BARZANİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BARZANİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Kasım 2018 Cumartesi

Kürdistan’ı Kabul keşke bu kadar kolay olsaydı

Kürdistan’ı Kabul keşke bu kadar kolay olsaydı



Serdar AKİNAN
14 Kasım 2007

Pakistan’da ABD yanlısı Müşerref ikinci darbeyi yaptı. 

Bu, Pakistan gibi nükleer güce sahip son derece kritik bir ülkede kaçınılmaz bir istikrarsızlık demektir. 

 Pakistan her türlü kaosa açık bir ülke haline geldi. 

 Ve, bu aynı zamanda küresel bir tehlikedir. 

 Gürcistan’da 4 yıl önce “Gül devrimi” ile gelen ABD yanlısı Saakaşvili iktidarı sallantıda... 

 Bu iktidarın düşmesi ABD açısından büyük bir stratejik kayıp olur. 

 Mısır’da ve hemen hemen tüm ABD yanlısı iktidarlara sahip körfez ülkelerinde “Müslüman kardeşler” muazzam bir güce kavuşuyor. 

 Müslüman kardeşlerin ilk zaferi Mısır’da olabilir. 

 Bu tüm körfezi ateşleyecek kan rengi bir işaret fişeği olabilir. 

 Bush, iktidarını devretmeden önce İran’ın nükleer güç kapasitesine ulaşmadan durdurulacağı hedefi ile kendini bağlamış vaziyette. 

 Petrol fiyatlarının 100 doları geçmesi, ABD’de finans piyasalarındaki istikrarsızlık ayrı bir tehdit. 

 Tüm bu kriz ortamlarındaki öngörülemeyen dalgalanmaların ötesinde uzmanlar ABD’yi vuracak 11 Eylül benzeri yeni bir saldırının adeta kaçınılmaz olduğunu düşünüyorlar. 

 5 Kasım’da Bush ile Erdoğan arasında yaşanan “samimi” görüşmenin sonuçları üzerine medyamızda adeta “suskunluk” diyebileceğim ölçüde bir düşük eleştiri profili var. 

 Oysa dünya küresel bir güç kırılmasına doğru gidiyor. 

 Merkez Üssü ise bölgemiz olacak. 

 5 Kasım itibarıyla ortaya çıkan tablo, altını bir kez daha ve ısrarla çizmek gerekiyor, Irak’ın kuzeyinde yani Musul vilayetinde bir Kürdistan’ın kurulmasının iktidar tarafından zımnen kabulüdür. 

 PKK meselesi artık teferruattır. 

 Kürdistan’ın kurulması ise ABD yanlısı AK Parti iktidarının desteğini aşan ölçekte bir güç dengesi değişimi demektir. 

 Yukarıda saydığım gelişmeler ABD’nin “süper güç” olarak varlığını doğrudan etkileyebilecek sonuçlara neden olabilecek son derece sıcak gündem maddeleridir. 

 Dünyada Amerikan politikalarından en çok rahatsız olan millet kimdir? 

 Türkler... 

“Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğüne yönelik en büyük tehdit kimden gelmektedir?” sorusuna yanıtı bu millet nasıl veriyor? 

“En büyük tehdit ABD...” 

En büyük halk desteğine sahip parti ise AK Parti... 

 Bu aslında, ekonomik ve sosyal gerekçelerden ötürü, bir paradoks değil. 

 Ama... 

“Ama”sı şu... 

 Türkiye, 5 Kasım itibarıyla, Amerikan çıkarılarına uygun bir karar almıştır. 

 Ve, bence, yukarıda saydığım sıcak gelişmeler de dikkate alındığında, bu karar yanlış ve tehlikeli bir karardır. 

 Ama çok daha tehlikelisi, tüm bu saydıklarımı okuyan ve anlamayan “uyuşmuş sessiz yığınlar”ın, ani bir ekonomik krizle, öngörülemeyen bir sosyal hareketliliğe kalkışmasıdır. 

Allah bu Millete acısın” demekten başka bir şey içimden gelmiyor. 

 Ve, Elbette, Yüzde yüz yanılıyor olmaktan...


Serdar AKİNAN
14 Kasım 2007

https://www.ulkucudunya.com/index.php?page=altin-yazi-detay&kod=736

***

18 Ocak 2018 Perşembe

ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARININ ASKERÎ BOYUTUYLA ELE ALINMASI

ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARININ ASKERÎ BOYUTUYLA ELE ALINMASI 

Yazan: Ütğm. Salih DURMUŞ 


İçinde bulunduğumuz günlerde yeni Irak hükümetinin ülkedeki Amerikan askerî varlığına karşı nasıl bir tavır geliştireceği merak edilmekle beraber, Amerika cephesinde ise Irak’ta güvenliği sağlama ve terörle mücadeleyi yeni hükümete bırakıp aşamalı olarak geri çekilme seçenekleri tartışılmaktadır. 

Irak halkı, Saddam devrildikten sonra ilk kez sandık başına gitti. 

Nüfusun tahminen dörtte birini oluşturan Sünni Araplar seçimi boykot 
ettilerse de, 30 Ocak seçimleri sonucu oluşturulan ve geçtiğimiz günlerde uluslararası kamuoyuna açıklanan hükümet, “atanmış değil, seçilmiş” olma niteliğini kazanmıştır. 

Hemen hatırlatmakta yarar var ki, Irak halkı şu anda kurucu meclisini seçmiş oldu. Bundan sonraki en önemli aşamalardan birisi de, Anayasanın oluşturulması ve halkın onayına sunularak meşrulaştırılması sürecidir. Anayasa ve seçim sistemi oturduktan sonra yapılacak seçim sonucu, oluşturulacak yönetimin, demokrasinin Irak’ta işlemesine katkısı büyük olacaktır. 

Seçimler sonrası herkesin aklına gelen soru, yeni hükümetin ABD askerî varlığının devamını ne ölçüde kabul edeceğidir. Birçok Şii partisi, bunu istemeyeceğini açıkladı. Zira ABD askerî varlığı, seçilmiş de olsa hükümeti “kukla” konumuna düşürüyordu. Dolayısıyla, halkın hükümete itibar ve itaat etmesini mümkün kılmıyordu. Devlet Başkanlığına seçilen Celal TALABANİ ise, ABD askerlerinin çekilmesinin ancak Irak millî ordusunun kurulması, devlet düzeninin ve güvenliğinin sağlanmasının ardından mümkün olabileceğini ifade etmiştir. Bunun yanı sıra, bu gelişmelerin 2006’dan önce gerçekleşme olasılığının çok zayıf olduğunu da belirtmiştir. 

Muhtemel çekilme senaryoları, aslında en az Iraklılar kadar Amerikalıları da ilgilendiriyor. Amerikalı stratejistler uzun süredir, güvenliği sağlama ve terörle mücadeleyi yeni hükümete bırakıp, Irak’tan aşamalı olarak geri çekilmeyi tartışıyorlar. Bunun sebebi, ABD’nin Irak’ta denetimi sağlamakta yetersiz kaldığına, halkın güven ve desteğini kaybettiğine ve Irak’ta zaman zaman güçlenen direniş sebebiyle, kayıpların sürekli olarak artacağına olan inançtır. Patlayan her bombanın, her ölen askerin Amerikalılara çağrıştırdığı Vietnam Savaşı oluyor. 

Nitekim bu konuda yapılan yorumlar, hatanın yine karşı tarafı yanlış değerlendirmeden ve hafife almaktan kaynaklandığı görüşünde birleşiyor. Strateji ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi (CSIS) uzmanı Anthony Cordesman, “Amerika, direnişi doğru algılamakta zorlandı. 
Direnişçilerin sayısı konusunda hata yaptı.” diyor. Askerî stratejist Cordesman, “Irak’ta Direnişin Gelişimi” başlığıyla Aralık 2004’te yayımladığı raporda, “Gerçekleri kavrayamamak, Vietnam’da da kaybın sebebiydi.” görüşünü dile getiriyor. 

Irak harekâtının başlangıcından itibaren günümüze kadar olan süreç içerisinde yapılan ilk ve de en önemli hata, güvenliği sağlayamamak olmuştur. Askerî yetkililer, Kongrede Şubat 2003’te yaptıkları değerlendirmede, savaş sonrası dönemin de göz önüne alınması durumunda, gereken asker miktarının yüz binler olduğunu ifade etmişlerdir. NATO’nun Bosna’da yaptığı operasyon ile oransal kıyaslama yapıldığında, Irak’ta gereken asker miktarı, yarım milyon olarak ortaya çıkmaktadır. Fakat, Irak harekâtı gerek zayiatları, gerekse süresi 
açısından Bush Yönetiminin Amerikan halkına taahhütlerini çoktan aşmıştır. Bu bağlamda problemin temelinde ABD’nin, Irak ile karşılaştırıldığında muazzam üstünlükteki ordusunun, bu işin içinden kısa sürede çıkacağı değerlendirmesi yatmaktadır. 

Harekât öncesi hazırlıklar esnasında, Savunma Bakanlığı tarafından askerlere her türlü imkân ve desteğin garantisinin verildiği, ancak uygulamanın bundan çok uzak olduğu, Amerikan basınında sıkça tekrar edilen hususlardandır. Nitekim, basına bu konuda serzenişte bulunan General Shinseki görevden alınmış ve personelin bu konudaki fikirlerini dışa yansıtmamaları direktifi verilmiştir. 

Aslında Amerikan Savunma Bakanlığı’nın da ifade ettiği üzere, 300 000 civarındaki Koalisyon askerleri bu görevi başarabilmek için yeterlidir. Ancak bu başarı, meskun mahal muharebesi üzerine eğitilmiş, sivillerle iletişim kurabilen, kalabalık psikolojisi üzerine eğitim görmüş askerlerle sağlanabilirdi. Oysa Koalisyon askerlerinin ev aramaları, gözaltına alma uygulamaları, hükümlülere yapılan işkenceler, basına yansımakta ve izleyenleri hayretler içerisinde bırakmaktadır. Bununla birlikte, Koalisyon güçleri on binlerce askerini, teknik teçhizatlarıyla birlikte sınırlardan sızması muhtemel diğer ülkelerin direnişçilere 
yapacakları yardımları engellemek için görevlendirmişlerdir. Üstelik İran 
İstihbaratının bölgeyi iyi tanıyan, bölge dilini konuşabilen ve Irak halkından ayırt edilemeyen görünüşlerinin avantajını kullanan ajanlarının, etkin bir şekilde çalışmasına engel olunamamıştır. Bu ajanlar tarafından direnişçilere para ve silah sağlandığı, Amerikan istihbaratı tarafından değerlendirilmektedir. 

Amerika’nın savaş sonrası muhtemel gelişmeler için geliştirdiği 
stratejilerin “en kötü” duruma göre planlanması gerekirken, oldukça 
iyimser bir yaklaşımda bulunulduğu açıkça görülmektedir. Pentagon 
planlayıcıları, Irak Halkı’nın, savaş sonrası Koalisyon Güçleri’ni, adeta 
bir kurtarıcı gibi görüp, kucak açacaklarını değerlendirmişlerdir. Nitekim 
televizyon kanallarında yapılan röportajlarda bazı Amerikan askerleri, 
Iraklıların kendilerine neden ateş açtıklarını anlayamadıklarını ifade 
etmişlerdir. Bu örnek bile, mevcut durumu anlamaktan ne kadar uzak 
olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Oysa ki askerî stratejide düşman 
imkân ve kabiliyetlerini algılamak ve dost kuvvetleriyle mukayese ederek 
ayrıntılı analiz yapmak, hayati öneme haiz bir konudur. 



Kaynak:www.globalsecurıty.net 

Bush yönetiminin yaptığı hatalardan biri de gelişen durumlar karşısında asker takviyesi yapmayı reddetmesidir. Çatışmalar esnasında yapılan değerlendirme ler, hep “Kırılma Noktasının” çok yakında olduğu yönündeydi. Vietnam Savaşı esnasındaki düşünceler de bundan pek farklı değildi. Savaşın başında birkaç taburla müdahale edileceği açıklanmış, fakat ilerleyen zamanlarda günde bir tabur kadar askerin kaybedildiği günlerle karşı karşıya kalınmıştı. Irak’taki durumla ilgili olarak, kamuoyunda yapılan değerlendirmelere örnek verecek olursak: Kongre Silahlı Hizmetler Komitesi üyesi Meehan bu durumu: 

“Saddam yakalandığında direnişin biteceğini umduk. Geçici Hükümet’e yönetimi devrettik, direnişin biteceğini umduk. Felluce’de sıkıştırdığımızda, direnişçilerin bellerinin kırılacağını umduk. Ancak her defasında direniş daha da büyüdü. Saldırılar sıklaştı, daha da karmaşık hâle gelmeye başladı.” sözleriyle özetliyor. 

Koalisyon güçlerinin son bir yılda her ay, bin ila 3 bin arasında direnişçiyi öldürdüğünü veya yakaladığını hatırlatan Meehan, buna rağmen direnişçilerin sayısının 20 binin üzerinde olduğunun ve 200 binden fazla insanın direnişçilere destek çıktığının tahmin edildiğini kaydediyor. Meehan, Irak’ta klasik gerilla savaşı ile karşı karşıya olduklarını, ama bu savaşın “ağırlık merkezi” olan halkı kaybettiklerini anlatıyor. Son anketlerde Irak halkının, % 92’sinin ABD’yi işgalci olarak gördüğünün ortaya çıktığını vurgulayarak, “Sokaklarda ABD askerî 
konvoyları gözüktüğünde veya tepelerinde bir ABD Kara Şahin helikopterini gördüklerinde, Irak’ın hükümran bir ülke olduğu söylemi anlamını yitiriyor. Sivillere zarar verildiğinde, Saddam’ı devirmekle elde edilen kredi tükeniyor. Hatta, direnişçiler sivillere zarar verdiğinde bile, ABD, güvenliği sağlamakta yetersiz kalmakla suçlanıyor. Dünyanın en güçlü ve en yüksek kapasiteye sahip ordusu, Irak sokaklarında güvenliği sağlamakta, denetimi ele geçirmekte yetersiz kalıyor.” diyor. 

Savaştan çıkmış bir ülkenin yeniden yapılanabilmesi için gereken unsurlar incelendiğinde dört boyut ön plana çıkmaktadır: 

- Siyasi olarak yeniden yapılanma, 

- Ekonomik yapılanma, 

- Sosyal yapılanma, 

- Güvenliğin tesisi. 

Bu dört öğe bir bütündür. Ekonomik yapılanma olmadan herhangi bir sosyal gelişim olamayacağı gibi, güvenlik olmadan da siyasi yapılanmanın gerçekleş emeyeceği muhakkaktır. Özellikle de “güvenlik” olmadan yapılan bütün ilerlemelerin bir noktada sona ereceği çok açıktır. Bu gibi durumlarda, güvenlik her şeyin temelini teşkil eder. Yargılama ve cezalandırma yetkileri, ancak devlet tekelinde olmalıdır. Seçim öncesi dönemde bu sağlanamadığı için, ABD’nin yönetimi Iraklılara vermesi, etkili bir hareket olmaktan çok uzaktır. 

Koalisyonun elindeki imkânları nasıl yanlış ve yetersiz kullandığını, Irak Polis Teşkilatını kurma çalışmaları sürecinde de yakinen gözleme imkânı bulduk. Başvuru kuyruklarında öldürülenler, eksik eğitim ve teçhizat yüzünden hedef durumuna düşen ve hayatından olan yüzlerce Iraklı. Yeni Irak Devleti’nin en önemli sembollerinden olan Irak Polis Teşkilatı, direnişçilere kolay hedef oldu. Amerikalılarla iletişim kuran herkesin hayatı tehlikede imajının uyanmasına neden olundu. 

Özellikle basında da yer alan, cezaevlerindeki işkence olayları tüm 
dünyada Amerikalılara olan güveni çok ciddi boyutlarda sarstı. 

Görevlendirilen Iraklıların öldürülmesi veya kaçırılmasının yarattığı 
olumsuz duruma, bir de sebep olduğu psikoloji eklenince, durum oldukça 
karmaşık bir hâl aldı. Bu sebeple Koalisyon güçlerinin Iraklılarla iletişim 
kuramamasından kaynaklanan iletişim sorunu daha da arttı. Bölge dilini 
konuşan tercümanlar, neredeyse altın kadar değerli duruma geldi. Bu 
konudaki eksiklik de oldukça büyük problem teşkil etmeye devam ediyor. 

Bu gelişmelerin ardından ABD Basınında, Irak’taki kayıp sayısı 1500’ü geçince, Ordu’nun uzun zamandan beri asker bulmakta güçlük çektiği haberleri yer almaya başlamıştır. Özellikle zenci ve kadın askerlerin orduda yer almak istememesine karşın, Amerikan vatandaşı olmak isteyen göçmenlerin askerliğe başvuru oranları nispeten artmıştır. 2000 yılında ABD Ordusu’nun %23’ünü oluşturan siyahlar, 2004 yılında %14’ün altına düştü. Kadınların oranı da geçen 5 yılda, %22’den %17’ye düştü. Kamuoyu araştırmaları, Irak Savaşı karşıtlığının özellikle kadın ve siyah askerler arasında yüksek olduğunu göstermektedir. Zaten genel olarak da asker bulmakta güçlük çeken ABD, bu konuda maddi tedbirler alarak savaşın kendisine olan maliyetini dolaylı olarak daha da 
artırmıştır. 

Irak’ta incelemelerde bulunan sayılı Amerikalı Kongre üyelerinden biri olan Marty Meehan, bazı tespitlerde bulunuyor. Saddam devrildikten dört ay sonra geldiği Bağdat’ta, sokaktaki sivil halkla görüştüğünü belirten Meehan, ocak ayı başında Bağdat’ı yeniden ziyaret ettiğinde, bu kez zırhlı araçlar içinde zikzaklar çizerek yol aldıklarını kaydediyor. 25 Ocak 2005’te, ABD’nin sayılı think-tank kuruluşlarından Brooking Enstitüsü’nde konuşan Meehan, iki yılda Irak’a askerî amaçla 150 milyar dolar harcandığını, şimdi 80 milyar dolar daha bütçe talebinde bulunulduğunu hatırlatarak, “Amerikan vergi mükellefleri her hafta iki 
milyar doları Irak’a vermek istemiyor.” diyor. 


Geçmişte ABD’nin Kosova, Bosna, Haiti, Somali ve Afganistan özel temsilciliği görevlerini yürüten James Dobbins de, “ABD, Irak halkının güvenini kazanamadı, kazanamayacak da.” görüşünü savunanlardan. Rand düşünce kuruluşunun direktörlerinden biri olan Dobbins, Amerika’nın gelinen noktada savaşı kazanmasının üç şartı olduğunu belirtiyor: Ilımlı Iraklılar yönetime gelmeli; komşu ülkelerden ve uluslararası camiadan destek almayı başarmalı; Amerikan Ordusu’na olan bağımlılığı azaltmalı. Dobbins, “ABD liderliğindeki işgal, Iraklıların öncülüğünde bir işgale dönüşmeli.” sözleriyle özetliyor bu politikayı. Bu görüş de yine ABD’nin çekilme senaryolarına ilham olabilecek nitelikte 
görünüyor. 

Dobbins, Foreign Affairs Dergisi’nde yayımlanan kapsamlı 
incelemesinde çok keskin sonuçlara varıyor: “Irak halkı ve komşu 
ülkeler, ABD’nin Irak misyonunu, meşruiyet ve saygıdan yoksun 
buluyor.” ABD’nin bölgedeki varlığı dramatik bir şekilde değişirse, bu 
algının da kalkacağını belirten Dobbins, o zamana kadar operasyonların 
yerel direnişi teşvik etmeye, komşu halkları radikalleştirmeye ve 
uluslararası iş birliğini kırmaya devam edeceğini söylüyor. 

Bu arada Koalisyon içerisindeki bazı ülkelerin, yavaş yavaş 
Irak’tan askerlerini çekme istek ve girişimleri, ABD ve İngiltere kamuoyu 
tarafından çok sert bir biçimde eleştiriliyor. Bu tür gelişmelerin, Irak’ın 
içinde bulunduğu durumu daha da kötüleştireceği hatta etnik ve siyasi 
bölünmelere neden olabileceği ifade ediliyor. Hatta bu tür gelişmelerin, 
direnişçileri cesaretlendirebileceği ve motive edeceği değerlendiriliyor. 


Kaynak:www.globalsecurıty.net 

Elimizdeki mevcut bütün bilgiler değerlendirildiğinde, şu soru aklımıza gelmektedir. ABD Irak’tan çekilmeli, ama nasıl? Daha doğrusu, ABD’ye, bölgeye ve Irak’a zarar vermeden bir çıkış stratejisi uygulamak mümkün mü? Irak’tan çekilmenin üç yolu var. Birincisi, ABD askerlerinin vakit geçirmeksizin tamamen çekilmesi. Irak’ta yeni hükümet tam olarak güvenliği sağlayacak ve Irak’ın toprak bütünlüğünü koruyacak hâle gelmeden böyle bir çekilmenin büyük riskleri var. Kürtler, Sünniler ve Şiiler arasında, Lübnan’da veya Bosna’da olduğu gibi bir iç savaş çıkabilir. Direniş büyük oranda eski yönetim mensubu Sünni Araplar dan, yeni Irak ordusu ve polisi ise, ağırlıklı olarak Şiiler ve Kürtlerden oluşuyor. Kanlı bir iç savaş Irak’ın etnik ve mezhepsel tabanda bölünmesini gündeme getirebilir. Oluşacak otorite boşluğu veya iç savaşın bölgeye yayılması da söz konusu olabilir. Şiilerin İran’dan destek almaları, Türkiye’nin Kerkük veya Türkmenler sebebiyle bölgeye müdahil olması gibi. Bu endişeler sebebiyle, ABD’nin hemen çekilmesi pek tasvip görmüyor. 

ABD askerinin sayısını artırarak veya koruyarak, Irak’ta tam istikrar sağlandıktan sonra çekilmek ise bir diğer öneridir. Bush yönetimi içerisindeki etkili yeni-muhafazakar (neocons) grup, bu görüşü savunuyor. Yeni muhafazakarların etkili ideologlarından Weekly Standard dergisi editörü William Kristol, Brooking Enstitüsü’ndeki bir konferansta bu görüşü dile getirdi. Ancak, Irak’ın ABD askerî varlığı altında istikrara kavuşması zor olacağı gibi, bu daha büyük ekonomik 
faturaları da üstlenmeyi gerektiriyor. Dolayısıyla, bu görüş yeni-muhafazakarlar dışında pek destek bulmuyor. Irak’tan çekilmenin yöntemi konusunda en çok taraftar bulan görüş; Orta Yol. Yani, ABD yeni hükümetle mutabakat içinde, aşamalı bir geri çekilme takvimi belirlemeli. Acil müdahalelere yetecek az sayıda asker, yerleşim yerleri dışındaki garnizonlara konuşlanmalı. Güvenliğin tesisi ve terörle mücadele, yeni Irak Ordusu ve Polisine bırakılmalı. Şayet yeni hükümet 
talep ediyorsa, ABD askerinin tamamen çekileceği nihai tarih de önceden ilan edilmeli. Nitekim, Kongre üyesi Meehan, ABD’nin, askerî varlığını 2006 ortasına kadar, 30 bine düşürmesinin mümkün olacağını kaydediyor. Meehan, bu konuda bir raporu Kongre üyelerine sunduklarını da söylüyor. 

Foreign Affairs dergisinde yayınlanan yazısında Edward Luttwak da, geri çekilmenin uygulamaya konmasıyla, “ABD, Irak’ın kaynaklarını sömürmek için orada.” algılamasının değişmeye başlayacağını vurguluyor. ABD Deniz Kuvvetleri’ne yakın Rand düşünce kuruluşunun uzmanlarından olan Luttwak, “ABD kazanacak mı kaybedecek mi? Bunu geri çekilmenin şekli belirleyecek.” diyor. Luttwak; ABD, şehirleri, kasaba ve köyleri terk edip hükümete yönelik büyük çaplı saldırıları engellemek için çölde büyük garnizonlara çekilse bile, bunun ABD düşmanlığını Suudi Arabistan’da olduğu gibi tahrik etmeye devam edeceği görüşünde. Yani, ABD tam çekileceğini net olarak ortaya koymalı. 

Irak’ta direnişi ancak Irak yönetimine bağlı Irak ordusunun kırabileceğini söyleyen Dobbins de, bunun için Irak hükümetinin, ABD’ye olan askerî bağımlılığını azaltması gerektiğini savunuyor. “Direniş, direnişçileri öldürerek değil, Irak halkının direnişçilere eleman desteği ve mali destek vermesi önlenerek kırılabilir.” diyen Dobbins, terörle mücadele kampanyasının askerî ve sivil gayreti, eş zamanlı ortaya koyması gerektiğini vurguluyor. Hiçbir halkın, kendisini koruyamayan bir orduya destek vermeyeceğini belirten Dobbins, “Halkın güvenliğini sağlamak, sivil ve askerî hedeflerin önünde yer almalı. Eğer Irak halkı hükümeti değil direnişi desteklerse, çatışmaların değil, ama savaşın 
kaybedilmesi kaçınılmaz olur.” diyor. 

Geri çekilme stratejisinin Irak’ta direnişi kıracağına da inanılıyor. 
Irak direnişinin, Soğuk Savaş dönemindeki komünist direnişten veya millî 
direnişlerden farklılıkları bulunduğuna, komuta merkezinden mahrum bu 
direnişin nihai hedefe dair bir ideolojisi olmadığına dikkat çekiliyor. 


Direnişçileri oluşturan Müslüman mücahitleri, laik Baas elemanlarını ve 
aşırı Şiileri birleştiren tek şeyin “İşgalci Amerikan ordusunu Irak’tan atmak” olduğu ve Washington’ın askerî varlığını azaltmasının bu ana sebebi ortadan kaldıracağı belirtiliyor. “Bazıları marjinalize olurken, bazıları bölünecek ve bazıları da şiddetten uzaklaşıp siyasete yönelecek.” diyen Dobbins, ABD’nin, şu ana kadar şiddete başvuranlara af ilan edilmesi ve bunların siyasete girmeleri konusunda yeni Irak hükümetini cesaretlendirmesini de istiyor. 

ABD’nin Irak’tan çekilme stratejisi konusunda detaylı çalışmalardan birini de Uluslararası Krizler Merkezi (ICG) ortaya koydu. Bağdat, Amman ve Washington’da görüşmelerde bulunarak 22 Aralık 2004’te kapsamlı bir rapor yayımlayan merkez, geri çekilme sürecinde ABD’ye şu tavsiyelerde bulunuyor: ABD, yeni Irak hükümeti ile hükümran bir taraf olarak muhatap olmalı. Yeşil Bölge’de Irak hükümetiyle birlikte yer alan büyükelçilik binası hızlı bir şekilde taşınmalı. Yeni hükümetle, ABD askerlerinin çekilmesi konusunda şeffaf 
görüşmeler yoluyla bir takvim belirlenmeli; eğer hükümet istiyorsa, nihai 
çekilme tarihi de kararlaştırılmalı. ABD, Irak’ta bir üs peşinde olmadığını 
net ilan etmeli. Irak’ı bölge için bir “model” olarak göstermekten veya 
terörle mücadelede “cephe” olarak adlandırmaktan kaçınmalı; ABD, 
Peşmergeler gibi yerel silahlı gruplarla ya da parasını bizzat kendisinin 
ödediği milislerle iş birliği yapmaktan vazgeçmeli. 

Yapılan tavsiyeler arasında ABD’nin “canını yakacak” cinsten olanlar da var: Askerî operasyonların hedefi direnişçileri yok etmek değil, sivil halkı korumak olmalı. Tutuklama, gözaltına alma yöntemleri değişmeli, cezaevi şartları iyileştirilmeli; ABD, sivil kayıpları en aza indirmeli, mağdurlara tazminat ödeyeceğini ilan etmeli; yeni hükümet, işgal sonrası özellikle koalisyon güçlerinin insan hakları ihlallerini incelemek üzere bir komisyon kurmalı ve kurbanlara tazminat önermeli. ABD, Irak Savaşı’nın ekonomik sonuçlarını sömürme peşinde 
olmadığını, Irak’ın petrol gelirlerini almayacağını açıklamalı; yeni hükümet, bağımsız ekonomi kurumları oluşturup gerekirse geçiş döneminde verilen ihaleleri elden geçirmeli. Bunların ABD firmalarına verilmesi konusunda da ABD baskı kurmamalı. 

Irak’tan geri çekilmeyi gündeme getirip de bunun diplomatik girişimlerle eş zamanlı gerçekleştirilmesi gerektiğini vurgulamayan hemen hemen yok gibi. ABD’nin özellikle Afganistan ve Bosna tecrübelerinden faydalanması öneriliyor. Bu görüşü dile getirenlerden Dobbins’e göre, Bush yönetimi 1990’ların ortalarında Balkanlar’da, 11 Eylül sonrasında Afganistan’da yaptığı gibi, Irak özel temsilcisi atayarak bir dizi uluslararası girişime başlamalı. Bu girişimlerin merkezinde ABD’nin İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya gibi büyük müttefikleri ve belki AB’nin yer alması gerektiğini belirten Dobbins, bir diğer görüşme 
atağının da Irak’ın komşuları ve bölge ülkeleri ile yürütülmesi gerektiğini 
vurguluyor. BM, NATO, Arap Ligi ve 56 üyeli İKT gibi uluslararası kuruluşlara bu süreçte daha büyük roller verilmesini savunuyor: 

“Komşulardan İran’la temas ABD için en zor olanı. Ama, şu bilinmeli ki, 
İran’ın desteği kazanılmadan Irak’ta istikrarın sağlanması çok güç. ABD, 
11 Eylül sonrasında Afganistan konusunda İran’la başarılı bir iş birliği 
kurmayı başarmıştı.” 



 Kaynak:www.globalsecurıty.net 

ABD’nin, Irak’ta bölgesel ve uluslararası fikir birliğini sağlamak için başlangıç olarak BM’den, daimi üyeleri, Irak’ı ve Irak’ın komşularını içine alan bir “danışma grubu” oluşturmasını talep etmesini öneren Dobbins, “Bosna için kurulan Barışı Uygulama Konseyi bunun için model alınabilir. Afganistan için ABD ve Rusya’nın yanı sıra 6 komşu ülkenin yer aldığı bir konsey kurulmuştu.” diyor. Dobbins’e göre, bu çekirdek grup, Irak’ın istikrarına katkıda bulunmak veya barış gücü desteği vermek isteyen diğer Arap ve İslam ülkelerine de açık olmalı. 

Sonuçta, yeni hükümetle uyum içinde ABD’nin bir takvim dâhilinde geriçekilmesi ağır basıyor. Bunda ABD’nin Irak halkının “kalbini ve beynini” kazanamaması, dolayısıyla direnişin güçlenmesi önemli rol oynuyor. Ancak ABD, geri çekilmesinin bir “hezimet” gibi algılanmaması ve Irak’ta bir iç savaş veya bölgesel krize sebep olacak bir bunalımın doğmaması için bunun aşamalı olarak gerçekleşmesinden yana. Dolayısıyla, tam çekilme iki yıldan önce gerçekleşmese bile, bu süre zarfında aşamalı olarak kuvvet çekilmesi gündemde olacak. 

Ayrıca ABD, Türkiye ile yaşadığı tezkere problemi üzerine bir daha böyle bir sorun yaşamamak için yeni girişimler geliştirmekte. Bu bağlamda NATO’da üst düzey komutanlık yapan General James Jones, 9 Mart Çarşamba günü Temsilciler Meclisine hitaben yaptığı konuşmada, Bulgaristan ve Romanya’da Amerikan üsleri kurma konulu müzakerelerin çok yakında başlayacağını söyledi. Jones, Pentagon’un güç kaydırma planlarında “kuramsal noktayı geçip başlama noktasına “ geldiğini söyledi. General, Pentagon’un tüm dünyadaki güçlerini yeniden yapılandırma planları çerçevesinde, iki Balkan ülkesine 3 bin ila 5 bin 
askerden oluşan bir rotasyon tugayı yerleştirileceğini belirtti. Bulgaristan 
ve Romanya’ya “olağanüstü konukseverliklerinden” dolayı övgüde bulunan Jones, ABD Avrupa Komutanlığının bir kısmını bu ülkelerin topraklarına kurma arzusunu dile getirdi. Bu girişim ABD’nin uzun dönemli stratejileri açısından çok şey ifade etmektedir. Zira Orta Doğu’ya olan ilgi ve müdahalenin, ABD tarih sahnesinde var olduğu sürece devam edeceği değerlendirilmektedir. 


 HARP AKADEMİLERİ DERGİSİ 2006,


***




15 Aralık 2017 Cuma

KUZEY IRAK TÜRKİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 5

KUZEY IRAK TÜRKİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 5


5. 2010’lar: Bölgesel Kürt Yönetimi ve Türkiye 

5.1 Bölgesel Kürt Yönetimi ve Irak 

2010’lu yıllara gelindiğinde Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Irak Merkezi Hükümeti arasındaki anlaşmazlıklar daha da derinleşmiştir. Petrol paylaşımı konusundaki anlaşmazlıklar, Kerkük dahil tartışmalı bölgelerin durumundaki belirsizlik anlaşmazlıkların kaynağı olmuştur. 2009 yılında yapılan seçimlerden sonra Kürtler, Irak’ta diğer partilerle kuracakları ittifakları söz konusu sorunlarına çözüm getirip getirmeyeceğine göre şekillendirmişlerdir. Kürtler seçim sonrası koalisyon arayışlarında 19 maddelik bir liste hazırlamış ve hükümeti kurabilecek güçte bulunan Allawi ile Maliki’ye sunmuştur. Listede anayasanın 140. maddesinin en geç iki yıl içerisinde uygulanması, Kürt partilerin koalisyondan çekilmesi durumunda hükümetin düşmesi, peşmerge güçlerinin maaşlarının Irak Savunma Bakanlığı tarafından ödenmesi, petrol yasası taslağının onaylanması gibi talepler yer almıştır.35 Allawi bu talepleri büyük oranda reddederken, Maliki bazılarını kabul edip Kürtlerle anlaşmış ve hükümeti kurmuştur. 2011 Şubatına gelindiğinde Irak Başbakanı Nuri El Maliki, Kürdistan 
Bölgesel Yönetimi’nin yaptığı petrol anlaşmalarının geçerliliğini tanımış ve böylece 2006 yılından beri devam eden petrol anlaşması imzalama yetkisinin kimde olduğuna dair anlaşmazlık çözülmüştür.36

2012 Nisan ayında ise yeni bir petrol gerginliği açığa çıkmıştır. Bağdat, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin taahhüt ettiği petrol miktarını ihraç etmediğini ileri sürerek bölgedeki petrol şirketlerinin alacaklarını ödememiş böylece Kürt Bölgesi ile merkezi hükümeti tekrar karşı karşıya gelmiştir. Bunun üzerine Kürdistan Bölgesel Yönetimi Kerkük-Yumurtalık petrol hattına verilen ham petrolü kesmiştir.37 Ağustos ayında petrol ihracının yeniden başlamasına rağmen kriz bitmemiştir. Bunun üzerine şirketlerin alacaklarının ödenmesi için yeni bir adım atılmıştır. Kürdistan Bölgesel Yönetimi Bağdat’ın kontrolünde bulunan Kerkük-Yumurtalık hattı üzerinden yaptığı ihracatı kesmiş ve bölgede faaliyet gösteren ve en yüksek üretimi yapan firma olan Genel Enerji’ye “Kürdistan petrolü”nü ihraç etme izni vermiştir.38 Genel Enerji de bu petrolleri tankerlerle Türkiye’ye ulaştırmış ve buradan dünya pazarlarına sunmuştur. Gerginliğin arttığı bu dönemde merkezi hükümet Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni %17’lik payını azaltmakla tehdit etmiş ve 2014 yılı bütçe görüşmelerinde de Kürt Bölgesi’nin bütçesini kısmaya çalışmıştır.39 

Bu dönemde Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin geleceğini ilgilendiren bir başka önemli gelişme ise Ekim 2013’te yapılan parlamento seçimleri olmuştur. Seçim iki açıdan önemliydi. 
İlk olarak bu seçimi önceki seçimlerden ayıran yeni parlamentonun Kürdistan anayasası çalışmalarını sonuçlandırması beklentisiydi. Uzun süre boyunca üzerinde tartışılan fakat bir türlü nihayete erdirilemeyen anayasa sorununun aşılması hem kamuoyu tarafından hem de siyasi partiler tarafından seçim öncesinde sıkça dillendirilmiştir. İkincisi, Bölgesel Yönetim’in Ankara ve Bağdat ile ilişkileri de muhalefet partileri tarafından seçim çalışmalarında eleştiri konusu olmuştur. Bu iki parametre bağlamında oluşacak yeni parlamentonun 
önünde Kürdistan anayasa çalışmalarının sonuçlanıp sonuçlanmayacağı, yeni hükümetin iç ve dış politikalarında yeni bir dizaynının söz konusu olup olmayacağı seçimler öncesi tartışmaların temel konusu olmuştur.40 Bunların yanı sıra, KDP ve KYB’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin seçimlerine ilk kez ayrı listeler halinde katılmış olmaları da seçime ayrı bir önem yüklemiştir. Fakat KYB’nin seçimlere Aralık 2012’de beyin kanaması geçiren ve siyasete dönemeyen Celal Talabani’nin yokluğundan dolayı ciddi bir dezavantajla girdiğini de belirtmek gerekiyor. 

Seçim sonuçları açıklandığında Kürt bölgesinde ilk kez KYB üçüncü parti konumuna düşmüştü. Seçimin galibi %37.79 ile Barzani’nin partisi KDP olmuş, seçimin diğer kazananı ise %24.21 ile Kürdistan bölgesinde ikinci büyük parti olmayı başaran Goran Hareketi olmuştur. KYB ise %17.08 oranında oy alarak üçüncü parti konumuna düşmüştür. 

İslami partilerden Yekgirtu %9.49, Komal ise %6.01 oranında oy almıştır. Seçimler eyalet bazında değerlendirildiğinde şu sonuçlar ortaya çıkmıştır: Erbil’de %48.22, Duhok’ta %70.03 oy oranlarıyla KDP en çok oyu alan parti olmuştur. KYB’nin kalesi olarak sayılan Süleymaniye’de ise en çok oyu alan %40.08 Goran Hareketi olmuş, KYB %28.62 oy oranında kalmıştır. Fakat hiçbir parti tek başına hükümeti kuracak çoğunluğu elde edemediği için geleneksel ittifak anlayışı yeniden devreye girmiş ve KDP ile KYB birleşerek hükümeti 
kurmuşlardır. 


Tablo 5: Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Parlamento Seçimlerinde Partilerin Aldığı Oylar 

30 Nisan 2014’te yapılan Kürdistan Bölgesi Vilayet Seçimleri de Kürt partiler arasındaki dinamikleri fazla değiştirmemiş fakat KYB küçük bir farkla da olsa Goran’ı geçerek tekrar ikinci parti konumuna yükselmiştir. Aynı tarihte Irak genelinde yapılan seçimlerin ise Irak geneli için çok parçalı bir görüntü sunması bunun aksine Kürt partilerin blok hareket edebilme esnekliği Bağdat ve Erbil arasında işgalden itibaren var olan yapısal farkı daha da arttırmıştır. Bağdat siyasal istikrarsızlıkla ve çatışmalarla “başarısız devlet” görüntüsü vermeye 
devam ederken, Erbil siyasal istikrarın kurumsallaştığı ve güvenlik sorunlarının önemli ölçüde çözüldüğü bir de facto devlet görüntüsünü sağlamlaştırmaya devam etmektedir. 

5.2 Türkiye ve Bölgesel Kürt Yönetimi İlişkisi 

2009 ve sonrasındaki gelişmeler Ankara ve Erbil arasında yeni bir dönemin başladığının işaretleriyle doluydu. İlişkilerdeki bu kırılma Türkiye iç siyaseti bağlamında Kuzey Irak ile ilişkilerde güvenlik odaklı bir politika izlenmesi gerektiği konusunda ısrarcı olan askeribürokratik yapının 2008 yılı itibariyle dış politika belirlenmesi sürecinde etkinliğini kaybetmesi ile ilişkili olduğu kadar bazı dışsal gelişmelerin de sonucuydu. ABD’nin 2011’de Irak’tan çekileceğini açıklaması Türkiye’nin Irak’a yönelik ilgisini artırdığı gibi özellikle Erbil 
yönetimi ile hızla gelişen ekonomik ilişkiler, ekonomik işbirliği temelinde bir dış politika izleyen Ankara’yı Irak Kürtlerine yakınlaştırmıştır. ABD’nin Irak’tan çekilmesini açıklaması ile birlikte Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve merkezi Irak yönetiminin arasının açılmaya başlaması da Iraklı Kürtleri Türkiye’ye yakınlaştıran bir başka unsur olmuştur (Özcan, 2010b: 175). 

Bu yakınlaşmanın en dikkat çekici adımlarından biri Türkiye tarafında dışişleri bakanı düzlemindeki diplomatik ilişkinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Mart 2011’de Erbil’i ziyaret etmesi ve burada Mesut Barzani ile görüşmesinin ardından üst düzeyde seyretmeye başlaması olmuştur. Türkiye’den ilk kez bir başbakanın ziyaret ettiği Erbil’de konuşan Erdoğan, bölgeye yönelik politika değişimlerini şöyle ifade etmiştir: “İktidardaki ilk iki yılımızda Irak denince hep Türkmenler konuşulurdu. Gerilim istemediğimiz için biz de fazla zorlamadık. Sırf Türkmen odaklı politikadan tüm Irak’a bakan politikaya geçmek için çok sabır gösterdik. Önce bürokratla, sonra özel temsilciyle, daha sonra bakanla adım attık. 
Artık bizim gelme zamanımız geldiğini düşününce de Erbil’e geldik.”41 Bu ziyaretten kısa bir süre sonra da, 12 Ekim’de Erbil’de Türkiye Başkonsolosluğu hizmete girmiştir.42 

Erdoğan’ın Erbil ziyareti sırasında ikili ilişkilerde kırılma teşkil edecek bir başka önemli gelişme ise Kürdistan Bölgesel Yönetimi Doğal Kaynaklar Bakanı Aşti Hawrami’nin Erdoğan ile görüşmesi olmuştur (Balcı, 2014). Bu görüşme ile birlikte Ankara’nın Erbil’e yönelik enerji ilgisi önemli ölçüde artmaya başlamış ve enerji ilişkileri 2012 yılına damgasını vurmuştur. 

Türkiye’nin ucuz enerji bulma, Rusya ve İran’a enerji alanında yaşanan bağımlılığı azaltma ve bölge için enerji transfer merkezine dönüşme politikaları Ankara’yı hızla Erbil’e yakınlaştırmıştır. Enerji boyutuna bir de Suriye iç savaşı bağlamında Ankara ve Bağdat’ın arasının açılması ve PKK’nın Suriye’de güçlenmesi eklenince Erbil ile ilişkiler kendisine ciddi yapısal bir dayanak da bulmuştur. Bütün bunların sonucunda, 20 Mayıs 2012’de Türkiye Enerji Bakanı Taner Yıldız, Erbil’e yaptığı ziyaret sırasında Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Doğal Kaynaklar Bakanı Aşti Hawrami ile merkezi Irak yönetiminin onayı olmaksızın çeşitli enerji antlaşmaları imzalamıştır. Bu antlaşmalarla Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin petrol ve doğalgaz kaynaklarını Türkiye üzerinden transfer edilmesi öngörülürken bu miktarın günde bir milyon varilin üzerinde olacağı açıklanmıştır. 

2014 yılına gelindiğinde Erbil, Ankara’nın en önemli enerji partneri haline geldiği gibi, Arap Baharı sonrası dengelerin yeniden karıldığı Ortadoğu’da ilişkilerin en iyi yürütüldüğü aktör statüsüne yükselmiştir. Ankara ve Erbil arasındaki bu ciddi yakınlaşma PKK konusuna da yansımış ve Erbil’in desteği ile birlikte Ankara 2012 sonunda yeni bir barış süreci başlatmış ve bu süreç kapsamında PKK militanlarının Kuzey Irak’a çekilmesi öngörülmüştür. 

5.3 PKK ve Bölgesel Kürt Yönetimi 

Mart 2009 tarihinde Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani PKK’nın önünde iki seçenek olduğunu ve PKK’nın ya silah bırakmayı ya da Irak’tan çekilmeyi seçmesi gerektiğini açıklamıştır. 
Talabani’nin bu açıklamasını Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Başkanı Neçirvan Barzani’nin PKK’nın Türkiye’ye saldırmak için kendi topraklarını kullanmasını eleştirdiği açıklamaları izlemiştir. Irak’taki Kürt liderler ile Türkiye arasındaki bu yakınlaşma PKK’nın Kandil’deki liderlerinden Murat Karayılan’ın tepkisine neden olmuş ve Karayılan “Talabani’nin Türk generalleri memnun etmeye çalıştığını iddia ederek onun Kürt sorununun çözümünde olumlu bir rol oynaması umutlarını kaybettiklerini, kimsenin kendilerini o dağlardan çıkaramayacağını” açıklamıştır (Özcan, 2010a: 165). 2010’da Kürdistan Bölgesel Yönetimi yapılan seçimlerden yaklaşık bir ay sonra Dışişleri Bakanı Müsteşarı Feridun 
Sinirlioğlu, Kuzey Irak’a giderek Mesut Barzani ile seçim sonrası oluşacak muhtemel durumu görüşmüştür. Görüşmenin en önemli gündem maddelerinden biri PKK konusuydu. 

Ankara, Kuzey Irak’ta son dönemde artan hareketlilikle ilgili olarak Türkiye-ABD-Irak arasındaki üçlü mekanizmanın daha iyi işlemesini istemiş ve bu doğrultuda da Erbil’den daha fazla istihbarat talep etmiştir. Bunun gerekçesi olarak da PKK’nın Türkiye-Irak sınırını tekrardan aktif bir şekilde kullanmaya başlaması göstermiştir.43 

Harita 8: Türkiye-Irak Kürdistan Özerk Bölgesi Petrol Boru Hattı 

Bu karşılıklı açıklama ve görüşmelere rağmen 2011 ve 2012 yılları 2004’te ateşkesin bozulmasından sonra PKK ve Türk Silahlı Kuvvetleri arasında yaşanan çatışmaların en şiddetlilerine tanık olmuştur. Özellikle 2011 yılındaki çatışmalar kapsamında kamuoyuna yansıdığı kadarıyla Irak’taki Kürt liderlerin temel politikası PKK eylemlerini eleştirmek ve Ankara’ya destek verileceğini açıklamakla sınırlı kalmıştır. Örneğin, 19 Ekim 2011’de PKK’nın Hakkari’nin Çukurca ilçesinde düzenlediği saldırıda 24 askerin hayatını kaybetmesi 
üzerine Türkiye’ye gelen KDP Başkan Yardımcısı Neçirvan Barzani, hiçbir eylemin Türkler ile Kürtler arasındaki kardeşlik ilişkisini bozmaması gerektiğini dile getirmiştir (Özcan, 2012: 274). 

Önemli bir ayrıntı da 2007 ve 2008 yıllarında olduğu gibi bu tarihte Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarına Iraklı Kürt liderlerden bir tepki gelmemesidir. 
Hakkari saldırısının ardından TSK Kuzey Irak’a havadan ve karadan operasyon başlatmıştır ve dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Tosun, operasyon kapsamında 270 PKK’lının ölü olarak ele geçirildiğini söylemiştir.44 

2012 yılına gelindiğinde Ağustos ayında PKK’nın Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı’na düzenlediği saldırı Türkiye ile kısa süre önce 20 Mayıs’ta çeşitli enerji antlaşmaları imzalayan Bölgesel Kürt Yönetimi’ni rahatsız etmiştir.45 Bu saldırı Erbil’in enerji bağımsızlığı konusunda geliştirdiği yeni strateji bağlamında PKK’nın önemli bir istikrarsızlık unsuru olduğunu ortaya koymuş ve Erbil yönetimini bu konuda adım atamaya zorlayacak bir motivasyon olmuştur. Öte yandan Suriye’de devam eden iç savaşta PKK’ya yakınlığı ile bilinen 
PYD’nin (Partiya Yekitiya Demokrat – Demokratik Birlik Partisi) Suriye’nin kuzeyinde kontrolü ele geçirmesi Ankara ve Erbil’in PKK konusundaki hassasiyetine yeni bir boyut eklemiştir. Dolayısıyla Suriye’deki PYD’nin varlığı Ankara ve Erbil’i PKK konusunda bir başka ortak noktada buluşturan bir etki yapmıştır. 2012 yılı boyunca TSK’nın Kuzey Irak’a yaptığı hava operasyonlarına ses çıkarmayan Erbil, PKK’nın bölgedeki etkinliğinin ortadan kaldırılması noktasında Türkiye ile ortaklaşa bazı adımlar atmaya başlamıştır. Bu politika 
Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani ve PKK’nın üst düzey yöneticilerinden olan Duran Kalkan’ın dolaylı tartışmasında kendisini net bir şekilde göstermiştir. Barzani Türkiye’den Kürdistan bölgesi için umut kapısı olarak söz ederken46 Kalkan, Barzani’yi açıklamalarından ve Ankara ile olan yakınlaşmalarından ötürü sert bir şekilde eleştirmiş ve Kürdistan Bölgesi’nin değil Türkiye’nin Kürdistan Bölgesi’ne muhtaç olduğunu ifade etmiştir.47 

Bu gelişmelerin yanı sıra, Mesut Barzani 20 Nisan 2012’de gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti sırasında PKK konusundaki tavrını daha da sertleştirmiş ve şu ifadeleri kullanmıştır: 
“Bundan sonra PKK silahlı yöntemini sürdürürse sonucuna kendi katlanır. Ben PKK’nın Irak Kürdistanı’nda hüküm sürmesine müsaade etmem. Bundan sonraki süreçte savaş Kürt meselesine zarar verecektir. Bu konuyla ilgili PKK beni dinlerse iyi eder”.48 PKK’nın Kuzey Irak’ı bir konuşlanma alanı olarak kullandığı düşünüldüğünde Barzani’nin PKK’nın silah bırakması konusunda zorlayıcı gücü devreye soktuğu da söylenebilir. Üstelik Barzani 2012 yılı itibariyle AK Parti hükümetinin çözüm konusunda bir adım attığına kanaat getirmiş 
ve bu bağlamda aynı ziyaret sırasında PKK ve BDP’ye de çağrıda bulunarak “Türkiye devletinin bu yeni bakışına PKK ve BDP’nin daha fazla destek vermelerinin daha iyi olacağına inanıyorum” ifadelerini kullanmıştır.49 Barzani’nin ziyaret sırasında Başbakan Erdoğan ve AK Parti’nin Kürt açılımları konusunda yetkilendirdiği isim olan Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ile birlikte Dolmabahçe’deki Başbakanlık Çalışma Ofisi’nde üçlü bir görüşme gerçekleştirmesi, Erbil’in PKK meselesinin çözümü konusunda aktif bir politika izlemeye başladığının göstergesi olmuştur (Balcı, 2013b: 131).

2013 yılıyla birlikte Erbil, Ankara’nın başlattığı barış sürecine mutlak desteğini açıklamıştır. Abdullah Öcalan’ın 21 Mart’ta Newroz mesajında hükümetin Kürt sorunu konusunda kültürel ve siyasi reformlar gerçekleştireceğinden, PKK’nın da ateşkes ilan ederek çekileceğinden bahsetmesi ile50 başlayan barış sürecinde Erbil kritik bir rol oynamıştır. Örneğin, Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’daki mitingine katılan Mesut Barzani Türkiye’deki çözüm sürecine destek verdiklerini ve atılan adımlardan memnun olduklarını dile getirmiştir.51 

Öte yandan Barzani’nin Diyarbakır’a geldiği gün KDP’nin Facebook sayfasında Türkiye sınırlarını da kapsayan bir Büyük Kürdistan haritası paylaşılması Türkiye’de küçük çaplı da olsa tartışılmış ancak harita kısa bir süre sonra kaldırılarak tartışmaların büyümesinin önüne geçilmiştir. Haritanın sayfada paylaşılması değil ama kaldırılması, KDP’nin Ankara’yla arasını açmak istememesi olarak yorumlanmıştır.52 

6. Sonuç 

Yaklaşık yarım yüzyıllık bir süreye bakıldığında Türkiye ve Irak’taki Kürt gruplar arasındaki ilişkilerin “güvenlik” merkezli bir ilişki olmaktan çıkıp “işbirliği” odaklı yeni bir ilişki doğrultusunda dönüştüğü rahatlıkla söylenebilir. Türkiye uzun yıllar Irak’taki Kürt hareketlerini kendi Kürt nüfusundan duyduğu “tehdit” üzerinden ele almış ve bu nedenle Irak’taki Kürt siyasal hareketlerini tehdit olarak görmüştür. Bunu destekleyen iki temel parametreden bahsedilebilir. Birincisi Irak’ta bir Kürt otonom bölgesinin oluşması ile Türkiye-Irak sınırının Türkleri ve Iraklıları ayıran bir sınır değil aksine Türkiye’deki Kürtler ve Irak’taki Kürtleri bölen bir sınır işlevi gördüğü ortaya çıkacaktır. Bu durum Türkiye’nin ulus-devlet karakterini tahrip eden bir özellik taşımaktaydı. İkincisi Türkiye’nin güneydoğu bölgelerinde bağımsız bir Kürt devleti kurulması amacıyla kurulan PKK’nın, Irak’ın kuzey bölgelerini üs olarak kullanması Ankara için açık bir tehdit anlamına geliyordu. Dolayısıyla uzun bir süre Türkiye Kuzey Irak’taki Kürt siyasal hareketini bu iki parametre ekseninde okumuştur. 

İki gelişme kuzey Irak’a yönelik güvenlik odaklı bakışın değişmesini imkanlı kılmıştır. 

Birincisi daha çok yapısal olarak değerlendirilebilecek ABD’nin Irak müdahaleleri ve bu müdahalelerin ardından kuzey Irak’ta de facto bir Kürt devletinin ortaya çıkması. Bu durum Türkiye’nin değiştirme ya da etkileme gücünün olmadığı bir olgu karşısında politikalarını yeniden gözden geçirmesini gerektirmiştir. İkincisi Türkiye iç siyasetinde 2000’li yılların başında yaşanan iktidar değişikliği Ankara’nın Kuzey Irak’a bakışını önemli ölçüde değiştirmiştir. 

Bu iki temel dinamiğin yanı sıra PKK, enerji ve başka çok sayıda dinamik 2000’lerin ikinci yarısından itibaren Ankara ve Erbil arasında yeni bir ilişki biçiminin kapısını aralamıştır. 2000’lerin ikinci on yılına gelindiğinde ise Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Ankara’nın en iyi ilişkilere sahip olduğu komşusu haline gelirken, Türkiye siyasetçilerinin bölgesel güç olma hedeflerinde Erbil merkezi bir konum almıştır. Bu değişimin iki önemli etkisi oluştur. Birincisi Ankara PKK sorununu Erbil ile işbirliğine giderek çözmeye başlamış ve bu durum Türkiye için daha esnek bir Kürt siyasetini beraberinde getirmiştir. İkincisi ilişkilerde en önemli dinamik olarak devreye giren enerji konusu bir taraftan Erbil’in otonom gücünü Türkiye üzerinden artırmasına olanak sağlarken diğer taraftan da Türkiye’yi ciddi bir enerji aktörü konumuna taşımaktadır. Fakat bu iki “olumlu” çıktıya rağmen Ankara-Erbil ilişkileri çok önemli risklerle de karşı karşıyadır. Radikal bir çizgi izleyen Irak-Şam İslam Devleti (bkz. Gürler ve Özdemir, 2014) 2014 yılıyla birlikte de facto Kürt devletini ciddi şekilde tehdit etmeye başlamıştır. Yine İran başta olmak üzere bölge ülkelerinin ve Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere küresel güçlerin bu yeni oluşan duruma yani Bağdat’ta bağımsız hareket eden ve Ankara’ya bir hayli yaklaşan Erbil siyasetine yönelik tavırları henüz netleşmemiştir. 

DİPNOTLAR,

1 “PKK I. Konferansı yapıldı”, Serxwebûn, Ocak 1982, Sayı: 1, ss. 1-8. 
2 “PKK ve I-KDP, Faşist Türk Ordusunun Güney Kürdistan’ı İstilasına Karşı Ortak Direniş Kararı Aldılar” Serxwebûn, Temmuz 1983, s. 10.
3 Rafet Ballı, “Türkiye’ye Dost, PKK’ya Düşmanız”, Milliyet, 28 Ağustos 1987, s. 9.
4 Merkezi Ankara’da bulunan Irak Ulusal Türkmen Partisi oluşacak yeni yönetime meşruiyet kazandıracağı düşüncesiyle seçimlere katılmayı reddetmiştir (Gunter, 1993: 298).
5 Dışişleri Bakanlığı Siyaset Planlama Dairesi Başkanlığı, Önerge Cevaplanma Tarihi: 17.07.1992, Tutanak Tarihi: 25.08.1992 
http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d19/c016/b094/tbmm190160940169.pdf 
6 Sami Kohen, “Sözler Şimdi Açık”, Milliyet, 11 Kasım 1998, s. 20
7 Rafet Ballı, “Kardeşliğimizin İlerlemesini İstiyoruz”, Milliyet, 11 Haziran 1991, s. 14. 
8 Rafet Ballı, “Kardeşliğimizin İlerlemesini İstiyoruz”, Milliyet, 11 Haziran 1991, s. 14.
9 Nur Batur, “Ankara-Bağdat İlişkileri Gergin, Jetlerimiz Emir Bekliyor”, Milliyet, 5 Nisan 1991, s.17.
10 “TSK Başıbozuk Müessese Değildir”, Milliyet, 24 Eylül 1992, s. 20. 
11 “Şırnak’ta Gece Baskını”, Milliyet, 20 Ağustos 1992, s. 17.
12 Şekil 8’de görüldüğü gibi Kürt Bölgesi sınırındaki Selahaddin, Musul ve Diyala eyaletleri tartışmaları bölgelerdir.
13 15 Ekim 2005 tarihinde kabul edilen Irak Cumhuriyeti Anayasası, Madde 117. 
14 Kürdistan Bölgesi Seçim Yasası’nda 21 Ekim 2004 tarihinde yapılan ikinci değişiklik, 2. Bölüm. 
15 “Kürt Yönetiminin anlaşmaları geçersiz!”, Haber Türk, 26 Kasım 2007.
16 Rakamlar Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin resmi web sitesinden alınmıştır, bkz. www.krg.org 
17 Fikret Bila, “İşte 10 Yıldır Tartışılan Belge”, Milliyet, 12 Eylül 2013.2008: 2). 
18 “Türkiye’den Kürt yerleşimci tepkisi”, ntvmsnbc.com, 19 Ocak 2005. 
19 Ferai Tınç, “Kürt hükümeti ile yakınlaşırız”, Hürriyet, 15 Şubat 2007.
20 Rakamlar Türkiye İstatistik Kurumu resmi web sitesinden alınmıştır, bkz. www.tuik.gov.tr 
21 Rafet Ballı, “Kuzey Irak’la resmi temaslar başladı, Neçirvan Barzani Türkiye’ye gelecek”, Zaman, 2 Mayıs 2008. 
22 Fotoğraf Kürdistan Bölgesel Yönetimi resmi web sitesinden alınmıştır. 
23 Deniz Çiçek, “Kuzey Irak’taki yatırımların yüzde 70’ini Türkler kaptı”, Akşam, 1 Kasım 2009.
24 Deniz Çiçek, “Kuzey Irak’taki yatırımların yüzde 70’ini Türkler kaptı”, Akşam, 1 Kasım 2009. 
25 Genel Energy web sitesi: http://www.genelenergy.com/ 
26 Rıfat Başaran, “Kuzey Irak’tan ilk petrol ihracatı başladı”, Radikal, 2 Haziran 2009. 
27 Barçın Yinanç, “Devlet Peşinde Değiliz”, Milliyet, 31 Mart 2000. 
28 “Ecevit, Barzani ile Görüştü”, ntvmscnbc.com, 7 Ekim 2000.
29 “Tüm Kürtler PKK’ya karşı birleşmeli”, Hürriyet, 25 Aralık 2000. 
30 “Kürdistan’da Yerel Yönetim Sorunları ve Çözüm Perspektifi”, Serxwebûn, Aralık 2003, (264), s. 21-27. 
31 “Çözümü Zorlaştıran İnkarcı ve İmhacı Siyasettir”, Serxwebûn, Kasım 2003, (263), s. 3. 
32 “Zebari’den PKK sözü”, Sabah, 15 Haziran 2004.
33 “Kürtlerden PKK’ya Silah Bırakma Çağrısı”, Yeni Şafak, 18 Haziran 2004. 
34 “Talabani PKK’yı Kınadı”, Zaman, 22 Haziran 2004.
35 Namo Abdullah, “Kurds send 19 conditions to Allawi and Maliki”, rudaw.net, 18 Ağustos 2010. 
36 “Bağdat, bölgesel yönetimin petrol anlaşmalarını tanıdı”, Hürriyet, 6 Şubat 2011. 
37 “Kuzey Irak petrol ihracatını kesti”, Sabah, 1 Nisan 2012.
38 “Barzani Türkiye üzerinden ilk kez petrol sattı” ntvmsnbc.com, 8 Ocak 2013. 
39 “Irak’ta bütçe krizi derinleşiyor” aljazeera.com.tr, 7 Mart 2014. 
40 Seçim sonuçları www.rudaw.net haber sitesinin seçim özel sayfasından alınmıştır.
41 Abdulhamit Bilici, “Başbakan Erdoğan: Erbil’i ziyaretin zamanı gelmişti ama bu kolay olmadı”, Zaman, 31 Mart 2011. 
42 Ahmet Haşim Muhtaroğlu, “Erbil Başkonsolosluğu açıldı”, Radikal, 12 Aralık 2010.
43 Uğur Ergan, “Barzani’den PKK’ya karşı etkin mücadele istedi”, Hürriyet, 28 Nisan 2010. 
44 “Sınır ötesi operasyonlarda 270 terörist öldürüldü”, Haber Türk, 24 Ekim 2011. 
45 Mehmet Selim Yalçın, Dündar Sansur, “Kerkük-Yumurtalık boru hattında yangın”, Hürriyet, 27 Ağustos 2012. 
46 “Umut kapımız Türkiye kapanırsa Bağdat’a teslim oluruz”, t24.com.tr, 25 Aralık 2012. 
47 “Türkiye Kürt bölgesine Muhtaç”, Milliyet, 26 Aralık 2012. 
48 “Barzani’den PKK’ya rest”, Zaman, 20 Nisan 2012.
49 “Barzani: PKK beni dinlerse iyi eder”, Hürriyet, 20 Nisan 2012. 
50 “İşte Öcalan’ın Nevruz mektubu”, Radikal, 21 Mart 2013. 
51 Uğur Ergan, “Barzani ve “ Diyarbakır’da”, Hürriyet, 16 Kasım 2013. 
52 “İşte Barzani’nin Kürdistan haritası”, Cumhuriyet, 17 Kasım2013.


Kaynakça, 

Anderson, Liam ve Stansfield, Gareth. (2009), Crisis in Kirkuk: The Ethnopolitics of Conflict and Compromise, Pennsylvania: 
University of Pennsylvania Press 
Aykan, Mahmut Bali, (1996), “Turkey’s Policy in Northern Iraq, 1991-95”, Middle Eastern Studies, 32 (4), ss. 343-366 
Balcı, Ali (2013a), Türkiye Dış Politikası, İstanbul: Etkileşim Yayınları 
Balcı, Ali (2013b), “Türkiye’nin Irak Politikası 2012: İki Irak Hikâyesi”, İnat, K., Duran, B., Ulutaş ve U., (Ed.), Türk Dış Politikası Yıllığı 2012, Ankara: 
Seta Yayınları, ss. 119-135 
Balcı, Ali (2014), ‘Enerji’sine Kavuşan Komşuluk: Türkiye-Kürdistan Bölgesel Yönetimi İlişkileri, SETA Analiz Serisi, (94), Haziran 2014 
Bila, Fikret (2007), Komutanlar Cephesi, İstanbul: Detay Yayıncılık 
Bölme, Selin M. (2012), İncirlik Üssü: ABD’nin Üs Politikası ve Türkiye, İstanbul: İletişim Yayınları 
Bölükbaşı, Süha (1991), “Ankara, Damascus, Baghdad, and the Regionalization of Turkey’s Kurdish Secessionism”, Journal of South Asian and 
Middle Eastern Studies, 14(4), ss. 15-36 
Bruinessen, Martin van (2006), Ağa, Şeyh, Devlet, Çeviren: Banu Yalkut, İstanbul: İletişim Yayınları, 6. Baskı 
Danly, J., (2009), The 2009 Elections, Instıtute for the Study of War, Military Analysis and Education for Civilian Leaders 
Charountaki, Marianna (2012), “Turkish Foreign Policy and the Kurdistan Regional Government”, Perceptions, Winter, 17(4), ss. 185-208 
Ferris, Elizabeth, Fellow, Senior, Stoltz, Kimberly, (2008), The Future of Kirkuk: The Referendum and Its Potential Impact On Displacement, 
The Brookings Institution 
Galbraith, Peter (2007), Irak’ın Sonu, Çeviren: Mehmet Murat İnceayan, İstanbul: Doğan Kitap 
Gunter, Michael M. (1993), “A De Facto Kurdish State in Northern Iraq”, Third World Quarterly, 14 (2), ss. 295-319 
Gunter, Michael M. (1996), “The KDP-PUK Conflict in Northern Iraq”, The Middle East Journal, 50 (2), ss. 225-241 
Gunter, Michael M. (1996), PKK-KDP Hostilities. Olson, Robert W. (Ed.), The Kurdish Nationalist Movement in the 1990s, Kentucky: 
The Univeristy Press of Kentucky 
Gunter, Michael M. (2011), Historical Dictionary of the Kurds, İkinci Baskı, Maryland: Scarecrow Pr. 
Gürler, Recep Tayyip, Özdemir, Ömer Behram, “Tevhid ve Cihad Örgütü’n”den “İslam 
Devleti”ne, SETA Perspektif, (60), Ağustos 2014 
ICG (2008), “Turkey and Iraqi Kurds: Conflict or Cooperation?”, International Crisis Group, 
Middle East Report, No: 81, 13 November 
İmset, İsmet G. (1993), PKK: Ayrılıkçı Şiddetin 20 Yılı 1973-1992, Ankara: Turkish Daily News Yayınları 
İnat, Kemal (2006), “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası 2005”, Kemal İnat ve Ali Balcı (Ed.), Ortadoğu 
Yıllığı 2005, Ankara: Nobel Yayınları, ss. 1-49 
İnat, Kemal (2008), “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası 2006”, Kemal İnat ve Muhittin Ataman (Ed.), 
Ortadoğu Yıllığı 2006, Ankara: Nobel Yayınları, ss. 1-54
Kakayi, Falakaddin (1994), The Kurdish Parliament. Hazelton Fran (Ed.), Iraq since Gulf War: 
Prospects for Democracy, London: Zed Books 
Katzman, Katzman ve Prados, Alfred B., (2006), “The Kurds in Post Saddam Iraq”, CRS Report for 
Congress, Order Code: RS22079, 12 December 
Katzman, Kenneth (2010), “The Kurds in Post-Saddam Iraq”, CRS Report for the Congress, Order 
Code: RS22079, 1 October 
Kısacık, Raşit (2007), Kuzey Irak’a Son Operasyon, İstanbul: Truva Yayınları 
Miroğlu, Orhan (2012), Silahları Gömmek, İstanbul: Everest Yayınları 
Oran, Baskın (1998), Kalkık Horoz: Çekiç Güç ve Kürt Devleti, 2. Baskı, İstanbul: Bilgi Yayınevi 
Oran, Baskın (Ed.) (2005), Türk Dış Politikası Cilt II, 8. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları 
Oran, Baskın (Ed.) (2013), Türk Dış Politikası Cilt III, 1. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları 
Öcalan, Abdullah (2010), Ayaklanma Taktiği Üzerine Tezler ve Görevlerimiz, Abdullah Öcalan 
Sosyal Bilimler Akademisi: Azadi Matbaası 
Özcan, Mesut (2009), “Irak 2007”, Kemal İnat, Muhittin Ataman ve Murat Yeşiltaş (Ed.), Ortadoğu 
Yıllığı 2007, İstanbul: Küre Yayınları, ss. 33-59 
Özcan, Mesut (2010a), “Türkiye’nin Irak Politikası 2009”, Burhanettin Duran, Kemal İnat ve Muhittin 
Ataman (Ed.), Türk Dış Politikası Yıllığı 2009, Ankara: SETA Yayınları, ss. 61-95 
Özcan, Mesut (2010b), “Turkish Foreign Policy Towards Iraq in 2009”, Perception, 15, (3-4), ss. 113-132 
Özcan, Mesut (2012), “Türkiye’nin Irak Politikası 2011”, Türk Dış Politikası Yıllığı 2011, Ankara: 
SETA Yayınları, ss. 265-281 
Özdağ, Ümit (1999), Türkiye, Kuzey Irak ve PKK: Bir Gayri Nizami Savaşın Anatomisi, Ankara: Asam Yayınları 
Özdağ, Ümit (2007), Türk Ordusunun PKK Operasyonları, 5. Baskı, İstanbul: Pegasus Yayınları 
Özdağ, Ümit (2008), Türk Ordusunun Kuzey Irak Operasyonları, İstanbul: Pegasus Yayınları 
Romano, David (2006), The Kurdish Nationalist Movement Opportunity, Mobilization and 
Identity, New York: Cambridge University Press 
Stansfield, Gareth R. V. (2003), Iraqi Kurdistan: Political Development and Emergent Democracy, 
London: Routledge Curzon 

Süreli Yayınlar Gazeteler,

Cumhuriyet 
Haber Türk 
Hürriyet 
Milliyet 
Sabah 
Serxwebûn 
Yeni Şafak 
Zaman

Türkiye’nin hem kendi içerisindeki Kürt vatandaşları ile hem de sınır ötesindeki Irak Kürdistan Bölgesi ile olan ilişkisi Ankara için bir “doğu problemi” niteliğindeydi. Abdullah Öcalan’ın yakalanmasını izleyen süreçte Türkiye’deki iç siyasi gelişmelerin de etkisi ile Ankara’nın Kürt politikasında hayati değişiklikler yaşandı. Özellikle Erdoğan liderliğindeki AK Parti’nin hem iç hem de bölgesel politikalarda daha etkin olabilmenin anahtarı olarak Kürt sorununun çözümünü görmesi bu anlamda önemli adımların atılmasını sağlamıştır. 
Türkiye içerideki Kürt sorununu demokratikleşme çerçevesinde çözerken sınır ötesinde de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimiyle daha yakın işbirliği kurarak kendisine yönelik olası bir tehdidi eleme yoluna gitmiştir. Böylece Ankara bölgesel siyasette daha emin adımlarla ilerlemeye başlamış, iç barışın sağlanması ve demokratikleşme yolunda hızlı adımların atılması konusunda da önemli ilerlemeler kaydetmiştir. 
Yaşanan bu gelişmeler zorlu süreçlerin ve siyasi çekişmelerin gölgesinde uzun çabaların ardından gerçekleşebilmiştir. 
Bu sürecin uzmanlar, siyaset yapıcılar ve kamuoyu tarafından kapsamlı bir biçimde anlaşılması kat edilen mesafenin ve elde edilen kazanımların doğru okunabilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu çerçevede yapılacak bilimsel çalışmalar, saha araştırmaları ve kapsamlı raporlar literatüre katkılarının yanında kamuoyunun aydınlanması açısından da gereklidir. 

Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORMER)
Kuzey Irak - Türkiye İlişkileri: PKK, Güvenlik ve İşbirliği 

***

KUZEY IRAK TÜRKİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 4

KUZEY IRAK TÜRKİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 4


Kürt Bölgesi’ne Irak’ın geri kalanından daha otonom bir şekilde hareket etme imkanı sağlayan gelişme 2006 yılında yürürlüğe konulan petrol yasası olmuştur. Bu yasayla birlikte Kürt bölgesi petrol şirketlerinin dikkatini çekmiş ve bölgede hızlı bir petrol arama faaliyeti başlamıştır. Söz konusu yasa Erbil ile petrol şirketleri arasında imzalanan sözleşmelerin anayasaya aykırı olduğunu savunan merkezi hükümetle yeni bir çatışma alanı doğurmuş olsa da bu yasa ve beraberinde getirdiği petrol antlaşmaları Erbil’i hızla Bağdat’tan otonom bir yapıya doğru kaydırmıştır. Petrol anlaşması imzalama yetkisinin bulunduğunu ve bunun anayasal bir hak olduğunu savunan Erbil, yeni anlaşmalar imzalamaya devam etmiş ve bu anlaşmalar sayesinde ekonomik bir özerkliğin adımlarını atmıştır.15 
Petrol yasasının yanı sıra Bağdat ve Erbil arasındaki bir başka önemli sorun ise 2007 yılına gelindiğinde tartışmalı bölgeler ve Kerkük özelinde yeniden gündeme gelmiştir. 
Irak Anayasası’nın 140. Maddesine göre Kerkük dahil tartışmalı bölgelerin Kürdistan Bölgesi’ne mi yoksa Irak merkezi hükümetine mi bağlanacağına karar verilmesi için 2007 yılı sonuna kadar referandum yapılması gerekmekteydi. Fakat söz konusu referandumun belirlenen tarihte yapılamayıp ertelenmesi Erbil ile Bağdat’ın arasının açılmasına neden olmuştur. Erbil önemli petrol rezervlerine sahip Kerkük’ün Kürtlerin eline geçmesinin önüne geçmek için Bağdat’ın bu durumu bilinçli olarak ortaya çıkardığını iddia ederek çözümsüzlükten 
Bağdat’ı sorumlu tutmuştur (Ferris ve Stoltz, 2008: 12). 

2009 yılına gelindiğinde Bölgesel Kürt Yönetimi için iki önemli dönüm noktasından bahsedilebilir. İlki Gulf Keystone’un Ağustos 2009 yılında kuzeyde Türkiye sınırına yakın Şekhan’da keşfettiği büyük petrol rezervinin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni enerji piyasasının en önemli aktörlerinden biri haline getirmiş olmasıydı (Balcı, 2014). Dolayısıyla bu tarihe kadar büyük enerji şirketleri ile bir antlaşma yapmayı başaramamış olan Kürdistan Bölgesel Yönetimi, hızla enerji piyasasının güçlü aktörlerini bölgeye çekerek, Bağdat karşısında önemli bir koz elde etmeye başlayacaktır. 2009 yılının ikinci önemli gelişmesi ise yapılan seçimlerde KDP ve KYB dışında bir başka siyasal hareketin Kürt siyasetine güçlü bir aktör olarak dahil olmasıdır. Nisan 2009’da Celal Talabani’nin yakın çalışma arkadaşlarından Noşirvan Mustafa KYB’den ayrılıp Goran Hareketini (Değişim Hareketi) kurmuş ve bu parti temel siyasetini KYB’nin KDP ile olan ortaklığını eleştirmek ve ekonomik ve politik şeffaflık vaadi üzerine kurmuştur (Danly, 2009: 6-7). Parlamento seçimlerinin galibi KDP ve KYB’nin oluşturduğu Kürdistani Liste olmuştur. 1 milyondan fazla oy olan liste %57.34 oy oranıyla 59 sandalyeye sahip olmuştur. Böylece hükümet kurmak için gerekli olan 56 sandalyeyi kazanabilmiştir. Fakat seçimlere ilk kez katılan Goran Hareketi de %23.75 oy oranıyla 25 sandalye kazanmış16 ve böylece KDP-KYB ikilisi dışında yeni bir parti bölge siyasetine talip olmuştur. 



Tablo 4: Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Parlamento Seçimlerinde Partilerin Aldığı Oylar 


4.2 Türkiye’nin Bölgesel Kürt Yönetimi Politikası 

ABD’nin Irak’ı işgali öncesinde Türkiye göreli olarak kolay bir işgal için Washington’un planlarında önemli bir yer tutmaktaydı ve bu bağlamda taraflar arasında bir pazarlık süreci yaşanmıştı. Olası bir işbirliğinde Ankara, Türk askerlerinin Irak’ın kuzeyine girmesi ve yaklaşık 30 km derinliğinde bir alanı kontrol altına almasını planlamaktaydı. Böylesi bir planlama PKK’ya yönelik sık sık sınır ötesi operasyon düzenleyen Türkiye’nin elini rahatlatacağı gibi diğer yandan da Ankara Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devlet yapılanmasını 
engelleyecek ve Irak’ın geleceği ile ilgili söz sahibi olabilecekti.17 1 Mart 2003’de TBMM’de tezkerenin reddedilmesi Ankara’nın 1990’lar boyunca Kuzey Irak üzerinde elde ettiği stratejik kazanımları sona erdirmekle kalmamış aynı zamanda bu tarihe kadar sürdürdüğü kırmızı çizgilerinin de ihlal edilmesi ile sonuçlanmıştır. Irak Savaşı sırasında ABD’nin en önemli müttefiki olan kuzeydeki Kürtler, Amerikalılardan önce Kerkük’e girmiş ve savaştan kısa bir süre sonra Irak’ın merkeziyetçi devlet yapısı federal yapı olarak değiştirilmiştir (ICG, 

Bu tarihe kadar Irak’a yönelik politikasını önemli ölçüde Kerkük’ün “Türk ağırlıklı” etnik yapısı üzerine kuran Ankara, savaş sonrası süreçte Kerkük’ün Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne dahil olması karşısında etkisiz kalmıştır. Benzer bir şekilde Irak’ın bütünlüğünü koruma ve Kürtlerin gelecekte bir devlet oluşturacak şekilde otonom bir yapı kazanmasını engelleme politikaları da sekteye uğramıştır. 

Irak genlinde 30 Ocak 2005’te yapılması planlanan geçici parlamento seçimleri hızla Türkiye ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki ilişkilerin en önemli gerginlik alanlarından birisine dönüşmüştür. Seçimden önce Baas rejimi döneminde yerlerinden edilen vatandaşların eski yerlerine dönmesini sağlayan yasanın onaylanmasıyla birlikte birçok eski Kerkük yerleşimcisi de Kerkük’e dönmeye başlamıştır. Türkiye Dışişleri Bakanlığı sözcüsü bu demografik hareketlilik karşısında Kerkük’ün demografik yapısının değiştirildiğini ve 
Kerkük’e Kerküklü olmayan yüzbinlerce yerleşimci kaydırıldığını bu yerleşimlerin de “belli siyasi parti ve oluşumlarca” madden ve siyasi olarak teşvik edilip ve desteklendiğini ifade ederek Kürtlerin şehrin demografisini kendi lehlerine değiştirdiklerini savunmuştur.18 Yine benzer bir şekilde dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı İlker Başbuğ 26 Ocak 1995’te yaptığı bir açıklamada “Kerkük’teki durumun bir iç savaşı tetikleyebileceğini” ve “böyle bir durumda Türkiye’nin seyirci kalmayacağını” söylemiştir (İnat, 2006: 3). Türkiye’den gelen 
bu eleştirilere Kürdistan Bölgesel Yönetimi, yapılan düzenlemelerin Saddam döneminde uygulanan Araplaştırma politikası nedeniyle Kerkük’ten zorla çıkarılanların geri getirilmesinden ibaret olduğu şeklinde cevap vermiştir. Bu açıklama Ankara’yı ikna etmediği gibi, Türkiye iddialarına özellikle Iraklı Türkmenlerden alınan bilgiler doğrultusunda yapılan seçimlere hile karıştırıldığı Kerkük’e kayıtlı olmayan Kürtlerin şehre getirilerek oy kullandırıldığı 
gibi suçlamalarla devam etmiştir (İnat, 2006: 7). 

Kerkük için yapılması gereken referandum tarihi yaklaştıkça Türkiye ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi ilişkileri de gerilmeye başlamıştır. Türkiye şehirdeki Türkmen nüfusu üzerinden şehrin tarihsel kimliğinin Türk olduğunu ve bilinçli bir şekilde demografik yapısının değiştirildiğini bundan dolayı referandumun ertelenmesi gerektiğini savunmuştur. Türkiye ayrıca Kerkük’ün özel bir statüyle yönetilmesini önermiştir. 
Bunun üzerine Nisan 2007’de KDP lideri Mesut Barzani’nin “Türkiye Kerkük’e karışırsa biz de Diyarbakır’a karışırız”   açıklamasında bulunması Ankara’nın sert tepkisine neden olmuş ve Türkiye Irak’a nota vermiştir (Özcan, 2009: 52). Fakat aynı yıl Kerkük üzerinde yaşanan gerilimle eş zamanlı olarak Ankara ve Erbil ilişkilerinde olumlu bir seyrin ilk işaretleri de verilmeye başlanmıştır. 
İlerleyen yıllarda Bağdat’ın gittikçe merkezileşen bir politika izlemeye başlaması ve İran’ın Irak üzerindeki etkisini artırması Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni Türkiye’ye yakınlaştırırken, PKK’nın şiddet eylemlerine yeniden ivme kazandırması da Ankara’yı Erbil ile yakınlaşarak PKK’nın Kandil’deki mevcudiyetini sınırlandırma yönünde motive etmiştir (Balcı, 2014). Dolayısıyla, henüz 2007 yılının ilk aylarında Türkiye Başbakanı Erdoğan Kuzey Irak’taki Kürt liderlerle görüşebileceğini açıklamıştır.19


Resim 2: Davutoğlu-Barzani Görüşmesi, Erbil 

2008 ve 2009 yılları ise Türkiye’nin Kürt Bölgesi ile ilişkilerinde yeni bir sayfanın açıldığı yıllar olmuştur. Türkiye iç siyasetinde güvenlikçi politikanın temel kaynağı olan askerin siyasi alandan tasfiyesi ile dış politikada hükümetin daha etkin hareket edip karar alabilmesi mümkün olmuş ve böylelikle taraflar arasında yakınlaşma ve diyalog imkanlı hale gelmiştir. Bu zamana kadar Irak Kürtleriyle inişli çıkışlı fakat sürekliliği olan gerilimler yaşayan Türkiye, 
artık Kürt Bölgesi’yle ilişkilerini ekonomik entegrasyon ve enerji ilişkileri üzerine tesis etmeye başlamıştır (Balcı, 2013b). 2008’den itibaren başlayan yakınlaşma ekonomik açıdan değerlendirildiğinde tablo daha da netleşmektedir. Örneğin 2004 yılında Irak ile olan ticaret hacmi 1,8 milyar dolar iken 2008 yılına gelindiğinde 3,9 milyar dolara ulaşmıştı.20 Hızlı bir biçimde yükselişe geçen ticaretin %75 gibi büyük bir payı Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile yapılmaktaydı. Fakat olumlu ekonomik göstergeler siyasi gerginlikler yüzünden yavaş 
ilerlemekteydi. Bundan dolayı siyasi gerginlikler de ekonomik yakınlaşmayla tezat oluşturmakta ve sürdürülebilir görünmemekteydi. 

Yakınlaşma resmi ziyaretlerle ilerletilmiş ve Mayıs 2008’de Ahmet Davutoğlu’nun da yer aldığı Türk heyeti Bağdat’a gitmiştir. Cumhurbaşkanı Talabani ile görüşmesinin ardından ilk kez Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile açıktan ve resmi temas gerçekleşmiştir.21 Bu tarihten itibaren karşılıklı ziyaretler daha da sıklaşmış, ekonomik ve siyasi ilişkiler derinleşmeye başlamıştır. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 1 Kasım 2009’da Erbil’e giderek Mesut Barzani ile görüşmüştür.22 Davutoğlu “daha iki sene önce Türk dışişleri ve ticaret bakanları Erbil’e gidecekler ve bu kadar kapsamlı görüşmeler yapacaklar denilseydi, kimse buna pek ihtimal vermezdi”23 ifadeleriyle ziyaretin önemini vurgulamıştır. Aynı gün Kürt Bölgesi’nde Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın da katıldığı Türkiye-Kürt Bölgesi İş Forumu gerçekleştirilmiştir. Forumda Bölgesel Yönetimin Ticaret Bakanı Sinan Çelebi bölgede kayıtlı bulunan 450 Türk şirketinin bulunduğunu teşvik ruhsatlarının ise %70’inin de Türk şirketlerine ait olduğunu açıklamıştır.24 

Yine Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde büyük enerji kaynaklarının keşfedilmesi de 
enerji bakımından dışarıya bağımlı olan Türkiye’yi Irak Kürtlerine yakınlaştıran bir diğer unsur olmuştur. Bu konuda siyasi adımlardan çok önce örneğin 2002 yılından beri Kürt Bölgesi’nde petrol sahaları bulunan Türkiye menşeili Genel Enerji, 2007 ve 2008’de Tawke ve Tak Tak alanlarında petrol üretimine başlamıştı.25 Haziran 2009’da ise Kürt bölgesi Kerkük-Yumurtalık petrol hattına petrol vermeye başlamış ve böylece Kürt Bölgesi’nden çıkan petrol ilk kez Türkiye üzerinden dünya pazarlarına ulaşmıştır. Boru hattına ilk petrolü 
de Çukurova holding bünyesindeki Genel enerji vermiştir. Barzani petrol ihracı için yapılan töreni Kürt tarihinde bir milat olarak nitelendirmiştir.26 Yeni keşifleri dışa bağımlılık karşısında kaynak çeşitliliğini sağlamak ve enerji transfer merkezi olmak gibi hedeflerine ulaşmak için bir fırsat olarak değerlendiren Türkiye Kürt bölgesi ile ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. Böylece Kürt Bölgesi ile gelişen ekonomi ve enerji ilişkileri siyasi ilişkilerin de yumuşamasına yardımcı olmuştur. 

4.3 Türkiye, PKK ve Kuzey Irak 

2000’li yıllara girildiğinde Türkiye, PKK ve Kuzey Irak arasındaki ilişkilerde çok önemli değişiklikler yaşanmıştır. Bu gelişmelerden en önemlisi kuşkusuz PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi olmuştur ve bu gelişmenin devamında, Öcalan 2 Ağustos 1999’da PKK’lılara “ateşkes ilan et ve Türkiye’yi terk et” emrini vermiştir (Özdağ, 2008: 256-257). Dolayısıyla Öcalan’ın yakalanması uzun bir süre devam edecek olan bir ateşkes sürecini başlatmış ve bu ateşkes süreci Türkiye’nin Kuzey Irak politikasını önemli ölçüde etkilemiştir. KDP lideri Neçirvan Barzani Mart 2000’de Milliyet gazetesi  ne yaptığı açıklamada “Türkiye’ye tüm komşularından yakın olmak istiyoruz… Kürtlerin bağımsız devlet kurma dileği, dilekten öteye geçemez” demiş ve bu açıklama Neçirvan Barzani’nin Ankara ile olan mesafeleri aşma, Türk kamuoyuna mesaj gönderme çabası olarak yorumlanmıştır.27 4 Mayıs 2000’de Türkiye ile KDP arasında yapılan görüşmeye KDP tarafından Neçirvan Barzani başkanlığında üç kişilik bir heyet, Türkiye’dense Genelkurmay Başkanlığı, Dış İlişkiler Bakanlığı ve MİT temsilcileri katılmış, görüşmenin 
içeriği önemli ölçüde Türkiye’nin Kuzey Irak’tan yapacağı ithalat oluşturmuştur (Özdağ, 2008: 260). 
Bu görüşmeyi 3-7 Ekim 2000 tarihinde Ankara’ya gelen Barzani’nin dönemin 
başbakanı Bülent Ecevit, Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Büyükanıt ve Dışişleri Bakanlığı’na bağlı temsilcilerin katıldığı daha geniş kapsamlı bir görüşme takip etmiştir. Bu görüşmelerin sonucunda Barzani, bir kez daha Türkiye ile yakın ilişki içerisinde olmak istediklerini ve PKK ile mücadelede Türkiye’ye destek vermeye hazır olduklarını açıklamıştır.28 Barzani, bu açıklamasını destekleyecek şekilde yaklaşık bir ay sonra 21 Aralık 2000’de Erbil’de yaptığı bir konuşmada PKK’nın sivillere yönelik saldırılarını eleştirmiş ve tüm Kürtlere “PKK’ya karşı birleşin” çağrısı yapmıştır.29 

Türkiye ile KDP arasındaki ilişkiler her ne kadar gelişse de Ankara, KYB’nin PKK’ya destek vermesinden kaygılıydı. Bu kaygı, Talabani’ye iletilmiş ve PKK’ya karşı tutum alması istenmiştir. Bu bağlamda Talabani, PKK ile olan mücadelede Türkiye’ye aktif destek vereceğinin sözünü vermiş ve Kandil Dağı bölgesinde Groşi-Dola-Koga arasında 3 bin peşmergeden oluşan bir “Güvenlik Kuşağı” oluşturularak PKK’ya verilen lojistik destek kesilmiştir. 
Bunun karşılığında da Türkiye, KYB’ye sağlık ve gıda malzemesi yardımında bulunmuştur (Özdağ, 2008: 261-262). 
PKK ise Güvenlik Kuşağı’nı tehdit olarak algılamış ve KYB ile PKK arasında çatışma başlamıştır. Çatışma süresince KYB Türkiye’den destek alırken PKK 
da İran’dan destek almıştır. Yaklaşık bir ay süren çatışmaların ardından önce 126 kayıp veren PKK ardından da KYB ateşkes ilan etmiştir. Bu ateşkes sırasında Ankara önemli bir adım atarak İran ile yüksek güvenlik komisyonu toplantısı yapmış ve sınır üzerinden gerçekleştirilen kaçakçılığın önüne geçmek için sınır boyunca güvenlik kordonu oluşturulacağı açıklanmıştır. 

Anlaşmanın ardından İran’ın PKK’ya desteği kesilirken Ankara, PKK ile savaşan 
KYB’ye gıda ve sağlık malzemesi desteğine devam etmiştir. 3 Aralık 2000’de KYB, PKK’ya karşı tekrardan harekete geçmiş ve çatışmalarda 335 PKK militanı etkisiz hale getirilmiştir. Ancak bu çatışmanın on gün öncesinde Türk Silahlı Kuvvetleri, 22-25 Kasım tarihlerinde Şırnak ve Hakkari’de iki tümenin katıldığı bir sınır ötesi operasyon düzenlemiş ve bu operasyon sonucunda, PKK Kandil Dağı’nı büyük ölçüde terk ederken Ankara-KYB ilişkileri de gelişmiştir (Özdağ, 2008: 262-263). 

22-25 Kasım operasyonunun ardından Türk Silahlı Kuvvetleri, sınır ötesinde PKK ile sıcak çatışma içerisine girmemiş, yapılan küçük çaplı birkaç sınır ötesi operasyon da gelen istihbarat üzerine PKK’nın cephanelerini ele geçirme amacı taşımıştır (Özdağ, 2008: 264). 

Bu tarihleri izleyen bir buçuk yıl içerisinde herhangi bir sınır ötesi operasyon olmazken bu dönemde, gelecekteki birçok olayı etkileyecek iki önemli gelişme yaşanmıştır. Bunlardan bir tanesi ABD’nin 20 Mart 2003’te Irak’ı işgal etmesi ve Saddam Hüseyin’in devrilmesi, diğeri ise 2 Kasım 2002 seçimlerinden birinci çıkan AK Parti’nin hükümet kurmasıdır. Irak’ta Saddam Hüseyin’in devrilmesi ile birlikte PKK, Kuzey Irak’ta kendisi için yeni bir alanın oluştuğunu görmüş ve yeni bir strateji geliştirmiştir. Murat Karayılan, bu yeni (askeri-politik) stratejiye “Meşru Savunma Savaşı” adını vermiştir. PKK’nın yayın organı Serxwebûn’da 
yayımladığı yazısında “Ortadoğu Rönesansı” olarak adlandırdığı yeni gelişmeler sayesinde, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Lozan’da kurulan düzenin artık geçerliliğini kaybettiğini ve yeni gelişmelere ayak uydurabilmek için hem siyasi hem de askeri adımlar atılması gerektiğini açıklamıştır.30 

ABD’nin Irak işgalinin oluşturduğu yeni güç dengesini lehine çevirme bağlamında Ekim 2003’e gelindiğinde PKK, Ankara’nın, İran’ın sınır bölgelerinde PJAK’a karşı düzenlediği operasyonlara destek verdiği gerekçesiyle “tek taraflı ateşkes olmaz” açıklaması yaparak ateşkesi kaldırdığını duyurmuştur.31 Fakat dönemin Irak Dışişleri Bakanı Zebari32 sonrasındaysa Barzani33 ve Talabani’nin34, PKK’ya silah bırakma çağrısında bulunması üzerine ateşkesin devamı yönünde bir politika izlenmiştir. 2004 yılına gelindiğinde Türkiye’de yapılan yerel seçimlerde Kürt partisinin önemli oranda oy kaybetmesi ve Kürtlerin koşullarına ilişkin yasal ve politik iyileşmelerin yapılmaması gibi gerekçelerle PKK 1 Haziran 2004’te ateşkesi bozduğunu açıklamış ve yeniden silahlı eylemlere başlamıştır. 2004 yılı boyunca PKK herhangi bir eylem gerçekleştirmese de Haziran 2005’te Kuzey Irak’tan Türkiye’ye 2000 civarında militanını sokan PKK geniş ölçekli saldırılar düzenlemeye başlamıştır. PKK 
saldırılarının artırması üzerine 14 Temmuz 2005’te Erdoğan uluslararası hukukun müsaade ettiği sınır ötesi operasyon “hakkımızı kullanırız” açıklamasında bulunmuştur. Benzer bir açıklama da dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı İlker Başbuğ’dan gelmiş ve Başbuğ, Bağdat Yönetimi’nin gerekenleri yapmaması durumunda Türkiye’nin harekete geçeceğini dile getirmiştir (İnat, 2006: 17). 

Türkiye’nin sınır ötesi operasyon konusundaki ısrarları 2006 yılı boyunca da devam etmiş ve sınırda artan hareketlilik üzerine Irak’taki Kürt grupların talebi üzerine Bağdat Yönetimi kendisini bilgilendirme talebini içeren bir notayı 26 Nisan tarihinde Ankara’ya iletmiştir. Ankara bu notaya cevabında kendi topraklarını kontrol edemeyen ve PKK’nın faaliyetlerini engelleyemeyen Irak’ın Türkiye’nin sınırdaki faaliyetlerinden rahatsız değil aksine hoşnut olması gerektiğini dile getirmiştir (İnat, 2008: 9). Türkiye’nin sınır ötesi operasyon 
konusundaki ısrarlı tavrı Kürt grupları PKK’ya yönelik bir açıklama yapmaya zorlamış ve KYB’nin üst düzey yöneticilerinden İmed Ahmed 5 Mayıs 2006’da PKK’ya “bizim topraklarımızda kalmak istiyorsanız yasalarımıza uymak zorundasınız” mesajını vermiştir (İnat, 2008: 11). Kuzey Irak’taki Kürt gruplardan PKK’ya yönelik iletilen mesajlar bununla sınırlı kalmamış daha sonra aynı zamanda Irak Dışişleri Bakanı olan KDP’nin önde gelen isimlerinden Hoşyar Zebari Ağustos 2006’da PKK ile mücadelede ciddi olduklarını ve bu doğrultuda örgütün Bağdat’taki bürosunun kapatılacağını açıklamıştır. Irak Devlet Başkanı 
Talabani ve Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Başkanı Neçirvan Barzani de benzer açıklamalarda bulunarak PKK lideri Murat Karayılan’ı Türkiye’ye karşı yaptığı saldırılarda Kuzey Irak’ı kullanmaması noktasında uyarmışlardır (İnat, 2008: 15-16). Irak Kürtlerinin Ankara’dan gelen sınır ötesi operasyon baskısı konusunda elini güçlendiren ve bu baskıya direnmesini mümkün kılan temel unsur Washington’un 1 Mart Tezkeresi sonrasında Ankara ile gerginleşen ilişkileri olmuştur. Erbil’in bu konudaki temel stratejisi sınır ötesi operasyona izin vermeksizin PKK’nın Kandil’deki etkinliğini sınırlandırmak yoluyla Türkiye ile ilişkileri makul bir çizgide tutmak yönündeydi. Nitekim Türkiye’den gelen baskılar sonucunda 23 Eylül 2007’de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, 
PKK ve PJAK’ı terör örgütü olarak ilan etmiş (Özdağ, 2008: 325), fakat sınır ötesi bir operasyona sıcak bakmadığını açıklamıştır. Sınır ötesi operasyon politikasını bir ölçüde Ankara ve Washington arasındaki soğuk ilişki üzerine inşa eden Kürdistan Bölgesel Yönetimi için, dönemin ABD Başkanı George W. Bush ve Türkiye Başbakanı R. Tayyip Erdoğan arasında 5 Kasım 2007’de imzalanan PKK’ya karşı işbirliği antlaşması bir dönüm noktası olmuştur. ABD ve Türkiye arasında imzalanan antlaşmaya göre, PKK ile mücadele kapsamında ABD Türkiye’ye operasyonel istihbarat sağlamanın yanı sıra, PKK liderlerinin yakalanıp 

Türkiye’ye teslim edilmesi, PKK’nın lojistik desteğini sona erdirmek için Irak’taki kamplarının kapatılması ve Türk ordusunun Kuzey Irak’taki operasyonlarında işbirliğine gitmek gibi destekler vermeyi taahhüt etmiştir (ICG, 2008: 8). Antlaşmanın etkin bir şekilde hayata geçirilmesi Türkiye ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki işbirliğine bağlıydı ve Washington yönetimi her iki tarafa da yakınlaşma önerisinde bulunmuştur. Sonuçta, bu tarihe kadar Türkiye’nin PKK konusundaki sınır ötesi operasyon taleplerine etkin bir cevap vermeyen 
Kürdistan Bölgesel Yönetimi, antlaşmanın ardından Türkiye’yi destekleyen ve PKK’nın Kuzey Irak’ta üstlenmesini eleştiren açıklamalara daha fazla ağırlık vermeye başlamıştır. 5 Kasım antlaşmasının hemen öncesinde 17 Ekim’de toplanan TBMM Türkiye-Irak sınırı boyunca PKK hedeflerinin bombalanması konusunda orduya yetki vermişti. Bu yetki doğrultusunda ilk operasyon 16 Aralık’ta yapılmış ve daha sonra aynı kapsamda 2008’in Ocak ayı boyunca beş hava saldırısı daha gerçekleştirilmiştir. Bu hava operasyonlarının ardından 
Türk Silahlı Kuvvetleri 21 Şubat 2008’de Güneş Harekatı adı altında Kuzey Irak’a yönelik bir hafta süren kapsamlı bir kara operasyonu düzenlemiştir. Bu aynı zamanda Kuzey Irak’a 2000’lerde yapılan ilk kara harekatıydı ve harekat sırasında dikkati çeken önemli bir husus ABD ile Türkiye arasında 5 Kasım’da yapılan anlaşmaya ABD’nin harfi harfine uyması olmuştur. Bu durum KDP lideri Barzani’nin operasyona karşı olma politikasının etkin bir şekilde devreye sokulmasını engellemiş ve Barzani’nin açıklamaları ABD yönetiminin 
Irak Özel Temsilcisi David Satterfield’in PKK’ya karşı Türkiye’nin yanında oldukları şeklindeki tavrının gölgesinde kalmıştır. Fakat operasyonun kapsamlı olmasına rağmen kamuoyunun beklentisinin tersine kısa süreli (bir hafta) kalması, Türkiye’nin gerektiğinde Kuzey Irak’a girebilecek pozisyonda olduğunu gösterme amacı taşıdığı şeklindeki yorumlara neden olsa da (Oran, 2013: 290-291), temelde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin güvenlikçi siyasetinin sonunu temsil etmesi açısından önemlidir. 

Göreli olarak beklentileri karşılamayan sınır ötesi harekatın ardından PKK ve Kuzey Irak’a yönelik politikaların belirlenmesi önemli ölçüde hükümetin eline geçmiştir. Nitekim operasyonun sona ermesinden sadece bir hafta sonra 7 Mart 2008’de Celal Talabani Ankara’ya bir ziyaret gerçekleştirmiştir. İlişkiler bu ziyaretle sınırlı kalmamış bu tarihten itibaren iki taraf arasında yoğun bir ziyaret trafiği başlamıştır. Ankara’nın bölgedeki Kürt grupları ile yakınlaşması ve bunun sonucunda Kürt gruplarının bölgede PKK’yı zor durumda bırakması sonucunda Cemil Bayık, KDP’yi ve KYB’yi ihanetle suçlamış ve Türkiye ile Kürt grupları arasındaki yakınlaşmayı “üçüncü uluslararası komplo” olarak ifade etmiştir 
(Oran, 2013: 291). Ancak ilişkilerdeki tüm iyileşmelere rağmen Ankara’nın her görüşmede “sınır güvenliği” başlığını tartışmaya açması PKK konusundaki kaygılarının devam ettiğinin açık bir göstergesi olmuştur. Yine de önceki dönemlerle kıyaslandığında bölgenin üç aktörü arasında (Ankara-Erbil-Bağdat) Türkiye’nin PKK ve Kuzey Irak’a yönelik kaygıları noktasında önemli bir ayrılık görünmüyordu (Özcan, 2010b: 115-116).

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR;


***