Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler BÖLÜM 9
Suriye’de Kriz ve Uluslararası Hukuk
Doç. Dr. Cenap ÇAKMAK
Suriye’de merkezi yönetime karşı başlayan isyanın üzerinden bir yıldan fazla
bir zaman geçmesine rağmen ülkede çatışma durumunu sona erdirecek bir
çözüm henüz ufukta görünmüyor. Esed rejimi katliam yapmak ve isyancılara
karşı aşırı güç kullanmakla suçlanırken gerek uluslararası toplum ve gerekse
de konu ile yakından ilgilenmesi beklenen İslam dünyası veya bölge
ülkeleri sorunu ve ihtilafı sonlandıracak bir yol haritası çizemiyor. İçinde
askeri seçeneklerin de dahil olduğu uç öneriler veya zorlayıcı önlemler ise
şimdiye değin siyasi öncelik ve hesaplar nedeniyle de masa dışında tutuldu.
Bu süreçte ise uluslararası hukukun kriz konusunda ne gibi önerilerinin veya
çözümlerinin olabileceği tartışıldı.
< Esed rejimi katliam yapmak ve isyancılara karşı aşırı güç kullanmakla
suçlanırken gerek uluslararası toplum ve gerekse de konu ile yakından
ilgilenmesi beklenen İslam dünyası veya bölge ülkeleri sorunu ve ihtilafı
sonlandıracak bir yol haritası çizemiyor. SDE Analiz >
Kimilerine göre uluslararası hukukun ilgili mekanizma ve kuralları
Suriye’deki insanlık dramına müdahale etmek ve Esed rejimine karşı etkili
önlemler almak için elverişli iken kimilerine göre ise uluslararası hukuk
kuvvet kullanmayı öngören çözümleri dışlayıcı bir işlev görüyor. Bu görüşe
göre, zorlayıcı önlemlerde ısrar etmek uluslararası hukuku kötüye kullanmak
anlamına geleceği gibi meşru bir dayanak ve zeminden de mahrumiyete
de işaret ediyor. Büyük ölçüde hangi siyasi tutumun benimsendiğine bağlı
olarak farklı bir rol atfedilen uluslararası hukuk bu yönüyle bakıldığında
ilginç bir ikilem sunuyor. Bir yönüyle siyasi kaygılardan bağımsız normatif
bir çerçeve sunması beklenen uluslararası hukuk kurum ve mekanizmaları,
bir taraftan da aslında sahici ve kalıcı çözümler için siyasi realiteleri de
dikkate almak zorunda kalıyor.
Bu açıdan bakıldığında aslında Suriye ilginç bir örnek teşkil ediyor. Bir
taraftan Suriye’ye yönelik etkin tedbirler alınmasını isteyenler uluslararası
hukuka atıfta bulunurken, bir taraftan da Suriye’deki rejime karşı eylemsizliği
savunanlar da bunun uluslararası hukukun bir gereği olduğunu ifade ediyor.
< İnsancıl hukukun en önemli kaynağı olan Cenevre Sözleşmeleri’nin
ortak üçüncü maddesi “uluslar arası nitelikli olmayan silahlı çatışma” (armed
conflict not of an international character) durumunda da devletin sorumlu
olduğu bazı noktaların altını çiziyor. SDE Analiz >
Buna ilave olarak, durum ne olursa olsun, uluslararası hukuk şu
veya bu şekilde siyasi gidişatı ve konjonktürü dikkate almak zorunda. Diğer
bir ifadeyle, bir yönüyle uluslararası hukuk mekanizmalarının devreye
girmesini ve dikkate alınmasını siyasi tercihler ve gelişmeler belirleyebiliyor.
Uluslararası hukukun uluslararası politika ile bu yakından ilişkisini
netleştirdikten sonra Suriye örneğinde uluslararası hukukun imkânlarının
anlaşılması biraz daha kolaylaşabilir.
Bu noktada ama Suriye’deki kriz ile ilgili olarak uygulanabilecek hukukun
tespit edilmesi önem kazanıyor. Krizde işlenen bireysel suçlar ile ilgili
sorumluluk ve buna bağlı olarak yapılacak kovuşturmalar mesela uluslararası
ceza hukukunun konusu iken Suriye devletinin veya merkezi hükümetinin
sorumlu tutulabilmesi veya işlenen kitlesel suçlara yönelik etkin tedbirler
alınabilmesi genel uluslararası hukukun ilgi alanına giriyor. Ve yine mesela
insancıl hukukun tatbik edilebilmesi ise bir çatışmanın varlığını gerektiriyor.
Dolayısıyla uluslararası hukukun Suriye krizinde hangi imkanlara sahip
olduğu, spesifik olarak hangi soruna odaklanıldığına göre değişiklik arz
edebilmekte. Bu nedenle de özellikle devlet sorumluluğu ile bireysel cezai
sorumluluğu birbirinden ayırt etmek gerekiyor.
Bireysel sorumluluk bağlamında bakıldığında Suriye’deki olaylara veya
ihlallere tatbik edilebilecek iki tür hukukun olduğu söylenebilir. Bunlar
uluslararası insancıl hukuk ile uluslararası ceza hukukudur. Gerek insancıl
hukuk ve gerekse de uluslararası ceza hukuku sadece devletlerarasındaki
değil devlet dışı aktörlerin de müdahil olduğu silahlı çatışmalara bu hukuk
kurallarının tatbik edilebileceğini öngörüyor. İnsancıl hukukun en önemli
kaynağı olan Cenevre Sözleşmeleri’nin ortak üçüncü maddesi “uluslararası
nitelikli olmayan silahlı çatışma” (armed conflict not of an international
character) durumunda da devletin sorumlu olduğu bazı noktaların altını
çiziyor. Benzer şekilde uluslararası suçlar bağlamında bireysel sorumluluğu
düzenleyen Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Roma Statüsü de
“uluslararası nitelikli olmayan silahlı çatışmalar”a tatbik edilebilen bu
3. maddenin ihlalini de savaş suçu olarak tanımlıyor.
İnsancıl Hukuk ve Silahlı Çatışma Hukuku
Ancak burada tabi konu açısından önemli olan nokta neyin “uluslararası
nitelikli olmayan silahlı çatışma” olarak tanımlanabileceği. Zira bu şekilde
tanımlanmayan çatışmaların veya diğer durumların insancıl hukuk
bağlamında devlet adına yükümlülük doğurması mümkün olmadığı gibi
uluslararası ceza hukuku bağlamında da bireysel sorumluluk kaynağı olması
söz konusu değil. Nitekim Roma Statüsü’nün savaş suçlarını düzenleyen 8.
maddesi yukarıda bahsi geçen 3. maddenin ihlali ile ilgili düzenlemenin
ayaklanma, kargaşa, izole şiddet olayları ve buna benzer durumları
kapsamadığını ifade ediyor.
Belirtmek gerekir ki Suriye’de devam eden çatışmaların taraflarından biri
olan isyancıların “silahlı çatışmalar hukuku”nun tanıdığı taraf olup olmadığı
tartışılabilir. Tam da bu hassasiyet nedeniyle Suriye merkezi yönetimi
isyancıları ısrarla terörist olarak tanımlıyor. Bu bir devletin yargı yetkisi
iddia edebilmesi bakımından önem arz ediyor. Zira koruma prensibine
göre herhangi bir ülke kendi egemenliğine yönelik eylemler konusunda
yargı yetkisi iddia edebiliyor. Bu prensibe göre mesela egemenliğe yönelik
eylemin söz konusu devletin ülkesinde meydana gelmesi veya söz konusu
devletin vatandaşı tarafından gerçekleştirilmiş olması gerekmiyor. Diğer
bir ifade ile böyle bir durumda kişisellik ve ülkesellik prensiplerini aşan bir
yargı yetkisi iddia edilebilmesi söz konusu. Ama bundan daha önemlisi de
aşağıda biraz daha detaylı açıklanacak olan “muharip ayrıcalığı”nın sadece
insancıl hukukun tatbik edilebildiği silahlı çatışmalarda geçerli olması.
< Suriyeli muhaliflerin isyancı ve bu kategoriye uygun bir grup teşkil ettiği
iddia edilebilir. Ve “uluslararası nitelikli olmayan silahlı çatışma”nın tarafı olduğu
için de yürüttüğü çatışmaya insancıl hukukun tatbik edilebileceği iddia edilebilir.
SDE Analiz >
Elbette Suriyeli muhaliflerin isyancı ve bu kategoriye uygun bir grup teşkil
ettiği iddia edilebilir. Ve “uluslar arası nitelikli olmayan silahlı çatışma”nın tarafı
olduğu için de yürüttüğü çatışmaya insancıl hukukun tatbik edilebileceği
iddia edilebilir. Ancak bir çatışmanın bu kategoride değerlendirilebilmesi
için çok temel birkaç şartı sağlaması gerekiyor.
Birincisi,
Hukuki hükümete karşı isyan eden tarafın organize bir silahlı gücü ve eylemlerinden sorumlu bir otoritesinin olması şart. Söz konusu tarafın ayrıca kontrol ettiği belirli bir bölgede hareket etmesi ve Cenevre Sözleşmeleri hükümlerine uyma araçlarına da sahip olması bekleniyor.
İkincisi,
Yasal hükümetin bu örgüt veya gruba karşı askeri yöntemlere başvurmak zorunda kalması. Ancak bu grubun askeri bir biçimde örgütlenmiş olması ve yasal hükümetin yetkili olduğu ülke içinde belirgin bir bölgeyi kontrol ediyor olması da aranan şartlardan bir diğeri.
Üçüncüsü,
(a) yasal hükümet isyancıları düşman olarak tanımış olmalı, ya da
(b) Kendisinde düşman olmakla ilişkili hakların varlığını iddia etmeli, ya da
(c) ilgili ihtilaf BM Genel Kurulu veya BM Güvenlik Konseyi gündeminde uluslararası barışa bir tehdit veya saldırı eylemi olarak tartışılıyor olmalı.
Dördüncüsü,
(a) isyancıların, bir devletin niteliklerine sahip olmayı hedefleyen bir örgütünün olması,
(b) isyancıların sivil otoritesinin ülke sınırları içinde belli bir bölgede halk üzerinde fiili yetki kullanabilmesi (KCK meselesi işte bunun için son derece önemli),
(c) isyancı örgütün silahlı güçlerinin organize bir otoritenin yönetiminde
olması ve savaş hukuku kurallarına uymaya hazır olması ve
(d) isyancı sivil otoritenin Sözleşme hükümleri ile bağlı olmaya rıza göstermesi gerekiyor.
< Uluslararası ceza hukuku bağlamında sorumluluğa atıfta bulunabilmek için
ortada insancıl hukukun tatbik edilebileceği bir çatışmanın varlığı gerekmez.
Diğer bir ifade ile uluslararası ceza hukuku çerçevesinde çatışmasız bir ortamda işlenen suçlar açısından da kovuşturma mümkün olabilmekte. SDE Analiz >
Buradan hareketle sadece sokak gösterilerinden müteşekkil bir isyan veya
ayaklanmanın silahlı çatışmalar hukukunun konusu olacağını söylemek pek
mümkün değil. Ancak Özgür Suriye Ordusu gibi ayırıcı işaretleri ve silahlı
bir gücü olan bir grup ve bununla ilişkilendirilebilecek siyasi bir otorite
merkezi bu şartı pekala sağlayabilir. Dolayısıyla en azından Özgür Suriye
Ordusu’nun belli bir güce erişmesi ve kumanda sınırları ve çerçevesinin
belirmesinin ardından insancıl hukuk bağlamında sorumluluktan söz
edilebilir duruma gelinebilecektir.
Uluslararası ceza hukuku bağlamında sorumluluğa atıfta bulunabilmek
için ise ortada insancıl hukukun tatbik edilebileceği bir çatışmanın varlığı
gerekmez. Diğer bir ifade ile uluslararası ceza hukuku çerçevesinde
çatışmasız bir ortamda işlenen suçlar açısından da kovuşturma mümkün
olabilmekte. Evrensel yargı kapsamında değerlendirilen uluslararası suçların
işlenmesi halinde bireysel sorumluluk doğabilmekte ve bu sorumluluk
neticesinde uluslararası yargılama gerçekleştirilebilmekte. Nitekim BM
İnsan Hakları Konseyi’nin Suriye ile ilgili hazırladığı raporda insanlığa karşı
suçlardan bahsederken savaş suçlarından söz etmemesi çatışmasız ortamda
işlenen suçların varlığını göstermekte.
Burada önemli olan nokta insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları gibi ihlallerin
bireyler eliyle gerçekleşmiş olması. Diğer bir deyişle bu suçlardan dolayı
doğrudan bir devleti veya hükümeti teknik anlamda suçlamak söz konusu
değildir. Yani mesela Esed’i insanlığa karşı suçlardan yargılamak mümkün
olsa bile bu, Suriye’deki hadiselere müdahale için yeterli bir gerekçe
olmayabilir. Bu noktada önemli olan mesela bu suçların işlenmesinde devlet
sorumluluğunun olup olmadığının tespit edilmesidir.
Modern uluslararası sistemin üzerinde oturduğu iki temel ilkeden söz
etmek mümkündür. Bu iki ilke aslında uluslararası hukuk açısından da ihlal
edilemeyecek sınırları çizmesi bakımından önem taşır. Bunlardan birincisi
devletlerin eşit ve egemen olduğu, diğeri ise bu devletlerin iç işlerine
müdahale edilmemesi ilkesidir. Bu iki temel ilkenin birçok pratik yansıması
ve sonucu olmuştur. Bunlardan bir tanesi mesela sınırların dokunulmazlığı,
diğeri ise devlet başkanlarının bağışıklığıdır.
Ancak zaman içerisinde özellikle iç işlerine karışmama ilkesinin istisnalarının
gelişmeye başladığını görüyoruz. Bunun ilk önemli örnekleri insan hakları
hukukunda kendini gösterirken daha yakın dönemlerde uluslararası ceza
hukuku da bu konuda önemli açılımlar sağladı. Bunun bir sonucu olarak
bugün mesela devlet başkanları, uluslararası suçlar nedeniyle sorumlu
tutulabilmekte ve yargılanabilmekte.
Ancak daha da önemlisi, egemenlik, iç işlerine karışmama ve sınırların
dokunulmazlığı hala genel ilke ve kurallar olmakla birlikte bazı özel
durumlarda bunlara istisnalar getirilebilmekte. İkinci Dünya Savaşı sonrası
yeniden kurulan siyasi düzende bu istisnaların temel gerekçesi olarak
uluslararası güvenlik ve istikrar gösterilmiştir. Diğer bir ifadeyle, devletlerin
savaş açma hakkı ellerinden alınmış ve kuvvet kullanma dahil zorlayıcı
tedbirlere başvurma yetkisi BM Güvenlik Konseyi’ne verilmiştir. Ve bu
çerçevede küresel siyasi sistemin güvenlik ve istikrarına tehdit olabilecek
durumlarda Konsey’in tedbir alabileceği belirtilmiştir. Dolayısıyla Konsey
kararı ile devletlerin iç işlerine müdahalenin yolu bu şekilde açılabilmiştir.
< Suriye örneği için konuşacak olursak, bu kadar kaba bir şekilde tarif edilen kavram çerçevesinde Suriye’ye kolayca müdahale edilebileceği sonucu na
varılmamalı. Her şeyden evvel tartışmalı ve aydınlanmaya muhtaç çok sayıda
sorun bulunmakta. SDE Analiz >
Ancak daha yakın tarihlere bakıldığında ise devletlerin iç işlerine müdahale
etme gerekçesinin farklı bir forma büründüğü söylenebilir. Artık bir
devletin iç işlerine müdahale edilmesinin temel gerekçesi olarak devletin
uluslararası hukuktan kaynaklanan sorumluluklarının yerine getirmemesi
veya getirememesine atıfta bulunuluyor. Koruma sorumluluğu denilen
bu sorumluluk temelde, bir devletin ana unsurlarından biri olan halkın
korunmasına işaret ediyor. Dolayısıyla, bir devlet, koruma sorumluluğunu
yerine getiremediği takdirde iç işlerine müdahale edilmeme ilkesinin ardına
sığınamamakta.
Peki bir devletin bu sorumluluğunu yerine getirmediğinin tespiti nasıl
yapılabilir? İşte insancıl hukuk veya uluslararası ceza hukuku burada önemli
bir rol oynuyor. Yeni yeni ortaya çıkan koruma sorumluluğu kavramına göre
bir devletin sorumluluğunu ihlal ettiği, işlenen uluslararası suçlardaki payı
veya katkısı ile belirlenebiliyor. Diğer bir ifade ile bir çatışma veya karmaşada
işlenen ve normalde bireysel sorumluluk gerektiren soykırım, insanlığa karşı
suçlar veya savaş suçlarının işlenmesinde merkezi otoritenin katkısı veya
teşviki sorumluluğun yerine getirilmediği şeklinde değerlendirilebilir. Ve bu
da uluslararası ilişkilerin temel ilkelerinden biri olan iç işlerine karışmama
ilkesinin bir istisnası haline gelebilir.
< Amaç her durumda, devletin korumadığı halkı korumak olmak durumunda.
Bununla ilgili dengeyi sağlamanın zorluğu ise ortadadır. Bu nedenle de
müdahale olsa bile bunun sonuçları uzunca bir süre tartışılmaya devam edecektir SDE Analiz >
Ancak Suriye örneği için konuşacak olursak, bu kadar kaba bir şekilde tarif
edilen kavram çerçevesinde Suriye’ye kolayca müdahale edilebileceği
sonucuca varılmamalı. Her şeyden evvel tartışmalı ve aydınlanmaya muhtaç
çok sayıda sorun bulunmakta. Bunlardan en önemlisi BM Güvenlik Konseyi
onayı olmaksızın, sorumluluğun yerine getirilmemesi durumunda yine de
müdahale imkanı var mı? Diğer bir ifade ile acaba Konsey kararı olmadan
Suriye’ye koruma sorumluluğuna atıfla müdahale etmek mümkün mü?
İkinci önemli sorun da böylesi bir müdahale yapılsa ve meşruiyet sağlansa
bile bu müdahalenin amacı ne olmalı? Normalde yapılacak müdahalenin
yine de iç işlerinden bağımsız olması beklenmelidir. Yani mesela Suriye
muhaliflerini iktidara getirmek ve Esed rejimini devirmek böylesi bir
müdahalenin amacı olamaz. Amaç her durumda, devletin korumadığı halkı
korumak olmak durumunda. Bununla ilgili dengeyi sağlamanın zorluğu ise
ortadadır. Bu nedenle de müdahale olsa bile bunun sonuçları uzunca bir
süre tartışılmaya devam edecektir.