MÜCADELE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MÜCADELE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mart 2021 Pazartesi

Doğu Akdeniz’in Paylaşım Mücadelesi ve Türkiye

 Doğu Akdeniz’in Paylaşım Mücadelesi ve Türkiye

Doğu Akdeniz, paylaşım, mücadele, Türkiye,Mavi Vatan,Mehmet Onur Karadayı,Donanma, Seville Üniversitesi, tarafından hazırlanan harita,
EastMed projesi, Deniz Yetki Alanları,

Vatan sadece topraktan ibaret değildir. Denizler de vatanın bir parçasıdır. 
Bu vatanın sahibi Türk Milletidir dolayısıyla adı Türk Mavi Vatanı’dır. 
Türk Mavi Vatan’ı devredilemez, vazgeçilemez… 
Denizlerdeki vatanımızın karadan hiçbir farkı yoktur.

Mehmet Onur Karadayı

Türk Mavi Vatanının Ordusu: Donanma

Medeniyetlerin yükseldiği ve çöktüğü bir coğrafyada yaşıyoruz. Kuşkusuz ki medeniyetlerin ortaya çıkmasında denizlerin belirleyici bir önemi var. Denizlere hâkim olmanın ticarete, ticarete hâkim olmanın ise dünya nizamına hâkim olmak anlamına geldiğini tarihten öğreniyoruz. Denizlerde hâkimiyet sağlamak güçlü donanmayı gerektirir. Güçlü donanma iyi yetişmiş insan gücü de demektir. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı kurulan kumpaslara ve 15 Temmuz ihanetine rağmen, son derece donanımlı insan gücüne sahiptir. Bir deniz subayının yetiştirilmesi ve donatılması çok uzun bir süreç almaktadır. Bu yüzden denizlerde yetkin, etkili, saygın ve caydırıcı olmanın en önemli anahtarlarından birisi birikimi ve donanımı yüksek insan gücüne sahip olmaktır. Tümamiral Cihat Yaycı, işte bu subaylardandır. Donanmaya yön veren kurmaylarımızdan biri olduğu âşikârdır.



Yetkin insan, sadece günü kurtaran değil dünle bugünü harman ettikten sonra gelecek nesillerin de haklarını savunabilecek vizyonla millî sermayeye önem veren, milletinin hakkını her ortam ve koşulda savunan insan demektir. Bu bilinçte olduktan sonra bunu aktarmanın yollarını da aramak ve ortaya koymak en büyük hizmetlerdendir. İşte Tümamiral Cihat Yaycı’nın Doğu Akdeniz’deki çıkarlarımızın korunması ve gelecek nesillerin haklarının gasp edilmesine izin verilmemesi için yaptığı çalışmalardan birisi de tanıtımını yaptığımız bu kitabıdır. Daha önceki kitaplarında bu sürecin hazırlanması ve gündemde kalması için uğraşmış ve Libya ile yapılan deniz alanlarının sınırlandırılması mutabakat muhtırasının fikir babası olmuştur. Bugüne kadar düşey hatlar ile çizilen ortay hat kavramının, dünyanın şekli dolayısıyla doğru alanı yansıtmadığı tezini ortaya koymuştur. Yaptığı bilimsel çalışmalar ile bu tezini geliştirerek çizilen diyagonal hatlar ile Türkiye ile Libya denizden komşudur fikrini hayata geçirmiştir. Bunu da “Libya Türkiye’nin Denizden Komşusudur” kitabı ile anlatmaya çalışarak kamuoyu oluşturmuştur. Bu sayede ülkemizin gasp edilmeye çalışılan kabaca 150.000 km2 deniz yetki alanının çalınmasına engel olduğu fikri kabul görmüş ve uygulanmıştır.
Yaycı, kitabını 3 bölüme ayırmış. İlk bölümde Akdeniz’de deniz yetki alanlarının paylaşılması sorununu işlemiş. Doğu Akdeniz’in sınırları, coğrafi konumu, tarihî, uluslararası hukukta deniz yetki alanı sorununun yeri, kıyıdaş devletlerin konumu ve tutumu hakkında bilgiler vererek okuyucuyu hiç sıkmadan, konunun özüne vâkıf olmamızı sağlayacak şekilde, dikkatimizi canlı tutmuş. Kitabın tamamında, Doğu Akdeniz’deki mücadelenin önemini ortaya koyuyor.

Doğu Akdeniz.,


Tunus’taki Bon Burnu ile İtalya’ya bağlı Sicilya Adası’nın batıya uzanan ucundaki Lilibeo Burnu arasında çizilen hattın doğusunda kalan bölgeyi ifade eden kısma, genel kabul üzerine Doğu Akdeniz denir. Bu sınırlar, İtalya ile birlikte kuzey kıyı şeridi boyunca Slovenya’dan Yunanistan’a; Türkiye’den Suriye’ye uzanır ve oradan Güney Afrika’nın Akdeniz kıyılarını çevreleyerek Tunus’a kadar olan sınırları içerir. Burada Doğu Akdeniz sınırları içerisinde birçok devletin kıyısı olmasına rağmen, GKRY ve Yunanistan için ayrı bir parantez açalım. Çünkü Rumların tarihine baktığımızda, mitolojileri ve dünya görüşleri açısından tatminkâr olmayan ve gerçekçi politikalar izlemeyen bir millet oldukları görülmektedir. Bu hayalciliklerini de devlet uygulamalarına çevirmeye çalışıyorlar. Bu hayalin peşinde giden Yunanistan ile GKRY, Seville Üniversitesi’nin yayınladığı haritalarda görüleceği üzere Türkiye’yi, Antalya Körfezi’ne hapsetmeye çalışıyorlar. Antalya’nın 2 km açığındaki Meis adasına Münhasır Ekonomik Bölge(MEB) hakkı vererek Türkiye’nin açık denizler ile bağlantısını kesmeye çalışmaktalar. Bunu yaparken bölgenin en uzun kıyı şeridine sahip Türkiye’yi hiçe sayarak Türkiye’nin denizlerdeki haklarını gasp etmeye çalışmaktalar.


Seville Üniversitesi tarafından hazırlanan harita. Bu haritaya göre Türkiye’yi kendi karasularına hapsederek açık denizler ile bağlantısı kesilmek isteniyor.
Benzer uygulamayı GKRY, KKTC’yi yok sayarak ve haklarını gasp ederek yapmaya çalışıyor. Kendi güçleri ile Türkiye’yi karşılarına alamayacaklarını bildikleri için GKRY’nin ilan ettiği sözde 13 parsele İtalya(ENİ), Fransa(TOTAL), İngiltere(SHELL), Güney Kore(KOGAS) ve ABD’ye  (EXONMOBİL) ait enerji şirketlerine bu parsellerde doğalgaz arama ruhsatı vererek uluslararası alanda Türkiye üzerinde caydırıcılık oluşturmaya çalışıyorlar.

Türk Mavi Vatanını ihlal ederek GKRY tarafından sözde ilan edilen 13 parseli gösteren harita. 1,4,5,6 ve 7’nci parseller Türk Mavi Vatanı ile 2,3,8,9,13’ncü parseller ise KKTC tarafından TPAO’ya verilen ruhsat sahaları ile çakışmaktadır.
Burada Rumların gerçekçi olmadıkları yaptıkları haydut devlet uygulamaları, uluslararası hukuku dinlememeleri, AB’yi kullanarak Türkiye’ye baskı uygulamaya çalışmaları ile ortaya çıkmaktadır. Ancak hesaba katmadıkları bir şey vardır. Türk subaylarının yılmaz, yıkılmaz dirayet ve zekâsı… AB ilerleme raporunda Türkiye’nin haklarını savunduğu için alenen suçlanan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bu rapordan sonra dünya tarihinde savaşlar dâhil eşi benzeri olmayan şekilde, bir gecede kumpas davalar yüzünden donanmanın altın çocukları olarak anılan 37 amiralini kaybetmiştir. Karadeniz’de NATO’nun Etkin Çaba Harekâtının genişlemesini Karadeniz Uyumu Harekâtı ve daha yüksek profilli BLACKSEAFOR (Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu) üzerinden önleyen yine bu 37 amiraldir. Donanmanın altın çocuğu olarak adlandırılan ve MİLGEM gibi önemli projeleri Türk Donanmasına kazandıran Özden Örnek, Cem Gürdeniz, Cem Aziz Çakmak gibi birçok isim ya cezaevine yollandı ya da itibarsızlaştırıldı. Hesaba katamadıkları ve ihtimal vermedikleri, Türk subayının dirayetidir. Hızlıca toparlanan donanma, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin deniz yetki alanlarının korunmasına hizmet etmiş,  Yavuz ve Fatih sondaj gemileri ile Barbaros sismik araştırma gemisine savaş gemileri ve SAT birlikleriyle eşlik etmiş, Türkiye’ye karşı kurulan 7 farklı ittifakı dağıtmaya çalışmıştır. İngiltere’den alınan üçüncü sondaj gemisi de yola çıkmış, Doğu Akdeniz’deki haklı davamızın sonuna kadar takipçisi olunacağının mesajı verilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Gemisi.,



Donanmaya ait olan bütün gemilerin isimlerinin başına kurucusu Atatürk olan Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlılığın bir ifadesi olarak Türkiye Cumhuriyeti Gemisi (TCG) adı eklenmiştir.  İşte bu gemiler, isimlerine yaraşır şekilde, TPAO’ya verilen yetkiyle yapılan arama ve sondajlara eşlik etmiş,  ilgili gemileri korumuş ve ayrıca Türkiye’ye ait deniz bölgelerinde yetkisiz arama yapan bütün gemileri sınırlar dışına sürerek gambot diplomasisi uygulamışlardır. Bu çabalar sayesinde İtalyan ENİ şirketi Türkiye’nin devlet uygulamalarından dolayı sondaj çalışmalarını ertelemiştir.

Farkındalık her şeydir. Etrafımızdaki cisimleri ve şekilleri zihnimizde kayıtlı olan bilgiler ile analiz eder ve sıfatlandırırız. Bu sayede bakış açımız şekillenir. İlk bölümde okuyucunun zihnindeki bilgileri şekillendiren Tümamiral Cihat Yaycı, farkındalığını arttırdığı okuyucuyu ikinci bölüme geçiriyor ve tarihî süreci, olayların iç yüzünü okuyucunun dikkatine sunuyor.

İkinci Bölüm: Türkiye karşıtı ittifaklar ve EastMed projesi



Doğu Akdeniz’de 2012’den bugüne kadar yaşanılan gelişmeleri işliyor. Ağırlıklı olarak karşımızda kurulan ve Türkiye’yi bölgeden tecrit etmeye çalışılan zirveler konu edilmiştir. Bulunan doğalgaz rezervleri sonrası, bu kaynakların paylaşılması ve güvenli bir şekilde Avrupa’ya aktarılması konuları ve bunların çalışmaları anlatılmıştır. Bunlarla birlikte Türkiye karşıtı oluşturulan çok taraflı ilişkilerin askerî ve savunma boyutları konu edilmiştir. EastMed projesi de bu bölümde incelenen girişimlerden biridir. Yaklaşık 1900 kilometre uzunluğundaki EastMed boru hattı, İsrail açıklarından çıkartılacak doğal gazın 2025 yılından itibaren Avrupa’ya ulaştırılmasını hedefliyor.  Bu hat İsrail- GKRY- Girit-Yunanistan- İtalya üzerinden Avrupa’ya ulaşmayı hedefliyor ve Türkiye’yi bypass ediyor.
Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri sadece doğalgaz rezervlerine ulaşmak için bir mücadele olarak algılamak hatalı bir bakış şeklidir. Söz konusu olan egemenlik sahasıdır. Enerji kaynakları ikinci sıradadır. Alttaki haritada EastMed’in olası güzergâhı mevcuttur. Bu güzergâh Türkiye’nin kıta sahanlığından, Türk Mavi Vatan’ından geçmektedir.

East Med projesinin planlanan güzergahı.

Yine burada da hesaba katmadıkları bir şey daha vardır. O da bu kitapta üçüncü bölümde anlatılacak olan Libya ile yapılan anlaşma ve MEB ilanıdır. 
Türk Mavi Vatan’ının tescillenmesidir. BM nezdinde daha önceden deklare edilen koordinatların hayata geçmesidir. EastMed projesi ve Doğu Akdeniz’de 
hak iddia eden bütün devletlerin projeleri ölü doğmuştur.
Türk Mavi Vatanını ihlal eden EastMed projesi, Libya ile yapılan “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” anlaşması sonrası Türk Mavi Vatanına dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne muhtaç hale getirilerek diplomatik üstünlük sağlanmıştır.
Yapılan MEB anlaşması sonrası EastMed projesine ilişkin çalışmalar bıçak gibi kesilmiştir. Türkiye, 150.000 Km2 deniz yetki alanının gasp edilmesine izin vermemiştir.

Üçüncü Bölüm: Deniz Yetki Alanlarının sınırlandırılması ve MEB anlaşmaları
Bu bölümde, Libya ile Deniz Yetki Alanları Sınırlandırma Antlaşması’nın imzalanması ve süreçleri tek tek analiz edilmiş ve bu anlaşmaya giden yolun izleri sürülmüştür. Mevcut konjonktürde yapılması gerekenler, bu anlaşmanın gelecek nesiller için önemi anlatılmıştır. Libya ile yapılan anlaşma sonrası ise İsrail, Lübnan ve Mısır ile de MEB anlaşması yapılması salık verilmiştir. Çünkü bu devletler ile MEB anlaşması yapan GKRY, yaptığı anlaşmalarda hakkaniyet ilkesine aykırı davranmıştır. Şayet İsrail, Lübnan ve Mısır; GKRY ile değil de bizimle bir MEB anlaşması imzalayacak olsa kazanacakları deniz yetki alanları daha da artacaktır. Bunun ilgili devletlerin halklarına anlatılması gerektiği belirtilmiştir.
Kitapta değinilen konular haricinde ise göze çarpan bir konu daha vardır. Türkiye’nin Ege’deki deniz alanlarına hiç bahsedilmemektedir. Bu kısım kitapta eksikliğini göstermiştir. Tümamiral Cihat Yaycı’dan bir sonraki kitabında bu konulara da değinmesini beklemekteyiz.

Türk Mavi Vatanı


Devletlerin, ayakta kalması için milletleri ile bir ve bütün olması gerekir. İçeride milletine dayanan dış politika amacına ulaşır. Bu yüzden devletlerin politika yapıcıları, milletlerinin karşı çıkacağı bir hedef koyamazlar. Koydukları takdirde, devlet büyük riske girecektir. Bu yüzden her politika, her harekât milletin desteğini almak zorundadır. Millet kenetlendiği zaman devletler şaha kalkarlar. Bu yüzden Doğu Akdeniz’deki çıkarlarımız ve egemenlik alanlarımızı doktrinleştiren ve bunu Mavi Vatan olarak isimleştirerek halka mâl edenlere teşekkürler ederiz. Ancak bir de teklifimiz var; Bu vatanın sahibi Türk Milletidir dolayısıyla adı Türk Mavi Vatanı olarak kullanılmalıdır.

Türk Mavi Vatan’ı devredilemez, vazgeçilemez… Denizlerdeki vatanımızın karadan hiçbir farkı yoktur. Bu farkındalığın oluşmasında kilometre taşı olan bu kitabın okunması oldukça önemlidir.

Ancak kitapta değinilen konular haricinde Ege’deki adalarımıza ve deniz yetki alanlarına hiç değinilmemesi çok göze çarpmaktadır. Bu konunun eksikliği derhal fark edilmektedir. Tümamiral Cihat Yaycı’dan bir sonraki kitabında bu konulara da değinmesini beklenir. Aksi takdirde Ege Adalarının olmadığı bir Doğu Akdeniz stratejisi hedeflenen başarıyı sağlayamaz.
Okumanızı ve çevrenizdekilere de okutmanızı tavsiye ederiz.
***

21 Kasım 2019 Perşembe

PKK Terör Örgütü İle Mücadele Neden Bu Kadar Uzadı?

PKK Terör Örgütü İle Mücadele Neden Bu Kadar Uzadı?


Yazan  Ergüder Toptaş 
26 Ekim 2015


PKK terör örgütü ile yürütülen uzatılmış mücadelenin tarihine kısaca göz atıldığında hemen hemen her kesimden insanların çok farklı yaklaşımlarının olması pek tabiidir. 
Mücadelenin uzamasını ve neticelendirilmemesini daha çok iç nedenlere bağlayanlar olduğu gibi, dış sebeplerle açıklamaya çalışanların sayısı da az değildir. 
Olgulara yol açan nedenlerin hem iç hem de dış kaynaklı olduğu hususunu kavrayarak bilimsel bir yaklaşım ihtiyacını dile getirenler olsa da, bunların sistem bütünlüğü içerisinde etkinleşememesi problemin müzmin bir illete dönüşmesinde önemli bir eksiklik teşkil etmiştir. 

Hangi seviyede ve zeminde olursa olsun yürütülecek mücadelenin örgütlenme ve düşünce üstünlüğüne dayalı olarak planlanması ve başlatılması vazgeçilmez 
bir zorunluluktur.  Bu temel görevde hiç kuşku götürmez bir şekilde politikanın sorumluluğundadır.

 Mücadelenin politikanın yönlendirdiği hedeflere kabul edilebilir maliyetle ulaşılmasında güçlü ve etkili stratejinin gerekliliği esastır. Hem örgütlenmede hem düşüncede hem de strateji kurmada insanın varlığına, asli ve açık etkisine özel bir anlam yüklenmelidir. Neticede, sistemleri kuranlar da kuralları koyanlar da çalıştıranlar da insanlardır. Nasıl ki nitelik yönünden zayıf insanlarla mükemmel sistemlerin yürümeyeceği ve etkinleşemeyeceği yalın bir gerçekse, nitelikli insanların da güçsüz sistemlerde eriyip yok olup gittikleri de bir o kadar gerçektir. Sistemler mücadelede kurulan stratejilerin araçlarıdır. Stratejide farkı yaratan da insanların niteliği ve onların sistemler içindeki etkinliğidir.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri bekasına ve toprak bütünlüğüne karşı en büyük meydan okuma PKK melanetinden gelmiştir, bu tehdidin varlığı bugün de tüm boyutlarıyla güçlenerek ve de derinleşerek devam etmektedir. Yarınlarda daha da ölümcül etkilerle birlikte tüm hayati fonksiyonlarımızı tehdit etmeye ve 
hatta yok etmeye cüret edebileceği bir sır değildir. PKK terör örgütü nitelikleri itibarıyla Türkiye için hem iç hem de dış tehdittir. Terörle mücadelenin tarihine 
bakıldığında, bu anlamda bir yaklaşımı esas alarak mücadelenin yürütülmediğini görmek mümkündür. Genellikle bir iç tehdit olarak değerlendirilmiş, tedbirlerde 
büyük ölçüde askerî boyutta kalmış olmasına rağmen etkinliği diğer güç unsurları üzerinde sinerji de yaratamamıştır. 
Bu durumun sürüncemede kalmasında ana etken teşhisteki temel yanlışlıktır. Terör örgütü ile mücadelenin askerî bir konu olduğu kolaycılığına ve basitliğine kaçarak iş zamana bırakılmıştır. 

Kendi problemlerini Batılı kavramlarla çözmeye kalkan sivil-asker entelektüellerin, stratejik yetersizliklerine kılıf olarak, “ Terörle mücadele uzun soluklu bir iştir ” yalanı, günü kurtarmaya yönelik basit ve kişisel çıkarları koruma amaçlı bir önerme olarak yıllarca kullanılmıştır. Hâlâ da tedavülde tutulması düşündürücüdür.

PKK Terör örgütü ile mücadelenin öncelikli olarak askerî bir mesele olarak görülmesi bile Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konudaki strateji eksikliğinin veya zayıflığının bir göstergesidir. Eğer ki, bu konuda kalibresi yüksek stratejiler olmuş olsaydı, güçlü stratejilerdeki temel yöntem olarak, millî güç unsurlarının bir bütün olarak koordineli bir şekilde hemen devreye sokulmasını sağlardı. Ne yazık ki, bu mücadelenin doğasının vazgeçilmez gerekliliği olan bu talep karşılanamadı. 

Askerî güçle sonuç olma girişimi defalarca denenerek, farklı ve ucuz beklentilerle çok zaman ve kaynak kaybedildi. Ancak bu mücadeledeki dikkat çekici paradoks; siyasi iktidarlar tarafından askerî gücün gelişimi konusunda alınması gereken tedbirlerin yeterince ve zamanında yerine getirilmemesine rağmen, elde edilen başarıdaki gıpta edici parlaklıktır. Bu neticede, Türk askerî kültüründen kaynaklanan çok etkili kuvvet çarpanları ile Türk milletinin ordusuna duyduğu sevgi ve güven duygusunun ayrıcalıklı bir yeri vardır. Hem bu husus hem de politikanın, ordunun maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılaması konuları müteakip yazılarda farklı bir bakış açısıyla ele alınacaktır.

PKK terör örgütü aynı zamanda bir dış tehdittir. Kurulduğu o meşum günden beri, yürüttüğü kanlı ve kirli mücadele çoğu zaman sanıldığı gibi yalnızca 
Türk güvenlik güçleri ile PKK arasında politik-askerî bir karşılıklı meydan okuma değil, Türkiye, İran, Suriye ve bir ölçüde Irak’ın da müdahil olduğu bir çatışmadır. 

    Ayrıca, terör örgütünün arkasında uluslararası daha büyük bir sistemin olduğu; ABD’den Rusya’ya, Avrupa’dan İsrail’e kadar birçok istihbarat örgütleri ile farklı özel kuvvetlerin kontrolünde bir pazarlık ve çıkar aracı olarak kullanıldı ğı gün gibi ortadadır. PKK, bütün bu karmaşık ve kirli ilişkiler yumağının bir sonucu olarak Türkiye’ye karşı vekâleten savaş yürüten taşeron ve kompleks bir yapılanmadır. Bu durum, tartışılmasına bile gerek duyulmayacak temel bir gerçeklik olmasına rağmen, görmezden gelinerek, uluslararasındaki çatışmaların mantığı ve doğası hiçe sayılarak ütopik yöntemlerle sonuç alınmaya çalışılmıştır. 
    Bu konuda yaklaşık dört yıldır yürütülen Suriye politikası neticesinde, PKK terör örgütünün uluslararası aktörlük rolünün dolaylı da olsa gelişimi ve diğer 
kazanımları bir bütün olarak değerlendirildiğinde, neredeyse otuz yıldır mücadele edilen örgütü tanıma konusunda inanılmaz hatalara düşüldüğü görülmektedir.

Türkiye’nin bu zorlu, maliyetli ve de her yönden tahripkârlığı yüksek mücadelesinde; PKK’nın askerî anlamda ezilmesi, siyaseten de kontrol altına alınması ve gündemden düşürülmesi fırsatı birçok kereler yakalanmış olmasına rağmen, kalıcı ve kapsayıcı çözüm yollarının açılamamasının en önemli nedeni sorunun kurumsal olarak ele alınamamasıdır. Bu kısır döngüden çıkışta devletin tekrar örgütlenmesi ve kurumların nitelikli adamlarla ayağa kaldırılması, atılması gereken ilk adımdır. 

Bunu gerçekleştirmeden oluşturulan stratejilerin, askerî gücü dünyanın en büyüğü haline getirmenin ve de sonu gelmez paketler ve süreçler başlatmanın hiçbir kıymeti yoktur.    

https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/pkk-teror-orgutu-ile-mucadele-neden-bu-kadar-uzadi


***

7 Nisan 2017 Cuma

HAZAR BÖLGESİNDE TEHLİKELİ OYUNLAR VE TÜRKİYE BÖLÜM 2


HAZAR BÖLGESİNDE TEHLİKELİ OYUNLAR VE TÜRKİYE BÖLÜM 2



5) Türkiye”nin Kafkasya ve Orta Asya Politikası:

Sovyetlerin ani dağılışıyla birlikte dünyanın iki kutuplu yapısına dayalı yaşanan Soğuk Savaş döneminin sona ermesi, uluslararası ilişkiler ve ülkelerin jeopolitiği açısında küresel düzeyde bir deprem etkisi yapmış ve buna bağlı olarak da pek çok denge yeniden oluşmuştur. Yaşanan depremin fay hatları; Kafkaslardan, Orta Asya”dan, Balkanlardan ve bir ölçüde de Orta Doğu”dan geçiyordu. Dolayısıyla bu bölgelerle pek çok bakımdan göbek bağı bulunup, anılan bölgelerin tam ortasında yer alan Türkiye, depremden en çok etkilenen ülkelerden birisi oldu. Çünkü Türkiye, kendisini, asla hazırlıklı bulunmadığı genişlikte yepyeni fırsatlar, sorumluluklar ve riskler coğrafyasının merkezinde buluverdi. Bu gelişmeler, Türkiye”nin zaten yüksek olan jeopolitik öneminin en az ikiye katlandığı anlamını taşımaktaydı .

Türkiye, kuşkusuz Kafkasya ve Orta Asya ile en fazla ilgilenen devletlerden biridir. Bu bölgelerde çok sayıda devletlerin ortaya çıkması, Türkiye”nin dış politikasında köklü değişime neden olmuş ve cumhuriyetlere yönelik siyasi ve ekonomik genişlemenin yolları aranmaya çalışılmıştır. Çünkü Türkiye, Batı ile olan ilişkileri, coğrafi konumu itibari ile Kafkasya”ya ve Orta Asya”ya olan yakınlığı ve bölge devletleri ile olan ortak bağları ülkemizi bu duruma zorlamıştır.

SSCB”nin dağılması neticesinde Avrasya kavramı siyasi ve ekonomik bir jeopolitik gerçek olarak ortaya çıkmıştır. Bu yeni oluşum Türkiye”nin önünde yeni ufuklar açmış, yeni sorumlulukları da beraberinde getirmiştir. Bu çerçevede, Kafkasya ve Orta Asya cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarının pekiştirilmesi ve bu ülkelerin Batı kurumlarına üyelikleri, Türkiye”nin dış politikasının ana hedefleri arasında yerini almıştır. 

Kafkasya ve Orta Asya ülkeleri arasında kapsamlı bir işbirliği anlayışının gelişmesi, bölgesel barış ve istikrara da katkıda bulunacaktır. Bu çerçevede, Kafkasya ve Orta Asya ülkelerinin ekonomik kalkınmalarının özellikle kısa vadede hidrokarbon rezervlerinin işletilmesi ve Batı pazarlarına nakline bağlı olduğu düşünülmektedir. Bu durumun gerçekleşebilmesi için de, bölgede barış ve istikrar ortamının tesis edilmesi gerekmektedir. 

Belirtilen istikrar ortamının önemi yakın dönemde Türkiye cumhurbaşkanlarınca değişik ortamlarda şöyle dile getirilmiştir: “Biz bölgenin zengin petrol ve doğal gaz rezervlerini sadece enerji kaynağı olarak değil, aynı zamanda bir istikrar unsuru olarak da görmekteyiz. Avrupa Birliği”nin kurucuları nasıl ki kömürü barış ve istikrarın kaynağı olarak görmüşlerse, biz de petrol ve doğal gazın bölgemizde benzer bir rol oynayacağını öngörmekteyiz” .

Sovyetler Birliği”nin dağılışının ardından kurulan yeni Türk Cumhuriyetleri ile ortak etnik ve dil bağlarını paylaşan Türkiye, kendisini Avrasya”nın merkezindeki yeni bir Türk bloğunun potansiyel lideri olarak görmüştür. Orta Asya”ya köprü olarak Transkafkasya ve özellikle Azerbaycan, Türkiye”nin jeopolitik hedefleri için çok önemlidir. Ancak Türkiye”nin bölgedeki istikrarsızlıkla, özellikle Dağlık Karabağ çatışmasıyla ve aynı zamanda kendisinin dış politika hedeflerini gerçekleştirmenin önündeki potansiyel engeller olarak Rusya ve İran”ın faaliyetleriyle uğraşması gerekmiştir .

Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin Azerbaycan”da ve genel olarak Hazar Bölgesi devletlerinde en çok önem verdiği konulardan bir diğeri ise petrol konusudur. Son yıllarda Türkiye”nin bölgeye yönelik dış politikası, aslında, petrole ve Bakû-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı”na endekslenmiştir. Zira Türkiye”nin enerji ihtiyacının karşılanması konusunda karşılaştığı problemlerin yakın dönemlerde daha da derinleşmesi beklenmektedir. Gelecek on yılda Türkiye”nin enerji ihtiyacının yaklaşık iki kat daha artacağı tahmin edilmektedir .

Bölge ülkeleriyle tarihi ve kültürel bağları bulunan ve önemli bir jeopolitik konuma sahip Türkiye”nin, enerji zengini Hazar ve Orta Doğu bölgeleri ile Avrupa arasında bir köprü teşkil etmesi, ayrıca kendi ihtiyaçlarını da farklı kaynaklardan karşılaması hedeflenmiştir . Çünkü Türkiye”nin enerji gereksinimi esas olarak petrol, doğal gaz ve kömür gibi birincil enerji kaynaklarıyla karşılanmakta olup, özellikle petrol ve doğal gaz da ise tam bir dışa bağımlılık yaşanmaktadır. Geçmişte ve günümüzde yaşananlardan ders çıkarmak, merkezi ve stratejik bir planlama ile geleceği kurgulamak gerekmektedir.

Türkiye, enerji alanındaki ihtiyaçları ve bölgesel ekonomik büyümeye verdiği önem çerçevesinde, başta Hazar Bölgesi olmak üzere eski Sovyetler Birliği coğrafyasında bulunan enerji rezervlerinin geliştirilmesinde ve alternatif güzergâhlara yönelik çalışmalarda aktif rol üstlenmiştir. Ancak izlemiş olduğu politikalarda zaman zaman başarısızlıklar görülmüştür.

Türkiye, Orta Asya cumhuriyetleriyle ilişki kurmaya başladığı tarihten bu yana, stratejik bir karışıklık içinde bulunmaktadır. Türkiye, bazı politikalar gerçekleştirmede kararlı ve Orta Asya bölgesine ilişkin hedefinde de azimli ve tutarlı olmasına rağmen, bu hedefe ulaşmak için gereken araçlar hususunda daima yetersiz kalmıştır. Aslında, bu yetersiz politikanın nedeni, Türkiye”nin belirli bir işbirliği alanı tayin etmemiş ve çok geniş boyutlu işbirliği planları geliştirmiş olmasıdır. 1991 yılından bu yana Orta Asya devletleriyle ilişkilerde bu olumsuz gerçekle yüz yüze bulunmaktayız. Geçen on sene zarfında Türkiye, bölgede çok sayıda girişim başlatmış, ancak bunlar bir sonuca ulaşamamıştır. Bu güne dek Orta Asya cumhuriyetlerine verilen sözler tam anlamıyla tutulamamış, bu durum, Orta Asya cumhuriyetlerini Türkiye”yle ilgili hayal kırıklığına uğratmıştır . 

Bölgede nüfuz alanını genişletme isteğindeki çeşitli devletlerin varlığı da Türkiye ile bu cumhuriyetler arasındaki ilişkilerin düzeyini etkileyebilmektedir. Söz konusu güçlerin bu cumhuriyetlere kabul ettirmek istediği çeşitli politikalar nedeniyle Türkiye, bölgede kendi politikalarını bağımsız olarak yürütememektedir. 

Tarihsel süreç içerisinde gözlemlendiğinde, Türkiye-Rusya ekonomik ilişkilerini belirleyen temel etmenin siyaset olduğu ortaya çıkacaktır. 1991 sonrasında iki ülke arasında yaşanan kimi siyasi olayların Rusya ve Türkiye”nin ekonomik ilişkilerini aynı paralellikte etkilemesi bunun en somut kanıtıdır. 

1992 başlarında Türkiye, Rusya Federasyonu ile oldukça dostane ilişkiler başlatmıştır. Aynı yıl içinde iki ülke arasında üst düzeyde karşılıklı ziyaretler gerçekleştirilmiştir. İkili ilişkilerdeki bu sıcak hava Rusya”nın 1993 ortalarında uygulamaya koyduğu dış politika değişikliği ile yerini hafif bir gerginliğe bırakmıştır. Bu tarihten itibaren Rusya, Türkiye ile Orta Asya cumhuriyetleri arasındaki yakın ilişkiyi Türkiye”nin Orta Asya Bölgesi”nde etkinliğini artırmak için benimsediği bir taktik olarak algılamaya başlamıştır .

Bölgeyi kontrol etme girişimi geçmişte başarısız olan Londra”nın yerini alan Washington, tarihin rövanşını Rusya”dan almak için her yöntemi kullanıyor. Bugün ABD ile Kafkasya”da ittifaka girmeyi ulusal çıkarlarına uygun bulan Ankara ise tarihten ders alarak Moskova”yı dışlayıcı değil, bölgede uzun dönemli bir barış ve istikrarın oluşturulmasına katkıda bulunabilecek bölgesel güçlerden biri olduğunu göz önünde bulunduracak politikalar izlemenin kendi yararına olduğunu görmektedir .

Petrol anlaşmalarındaki payı çok düşük olan Türkiye, Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı güzergâhının gerçekleşmesi için büyük çabalar harcamıştır. Zira Türkiye, gerçekleşecek bu hattan önemli düzeyde siyasi ve ekonomik beklentileri vardır. Bu hat sayesinde Türkiye, petrol harcamalarını azaltmış olacaktır. Daha da önemlisi, Türkiye, enerji kaynaklarının dünya piyasalarına arz edildiği ihraç yolları üzerinde kontrol gücüne ulaşmış olacaktır. Bu da Türkiye”nin dünyadaki jeopolitik önemini daha da arttıracaktır. 

Gelinen noktada Türkiye”nin izleyeceği politika, daha çok Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı”nın ana petrol ihraç noktası olarak seçilmesidir. Zaten böyle de olmuştur. Boru hatları konusunda Türkiye”nin izleyeceği politika, Karadeniz”den geçecek petrol trafiğine engel olmak ve BTC seçeneğini hayata geçirmek yönünde olmuştur. Ayrıca Türkiye, Hazar”da bulunan zengin hidrokarbon yataklarından olabildiğince yüksek oranlarda paylar da almalıdır.

6) Türkiye”nin Enerji Politikası ve Bölgede Elde Ettiği Kazanımlar:

Milletlerin enerji konusundaki stratejilerini, üzerinde yaşadıkları coğrafyaları, kültür ve medeniyetlerini dokuyan tarihlerinin milli hafızaya kazıdığı var olma ve hükmetme duygu ve düşüncesi belirler. Söz konusu stratejilerin uygulanabilirliği, güçlü bir ekonomi ve buna dayanan etkin bir ordu gücüne ve o zaman dilimindeki uluslararası konjonktüre bağlıdır .

Türkiye”nin enerji alanındaki durumunu açıklamaya çalışırsak, Türkiye süratle gelişen ve enerji ihtiyacı hızla artan bir ülkedir. Ülkemiz artan enerji ihtiyacını karşılarken de tabiatıyla arz kaynaklarını çeşitlendirmek durumundadır. Türkiye, bir yandan yurt içinde enerji projelerine belli miktarda kaynaklar yaratırken bir yandan da, yurt dışından milyarlarca dolarlık enerji ithal etmek zorundadır. Bu nedenle, Türkiye”nin mevcut enerji politikaları ve dış politikasının temel amaçları arasında yer almaya başlayan enerji diplomasisi, en az siyasi ve ekonomik stratejileri kadar önemli olmalıdır.

Türkiye”nin enerji kullanım yapısı incelendiğinde petrol kullanımının dünya ortalamasına yakın olduğu, özellikle son yıllarda doğal gaz kullanımının çok fazla artması ile dünya ortalamasının üzerine çıktığı görülmektedir .

Türkiye”nin toplam ithalatının yaklaşık % 9”u ham petroldür. Bir ülkenin ekonomisinin petrole bağımlılığını ölçmekte bir kıstas olan bu oran, genel olarak artmaktadır. Ülke ekonomisinin petrole bağımlılığının bir diğer göstergesi, GSMH”den net petrol ithalatına ayrılan pay olarak kabul edilmektedir. Türkiye, milli gelirinin % 2”sinden biraz fazlasını net petrol ithalatı için harcamakta iken, ABD ve Japonya % 0,5”ini, petrole bağımlı ekonomiye örnek olarak gösterilen Güney Kore ise % 3,5”ini harcamaktadır . 

Türkiye”de, yerli petrol üretimi giderek azalmakta ve yurt içinde tüketilen petrolün yaklaşık % 90”ı ithal edilmektedir. Bu göstergeler, ülke ekonomisinin petrole bağımlılığının ortalamanın üzerinde ve artmakta olduğunu göstermektedir . Ayrıca, Türkiye”nin ham petrol talebinin 2005 yılı için 38,6 milyon ton, 2010 yılı için 44,6 milyon ton, 2020 yılı için 64,4 milyon ton olacağı tahmin edilmekte olup, aynı yıllar için doğal gaz talebinin de 46,4 milyar m3, 55,2 milyar m3 ve 82,7 milyar m3 olması beklenmektedir .

Konuya bir başka açıdan yani ulusal güvenlik açısından da bakacak olursak şunları söyleyebiliriz: Türkiye, birincil enerji tüketiminde yaklaşık % 40 oranında petrol, % 20 civarında gaz tüketmektedir. Tüketilen gazın tamamına yakını, petrolün ise % 91”i ithalatla karşılanmaktadır. Birincil enerji tüketiminde, dışa bağımlılığımız % 65 civarındadır ve bu oran hızla artma eğilimindedir. Özellikle doğal gaza bu yüksek oranda bağımlılığımızın da ötesinde, tek bir ülkeye de büyük oranda bağımlılığımız sözkonusudur. Ülkemiz, 2002 yılı itibariyle, ithal ettiği gazın yaklaşık % 67”sini tek bir kaynaktan (Rusya Federasyonu) temin etmektedir. Dolayısıyla, enerjide dışa bağımlılığımız, ekonomik güvenliğimizi ve ulusal güvenliğimizi tehdit edecek bir seyir izlemektedir . (Tablo 14) 

Enerji alanında bahsettiğimiz sıkıntıyı ortadan kaldırmak için TPAO son yıllarda ciddi hamleler yapmıştır. Yurt içinde petrol ve doğal gaz arama, sondaj ve üretim projelerine yönelik olarak 2003 yılında 71 milyon dolar, 2004”de ise 165 milyon dolarlık yatırım yapmıştır. Petrol üretiminde 10 yıldır devam eden üretimdeki düşüş trendi tersine çevrilmeye çalışılmıştır . 

TPAO, yurt içinde 30 bin varil/gün, Azerbaycan”da 11 bin varil/gün ve Kazakistan”da ise 9 bin varil/gün üretimle, ülke ekonomisine günde ortalama olarak 50 bin varil petrol üretimi ile katkıda bulunmaktadır. Ayrıca Azerbaycan”daki Azeri-Çıralı-Güneşli projesinden ülkemiz payına düşen yaklaşık 30 bin varil/gün ve 2009 yılında AÇG”nin tam kapasiteye ulaşması ile yaklaşık 80 bin varil/gün petrol Ceyhan”a ulaşıyor olacaktır . Bu gelişmeler de, Türkiye adına sevindirici güzel gelişmelerdir. Ancak bu başarıların yeterli olduğunu savunmak gerçekçi olmayacaktır.

Doğal gaz alanında ise Türkiye”deki arama faaliyetlerinde, 2003 yılı itibariyle, 34 sondaj başarı ile tamamlanarak bir önceki yıla göre % 50”lik bir artış görülmüştür. Üretim açısından ise % 30”luk bir artış tespit edilmiştir. 2004 yılı için 48 sondaj planlanmış olup, bu çalışmalarda, yüksek teknoloji kullanımına ve yabancı şirketler ile teknolojik işbirliğine gidilmesine karar verilmiştir .

Türkiye”nin enerji politikasını, Dışişleri Bakanlığı”nın yaklaşımına göre şu şekilde özetleyebiliriz: Batı ile olan ilişkileri, boğazlara sahip olması, coğrafi konumu itibari ile Kafkasya”ya olan yakınlığı ve bölge devletleri ile olan kültürel bağları vasıtası ile Türkiye, Hazar Havzası”nda Rusya”ya ve İran”a karşı bir alternatif olarak ön plana çıkmaktadır . Ayrıca, Türkiye”nin bölgedeki enerji stratejisi dışlayıcı değil, işbirliğine dayalı bir politikaya dayanmaktadır. Söz konusu işbirliği karşılıklı bağımlılık yaratarak bölgenin istikrarına, ülkelerin kalkınmalarına ve halkların refaha kavuşmasına imkân tanıyacaktır .

Çok boyutlu bir niteliğe sahip Türkiye”nin enerji stratejisini, uzmanlar, enerji kaynaklarını çeşitlendirmek ve enerji arzı güvenliğini sağlamak, bölgenin önde gelen tüketim ve transit terminali olmak, aynı zamanda Türk enerji piyasasının liberalizasyonu sürecini devam ettirmek şeklinde özetlemektedirler. Ancak Türkiye”nin enerji alanında izlemeye çalıştığı politikayı eleştiren uzmanların sayısı hiç de az değildir. Buna örnek verecek olursak, Ankara Üniversitesi”nin düzenlediği bir sempozyumda, Avrasya enerji kaynakları ve Türkiye konusunda konuşan, Enerji Uzmanı Necdet PAMİR şunları söylemiştir: "Türkiye, çok uzun yılardır sadece Avrasya coğrafyasına yönelik olarak değil, genel de çok yanlış tanımlayabileceğimiz bir enerji politikası uyguluyor. Çok sık değişiyor ama en önemli yanlışlardan bir tanesi, kendi ülke kaynaklarını tamamen yadsıyan, çok büyük oranda dışa bağımlı bir politika izlemektedir” .

Konunun uzmanı olan Sinan OGAN da Türkiye”nin bölgeye yönelik olarak izlediği politikaları yeterli bulmayarak şunları ifade etmiştir: “Türkiye”nin genelde enerji politikası ve özelde de Hazar Havzası”na yönelik politikaları yetersizdir. Türk dış politikası, son dönemde, Irak-Kıbrıs-AB üçgenine sıkışıp kalmıştır. Türkiye enerji nakil hatlarının geçiş noktasındadır. Hükümet, hadiseye sadece doğal gaz veya petrol temini politikası olarak bakmamalı, enerji konusunu, stratejik ve jeopolitik ve hatta jeoekonomik bakış açıları ile değerlendirmelidir

Öte yandan, Avrasya bölgesindeki yeni oluşumlara cevap verebilmek için “doğu-batı enerji koridoru” projesi geliştirilmiştir. Doğu-batı enerji koridoru projesi trans-Hazar ve trans-Kafkasya petrol ve doğal gaz boru hatlarının yapımına dayanmaktadır. Doğu-batı enerji koridorunun özünde, Kafkasya ve Orta Asya ülkelerinin enerji kaynaklarının Batı pazarlarına güvenli ve çeşitli güzergâhlardan ulaştırılması düşüncesi yatmaktadır . Ayrıca, Türkiye, doğu-batı enerji koridorunun yanı sıra kuzey-güney ekseni çerçevesindeki işbirliğine de önem atfetmektedir. Bu bağlamda, Samsun-Ceyhan projesi ve Mavi Akım-2 projesi ileri sürülmüştür.

Diğer taraftan, Türkiye”nin, Hazar Bölgesi”ndeki enerji ihalelerinden yeterli payı alamadığı ancak ilerleyen zamanlarda elde edilen payları artırıcı çeşitli tedbirler alması gerektiği görülmektedir. Çünkü durumu süper güçlerle kıyaslanamaz ama en azından, bölgeye ilişkin olarak, bölgede bulunan mevcut devletlerden daha fazla paylar alması kaçınılmazdır. Bunun gerçekleşmesi için bölge devletlerine göre daha fazla avantajları vardır. Yeter ki bu avantajlar akıllıca kullanılabilsin.

TPAO”nun Kazakistan”daki faaliyetleri, Kazakistan Milli Petrol Şirketi (% 51) ve TPAO (% 49) ortaklığında 1993”te kurulan Kazaktürkmunay Ltd. (KTM) tarafından yürütülmektedir. KTM, Batı Kazakistan”daki çalışmalarını sürdürmektedir. Aktau Bölgesi”nde günlük 2.500, Aktübinsk Bölgesi”nde ise 1.500 varil üretim yapılmaktadır. Şirketin Şubat 2003 sonu itibariyle birikimli petrol üretimi 1.064 bin ton, birikimli satışı 1.040 bin ton ve birikimli brüt geliri 133,1 milyon dolardırdır .

TPAO”ya, KTM”den bugüne kadar yatırım payı geri ödemesi olarak 59,8 milyon ABD doları transfer edilmiştir. Kazakistan”a 2000 yılından itibaren herhangi bir transfer gerçekleşmemiş olup, birikimli transfer 272,9 milyon dolardır. KTM Ltd.”in 2000 yılından itibaren yatırım ve işletme giderleri üretilen petrol gelirlerinden sağlanmaktadır .

Türkiye”nin, 2001 yılı itibariyle Hazar Bölgesi”nde, 26 Batılı dev şirket arasında beşinci sırada yer aldığı belirtilmektedir. Türkiye”nin bölgedeki hisseleri ise Tablo 5”de verilmiştir.


Tablo 5: Türkiye”nin Hazar Ülkelerindeki Enerji İhalelerinden Aldığı Paylar 

TPAO”nın elde ettiği ihalelerin yanında, bölge devletlerinde açılan ihalelerden, oralarda çalışan müteşebbislerimiz de paylar alabilmektedirler. Türk özel şirketlerinden biri olan TEKFEN, Kazakistan”da “Kashagan Petrol Arıtma Projesi”nin” genel taahhüt ihalesini kazanmıştır . Tefken”in de yer aldığı konsorsiyum, Fluor ve Bateman şirketlerinden oluşmaktadır. Konsorsiyumun kazandığı ihalenin miktarı 667 milyon dolardır. Tefken”in payı ise 291 milyon dolardır. 44 ayda tamamlanması hedeflenen proje sayesinde 7500 kişiye istihdam sağlanacaktır. Projede, Kashagan yataklarından çıkarılacak petrol; su, gaz ve kükürtten ayrıştırılacaktır . 

Ayrıca Türk özel petrol şirketi Petoil de Azerbaycan milli petrol şirketi SOCAR ile 1992 yılında, % 50 ortaklık bazında Azerpetoil Şirketi”ni kurmuştur. Şirket, 10 milyon ton üretilebilir rezervi olan Murovdağ petrol sahasında üretim çalışmaları yapmayı öngörmektedir . 

Elimizdeki bilgilerin ışığında, Türkiye”nin bölge devletleriyle yaptığı doğal gaz antlaşmaları da aşağıdaki tabloda verilmiştir : (Tablo 6)



Tablo 6: Türkiye'nin Hazar Bölgesi Devletleri İle Yaptığı Doğal Gaz Anlaşmaları 

Buraya kadar anlatılanlardan hareketle, Türkiye”nin Hazar Havzası”ndaki kazanımlarını yeterli bulmuyoruz. Çünkü Türkiye”nin mevcut avantajlarının çokluğu herkes tarafından bilinmektedir. Türkiye”nin elde edeceği kazanımların artırılabilmesi, doğru politikalar ve cesur adımlarla olacağı uzmanlar tarafından sıklıkla dile getirilmektedir.


Sonuç:

Sovyetler Birliği”nin dağılması ve eski Sovyet toprakları üzerinde on beş yeni bağımsız devletin ortaya çıkması, Avrasya”nın siyasi coğrafyasını büyük ölçüde değiştirmiştir. Bu değişimden en çok etkilenen bölge ise Hazar Bölgesi olmuştur.

Hazar”daki rekabet, nitelik itibariyle bir statü ve zengin kaynakların paylaşımı tartışmaları şeklinde yansısa da, aslında sadece bir statü ve paylaşım kavgasından ibaret değildir. Sorunun temelinde yatan ana sebep bölgede “jeopolitik üstünlük” uğrunda yapılan mücadeledir.

Petrol ve doğal gaz kaynakları açısından dışa bağımlı bir ülke olan Türkiye”nin üç tarafı da bu enerji kaynakları açısından zengin ve ihracatçı ülkeler ile çevrili durumdadır. Aynı zamanda Türkiye, ithalatçı ülkelerle de çevrilidir. Dolayısıyla Türkiye, üretici ülkelerle tüketici ülkelerin tam ortasında bulunan doğal bir enerji köprüsü konumundadır.

Türkiye”nin özellikle enerji konusundaki jeoekonomik ve jeostratejik konumu; Türkiye”nin elindeki önemli kozlardan birisi haline gelebilir. Son yıllarda, Türkiye”nin Rusya ile son yıllarda enerji alanında geliştirdiği ilişkiler, onu, Rusya için de vazgeçilmez ülkelerden birisi haline getirmektedir.

Özetle söylemek gerekirse, Hazar Bölgesi, ülkemizi öylesine ilgilendirmektedir ki burada oynayan her taşın oynama sebebini bilmek mecburiyetindeyiz. Bilmeliyiz ki bizim açımızdan bir sorun çıkacak ise önceden önlem alabilelim ve yapılması gereken bir karşı taktik varsa geç kalmadan uygulayabilelim.


KAYNAKÇA

-AKYOL, Kürşat: “Petrol Oyunundaki Kırmızı Şapkalı Kız”, http://www.tusiad.org.tr/yayin/gorus, 12.06.2004

-ARAS, Bülent: “Türkiye ve Hazar Denizi Bölgesi Zenginlikleri”, Jeoekonomi Dergisi, Yaz-Sonbahar–99, s. 37-42

-ARAS, Osman Nuri: “Azerbaycan”ın Hazar Ekonomisi ve Stratejisi”, Der Yayınları, İstanbul, 2000, s. 214

-ARSLAN, Faruk: “Hazar”ın Kurtlar Vadisi: Petrol İmparatorluğundaki Güç Savaşları”, Karakutu Yayıncılık, İst., 2005, s. 3

-BIYIKOĞLU, Nadir: “Enerji, Doğalgaz ve Türkiye”nin Avrupa Enerji Güvenliğindeki Rolü”, 2023 Dergisi, Mart-2007, Sayı 71, s. 4-11

-BİNAY, Mehmet: “Orta Asya Ve Hazar Petrolleri Üzerinde Poker Oyunu: I. Bölüm”, http://www.turkiye.net, 20 Ekim 2003, s. 2

-BİLGİN, Mert: “Avrasya Enerji Savaşları”, IQ Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2005

-BOROMBAEVA, Elvira: “21. Yüzyılda Türkiye Üzerinden Dünya Pazarlarına Ulaştırılacak Hazar Petrol Boru Hatları Seçenekleri ve Türkiye”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, SBE, Ankara, 2002

-BP: Statistical Review of World Energy Haziran–2005

-DOYURAN, Sabri Zafer: “Hazar Havzası Enerji Kaynaklarının Türk Dış Politikasına Etkileri”, Yüksek Lisans Tezi, Kadir Has Üniversitesi, SBE, İstanbul, 2005

-ENGDAHL, F. William: “Savaşların Ardındaki Örtülü Niyet: Enerji” http://www.turksam.org/tr/yazilar, 26 Haziran 2006 

-GOULİEV, Rasul: “Petrol ve Politika”, (Çev. Fatma Feran), Ar Matbaası, İstanbul, 1997

-Harp Akademileri Komutanlığı: “Petro-Strateji”, HAK Yayınları, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 1996

-İŞLER, Ali: “Hazar Petrolleri ve Petrol Boru Hatları Sorunu”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, SBE, Ankara, 1999

-KALİASKAROVA, Zaure: “Hazar Denizi”nin Petrol ve Gaz Kaynakları Potansiyelinin Araştırılması”, Çev. Janar TEMİRBEKOVA, Asya-Avrupa Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Dergisi, Sayı 5, Nisan-2007, Ankara, s. 5-16 

-KARADAĞ, Raif: “Petrol Fırtınası”, Emre Yayınları, İstanbul, 2004

-KONA, Gamze Güngörmüş: “Türkiye-Orta Asya İşbirliği Stratejileri ve Gelecek Senaryoları”, IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2002

-METİN, Meftun: “Politik ve Bölgesel Güç HAZAR”, IQ Yayınları, İstanbul, 2004

-NESİPLİ, Nesip: “Doğu-Batı Ekseninde Azerbaycan”, Stratejik Analiz Dergisi, Cilt 2, Sayı 20, Aralık-2001, s. 102

-NEVRUZOV, Elçin: “Azerbaycan Petrollerinin Ekonomik ve Siyasal Açıdan Değerlendirilmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, SBE, İstanbul, 2003

-OGAN, Sinan: “Yeni Global Oyun ve Hazar”ın Statüsü”, http://www.turksam.org/tr, 14.02.2005

-OGAN, Sinan: “Hazar”da Tehlikeli Oyunlar: Statü Sorunu, Paylaşılamayan Kaynaklar ve Silahlanma Yarışı”, Avrasya Dosyası, Cilt 7, Sayı 2, Yaz-2001, s. 155

-PAMİR, Necdet: “Hazar Bölgesi”nde Enerji Politikaları: Avrupa”nın ve ABD”nin Konseptleri” Sempozyum Bildirisi, Ankara, 13–14 Kasım 2000

-PAMİR, A. Necdet: “Kafkaslar ve Hazar Havzası”ndaki Ülkelerin Enerji Kaynaklarının Türkiye”nin Enerji Güvenliğine Etkileri”, Türkiye”nin Çevresindeki Gelişmeler ve Türkiye”nin Güvenlik Politikalarına Etkileri Sempozyumu, Harp Akademileri, İstanbul, 2006

-PARLAR, Suat: “Barbarlığın Kaynağı PETROL”, Anka Yayınları, İstanbul, 2003

-SÖNMEZOĞLU, Faruk-ERAYDIN, Özlem: “Değişen Dünya ve Türkiye”, Bağlam Yayınları, İstanbul, 1995

-ÜŞÜMEZSOY, Şener: “Türk Süperetnosu, Dünya Sistemi ve Turan Petrolleri”, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Dergisi, Ocak-Şubat-Mart-2007, Sayı 1, s. 146-147

-YAVUZ, Celalettin: “Avrasya Jeopolitiğinde Merkez Kayması: Türklerin Enerji Kaynakları İçin Büyük Oyunlar”, 2023 Dergisi, Sayı 66, Ekim-2006, s.12-23

-YÜCE, Çağrı Kürşat: “Kafkasya ve Orta Asya Enerji Kaynakları Üzerinde Mücadele”, Ötüken Yayınları, İst., 2006

-YÜCE, Çağrı Kürşat: “1990 Sonrası Oynanan Yeni Büyük Oyun ve Hazar Havzası”nın Önemi”, Global Strateji Dergisi, Yaz-2006, Yıl 2, Sayı 6, Ankara, s.106-116

NOT: BU MAKALE, JEOPOLİTİK DERGİSİ NİN  HAZİRAN-2009 SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR.,


http://www.turansam.org/makale.php?id=1906


...

HAZAR BÖLGESİNDE TEHLİKELİ OYUNLAR VE TÜRKİYE BÖLÜM 1


HAZAR BÖLGESİNDE TEHLİKELİ OYUNLAR VE TÜRKİYE., BÖLÜM 1 


Çağrı Kürşat YÜCE

Tarih: 15.09.2010 

Sovyetler Birliği”nin dağılması, dünya üzerinde yeni ülkelerle beraber yeni mücadele alanlarını da ortaya çıkarmıştır. Hazar Havzası, Sovyetler sonrası ortaya çıkan yeni jeopolitik denklemde bölgesel ve uluslararası güçlerin en çok nüfuz mücadelesine giriştiği bölgelerin başında gelmektedir. Zira bu bölge zengin hidrokarbon kaynakları ile büyük enerji oyununun yeni coğrafi mekânı niteliğini almıştır. Hazar”daki bu “büyük oyun” içerisinde, Başta Rusya Federasyonu olmak üzere kıyıdaş devletlerin yanı sıra diğer uluslararası aktörler; ABD, AB, Çin, İran ve Türkiye de ciddi bir etkiye sahip olmaya çalışmaktadırlar. 

Türk Cumhuriyetleri”nin sahip oldukları enerji kaynakları, hem bölgedeki üretici ülkelerin ekonomisine hem de bu ülkeler ile dünya piyasaları arasında bir köprü vazifesi gören Türkiye”nin ekonomisine önemli katkılar sağlayacağı bilinmektedir.

Bu araştırmada, Hazar Bölgesi”nin hidrokarbon potansiyeli, bölgedeki enerji kaynaklarının yeryüzüne çıkarılması ve uluslararası pazarlara ulaştırılmasına ilişkin ülkeler ve şirketler arasında yaşanan gizli-açık rekabet ortaya konulmaya çalışılmıştır. Ayrıca bir türlü çözüme kavuşamayan Hazar”ın statü sorununa, Hazar çevresindeki silahlanma yarışına, SSCB”nin dağılmasıyla birlikte Türkiye”nin jeopolitik öneminin artmasına ve Türkiye”nin enerji koridoru olma hedefine değinilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Hazar Bölgesi, Türk Cumhuriyetleri, Enerji Kaynakları, Mücadele, Petrol ve Doğal Gaz

Giriş:

Soğuk Savaş”ın sona ermesi ile iki kutuplu ideolojik mücadele dönemi, yerini, ekonomik çıkar rekabetinin egemen olduğu, ilişkilerin ekonomik faktörler ile belirlendiği ve ülkelerin dış politikalarında ekonomik unsurların öne plana çıktığı bir uluslararası ilişkiler ortamına bırakmıştır. 

Hazar Bölgesi, çok çeşitli sebeplerden dolayı tarih boyunca önemini korumuş ve halen de önemini korumaktadır. Her zaman stratejik önemi bulunan bölge, bazen ticari açıdan bazen de askeri açıdan ön plana çıkmıştır. Günümüzde ise zengin petrol ve doğal gaz kaynakları nedeniyle dünya gündemine girmiş ve uzun yıllar da gündemden düşmeyecek gibi görünmektedir .

Ayrıca Hazar Havzası enerji kaynaklarının işletilmesi ve uluslararası piyasalara ulaştırılması konusunda güçlü devletler (ABD, Çin ve Rusya), bölgesel güçler (Türkiye ve İran) ve bölge ülkeleri (Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Gürcistan) arasında yaşanan rekabet sadece eski Sovyet sahasıyla ilgili gelişmeler içerisinde değil dünya politikası açısından da büyük öneme sahiptir. 

Sovyetler Birliği”nin dağılmasından bu yana geçen süre değerlendirildiğinde, bu rekabet sonucunda, Hazar Bölgesi”nde fiili olarak Kuzey-Güney mihveri (Bakü, Tiflis ve Ankara) ve Batı-Doğu mihveri (Moskova, Erivan ve Tahran) olmak üzere iki ayrı kutbun ortaya çıktığı görülmektedir. Daha önce “çıkar sahası” olarak tanımladığı Kafkasya ve Orta Asya”yı 1997”den itibaren “sorumluluk sahası” olarak ilan eden ABD ise küresel hâkimiyet planları doğrultusunda Kuzey-Güney mihverini desteklemektedir.

Araştırmanın asıl konusuna geçmeden önce Hazar Bölgesi petrol ve doğal gaz kaynaklarının geçmişine ve bölgedeki enerji potansiyellerine kısaca değinmeye çalışalım.

1) Hazar Havzası Enerji Kaynaklarına Kısa Tarihsel Bakış:

Hazar Bölgesi”ndeki petrol ve doğal gaz kaynaklarının keşfi ve bölge halkı tarafından kullanımının tarihçesi milattan önceki devirlere rastlasa da denizden petrol ilk defa XVI. yüzyılda çıkarılmıştır. Yani bölgedeki enerji kaynaklarının varlığı çağlar öncesinden beri bilinmekte ve kullanılmaktadır.

Azerbaycan tarihinde, başkent Bakû ile petrol ayrılmaz birer ikili olmuşlardır. Bakü”de 2600 yıldır insanların yanan suyun değerini bildikleri ve insan yaşamının olmadığı Hazar Bölgesi”nde elde edilen petrolle ateşler yakıldığı belirtilmektedir. Hatta petrol, Arapların kullandığı meşhur Rum ateşinin elementlerinden birisi idi. Petrol çıkarımına ilişkin ilk gerçekçi bilgiler, Bakû”nün yerleşik bulunduğu Abşeron Yarımadası”ndaki petrol çıkarımına ilişkin olarak 7. ve 8. yüzyıla kadar dayanmaktadır. Bu dönemde petrolün, çok ilkel ve doğal yollarla elde edildiği kaynaklarda belirtilmektedir .

Marco POLO, “Seyahatler” adlı kitabında, 1271–1273 tarihlerinde ziyaret ettiği Kuzey İran”ı anlatırken, neftin, Bakü”de o zamanın koşullarına göre ticarî olarak işletilmekte olduğundan bahsetmiş ve Bakü”deki bu ticaretin büyüklüğünden ne kadar etkilenmiş olduğunu kayda geçmiştir .

Bakü”de üretilen petrol, doğal olarak ticari gelişimi de beraberinde getirmiş ve doğudan batıya, kuzeyden güneye Bakü”nün çevresine kadar uzanmıştı. Büyük kaplarla yüklü deve kervanları, Bakü”de elde edilen petrolü uzun yıllar diğer ülkelere taşımışlar. Talebin artışı ile birlikte yeni petrol arama sahaları açılmış. O dönemde, kuyuların en eskileri elle kazılmıştır. 

Tarihi bilgilere göre, Abşeron”da 1594 yılında 35 metre derinliği olan birinci basit kuyu kazılmıştır. 1806 yılında Abşeron Yarımadası”nda 50 tane olan petrol kuyusu sayısı 1821 yılında 120 olmuştur. Artık 19. yüzyılın sonunda Bakü, dünya çapında siyah altın başkenti olarak yayılmış. Bu bölgede ilk petrol kuyusu 1847”de Bibi Eybat petrol bölgesinde, Rus mühendis Semenov tarafından sondajdanmıştır .

Azerbaycan sahillerinde petrolün aktif bir şekilde üretilmesi ve dünya piyasalarına sürülmesiyle XIX. yüzyılda Batılı petrolcülerinin akınına uğrayan bölge 1900”lü yılların başında tek başına dünya petrol üretiminin yarısını karşılamaktaydı. Hazar Denizi”nin Sovyetler Birliği”nin işgaline uğramasından sonra ilk petrol çıkarılması 1922”de Azerbaycan kıyılarında Bibi Heybet bölgesindeki İliç körfezinde yapıldı. Ancak Hazar”da asıl petrol macerası 7 Kasım 1949”da, Azerbaycan”ın “neft taşları” yatağının işletime açılmasıyla başladı . Yeni keşfedilen bu yataklarla Hazar”da en büyük üretici konumunda olan Azerbaycan, 1986 yılına kadar SSCB”nin denizden çıkardığı petrolün % 60”ını tek başına karşılamıştır .

Ayrıca Hazar”ın Azerbaycan sektörü ile Türkmenistan sektörü arasında yerleşen ve bugün iki ülke arasındaki en önemli sorun haline gelen Kepez/Serdar yatağını da 1959”da Azerbaycan jeologları keşfetmiş ancak, ilk petrol üretimi 1989”da yapılmıştır. Azerbaycan, Hazar Bölgesi”nde önemli altyapı ve nitelikli petrol mühendislerine sahip olması sebebiyle bu coğrafyada birbiri ardınca yeni yataklar keşfetmeye başladı .

Hazar”da kıyıdaş ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmaları ve bunu takiben her keşfedilen yeni yatak ile beraber statü ve paylaşım sorunu kıyıdaş ülkelerin gündeminde daha çok yer almaya başlamıştır. Son zamanlarda ise Rusya Federasyonu, İran, Kazakistan ve Türkmenistan”ın da kendi ulusal sektörlerinde petrol ve doğal gaz arama çalışmalarına hız verdikleri gözlenmektedir.

2) Hazar Havzası”nın Enerji Potansiyeli ve Önemi:

Hazar Havzası”nda yer alan Türk devletlerindeki enerji rezervleri ile ilgili tartışmalar hala sürmektedir. Değişik kaynaklarda farklı değerler ile karşılaşmamız mümkündür. Farklı değerlerin yanında, bazı araştırmacılar, bölgenin enerji potansiyelinin abartıldığını da ifade etmektedirler. Ancak bölgedeki arama çalışmalarının sürmesi ile enerji rezervlerinin sürekli değişeceği de unutulmamalıdır. 

Bölgedeki enerji potansiyelleri hakkında çok çeşitli referans kaynakları olmasına rağmen, bir fikir vermesi açısından, araştırmamızda güvenilir olan kaynaklara yer verilecektir. Bu kaynakların istatistikî verilerine genel olarak göz atacak olursak, karşımıza önemsenecek potansiyeller çıkacaktır. Şimdi bu kaynaklardan bazılarını vermeye çalışalım.

Uluslararası Enerji Ajansı”na göre, Orta Asya ve TransKafkasya”da yer alan Türk devletlerinin ispatlanmış petrol rezervleri 17–50 milyar varil arasındadır. Olası rezervler ise 186 milyar varildir (Tablo 1). Bu rakamlar, ABD Ulusal Güvenlik (eski) Danışmanları”ndan Rosemarie Forsythe”ın çalışmasında, olası ve ispatlanmış petrol rezervleri toplamı olarak belirttiği 200 milyar varil rakamı ile iyimser tahmin aralığında paralellik arz etmektedir .

2006 yılında Uluslararası Enerji Ajansı tarafından yayınlanan bölge ile ilgili rapora göre, Hazar Bölgesi”nde toplam (ispatlanmış+muhtemel) petrol rezervleri 200 milyar varilden fazladır (Tablo 1). Aynı kaynağa göre, Hazar Bölgesi”ndeki doğal gaz rezervlerinin toplam (ispatlanmış+muhtemel) 560 trilyon m3 civarında olduğu belirtilmektedir (Tablo 3). 




TABLO 1: Türk Cumhuriyetleri”nin İspatlanmış, Olası ve Toplam Petrol Rezervleri 

AIOC”nin ilk Başkanı Terrence (Terry) Adams ise, Azerbaycan ve Kazakistan”ın (Hazar civarındaki) ispatlanmış rezervler toplamını 27,5 milyar varil, olası rezervler toplamını, 40–60 milyar varil olarak belirtmektedir .

BP”nin 2005 yılı verilerine göre, Kazakistan”ın petrol rezervinin 39,6 milyar varil, Azerbaycan”ın petrol rezervlerinin 7 milyar varil olduğu; Kazakistan”ın doğal gaz rezervinin 3 trilyon m3, Türkmenistan”ın doğal gaz rezervinin 2,90 trilyon m3 ve Özbekistan”ın doğal gaz rezervinin ise 1,86 trilyon m3 olduğu göz önüne alınırsa, bölgenin cazibesinin boyutları kendiliğinde ortaya çıkacaktır (Tablo 2). 



TABLO 2: ABD Enerji Bakanlığı ve BP Verilerine Göre Türk Cumhuriyetleri”nin Petrol Rezervleri .




TABLO 3: Türk Cumhuriyetleri”nin İspatlanmış, Olası ve Toplam Doğal Gaz Rezervleri .

Ayrıca, dönemin ABD Başkanı Bill Clinton”un Hazar Havzası Enerji Danışmanı John Wolf, Washington”ın politikalarında etkin bir yeri olan Stratejik ve Uluslararası Etüdler Merkezi”nin (CSIS), Hazar Bölgesi için hazırladığı “olumsuz raporu” eleştirerek şunları söylemiştir: "Hazar, petrol zenginidir. Bu kurum (CSİS) geçtiğimiz yıllarda da aynı raporları yayımladı ve yanıldığı ortaya çıktı. Yeni bulunan Kuzey Kashagan petrol yataklarının büyüklüğü, bu iddiaları geçersiz kılmaya yeter” .

Aşağıdaki tabloda ABD Enerji Bakanlığı ve BP verilerine göre Türk Cumhuriyetleri”nin doğal gaz rezervleri verilmiştir (Tablo 4).




TABLO 4: ABD Enerji Bakanlığı ve BP Verilerine Göre Türk Cumhuriyetleri”nin Doğal Gaz Rezervleri .

NOT: Tcf (Trilyon Kübik Fit) Doğal Gaz Sektöründe Kullanılan Bir Birimdir. ( 1 m3 =35,31kübik fit )

Hazar”a kıyısı olan ülkelerinin sahip olduğu ham petrol rezervlerinin toplam 95,7 milyar ton olduğu hesaplanmıştır. Bu rezervlerin büyük bir kısmı Kazakistan (60 milyar ton) ve Türkmenistan”ın (16,5 milyar ton) payına düşmektedir. Rusya”nın payı 2,2–5 milyar ton iken, İran”ın payı 2 milyar ton civarındadır. Azerbaycan”ın payı ise 5–12 milyar ton kadardır .

Diğer bazı kaynaklarda ise Hazar Bölgesi”nde tahminen 40 milyar varil bir petrol rezervi vardır. Ancak önümüzdeki yıllarda sürdürülecek araştırmalar sonucunda keşfedilecek yeni enerji yatakları ile bu rakamın 100 ile 200 milyar varil civarında bir seviyeye çıkması beklenmektedir . Bölgede devletlerin petrol ve doğal gaz rezervlerinin büyük bir kısmı henüz geliştirilememiş ve hatta bölgenin önemli bir kısmında dahi rezerv tespiti halen yapılmamıştır.

Hazar Havzası”ndaki tahmini petrol rezervlerini, bazı ülkelerin zengin petrol rezervleri ile karşılaştıracak olursak önemli sonuçlara ulaşabiliriz. Şöyle ki, Hazar”daki petrol rezervi Irak”taki belirlenmiş petrol rezervinden 100 milyar varil daha fazladır. Dünyanın bilinen en büyük petrol yatağına sahip Suudi Arabistan”ın 261 milyar varillik petrol rezervinin üçte ikisi civarındadır . Ayrıca Hazar Bölgesi”nin kaynakları konusunda araştırmacılar tarafından telaffuz edilen en düşük rakam bile ABD topraklarındaki (22 milyar varil) ve Kuzey Denizi”ndeki (17 milyar varil) ispatlanmış petrol rezervlerinin büyüklüğü ile yarışabilir. Başka bir ifadeyle, Hazar”ın petrol rezervlerinin Basra Körfezi bölgesindeki rezervlerin dörtte birine eşdeğer olduğu bilinmektedir .

Kafkaslar ve Orta Asya”da bulunan zengin petrol yatakları, yukarıdaki rakamlara göre, bu gün için çok zaruri veya vazgeçilmez olmamakla birlikte, önümüzdeki yıllarda Kuzey Denizi ve Kuzey Amerika”da petrol üretiminin azalmaya başlaması ile birlikte dünya enerji dengesinde önemli bir yere oturacaktır. O zaman Hazar Bölgesi petrolleri dünya ekonomisi için gerçekten önemli bir yere sahip olacaktır. 

Yukarda da belirtilen bölgelerdeki enerjinin azalmasına veya bitmesine gerek kalmadan Hazar Havzası, uluslararası düzeyde bir imtiyaz mücadelesinin yaşandığı rekabet alanına dönüştü. Büyük enerji şirketleri ile dünyanın yükselen ekonomileri yanında bölge ülkeleri, enerjideki pastadan pay alabilmek için bölgeye hücum ederek, oynanan büyük ve karmaşık oyunda yerlerini aldılar. 

Ayrıca, Hazar Bölgesi”nin enerji kaynakları, bu bölgenin, 21. yüzyılda ikinci bir Basra Körfezi olabileceği düşüncesinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bunun nedeni, bölgedeki eski rezervlere ek olarak, zengin yeni hidrokarbon rezervlerinin keşfedilmesidir. Bazı kaynaklarda ise, bu bölgede bulunan enerji rezervlerinin dünyada üçüncü sırada yer alacak potansiyele sahip olduğu belirtilmektedir .

Hazar Denizi”nin büyük oranda keşfedilmemiş enerji rezervleri, uluslararası yatırımlara açılmış durumdadır. Ancak bölgedeki zengin enerji kaynakları, milyarlarca dolarlık geliştirme ve bunun ardından da taşıma yatırımlarının sonrasında gerçek anlamda bir değer ifade edecektir. Petrol araştırmaları ve analizi konusunda dünyanın en yetkin isimlerinden Daniel YERGİN”in hesaplarına göre, bölgedeki petrolün çıkartılması için 10 yılda yapılması gereken yatırım 50 milyar doların üzerindedir .

Bölgedeki mevcut yatırımların sürdürülmesi, kesintisiz ihraç olanaklarının sağlanması gibi varsayımların gerçekleşmesi halinde; Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan petrol üretimleri toplamının 2010 yılında 194 milyon tona, ihracatın ise 117 milyon tona ulaşması beklenmektedir . Başka bir kaynakta ise bu durum şu şekilde ifade edilmektedir. 2015 yılı itibariyle dünya petrol tüketimi 4 milyar ton olarak tahmin edilmektedir. 2015 yılı itibariyle Hazar Bölgesi”nden dünya piyasalarına her gün ortalama 4.12 milyon varil petrol arz edebileceği ve günlük üretim hacminin ise 4,7 milyon varil olabileceği öngörülmektedir. 

Batılı uzmanların görüşlerine göre 2015 yılında Hazar Denizi”nden üretilecek petrol miktarı, 1990”ların sonunda Kuzey Denizi”nden üretilen petrol miktarına ulaşacaktır. Dolayısıyla Hazar, gelecekte büyük petrol üretim merkezlerinden birisi olacaktır .

Doğal gaz üretimi açısından bakıldığında, söz konusu 4 ülkenin 2010 yılı üretimlerinin (iyimser senaryo) 201 milyar m3, ihraç potansiyellerinin ise 84 milyar m3 olduğu tahmin edilmektedir. Kötümser senaryoda 2010 yılı ihraç değeri 71,6 milyar m3”tür. 2020 yılı için iyimser senaryoda 120 milyar m3, kötümser senaryoda ise 115,9 milyar m3 ihraç potansiyeli öngörülmektedir .

Hazar”daki önemli potansiyel, gerek Avrupa”nın ve gerekse Türkiye”nin 2000”li yıllarda hızla artan enerji gereksinimini karşılamada, alternatif bir kaynak olarak ortaya çıkmaktadır.

3) Hazar Çevresinde Silahlanma Yarışı:

SSCB”nin dağılmasıyla birlikte Avrasya coğrafyasında çok büyük değişiklikler olmuştur. 1991”e kadar Sovyetler Birliği ile İran”ın kıyıdaş olduğu ve iki ülke arasında bir iç deniz olarak görülen Hazar Denizi de bu değişimden en fazla etkilenen bölgelerden biri olmuştur. Bağımsızlığını kazanan Sovyet cumhuriyetlerinden dördünün (Rusya Federasyonu, Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan) Hazar Denizi”ne sınırının bulunması nedeniyle Hazar”a kıyı ülkelerin sayısı beşe çıkmış ve bu beş ülke arasında Hazar”ın hukuki statüsünün belirlenmesi ve doğal kaynaklarının paylaşımı konusunda tartışmalar başlamıştır. 

Dolayısıyla Sovyetler Birliği”nin dağılmasıyla birlikte ortaya çıkan önemli sorunlardan biri de Hazar”ın statüsü meselesi olmuştur. Hazar”ın statüsü, Avrasya”daki zorlu mücadelede sonuca ulaşmak için kullanılan önemli araçlardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira Hazar”daki enerji yataklarının geleceği, “statü” sorununun çözümüyle yakından ilgilidir. Hazar”ın paylaşımı konusunda, taraflar arasındaki çıkar farklılığı ve uzlaşmazlık ise, 1990”lı yılların sonunda bölgede silahlanmanın artışını da beraberinde getirmiştir.

Hazar enerji kaynakları üzerinde hâkimiyet mücadelesi 90”lı yılların sonlarından itibaren yeni bir boyut kazanmıştır. Hazar”a kıyıdaş ülkeler ve komşuları arasında ciddi bir silahlanma yarışı göze çarpmaktadır. Tek taraflı politikalarından dolayı sürekli eleştirdiği ABD”nin, sadece ekonomik olarak değil, NATO çerçevesinde siyasi ve askeri olarak da bölgede etkinliğini artırmasından rahatsızlık duyan Rusya, Hazar donanmasını güçlendirirken, daha önce Hazar”da hiçbir deniz kuvveti bulunmayan Kazakistan ve Türkmenistan ise, deniz gücü oluşturmaktadır. 

2001 Temmuzunda, İran”ın savaş gemileri ve savaş uçakları kullanarak Azerbaycan”a ait iki petrol araştırma gemisini tartışmalı sulardan uzaklaştırmasından sonra Hazar Denizi”nde Azerbaycan”a ait sularda Amerikan deniz polisi devriye gezmektedir. 2002 yılından bu yana Azerbaycan, ABD ile birlikte ortak deniz tatbikatları düzenlemektedir. Hazar Denizi”nde yaşanan bu silahlanma yarışı bölgedeki güç dengesi politikalarına iyice netlik kazandırmıştır. 

4) Bölgede Sürdürülen Enerji Mücadelesi:





Dünyada 200”ün üzerinde devlet vardır. Ancak büyük çoğunluğunda enerji kaynakları ya hiç yoktur ya da yeterli değildir. Enerji kaynakları dünya üzerinde dengeli bir şekilde dağılmamıştır. Bu yüzden, enerjiyi tüketenlerle sahip olanlar arasındaki mücadele, geçmişte olduğu gibi bu gün de devam etmektedir. Bu sebeple zengin hidrokarbon yataklarına sahip bölgeler, dünyanın güçlü devletlerinin her zaman ilgisini çekmiştir. Dolayısıyla bu gibi enerji zengini yerler, güçlü devletler tarafından her zaman kontrol altına alınmak istenmiştir.

Geçen yüzyıl dünya devletleri arasında cereyan etmiş olan enerji mücadelesi, 21. yüzyılda daha geniş imkânlar ve daha ciddi metotlarla sürmektedir. Ayrıca yıllardır sürdürülen bu rekabetin tarafları ve yaşandığı alan genelde aynıydı. Fakat bu kez mücadelenin coğrafi alanı SSCB”nin dağılması ile birlikte genişlemiştir. Bu alanın genişlemesine sebep ise Kafkasya ve Orta Asya”dır.

Günümüzde alternatif hidrokarbon rezervlerinin aranması, dünyanın giderek artan nüfusu ve buna bağlı olarak artan enerji ihtiyacının karşılanması için bir zorunluluktur. Bu durumda, Hazar Bölgesi ülkeleri, zengin enerji kaynakları sebebiyle Batılı devletlerin ve enerji piyasasındaki dev şirketlerin dikkatini yönelttiği ülkeler olmuşlardır. Bölge ülkelerindeki enerji kaynaklarının dünya pazarlarına ulaştırılması için gerekli olan boru hatları üzerinde söz sahibi olabilmek ve bölgede etkinlik kazanabilmek adına, güçlü devletler ile uluslararası şirketler büyük bir rekabet içine girmişlerdir.

Birinci Dünya Savaşı içinde Irak petrollerinin önemi, İkinci Dünya Savaşı”nda Transkafkasya enerji kaynaklarının belirleyiciliği, günümüzde ise Kafkasya ve Orta Asya bölgelerindeki enerji kaynaklarının arz ettiği önem, günümüzde sürdürülen enerji mücadelesinin önemi ve boyutu hakkında bizlere bazı fikirler vermektedir.

Tarih boyunca enerji kaynaklarına hakim olan, dünyaya da hakim olmuştur. 21. Yüzyılda da durum farklı değildir. Zaten yukarda belirtildiği gibi, Orta Doğu”da yıllardır süren soğuk ve sıcak savaşların temelinde, enerji kaynaklarına ve enerji nakil hatlarına hakim olma mücadelesinin olduğu herkesçe bilinmektedir. Ayrıca ABD”yi küresel güç yapan, enerji kaynaklarına hükmetmesidir. Diğer süper güçlerin ABD”yi yakalayamamasının nedeni de, enerji kaynaklarına yeterince sahip olamayışlarıdır.

Dünya enerji kaynaklarının çoğunluğu Basra ve Hazar havzalarında toplandığından, ülkelerin enerji politikaları da Hazar Havzası-Basra Körfezi ekseninde şekillenmektedir. Başka bir ifadeyle, küresel güçlerin enerji alanındaki mücadeleleri-stratejileri, yeni “kalbgâh” Basra Körfezi”ni ve Hazar Havzası”nı kapsayan bir coğrafya üzerinde yoğunlaşmaktadır. Mckinder”in ünlü “Kara Egemenliği”ni öngören jeopolitik teorisi günümüzde, petrol ve doğal gaza kayan bir enerji hammaddesi değişimine uğramıştır .

Artık çağımızda; “Kalbgâha hâkim olan, dünya enerji kaynaklarına hâkim olur. Enerji kaynaklarına hâkim olan, dünyayı kontrol eder” görüşü kabul görmüş durumdadır. Bu görüşü; “Avrasya enerji kaynaklarına hakim olan, dünyaya hakim olur” şeklinde özetlememiz mümkündür. Ayrıca, Hazar Havzası enerji kaynakları ile yakından ilgilenen ABD”li yazar Garald ROBİNS ise “İpek boru hatlarını kontrol edenin dünyayı da kontrol edeceği” tespitinde bulunmuştur.

Bu bağlamda, 21. Yüzyılda Hazar Bölgesi enerji kaynaklarının önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Şener ÜŞÜMEZSOY hocanın “Turan Petrolleri” olarak adlandırdığı ve giderek önemi artan Hazar Havzası enerji kaynakları, 21. Yüzyılın süper gücünün kim olacağını da belirleyecektir. 

1991 yılında SSCB”nin dağılmasıyla Kafkasya ve Orta Asya bölgelerinde ortaya çıkan güç boşluğunu, bölgesel ve uluslararası güçler doldurmaya çalışmışlardır. Bunun temelinde ise jeopolitik, ekonomik ve askeri nedenler bulunmaktadır. 

Hazar Havzası, nüfuz mücadelesinin en sert geçtiği bölgelerin başında gelmektedir. SSCB”nin dağılmasından sonra, Rusya, Çin ve ABD gibi büyük güçler, komşu ülkeler olan İran, Pakistan, Türkiye ve ayrıca bazı petrol şirketleri Hazar Bölgesi”nde büyük bir rekabet içine girmişlerdir.

Bölgede sürdürülen enerji mücadelesinin üç boyutu bulunmaktadır. Bunlar: Enerji yataklarından devletlerin ve şirketlerin pay kapma yarışı, üretilecek enerjinin pazarlara hangi güzergâhlardan taşınacağı ve nakil hatlarının inşasını hangi firmaların üstleneceği şeklindedir.

Hazar”da sürdürülen acımasız mücadele, hidrokarbonların dünya için önemini bir kez daha bizlere ispatlamıştır. Bölgedeki enerji mücadelesinin iç dinamikleri çok karmaşıktır. Zira rekabet çok yönlü ekonomik ve siyasi hesapları içinde barındırmaktadır.

Hazar Havzası”ndaki Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve diğer bölge ülkelerinin petrol ve doğal gaz kaynaklarını ele geçirmek, boru hatlarını kontrol etmek için; başta ABD ile Rusya olmak üzere, Çin, AB, İran ve Türkiye arasında büyük bir rekabet sürmektedir. Dünyanın seçkin ekonomi dergilerinde ve gazetelerinde, Hazar Bölgesi”nde bulunan yabancı şirketlerin mücadeleleri konusunda her gün onlarca haber yayınlanmaktadır.

XIX. yüzyıl boyunca Rusya ile İngiltere arasında ve XX. Yüzyılın ilk çeyreğinde Almanya”nın da katılımıyla Hazar çevresinde yaşanan hâkimiyet kurma mücadelesi “Büyük Oyun” olarak adlandırılmıştı. Bu mücadeleden “Sovyet” elbisesine bürünen Rus İmparatorluğu galip çıktı. 

Ancak aradan 70 yıl kadar bir süre geçtikten sonra Sovyetler Birliği dağılınca tüm eski Sovyet sahasında olduğu gibi Hazar Bölgesi”nde de geçici bir güç boşluğu ortaya çıktı. Özellikle Hazar Havzası”nda bulunan zengin kaynaklar söz konusu olunca ABD, Avrupalı güçler, Türkiye ve İran gibi ülkeler bölgede kendilerine yer edinmeye giriştiler. İmparatorluk kamburundan kurtulan Rusya ise, milli çıkarları doğrultusunda Kafkasya ve Orta Asya”daki eski varlığını korumaya çalıştı. 

Dağlık Karabağ sorunu nedeniyle Ermenistan ile savaşan Azerbaycan”ın, bu savaşta konumunu güçlendirmek için Hazar petrollerinin işletilmesi ve pazarlanması konusunda uluslararası petrol şirketleriyle imzalamaya çalıştığı konsorsiyum anlaşması “Yeni Büyük Oyun”u ateşleyen en önemli olay oldu. 
Bu nitelikte bir anlaşmayı görüşmek üzere Londra”ya gitmek üzereyken Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ebulfeyz ELÇİBEY, arkasında Rusya”nın olduğu bir darbe sonucu devrildi. Elçibey”den sonra Azerbaycan”da iktidara gelen Haydar ALİYEV”in aynı doğrultuda girişimlerde bulunması üzerine Rus Dışişleri, bu defa Azerbaycan”ı muhatap dahi görmeden Nisan 1994”de doğrudan İngiltere”ye bir nota göndererek, “Hazar”da Rusya”nın onayı olmadan yapılacak bir anlaşmanın geçerli olmayacağı” konusunda tarafları uyardı. Ayrıca 21 Haziran 1994”de, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Boris YELTSİN bir kararname yayınlayarak, Azerbaycan”ı “Hazar”da Rusya”nın çıkarlarının göz ardı edilmesi durumunda her türlü yaptırımın uygulanacağı” şeklinde açıkça tehdit etti. 

Rusya”nın tüm engellemelerine rağmen Azerbaycan”ın 20 Eylül 1994”de, Hazar Denizi”nde kendisine ait olan Güneşli, Çirağ ve Azeri yataklarının işletilmesine ilişkin uluslararası petrol şirketleriyle “Asrın Mukavelesi” olarak adlandırılan anlaşmayı imzalaması bölgedeki güç mücadelesini iyice alevlendirdi. 

Enerji kaynakları üzerindeki mücadele, dünyanın kaderinde belirleyici bir faktördür. Zira Raif KARADAĞ”ın “Petrol Fırtınası” adlı kitabında anlattığı acımasızca süren enerji mücadelesi, 21. yy. da daha geniş imkânlar ve daha ciddi metotlar ile devam etmektedir. Ayrıca bölge devletlerinde var olan enerji için verilen mücadele, bilinen rezervlerden ziyade, bilinmeyen rezervler üzerinde dönmektedir. Çünkü ispatlanan enerji potansiyelinin yanında keşfedilmeyi bekleyen tahmini rezervler gerçekten de iştah kabartıcı olarak düşünülmektedir. 

Özetle, Hazar Bölgesi”nde sürdürülen enerji mücadelesini; jeopolitik, ekonomik ve güvenlik unsurlarının yer aldığı çok yönlü bir oyuna benzetmemiz mümkündür. Nitekim bu oyunun adı “Yeni Büyük Oyun” olarak adlandırılmaktadır.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***