Çin muhtemelen kendine yakın bölgelere daha fazla odaklanacaktır. Örneğin Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru,
Pakistan'ın Hint Okyanusu'nda yer alan kıyılarını Orta Asya ve Rusya üzerinden Avrasya kara kütlesine bağlayan büyük bir projedir. Bağlantısallık bölgesel işbirliğini yönlendirmeye devam edecektir.

Geleceği tahmin etmek kolay olmasa da COVID-19 sonrası dönemde küresel yönetişimi şekillendirecek belirgin eğilimler vardır. Birincisi, teknolojinin yaptığımız her şeyde üstlendiği tekil önemdir. Bilgi ekonomileri ve onun temel direği olan Ar-Ge faaliyetleri vasıtasıyla inovasyon her devletin uluslararası ortamdaki statüsünü belirleyecektir. Her ülkenin teknoloji kullanımına bağımlı olduğu düşünülürse, gelişmiş teknolojik altyapı oluşturanların avantajı olacaktır. Her ülke kendi başına olacağından son teknolojileri elde etmek için bir rekabet ortaya çıkacaktır. Kendine yeten ve güvenen bir teknolojik altyapı geliştirmek her ülkenin çıkarına olacaktır.
Tarımsal üretimde ve tarım temelli sanayide güçlü olan ülkeler düşük ekonomik büyüme ve uluslararası ticarette düşüşün beklendiği ekonomik durgunluk dönemlerinde ayakta kalabilmek için daha iyi bir konumda olacaktır. Gelişmekte
olan ülkeler uluslararası serbest ticaret lehine uzun süredir terk etmiş oldukları ithal ikamesi politikasını halihazırda canlandırma eğiliminde olabilirler.

Biyolojik tehditler yeniden gündemin merkezine oturdu. Hibrit beşinci nesil savaşların geleneksel savaşların yerini çoktan almasıyla biyolojik savaş çatışmaya girenlerin elinde önemli bir araç olarak ortaya çıkabilir. 
Devlet içi karışıklıkların devletlerarası çatışmalardan çok daha ölümcül bir hale gelmesiyle birlikte çatışmaların doğası da değişmektedir. Kısa sürede Arap Sonbaharına ve sonrasında Arap Kışına dönüşen 2011 Arap Baharının gösterdiği gibi, hibrit savaş ve toplumsal patlamalar geleneksel savaşları tarihin tozlu sayfalarında bırakmıştır. COVID-19 veya mutasyonları gibi ölümcül virüsler geleceğin hibrit savaşlarında bir araç olacak mıdır? Virüslerin savaşlarda araç olarak kullanılması sadece saldırganlar ve kurbanlar için değil, aynı zamanda bütün dünya için felakete neden olacağından, bu sorunun cevabının hayır olması umulmaktadır.

183 Devlet, taraf oldukları Biyolojik Silahlar Sözleşmesi’nde (BSS) barışçıl amaçlar dışında biyolojik ajan/toksin geliştirmemeyi, stoklamamayı veya edinmemeyi ya
da bu ajan/toksinleri düşmanca amaçlarla veya bir silahlı çatışmada kullanmamayı taahhüt ettikleri için BSS’yi güçlendirmek belki de dünya için ihtiyatlı bir davranış
olacaktır. Öte yandan, teröristlerin ve devlet dışı aktörlerin, biyoterörizm veya biyolojik savaş yürütmek için virüsleri ve ölümcül biyolojik ajanları ele geçirebileceğine dair korkular da bulunmaktadır. Tüm devletler biyolojik bir savaşın içine girmemek ve devlet dışı aktörlerin laboratuvarlardaki ölümcül
biyolojik ajanlara erişimini önlemek için bir araya gelmelidir.

BSS gibi sözleşmelere sürekli bağlılık, gelecekte bu tür biyolojik tehditlerin ortaya çıkmasını ve yanlışlıkla veya izinsiz yayılmasını engellemeye yardımcı olabilir.

Dünya olağanüstü bir belirsizlik, ekonomik durgunluk ve muhtemel bir bunalım dönemine doğru ilerlerken, bir araya gelme ihtiyacı her zamankinden daha fazla hissedilir hale gelmiştir. 
Büyük güçlerin liderleri özel bir sorumluluk taşımakta dır. Bu çerçevede, en önde gelen güç olan ABD küresel sorumluluklarından kaçınmamalıdır. 
ABD halkı soyutlanma politikasını reddetmelidir. Çünkü dünyamız, onu yaşanacak daha iyi bir yer haline getirmek için yapıcı bir rol üstlenen ABD ile daha müreffeh olacaktır. Çin halihazırda fazlasıyla sergilediği küreselleşmeye yönelik gayretini  korumalıdır. Diğer büyük güçler inanç veya etnik kökene dayanan dar milliyetçiliğin peşinden gitmemelidir. 
     Dünyadaki tüm ulusların birlikte yerine getirmeleri gereken muazzam bir görev bulunmaktadır: Öncelikle ortak düşman COVID-19 tehdidiyle savaşılmalı, daha sonra İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra tanık olduğumuz işbirliği ruhuna dayanan küresel sistem yeniden oluşturulmalıdır.

DİPNOTLAR: 

1. “World Economic Outlook: The Great Lockdown,” World Economic
Outlook Report, Vaşington DC: Uluslararası Para Fonu, Nisan 2020.
2. “An Updated Assessment of the Economic Impact of COVID-19,” ADB
Briefs, Manila: Asya Kalkınma Bankası, 2020.
3. Daniel Gerszon Mahler, Christoph Lakner, R. Andres Castenda Aguilar,
Haoyu Wu, “The Impact Of COVID-19 (Coronavirus) On Global Poverty:
Why Sub-Saharan Africa Might Be The Region Hardest Hit,” World Bank
Blogs, 2020, https://blogs.worldbank.org/opendata/impact-COVID-19-
coronavirus-global-poverty-why-sub-saharan-africa-might-be-regionhardest.
4. “The Biological Weapons Convention: Convention on the Prohibition of
the Development, Production and Stockpiling of Bacteriological (Biological)
and Toxin Weapons and on their Destruction,” Birleşmiş Milletler, 
https://www.un.org/disarmament/wmd/bio/

***


COVID-19 SONRASI DÖNEMDE KÜRESEL YÖNETİŞİM BÖLÜM 1

COVID-19 SONRASI DÖNEMDE KÜRESEL YÖNETİŞİM BÖLÜM 1




Aizaz Ahmad Pakistan Eski Dışişleri Bakanı, 
CHAUDHRY Pakistan Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Başkanı 

SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

Küresel Yönetişim, Çok Taraflılık, Jeopolitik, Biyolojik Tehditler,  

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana egemen olan dünya düzeni birkaç yıldır ciddi baskı altındadır. 
ABD’nin tek süper güç olarak üstünlüğüne, Çin’in dünya sahnesindeki yükselişine ve çoklu güç merkezlerinin ortaya çıkmasına yönelik sınamalar, dünya jeopolitiğini geri dönüşü olmayan bir şekilde etkilemiştir. Bununla birlikte yabancı düşmanlığı, göçmen karşıtlığı ve İslamofobi ile iç içe geçen dar bir bakışa sahip milliyetçiliğin yükselişi küresel yönetişim sistemindeki stratejik değişimleri tetiklemiştir. 

BM Şartı'nda yer alan devletlerarası davranış ilkeleri, egemenlik  ve toprak bütünlüğüne saygı, çatışmama ve müdahale etmeme ilkelerinin ayaklar altında çiğnenmesi cezasız kalmış, bu da dünya düzeninde nizamsızlığa yol açmıştır. Donald Trump’ın ABD Başkanlığını üstlenmesiyle, “Önce Amerika” yaklaşımı 
ile ortaya konan tek taraflılık, küreselleşme ve çok taraflılık ruhunu daha da zayıflatmıştır. İşbirliği yerine ekonomik baskı devletlerarası bir davranış haline gelirken, korumacı eğilimler serbest uluslararası ticareti engellemeye başlamıştır. 
Bu değişikliklerin yer aldığı zaman diliminde ortaya çıkan COVID-19 sınaması, aylar içinde küresel yönetişimi eşi benzeri görülmemiş bir baskı altına almıştır. Salgının kendisinden ziyade, dünyanın dört bir yanında ülkeleri etkilemedeki muazzam hızı açısından benzersiz bir durum meydana gelmiştir. Gerçek şu ki insanlık zaten birçok pandemiye maruz kalmış ve her seferinde daha güçlü bir ekonomik büyüme ve kalkınma ile yoluna devam etmiştir. 

Ancak, bugün içinde yaşadığımız küreselleşmiş dünyanın bir sonucu olarak, hiçbir toplum virüsün ulaşamayacağı bir yerde değildir. Bu salgın siyasetten ekonomiye ve sosyolojiye kadar insan faaliyetlerinin her alanı üzerindeki etkisi nedeniyle her 
yerde karşımıza çıkan bir sınama olmuştur. 
Araştırmacılar Koronavirüs salgını sona ermeden önce neden olacağı hasarın boyutunun hesaplanıp hesaplanamayacağı sorusuna cevap bulmak için çabalamaktadır. Bununla birlikte, çok yönlü bu sorun ile mücadelede çok boyutlu küresel bir işbirliğine ihtiyaç duyulduğu konusunda fikir birliği vardır. COVID-19 sonrası dönemde dünyanın ilerleyeceği yönü daha iyi anlamak için öncelikle bu ölümcül virüsten etkilenen tüm alanlardaki eğilimleri doğru bir şekilde analiz etmemiz gerekmektedir. 

COVID-19 pandemisinin en göze çarpan ve aynı zamanda ilk kurbanı küresel ekonomidir. Kaderin cilvesidir ki küresel ekonomi zaten iyi durumda değildi. Pandemi mevcut sorunları daha da kötüleştirdi. IMF'ye göre, küresel büyümenin 2020 yılında %-3’e düşeceği öngörülmektedir. 
Asya Kalkınma Bankası pandeminin bir sonucu olarak küresel ekonominin 8,8 trilyon ABD Doları zarara uğrayabileceğini tahmin etmektedir. İşsizlik oranları, kaygı ve belirsizlikle beraber hemen her ülkede yükselmektedir. Gelişmekte olan 
ülkelerde artan yoksulluk ve beslenme yetersizliği, yoksulluğu azaltmak için on yıllardır titizlikle sürdürülen çalışmaları boşa çıkarmaktadır. Dünya Bankası, çoğunlukla Sahra altı Afrika ve Güney Asya'da olmak üzere, yaklaşık 23 milyon insanın yoksulluğa sürüklenebileceğini tahmin etmektedir. Petrole olan küresel talep, üretimdeki durgunlukla beraber dünya ekonomisini büyük bir küresel durgunluğa daha sürükleyerek düşmüştür. Dünyanın en büyük ekonomisi ABD'deki veriler bilhassa endişe vericidir. Avrupa, Japonya ve diğer önde gelen ekonomilerde de durgunluk göze çarpmaktadır. Bazı iktisatçılara göre dünyayı 1920'lerin sonunda yaşanandan daha büyük bir ekonomik buhran beklemektedir. 
Jeopolitik karmaşıklık ve belirsizlik de artmaktadır. Soğuk Savaş'ın zirvesinde olan ABD ve Çin ile birlikte, dünya çapında yeni işbirliği olanakları şekillenmektedir. 

Örneğin Asya'da, ABD Çin’i dengelemek için Hindistan ile stratejik ortaklığını derinleştirmekte olup, Çin'in yükselişini kontrol altına almak amacıyla bölgedeki diğer müttefikleriyle birlikte çalışmaktadır. COVID-19'un ortaya çıkışı ve akabindeki birbirini suçlama oyunu, ABD ve Çin’i bu tehditle savaşmak için 
her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulan küreselleşmeden uzaklaştırarak, büyük güç rekabetini yoğunlaştırmıştır. 

Halihazırda tek taraflılıkla mücadele halindeki çok taraflılık geçerliliğini yitirmektedir. Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü ve diğer uluslararası kuruluşlar hızla değişen dünyada anlamlı kalabilmek için mücadele etmektedir. 
Buna karşılık bölgecilik ilgi görmektedir. Kuşak ve Yol Girişimi sayesinde küreselleşmenin simgesi olarak ortaya çıkan Çin muhtemelen kendine yakın bölgelere daha fazla odaklanacaktır. Örneğin Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru, 
Pakistan'ın Hint Okyanusu'nda yer alan kıyılarını Orta Asya ve Rusya üzerinden Avrasya kara kütlesine bağlayan büyük bir projedir. Bağlantısallık bölgesel işbirliğini yönlendirmeye devam edecektir. 
Geleceği tahmin etmek kolay olmasa da COVID-19 sonrası dönemde küresel yönetişimi şekillendirecek belirgin eğilimler vardır. Birincisi, teknolojinin yaptığımız her şeyde üstlendiği tekil önemdir. Bilgi ekonomileri ve onun temel direği olan Ar-Ge faaliyetleri vasıtasıyla inovasyon her devletin uluslararası ortamdaki statüsünü belirleyecektir. Her ülkenin teknoloji kullanımına bağımlı olduğu düşünülürse, gelişmiş teknolojik altyapı oluşturanların avantajı olacaktır. Her ülke kendi başına olacağından son teknolojileri elde etmek için bir rekabet ortaya çıkacaktır. Kendine yeten ve güvenen bir teknolojik altyapı geliştirmek her ülkenin çıkarına olacaktır. 
Tarımsal üretimde ve tarım temelli sanayide güçlü olan ülkeler düşük ekonomik büyüme ve uluslararası ticarette düşüşün beklendiği ekonomik durgunluk dönemlerinde ayakta kalabilmek için daha iyi bir konumda olacaktır. Gelişmekte 
olan ülkeler uluslararası serbest ticaret lehine uzun süredir terk etmiş oldukları ithal ikamesi politikasını halihazırda canlandırma eğiliminde olabilirler. 
Biyolojik tehditler yeniden gündemin merkezine oturdu. Hibrit beşinci nesil savaşların geleneksel savaşların yerini çoktan almasıyla biyolojik savaş çatışmaya girenlerin elinde önemli bir araç olarak ortaya çıkabilir. Devlet içi karışıklıkların devletler arası çatışmalardan çok daha ölümcül bir hale gelmesiyle birlikte çatışmaların doğası da değişmektedir. Kısa sürede Arap Sonbaharına ve sonrasında Arap Kışına dönüşen 2011 Arap Baharının gösterdiği gibi, hibrit savaş ve toplumsal patlamalar geleneksel savaşları tarihin tozlu sayfalarında bırakmıştır. COVID-19 veya mutasyonları gibi ölümcül virüsler geleceğin hibrit savaşlarında bir araç olacak mıdır? Virüslerin savaşlarda araç olarak kullanılması sadece saldırganlar ve kurbanlar için değil, aynı zamanda bütün dünya için felakete neden olacağından, bu sorunun cevabının hayır olması umulmaktadır. 

183 Devlet, taraf oldukları Biyolojik Silahlar Sözleşmesi’nde (BSS) barışçıl amaçlar dışında biyolojik ajan/ toksin geliştirmemeyi, stoklamamayı veya edinmemeyi ya da bu ajan/toksinleri düşmanca amaçlarla veya bir silahlı çatışmada kullanmamayı taahhüt ettikleri için BSS’yi güçlendirmek belki de dünya için ihtiyatlı bir davranış 
olacaktır. Öte yandan, teröristlerin ve devlet dışı aktörlerin, biyoterörizm veya biyolojik savaş yürütmek için virüsleri ve ölümcül biyolojik ajanları ele geçirebileceğine dair korkular da bulunmaktadır. Tüm devletler biyolojik bir savaşın içine girmemek ve devlet dışı aktörlerin laboratuvarlardaki ölümcül biyolojik ajanlara erişimini önlemek için bir araya gelmelidir. 

BSS gibi sözleşmelere sürekli bağlılık, gelecekte bu tür biyolojik tehditlerin ortaya çıkmasını ve yanlışlıkla veya izinsiz yayılmasını engellemeye yardımcı olabilir. 
Dünya olağanüstü bir belirsizlik, ekonomik durgunluk ve muhtemel bir bunalım dönemine doğru ilerlerken, bir araya gelme ihtiyacı her zamankinden daha fazla hissedilir hale gelmiştir. Büyük güçlerin liderleri özel bir sorumluluk taşımaktadır. Bu çerçevede, en önde gelen güç olan ABD küresel sorumluluklarından kaçınmamalıdır. ABD halkı soyutlanma politikasını reddetmelidir. Çünkü dünyamız, onu yaşanacak daha iyi bir yer haline getirmek için yapıcı bir rol üstlenen ABD ile daha müreffeh olacaktır. Çin halihazırda fazlasıyla sergilediği küreselleşmeye yönelik gayretini korumalıdır. Diğer büyük güçler inanç veya etnik kökene dayanan dar milliyetçiliğin peşinden gitmemelidir. Dünyadaki tüm ulusların birlikte yerine getirmeleri gereken muazzam bir görev bulunmaktadır: Öncelikle ortak düşman COVID-19 tehdidiyle savaşılmalı, daha sonra İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra tanık olduğumuz işbirliği ruhuna dayanan küresel sistem yeniden oluşturulmalıdır. 

***

COVID-19 SONRASI DÖNEMDE YAKLAŞAN BAŞKALAŞIM

COVID-19 SONRASI DÖNEMDE  YAKLAŞAN BAŞKALAŞIM 




Eduardo 
DUHALDE 

Arjantin Eski Devlet Başkanı, Arjantin 

SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

Uluslararası İşbirliği, Küresel Yönetişim, Küreselleşme ,Yaklaşan Başkalaşım ,
Eduardo DUHALDE,

İlk olarak, bu pandeminin 20. yüzyılın son birkaç on yıllık zaman diliminde dünyanın karşılaştığı mevcut sorunların üstüne yeni bir şey eklemediğini söylemek isterim. 
Her halükarda bu pandemi dünyadaki ekonomik düzeninin olağanüstü dramatik durumunu acı verici bir şekilde ifşa etmiştir. Bir örnek vermek gerekirse, bu düzen ülkeler ve halklar arasında insanlık tarihinin tamamında eşi benzeri görülmemiş bir ölçüde eşitsizliği de beraberinde getirmiştir. 

Bu anlamda, Zigmunt Bauman’ın COVID-19’un ortaya çıkmasından çok önce yaptığı şu uyarı düşündürücüdür: 

“ Cevaplardan daha fazla soru ve çözümlerden daha fazla sorunla göze çarpacak ve sürdüğü müddetçe son derece eşit bir başarı ve başarısızlık olasılığıyla ilerlemek zorunda kalacağımız uzun bir döneme hazırlıklı olmalıyız.” 
Veyahut Papa Francis’in, benim de hazır bulunduğum bir konuşmasında, küresel düzeyde acilen ele alınması gereken sorunları sıraladığında sarf ettiği şu sözleri düşünelim: “(…) yoksullar ile gezegenin kırılganlığı arasındaki yakın ilişki, 
dünyada her şeyin bağlantılı olduğu inancı, yeni paradigmaya ve teknolojiden gelen güç biçimlerine yönelik eleştiri, ekonomi ve ilerlemeyi anlamanın başka yollarını aramaya davet, her bir varlığın değeri, ekolojinin insani duygusu, samimi ve dürüst tartışmalara duyulan ihtiyaç, uluslararası ve yerel politikanın ciddi sorumluluğu, kullanılabilirlik kültürü ve yeni bir yaşam tarzı önerisi.” 

2019’da Türk makamları beni İstanbul’daki “Küreselleşme Krizi: Riskler ve Fırsatlar” konulu TRT Dünya Forumu’nda fikirlerimi sunmaya davet etme nezaketini gösterdiler. Orada katıldığım tartışmada genel anlamda dünyanın daha iyi olduğunu ifade eden prestijli katılımcılarla aynı fikirde değildim. Her zaman söylediğimi söyledim: “Biz daha iyi değiliz. Daha kötüyüz. Dünya, özellikle de gençler, bize açık bir şekilde alarm veriyor ve uyumsuzluk belirtileri gösteriyor. 
Bir çağ ve paradigma değişikliği ile karşı karşıyayız ve bunu ne kadar çabuk kabullenirsek, o kadar iyi olacaktır.” 

Tüm bu giriş bölümünün amacı, pandemi ortaya çıkmakta olan kaçınılmaz dönüşümleri hızlandırdığı takdirde, belki de çok fazla acı ve yalnızlığın beraberinde gelebileceğini belirtmektedir. 

Bugün herkes pandemi sonrası dönemin “yeni bir normallik” olacağını kabul etmiş görünüyor ve sahip olunan görüşe bağlı olarak çeşitli “değişiklikler” sıralanıyor. “Değişiklikler” üzerine düşünmenin gerçekte ne olacağına dair bir ipucu vermediği ni düşünüyorum. Ulrich Beck’in klasik tanımına göre “Temel kavramlar ve onları destekleyen kesinlikler sabit kalırken, değişim, modernliğin karakteristik bir geleceğine, yani kalıcı dönüşüme odaklanmaktadır. 

Aksine, başkalaşım modern toplumun bu kesinliklerini istikrarsızlaştırmaktadır. (…) Başkalaşım (…) basit bir şekilde, dün düşünülemez olanın bugün gerçek ve mümkün olduğu anlamına gelir.” 

Bu yüzden, gerçekleşecek olanı net bir şekilde ele almak neredeyse imkansızdır. Bununla birlikte, tek bildiğimiz insanlığın bu krizden girdiğinden daha iyi bir şekilde çıkması için neyin meydana gelmesinin arzu edildiğidir. 

Eksik ama yararlı bir gündem, dönüşüm olmadığı sürece kaybedenlerin her zamanki gibi aynı kesimler olduğudur: yoksullar, fırsatlardan dışlananlar, dijital olarak ötekileştirilenler ve göçmenler. Bunlara, bugün istikrarsız olan ancak ilerlemek için mücadele eden, daha evrensel ve erişilebilir bir eğitimin yanı sıra kamu refahı politikaları ve uluslararası ticaret sayesinde istihdamda yaşanan yeni bir büyüme ile sağlanan bazı fırsatlarla güçlenen orta sınıflar da katılacaktır. 
Dünya hükümetleri bu gerçeği kabullenerek, en dezavantajlı insanların hayatta kalmasını sağlamak için olumsuz etkileri önleyen veya en azından yumuşatan finansal yardım araçlarının kullanımını, bir ülkenin veya bölgenin istisnasız 
tüm sakinlerine ulaşabilen sağlık sistemlerinin oluşturulmasını, çevrenin ve doğal kaynakların sıkı bir şekilde korunmasını, yenilenebilir enerjilerin kullanımını ve geliştirilmesini, dünya ekonomisinin öncelikli olarak üretime odaklanarak 
dönüştürülmesini, diğer insanların kaynaklarını gasp etmek için tefeciliğin ve büyüme için zorunlu tüketiminin bir araç olarak kullanılmasının engellenmesini hedeflemelidirler. 

Açıkçası bu durum, dünyanın mülksüzleşmiş kesiminin, Papa Francis’in tabiriyle “harcananların” yaşam kalitesini yükselterek ve onları ayrıcalıklı azınlığa yakınlaştırarak sosyal piramidin düzleştirilmesini zorunlu kılacaktır. 

Elbette, bu boyutlarda bir değişimin yaşanması küresel yönetişimde derin değişiklikler olmasıyla mümkündür. Bunun için de, BM’nin reforma tabi tutulması, Latin Amerika’da ve diğer bölgelerde etkili bir bütünleşmenin sağlanması, Avrupa 
entegrasyonunun gözden geçirilmesi ve bu temelde yeni bir uluslararası işbirliği paradigmasının tanımlanması gereklidir. 

2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi veya kalkınmanın finansmanına yönelik Addis Ababa Eylem Planı gibi uluslararası toplum tarafından önerilen taahhütlere ve bu dönüşümler sonucunda ortaya çıkacak benzer girişimlere güçlü destek verilmesi de gereklidir. Bütün bunlar bizi yeni bir küresel yönetişim kurmak için gerekli bir adım olan “küresel siyasi toplumun” doğuşuna ve gelecekte bu büyüklükteki krizlerle mücadele etmenin tek yolu olan küresel dayanışmaya yaklaştırmalıdır. 

Bunu yapabilir miyiz yoksa hiçbir şeyin değişmemesi için bir şeyleri “değiştirme”ye yönelik kolay yolu mu seçeriz? 

Seçim bizim. 
Bir kez daha Bauman’ın söylediği gibi; “Dünya’nın sakinleri olan biz insanlar, kendimizi (tarihte her zamankinden daha fazla) gerçek bir ikilemde buluyoruz: ya el ele vereceğiz ya da aynı devasa toplu mezarda kendi cenaze törenimize katılacağız.” 

***