Ulus Devlet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ulus Devlet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ocak 2021 Cumartesi

BİR İMPARATORLUK KRİZİ Mİ? COVID-19 SALGINININ ABD DIŞ POLİTİKASINA ETKİSİ .,

BİR İMPARATORLUK KRİZİ Mİ? COVID-19 SALGINININ ABD DIŞ POLİTİKASINA ETKİSİ .,





SALGIN VE ULUSLARARASI SİYASET 

Prof. Richard SAKWA 
Kent Üniversitesi Rusya ve Avrupa Politikaları Öğretim Üyesi, 
Chatham House Rusya ve Avrasya Politikaları Programı Üyesi, Birleşik Krallık 
 
Ulus Devlet, Küresel Yönetişim, ABD-Çin Rekabeti, Rusya, Avrupa Birliği, Küreselleşme, Rekabet, Jeopolitik, 

Modern dünyayı karışıklığa iten küresel çapta ekonomik bir durgunluk, yönetişim bozukluğu ve ortak bir müdahale geliştirememe hatası ile birleşen ölümcül ve bulaşıcı bir virüsün oluşturduğu “Mükemmel bir Fırtına”dır. Bu, dünyayı derinden etkileme potansiyeline sahip öngörülmesi güç nadir bir olay yani “siyah kuğu” vakasından ziyade, göz göre göre gelen ve hazırlıksız yakalanılan bir “gri 
gergedan” vakasıdır. COVID-19’un yıkıcı etkisi bulaşma kolaylığı, belirtilerinin ortaya çıkmasındaki gecikme, ölümcüllüğü, aşı eksikliği ve yeterli sayıda test yapabilecek tesislerin bulunmayışı nedeni ile daha da büyümüştür. 

Salgın ve Uluslararası Siyaset 

COVID-19 krizi Soğuk Savaş sonrası dönemin varsayımlarının ve önyargılarının aniden ortaya çıktığı bir dönüm noktasıdır. COVID-19 salgını uzun vadeli değişimleri hızlandırmış ve toplumlarımız ile uluslararası ilişkiler modelinin temelindeki gerçekleri su yüzüne çıkartmıştır. Salgın sonucunda yeni bir küresel ve bölgesel güç dengesi oluşmayacaktır. Bununla birlikte, bir süredir görünür olan eğilimler daha net bir biçimde ortaya çıkacaktır. 

Kriz epidemioloji ve sağlık alanlarının yanı sıra, nüfus ve ekonomide ortaya çıkan sonuçlarla baş edebilmek için gerekli kaynağa sahip tek gücü, yani ulus devleti bir kez daha toplumsal yaşamın merkezi yapmıştır. 
Aynı şekilde kriz, merkez ve çevre arasındaki güven eksikliği ile halk sağlığı ve refahına ilişkin çalışmaların yetersizliği bazı devletlerin zayıflığını ortaya çıkarırken, merkezi hükümet ile bölgeler ve devlet ile toplum arasında sağlıklı bir ilişkiyi kurmuş olan diğer devletlerin büyük bir itibar kazanarak ön plana çıkmasına yol açmıştır. 
Başka bir deyişle salgın, sadece devletler ve uluslararası yönetişim araçları için değil, devletin nasıl yönetildiğine de dair bir sınav olmuştur. Yaygınlaştırılmış refah devleti olan ülkeler salgını, parçalı ve ekonomik kazancı önceleyen sağlık 
sistemleri bulunanlara göre daha iyi yönetme eğilimindedir. Kriz dönemindeki performans ile siyasi rejim türü arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Diğer bir deyişle, alınan önlemler demokrasi ya da otoriterlikle değil, devletin kapasitesi ve 
yöneticilerinin liderlik yeteceğiyle bağlantılıdır. 
Kriz ayrıca uluslararası işbirliği ajanslarının önemini de vurgulamıştır. G-7, bir kez daha krizin yönetiminde önemli bir etkisi olmayacak dar bir yapı olduğunu kanıtlarken, G-20 grubu, 2008 mali çöküşünden sonra yaptığı gibi bir liderlik rolünü üstlenememiştir. Milliyetçilik ve çok taraflılık arasında yeni bir denge ortaya çıkmamış, bunun yerine küresel yönetişimin zayıflığı belirginleşmiştir. 

Uluslararası politikanın yürütülmesi öncekinden çok daha fazla devlet odaklı duruma gelmiştir. Küreselleşme, daha önce bazı ekonomik zorunlulukların devlet politikalarının önüne geçtiğini göstermişti. Ancak acil eylem gerektiğinde, 
ilk harekete geçen daima devlettir. Sorunlar küresel çapta ortaya çıksalar da, bunlara ulusal düzeyde verilen tepkiler çok önemlidir. Böylelikle ulusal refah ve sağlık hizmetlerinin önemi bir kez daha vurgulanmış olup bu kavramlar 2008-09 
ekonomik krizinden ve ardından gelen Avro Bölgesi krizinden sonra yıllar boyu süren kemer sıkma politikalarıyla birçok Avrupa ülkesinde fazlasıyla ikincil bir konuma getirilmişti. 
COVID-19’a karşı başlatılan mücadele hükümetlerin yeterliliklerinin ölçülmesi için bir sınav olmuş; ABD bu konuda kötü puan almış; Çin’in bilgiyi örtbas etme girişimleri ve sağlık krizini yanlış yönetmesi, Koronavirüs’ün genetik yapısını zamanında paylaşması ve yayılmasını önlemek için kararlı eylemlerde bulunmasıyla dengelenmiş; Almanya’daki etkili merkezi politika, güçlü federal yönetişim ve yüksek toplumsal güvenin birleşimi krizi hafifletirken, ABD’de benzer 
bir kapsayıcı halk sağlığı sistemi ve sosyal güvenlik ağının yokluğu ortaya çıkmıştır. 

Salgın hem ABD’nin hem de Avrupa’nın nüfuz etme gücünde görülen azalmayı hızlandırmıştır. Çok taraflı kuruluşların ve sorun paylaşımının oynadığı rolün hayati önemi haiz olduğu görülse de küresel yönetişim kurumları hakkında Amerika’nın uzun zamandır devam eden tezat yaklaşımı yeni bir seviyeye taşınmıştır. Trump yönetimi, krizin zirvesinde BM Dünya Sağlık Örgütü’nden fon desteğini çekmiştir. Ancak kısa süre sonra hiçbir ülkenin - hatta ABD kadar güçlü bir ülkenin bile - krizle ve onun ekonomik, sosyal ve sağlıkla ilgili sonuçlarıyla kendi kendine başa çıkamayacağı belli olmuştur. 
Liberal küresel düzenin evrensel ilkelerinin bir kısmının reddedilmesiyle, halihazırda görünür olan küreselleşme karşıtı çabalar yoğunlaşmıştır. Bu eğilime, otoriterliğe duyulan istek, demokrasi karşıtı eğilimler ile içe kapanma ve büyüme 
taraftarlığı eşlik etmiştir. 
AB’nin 4 Nisan 2020’de aşı araştırması ve yaygınlaştırılması için fon elde etmek amacıyla ev sahipliği yaptığı bağış konferansında zıt eğilimler de ortaya çıkmış, birçok ülkede muhalif siyasi güçler halk sağlığı müdahalelerine destek sağlamak için işbirliği yapmışlardır. 
Koronavirüs güçler dengesinin ve ideolojik taahhütlerin zaten değiştiği bir zaman diliminde patlak vermiştir. Büyük güç çatışmasının yeniden ortaya çıkması ve uluslararası siyasette bir yanda ABD ve müttefiklerinin diğer yanda Çin ve 
onunla aynı çizgide olanların bulunduğu iki kutuplu bir yapıya doğru dönüşün yaşanması ile dünya düzenine ilişkin kriz derinleşmektedir. 

Trump’ın liberal düzenin evrenselliğini reddetmesi ile kibirli “insani” ve rejim değişikliği müdahaleleri birçokları tarafından ülke içindeki sıkıntıların aşılması için ABD dış politikasının dengeli hale getirilmesi olarak görülerek memnuniyetle karşılanmıştır. Bu dönüşüme uzun süredir devam eden çatışmaların özellikle Çin ile olan ilişkilerin alevlenmesi de eşlik etmektedir. 2018’in sonlarında başlatılan ticaret savaşı, bir anlaşmanın ilk bölümünün imzalanmasıyla 2020 başlarında çözülmüştür. Bununla birlikte, COVID-19’un en yaygın yaşandığı ve ölüm sayılarının en fazla olduğu ülkenin ABD olmasını takiben Trump’ın virüs hakkında başlangıçta takındığı muğlak tutum peşini bırakmamaktadır. 

Kriz, Trump yönetiminin eksikleri ile Amerikan sağlık sistemi ve kriz yönetimindeki başarısızlıkları daha da büyüterek ortaya çıkarmıştır. Dikkatler Çin’e dönmüş, Çin ilk olarak Wuhan’daki salgınla başa çıkma konusundaki başarısızlıklarından dolayı 
suçlanmış, ardından kriz nedeniyle ABD ve küresel ekonomiye verilen büyük zararlar için Çin’den tazminat talep etme yoluna gidilmiştir. 

Salgın öncesi dönemde de Rusya giderek artan yaptırımlara maruz kalmaktaydı. Yaptırımların sonuncusu Baltık Denizi altındaki Kuzey Akım-2 gaz boru hattının Almanya’ya kadar uzatılmasına karşı uygulanmıştır. Trump’ın 2016’da Rusya ile “devam etmenin” mantıklı olduğu yönündeki açıklamasına rağmen, Rusların ABD seçimlerine müdahalesi iddiaları uzlaşma çabalarını aksatmıştır. Trump’ın Putin’e karşı dostane sözleri gücüne duyduğu isteksiz saygı nedeniyle de olsa, aslında stratejik hedefi Rusya’yı Çin ile olan uyumlu ilişkisinden uzaklaştırmaktı. 

1990’lardan bu yana gelişmekte söz konusu uyum 2014 yılından ve İkinci Soğuk Savaş’ın başlamasından sonra büyük ölçüde hızlanarak sürmektedir. 
Trump’ın ise Kissinger tarzı ters bir manevra ile Çin yerine Rusya’yı kazanma şansı bulunmamaktadır. 
Rusya ve ABD ilişkilerinde yeni bir ‘sıfırlama’ beklemek için neden yoktur. İlişkilerde geçmişten gelen bozulma, Eylül 2001 saldırılarından sonra olduğu gibi işbirliği dönemleriyle arada kesintiye uğramaktadır. Mevcut kriz bağları tekrar 
güçlendirme fırsatı vermiştir. Trump, büyük güçler arasındaki anlaşmaları ve kişisel ilişkileri destekleyen ve ticari faaliyetlere ağırlık veren bir başkandır. Bu nedenle Koronavirüs yeni bir açılım için kendisine alan sağlamıştır. 2020 İlkbaharında Putin ve Trump arasında önceki dönemlere göre daha fazla telefon görüşmesi yapılmıştır. Ancak, Trump’ın “büyük bir pazarlık”   gerçekleştirebilme imkanı son derece sınırlıdır. Kongrede Demokratlar Rusya’ya verilecek tavizlere kesin olarak karşı çıkmakta ve Cumhuriyetçi Parti üyelerinin büyük bir bölümü Trump’ın Rusya’nın Çin’e karşı mücadelede potansiyel bir müttefik olduğu görüşünü paylaşmamaktadır. 

Bu, dünyanın iki karşıt kutba ayrılmasından başka bir şey değildir. Bununla birlikte çift kutupluluğun yeni uyarlamasının, 1945 ve 1990 arasındaki Birinci Soğuk Savaş dönemindekiyle pek az ortak noktası vardır. Uluslararası sistem çok daha bütünleşmiş durumdadır ve tek bir tane çok taraflı küresel yönetişim biçimi yaratmıştır. Artık tek bir küresel pazar ekonomisi ve karşılıklı ekonomik bağımlılık üzerine kurulu geniş bir tedarik zinciri bulunmaktadır. Bugün iki kutup yoğun biçimde iç içe geçmiş durumdadır. Ancak bu durum çatışmayı azaltmaktan çok, yaptırım, mali baskı ve benzeri yöntemlerle mücadelenin yürütülebileceği yeni bir alan sağlayabilmektedir. 

Kriz gittikçe güçlenen Çin-Rusya ilişkileri konusunda için de bir sınama olmuştur. Wuhan’daki salgın pandemiye dönüşürken, Rusya Çin ile olan sınırını 31 Ocak’ta kapatmıştır. Çin vatandaşları evlerine döndükten sonra, Rusya yenilenen 
enfeksiyonun ana kaynaklarından biri konumuna geçmiştir. Ancak Rusya, Çin’i savunan ve yanında duran birkaç ülkeden biridir. Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, Çin’e tazminat ödetilmesine ilişkin çağrının ‘kabul edilemez ve şoke edici’ 
olduğunu savunmuştur. Putin, 16 Nisan’da Xi Jinping ile yaptığı telefon görüşmesinde, Çin’in salgını durdurma konusunda yeteri kadar hızlı hareket etmediğini öne süren “zarar verici” eleştirileri kınamıştır. Krizin “Rusya ve Çin arasındaki kapsamlı stratejik ortaklığın özel niteliğini kanıtladığını” savunmuştur. Çin, petrol fiyatları düştükçe ve üreticiler fazla üretimi kısmaya çalışırken Rusya’nın yardımına koşmuştur. Çin’in Rusya’dan ham petrol ithalatı artmış ve Avrupa’daki talebin düşmesi sonucu Rus şirketlerinin can damarı Çin olmuştur. COVID-19, Moskova ve Pekin’e ortak sınamalara karşı birlikte oluşturacakları bir cephenin stratejik önemini göstermiştir. 

Koronavirüs çok taraflı işbirliğine ve bunun sonuçlarıyla ilgilenen uluslararası örgütlerin güçlendirilmesine duyulan ihtiyacı vurgulamakla birlikte, uluslararası politikanın “yeniden ulusallaştırılması” yönündeki eğilimi de ortaya çıkartmıştır. 
Her şeyden önce AB üzerine odaklanmış bir işbirliğine dayalı bazı girişimler varken, kriz mevcut bazı çatışmaları daha da şiddetlendirmiş ve derinleştirmiştir. COVID-19’un ulusları bir araya getirdiğine dair çok az işaret bulunmaktadır. 
Koronavirüs uluslararası yönetişimin zayıflığını, devlet eyleminin önceliğini, büyük güçlerin aralarındaki rekabetin sürekliliğini ve Soğuk Savaş sonrası uluslararası politikada ortaya çıkan genel tıkanıklığı daha da tahkim etmiştir. COVID-
19’un sosyal ve ekonomik etkileri büyük olsa da uluslararası politika açısından doğru kararların alınabilmesinin yolunu açmak yerine sorunları ortaya koyma yönünde etkisi olmuştur. 

***


11 Ocak 2021 Pazartesi

COVID-19 SONRASI YENİ NORMAL KÜRESEL YÖNETİŞİM

 COVID-19 SONRASI YENİ NORMAL KÜRESEL YÖNETİŞİM 



COVID-19 Sonrası, Yeni Normal Küresel Yönetişim,  Bretton Woods Oyunun kuralları Toplantısı, Dr. Ammar OMRAN KAHF,
Küresel Yönetişim, Ekonomi, Uluslararası Örgütler, Ulus Devlet, Türkiye, 


Dr. Ammar OMRAN KAHF
Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı, Suriye, 



SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

COVID-19 pandemisi küresel siyasi ve ekonomik yapılardaki fay hatlarını ortaya çıkarmıştır. Salgın sadece sağlık ve ekonomi alanlarında bir krize neden olmamış aynı zamanda çeşitli küresel yönetişim yapılarının ve mekanizmalarının sorgulanmasına yol açmıştır. 
Bu salgının hem etkisi hem de kapsamı yönünden küresel yönetişim ve ekonomide II. Dünya Savaşı’ndan beri görülmemiş bir dönüm noktası olduğu kabul edilebilir. Ekonomik anlamda 2008-09 Ekonomik Krizi’ni geçmiştir. Siyasi olarak da küreselleşme ve karşılıklı bağımlılık üzerine kurulu tedarik zincirlerini daha korumacı tedbirler lehine sorgulanır hale getirmiştir. “Yeni normalin” ne olacağı salgının ne kadar uzun ve hangi şiddette süreceğinin yanı sıra, küresel güçlerin önümüzdeki süreçte ayrışma ve rekabet veya işbirliği ve uyum içinde hareket 
etmeyi tercih etmelerine bağlı olacaktır. Küresel tedarik zincirleri, karşılıklı bağımlılık ve korumacı tedbirler gibi ekonomik sisteme yönelik kısa ve uzun vadeli değişiklikleri değerlendirmek “yeni normali” ve uluslararası kuruluşların 
azalan rollerini daha iyi anlamamız için yardımcı olacaktır. 

Mevcut salgın alevlendirdiği jeopolitik ve ekonomik koşullar nedeniyle de derin bir etki yaratacaktır. 

Küresel Yönetişimde “Yeni Normal” 

Dünya Liderleri 1944’te savaşları önleyecek ve ekonomik sistemin işleyişini düzenleyecek küresel düzen için “ Oyunun kurallarını ” belirlemek üzere Bretton Woods’ta bir araya gelmişti. 11 Eylül 2001 sonrasında ise zamanın ABD Başkanı 
George W. Bush, yeni küresel bir hal almaya başlamış olan terör şebekelerinin bir sonucu olarak “yeni dünya düzenini” ilan etmişti. Küreselleşmiş ve sınırların olmadığı bir dünyada dijital dünya ve yapay zeka önceki tasarım ve küresel çerçeveye artık uymayan karşılıklı bağımlılıkları ortaya çıkardı. Bir başka küresel istikrarsızlaşma sürecinden çıkarken, benzer şekilde yeni bir yönetişim çerçevesine ihtiyaç duyuyoruz. 
Küresel yönetişimin geleceğini tahmin etmek için henüz çok erken olabilir ancak bu aşamada çeşitli akımlar ve eğilimler tespit edilebilir. Uluslararası ve bölgesel kuruluşların erken uyarı sistemlerini harekete geçirmedeki başarısızlıkları 
ülkeleri sorunu tek başlarına ele almak zorunda bırakmıştır. Avrupa Birliği de hem ekonomik hem de teknik olarak kendi üye devletlerinin ihtiyaçlarına hızlıca yanıt vermekte yetersiz kalmıştır. İçine kapanmış olan ABD, federal hükümet ve eyaletler arasında mücadele yaşanırken hızlıca sınırlarını kapamaya yönelik popülist ve korumacı tedbirlere başvurmuştur. Dünya Sağlık Örgütü’nün bilimsel kanıtlardan ziyade hükümetlerin sağladıkları verilere dayanan çelişkili mesajlar vermesi siyasallaşmış olarak görülmesine ve ihtiyaç duyulan tavsiye ve yardımları sağlamada etkisiz bulunmasına neden olmuştur. 
Bu durum, yaklaşık 4 milyon sakinin ve yerinden edilmiş insanın yaşadığı Suriye’nin kuzeybatısına ilk aşamada 300 test kitinin göndermesiyle iyice görünür bir hal almıştır. Sınırlarını kapatan ülkelerin ve çok az miktarda malzemeye sahip olan kalabalık hastanelerin kaotik ve karışık görüntüsü, uluslararası ve bölgesel kuruluşların geçerliliklerinin ve yeterliliklerinin sorgulanmasına neden olmuş, Milliyetçilik hatta Yabancı düşmanlığının artmasına yol açmıştır. Bu da Batı tarafından ekonomik olarak terk edildikleri için mutsuzluk yaşayan ülkelerin gönlünü almak için Çin tarafından istismar edilen bir güç boşluğunu ortaya çıkarmıştır. 

    AB açısından gerçek tehdit dağılmaktan ziyade kamuoyu tarafından konu dışı ve yetersiz görülmek ve küresel düzeyde tutarlı hareket etme kabiliyetine güven duyulmamasıdır. İlave olarak, artan ABD-Çin rekabetinde AB’nin konu dışı kalması dengeyi sağlama ve bu tür rekabetlerin olumsuz etkilerini hafifletecek istikrar sağlayıcı politikalar üretme yeteneğini riske atmaktadır. Küresel yönetişimdeki sözkonusu güç boşluğu sistemde çatlaklara yol açmakta, bu da benzer düşünceye sahip ülkeler arasında daha fazla işbirliğini teşvik eden Türkiye gibi kolaylaştırıcı ülkelerin daha etkili olmasını sağlamaktadır. 
    Küresel liderlerin ve seçmenlerinin eşi benzeri görülmemiş bu krizin büyüklüğünü ve küresel yönetişim üzerindeki etkisini fark edip etmemeleri, dünyanın daha fazla izolasyon ve korumacı tedbirler almaya yönelmesini veya kolektif eyleme ve gelecekteki krizleri bütünleşik bir teknik yaklaşımla ele almaya dayanan yeni “oyun kuralları”nın ortaya çıkmasını belirlenecektir. 

Doğru hareket tarzı bir yaklaşım değişikliği ile bilimsel kurumlara ve kolektif olarak yapılacak araştırmaları destekle başlamaktadır. 

Sağlık Sektörüne yapılacak yatırım sınırlara bağlı değildir ve işbirliğini gerektirmektedir. Yatırımlar, bilimsel ve yenilikçi altyapılara kaydırılmalıdır. Bunun, gelecekteki yönetişim ve bu tür sınamalara yanıt verme hususunda 
büyük etkisi olacaktır. Küresel düzeyde ve birçok hükümet tarafından alınan siyasi kararlar güvenilir bilimsel kanıtlara dayanmamaktadır. Bunun olması hem ulus devlet düzeyinde hem de küresel düzeyde gereklidir. 

Bu kriz, asıl sorumlu aktörün ulus-devlet olduğunu gözler önüne sermiştir. Hiçbir uluslararası kuruluş veya yapı COVID-19’u önleyememiş ve salgınla mücadeleye liderlik edememiştir. Küresel bir sorun olmasına rağmen devletler meseleyle kendi imkanlarıyla mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Bu da sınırlı ve bütünlükten yoksun bir müdahaleye yol açmıştır. İhtiyaç duyulan sağlık önlemleri ve ekonomik araçlar tek bir ulus devletin kapasitesinin üzerinde olup yerel ekonomiler ve ticaret üzerinde benzeri görülmemiş bir baskı yaratmıştır. COVID-19 krizi küreselleşme nin sorgulanmasına, ülkelerin daha korumacı tedbirler almasına ve tedarik zincirleri ile temel sektörlerini sınırları içinde güvence altına almalarına neden olmuştur. Bu durum, COVID-19 sonrası dönemde küresel yönetişimi, uluslararası kuruluşların rolünü ve ulus devletlerin meşruluğunun yeniden gündeme gelmesini etkileyecektir. Birçok ülke ekonomilerini ithalata bağımlılığa son vererek temel hizmet ve ürünlerini güvence altına alacak şekilde şekillendirmiştir. 

Ayrıca, ABD’nin Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) fon sağlamayı kesmesi ile rehberlik ve liderlik konusundaki yetersizliğine yönelik eleştiriler artmıştır. 

AB’nin de bazı üye devletlere yardım hususunda yetersiz müdahalesi varoluş nedenini sorgulatmıştır. 

Gelecekteki Ekonomi Trendleri, 

Uluslararası ekonomi ve toplumun istikrarı, küresel salgınları önlemek, yönetmek ve kontrol altına almak için gerekli bilimsel altyapı ve yönetişim mekanizmalarına bağlıdır. 
Küresel ekonominin büyüme oranlarının negatif seviyelerde kalması ve işsizlik oranlarının Avrupa’da %6-7, ABD’de %15 ile II. Dünya Savaşı’ndan beri görülme miş yüksek sayılara ulaşması beklenmektedir. Uluslararası sistem G20 ve G20+ ile görüldüğü üzere yönetişim değişikliklerine sahne olacaktır ve ekonomik düzelme birkaç yıl alacağı için önümüzdeki dönemde ekonomik sınamalar bizi beklemekte dir. Bu durum, birçok ülke uluslararası sistemin kırılganlığının ve bilhassa gıda ve sağlık sektörlerinde bağımlı olmanın risklerinin farkına vardığı için geçerlidir. Çin, çevresindeki ve Kuşak ve Yol Girişimi bölgesindeki ülkelere altyapı yatırımları yapmak suretiyle Batı’nın sahip olduğu nüfuzla rekabet etmeye çalışacaktır. “Uyum” ve işbirliğine dayalı ancak hiyerarşik ve “merkeze” yani Çin’e hizmet eden uluslararası ilişkiler sistemini öne çıkartmaktadır. 

Önümüzdeki süreçte ABD-Çin jeopolitik rekabeti ve ekonomik savaşıyla birlikte daha fazla ekonomik kötüleşmeye tanıklık edeceğiz. 
Kolektif bir küresel yaklaşım uygulanabilir olmakla birlikte bunun gerçekleşmesi yakın zamanda pek mümkün görünmemektedir. 

Her iki ülke de COVID-19 sonrası kendi küresel yönetişim modelini ve ekonomik canlanmasını ortaya koyacaktır. 

“Yeni normalin” Çin veya ABD merkezli bir küreselleşme modeline yakın olması küresel pazarlardaki ekonomik müdahalelerinin hızına ve derinliğine bağlı olacaktır. Birçok ülkeye ihtiyaç duydukları tıbbi ekipmanları ihraç edebilen ve Rusya, Avrupa ve Batı arasında benzersiz bir jeopolitik arabulucu konumuna sahip Türkiye gibi ülkeler için ilave fırsatlar mevcuttur. 


***

COVID-19. JEOPOLİTİĞİN DERİNLEŞEN FAY HATLARI.,-

 COVID-19. JEOPOLİTİĞİN DERİNLEŞEN FAY HATLARI.,-




COVID-19, Jeopolitiğin Derinleşen Fay Hatları, Avrupa Birliği, Ulus Devlet, Transatlantik İlişkiler, Küresel Liderlik, ABD-Çin Rekabeti, 
Dünya Tehlikede,

Prof. Wolfgang ISCHINGER
Hertie Enstitüsü Güvenlik Politikaları ve Diplomatik Uygulama Kıdemli Profesörü, Münih Güvenlik Konferansı Başkanı, Almanya’nın eski Londra ve Vaşington Büyükelçisi, Almanya 

SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

 
    Yeni tip Koronavirüs’ün sebep olduğu pandeminin sonuçları küresel ölçekte hissedilmektedir. 
Daha önce uluslararası güvenliği bu şiddette tehdit eden bir durumla karşılaş mamıştık. COVID-19, dünyanın dört bir yanında - milyarlarca değilse bile - milyonlarca insanın yaşamını ve geçimini hatırladığımız tüm diğer çatışma ve 
felaketlerden daha fazla etkilemektedir. Bununla birlikte, pandeminin kendisi yeni bir olgu olsa da etkileri yeni değildir. Bilakis, COVID-19, virüs ortaya çıkmadan çok önce uluslararası topluluğun karşı karşıya olduğu çok sayıda güvenlik sınamasını hızlandırmakta ve şiddetlendirmektedir. “Dünya Tehlikede” (World in Danger) adlı kitabımda da belirttiğim üzere, bu pandeminin arka planında zaten çoktan rayından çıkmış ve artan bir belirsizlikle şekillenen bir dünya yer almaktadır. Değişecek olan belirsizliğin kendisinden ziyade boyutudur. 

Pandemi ve pandemiye verilen farklı mukabeleler günümüz jeopolitiğinin durumuna dikkatleri çekmiştir. 

Kanaatimce, dünya tarihinde ileride bu ana dönüp baktığımızda muhtemelen COVID-19’un bir dönüm noktası olmaktan ziyade, Amerikan liderliğinin azalması, transatlantik ilişkilerin gerilmesi, Avrupa projesinin test edilmesi, küresel işbirliğinin azalması, milliyetçilik ve büyük güç politikalarının geri dönüşü gibi uluslararası politikanın mevcut eğilimlerini hızlandıran bir katalizör olduğunu göreceğiz. 

İlk Eğilim: Baskı Altındaki Avrupa Projesi, 

COVID-19’un Avrupa içinde ve Avrupa aracılığıyla çevreye yayılması, zaten gergin olan Avrupa içindeki uyum için başka bir sınama olmuştur. Pandemi baş gösterdiğinde ülkeler pandemiye ve ekonomik etkilerine karşı refleks olarak 
çoğunlukla ulusal karşılıklara geri dönüş yapmıştır. AB’nin temel taşı olan tek pazara karşın, hem Almanya hem de Fransa tıbbi malzemelerin diğer AB üyesi devletlere ihracatını durdurmuştur. Bu ihracat kısıtlamalarının kaldırılması 
adıgeçen iki ülkenin Avrupalı komşularının yoğun lobi çalışması ve baskısı sayesinde olmuştur. 

Fakat ülkelerin ulusal tedbirlere dönmesi - Brexit’in bilhassa ve açıkça ortaya koyduğu gibi - bu krizin patlak vermesinden çok önce kan kaybetmeye başlayan Avrupa entegrasyon sürecini yansıtmaktadır. Esas soru, ülkeler sınırlarındaki kontrolün virüsün yayılmasını yavaşlatıp yavaşlatmayacağını kendilerine sorarken ibrenin Brüksel’den başkentlere doğru ne kadar kayacağıdır. 

İkinci Eğilim: Ulus Devletin Güç Tekelini Kaybetmesi Pandemi dünyanın ne ölçüde karşılıklı bağımlı bir hal aldığını göstermektedir. Karşılıklı bağımlılık ulus devletin güç tekelini kaybetmesine bağlı olarak şekil almaktadır. Alman İmparatorluğu 1871 yılında kurulduğunda iç ve dış güvenliği ile refahını tek başına sağlayabilmiş ti. Günümüzün Avrupası’ndaki küçük ulus devletlerin bunu başarabilmesi artık kolay değildir. 

Pandeminin de açıkça gösterdiği üzere, bugün karşılaşmakta olduğumuz neredeyse tümü zor sorunların çözümü ulus devletlerin bireysel kapasitesini aşmaktadır. Sorunları çözmede yalnızca küresel yaklaşımların başarı şansı bulunmaktadır. 

Otoriter veya popülist liderler destekçilerine bunun tam tersini, yani ulusal kimliği oluşturan ulus devletin hayatta, iyi ve güçlü olduğunu söylediklerinde onları kandırmaktadırlar. 

Üçüncü Eğilim: Transatlantik İlişkilerde Derinleşen Çatlaklar 

Koronavirüs pandemisi zaten kötü durumda olan transatlantik ilişkileri daha da kötü hale getirmiştir. Ticaret meseleleri, savunmaya harcanan bütçe veya NATO’nun rolüne dair tartışmalar mevcut krize verilmesi gereken doğru yanıta 
ilişkin gerilim ve şikayetlerin temelini oluşturmaktadır. İş ciddiye binip tıbbi malzemeler yetersiz hale geldiğinde hem Avrupa hem ABD kendi içine dönmüştür. İç talebi karşılamak için Vaşington yüz maskesi üreten yerli bir şirkete yurtdışına 
sevkiyat yapmayı durdurması talimatını vermiştir. Aynı şekilde, AB de öncelikle kendi pazarındaki tüketicilerin taleplerini karşılamak için kritik önemi haiz tıbbi ekipmanın ihracatını durdurmuştur. ABD ve AB sadece yoğun kamuoyu eleştirileri 
karşısında bu kısıtlamaları gevşetmiştir. Bu sıfır toplamlı oyun, virüsün bilançosunu hem malzeme tedariki kesilen insanlar hem de ABD ve AB için daha da kötüleştirecek bir tehdittir. 
Pandemiye verilen ulusal tepkilerin sığlığı ile beraber hareket etme ve küresel gündemi belirlemedeki başarısızlık, diğer ülkeler boşluğu doldurduğunda belirgin hale gelmiştir. 
Çin ve Rusya sahnede ön planda yer alma ve bu “söylem savaşını” kazanma girişiminde bulunmuştur. Her iki ülke de Batı’nın krize verdiği mukabeleye dair yanlış bilgiler yayarak, krizi sözde “maske diplomasisi” için kullanmaktadır. 
Dördüncü Eğilim: Artan Büyük Güç Rekabeti Hem Vaşington’da hem de Pekin’de iki gücün karşı karşıya gelmesini savunanlar güç kazanmıştır. 

Salgın bu durumu daha fazla göz önüne getirmiştir. 

İkisinden biri pandemi vesilesiyle göreceli bir avantaj elde edecek midir? ABD 
de Çin de krizi kendi yöntemlerince kötü yönetmiştir ve ikisi de rol model olarak ön plana çıkamamıştır. Çin, ekonomik olarak ABD veya Avrupa’dan daha hızlı toparlanabilir ancak küresel liderliğe soyunabileceğini gösteren bir tutum sergilememiştir. 

Yumuşak ve sert güç açısından ABD hala Çin’den daha avantajlı konumdadır. Krizden sonra da durum böyle olacaktır. 

Bununla birlikte, Çin ve ABD arasındaki “kopma” eğilimi ivme kazanacaktır. 

Sağlık endüstrisinin kriz sebebiyle stratejik öneminin artmasıyla ülkeler üretimde küreselleşmeyi tersine çevirmeyi deneyeceklerdir. Ayrıca, büyük güç rekabeti 
çok taraflı sistemi giderek daha fazla sekteye uğratacaktır. Dünya Sağlık Örgütü’ndeki anlaşmazlık çok taraflı kurumların ABD ve Çin arasındaki çapraz ateşe maruz kaldıkça daha da fazla zayıflayacaklarını gözler önüne sermektedir. 

Bu eğilimlerin hızlanması, bakış açısına bağlı olarak, pandeminin ardından dünya meselelerinin alacağı duruma ilişkin iki söylemi öne çıkarmaktadır. İlk söyleme göre, COVID-19 salgını, küreselleşme ve açık sınırların ülkeleri virüs ve diğer tehditlere karşısında daha hassas hale getirdiğinin, her ülkenin ilk olarak ikmal hatlarını ve hayat kurtaran kaynaklara erişimini güvence altına alarak kendi başının çaresine bakması gerektiğinin kanıtı olarak görülmektedir. Uluslar kendi sınırlarına çekilecek ve işbirliğinden imtina edeceklerdir. 

Böylece dünyanın durumu kötüleşecektir. İkinci söyleme göre ise, dünya pandemiden farklı bir ders çıkarmıştır. Pandemi çok taraflı işbirliğine olan ihtiyacı göstermiş, tek başına hareket etme milliyetçiliğinin ve izolasyonizmin sınırlarını ortaya koymuştur. Krizle mücadele ederken bunu akılda tutacağız ve “yıkılanı daha iyi inşa edeceğiz”. Teorik olarak, uluslararası toplum öncekinden daha güçlü olacaktır. 

Bu söylemlerden hangisinin COVID-19 sonrası dünyayı şekillendireceği büyük ölçüde Avrupa ve transatlantik ortaklığına bağlıdır. 
Pandemiye karşı ortak mukabeleler geliştirilmesi jeopolitik ilişkileri açısından ciddi bir test olacaktır. 
Avrupa için bu daha da fazlası, bir ölüm kalım meselesidir. Bu aynı zamanda, AB’nin “koruyan bir Avrupa” vaadini yerine getirebileceğini sergilemek için eşsiz bir fırsattır. Bunu yapmak için AB, en ağır şekilde etkilenen üye devletlerini desteklemek üzere gereken mali araçların kullanılması ve komşularını güçlendirme ye yönelik çabalar gibi daha önce almadığı iddialı tedbirleri almalıdır. Transatlantik ortaklara gelince, zaman ABD’nin küresel liderlik potansiyelini kullanma zamanıdır. 

ABD ve Avrupalı devletler sadece Koronavirüs ile mücadele etmek için değil, ayrıca küresel bir mukabelenin temelini oluşturmak için de acilen çekişmeyi bırakmalı ve müttefik olarak birlikte çalışmalıdır. Dünyanın COVID-19 ile tekrar 
karşı karşıya kalmaması ve ülkelerin bir sonraki pandemiyle kendi başlarına mücadele etmek zorunda olmamalarının sağlanması amaçlanmalıdır. 

COVID-19, ivme kazanan küresel çalkantıların ortasında AB ve transatlantik ortaklarının daha güçlü bir şekilde ayağa kalkmaları için bir katalizör işlevi görebilir. 


***