Küresel Düzen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Küresel Düzen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ocak 2021 Cumartesi

COVID-19 SONRASI, AMERİKAN LİDERLİĞİNİ SINAMAKTADIR

 COVID-19 SONRASI,  AMERİKAN LİDERLİĞİNİ SINAMAKTADIR

   


COVID-19 SONRASI,  AMERİKAN LİDERLİĞİNİ SINAMAKTADIR., ANCAK KÜRESEL DÜZENİ DEĞİŞTİRMEYECEKTİR* 


* Bu makale Nye’ın 16 Nisan 2020 tarihinde Foreign Policy’de (https://foreignpolicy.com/2020/04/16/coronavirus-
pandemic-china-united-states-power-competition/) ve 26 Nisan 2020 tarihinde EastAsiaForum’da 

(https://www.eastasiaforum.org/2020/04/26/how-covid-19-is-testing-american-leadership/) yayımlanan iki makalesinden uyarlanmıştır. 

Prof. Joseph S. NYE Jr. 
Harvard Üniversitesi Üstün Hizmet ve Emeritus Profesörü, 
Kennedy Siyasal Bilgiler Fakültesi Eski Dekanı, ABD 

 
Küresel Yönetişim, Uluslararası İşbirliği, Yumuşak Güç, ABD-Çin Rekabeti, Jeopolitik, COVID-19 Amerikan Liderliği, Küresel Düzen, Değiştirmeyecektir, 

COVID-19’un ABD liderliği pahasına Çin’in yükselişe 
geçmesine neden olacağı şeklindeki iddiaları kolayca 
kabul etmemeliyiz. Koronavirüs sonrası dönemde 
jeopolitik koşullar aynı kalmayacak. Bir değişiklik meydana 
geleceği doğru, ancak bu ne ölçüde gerçekleşecek? Büyük 
hadiselerin her zaman büyük etkilerinin olmayabildiğini 
tarihten biliyoruz. Örneğin 1918’deki İspanyol gribi, özellikle 
sebebiyet verdiği ölümler bakımından yıkıcı etkilere sahipti. 
Bununla birlikte, sonraki yıllardaki olayların gidişatını 
belirleyen salgın değil Birinci Dünya Savaşı oldu. Peki, 
Koronavirüs Çin’in ABD’nin yerini alarak dünya lideri olacağı 
yeni bir dönemin habercisi mi? Bence değil. 
Ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler 
küreselleşmenin yolunu açtı. Kaydedilen ilerlemeler virüs 
karşısında ortadan kalkmayacak. Öte yandan, pandeminin 
ekonomik küreselleşmeyi gerçekten altüst edeceği ortada. 
Uluslararası ticaret yavaşlayacak, ancak finansal etkileşimler 
önemli bir kesinti olmadan sürecektir. Ekonomik küreselleşme 
bizim düzenlemelerimize tabi olsa da, küreselleşmenin pandemi 
veya iklim değişikliği gibi bazı yönlerini kontrol edebilecek 
durumda değiliz. Geleneksel savunma sistemlerimiz küresel 
doğal felaketlerle mücadelede bir anlam ifade etmiyor. Derin 
ve sürekli ekonomik durgunluk ise bu mücadelede elimizi 
zayıflatıyor. 
Küresel çevre ve sağlık sorunlarının herkesi etkilediği 
kesin. Hiçbir ülke bu tür sorunlarla yalnız başa çıkamaz. Bu 
nedenle, tüm ülkeler ortak tehdit ve zorlukların üstesinden 
gelmek amacıyla birlikte çalışmalı, kurallar koymalı ve 
uluslararası örgütlenmeye gitmelidir. Çevreye ilişkin 
küreselleşme derinleşiyor ve COVID-19’un bizlere gösterdiği 
gibi, bunun neticesinde ülkelerin birbirlerine karşılıklı 
bağımlılığı da artıyor. Zaman ABD’nin dünyaya liderlik etmesi 
ve özellikle Avrupa, Çin, Japonya ve Avustralya başta olmak 
üzere diğer ülkelerle daha fazla işbirliği yapması zamanıdır. 
21. yüzyılın ilk yirmi yılında üç krizle karşı karşıya 
kaldık: 11 Eylül terörist saldırıları, 2008 mali krizi ve COVID-19 
pandemisi. 11 Eylül terörist saldırılarında yaşamını yitirenlerin 
sayısı nispeten düşüktü, ancak saldırıların yarattığı travma 
ABD’li idarecilerin Afganistan ve Irak’ı istila etmek gibi panik 
içinde aceleci kararlar almalarına yol açtı. 2008 mali krizi ise 
Büyük Durgunluk ile sonuçlandı, Batı’da popülizmi artırdı ve 
dünyanın farklı bölgelerinde otokrasileri teşvik etti. Çin’in 2008 
krizinde Batı’ya kıyasla daha iyi bir performans sergilemesi 
birçok insanın Çin’in dünyanın yeni ekonomik lideri haline 
gelmekte olduğunu düşünmesine neden oldu. 
Koronavirüs’ün neden olduğu üçüncü krize ise Çin ve 
ABD liderleri ilk aşamada inkar ederek, yanlış bilgilendirerek, 
geç kalarak, şaşkınlık içinde ve uluslararası işbirliğine 
yanaşmadan karşılık verdiler. Ayrıca, Xi Jinping ve Trump 
zaman kaybetmeden karşı tarafı sorumlu tutmaya yönelik 
bir suçlama oyunu başlattılar. Bu esnada, AB ise birlik içinde 
hareket ederek kararlı adımlar atmakta zorlanıyordu. 
ABD krizi yönetmekteki başarısızlığı nedeniyle güven 
kaybına uğrarken, Çin kendine yönelik olumsuz söylemi 
lehine değiştirmeye odaklandı. İnsani yardımlar göndererek, 
gerçekleri gizleyerek ve geniş kapsamlı bir propaganda 
yürüterek dikkatleri ilk hatalarından uzaklaştırmayı, kendisini 
uluslararası toplumun yapıcı bir üyesi olarak sunmayı ve 
yumuşak gücünü onarmayı amaçlıyor. Ancak, buna kimse 
kanmayacaktır. Zira yumuşak güç çekicilik üzerine kurulu 
olup, en iyi propaganda “propaganda” yapmamaktır. 
Çin yumuşak gücünü artırmaya yönelik uzun 
yıllardır sarf ettiği çabalarına rağmen bu alanda pek mesafe 
kaydedemedi. Dolayısıyla, demokratik ülkelerin üst sıralarda 
yer aldığı Yumuşak Güç 30 sıralamasında Çin’i en altlarda 
görüyoruz. Komşularıyla süregelen bölgesel anlaşmazlıkları 
ve Çin Komünist Partisi’nin katı iç politikaları göz önüne 
alındığında, Çin’in yumuşak gücü açısından şu an bulunduğu 
uluslararası konum hiç de şaşırtıcı değil. 
Koronavirüs sonrası dönemde sert güç dengesinde 
ABD aleyhine bir değişiklik olmayacak. Pandemi, ABD ve Çin 
ekonomilerine eşit ölçüde zarar veriyor. ABD ekonomisinin 
üçte ikisi büyüklüğünde olan Çin ekonomisi, COVID-19 
öncesinde büyüme oranlarının ve ihracatının azalmasından 
zaten muzdaripti. Askeri güç bakımından ise Çin ABD ile 
arasındaki mesafeyi kapatmaktan zaten uzaktı. Şimdi ise salgın 
döneminin mali yükü Çin’in askeri harcamalarını azaltmasına 
yol açabilir. Çin şimdi bütçesinin önemli bir bölümünü verimsiz 
sağlık sisteminin iyileştirilmesi için kullanmak zorunda. 
Bir başka husus, pandeminin ABD’nin Çin’e karşı görece 
jeopolitik üstünlüklerini ortadan kaldırmayacak olmasıdır. 
Birincisi, iki okyanus ile iki dost ülke tarafından çevrelenen 
ABD, Çin’e kıyasla daha iyi bir coğrafyada yer alıyor. İkincisi, 
ABD bir enerji ihracatçısı iken, Çin ithal enerji kaynaklarına 
büyük gereksinim duymakta. Üçüncü üstünlük demografiyle 
ilişkilidir. Stanford Üniversitesi’nden Adele Hayutin’in yaptığı 
bir araştırmaya göre, önümüzdeki on beş yıl içinde ABD 
işgücünün %5 oranında artması bekleniyor. Çin işgücü ise 
bunun aksine, muhtemelen %9 oranında azalacak. Son olarak, 
seçkin üniversiteleri ve firmaları sayesinde ABD teknolojik 
ilerlemeye liderlik etmeyi de sürdürecek. 
Tüm bunlar dikkate alındığında, COVID-19 pandemisinin jeopolitik bir dönüm noktası oluşturması fazla 
olası görünmüyor. Bununla birlikte, ABD müttefiklerini yabancılaştırmak, uluslararası örgütleri güçsüzleştirmek ve 
ülkesine göçü engellemek gibi yanlış politikalar uygulamayı sürdürürse, sahip olduğu üstünlüklerden tam olarak 
yararlanamayabilir. Bilgi devrimi ve küreselleşme ile şekillenen dünya siyaseti, en güçlü ülkenin bile tüm uluslararası 
hedeflerine tek başına ulaşmasına izin vermiyor. Bunu kavramış gibi görünmeyen Trump yönetimi, özellikle Çin ile 
büyük güç rekabetine dayanan bir ulusal güvenlik stratejisini izlemeyi sürdürüyor. 
Singapur eski Başbakanı Lee Kuan Yew, Çin’in küresel 
liderliğinin, en azından yakın gelecekte gerçekleşmesini 
öngörmediğini bir sohbetimizde bana söylemişti. Lee 
tahminini haklı çıkarmak için ABD ve Çin’i çekicilik açısından 
COVID-19 Amerikan Liderliğini Sınamaktadır ancak Küresel Düzeni Değiştirmeyecektir 
kıyaslamıştı. ABD dünyanın dört bir yanından seçkin insanları 
kendine çekebilmekte ve onlara bilginin sınırlarını her alanda 
genişletme fırsatı sunabilmekte. Çin, bunun aksine, kendi 
sınırlamaları nedeniyle böyle bir çekicilik yaratma imkanına 
sahip değil. Bununla birlikte, COVID-19’la karşı karşıya kalan 
ABD popülist politikalar izleyebilir, saydamlığı terk edebilir 
ve dostlarını dışlayabilir. Bunları yapmak suretiyle de Lee’nin 
değerlendirmesinin yanlış olduğunu kanıtlayabilir. 
Bunun yerine yeni bir ABD yönetimi, “Ahlak Kuralları 
Önem Taşımakta Mıdır? Franklin Delano Roosevelt’ten Trump’a 
Başkanlar ve Dış Politika” (“Do Morals Matter? Presidents 
and Foreign Policy from FDR to Trump”) başlıklı kitabımda 
izah ettiğim üzere, 1945 sonrası dönemdeki Başkanların 
başarılarından ilham alabilir ve Marshall Planı’na benzer 
muazzam bir COVID-19 yardım programı başlatabilir. ABD 
Dışişleri eski Bakanı Henry Kissinger haklı olarak liderlerin 
işbirliği yapmaları ve uluslararası toplumu güçlendirmeleri 
gerektiğini savunuyor. İktidar pozitif toplamlı bir oyun olarak 
ele alınmalı ve ülkeler ortak hedeflere ulaşmak için “diğerlerine 
karşı güç” yerine “diğerleriyle birlikte güç”e öncelik vermeli. 
Diğer ülkeler güçlendiklerinde ve yükü etkili bir şekilde 
paylaştıklarında, ABD kendi hedeflerine daha rahat ulaşabilir. 
Günümüz dünyasında bağlantılılık göreceli gücü artırıyor. 
Ancak, Trump, ABD’nin çıkarlarını sürekli olarak dar bir 
şekilde tanımlamakta, “diğerleriyle birlikte güç” ve “diğerlerine 
karşı güç” ayırımını göz ardı etmekte, uluslararası ilişkileri kısa 
vadeli, sıfır toplamlı bir oyun gibi addetmekte, uluslararası 
örgütleri görmezlikten gelmekte ve bunun neticesinde de 
ABD’yi uzun vadeli, aydınlanmış kişisel çıkar geleneğinden 
uzaklaştırmaktadır. 

COVID-19’un gelişmekte olan ülkeler üzerinde önemli yansımaları olabileceği gelişmiş ülkeler tarafından kabul edilmelidir. Bu ülkelerde oluşacak yeni salgın dalgaları gelişmiş ülkeleri tekrar vurabilir. İspanyol gribinin ikinci dalgasının 
1918’deki ilk dalgasından daha fazla insanı öldürdüğünü akılda tutmamızda fayda var. Bu nedenle, ABD’nin liderliğindeki G-20 ülkeleri sadece kendi çıkarlarına hizmet etmek için değil, aynı zamanda ihtiyacı olan ülkelere yardım elini uzatmak için yeni bir COVID-19 fonuna cömertçe katkıda bulunmalılar. 

ABD Başkanı işbirliğine ve yumuşak güce dayalı politikalar izlediği takdirde, pandemiden olumlu sonuçlar elde edilebilir. Aksi takdirde, mevcut politikalar yalnızca milliyetçi popülizmi ve otoriterliği destekleyecektir. 

     Öte yandan, ABD ve Çin arasındaki güç ilişkisini temelden değiştirecek jeopolitik bir dönüm noktasını öngörmek için vakit henüz çok erken. 

***