COVID-19 Sonrası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
COVID-19 Sonrası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ocak 2021 Cumartesi

COVID-19 SONRASI DÜNYA DÜZENİ VE JAPONYA DIŞ POLİTİKASI: “ ÜÇ DÜNYA ” NIN DOĞUŞU

COVID-19 SONRASI DÜNYA DÜZENİ VE JAPONYA DIŞ POLİTİKASI: “ ÜÇ DÜNYA ” NIN DOĞUŞU 





Prof. Yuichi HOSOYA 
Keio Üniversitesi Uluslararası Siyaset Profesörü, Japonya 
SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

 
Japonya, ABD-Çin Rekabeti, Çok Taraflılık, Uluslararasıcılık, COVID-19 Sonrası, Dünyadaki Yeri, Amerikan Dünyası, Çin Dünyası, Diğer Dünya, 
Tayvan, Hong Kong, Güney Kore, Singapur,

Yeni Koronavirüs olarak adlandırılan COVID-19’un hızla yayılması sonucu büyük güçlerin siyasi liderleri ve önde gelen stratejistler mevcut pandemi krizi nedeniyle dünyanın nasıl bir dönüşüm geçireceğini tartışmaya başladılar. 
Tartışmalar dünya siyasetinin iki büyük gücü olan ABD ve Çin arasındaki ilişkilerin gelecekteki seyrine odaklanmış görünüyor. Sözkonusu yeni Koronavirüs enfeksiyonu ilk olarak 11 milyonluk nüfusu ile merkezi Çin’deki en kalabalık şehir 
olan Wuhan’da ortaya çıkmış olsa da şu anda doğrulanmış en yüksek COVID-19 vakasına ve ölüm sayısına sahip ülke ABD’dir. 

Hem ABD hem de Çin kaçınılmaz olarak COVID-19’un yayılmasından etkilenecekler. Bazıları Koronavirüs’ün ABD donanmasına ait gemilerde ortaya çıkmasından ABD ordusunun ciddi şekilde etkileneceğini ve bunun Çin’in 
gücünü artıracağını savunuyor. Bununla birlikte birçok ülke Çin Hükümeti’ni Wuhan’da ortaya çıkan Koronavirüs enfeksiyonunu zamanında bildirmemesinden dolayı eleştiriyor. Çin Hükümeti’nin vatandaşlarının Japonya dahil olmak üzere 
yabancı ülkelere uçmasına izin vererek virüsün sınırlarının ötesine yayılmasını engellememesi de eleştiriliyor. 

Trump yönetimi de mevcut durumdan Başkan Donald Trump’a olan desteğin Başkanlık seçim kampanyasının tam ortasında düşüşe geçmesi nedeniyle oldukça rahatsızdır. 
Japonya açısından mevcut pandemi krizine dair birkaç önemli eğilim tespit edebiliriz. Japonya Hint-Pasifik bölgesinde ABD’nin en güçlü müttefikidir. 

Öte yandan, Çin akıllı telefonlar gibi bazı ana ürünleri için hayati öneme sahip 
sanayi parçalarının üretimi konusunda Japonya’dan gelen yatırımlara önem veriyor. ABD ve Çin’den sonra dünyanın üçüncü en büyük ekonomisi olan Japonya’nın takip ettiği dış politika COVID-19 sonrası dünya düzeninin şekillenmesinde etkili olabilir. 

ABD ve Çin Arasındaki Büyük Güç Rekabeti Yoğunlaşıyor 

Başkan Yardımcısı Mike Pence’in Vaşington’daki Hudson Enstitüsü’nde yaptığı tarihi konuşmadan sonra, Trump yönetiminin Çin’e karşı daha sert bir tavır almaya başladığı daha da netleşti. New York Times bu konuşmayı “Pence’in Çin hakkındaki konuşması ‘Yeni Soğuk Savaş’ alameti olarak görülüyor” başlığıyla duyurdu.1 ABD’nin önde gelen dış politika uzmanlarından birisi olan Walter Russell tüm bu gelişmeleri “İkinci Soğuk Savaş” olarak yorumlarken, Wall Street Journal’daki köşesinde Başkan Yardımcısı Pence’in konuşmasını “Henry Kissinger’ın 1971’deki Pekin ziyaretinden bu yana ABD-Çin ilişkilerindeki en büyük değişim” olarak değerlendirdi.

Bu nedenle, “Büyük Kopma”nın COVID-19’un 2020’nin başlarında yayılmasından önce başlamış olduğunu savunmak daha uygun olacaktır. Bu eğilimin artık geri döndürülemez bir hal aldığını ve hatta hızlandığını vurgulamamız gerekiyor. 
Pew Araştırma Merkezi’nin Mart 2020 tarihli kamuoyu anketine göre,Amerikalıların %66’sı Çin hakkında olumsuz görüşe sahipken sadece %26’sı olumlu görüştedir.3 ABD’de Çin’e yönelik olumsuz görüşler 2006’daki %29 oranından 2020 yılında %66’ya yükseldi. Son iki yılda ise olumsuz görüşler yaklaşık %20 arttı. 

Bu eğilim Amerikalıların Çin’i artık fırsattan çok risk olarak gördüklerini gösteriyor. Japonya’da ise durum biraz farklıdır. Nisan’da Japon halkının Devlet Başkanı Xi Jinping’i ağırlaması bekleniyordu. Sözkonusu ziyaret, bir Çin Devlet Başkanının 12 yılın ardından Japonya’ya gerçekleştireceği ilk ziyaret olacaktı. Bu nedenle Japonya Hükümeti Başkan Xi’nin ziyaretinin getireceği başarıya büyük önem veriyordu. Artan Çin-ABD gerginliğinden duyduğu kaygının da etkisiyle Japonya Başbakanı Shinzo Abe’nin Çin’e yaklaşımının son yıllarda eskisinden daha yumuşak hale geldiği sık sık dile getiriliyor. 

Çin ve Japon Hükümetleri, Başkan Xi’nin Nisan ayında Japonya’ya gerçekleştirmesi öngörülen devlet ziyaretini iptal etmeye karar verdikten sonra, Çin-Japon ilişkileri nin geleceği konusunda farklı bir tutum almaya başladılar. Nisan ayında Japon Hükümeti üretimlerini Japonya’ya geri taşıyan şirketler için 2 milyar dolarlık ekstra bütçe tahsis edeceğini açıkladı.
Bu arada Çin Hükümeti, Başkan Xi’nin ziyaretinin iptal edildiği açıklandıktan sonra Senkaku Adaları yakınlarındaki gemilerinin sayısını artırmaya karar verdi. 

Bu durum Japonya’da genel olarak COVID-19’un ABD ordusunda yaygın olarak görüldüğünün bildirilmesinden sonra Çin’in ABD’nin bu bölgeye müdahale etmeye ne ölçüde hazır olduğunu test etmeye yönelik bir adımı olarak yorumlandı. 
Bu gelişmelerin hepsi ABD-Çin ilişkilerinin bozulmasıyla sonuçlandı. ABD Başkanlık seçimleri de Koronavirüs krizinin daha da siyasallaşmasına neden oluyor. Koronavirüs’ün ABD’de yayılması karşısındaki yetersiz müdahalesinden kaynaklanan sorumluluktan kaçmaya çalışan Başkan Trump sürekli Çin’i eleştiriyor. 
Cumhurbaşkanı Xi’nin Japonya ziyaretinin iptal edildiğinin açıklanmasından sonra Japonya’nın eskisinden daha fazla ABD’nin yanında yer aldığı görülse de Japonya Çin’e karşı daha yumuşak bir tutum gösteriyor. Japon Hükümeti, Başkan Trump’ın defalarca hedef aldığı Dünya Sağlık Örgütü’ne mesafe koymak için güçlü bir irade göstermiyor. Japonya, ABD-Çin arasındaki sertleşen rekabeti eskisinden daha çok fazla dikkate almalıdır. İki büyük gücün Koronavirüs ile mücadele dahil olmak üzere önemli uluslararası konularda yakında işbirliği yapmaya başlayacağını varsaymak gittikçe zorlaşıyor. 

Amerikan Dünyası, Çin Dünyası ve Diğer Dünya 

Yakında Amerika merkezli dünya ile Çin merkezli dünya arasında daha büyük bir ayrışmanın görülmesi muhtemeldir. 
Her iki taraf da uluslararası toplumu cezbetmek için yarışıyor. Fakat hem ABD’nin hem de Çin’in COVID-19 sonrası dünyada kaybeden taraflar olacağı düşünülebilir. İkisi de dünyanın dikkatini olumlu yönde çekmekte başarısız olurken, kendi içlerinden gelen ciddi eleştirilerden muzdaripler. Ayrıca, popülizmin yaygınlaşması büyük güçlerin uyguladıkları politikaları duygulara ve milliyetçiliğe hitap eder hale getirdi. Bu nedenle, Koronavirüs ile mücadelede konusunda uluslararası işbirliği nin sağlanması olasılığı artık eskisinden daha az. COVID-19 Sonrası Dünya ve Japonya’nın Dış Politikası: “Üç Dünya”nın Doğuşu O halde, COVID-19 sonrası dünya düzenini şekillendirmede hangi ülke daha önemli hale gelecektir? 

Koronavirüs’ün yayılmasını etkili bir şekilde kontrol altına alabilen ülkeler ekonomilerini diğerlerinden daha önce yoluna koyabilecektir. Tayvan, Hong Kong, Güney Kore, Singapur ve Japonya gibi Doğu Asya güçleri COVID-19’un yayılmasını en iyi kontrol edebilecek ülkeler arasında yer alıyorlar. Bu ülkeler 2003’te Hong Kong’da başlayan SARS’ı tecrübe etmiş olmaları sebebiyle ortaya çıkan yeni bir pandemi için daha hazırlıklı görünüyorlar. 

Japonya’daki ölüm oranları İngiltere’den yüz kat ve ABD’den kırk dört kat daha azdır. Japonya’da teyit edilen vaka sayısı ile ölüm oranları da en alt düzeyde olduğu için Japon Hükümetinin sokağa çıkma yasağı uygulamasına gerek 
kalmadı. Japonya ekonomisi ciddi hasar görmüş olsa da Japonya sağlık sistemi herhangi bir çöküş yaşamadı. 

Başkan Yardımcısı Pence, Çin’e karşı çok daha çatışmacı bir tutum almaya başlarken, Japon Hükümetinin “Özgür ve Açık Hint-Pasifik” vizyonu olarak adlandırılan yeni bir diplomatik girişimi desteklediğini hatırlatmamız gerekiyor. 
Japonya hem kurallara dayalı uluslararası düzeni hem de benzer düşünen ülkeler arasındaki işbirliğini pekiştirerek sözkonusu dış politika vizyonunu sürdürebilir. 
Japonya, Kapsamlı ve Yenilikçi Trans-Pasifik Ortaklık Anlaşması’nı (CPTPP) ve AB-Japonya Ekonomik İşbirliği Anlaşması/Stratejik İşbirliği Anlaşması’nı (EPA/SPA) güçlendirerek sözkonusu dış politika vizyonunu geliştirebilir. 

Bu iki büyük serbest ticaret anlaşması COVID-19 sonrası dünyada serbest ticaretin sürdürülmesi için önemli bir eşik olacaktır. Ayrıca, Japonya hem çok taraflılığı hem de DSÖ gibi uluslararası kuruluşları desteklemeye devam edebilir. 

Japon halk sağlığı sisteminin son yüzyılda dünyanın en etkili halk sağlığı sistemlerinden biri olduğunu da hatırlatmamız gerekir. Bu, diğer Doğu Asya güçleriyle birlikte Japonya’nın önemli bilgi ve araçların yanı sıra Avigan gibi antiinfluenza ilaçları sağlayabileceği anlamına geliyor. Japonya, sözkonusu anti-influenza ilacı Avigan’ı 38 ülkeye ücretsiz olarak dağıtmaya başladı. Hastalığın bulaştığı çok sayıda Japon Avigan kullanarak beklenenden çok daha hızlı iyileştiler. 

Küresel bir lider olmayan Japonya, ABD ve Çin ile eşit güce sahip olmasa da “diğer dünyada” işbirliğinin geliştirilmesinde önderlik yapabilir. Elbette, bu ülkeler ABD ve Çin’i uluslararasıcı politikalar ortaya koymaya daha istekli olduklarında aralarına kabul edebilirler. Böyle bir uluslararasıcı politika Koronavirüs’ün ikinci ve üçüncü dalgalarının yayılmasını önlemeye yardımcı olabilecektir. 

Notlar 

1. Jane Perlez, “Pence’s China Speech Seen as Portent of ‘New Cold War,’” The New York Times, 5 Ekim 2018. 
2. Walter Russell Mead, “Mike Pence Announces Cold War II,” Wall Street Journal, 8 Ekim 2018. 
3. Kat Devlin, Laura Silver ve Christine Huang, “U.S. Views of China Increasingly Negative Amid Coronavirus Outbreak,” 
    21 Nisan 2020, Pew Araştırma Merkezi. 
4. Isabel Reynolds ve Emi Urabe, “Japan to Fund Firms to Shift Production Out of China,” Bloomberg, 9 Nisan 2020, 
    https://www.bloomberg.com/news/articles/2020-04-08/japan-to-fund-firms-to-shift-production-outof-china. 


***

COVID-19 SONRASI DÜNYA DÜZENİNDE PARADİGMA KAYMASI OLMAYACAKTIR

COVID-19 SONRASI DÜNYA DÜZENİNDE PARADİGMA KAYMASI OLMAYACAKTIR 






Doç. Ibrahim FRAIHAT   
Doha Lisansüstü Araştırmalar Enstitüsü ve Georgetown Üniversitesi Katar Kampüsü Öğretim Üyesi, Katar 

 
ABD-Çin Rekabeti, Çin, Küreselleşme, Küresel Liderlik, COVID-19 Sonrası, Dünya Düzeni, Paradigma Kayması Olmayacaktır, 


Bir kaç ay önce patlak veren Koronavirüs salgınının dünya düzeni üzerinde bırakacağı etki hakkında çok sayıda spekülasyon yapıldı. Örneğin, pandemiye yönelik başarılı politikaları göz önüne alınarak Çin ve/veya Asya’nın yeni dünya düzenine öncülük edebileceği konusunda bazı iddialar ortaya atıldı. Öte yandan, krizle etkin bir şekilde başa çıkamaması nedeniyle Avrupa Birliği’nin dağılabileceği de savunuldu. 
Bu makale, COVID-19 pandemisinin uluslararası toplum üzerindeki büyük etkisine rağmen, salgın öncesi dünya düzeninin yok olmasına ve ülkeler arasındaki ilişkileri şekillendiren yeni bir paradigmanın doğmasına yol açmayacağını savunuyor. Salgının etkisi, büyük olasılıkla mevcut paradigmayı ve küresel güç liderliğinin eksikliğine doğru gidişatı güçlendirecek, ayrıca dünya sahnesinde gücün 
daha fazla yayılmasını hızlandıracaktır. 
Yeni bir paradigma neden doğmuyor? Tarihsel olarak dünya düzeninde köklü değişikliklere yol açan virüsler değil, büyük ölçekli ve belirleyici savaşlardır. Vestfalya, I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı yeni dünya düzenlerinin doğuşunu 
önceleyen dönüm noktalarıydı. Dünya düzenindeki değişim genellikle sağlık alanında değil, küresel güvenlik mimarisindeki değişiklikten kaynaklanmıştır. 
Salgınlar dünya siyasetinde oyun kurucu değildir. Savaşlardan farklı olarak, salgınlar dünya aktörlerinin sonrasında birbirleriyle nasıl etkileşime gireceğine dair kuralları belirleyen ve tartışmasız kazananlarla biten sıfır toplamlı muharebeler değillerdir. Aksine, COVID-19’da olduğu gibi salgınlar geleneksel rakipler arasında bile işbirliğine yol açabilmektedir. Çin’in Avrupa’ya ve ABD’ye, ABD’nin ise İran’a yardım teklifinde bulunması buna örnektir. Uluslararası arenadaki mücadelenin, küresel bir işbirliği olarak değil bireysel sürdürülmesi sebebiyle birçok kişide hayal kırıklığı yarattığı doğrudur. 
Ancak, yine de süreç kazananın kuralları ve düzenlemeleri belirlediği ve başkalarına dayattığı bir rekabetle şekillenmemiştir. 

ABD’nin Liderlik Rolündeki Zayıflamanın Hızlanması 

ABD’nin küresel liderliğinde düşüş ve göreceli içe kapanması salgından çok önce başlayan bir eğilimdir. Başkan Barack Obama Afganistan’dan çıkmak amacıyla Taliban’la güvenlik anlaşması imzalamak üzere müzakereleri başlatmıştı. 
Bu süreç, Donald Trump'ın Şubat 2020'te Doha'da Taliban ile bir barış anlaşması imzalaması ve Afganistan'dan ayrılmayı kabul etmesi ile tamamlandı. Obama Irak'tan çekilmişti ve daha sonra Trump Suriye'den çekildi ve her ikisi de Libya'yı 
terk etti. Başka bir deyişle, ABD'nin hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler tarafından uygulanan küresel liderlikten geri çekilme politikası, salgının patlak vermesinden önce mevcut bir geri çekilme paradigmasının varlığını göstermekte dir. COVID-19'un birincil etkisi, dünya düzenindeki Amerikan liderliğinin zayıflaması sürecini hızlandırmasıdır. 

Bu salgın paradigmayı pekiştirmiş, ancak değiştirmemiştir. 

Bu etki, “Vaşington'un uzmanlık konusundaki itibarının gücünün en büyük kaynaklarından biri olduğu,” “Koronavirüs pandemisinin onu geri dönüşü olmayan şekilde bitirebileceği” ve Stephen Walt’un “Amerikan yetkinliğinin ölümü” dediği 
olguda görülebilir. Aynı şekilde, Richard Hass, Amerika'nın geçmişte bir zamanlar temsil ettiği şeylerin bu günlerde “birçokları için giderek daha az cazip hale geldiği”nden hareketle “Amerikan çekiciliğinde bir düşüş” olduğunu savunan benzer bir sonuca varıyor. 
Joe Biden Kasım ayında seçilse bile, ABD’nin liderlik rolündeki bu düşüş eğiliminin değişmeyeceği söylenebilir. 
Örneğin, Biden’ın Avrupa ve NATO ile ilişkileri yeniden inşa ederek Trump'ın yarattığı hasarı azaltmayı hedefleyeceği doğru olsa da, ABD'nin bir zamanlar sahip olduğu tartışmasız liderliği yeniden kazanması pek olası görünmemektedir. 
Bununla birlikte, ABD'nin dünya siyasetindeki rolünün önemli ölçüde azaldığı sonucuna varmak konusunda dikkatli olunmalıdır. Süper güçler aniden çökmezler. Aksine, düşüşleri dünya siyasetindeki konumunu değiştirmek için yüzyıllar 
olmasa bile onlarca yıl süren tektonik bir hareketle şekillenir. Dolayısıyla, liderlik rolünün azalmasına rağmen, ABD dünya siyasetinde kilit bir oyuncu olarak kalmaya devam edecektir. 

Çin’in Yükselişi 

Öte yandan, Dünya Bankası verilerine göre Çin, 2018’deki %6,6 oranındaki büyümesi ile ABD’nin yalnızca %2,9’luk büyüme oranıyla karşılaştırıldığında, dünyadaki en yüksek GSYİH büyüme oranlarından birine sahipti. Çin'in 
krizden önce gerçekleştirmekte olduğu kalkınma ile pandemiye karşı gösterdiği direnç ve Pekin'in, izlediği yöntemden bağımsız olarak, virüsün yayılmasını eninde sonunda kontrol altına alması şaşırtıcı değildir. Bu nedenle, COVID-19'un 
Çin'in dünya düzenindeki yükselen rolünde bir paradigma değişikliğine neden olması beklenmemektedir. 

Bununla birlikte, bazı tahminlerde belirtildiği gibi, bu durum hiçbir şekilde Çin'in COVID-19 krizi sonrasındaki dünya düzenine liderlik edeceğini göstermemektedir. Dünya düzenine öncülük etmek, yüksek büyüme oranlarına ulaşmaktan ya da bir 
virüse karşı zafer ilan etmekten daha fazlasını gerektirmektedir. Çin'in COVID-19 sonrası dünya düzeninin lideri olmasını engelleyen en az üç neden bulunmaktadır. İlki, Çin’de bunu yapmak için gereken siyasi irade eksikliğidir. Geçtiğimiz yıllarda Çinli yetkililer ve akademisyenlerle yaptığımız hemen hemen tüm tartışmalarda, Çin'in Ortadoğu'nun güvenlik mimarisinde neden rol oynamadığı sorumuza verdikleri cevap her zaman, “bunu yapmak için ne kabiliyetimiz ne de ilgimiz 
var” olmuştur. İkincisi, Komünizm, ABD'nin demokrasi ve insan haklarını evrensel bir teori olarak kullanmasından farklı olarak, insanların şu anda kucaklama arzusuna sahip olduğu bir ideoloji değildir. Üçüncüsü, Çin’in sağlam bir uluslararası ittifak ağının olmamasıdır. ABD geleneksel olarak dünya politikasını tek bir oyuncu olarak yönetmedi, örneğin NATO da dahil eski Sovyetler Birliği ile mücadele eden müttefikleriyle birlikte hareket etti. ABD, Körfez bölgesinde SSCB'nin genişlemesini durdurmak için İran ve Suudi Arabistan'la “Çifte Sütun” politikasını kullanmıştı. Bugün Çin için durum kesinlikle böyle değildir. 

COVID-19 sonrası küreselleşme hareketlerinde de paradigma kayması sözkonusu değildir. 

Şartlar ertelenebilir, ancak küreselleşme COVID-19'dan sonra da, salgından önce olduğu gibi gelişmeye devam edecektir. Ülkelerin münferiden, Trump'ın halihazırda yaptığı gibi, dünya sahnesindeki milliyetçi gündemlerden daha fazla etkileneceği doğrudur, ancak ülkeler yine de küresel çapta etkileşime girerek küreselleşme hareketini güçlendireceklerdir. ABD'de, ülke dışındaki yatırımlara sona verilmesi ve Amerikan fabrikalarının ABD'ye geri getirilmesine yönelik halihazırda çağrılar yapılmaktadır.1 Bununla birlikte, ülke dışına yatırımlar ve diğer küreselleşme eğilimleri, hiçbir zaman ilk aşamada hükümetlerin kararlarıyla yukarıdan aşağıya bir şekilde başlamamıştır. Küreselleşme, aşağıdan yukarıya bir yaklaşımla ve dünya ekonomisindeki diğer gelişmelerin yanı sıra iletişim teknolojisindeki ilerlemenin bir sonucu olarak gelişmiştir. Trump veya Biden dahil kimin iktidarda olduğundan bağımsız olarak, Beyaz Saray'dan alınan bir kararla küreselleşmeden vazgeçilmeyecektir. 

Son olarak, COVID-19 bittiğinde dünya siyaseti üzerinde kesinlikle belirli bir etki yaratacaktır. Ancak, bu muhtemelen ulus devletlerin iç politikalarıyla sınırlı olacaktır. Bununla birlikte, COVID-19, salgından önce şekillenen biçimiyle 
gelişmeye devam eden dünya düzeninde yapısal bir değişiklik yaratmayacaktır. Muhtemelen mevcut paradigmaların, özellikle de daha fazla güç yayılımı alanında hızlanmasına yol açacak, ancak paradigmayı değiştirmeyecektir. 

Notlar 

1. Robert E. Lighthizer, “The Era of Offshoring U.S. Jobs is Over,” The New York Times, 11 Mayıs 2020, 
***

11 Ocak 2021 Pazartesi

COVID-19 SONRASI YENİ NORMAL KÜRESEL YÖNETİŞİM

 COVID-19 SONRASI YENİ NORMAL KÜRESEL YÖNETİŞİM 



COVID-19 Sonrası, Yeni Normal Küresel Yönetişim,  Bretton Woods Oyunun kuralları Toplantısı, Dr. Ammar OMRAN KAHF,
Küresel Yönetişim, Ekonomi, Uluslararası Örgütler, Ulus Devlet, Türkiye, 


Dr. Ammar OMRAN KAHF
Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı, Suriye, 



SAM Yayınları 
ANTALYA DiPLOMASi FORUMU
COVID-19 Sonrası Dünya: İşbirliği mi Rekabet mi? 

COVID-19 pandemisi küresel siyasi ve ekonomik yapılardaki fay hatlarını ortaya çıkarmıştır. Salgın sadece sağlık ve ekonomi alanlarında bir krize neden olmamış aynı zamanda çeşitli küresel yönetişim yapılarının ve mekanizmalarının sorgulanmasına yol açmıştır. 
Bu salgının hem etkisi hem de kapsamı yönünden küresel yönetişim ve ekonomide II. Dünya Savaşı’ndan beri görülmemiş bir dönüm noktası olduğu kabul edilebilir. Ekonomik anlamda 2008-09 Ekonomik Krizi’ni geçmiştir. Siyasi olarak da küreselleşme ve karşılıklı bağımlılık üzerine kurulu tedarik zincirlerini daha korumacı tedbirler lehine sorgulanır hale getirmiştir. “Yeni normalin” ne olacağı salgının ne kadar uzun ve hangi şiddette süreceğinin yanı sıra, küresel güçlerin önümüzdeki süreçte ayrışma ve rekabet veya işbirliği ve uyum içinde hareket 
etmeyi tercih etmelerine bağlı olacaktır. Küresel tedarik zincirleri, karşılıklı bağımlılık ve korumacı tedbirler gibi ekonomik sisteme yönelik kısa ve uzun vadeli değişiklikleri değerlendirmek “yeni normali” ve uluslararası kuruluşların 
azalan rollerini daha iyi anlamamız için yardımcı olacaktır. 

Mevcut salgın alevlendirdiği jeopolitik ve ekonomik koşullar nedeniyle de derin bir etki yaratacaktır. 

Küresel Yönetişimde “Yeni Normal” 

Dünya Liderleri 1944’te savaşları önleyecek ve ekonomik sistemin işleyişini düzenleyecek küresel düzen için “ Oyunun kurallarını ” belirlemek üzere Bretton Woods’ta bir araya gelmişti. 11 Eylül 2001 sonrasında ise zamanın ABD Başkanı 
George W. Bush, yeni küresel bir hal almaya başlamış olan terör şebekelerinin bir sonucu olarak “yeni dünya düzenini” ilan etmişti. Küreselleşmiş ve sınırların olmadığı bir dünyada dijital dünya ve yapay zeka önceki tasarım ve küresel çerçeveye artık uymayan karşılıklı bağımlılıkları ortaya çıkardı. Bir başka küresel istikrarsızlaşma sürecinden çıkarken, benzer şekilde yeni bir yönetişim çerçevesine ihtiyaç duyuyoruz. 
Küresel yönetişimin geleceğini tahmin etmek için henüz çok erken olabilir ancak bu aşamada çeşitli akımlar ve eğilimler tespit edilebilir. Uluslararası ve bölgesel kuruluşların erken uyarı sistemlerini harekete geçirmedeki başarısızlıkları 
ülkeleri sorunu tek başlarına ele almak zorunda bırakmıştır. Avrupa Birliği de hem ekonomik hem de teknik olarak kendi üye devletlerinin ihtiyaçlarına hızlıca yanıt vermekte yetersiz kalmıştır. İçine kapanmış olan ABD, federal hükümet ve eyaletler arasında mücadele yaşanırken hızlıca sınırlarını kapamaya yönelik popülist ve korumacı tedbirlere başvurmuştur. Dünya Sağlık Örgütü’nün bilimsel kanıtlardan ziyade hükümetlerin sağladıkları verilere dayanan çelişkili mesajlar vermesi siyasallaşmış olarak görülmesine ve ihtiyaç duyulan tavsiye ve yardımları sağlamada etkisiz bulunmasına neden olmuştur. 
Bu durum, yaklaşık 4 milyon sakinin ve yerinden edilmiş insanın yaşadığı Suriye’nin kuzeybatısına ilk aşamada 300 test kitinin göndermesiyle iyice görünür bir hal almıştır. Sınırlarını kapatan ülkelerin ve çok az miktarda malzemeye sahip olan kalabalık hastanelerin kaotik ve karışık görüntüsü, uluslararası ve bölgesel kuruluşların geçerliliklerinin ve yeterliliklerinin sorgulanmasına neden olmuş, Milliyetçilik hatta Yabancı düşmanlığının artmasına yol açmıştır. Bu da Batı tarafından ekonomik olarak terk edildikleri için mutsuzluk yaşayan ülkelerin gönlünü almak için Çin tarafından istismar edilen bir güç boşluğunu ortaya çıkarmıştır. 

    AB açısından gerçek tehdit dağılmaktan ziyade kamuoyu tarafından konu dışı ve yetersiz görülmek ve küresel düzeyde tutarlı hareket etme kabiliyetine güven duyulmamasıdır. İlave olarak, artan ABD-Çin rekabetinde AB’nin konu dışı kalması dengeyi sağlama ve bu tür rekabetlerin olumsuz etkilerini hafifletecek istikrar sağlayıcı politikalar üretme yeteneğini riske atmaktadır. Küresel yönetişimdeki sözkonusu güç boşluğu sistemde çatlaklara yol açmakta, bu da benzer düşünceye sahip ülkeler arasında daha fazla işbirliğini teşvik eden Türkiye gibi kolaylaştırıcı ülkelerin daha etkili olmasını sağlamaktadır. 
    Küresel liderlerin ve seçmenlerinin eşi benzeri görülmemiş bu krizin büyüklüğünü ve küresel yönetişim üzerindeki etkisini fark edip etmemeleri, dünyanın daha fazla izolasyon ve korumacı tedbirler almaya yönelmesini veya kolektif eyleme ve gelecekteki krizleri bütünleşik bir teknik yaklaşımla ele almaya dayanan yeni “oyun kuralları”nın ortaya çıkmasını belirlenecektir. 

Doğru hareket tarzı bir yaklaşım değişikliği ile bilimsel kurumlara ve kolektif olarak yapılacak araştırmaları destekle başlamaktadır. 

Sağlık Sektörüne yapılacak yatırım sınırlara bağlı değildir ve işbirliğini gerektirmektedir. Yatırımlar, bilimsel ve yenilikçi altyapılara kaydırılmalıdır. Bunun, gelecekteki yönetişim ve bu tür sınamalara yanıt verme hususunda 
büyük etkisi olacaktır. Küresel düzeyde ve birçok hükümet tarafından alınan siyasi kararlar güvenilir bilimsel kanıtlara dayanmamaktadır. Bunun olması hem ulus devlet düzeyinde hem de küresel düzeyde gereklidir. 

Bu kriz, asıl sorumlu aktörün ulus-devlet olduğunu gözler önüne sermiştir. Hiçbir uluslararası kuruluş veya yapı COVID-19’u önleyememiş ve salgınla mücadeleye liderlik edememiştir. Küresel bir sorun olmasına rağmen devletler meseleyle kendi imkanlarıyla mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Bu da sınırlı ve bütünlükten yoksun bir müdahaleye yol açmıştır. İhtiyaç duyulan sağlık önlemleri ve ekonomik araçlar tek bir ulus devletin kapasitesinin üzerinde olup yerel ekonomiler ve ticaret üzerinde benzeri görülmemiş bir baskı yaratmıştır. COVID-19 krizi küreselleşme nin sorgulanmasına, ülkelerin daha korumacı tedbirler almasına ve tedarik zincirleri ile temel sektörlerini sınırları içinde güvence altına almalarına neden olmuştur. Bu durum, COVID-19 sonrası dönemde küresel yönetişimi, uluslararası kuruluşların rolünü ve ulus devletlerin meşruluğunun yeniden gündeme gelmesini etkileyecektir. Birçok ülke ekonomilerini ithalata bağımlılığa son vererek temel hizmet ve ürünlerini güvence altına alacak şekilde şekillendirmiştir. 

Ayrıca, ABD’nin Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) fon sağlamayı kesmesi ile rehberlik ve liderlik konusundaki yetersizliğine yönelik eleştiriler artmıştır. 

AB’nin de bazı üye devletlere yardım hususunda yetersiz müdahalesi varoluş nedenini sorgulatmıştır. 

Gelecekteki Ekonomi Trendleri, 

Uluslararası ekonomi ve toplumun istikrarı, küresel salgınları önlemek, yönetmek ve kontrol altına almak için gerekli bilimsel altyapı ve yönetişim mekanizmalarına bağlıdır. 
Küresel ekonominin büyüme oranlarının negatif seviyelerde kalması ve işsizlik oranlarının Avrupa’da %6-7, ABD’de %15 ile II. Dünya Savaşı’ndan beri görülme miş yüksek sayılara ulaşması beklenmektedir. Uluslararası sistem G20 ve G20+ ile görüldüğü üzere yönetişim değişikliklerine sahne olacaktır ve ekonomik düzelme birkaç yıl alacağı için önümüzdeki dönemde ekonomik sınamalar bizi beklemekte dir. Bu durum, birçok ülke uluslararası sistemin kırılganlığının ve bilhassa gıda ve sağlık sektörlerinde bağımlı olmanın risklerinin farkına vardığı için geçerlidir. Çin, çevresindeki ve Kuşak ve Yol Girişimi bölgesindeki ülkelere altyapı yatırımları yapmak suretiyle Batı’nın sahip olduğu nüfuzla rekabet etmeye çalışacaktır. “Uyum” ve işbirliğine dayalı ancak hiyerarşik ve “merkeze” yani Çin’e hizmet eden uluslararası ilişkiler sistemini öne çıkartmaktadır. 

Önümüzdeki süreçte ABD-Çin jeopolitik rekabeti ve ekonomik savaşıyla birlikte daha fazla ekonomik kötüleşmeye tanıklık edeceğiz. 
Kolektif bir küresel yaklaşım uygulanabilir olmakla birlikte bunun gerçekleşmesi yakın zamanda pek mümkün görünmemektedir. 

Her iki ülke de COVID-19 sonrası kendi küresel yönetişim modelini ve ekonomik canlanmasını ortaya koyacaktır. 

“Yeni normalin” Çin veya ABD merkezli bir küreselleşme modeline yakın olması küresel pazarlardaki ekonomik müdahalelerinin hızına ve derinliğine bağlı olacaktır. Birçok ülkeye ihtiyaç duydukları tıbbi ekipmanları ihraç edebilen ve Rusya, Avrupa ve Batı arasında benzersiz bir jeopolitik arabulucu konumuna sahip Türkiye gibi ülkeler için ilave fırsatlar mevcuttur. 


***

COVID-19 SONRASI AFRİKA’YA BAKIŞ

COVID-19 SONRASI AFRİKA’YA BAKIŞ 





Afrika, Ekonomi, Göç, Demokrasi, Uluslararası İşbirliği, Doç. Afyare A. ELMI, Dr. Abdi M HERSI, COVID-19 Sonrası, Afrika, Bakış, Dünya Sağlık Örgütü,

Doç. Afyare A. ELMI 
Katar Üniversitesi Körfez & Araştırmaları Programı Öğretim Üyesi, 
Dr. Abdi M HERSI 
Katar & Griffith Üniversitesi Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Merkezi Araştırmacısı, Avustralya 



Bir kıta olarak Afrika, farklı gelişim aşamalarında olan 55 ülkeden oluşmakta ve son otuz yıldır genel olarak yükselişini sürdürmektedir. 
Örneğin Ruanda, Etiyopya, Fildişi Sahili ve Senegal gibi ülkelerin hepsi etkileyici bir ekonomik büyüme gösterdi. 

Dahası, hem birçok ülke siyasi açıdan demokratikleşti, hem de devletlerarası ve devlet içi çatışmalarda önemli ölçüde bir azalma gerçekleşti. Fakat Afrika 
da dünyanın geri kalanı gibi COVID-19 pandemisinin etkilerine maruz kalacaktır. Dünya Sağlık Örgütü Afrika'da 44 milyondan fazla insanın Koronavirüs’e yakalanabileceği ve 190.000 civarı insanın hayatını kaybedebileceği konusunda uyarı yaptı. Neyse ki, bu makalenin yazıldığı dönemde, kıtadaki COVID-19’un bulaşma oranı Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika'ya kıyasla nispeten düşük seyrediyor. Afrika Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’ne göre günümüze dek (Mayıs 2020), kıtada 64.241 vakadan 2.293 kaydedilmiş ölüm gerçekleşmiştir. Afrika'nın COVID-19 sonrası görünümünü tahmin etmek için erken olmasına rağmen, pandeminin olumsuz etkilerinin ekonomi, düzensiz göç ve büyük güç rekabetini idare etmeden kaynaklanan daimi sınamalar üzerinde yoğunlaşacağını düşünüyoruz. Diğer yandan, COVID-19’un özellikle sağlık hizmetlerine öncelik verilmesi ve yaygınlaştırılması konusunda kıtadaki işbirliği ve entegrasyona olumlu etkileri olacaktır ve demokratikleşme sürecini güçlendirecektir. Olumsuz Etkileri: Ekonomi, Göç ve Büyük Güç Rekabeti Afrika'daki COVID-19 salgını nispeten sınırlı kalmış gibi görünse de kıta üzerindeki ekonomik etkisi yıkıcı olacaktır. 

Afrika Kalkınma Bankası’nın (AfDB) yayımladığı ilk tahminler 500 milyar Dolarlık bir ekonomik kayıp olduğunu ve kaybın artmaya devam ettiğini gösteriyor. Ekonomistler Afrika devletlerinin, virüsün hızla yayılacağı korkusuyla ilk olarak 
işletmeleri kapatarak ticari faaliyetleri sınırlandırmalarının önemli bir ekonomik maliyete yol açacağını savunuyorlar. 

Kıta ekonomisinin petrol ve gaz üretimi ile turizme yönelik sektörleri daha büyük risk altındadır. Amerika Birleşik Devletleri ve diğer gelişmiş ulusların aksine Afrika kıtası, ekonomisine trilyonlarca Dolar enjekte etme imkanına sahip değildir. 

AFDB Başkanı Akinwumi Adesina’ya göre, mevcut durumda kıtadaki ülkeler için 10 milyar Dolarlık bir kredi imkanı bulunmaktadır. Dünya Bankası (DB) Sahraaltı Afrika bölgesinin en sert darbeyi alacağını, 2019 yılındaki %2,4’lük büyüme oranının düşüşe geçerek 2020 yılında %-5,1’e kadar ineceğini tahmin ediyor. DB bu olumsuz tahminleri daha da ileri taşıyarak Sahraaltı Afrika bölgesinin son 25 yılın ilk durgunluğunu yaşayacağı öngörüsünde bulundu. 
İşçi dövizi transferleri Afrika kıtası için büyük bir can damarı olmanın yanı sıra önemli düzeyde yatırım ve istihdam yaratıyor. COVID-19’un dünyanın çeşitli bölgelerindeki Afrika diasporası tarafından ülkelerine transfer edilen paralara da 
olumsuz etkisi olmaktadır. Afrika diasporasından milyonlarca kişi işlerini kaybettiği için memleketlerinde yaşayan ailelerine ve sevdiklerine destek sağlama güçleri azalmış durumdadır. DB verilerine göre 2020 yılında işçi dövizi transferleri yalnızca Sahraaltı Afrika bölgesinde yaklaşık %23,1 oranında azalacak olup, bu Avrupa ve Orta Asya bölgelerinden sonraki en büyük ikinci düşüş olacaktır. İşçi dövizlerinin yokluğu milyonlarca Afrikalının yaşam şartlarını ve gıdaya erişimlerini kısıtlıyor. 

Ayrıca, bu durum Afrika'nın gıda kıtlığı yaşamasının önünü açıyor. 

Ekonomiyi bir kenara bırakırsak Afrika, dünyanın geri kalanına gerçekleşen göçün ve yer değiştirmenin önemli bir kaynağı olmanın yanı sıra, dünyadaki mültecilerin ve yerinden edilen kişilerin önemli bir bölümüne ev sahipliği yapıyor. Daha 
önce benzeri görülmemiş bu Koronavirüs pandemisi sürecinde birçok donör ülkenin, yardım bütçesini kesmesi ve kendi vatandaşlarının refahına odaklanması yönünde vatandaşlarının ilave baskısı ile karşı karşıya kalması muhtemel. Bu nedenle, zengin donör ülkelerdeki aşırı milliyetçi yaklaşımlar, mülteciler ve ülke içinde yerinden edilmiş kişiler dahil en savunmasız grupları olumsuz yönde etkileyecektir. Dünya Gıda Programı, salgını açlığın takip edeceğini ve bu sebeple birçok Afrikalı da dahil, yüz milyonlarca insanın hayatının etkileneceğini öngörüyor. 
Uluslararası Göç Örgütü (IOM) geçtiğimiz günlerde, Afrika'da sınırların kapanması ve sınır geçişlerindeki rejimin sıkılaştırılması nedeniyle düşük oranda düzensiz göç meydana geldiğini bildirdi. Özellikle, Afrika Boynuzu'ndan Orta Doğu'ya doğru uzanan dünyanın en yoğun göç rotasındaki rakamlar son üç ayda daha düşük seyretti. 

Bununla birlikte politikacılar ve politika yapıcılar, düzensiz göçün geçici olarak düşük olduğu mevcut dönemin getirdiği rahatlığın rehavetine kapılmamalıdırlar. Zira kısıtlamaların olmayacağı ve sınır geçişlerinin kolaylaşacağı COVID-19 sonrası dönemde sınırlarda ortaya çıkacak sayılar şimdiki dönemde bildirilen düşük sayılardan oldukça farklı olacaktır. Politikacılar ve politika yapıcılar ayrıca COVID-19 sonrası dönemde kıtadaki gençlerin yaşayacağı olası zorlukları ele almaya odaklanmalıdır. 

Pandemiden kaynaklanan yukarıda belirttiğimiz ekonomik krizin Afrika kıtası için geniş kapsamlı sosyal sorunlara neden olabileceğine inanıyoruz. Pandemi, Orta Doğu gibi hedeflere yönelik başta işgücü göçü olmak üzere düzenli göç hareketlerini de azaltma potansiyelini taşımaktadır. İşgücü ithal eden ülkelerin sanayileri COVID-19'un ekonomik etkilerine karşı benzer bir mücadele içinde olduklarından eskiden olduğu kadar çok insanı istihdam edemiyorlar. 

Son olarak, COVID-19 yenilenen büyük güç rekabeti içinde Afrika devletleri için yeni bir belirsizlik ortamı yarattı. 

Çin, Afrika’da Amerika Birleşik Devletleri'nin yaptığından çok daha büyük yatırımlar gerçekleştirerek Afrika'ya yerleşti. 

Birçok Afrikalı lidere göre, Çin somut gelişme ve altyapı sağlarken, Batı, eski kafalı yardımlar ve yüksek faizli kredilerde takılıp kaldı. Öte yandan, Afrika ile uzun süredir devam eden siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerinden yararlanan ABD 
öncülüğündeki Batılı demokrasiler son yıllarda daha agresif hale geldiler. Örneğin, Afrika boynuzu büyük güçler için bir yarış alanına dönüştü. Birçok Afrika ülkesinin bu rekabeti idare etmede zorlanacağını ve bu nedenle bazı ülkelerde sınırlı 
bir istikrarsızlığın ortaya çıkacağını düşünüyoruz. 

Olumlu Etkileri: İşbirliğinin Artışı, Demokratikleşmenin Devamı ve Sağlığa Öncelik Verilmesi Dünyanın diğer bölgelerinde ortaya çıkması öngörülen korumacılık ve milliyetçiliğin aksine, COVID-19 sayesinde Afrika’daki işbirliği ve entegrasyon süreci güçlenecektir. Bu eğilime iki unsur katkıda bulunacaktır. İlk olarak, sömürge yönetimlerinin getirmiş olduğu yapay sınırlara rağmen, birçok etnik grup ulus aşırı yayılma göstermektedir. İkinci olarak, ekonomik büyümedeki yavaşlama nın ve pandeminin sınırları aşan tehlikesi kıtadaki devletler arası işbirliğini  hızlandıracaktır. 
Esasen, çok az sayıda Afrika ülkesi sınırlarını kontrol edebilmektedir. 

Buna ek olarak, Afrika’nın “silahları susturma” sloganını benimsemesi, devlet içi ve devletler arası çatışmaların sona ereceğine işaret etmektedir. COVID-19’un kıtanın devletleri ve farklı bölgeleri üzerindeki etkileri kesinlikle çeşitli olacaktır. Bazı otokratik yöneticiler COVID-19'u daha uzun süre iktidarda kalmak için bir bahane olarak kullanmaya çalışsalar da Afrika'nın girişken sivil toplumunun kıtadaki demokratikleşme sürecini devam ettirerek geliştireceğine inanıyoruz. 2020’de yapılması planlanan bir düzine seçime ilişkin olarak yalnızca Etiyopya seçimleri resmi olarak yaklaşık altı ay erteledi. Tanzanya ve Burundi gibi diğer ülkeler, seçimleri zamanında gerçekleştirmekte kararlılar. Bazı kırılgan devletlerde gecikmeler olsa bile, Afrika'nın demokrasiye doğru ilerleyişinin geri döndürülemez olduğu fikrindeyiz. Afrika'nın yakın geçmişinde yaşanan çok sayıdaki siyasi çatışma nedeniyle sivil toplum ve genç nüfus ortaya çıkabilecek herhangi bir 
fırsatçı diktatörü yenilgiye uğratacaktır. 

Afrika, birçok sağlık krizi yaşamış (HIV-AIDS, tüberküloz ve sıtma) ve Ebola salgınını da başarıyla kontrol altına almıştır. Bu hastalıklara maruz kalmış olan insanlar Koronavirüs’e karşı daha savunmasız olsalar da, krizler birçok Afrika devletinin direncini güçlendirdi. Bariz kurumsal zayıflıklara rağmen, bu krizler esnasında kazanılmış eşsiz beceri ve deneyimler kesinlikle kıtaya yardımcı olacaktır. Ayrıca, Afrika devletlerinin sağlık ve eğitim hizmetlerine öncelik vererek bütçelerini önemli ölçüde artıracağını düşünüyoruz. 

Kısacası, devam etmekte olan Koronavirüs salgınına ilişkin öngörüde bulunmanın zorluklarının farkındayız. 

Yine de COVID-19 sonrası dönemin Afrika için sancılı olabileceğini düşünmekle birlikte, kıtanın gelecekteki görünümünün umut ve iyimserlik dolu olduğu fikrindeyiz. 

***