COVID-19 SONRASI, AMERİKAN LİDERLİĞİNİ SINAMAKTADIR
COVID-19 SONRASI, AMERİKAN LİDERLİĞİNİ SINAMAKTADIR., ANCAK KÜRESEL DÜZENİ DEĞİŞTİRMEYECEKTİR*
* Bu makale Nye’ın 16 Nisan 2020 tarihinde Foreign Policy’de (https://foreignpolicy.com/2020/04/16/coronavirus-
pandemic-china-united-states-power-competition/) ve 26 Nisan 2020 tarihinde EastAsiaForum’da
(https://www.eastasiaforum.org/2020/04/26/how-covid-19-is-testing-american-leadership/) yayımlanan iki makalesinden uyarlanmıştır.
Prof. Joseph S. NYE Jr.
Harvard Üniversitesi Üstün Hizmet ve Emeritus Profesörü,
Kennedy Siyasal Bilgiler Fakültesi Eski Dekanı, ABD
Küresel Yönetişim, Uluslararası İşbirliği, Yumuşak Güç, ABD-Çin Rekabeti, Jeopolitik, COVID-19 Amerikan Liderliği, Küresel Düzen, Değiştirmeyecektir,
COVID-19’un ABD liderliği pahasına Çin’in yükselişe
geçmesine neden olacağı şeklindeki iddiaları kolayca
kabul etmemeliyiz. Koronavirüs sonrası dönemde
jeopolitik koşullar aynı kalmayacak. Bir değişiklik meydana
geleceği doğru, ancak bu ne ölçüde gerçekleşecek? Büyük
hadiselerin her zaman büyük etkilerinin olmayabildiğini
tarihten biliyoruz. Örneğin 1918’deki İspanyol gribi, özellikle
sebebiyet verdiği ölümler bakımından yıkıcı etkilere sahipti.
Bununla birlikte, sonraki yıllardaki olayların gidişatını
belirleyen salgın değil Birinci Dünya Savaşı oldu. Peki,
Koronavirüs Çin’in ABD’nin yerini alarak dünya lideri olacağı
yeni bir dönemin habercisi mi? Bence değil.
Ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler
küreselleşmenin yolunu açtı. Kaydedilen ilerlemeler virüs
karşısında ortadan kalkmayacak. Öte yandan, pandeminin
ekonomik küreselleşmeyi gerçekten altüst edeceği ortada.
Uluslararası ticaret yavaşlayacak, ancak finansal etkileşimler
önemli bir kesinti olmadan sürecektir. Ekonomik küreselleşme
bizim düzenlemelerimize tabi olsa da, küreselleşmenin pandemi
veya iklim değişikliği gibi bazı yönlerini kontrol edebilecek
durumda değiliz. Geleneksel savunma sistemlerimiz küresel
doğal felaketlerle mücadelede bir anlam ifade etmiyor. Derin
ve sürekli ekonomik durgunluk ise bu mücadelede elimizi
zayıflatıyor.
Küresel çevre ve sağlık sorunlarının herkesi etkilediği
kesin. Hiçbir ülke bu tür sorunlarla yalnız başa çıkamaz. Bu
nedenle, tüm ülkeler ortak tehdit ve zorlukların üstesinden
gelmek amacıyla birlikte çalışmalı, kurallar koymalı ve
uluslararası örgütlenmeye gitmelidir. Çevreye ilişkin
küreselleşme derinleşiyor ve COVID-19’un bizlere gösterdiği
gibi, bunun neticesinde ülkelerin birbirlerine karşılıklı
bağımlılığı da artıyor. Zaman ABD’nin dünyaya liderlik etmesi
ve özellikle Avrupa, Çin, Japonya ve Avustralya başta olmak
üzere diğer ülkelerle daha fazla işbirliği yapması zamanıdır.
21. yüzyılın ilk yirmi yılında üç krizle karşı karşıya
kaldık: 11 Eylül terörist saldırıları, 2008 mali krizi ve COVID-19
pandemisi. 11 Eylül terörist saldırılarında yaşamını yitirenlerin
sayısı nispeten düşüktü, ancak saldırıların yarattığı travma
ABD’li idarecilerin Afganistan ve Irak’ı istila etmek gibi panik
içinde aceleci kararlar almalarına yol açtı. 2008 mali krizi ise
Büyük Durgunluk ile sonuçlandı, Batı’da popülizmi artırdı ve
dünyanın farklı bölgelerinde otokrasileri teşvik etti. Çin’in 2008
krizinde Batı’ya kıyasla daha iyi bir performans sergilemesi
birçok insanın Çin’in dünyanın yeni ekonomik lideri haline
gelmekte olduğunu düşünmesine neden oldu.
Koronavirüs’ün neden olduğu üçüncü krize ise Çin ve
ABD liderleri ilk aşamada inkar ederek, yanlış bilgilendirerek,
geç kalarak, şaşkınlık içinde ve uluslararası işbirliğine
yanaşmadan karşılık verdiler. Ayrıca, Xi Jinping ve Trump
zaman kaybetmeden karşı tarafı sorumlu tutmaya yönelik
bir suçlama oyunu başlattılar. Bu esnada, AB ise birlik içinde
hareket ederek kararlı adımlar atmakta zorlanıyordu.
ABD krizi yönetmekteki başarısızlığı nedeniyle güven
kaybına uğrarken, Çin kendine yönelik olumsuz söylemi
lehine değiştirmeye odaklandı. İnsani yardımlar göndererek,
gerçekleri gizleyerek ve geniş kapsamlı bir propaganda
yürüterek dikkatleri ilk hatalarından uzaklaştırmayı, kendisini
uluslararası toplumun yapıcı bir üyesi olarak sunmayı ve
yumuşak gücünü onarmayı amaçlıyor. Ancak, buna kimse
kanmayacaktır. Zira yumuşak güç çekicilik üzerine kurulu
olup, en iyi propaganda “propaganda” yapmamaktır.
Çin yumuşak gücünü artırmaya yönelik uzun
yıllardır sarf ettiği çabalarına rağmen bu alanda pek mesafe
kaydedemedi. Dolayısıyla, demokratik ülkelerin üst sıralarda
yer aldığı Yumuşak Güç 30 sıralamasında Çin’i en altlarda
görüyoruz. Komşularıyla süregelen bölgesel anlaşmazlıkları
ve Çin Komünist Partisi’nin katı iç politikaları göz önüne
alındığında, Çin’in yumuşak gücü açısından şu an bulunduğu
uluslararası konum hiç de şaşırtıcı değil.
Koronavirüs sonrası dönemde sert güç dengesinde
ABD aleyhine bir değişiklik olmayacak. Pandemi, ABD ve Çin
ekonomilerine eşit ölçüde zarar veriyor. ABD ekonomisinin
üçte ikisi büyüklüğünde olan Çin ekonomisi, COVID-19
öncesinde büyüme oranlarının ve ihracatının azalmasından
zaten muzdaripti. Askeri güç bakımından ise Çin ABD ile
arasındaki mesafeyi kapatmaktan zaten uzaktı. Şimdi ise salgın
döneminin mali yükü Çin’in askeri harcamalarını azaltmasına
yol açabilir. Çin şimdi bütçesinin önemli bir bölümünü verimsiz
sağlık sisteminin iyileştirilmesi için kullanmak zorunda.
Bir başka husus, pandeminin ABD’nin Çin’e karşı görece
jeopolitik üstünlüklerini ortadan kaldırmayacak olmasıdır.
Birincisi, iki okyanus ile iki dost ülke tarafından çevrelenen
ABD, Çin’e kıyasla daha iyi bir coğrafyada yer alıyor. İkincisi,
ABD bir enerji ihracatçısı iken, Çin ithal enerji kaynaklarına
büyük gereksinim duymakta. Üçüncü üstünlük demografiyle
ilişkilidir. Stanford Üniversitesi’nden Adele Hayutin’in yaptığı
bir araştırmaya göre, önümüzdeki on beş yıl içinde ABD
işgücünün %5 oranında artması bekleniyor. Çin işgücü ise
bunun aksine, muhtemelen %9 oranında azalacak. Son olarak,
seçkin üniversiteleri ve firmaları sayesinde ABD teknolojik
ilerlemeye liderlik etmeyi de sürdürecek.
Tüm bunlar dikkate alındığında, COVID-19 pandemisinin jeopolitik bir dönüm noktası oluşturması fazla
olası görünmüyor. Bununla birlikte, ABD müttefiklerini yabancılaştırmak, uluslararası örgütleri güçsüzleştirmek ve
ülkesine göçü engellemek gibi yanlış politikalar uygulamayı sürdürürse, sahip olduğu üstünlüklerden tam olarak
yararlanamayabilir. Bilgi devrimi ve küreselleşme ile şekillenen dünya siyaseti, en güçlü ülkenin bile tüm uluslararası
hedeflerine tek başına ulaşmasına izin vermiyor. Bunu kavramış gibi görünmeyen Trump yönetimi, özellikle Çin ile
büyük güç rekabetine dayanan bir ulusal güvenlik stratejisini izlemeyi sürdürüyor.
Singapur eski Başbakanı Lee Kuan Yew, Çin’in küresel
liderliğinin, en azından yakın gelecekte gerçekleşmesini
öngörmediğini bir sohbetimizde bana söylemişti. Lee
tahminini haklı çıkarmak için ABD ve Çin’i çekicilik açısından
COVID-19 Amerikan Liderliğini Sınamaktadır ancak Küresel Düzeni Değiştirmeyecektir
kıyaslamıştı. ABD dünyanın dört bir yanından seçkin insanları
kendine çekebilmekte ve onlara bilginin sınırlarını her alanda
genişletme fırsatı sunabilmekte. Çin, bunun aksine, kendi
sınırlamaları nedeniyle böyle bir çekicilik yaratma imkanına
sahip değil. Bununla birlikte, COVID-19’la karşı karşıya kalan
ABD popülist politikalar izleyebilir, saydamlığı terk edebilir
ve dostlarını dışlayabilir. Bunları yapmak suretiyle de Lee’nin
değerlendirmesinin yanlış olduğunu kanıtlayabilir.
Bunun yerine yeni bir ABD yönetimi, “Ahlak Kuralları
Önem Taşımakta Mıdır? Franklin Delano Roosevelt’ten Trump’a
Başkanlar ve Dış Politika” (“Do Morals Matter? Presidents
and Foreign Policy from FDR to Trump”) başlıklı kitabımda
izah ettiğim üzere, 1945 sonrası dönemdeki Başkanların
başarılarından ilham alabilir ve Marshall Planı’na benzer
muazzam bir COVID-19 yardım programı başlatabilir. ABD
Dışişleri eski Bakanı Henry Kissinger haklı olarak liderlerin
işbirliği yapmaları ve uluslararası toplumu güçlendirmeleri
gerektiğini savunuyor. İktidar pozitif toplamlı bir oyun olarak
ele alınmalı ve ülkeler ortak hedeflere ulaşmak için “diğerlerine
karşı güç” yerine “diğerleriyle birlikte güç”e öncelik vermeli.
Diğer ülkeler güçlendiklerinde ve yükü etkili bir şekilde
paylaştıklarında, ABD kendi hedeflerine daha rahat ulaşabilir.
Günümüz dünyasında bağlantılılık göreceli gücü artırıyor.
Ancak, Trump, ABD’nin çıkarlarını sürekli olarak dar bir
şekilde tanımlamakta, “diğerleriyle birlikte güç” ve “diğerlerine
karşı güç” ayırımını göz ardı etmekte, uluslararası ilişkileri kısa
vadeli, sıfır toplamlı bir oyun gibi addetmekte, uluslararası
örgütleri görmezlikten gelmekte ve bunun neticesinde de
ABD’yi uzun vadeli, aydınlanmış kişisel çıkar geleneğinden
uzaklaştırmaktadır.
Harvard Üniversitesi Üstün Hizmet ve Emeritus Profesörü,
Kennedy Siyasal Bilgiler Fakültesi Eski Dekanı, ABD
Küresel Yönetişim, Uluslararası İşbirliği, Yumuşak Güç, ABD-Çin Rekabeti, Jeopolitik, COVID-19 Amerikan Liderliği, Küresel Düzen, Değiştirmeyecektir,
COVID-19’un ABD liderliği pahasına Çin’in yükselişe
geçmesine neden olacağı şeklindeki iddiaları kolayca
kabul etmemeliyiz. Koronavirüs sonrası dönemde
jeopolitik koşullar aynı kalmayacak. Bir değişiklik meydana
geleceği doğru, ancak bu ne ölçüde gerçekleşecek? Büyük
hadiselerin her zaman büyük etkilerinin olmayabildiğini
tarihten biliyoruz. Örneğin 1918’deki İspanyol gribi, özellikle
sebebiyet verdiği ölümler bakımından yıkıcı etkilere sahipti.
Bununla birlikte, sonraki yıllardaki olayların gidişatını
belirleyen salgın değil Birinci Dünya Savaşı oldu. Peki,
Koronavirüs Çin’in ABD’nin yerini alarak dünya lideri olacağı
yeni bir dönemin habercisi mi? Bence değil.
Ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler
küreselleşmenin yolunu açtı. Kaydedilen ilerlemeler virüs
karşısında ortadan kalkmayacak. Öte yandan, pandeminin
ekonomik küreselleşmeyi gerçekten altüst edeceği ortada.
Uluslararası ticaret yavaşlayacak, ancak finansal etkileşimler
önemli bir kesinti olmadan sürecektir. Ekonomik küreselleşme
bizim düzenlemelerimize tabi olsa da, küreselleşmenin pandemi
veya iklim değişikliği gibi bazı yönlerini kontrol edebilecek
durumda değiliz. Geleneksel savunma sistemlerimiz küresel
doğal felaketlerle mücadelede bir anlam ifade etmiyor. Derin
ve sürekli ekonomik durgunluk ise bu mücadelede elimizi
zayıflatıyor.
Küresel çevre ve sağlık sorunlarının herkesi etkilediği
kesin. Hiçbir ülke bu tür sorunlarla yalnız başa çıkamaz. Bu
nedenle, tüm ülkeler ortak tehdit ve zorlukların üstesinden
gelmek amacıyla birlikte çalışmalı, kurallar koymalı ve
uluslararası örgütlenmeye gitmelidir. Çevreye ilişkin
küreselleşme derinleşiyor ve COVID-19’un bizlere gösterdiği
gibi, bunun neticesinde ülkelerin birbirlerine karşılıklı
bağımlılığı da artıyor. Zaman ABD’nin dünyaya liderlik etmesi
ve özellikle Avrupa, Çin, Japonya ve Avustralya başta olmak
üzere diğer ülkelerle daha fazla işbirliği yapması zamanıdır.
21. yüzyılın ilk yirmi yılında üç krizle karşı karşıya
kaldık: 11 Eylül terörist saldırıları, 2008 mali krizi ve COVID-19
pandemisi. 11 Eylül terörist saldırılarında yaşamını yitirenlerin
sayısı nispeten düşüktü, ancak saldırıların yarattığı travma
ABD’li idarecilerin Afganistan ve Irak’ı istila etmek gibi panik
içinde aceleci kararlar almalarına yol açtı. 2008 mali krizi ise
Büyük Durgunluk ile sonuçlandı, Batı’da popülizmi artırdı ve
dünyanın farklı bölgelerinde otokrasileri teşvik etti. Çin’in 2008
krizinde Batı’ya kıyasla daha iyi bir performans sergilemesi
birçok insanın Çin’in dünyanın yeni ekonomik lideri haline
gelmekte olduğunu düşünmesine neden oldu.
Koronavirüs’ün neden olduğu üçüncü krize ise Çin ve
ABD liderleri ilk aşamada inkar ederek, yanlış bilgilendirerek,
geç kalarak, şaşkınlık içinde ve uluslararası işbirliğine
yanaşmadan karşılık verdiler. Ayrıca, Xi Jinping ve Trump
zaman kaybetmeden karşı tarafı sorumlu tutmaya yönelik
bir suçlama oyunu başlattılar. Bu esnada, AB ise birlik içinde
hareket ederek kararlı adımlar atmakta zorlanıyordu.
ABD krizi yönetmekteki başarısızlığı nedeniyle güven
kaybına uğrarken, Çin kendine yönelik olumsuz söylemi
lehine değiştirmeye odaklandı. İnsani yardımlar göndererek,
gerçekleri gizleyerek ve geniş kapsamlı bir propaganda
yürüterek dikkatleri ilk hatalarından uzaklaştırmayı, kendisini
uluslararası toplumun yapıcı bir üyesi olarak sunmayı ve
yumuşak gücünü onarmayı amaçlıyor. Ancak, buna kimse
kanmayacaktır. Zira yumuşak güç çekicilik üzerine kurulu
olup, en iyi propaganda “propaganda” yapmamaktır.
Çin yumuşak gücünü artırmaya yönelik uzun
yıllardır sarf ettiği çabalarına rağmen bu alanda pek mesafe
kaydedemedi. Dolayısıyla, demokratik ülkelerin üst sıralarda
yer aldığı Yumuşak Güç 30 sıralamasında Çin’i en altlarda
görüyoruz. Komşularıyla süregelen bölgesel anlaşmazlıkları
ve Çin Komünist Partisi’nin katı iç politikaları göz önüne
alındığında, Çin’in yumuşak gücü açısından şu an bulunduğu
uluslararası konum hiç de şaşırtıcı değil.
Koronavirüs sonrası dönemde sert güç dengesinde
ABD aleyhine bir değişiklik olmayacak. Pandemi, ABD ve Çin
ekonomilerine eşit ölçüde zarar veriyor. ABD ekonomisinin
üçte ikisi büyüklüğünde olan Çin ekonomisi, COVID-19
öncesinde büyüme oranlarının ve ihracatının azalmasından
zaten muzdaripti. Askeri güç bakımından ise Çin ABD ile
arasındaki mesafeyi kapatmaktan zaten uzaktı. Şimdi ise salgın
döneminin mali yükü Çin’in askeri harcamalarını azaltmasına
yol açabilir. Çin şimdi bütçesinin önemli bir bölümünü verimsiz
sağlık sisteminin iyileştirilmesi için kullanmak zorunda.
Bir başka husus, pandeminin ABD’nin Çin’e karşı görece
jeopolitik üstünlüklerini ortadan kaldırmayacak olmasıdır.
Birincisi, iki okyanus ile iki dost ülke tarafından çevrelenen
ABD, Çin’e kıyasla daha iyi bir coğrafyada yer alıyor. İkincisi,
ABD bir enerji ihracatçısı iken, Çin ithal enerji kaynaklarına
büyük gereksinim duymakta. Üçüncü üstünlük demografiyle
ilişkilidir. Stanford Üniversitesi’nden Adele Hayutin’in yaptığı
bir araştırmaya göre, önümüzdeki on beş yıl içinde ABD
işgücünün %5 oranında artması bekleniyor. Çin işgücü ise
bunun aksine, muhtemelen %9 oranında azalacak. Son olarak,
seçkin üniversiteleri ve firmaları sayesinde ABD teknolojik
ilerlemeye liderlik etmeyi de sürdürecek.
Tüm bunlar dikkate alındığında, COVID-19 pandemisinin jeopolitik bir dönüm noktası oluşturması fazla
olası görünmüyor. Bununla birlikte, ABD müttefiklerini yabancılaştırmak, uluslararası örgütleri güçsüzleştirmek ve
ülkesine göçü engellemek gibi yanlış politikalar uygulamayı sürdürürse, sahip olduğu üstünlüklerden tam olarak
yararlanamayabilir. Bilgi devrimi ve küreselleşme ile şekillenen dünya siyaseti, en güçlü ülkenin bile tüm uluslararası
hedeflerine tek başına ulaşmasına izin vermiyor. Bunu kavramış gibi görünmeyen Trump yönetimi, özellikle Çin ile
büyük güç rekabetine dayanan bir ulusal güvenlik stratejisini izlemeyi sürdürüyor.
Singapur eski Başbakanı Lee Kuan Yew, Çin’in küresel
liderliğinin, en azından yakın gelecekte gerçekleşmesini
öngörmediğini bir sohbetimizde bana söylemişti. Lee
tahminini haklı çıkarmak için ABD ve Çin’i çekicilik açısından
COVID-19 Amerikan Liderliğini Sınamaktadır ancak Küresel Düzeni Değiştirmeyecektir
kıyaslamıştı. ABD dünyanın dört bir yanından seçkin insanları
kendine çekebilmekte ve onlara bilginin sınırlarını her alanda
genişletme fırsatı sunabilmekte. Çin, bunun aksine, kendi
sınırlamaları nedeniyle böyle bir çekicilik yaratma imkanına
sahip değil. Bununla birlikte, COVID-19’la karşı karşıya kalan
ABD popülist politikalar izleyebilir, saydamlığı terk edebilir
ve dostlarını dışlayabilir. Bunları yapmak suretiyle de Lee’nin
değerlendirmesinin yanlış olduğunu kanıtlayabilir.
Bunun yerine yeni bir ABD yönetimi, “Ahlak Kuralları
Önem Taşımakta Mıdır? Franklin Delano Roosevelt’ten Trump’a
Başkanlar ve Dış Politika” (“Do Morals Matter? Presidents
and Foreign Policy from FDR to Trump”) başlıklı kitabımda
izah ettiğim üzere, 1945 sonrası dönemdeki Başkanların
başarılarından ilham alabilir ve Marshall Planı’na benzer
muazzam bir COVID-19 yardım programı başlatabilir. ABD
Dışişleri eski Bakanı Henry Kissinger haklı olarak liderlerin
işbirliği yapmaları ve uluslararası toplumu güçlendirmeleri
gerektiğini savunuyor. İktidar pozitif toplamlı bir oyun olarak
ele alınmalı ve ülkeler ortak hedeflere ulaşmak için “diğerlerine
karşı güç” yerine “diğerleriyle birlikte güç”e öncelik vermeli.
Diğer ülkeler güçlendiklerinde ve yükü etkili bir şekilde
paylaştıklarında, ABD kendi hedeflerine daha rahat ulaşabilir.
Günümüz dünyasında bağlantılılık göreceli gücü artırıyor.
Ancak, Trump, ABD’nin çıkarlarını sürekli olarak dar bir
şekilde tanımlamakta, “diğerleriyle birlikte güç” ve “diğerlerine
karşı güç” ayırımını göz ardı etmekte, uluslararası ilişkileri kısa
vadeli, sıfır toplamlı bir oyun gibi addetmekte, uluslararası
örgütleri görmezlikten gelmekte ve bunun neticesinde de
ABD’yi uzun vadeli, aydınlanmış kişisel çıkar geleneğinden
uzaklaştırmaktadır.
COVID-19’un gelişmekte olan ülkeler üzerinde önemli yansımaları olabileceği gelişmiş ülkeler tarafından kabul edilmelidir. Bu ülkelerde oluşacak yeni salgın dalgaları gelişmiş ülkeleri tekrar vurabilir. İspanyol gribinin ikinci dalgasının
1918’deki ilk dalgasından daha fazla insanı öldürdüğünü akılda tutmamızda fayda var. Bu nedenle, ABD’nin liderliğindeki G-20 ülkeleri sadece kendi çıkarlarına hizmet etmek için değil, aynı zamanda ihtiyacı olan ülkelere yardım elini uzatmak için yeni bir COVID-19 fonuna cömertçe katkıda bulunmalılar.
ABD Başkanı işbirliğine ve yumuşak güce dayalı politikalar izlediği takdirde, pandemiden olumlu sonuçlar elde edilebilir. Aksi takdirde, mevcut politikalar yalnızca milliyetçi popülizmi ve otoriterliği destekleyecektir.
Öte yandan, ABD ve Çin arasındaki güç ilişkisini temelden değiştirecek jeopolitik bir dönüm noktasını öngörmek için vakit henüz çok erken.
***